Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

BlackCADY

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    430
  • Katılım

  • Son Ziyaret

İletiler gönderen: BlackCADY

  1. İran’a şeriat ’demokrasi’ ve ’özgürlük’ vaatleriyle geldi

     

     

    AKP’nin Anayasa tasarısı hazırlıkları, Türkiye’nin bir saklı gündeminin doğmasına neden oldu: "Darbe mi? Şeriat mı?" İşte Türkiye’nin gizli gündemi bu soru. Herkes bunu tartışıyor. Ne rastlantı; yıllar önce, İslam devriminden önce benzer soru İran’ın da gündemindeydi. İranlı solcular, demokratlar, liberaller ve milliyetçiler bu soruyu tartışıyordu, darbeye karşı çıkıyorlardı. Gelin İran’ın İslam devrimi öncesi ve sonrası günlerine gidelim. Bir de, "mahalle baskısı" var mıymış görelim.

     

    MERHABA. Benim adım Bahman Nirumand. İranlı bir gazeteci-yazarım.

     

    Şah’ın devrilmesinde aktif rol oynayanlardanım.

     

    Ve aynı zamanda mollaların, demokrasi ve özgürlük getireceğine inanan milyonlarca solcu, demokrat, liberal ve milliyetçi insandan biriyim.

     

    Evet, Humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize. Demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest olacaktı.

     

    Şah’ı devirdikten sonra mollaların camiye geri döneceklerinden emindik. Devleti yönetecek durumda olduklarına inanmıyorduk.

     

    Yanıldık. Kitaplardan ezberlediğimiz cümleleri, içi boş kavramları birbirimize söyleyip duruyorduk.

     

    ÜZERİNDE DURMADIK

     

    Her şey 14 Ocak 1979 tarihinde değişti. Şah, İran’ı terk etti. Ardından İran tarihinin en büyük yürüyüşü Tahran’da yapıldı. Sansür, yasak yoktu, istediğimiz gibi bağırıyorduk.

     

    Fakat mitingde ilk dikkatimi çeken, kim liberal Musaddık ya da solcu şehitlerin resimlerini taşıyor ise mollalarca dövülüyordu.

     

    Pek üzerinde durmadık bu olayın, "Hele bir kurtlarını döksünler, sonra sakinleşirler" diye düşündük.

     

    Ertesi gün gazetede, bir hırsızın genç mollalar tarafından yakalanıp, adına "İslam Mahkemesi" denilen bir mahalli heyet tarafından 35 kamçı cezasına çaptırıldığı haberini okuduk.

     

    Haberi ciddiye almadık; "Üç beş sapsızın işi" dedik.

     

    Bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üzerinde hiç durmadık. "Ufak tefek şeylerin" toplumun demokrasi ve ulusal bağımsızlık yolundaki çabaları etkilemesini istemiyorduk.

     

    Biz bunları söylerken, mollalar tarafından, kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri; okullarda aynı sınıflarda olamayacakları; birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı.

     

    "Müslüman kadınların yanında orospuların yeri yoktur" denilerek kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi. Özellikle üniversitelerde bu yüzden çatışmalar çıktı.

     

    Bu çatışmalardan rahatsız olduk; kadın sorununun güncelleşip ön plana geçmesini istemiyorduk! "Asıl mücadele, emperyalizme ve kapitalizme karşı verilmelidir" diyorduk. Kadın sorunu bir yan çelişkiydi, ana çelişki sömürüydü. Kadının giyim sorunu, emperyalizme karşı verilen mücadeleyi baltalamamalıydı!

     

    Peçesiz, başörtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün önünde dövülüyordu. Bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu.

     

    Biz ise hálá büyük laflar ediyorduk; bu tür olayları devrimin kaçınılmaz sancıları olarak görüp umursamıyorduk! "İttifak" "Eylem Birliği" gibi terimlerin peşinden koşup duruyorduk.

     

    GEÇİŞ SANCILARI SANDIK

     

    Humeyni, "Bütün sorunlarımızın sebebi, cemiyetimizdeki ahlaksızlıklardır. Bunların kökünü kazımalıyız" diyor; genç mollalar terör estiriyordu. Kitabevleri yağmalanıyor; gazete bayileri ateşe veriliyordu.

     

    Şiraz’da "İslam Mahkemesi" eşcinsel ve fahişe olduğu gerekçesiyle dört kişiyi idam ediyordu. Benzer olay Tahran’da da gerçekleşiyor, üç fahişe ve üç eşcinsel kurşuna diziliyordu.

     

    Sesleri ve görüntüleriyle erkekleri tahrik ettikleri için kadın spikerler televizyondan kovuluyor; uyuşturucu olarak görülen müzik yasaklanıyordu. Alkol içen, kırbaç cezasına çaptırılıyordu.

     

    Şimdi düşünüyorum da, insan zamanla her türlü aşağılanmaya alışıyor galiba. Hiçbirini görmüyorduk; basmakalıp analizlerimizin doğru olduğuna o kadar inanıyorduk ki!..

     

    Oysa toplum hızla dincileştiriliyordu. Alınan her kararda "Tamam bu sonuncusu" diyorduk. Ama arkası hep geliyordu.

     

    Kızların evlenme yaşı 18’den 13’e düşürüldü. Parfüm, ruj, saç boyası, mücevher gibi kadın malzemelerinin yurda girişi yasaklandı. Kadın çamaşırı satan mağazaların vitrinlerine sutyen, kombinezon vs. koymasına bile izin yoktu.

     

    Kamu dairelerinde kadın memurlara tesettüre girme emri çıkarıldı.

     

    Aslında birçok aydın kadının üye olduğu kadın dernekleri vardı. Onlar kendi küçük çevrelerinde "hamilelik tatilinin uzatılması", "eşit işe eşit ücret" gibi talepleri tartışıyorlardı.

     

    Biz aydınlar hep aynı düşüncedeydik: Demokrasi ve özgürlüğe geçiş sancılarıydı bu tür vakalar! Abartmaya gerek yoktu.

     

    Hepimiz "ana çelişki" üzerinde duruyorduk; öncelikle dışa bağımlılık ve ekonomik krizden kurtulmalıydık.

     

    REFERANDUM OYUNU

     

    Üç ay önce Humeyni, Paris’te komünistler de dahil olmak üzere her görüşün rahatça örgütleneceği bir demokrasiden, özgürlükten bahsederken, şimdi tüm solcu, milliyetçi ve liberalleri İslam düşmanı ilan etmişti.

     

    Bu sözler üzerine ilk protestomuzu yaptık. Mitingimize bir milyonu aşkın insan geldi.

     

    Mollaların en iyi siyasi stratejileriydi; işlerine gelmediği zaman hemen gündemi değiştiriyorlardı.

     

    Referandum meselesini gündeme getirdiler. Halka soracaklardı: "İslam Cumhuriyeti’ni istiyor musunuz, istemiyor musunuz?"

     

    Kuşkusuz bu bir oyundu; halkın yüzde 65’inin okuryazar olmadığı bir ülkede kim ne anlardı cumhuriyetten?

     

    Yapılan propaganda belliydi; dediler ki: "İslam’a evet mi, hayır mı diyorsunuz?"

     

    Biz bu oyunu biliyorduk ama şöyle düşünüyorduk: "Önemli olan cumhuriyettir; serbest seçimlerdir; demokratik haklardır; özgürlüklerdir. İslam Cumhuriyeti bunu sağlayacaksa neden karşı çıkalım?"

     

    Ancak bazı küçük kesimler bu oyuna gelmemek için referandumu boykot ettiler.

     

    Sonuçta, "evet" diyen 20 milyon, "hayır" diyen ise sadece 140 bindi.

     

    Mollalar bu referandum sonucunu çok iyi kullandılar. Güya tüm ülke yaptıklarını onaylıyordu. Artık televizyondan sonra basın da ellerine geçmişti. Sanki tüm muhaliflerin sayısı 140 bin kişi gibi gösterdiler. Halbuki 20 milyon içinde bizim oyumuz da vardı. Ama artık bizim sesimizin çıkmasına izin verilmiyordu.

     

    HALKI ANLAYAMADIK

     

    Mollalar güçlendikçe saldırganlaştılar.

     

    Örneğin, tirajı bir milyon olan liberal "Ayendegan" Gazetesi’ni kapattırdılar. Sıra sonra "Keyhan" Gazetesi’ne geldi; muhalif yazarların işten çıkarılmasını sağladılar.

     

    Tüm bu olanları protesto etmek için mitingler düzenlemeye başladık. Ama iş işten geçmişti artık; insanlar yılmıştı, korkuyordu.

     

    Özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık için ayaklanan halkın, bu kadar kısa sürede değişeceğini düşünememiştik.

     

    Sanmıştık ki, mollaların gerici yasalarına/kurallarına halk karşı çıkacak. Halbuki tersi oldu; mollalar yasak, sansür getirdikçe arkalarından gidenlerin sayısı arttı.

     

    Örtünmek moda oldu!

     

    Tüm bunlara "gelip geçici bir fırtına" diye bakmak ne büyük yanılgıydı.

     

    Komünistlerden, solculardan, demokratlardan, milliyetçilerden sonra liberal İslamcılar da zamanla mollaların hedefi oldu.

     

    Şah döneminden daha çok insan cezaevlerine konuldu; idam edildi.

     

    Milyonlarca insan canını kurtarmak için yurtdışına kaçtı.

     

    Kaçanlardan biri de bendim.

     

    Umarım bizim hatalarımızdan birileri ders çıkarır.

     

    (Not: Bu metin, Bahman Nirumand’ın "İran" kitabından derlenmiştir.)

     

    Türkiye’nin İran benzerliği çok şaşırtıcı

    ÖNCE bir tespit yapalım:

     

    Diyorlar ki, "Türkiye, İran’a benzemez!"

     

    Yanılıyorlar.

     

    Bu nedenle gelin önce kısa bir tarih yolculuğu yapalım:

     

    19. yüzyılda İngiltere’nin Osmanlı Devleti gibi İran üzerinde de nüfuzu vardı.

     

    İki ülke de tarım ülkesiydi.

     

    20. yüzyıl başında, -İran 1906; Osmanlı 1908- askerlerin bastırmasıyla iki ülkede de meşrutiyet ilan edildi.

     

    Her iki ülke 1920’lerde yeni liderleriyle yönetildi:

     

    İran’da subay Rıza Han (Pehlevi), "ormancılar ayaklanmasını" bastırıp yönetimi devirerek kendini "Şah" ilan etti.

     

    Türkiye’nin lideri ise iç ve dış düşmanları yenen Mustafa Kemal Atatürk’tü.

     

    Her iki lider de ülkelerinin tarihlerinde görülmedik boyutlarda, modernleşme ve reform politikalarını uygulamaya koydu. Ülkelerini eğitim sisteminden hukuk sistemine kadar laikleştirmeye çalıştılar. Kılıf kıyafet devrimi yaptılar.

     

    Bu reformlara her iki ülkede de karşı çıkan pek olmadı; sayıları az olmakla birlikte muhalif olanlar da çok ağır cezalara çaptırıldı.

     

    İran 1940’ta, Türkiye 1946 yılında parlamenter demokrasiye geçti.

     

    İran’da 1951’de, Türkiye’de 1960’ta "milliyetçi/ulusalcı solcu" askerler darbe yaptı.

     

    İran’da başta petrol olmak üzere millileştirmeler yaşanırken, Türkiye de dışa açıldı, yabancı sermayeyi kabul etti.

     

    CIA, İran’daki darbeci Musaddık’ı yıktı. Yerine tekrar Şah Rıza Pehlevi’yi getirdi. Şah bütün partileri kapattı, liderlerini hapsetti.

     

    Türkiye, 1961’de demokrasiye döndü, seçimler yapıldı.

     

    1960’lı yıllar, her iki ülkede de sol, milliyetçi ve İslamcı hareketin ivme kazandığı dönem oldu.

     

    Aynı dönemde her iki ülkenin siyasi ve iktisadi olarak dışa bağımlılığı arttı. ABD "abi" rolündeydi. Düşman ise komünizmdi.

     

    Her iki ülke de solcularını ezmek, yok etmek için her yola başvurdu. Devlet güçleri, sola karşı diğer güçlerle ittifak yaptı.

     

    Sol muhalefetin ezildiği dönemde İslamcı hareketler güçlendi.

     

    YEŞİL KUŞAK PROJESİ

     

    Burada meseleye daha geniş açıdan bakıp, 1970’li yılların son dönemini bir hatırlayalım.

     

    Sovyetler Birliği, Afganistan’a girmişti.

     

    ABD’nin kontrolündeki Şah, İran’ı terk etmişti. Türkiye’de büyük bir sol dalga vardı.

     

    Soğuk Savaş döneminde siz ABD’nin yerinde olsanız ne yaparsınız?

     

    İran’da Sovyetler Birliği yanlısı solculara karşı mollaları desteklediler.

     

    Türkiye’de 12 Eylül 1980 askeri darbesini yaptırıp, İslamcıları kuvvetlendirerek solu ezdirdiler.

     

    ABD, Şah’tan umudunu kesince mollaları destekledi. İran’da mollaları yok etmek isteyen askerlerin elini kolunu bağladı.

     

    Şah Rıza Pehlevi, ölmeden birkaç hafta önce, "Amerika ve İngiltere yerine muhalefeti yok etmek isteyen askerleri dinleseydim, ülkeyi terk etmek zorunda kalmazdım" diye açıklama yaptı.

     

    ABD, Sovyetler Birliği’ni İslam ülkeleriyle kuşatıp içindeki İslamcı halkları ayaklandırarak yıkacağını hesaplıyordu.

     

    Bu nedenle İranlı subaylara hep engel oldu.

     

    Örneğin: Şah gittikten sonra, ülkenin başında kalan sosyal demokrat Başbakan Bahtiyar "İslam Cumhuriyeti’ne izin vermeyeceğim" diyordu.

     

    Genelkurmay Başkanı Karabagi, Bahtiyar’ı destekliyordu.

     

    Bahtiyar, ABD ve İngiltere’ye danıştı. Tabii ki destek alamadı.

     

    Mollalar şanslıydı; dünya siyasal konjonktürü onların lehineydi.

     

    Sonunda Humeyni, Tahran’a geldi. Yerleştiği "Refah Okulu"nda, liberal-İslamcı Mehdi Bazargan’ı Başbakan ilan ettiğini açıkladı. ABD ve Avrupa bu "ılımlı İslamcı" atamadan mutlu oldu.

     

    Ancak mollalar güçlendikçe iktidara yerleşti.

     

    Son hedefleri, halkın oylarıyla Cumhurbaşkanı olan liberal Müslüman Beni Sadr idi.

     

    Askerler bu kez Beni Sadr’ın imdadına yetiştiler; darbe yapabileceklerini söylediler. Sadr darbe istemedi ve yurtdışına kaçmak zorunda kaldı.

     

    Mollalar iktidara yerleşti. "Ilımlı İslam" istemiyorlardı!

     

    DESTEK ESNAFTAN

     

    İran tarihine bakıldığında, mollaların devlete karşı ayaklandığı görülmemişti. Sadece 1963’te Şah, mali kaynaklarını yok ettiği için ilk protesto eylemini gerçekleştirmişlerdi. Bu nedenle Humeyni, Türkiye’ye sürgüne gönderilmişti.

     

    Durum aslında bizim Nakşibendiler’e benziyor, onlar da hep devletin yanında olmuşlardı. Neyse...

     

    Türkiye’deki İslami hareketler ile İran’daki mollaları destekleyen güçler arasında benzerlikler var mıydı?

     

    Yapısal farklılıklar olsa da taban aynıydı:

     

    Mollaların ülke içinde en büyük destekçisi, iç ticaretin üçte ikisini, ihracatın üçte birini elinde tutan ve geleneksel değerlerin savunucusu Bazar esnafıydı.

     

    Mollalar ayrıca liberal-burjuva çevrelerinden de destek gördü. Bunun sebebi, özerklik için harekete geçen Azeri, Kürt, Beluciler gibi etnik unsurların başlarının hemen ezilmesi talebiydi.

     

    Ve tabii, din adamlarının siyasal örgütlenme gücünün en büyük dayanağı ise, cami komiteleriyle girdikleri yoksul mahallelerdi. Camiler cihat birliklerinin hücre evleriydi. Kısa bir süre öncesinin solcu varoş mahallelerinin yoksulları akın akın mollaların arkasından yürüyordu artık.

     

    Şimdi tekrar başa dönüp soralım: Türkiye, İran’a benziyor mu?

     

    Not: İnsanların ellerini ve dillerini en sağlam iplerle bağladılar. Din.

  2. mükemmel bir yaşamın olmadığını öğrendim.

    kendi geleceğini ancak kendin kurabilirsin bunu kesinlikle anladım.

    dünyada anlatılan ve öğretilen şeylerin %99'unun masal olduğunu kavradım.

    asıl gerçeği kendi kelepçelerimizden kurtulduğumuzda görüyoruz öğrendim.

    kelepçelerimiz tabularımız, önyargılarımız.

    bunlardan sıyrılmadıkça hayatı yaşayamazsın artık biliyorum.

  3. Birileri alınganlık etmiş ne garip. :unsure: Herkes aldığı gazetede özellikle bazı yazarları takip eder onların tarzı ve dünya görüşü kendilerininkine benzer yada ilginç gelir. Buda bunun gibi birşey sonuçta burada yazılar okunmak için var ve evet birileri iyi yazıyor. Bu diğerleri kötü yazıyor anlamına gelmez ama edebiyat kalem işidir ve herkesin kalemi güçlü olmaz. Bunu bilen alınganlık yapmaz. Kalemi iyi olmayanında başka bir özelliği iyi olabilir ne var bunda alınacak?

     

    Ben, yam_yam, tengeriin boşig, sardunyam, keskinkalem, figgaro, cyrano, rua, taylan abi, frozen, politika, efendi türkler, muki, gece kuşu bu isimlerin yazılarını keyifle okuyorum. hem çok şey öğreniyor hemde bazen yazılardaki espiricilikten eğleniyorum.

    • Beğen 1
  4. Emine Şenlikoğlu sözde bir yazar kafasının içini dinden başka bişeyle doldumamış fanatik, saldırgan bir kadın. Dine dayalı her eleştiriyi islama saldırı olarak algılayan yada böyle algılanması için çaba gösteren bir kadın. Geçen haftada İsmail Türüt'ün şarkısı için yorum yapmıştı şarkıyı çok beğenmiş daha önce hayatında cd almamış ( tabi günah müzik şeytandandır) ama ilk kez alacakmış. Bu gibi insanlar toplumda infial yaratmaktan başka birşeye hizmet etmezler bunların peşinden gidenlerde aynı şeye hizmet ediyor. Ne yazıkki bu örümcek bağlamış kafalardan çok var. 20 senede nereden nereye geldik.

     

    Akp'li kadın kurucuda hiç bir soruya mantıklı, akılcı ve gerçek yanıtlar vermedi. Hz. Muhammedin karikatürünü çizdiler papa Hz.Muhammedin elinde kılıçtan başka ne vardı dedi biye yorum yaptı sayın Cevizoğlu başörtüsüde bizi en az peygamberin karikatürü kadar üzüyor diye cevapladı. Acayipliğe bakın ben Atatürk'çü olarak Atatürk'e yapılan her saldırıyı gücüm yettiğince kınarım bunlar peygamberleri ile alay eden Avrupaya gebeler. İşte samimiyetsizlik işte istismar işte aldatmaca. Göstermelik ve satılık yaşamlar.

  5. bende tüm samimiyetimle söylüyorum bugüne kadar oruç tutmadığı ya da namaz kılmadığı için başına söylediğiniz şeyler geleni görmedim o yüzden bana da onlara inanması zor geliyor ama anlaşılan var

    o bahsettiğim aşağılamaları okulda da gördüm sokaklarda da

    bana inanırmısınız bilmem gerçi ama aşağıdaki daha inanılası bir örnek gibi,inanmayanlar için

     

    http://arsiv.sabah.com.tr/2007/09/25/haber...2DB9EE97F5.html

     

    birincisi sabah gazetesinin haberlerini gerçekçi bulmam imkansız. tsmf nin kontrolü altında hükümetin medya kanalı.

     

    ben daha bugün dışarıda yemek aldığımda etrafımlakilerin tacizkar bakışlarına maruz kaldım. birileri oruç tutuyor diye herkes tutmak zorundamı? oruç tuttuğu için hiç kimseyi kınamadım kınayanada rastlamadım. bu kişilerin seçimi saygı duymak lazım ama asıl gerçek olan din baskısıdır.

  6. İşin ilginci inanan kadınların, tüm kadına ikinci planlana iten uygulamaları içeren hadis ve ayetleri tevekkülle karşılaması ve bunu hatırlatanları övgü ve huşu ile selamlayıp, tebrik etmeleri (bknz.islami forumlar)

     

    Hal böyle olunca sömürülmeyi kendileri istiyor ve bundan zevk alıyorlar gibi bir sonuç çıkıyor ortaya.Zaten birçok kadının ,bırakın hak verilmesini bunu almak gibi bir niyetleri yok.

     

    Yaşını başını almış yüzü gözü kırışmış bir kadın gördüm evladı yaşındaki adamdan saklandı. Bu kadın kendisini ne yerine koymuş oluyor ona bunu öğreten aşılayan nedir? Anlaşılır gibi değil ben dini bölümdede sordum din kadına ne vermiştir diye bişey verdiği yok ama dinin arkasına saklanan erkekler kadını tamamen sömürüyor. Ve bir kısım kadınlar bundan şikayetçi değil hatta memnun olanlar var. Galiba o türleri başkalarının sırtından geçinmeyi seven tipler. Erkeğin parasını yiyen ama kendi varlığını kamufle eden kadıncıklar. Öteki alemde ödüllenecekler. Artık ne çıkarsa karşılarına. :)

  7. Türkiye Malezya olmaz, Fiji olmaz, İran falanda olmaz ama zaten Türkiye'den bundan sonra Bişey olmaz. :D Türkiye'de her geçen gün açılan Kuran Kursu sayısı ile açılan okul sayısını kıyaslayın Türkiye ne oluyor anlarsınız. Türkiye Din Devleti Oluyor. Adına ister Fiji, ister Malezya, ister İran deyin farketmez Türkiye kendine özgü haliyle mahalle baskısı sayesinde dinselleştiriliyor. Din kurumlar üzerinde bireylerin baskısı ile hakimiyet kuruyor asıl olan bu.

     

    Tanrı dünyayı yarattığı zaman gelecekteki ulusların temsilcilerini yanına çağırmış her birine ikişer erdem

    vermiş...

     

    İsviçrelilere ; Düzenlilik ve Yasalara saygı ...

    İngilizlere ; Soğukkanlılık ve asalet ...

    Japonlara ; Çalışkanlık ve Sabır ...

    İtalyanlara ; Neşe ve Romantizm ....

    Fransızlara ; Şarap ve güzel yemekler

    Türklere ; Zeka ve Dürüstlük ve Tayyip sevgisi ....

    Meleklerden biri bu dağıtımdan sonra Tanrı'ya sormuş ?

    "Bütün uluslara ikişer erdem verdiniz ama Türklere üç tane".

    "Evet ama" demiş Tanrı "sadece ikisini kullanabilecekler"

     

    Böylece;

     

    Bir Türk zeki ve Tayyip ci olduğu zaman dürüst olmayacaktır...

    Bir Türk dürüst ve Tayyip ci olduğu zaman zeki olmayacaktır...

    Bir Türk hem zeki hem de dürüst olduğu zaman Tayyip'ci olmayacaktır... :P

  8. İslami olsun ya da Yahudi olsun her ikisindede anlayış kadın cinsellik objesi. bir zamanlar kadınları mabetlere dahi sokmayan Yahudi anlayışı ve şimdi abdesti bozulacak diye korkan Şafi İslam anlayışı özde aynı. anlayış kadın ezik muhtac zavallı olmalı öyle kalmalı erkek egemenliği dine ve hayatın tüm sosyal alanlarına hakim kalmalı. ve asıl tuhaf olan buna rıza gösteren kadınların olması.

     

    bir kadın neden erkek egemenliği altında fikri dahi sorulmadan yatakta. mutfakta. evin içinde görülmek ister. kadın kendi aklını küçümsermi yoksa bu bir erkek öğretisimi. bence tamamen erkek öğretisi onların yardımcılarıda dini yaptırımlar yada din bu konuda kadınlar üzerinde baskı yapabilmenin en kestirme ve kolay yolu. erkeğe itaat etmeyen kadın dine göre suç işlemişt olur anlayışı ile kadın suspus ediliyor hemde öteki dünya korkusuyla.

     

    ben bunu kesinlikle reddediyorum. kadının gelişmediği toplumsal mutabakatta fikrinin sorulmadığı ve bedeni dışında varlık göstermesi istenmediği bir toplumun çağdaş ilerici ve geleceği yakalamış olması mümkün değil. kadın toplumun her alanın da olmalı bütün erkeklerin ilk öğretmeni kadındır öyle ise kadın önce kendisine saygı duymayı bilmek zorunda hak verilmez alınır. teslimiyetçi değil direnişçi olmak gerekir. yoksa kadın erkekler tarafından sömürülmeye mahkumdur.

  9. Argümanlarımı bir kez daha özetle tekrarlayayım:

     

    1. Sivil anayasa yapılması gerekli dedim. Yeni anayasa gerekli. Ama bu şekilde değil.

     

    2. Tepkiler karşılıklı ölçüsüz dedim, bu, laik kesimin tepkilerini de içeriyor, sayın Teziç'in de...

     

    3. Toplumdaki gerginlik hemen yarın patlayacak demedim. Geniş kesim şimdilik gergin değil, doğru...

     

    4. Anayasa tasarısına karşı veya taraftar olmayı bir "hidayet" konusu yapmanız, endişelerimi haklı çıkarıyor...

     

    Toplumun bir kesimini laik ve cumhuriyetçi kesimini

    Atatürk ilkelerini hedef edinmiş kesimi bu anayasa hazırlanırken uzak tutuluyor.

    Bir çeşit emri vaki yapılıyor ben yaptım oldu zihniyeti.

     

    gerginlik bir kesimde uzun zamandır var ama eli kolu bağlı ve sağduyulu insanlar bekliyor.

    diğerleri olayın ciddiyetini anladığında çok daha büyük gerilimler yaşanacak.

    bütün bunları görmek için kahin olmak gerekmiyor gerçekçi olmak yeter.

     

    anayasa düzenlemesi toplumun herkesiminin görüşü alınarak yapılır bunlar alıyormuş gibi yapıyor.

     

    atv anahaber bültenini izliyorsanız kanala tsmf el koyduğundan beri nasıl hükümet yanlısı haber yaptığını görüyorsunuzdur Malezya örneğini verdiler bugün Malezyada gelişim İslamın yaygınlaşmasıyla başlamış görünen o ki çok akıllıca ve sinsice planlar yapıyorlar. en çok izlenen kanallar ellerinde ve o kanallar hükümetin isteği doğrultusunda vatandaşa pembe hayaller kurduruyor.

     

    yakın gelecek çatışmalara gebe ve korkarım bundan kaçış yok ne biz ilkelerden vazgeçeceğiz ne onlar istikametlerinden dönecekler.

  10. Kızdırmışım sanırım..:unsure:

     

    Yazdıklarınız asla beni anlatmıyor.Hele hele benim size yazdıklarımla uzaktan yakından alakası yok inanın..Benim yaşantı tarzımı ve hayata bakışımı biliyor olsanız bu yazıya aynı şiddette kendiniz cevap verirdiniz..

     

    Neyse;Dedim ya neden tartışalım ki..Daha birbirimizi bile anlayamıyoruz..

     

    Saygılar..

     

    kızmışım gibimi görünüyor :P

     

    ben kolay sinirlenmem ama sizi sinirlendirdim galiba. kızmayın hepimiz din kardeşiyiz. :) sizin yaşantı tarzınızı bilsem aynı şiddette kendim neye cevap verirdim? :unsure:

     

    yazdıklarım sizi anlatıyormu bilmem sizi tanımıyorumki ama yazdığınız yazıdan sizin taraf olduğunuz kanısına vardım. bende size göre taraf görünüyorum. ama dikkatinizi çekmiyor bu ülkede dindarlar baskı altında değil onlar diledikleri gibi yaşıyor ama dinsiz olanlar yada başkalarından daha az dindar olanlar diğerlerine uymak zorunda kalıyor.

     

    din bir baskı unsurudur ama siz bunu ifade edemeyecek kadar çekingensiniz. kutsaliyet işte. :)

     

    sizede saygılar.

     

    namaz kıldığı için işinden olanlar var dediniz ama hala yer ve zaman bildirmediniz.

  11. sayın demirefe kutsallık ve öbür dünya hayaliyle yaşayan insanlar gerçekleri görmek istemezler çünkü rüyalar tatlı gelir.

    neden eleştirtmiyorlar belli eleştiri gerçeğe açılacak kapıdır. neden nasıl diye sormadan kavrayamazsın ki.

     

    bir zamanlar başörtüsüyle başlayan tartışma şimdi bizi bu durumlara getirdi. bir işe başvuru yapacağımız zaman artık başka şeyler soracaklar. tabi bunada gülerler ya onlar zaten herşeye gülüyor. namaz kılarmısın oruç tutarmısın mezhebin ne falan filan nede olsa öncelikli vasıf dindarlık.

  12. Demek gözünüzden kaçanlarda varmış..:)

     

    8 senedir bir resmi kurumda çalışıyorum ve bu iktidardan önce yaşadıklarım ve tanık olduklarım şimdiden farklı değildi.Şimdi size sorsam Elhamdülillah Müslümanım dersiniz.Tabi inancınızı bilemem,sadece varsayıyorum.Buna rağmen söylediklerimdeki gerçeği inkar edebiliyorsunuz.Ben bu forumda oldukça alıştım bu türden yanıtlara.Tartışmalar genellikle kısırdöngü içersinde ilerliyor.Sırf bu yüzden önce dini tartışmalar bölümünden ayrıldım daha sonra da buraya uğramamaya çalışıyorum.Basit üsluplarla,tekrarlayan sözlerle insanlar eleştiriliyor.Sözde akıl içeren iğnelemeler yapılıyor.İmzamı beğendiğinizi yazmıştınız.Sebebi beni akla verdiğim değerdir.Başta çok tartıştığım ateist arkadaşlarıma bile sırf akılları nedeniyle büyük saygı duydum ve tamamen zıt fikirlerimize rağmen iyi arkadaş olabildik.Şimdi;Burada bizim görüp te sizin göremediğiniz ayrıntıları ve de iletilerimizde size yazmışken hala kabullenemiyorsanız,ya oldukça taraflısınız yada gerçekten anlayamıyorsunuz.O halde neden tartışalım..?

     

    Evet,işyerleri ibadethane değildir.Ama iletimi dikkatli okusaydınız ve taraflı yaklaşmasaydınız;İşyerleri meyhane de değildir derdiniz..Demediniz..Çünkü sanırım çoğu insan gibi sizi rahatsız eden ibadet kısmıydı..

     

    Tüm eleştirenlere bu sözüm:

     

    İzin verirseniz dinimi rahatça yaşamak istiyorum..

     

    Evet bir kamu kurumunda çalıştığınız belli oluyor özellikle siyasi zihniyetini beğendiğiniz bir yer sanıyorum. Sizin şikayet ettiğiniz şey ibadet edememe bende size soruyorum işyerleri ibadethanemidir siz ne diyorsunuz işyerleri meyhanede değildir evet doğru öyle ise işyerlerinin ne olduğunu bilmeyen adamlar tarafından yönetiliyor yani ne demek işgüzarlık almış başını gidiyor. Ha mesai saatinde içki içmiş ha ibadet etmeye kalkmış her ikisindede kaytarma var. Ben her ikisi arasında fark görmüyorum ama siz ibadet etmek isteyene toleranslısınız.

     

    Bana birşey yazmadınız namaz kıldığı için işinden olanlar var dediniz ama bir örnek vermediniz oysa ben size aksi olayları yer ve zaman bildirerek anlatabilirim. Önyargı sanırım sizdede var mesela sizde dininizi rahatça yaşayamamaktan sözediyorsunuz mesela ne yapamıyorsunuz işyerinizde namaz kılmanıza izinmi vermiyorlar. Rahatlıktan kastınız nedir?

     

    İbadet beni rahatsız etmez hatta çeşitli dinlerin kendine has ibadetleri ilgimi çeker keşke hoşgörü heryere hakim olsa ama günümüzde din uyuşturucudan başka birşey değil. Bir kaç gün öncede yazmıştım Hz. Ali bir savaş esnasında düşmanların mızraklarının ucana taktıkları Kuran ayetleri yüzünden kendilerini savunamamışlar ve savaşı kaybetmişler. Ne yazıkki şimdi din birilerinin paravanı kamuflaj olmak içinde çok güzel kullanıyorlar ibadetmi ediyor demekki iyi insan. Etmiyormu kötü insan. Bumu rahatlık.

     

    Arkadaşlarımda örnekler verdiler işte bunlar hayatın gerçekleri sokak aralarında insanlar dayak yiyor kendilerine dindar diyen adamlar yüzünden.

  13. sayın tengeriin boşig

     

    yapacağı eyleme karşı alacağı tepkilerden korkan insanlar genelde yalan söylerler dürüst davranmazlar. ikili ilişkilerinde yaşadığı sıkıntı yetersizlik yada herneyse kişi başka arayışlara yönelir ama elindekinide kaybetmek istemez iki tarafıda idare etmeyi tercih eder. sonra toplum içindede ahlaklı geçinir.

  14. sayın taurusmutis biz uyumuyoruz ki uyanalım

    burası resmi bir kurum diyen kişide işgüzardır o zaman en basit tabirle değilmi

    mesai saatinde namaz kılma bahanesiyle işini aksatmak normalmidir?

    işyerleri ibadethandemidir ki?

     

    ne kadar yazık demek oruç tutanlar kara listede hangi kurumda kara listedeler Türkiye'nin genelinde belediyeler ve kurumlar dincilerin elindeyken oruç tutanlar kara listeye alınıyor öylemi ve biz buna inanalımmı?

  15. Ülkemize yabancı şeyler değilmi. Şu an iktidarda olan partinin geçmişteki iktidarlarında, oruç tutmayan personelin iş aktinin feshedilmesi. Oruç tutmayan öğrencilerin öldürülmesi. Bunlar hiç duymadığımız yaşamadığımız şeyler dimi.

     

    Bunla hususi olarak dikkat edilmesi gereken konulardır.

     

    Gerçekten asıl kabak tadı veren. Bu ülkede inanca saygıdan sadece kendilerine saygı gösterilmesini anlayanlar. Hoş görüden sadece kendilerinin hoşgörülmesini anlayanlar.

     

    Sen hangi mahallede, birisinin kalkıp mahallede kimin oruç tutup kimin tutmadığının listesini yaptığını gördün. Senin mahallende muhtarınız böyle listemi yapıyor :)

    Din siyasete alet edildiğinde. Siyasi çıkarlar için dini duygular kaşındığında doğacak sonuçlar ülke tarihimizle gayet nettir.

     

    Bir kamu kurumunun genel müdürlüğünden gelen yazıda "bir iş güzarın marifeti" falan değildir.

     

    Oruç tutmayan insanlara karşı ayrımcı bir uygulamanın eleştirilmesini hazmedemeyip ardından baskıcılıktan vs şikayet etmeninde mantıkla bağdaşır tarafı yoktur kanımca.

     

    çok gerçekçi ve doğru cyrano

    işgüzarlık olarak algılanan bu uygulama olası iş çıkarmalarda önceliğin kimlerde olduğunuda ortaya koyuyor.

    dünya tarihi bir dindarın dindar olarak görmediği insanlara neler yapabileceğini ve bu hakkı kendinde nasıl bulabileceğinin belgeleriyle dolu. oruç tuttuğu için dayak yiyen yokturda oruç tutmadığı için dayak yiyen çoktur.

     

    neden sürekli dindar siyaset adamı aranmaz diyoruz işte bu yüzden din seçimlerde kriter oluyor ne garip. bir insanın öncelikli vasfı dinmidir.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.