Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

BlackCADY

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    430
  • Katılım

  • Son Ziyaret

İletiler gönderen: BlackCADY

  1. Sayın Taylan

     

    Bir kısım aymazlar, duymazlar, görmezler ve yazmazlar bu gerçeklerden anlamazlar. Gerçekler acıdır herkes kaldıramaz.

     

    Kemalistler ile Fethullahçılar arasında çok büyük fark var. Kemalistler dile getirdikleri gerçekleri ve gözlemlerini sağduyu ile yaparlar, Fethullahçılar duygu sömürüsü yapar, gerçeklerle ilgilenmezler. Sömürü savunucularının doğrularla işi olmaz.

     

    Diyorlar ki, ülkeyi krize sürüklüyor bu Kemalistler, Türkiyenin gemisi Menderes döneminden beri sağa yattı, rotası şaştı, bu ülkeyi 50 yıldan fazladır Kemalistler yönetmiyor ve geldiğimiz nokta ortada. Milli görüşçüler, siyasal islamcılar, etnik ayrımcılar ve ilke düşmanları geminin batması için ellerinden geleni yaptılar. Mustafa Kemal öyle sağlam temeller atmış ki bunca çabaya rağmen batmadı. Şimdi bu krizin sorumluları nasıl Kemalistler oluyor?

     

    Artık bu geminin yola devam etmesi için Kemalistler görev başındalar, bu sorunuda aşarlar. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

  2. Bunu da birileri not düşer mi acaba yazısına...

     

    Türkiye'de günümüzdeki tehlike tehlikeciler ve ******;Ortamı gererek kendi çıkarını kurtarmaya çalışanlara izin vermeyelim lütfen!!!

     

    Ortamı kimler geriyor Cumhuriyetçilermi?

    Evet Cumhuriyetçilerin çıkarları var ama o çıkarlar ne yazık ki sizinde çıkarlarınız.

    Bağımsız, Laik, Demokratik, Ekonomisi güçlü, İktidarı sağlam, onurlu, sağduyulu, halkına tepeden bakmayan ve onları kullanmayan, dini kullanarak prim yapmayan, adil, hukuğa inanan, devleti halkı ile karşı karşıya getirmeyen bir siyasi anlayış hepimizin yararınadır. Bizim çıkarımız bunlar.

     

    Demokrasi mi istiyorsunuz, dünyanın en az gelişmiş ülkesinde dahi bu mitingin yarı sayısınca insan bir araya gelseydi o hükümet derhal istifa eder ve ülkesini krize sürüklemezdi. Şimdi anlıyormusunuz kimlerin çıkarı tehlikede?

     

    Akp hükümeti işlediği anayasal suçların cezasını çekecek, Türk Adaleti ve Hukuk bu hesabı onlardan soracak.

  3. Ferhat Göçeri tanıyan varmı yaww, :unsure::P bu kadar hoş bir ses ve bu zamanda bu kadar duygulu şarkılar, :wub:

     

    Unut dediğin kolay değil sorma

    Sanırım aldandım yıllar sonra

    Yalan ölürüm inanmam buna

    Bulurum dedin benden sonra

     

    Kaç yıl gerek bana dönmen için?

    Kavruldu kalmadı yandı içim

    İnan bana canım sen de özleyeceksin!

     

    Hoşçakal

    aşkların en güzeli

    Kavuşur elim sana günün birinde

    Sarılıverir beline dokunur tenim sana yeniden

    Hangi gün taşınır dönerim

    Bilinmez boş kalacak yüreğim

    Söz verdim sana ölene kadar AYRILMAM!

    :clover:

  4. Sevgili Suheda

     

    Evet haklısın, biz sindiremiyoruz bazı şeyleri.

    Bizi yıllardır kandırmış bu zihniyetin hala bu kandırmacaya devam etmesini.

    Amerikan oyuncularının ülkemde dini dejenere etmesini, halkın onurunu ayaklar altına almasını,

    bizleri yok saymasını, Cumhuriyeti ve onun ilkelerini sinsice içini boşaltmalarını, bunu gördükçe bizi "dinsiz"likle suçlamalarını dini savunuyor görünüp çıkar elde etmelerini buda yetmezmiş gibi, dini oyuncak etmelerini, siyasetlerini insanların duygu ve inançları üzerinde inşa etmelerini, halkı kutuplaştırmalarını, türbanı kullanmalarını, vatan toprağını göz kırpmadan satmalarını, yağmalamalarını, gizli pazarlıklarla nice değerlerimizi alt üst etmelerini. ve daha nicelerini. SİNDİREMİYORUZ.

     

    Ülkemi tarikatler Cumhuriyetine çevirmeye çalışmaları, Atatürk'e ve onun emanetine hakaret etmelerini, sıkışınca Atatürkçü kesilmelerini, haysiyetsizliklerini, bizi AB'ye köle yapmalarını, Ab'nin sevri dayatmasına buradan maşa olmalarını, bu yollarla ve halkın inanç değerleri ile milyonlarca doları hibe etmelerini. SİNDİREMİYORUZ.

     

    Abartıyormuyuz Sevgili Suheda.

     

    Daha önce pek çok konuda hem fikirdik, bu zihniyetin biri diğerinden ayrı değil arkadaşım. RTE ne kadar sinsi ise Gül'de o kadar sinsi ve kurnaz. Benim karnım onların palavralarına tok. Adım gibi eminim Türkiye bu adamlardan çok çekecek, Türkiye bunlarla çok gerileyecek, çok şey kaybedecek, ne zaman fark edilecek. Bölündükten sonra mı? O zaman neyi geri kazanacağız, 80 yılın emeklerini çöpe atacak ve yeniden neyi kuracağız. Bu ülke bir kez daha Kurtuluş Harbi yaşamamalı. Bütün bu mücadele bunun için var.

     

    Elbette bu adamlar bugün iktidarda gerçek niyetlerini açıkça ifade etmeyecek o zaman onlara kim inanacak, ellerine dini almışlar yıllardır bununla insanları peşlerinden sürüklemekteler. Yoksa kim RTE'den ve onun gibi düşünenlerden ne bekleyebilir? Onlar bu ülkeye ne verebilir?

     

    Evet Suheda biz SİNDİREMİYORUZ.

     

     

    Sehitlerimize kelle diyenleri sindiremiyorum,insanlarimizi sehit ettrenlere sayin diyenleri sindiremiyorum.ABD ve AB nin dümen suyunda Türkiye'nin kaderiyle oynayanlari sindiremiyorum.Sayin Süheda ben parti tutumuyorum ve hic parti tutmadim.Rahmetli Sayin Ecevite minnet borcluyum,onun sayesinde Türkiyenin haysiyeti kurtuldu.Demirel'in kaypak politikalari ile Akdenize gönderilen donanmamizi her defasinda geri ceken Demirel icin rumlar sarki yapmislardi*Bekledimde gelmedin diye*Bu utanctan bizi Ecevit kurtardi.Son 5 yilda Türkiyeye yakistirilan hakaretlerin haddi hesabi kalmadi.Bu hakaretlere neden olanlardan biri Tayyip Erdogandir digeri ise Cankaya yolcusu Gül.Hangi yüzle orada oturup Türkiyeyi temsil edecektir acaba.Bir kulagi Amerikada olan bir Cumhurbaskani Cankayaya yakismiyor.Birakin din istismarini artik.Ben onlarin dindar o9lduklarina bile inanmiyorum ama dinci olduklarina evet.

     

    saygilarla

     

    :clover::clover:

  5. Icimizde bazilari varki yalandan gülenleri takiyye yapanlari adam sanirlar ve devlet adami derler.Bunlar akilli gecinenlerdir.Bilmezlerki devlet adamligi 32 disin gösterilmesi degildir.Insanlarin yüzlerine bakarak bu devlet adami bu devlet adami degil diye sözüm ona ahkam keserler.Sayin Sezer bir anadolu cocugudur.Kanun adamidir Atatürkcüdür ve LAIKTIR.ABD den AB den icazet almamistir.Erbakan ve Fetullah Gülencide degildir.Tarikat seyhlerinin kuyruklarinda gezinmez bu nedenle onu bazilari hic sevememistir.Eger Sayin Sezer RTE nin emrinde olsa idi,her kanunsuz yasayi onaylamis olsa idi kadroculuga evet dese idi inanin ki bugün onun yüzüden sikayet edenler veya neden bir ordu et yiginiyla Cuma namazina gitmiyo diyenler tarafindanda sevilecekti.Malum Türkiyede Cuma namazlari bir ordu koruma ve gazeticilerin esliginde kilinir ve böylece iyi bir müslüman politikaci olunur.Halki kandirmanin en kolay yolu Cuma namazi kilmaktir.Cuma namazinin reklami yapildiktan sonra Yimpastan ic edilen paralarin adimi olurmus.Cuma namazi kilan siyasetci hak yermi?Yemez sadece yan cebine koydurtur.

     

    saygilarla

     

    Ahmet Necdet Sezer, ülkenin iktidarını, emniyet kurumlarını elegeçirmiş Fethullah Gülen'ciler tarafından hedef gösteriliyor, TBMM 'nin başkanı bile dindar bir cumhurbaşkanı seçeceğiz derken Sezer'i işaret ediyor. Ve insanları Atatürk'çülerin dindar olmayacağı yalanına inandırıyorlar. Çünkü Sezer onlar gibi yanında korulamalarla o cami senin bu cami benim göstere göstere ibadet yapmadı. Buda önemli değil Sezer'i sevmemelerinin asıl nedeni Çankaya'nın onun döneminde geçirilmek istenen yasalara dur demesinden. Ama Sezer'i suçlayacak başka şeyleri olmadığından meseleyi dindarmı, değilmi meselesine getiriyorlar. Ne garip ki bir kısım insanda buna inanıyor.

     

    Ben Siyasi Bilimler okudum mesleğimi yapmak için iş barvurusu yaptığımda bana dindarmısın diye sormuyor hiç kimse, eğitimimi ve iş gereklerini soruyorlar. Yani kimseyi ilgilendirmiyor benim inancım. Devlet memur alacağı zaman müracat edenlerin dindarlığınımı kontrol ediyor? Bu nasıl bir anlayıştır.

     

    Devlet memuru olmak isteyenin sicil temiz kağıdı getirmesi istenir resmi kurumların hiçbirinde hüküm giymiş biri görev yapamaz. Ama Türkiye'de hüküm giymiş biri Başbakan bile oldu. Sayın politika siz hüküm giymiş olsaydınız bir belediyede bile iş bulamazdınız, ama kanunlar çiğnendi ve bir mahkumu başa getirdiler hemde ne uğruna dindarmış, dindarlarmış.

     

    Milyonlarca dolarlık paraları götürürlerken dindar değiller. Paraları götürene kadar dindarlar.

  6. Bu güne kadar Erbakan ve Erdoğan'ın gölgesinden sıyrılamamış ve Erdoğan ile gönül bağı olan birinin Cumhuriyetin gözeticisi olacağına nasıl inanıyorsun Eren?

     

    Sonuçta ortada bir realite var her ikiside Cumhuriyet Muhalifidir. Kendimizi kandırmayalım.

     

    Sözde ve özde tabiri litaratürümüze yerleşmişken Abdullah Gül'ün sözde cumhuriyetçi özde siyasal islamcı olduğu su götürmez bir gerçektir.

  7. elbette modernizme bakışımız geleneksel yaklaşımlarımızı etkiler ve geleneksel bakışlarımızda modernleşmeyi etkiler. İnsan gelişmeden yaşayamaz, buna karşı direnç göstersede geleneklere bağlılığı aslında boşluğa düşmekten korkmasından. Yani geçmişte öğrendiklerimiz, yeni öğreneceklerimize engeldir. Bunlar bizim insanımızda fazlasıyla var.

     

    Gelenekçi bir toplumuz doğru yanlış bunu irdelemekten korkuyoruz. Her anlamda öğrendiğimiz bilgilerin yanlışlığını sorgulayacak kadar cesurda değiliz. İşte modernizme bakışımızda bizi tutan faktörlerden biride bu.

     

    Batı bunu 19. YY'da aştı, gelenekçiliğini terk etti ve yenilikçi oldu o yüzden şuan bizden ilerideler. Kültürel farklılıklarımız olmasına karşın aslında bizim de bunu aşacağımızı düşünüyorum. Hatta batı kadar dejenere olmadan. Çünkü çok köklü bir medeni tarihimiz var yani batı medeniyetinden çok daha eski ve düşüncesel anlamda onlardan farklı olduğumuz için modernleşmede aşamaları daha kolay kat edeceğimize inanıyorum.

     

    Bunun için bilimsel, siyasal, endüstriyel ve kültürel anlamda modernleşmek için eğitim köklü olmalı.

  8. Bende gidemeyeceğim ama gönlümüz Türkmenlerle. Devlet olarak onları Irak'ta yalnız bıraktık ama millet olarak yalnız bırakmayacağımıza inanıyorum. Dünyada adaletsizliğe uğramış ve açık zulme tabi tutulmuş Türkmenler Kuzey Irak'ta Kürt peşmergelerine bir kuzu gibi teslim ediliyor.

     

    Amerikan adaletinden beklenti içinde olanlar bunları görmek zorunda. Bugün Türkmenlere yapılan yarın Türklere yapılacak bütün bu alt oymalar o yüzden yapılmakta.

  9. modernizmin uygulamada vardığı noktayı kastediyorsanız haklı sayılırsınız.

    öyle ise modernizmi tanımlamak gerekir ve Türkiye'nin reforma gitmesi gerekir.

     

    Kültürel anlamda modernizm, 19. yüzyılda geleneksel anlamdaki edebi, sanatsal, sosyal organizasyon ve gündelik yaşamın geçerliliğini yitirdiği fikriyle ortaya çıkmıştır.

     

    kültürel, siyasal, endüstriyel, bilimsel alanlarda yenilenme ve modernleşme şart.

     

    Modern kelimesinin en yaygın kullanımı yeninin ya da yakın zamanın anlatımıdır. İster olumlu ister olumsuz değerlendirilsin, gündelik yaşamda ve kültürde modaya uygun tutumlara modern denilir.

     

    Aslında modern radikal bir değişmeden sonra ortaya çıkanı adlandırır ve insana olduğu kadar insanın ürettiği her türlü yapay çevreye de uygulanır. Yani modernite önce insanı sonra ise insanın üretimini değiştirir. Modern olmak artık düne ait olmayan ve başka yöntemlerle ele alınması gereken bir dünyada yaşamak demektir.

     

    Yeni bir dünya görüşüne apansız geçilmez. Bu alt üst oluşu öncelikle fizik başlatmıştır. Moderniteye geçişi belirleyen dört devrim, bilimsel, siyasal, kültürel, endüstriyel devrimlerdir. Bunlardan her biri aşamalar ihtiva eder; her bir alanda az yada çok modern olunabilir. Öte yandan hiç de diğer devrimleri içselleştirmeden bir ya da birçok devrimi gerçekleştirmek mümkündür.

  10. Ya İstiklal Ya Ölüm

     

    Bu kararın dayandığı en güçlü muhakeme ve mantık şuydu :

     

    Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun istiklâlden yoksun millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez.

     

    Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir.Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.

     

    Halbuki Türk'ün haysiyeti, gururu ve kaabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!...

     

    O halde, ya istiklal ya ölüm!

     

    İşte gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır. Bir an için, bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranacağını farz edelim. Ne olacaktı? Esirlik!

     

    Peki efendim. Öteki karalara boyun eğme durumunda sonuç bunun aynı değil miydi?

     

    Şu farkla ki, istiklali için ölümü göze alan bir millet, insanlık haysiyet ve şerefinin gereği olan bütün fedakarlığı yapmakla teselli bulur ve hiç şüphesiz, esirlik zincirini kendi elleriyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete bakarak dost ve düşman gözündeki yeri bambaşka olur.

     

    Sonra, Osmanlı hânedan ve saltanatının devam ettirilmesine çalışmak, elbette Türk milletine karşı en büyük kötülüğü işlemekti. Çünkü, millet her türlü fedakarlığı göze alarak istiklalini kazanmış olsa da, saltanat sürüp gittiği taktirde, bu istiklale kazanılmış gözüyle bakılamazdı. Artık ,vatan ve milletle hiçbir vicdan ve fikir bağlantısı kalmamış bir sürü delinin, devlet ve milletin istiklâl ve haysiyetinin koruyucusu mevkiinde bulundurulmasına nasıl göz yumulabirdi?

     

    Halifeliğin durumuna gelince, ilim ve tekniğin nurlara boğduğu gerçek medeniyet dünyasında gülünç sayılmaktan başka bir yanı kalmış mıydı?

     

    Görülüyor ki, verdiğimiz kararın uygulanmasını sağlayabilmek için daha milletin alışkın olmadığı bazı konulara dokunmak gerekiyordu. Ortaya atılmasında, kamuoyu bakımından büyük sakıncalar doğuracağı sanılan hususların dile getirilmesinde kaçınılmaz bir zaruret vardı.

     

    Osmanlı Hükumeti'ne, Osmanlı padişahına ve Müslümanların halifesine başkaldırmak, bütün milleti ve orduyu ayaklandırmak gerekiyordu.

     

  11. Samsun'a Çıktığım Gün Genel Durum ve Görünüş

    1919 yılı Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir :

    Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu grup, I. Dünya Savaşı'nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Savaş'ın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı'na sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa 'nın başkanlığındaki hükûmet âciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı.

     

    Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta...

     

    İtilâf Devletleri, ateşkes anlaşmasının hükümlerine uymayı gerekli bulmuyorlar. Birer bahane ile İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul' da. Adana iIi Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap (Gaziantep) İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya'da İtalyan askerî birlikleri, Merzifon ve Samsun'da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurlar ile özel ajanlar faaliyette. Nihayet, konuşmamıza başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919'da, İtilâl Devletleri'nin uygun bulması ile Yunan ordusuda İzmir'e çıkartılıyor.

     

    Bundan başka, memleketin her tarafında Hristiyan azınlıklar gizli veya açıktan açığa kendi özel emel ve maksatlarını gerçekleştirmeye devleti bir an önce çökertmeye çalışıyorlar.

     

    Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgelerle iyice anlaşılmıştır ki, İstanbul Rum Patrikhanesi'nde kurulan Mavri Mira Hey'eti illerde çeteler kurmak ve idare etmek, gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla meşgul. Yunan Kızılhaç'ı ve Resmî Göçmenler Komisyonu , Mavri Mira Hey'eti'nin çalışmalarını kolaylaştırmakla görevli. Mavri Mira Hey'eti tarafını,olan yönetilen Rum okullarının izni teşkilâtları, yirmi yaşından yukarı gençleri de içine almak üzere her yerde kuruluşunu tamamlıyor.

     

    Ermeni Patriği Zazen Efendi de, Mavri Mira Hey'eti ile birlikte çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tıpkı Rum hazırlığı gibi ilerliyor. Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde örgütlenmiş olan ve 4 İstanbul'daki merkeze bağlı bulunan Pontus Cemiyeti hiç bir engelle karşılaşmadan kolaylıkla ve başarıyla çalışıyor.

  12. Türk Milleti!

     

    Kurtuluş savaşına başladığımızın 15'inci yılındayız. Bugün cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır.

     

    Kutlu olsun!

     

    Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.

     

    Yurttaşlarım!

     

    Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, Temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyetidir. Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkarane yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kafi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir.

     

    Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihi bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekasını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür. Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün beşeriyete hakiki huzurun temini yolunda, kendine düşen medeni vazifeyi yapmakta, muvaffak kılacaktır.

     

    Büyük Türk Milleti,

     

    On beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vaat eden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, milli ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu, bütün medeni alem, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafıyla, atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.

     

    Türk Milleti!

     

    Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.

     

    Ne mutlu Türküm diyene!

     

    Ankara, 29 Ekim 1933

  13. Bursa Nutku

     

    Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardaır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

     

    Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek”

     

    Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.”

     

    İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği

  14. Siyasal İslamın radikali,ılımlısı olmaz.

     

    Terörist nasıl ideolojisi,dini yada milliyetinden dolayı mazur görülemezse,siyasal İslamcıların da ılımlılık gerekçesiyle mazur görülmemesi,ılımlı İslamcı olarak nitelenen gruplara destek verilmemesi gerekmektedir.

     

    Bugün El-Kaide ambalajlı radikal İslamın vurduğu İngiltere’de MI5 ve MI6’nın kontrol ve güdümünde faaliyetlerini yasal olarak sürdüren İslamcı örgüt sayısı 200’ün üzerindedir. Dahası Türkiye’de birkaç ırkçı hareket dışında İngiltere’de tek siyasal İslamcı terörist saldırıya raslanmamıştır.İngiltere,son saldırılarda rolü olduğu söylenen Vahabilerin yanısıra,Arap ve Türk Nakşibendilerinin önemli bir kısmını,İsmailiye mezhebinin tamamını ve ayrıca da Nurcular,Fethulahçılar,Kadiriler ve benzeri tarikat ve cemaatlerin bir kısmını kontrol altında tutmaktadır.

     

    ABD ve İngiltere’nin bu gerçeği gizleyerek saldırılardan radikal İslamı sorumlu tutması doğaldır. Zira bugün radikal İslama savaş açmış görünen ikili,ılımlı İslam aracılığıyla Türkiye benzeri hassas ülkelerin altını oymaktadır. Öyle ya,ABD bugün,benzeri cemaat ve tarikatlara kol-kanat gererken ,bunların içinde en etkililerinden Fethullah Gülen cemaatini çok yönlü ajan olarak kullanmakta,Gülen’i sahiplenerek Papa’nın Hristiyanlık için taşıdığı anlama benzer hilafet amacını da gizleyememektedir.

     

    Amaç; terörü yayıp dünyaya dehşet saçmak,bataklığı büyütüp egemenliklerini pekiştirmek,karşıtlarını ortadan kaldırarak yaptıklarını onaylamayan tüm ülkeleri kendileriyle birlikte olmaya ,siyasal-ekonomik-küresel hegemonyaları altına girmeye mecbur kılmaktır.

     

    Amaç;Ortadoğu paylaşımı sürecinde gerçekleşecek kanlı çatışmalara uluslararası meşruiyet kazandırmaktır.

    Amaç;Rockefeller ve Roshidller gibi dünya çapındaki Yahudi sermayelerinin desteğini kendi arkalarına almak ve başta Türkiye olmak üzere,bölge ülkelerine zarar vererek terörle yüzleştirmek,uluslar arası terör ateşini harlanması için üflemektir.

     

    İstanbul merkezli saldırıların İsrail-İngiltere kökenli olması,meşruiyet aracı olurken,Türkiye’de yaratılan zincirleme kaos

    paylaşım haritasında merkezi oluşturan Türkiye’yi safdışı etmektir.

     

    Türkiye’nin Avrasya’da taşıdığı merkez ve model konum yok sayılıp,Türkiye Avrasya’ya açılan kapı olarak algılanırken,Türkiye’ye bu senaryoda biçilen rol taşeronluktur. Taşeronlaştırılmış Türkiye,Avrasya’daki Çin-Hindistan-Rusya üçgenine dahil olamayacak,bölgedeki küresel Amerikan oyunlarının figüranı olacaktır. Fakat öyle bir senaryodur ki yazılan,figüranın kaderi,filmin sonunda başrol oyuncusu yerine ölmektir. Türkiye bu süreçte gerek uluslar arası anlaşmalarla,gerekse yasa değişiklikleriyle rolüne ısındırılmakta,kontrol edilebilir istikrarsızlık stratejisiyle de bu gerçeğin farkına varamamakta,kaynayan kazanda ölümü bekleyen kurbağayı andırmaktadır.

  15. Abdullah Gül'ün şimdiye kadar ortaya koyduğu siyasi varlığı onun tarafsız ve dürüst olamayacağının göstergesi. R. Tayyip Erdoğan için aynı şeyler ifade edilmişti, Ak parti seçimlere girdiğinde belki umulduğu gibi olmayabilir diyenlerde vardı ve yanıldılar. Sonuç olarak geçmişleri ile ne oldukları ortada olan bu rejim muhalifi kişilere güvenmek aynı hatayı tekrar etmekten başka birşey değil. Üstelik sabıkaları kabarık.

     

    Ayrıca bir insanın güler yüzlü oluşu onun samimi olduğu anlamını çıkartmaz ki, evinize giren hırsızın size güler yüz göstermesi ona güvenmenizi sağlarmı?

     

    Emre Kongar'dan bir alıntı.

     

    12 Eylül 1980 askeri darbesini izleyen yıllarda dinci yazar ve düşünür kardeşlerimiz, açık oturumlarda, panellerde, köşe yazılarında hep bir gerçeği dile getiriyorlardı:

     

    "Biz iktidara gelince kadınların başlarını örtmesi için yasa çıkartmayacağız, halkın baskısı kadınların başlarını örttürecek."

     

    "Halk" dedikleri, tabii erkekler, babalar, ağabeyler, kocalar.

     

    Tam bir erkek egemenliği.

     

    Tam bir feodal baskı.

     

    Sorun sadece feodalite olsa, pazar ekonomisinin gelişmesiyle aşılır .

     

    Sorun sadece köylülük olsa, tarımın makineleşmesiyle çözülür .

     

    Sorun sadece gecekondu kültürü olsa, kentlileşmeyle o da halledilir .

     

    Hatta sorun sadece din ve mezhep olsa, çağdaşlaşmayla onun bile üstesinden gelinir .

     

    Ama sorun siyasal !

     

    Yukarıdaki bütün öğeler, gelenek, görenek, inanç ve din adıyla, siyaset şemsiyesi altında bütünleştiriliyor .

     

    Bu nedenle de aşılamıyor.

     

    Annelerimizin, anneanne ve babaannelerimizin başörtüsü, türbana, sıkmabaşa, tesettüre dönüştürülüp siyaset sofrasında meze yapılınca sorun çözülemiyor.

     

    "Türban, sıkmabaş, tesettür inancımdır" diyenlere sormak gerek:

     

    "Dünyada milyonlarca başı açık Müslüman kadın yaşıyor, onlar dinsiz mi, inançsız mı?"

     

    Türbanı, sıkmabaşı, tesettürü, din adına, inanç uğruna savunanlar bu sorunun yanıtını veremiyorlar .

     

    Çünkü bu bir inanç sorunu değil, bir siyasal simge sorunu .

     

    Sıkmabaşı, özgürlük uğruna savunanlara sormak gerek:

     

    "Kendisini inançlı bir Müslüman olarak tanımlayan kadınların başları açık gezme özgürlüğü yok mu?"

     

    Buna da yanıt veremiyorlar, çünkü temelde biliyorlar ki, sorun bir özgürlük ya da inanç sorunu değil, siyasal bir sorun .

     

    Sıkmabaşı, türbanı siyasal bir simge olarak kullanan, inançları siyaseten istismar eden görüş, laikliğin korunması için sıkmabaşın kamu alanında yasaklanması gündeme gelince, dışarıda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 'ne, içeride Danıştay 'a, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 'ın ağzından "Efendi bu senin işin değil, konuyu ulemaya (din bilginlerine) sor" diye eleştiri yöneltiyor.

     

    Türbanı, sıkmabaşı bir siyasal simge olarak kullanan, inançları siyasal alanda istismar eden bu siyasal görüşün lideri olan Recep Tayyip Erdoğan 'ın veya işaret edeceği bir kişinin Çankaya'ya çıkması, Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olma niteliğini zedeleyecektir.

     

    Çankaya'ya böyle bir kişinin çıkması, anayasa açısından bir sivil darbe değil de nedir?

  16. Maya Kehanetleri'ne göre 22 Aralık 2012 tarihi dünya için çok önemli.

     

    2012 yılı insanlığın yükselişinin başlangıcı olacak, bu dönemde içinde yaşadığımız çağ sona ererek yeni bir çağ başlayacak.

     

    Mayalar'ın kriptoyu andıran tabletlerinde dünyanın son çağına gireceği ancak bunun büyük bir tufandan sonra olacağı yazılı.

     

    Büyük tufanla gelecek olan yeni çağın ipuçlarını ise bilim adamlarına göre iklimsel değişimler sayesinde şimdiden gözlemleyebiliyoruz.

     

    Yeni Atlantis ABD sahilleri olacak

     

    Çözüldükçe yeni sırları aydınlatan Maya takvimine göre, 2012'de beklenen tufan ABD'nin doğu ve batı kıyılarını Atlantis gibi sular altına gömecek.

     

    "Beklenen Tufan Yılı" olarak kabul edilen 2012'yi tarihler gösterdiğinde dünyada ne gibi değişimler yaşanacağı merak edilen en önemli konu. Mayalar'ın kehanette bulundukları gibi içinde bulunduğumuz "Beşinci Çağ"ın sonu geldiğinde dünya tamamen mi yok olacak yoksa bir bölüm mü bu tufandan etkilenecek? Maya takvimine ve bugüne kadar yapılan araştırmalara göre bu tufandan en çok Amerika ve Avrupa'nın kıyı şeridi etkilenecek

     

    Dünyada o gün fiziksel anlamda neler yaşanacak? Toplu bir yok oluşa doğru gitmiyoruz. Tahminlere göre 2000'li yılların ilk çeyreğinde bir zamanlar yaşanan tufanın bir benzeri ile karşılaşılacak. Uzmanlar uzun yıllardır manyetik alandaki bir değişimin büyük doğal afetlere neden olacağına inanıyor. Bunların çoğu tarihte olageldiği üzere belirli periyotlarda tekrar eden fenomenler gibi görünüyor. Bununla beraber dünya hiçbir zaman bu kadar yoğun nüfuslu olmamıştı. Bu nedenle son tufan insanlık için tahmin edilemeyecek ölçüde hasara neden olabilir.

     

    Özellikle hangi ülkeler tehdit altında?

    Amerika'nın doğu ve batı sahilleri boyunca uzanan geniş alan Atlantis gibi suların altında yok olacak. Aynı zamanda Avrupa'nın birçok sahil şeridi de bundan büyük ölçüde etkilenecek. Beklenen bir diğer büyük değişiklik ise, iklimler üzerindekendisini gösterecek. Bilim adamı Cayce kutupların yer değiştireceğini ve böylelikle bugünkü kutup ve tropik bölgelerdeki iklimsel değişimleri yaratacağını söylemişti. 1900'lü yılların sonlarında elde edilen bilimsel veriler de buna benzer bir senaryoyu ortaya koyuyor. Tüm bu kehanet niteliğindeki tahminler şu an yaşadığımız dünya çağının hemen hemen aynı tarihte yani M.S. 22 Aralık 2012 tarihinde biteceğine dair Maya inanışı ile örtüşüyor.

     

    BÜYÜK KEHANET

    Peki takvimlerdeki tüm bu sırlar nasıl açığa kavuştu?

    Mayalarla ilgili araştırma yapan uzmanlar önce Mayalar'ın zaman ve takvim sistemini çözmeye çalıştılar. Sonra da bunu şu anda kullandığımız Gregorian takvimine uyarlama çalışmaları geldi. Joseph T. Goodman'ın çalışması Maya araştırmacılarından Thompson tarafından adapte edilerek de büyük kehanet ortaya çıkarıldı. Buna göre Gregorian takvimiyle M.Ö. 13 Ağustos 3114 tarihine karşılık gelen "Büyük Devir"in 13 Baktun yani 1.872.000 gün sürdüğü düşünülürse, şu anda içinde bulunduğumuz çağın M.S. 22 Aralık 2012 tarihinde sona ereceği hesaplandı.

     

    1.872.000 sayısı dünyanın kilometre saati mi? Maya rahiplerinin kehanetlerine göre 1.872.000 sayısı büyük önem taşıyor. Çünkü dünyanın döngüsü bu sayıya ulaştığında dünya büyük bir yıkım yaşayacak.

     

    2012 son mu başlangıç mı?

     

    Mayalar 2012 için 'zamanların sonu' diyor. Ancak bu yok oluş anlamında değil fiziksel bir değişim. İnsanoğlu dört kez geriledi ve artık değişim zamanı. Mayalar'a göre; 2012 yılı insanlığın yükselişinin başlangıcı olacak.

     

    Maya Kehanetleri'ne göre 22 Aralık 2012 tarihi dünya için çok önemli. Çünkü bu dönemde içinde yaşadığımız çağ sona ererek yeni bir çağ başlayacak. Büyük bir tufanla gelecek olan bu yeni çağın ipuçlarını ise bilim adamlarına göre iklimsel değişimler sayesinde şimdiden gözlemleyebiliyoruz. "Beşinci kutupsal kayma" olarak adlandırılan bu değişimde daha önceki değişimlerde olduğu gibi yine kutupların manyetik alanının değişmesiyle meydana geleceğini söyleyen Sınır Ötesi Yayınları'nın Genel Yayın Yönetmeni Ergun Candan, dünyadaki iklimlerin değişimini de buna bağlıyor. Candan, "Kutuplar yer veya açı değiştirdiğinde kutuplarda buzlar eriyor. Kaldı ki, küresel ısınma sonucu şu anda Kuzey Kutbu'ndaki buzullar zaten erimeye başlamış durumda. Mayalar'a göre de daha önce yaşanan dört çağda tıpkı bu şekilde sona erdi" diyor.

     

    * Peki tüm bu bilgiler bilimsel olarak ortaya konup kanıtlandı mı? Dünyanın en az dört kez kutupsal kayma (kuzey ve güney kutbu) yaşadığı bilimsel verilerle kanıtlandı. En son Discovery kanalında dünyanın manyetik alanının belirli periyotlarla nasıl değiştiğini bilimsel çevreler açıkladı. Hatta bilgisayar ekranındaki üç boyutlu animasyonlarla gösterimi yapıldı. Şu anda dünyanın manyetik alanında muazzam bir değişim var. Bunun da en büyük nedeni güneşte meydana gelen değişimler. İlginç olan Mayalar bunu biliyordu. Konunun bir diğer yanı da Mayalar'ın bununla da yetinmeyip, gelecekte tüm insanlığı etkileyecek trajediyi bizlere şifreli bir şekilde duyurmuş olmalarıdır. Bu şifreye göre dünya için 2012 yılı çok önemli.

     

    NİRVANA'YA DOĞRU

     

    * Yani bu görüşe göre 2012 yılında dünya yok mu olacak? Mayalar 2012 için 'zamanların sonu' diyor. Fakat bu dünyanın top yekun yok oluşu değil, bir fiziksel değişim. Daha önce yaşanan sanki tufan gibi düşünebiliriz. Bu fiziksel değişimlerle birlikte ruhsal değişimler de birbirleriyle orantılı devam ediyor. Her bir büyük fiziksel değişimlerle birlikte insanlık ruhsal değişimde yaşıyor. Şu ana kadar insanlar aşağıya inişi yaşadı. Birincisinde biraz daha kabalaştı, ikincisinde biraz daha, üçüncüsünde biraz daha... Dördüncünün sonunda tam anlamıyla bir dip yaptı. Bu yüzden 2012'yi Mayalar insanlığın yeniden yukarı çıkışın yaşanacağı bir çağ olarak tanımlıyor. Hatta çeşitli dinler bundan Altın Çağ, vaat edilen cennet veya Nirvana gibi bahseder. 2012'nin önemi burada. Aşağıya inen insanlık tekrar yukarı çıkacaktır. Bunun da ilk basamağı 2012'dir diyor Mayalar.

     

    * 2012 yılında başlayacak olan bu yukarıya doğru çıkış ne kadar zamanda tamamlanacak? Bildiğimiz kadarıyla bu yukarı çıkış süreci başladı. Belki 2012 bir final olabilir. Bu bir süreç. Ancak tufanla kıyameti birbirine karıştırmamak lazım. Kıyamet ruhsal bir değişim, tufan ise fiziksel bir değişim demektir. Kıyamet hem tasavvufi hem de ezoterik (gizli öğreticilik) anlamda ayağa kalmak ve uyanmak demektir. Bu uyanıştan kastedilen ruhsal aydınlanmadır. Böylelikle dinsel metinlerin içindeki sembollerin anlamları da çözülebilecek ve dinsel metinlerde gizlenen gerçeklerle herkes yüz yüze gelebilecektir.

     

    İKİ YILLIK HATA PAYI...

     

    * 22 Aralık 2012 tarihi konusunda hiç şüphe yok mu? Mayalar'ın yakın geleceğimize ilişkin kehanetleri tüm ezoterik bilgilerle örtüşmektedir. Bu nedenleverilen tarihin önemi çok büyüktür. Ancak bu tarihlemede iki yıllık bir hata payı bulunabileceği de gözardı edilmemelidir. Bunun sebebi Maya Takvimi'nin bizim kullandığımız Gregoryen Takvimi'ne çevrilişinde MÖ 1'den MS 1'e geçilmiş olmasıdır. Aradaki 0 atlanmıştır. Yaptığı araştırmada Astrofizikçi Cotterel de bu konuya dikkatleri çekmiştir.

     

    * Bugüne kadar Mayalar'ın hangi kehanetleri yerini buldu? Şu anda bilimsel olarak ispat edilen dünyanın dört kez kutup değişimi geçirdiği. Bugün bu durum ispatlanmış durumda. Günümüz insanları bunu yeni keşfetse de, Mayalar bunun farkındaydılar. Bu bile başlı başına önemli bir şey.

     

    * Mayalar'la ilgili tüm bu bilgilere nasıl ulaşıldı? Bütün bunlar dünyaca ünlü astro fizikçi Coterelli'nin bilgilerini bir BBC muhabiri Adrian Gilbert'in derlemesi sonucunda dünya kamuoyuna duyurdu. En önemli buluş da eski Maya kenti Palanque'deki Yazıt Tapınağı'nda buldukları mezar taşının kapağındaki şifreyi çözmeleriyle oldu.

     

    * Şifre nasıl çözüldü? Simetriyle ilgili bilgileri çözerek çok önemli sonuçlara ulaştılar. Kapağın üzerindeki şerit motiflerini simetrik bir şekilde yan yana getirdiklerinde ortaya Jaguar ve bunun üzerinde de bir Yarasa sembolünün ortaya çıktığını gördüler. Mayalar'ın sakladıkları bu sembollerin bir anda belirmesi Cotterel'i şaşkına çevirmişti. Çünkü Mayalar'ın mitolojik yazıtlarında Jaguar beşinci yani bizim çağımızı, yarasa ise ölümü sembolize etmekteydi!... Kapağın üzerinde açık bir şekilde görülen "Güneş Haçı"nın üzerindeki ilikler ise Güneş'in manyetik iliklerini temsil etmekteydi. Bu da Mayalar'ın gizli mesajıydı. Yaşanacak trajedinin sebebi Güneş'te meydana gelecek olan manyetik değişimlerdir!..

  17. İslamcılara göre kıyamet alametleri hızla artıyor hatta Mehdi geldi ve 2010'da İslam devletini kuracak. Nurculara göre ise 2082'de dünya tümden yok olacak. Museviler Mesih ve Armageddon savaşını bekliyor, böylece 3. Dünya Savaşı çıkacak, İsrail egemenlik kuracak. Hıristiyanlara göre de İsa yakında gökten inecek.

     

    Ortadoğu'da patlayan savaş, insanoğlunun dünyadaki en eski kâbusunu tetikledi: Kıyamet! En eski dinlerden başlayan, Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam'da önemli yer tutan 'kıyamet' inancına göre, dünya bir gün ateşle, suyla ve dehşetengiz felaketlerle yok olacaktır. Tek Tanrılı dinlerin tümü bunu insanlar arasındaki düzenin bozulmasına, adaletin çökmesine, ahlaksızlığın artmasına bağlarlar. Tanrı, dinden imandan çıkan ve canavara dönüşen insanları cezalandırmak için dünyayı tümden yok edecektir. Nostradamus'un kehanetlerinde kıyamet önemli yer tutar. Amerika'da New Age tarikatların bazıları kıyamet yaklaştığı için taraftarlarını topluca intihara sürüklemiştir.

     

    Şimdi ABD'nin Irak'ta giriştiği ve tüm Ortadoğu'ya yaymayı düşündüğü operasyon, kıyamet senaryolarına hız kazandırdı. Bağdat'ta bombalar düşerken yükselen ezan sesleri bu savaşın Hıristiyan Batı ve Müslüman Doğu arasında topyekûn bir savaşa dönüşme korkusunu da beraber getiriyor.

     

    ABD Başkanı Bush'un, Irak operasyonunu, sonradan özür dilemesine rağmen 'Haçlı seferi' olarak tanımlaması ve Saddam'ı 'Deccal' ilan etmesi ve Irak, İran Suriye için kaynağını İncil'den alan 'şer ekseni' ifadelerini kullanması örtülü bir din savaşının işaretlerini taşıyor.

     

    Aynı şey Saddam ve İslamcılar için de geçerli. Ortadoğu'da bugün Bush, 'En büyük Deccal ve en büyük Şeytan' diye tanımlanıyor. Saddam Cihat ilan ediyor. Saddam'la kavgalı Şiiler bile ABD'li 'kafirlere karşı' İslam'ın ve Hz. Ali'nin kutsal topraklarını korumak için ölümüne savaşa giriyor.

     

    Bütün tek tanrılı dinlerde, kıyametten önce çok büyük bir din savaşının kopacağı inancı hâkimdir. Bugünkü gelişmeler ve Irak operasyonun din savaşına dönüşme tehlikesiyle birlikte 'kıyamet yakın' diyenlerin sesleri daha gür çıkıyor. Zaten savaşın olağan görüntüleri bile kıyameti hatırlatacak dehşette: Pazarda tepelerine düşen bombalarla masum insanlar ölüyor, kuyular yanıyor, Kızılhaç arabasından açılan ateşle ABD'li askerler vuruluyor, canlı bombalar kendilerini düşmanın üstüne atıyor. Her yerden kan, barut ve alevler yükseliyor.

     

    Bölgenin en kilit ülkelerinden İsrail, aslında bir şifrenin de temsilciliğini yapıyor. Tevrat'ın şifresine göre bu yüzyıl Armageddon, yani 3. Dünya Savaşı'nın yaşanacağı bir dönem. İsrail'deki Megiddo Tepesi'nde gerçekleşecek olan savaşla, İsrail Yahudi devletinin tüm dünyada egemenliğini elde edeceğine inanıyor. Armageddon'da İsa gökten inecek ve Deccal'i öldürecek, böylelikle Yahudi egemenliğinde dünyada barış dönemi başlayacak. Tabii Armageddon'a gidecek süreç önce Mesih'in gelmesiyle gerçekleşecek. O nedenle şu an tüm dinlerdeki ortak nokta, her bir dinin temsilcisinin Mesih'in artık bugünlerde ortaya çıkacağına olan inançları. Yahudi bir tarikat bile bugün Ölü Deniz civarındaki bir tepede Mesih'i bekliyor. Hatta Mesih olarak beklenen kişinin Hz. İsa olduğu konusunda durumu abartanlar da var. Kâhinlerin en ünlüsü Nostradamus'a göre ise kıyametin kopacağı tarih: 3797. 2076 yılında 3. Dünya Savaşı çıkacak, onu 2106'daki 4. Dünya Savaşı izleyecek.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.