Zıplanacak içerik

LostsouL

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

LostsouL tarafından postalanan herşey

  1. 14 Şubat/ INVULNERABLE Açılırdı yaprakları gonca gülllerin kış güneşlerine aldanmış erik ağaçları gibi zamansız çiçekleri bembeyaz bir örtü bedenine örtülmüş kefen desen değil yeni doğar ya insan yavrusu sarılır kan içinde bembeyaz bir çarşafa insan doğarken gel desen sığmazdı yüregim bu zayıf bedene nefes nefese kalmış yetişememiş verdiği randevu saatlerine bu yüzden hep biraz mahçup gel desen plansız bir hayata çıkarsız toplamasız ertesi güne ayılmaya çalışan bir alkolik gibi masada son kuruşuna kadar kaybetmiş bir kumarbaz gibi gel desen anla öyle bırakırdım herşeyi gelirdim ... Mo Cion Daonnan...
  2. Evli barklı utanmaz koca uyur hatun uyumaz dengini bilmez dengesiz , haddini bilmez iffetsiz geçmişini unutur çal kalem çala çala eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı
  3. meyhane sarkıları dinliyorum sulu arabesk tarzından kasıt aramıyorum tanrının oyununda hala o kadar önemli bir kulu değilim kırmızı bir kalemle ismim cizilmemiş doğmamış aşklara isimsiz metuplarda yazmıyorum artık yada bilindik numaralara cevapsız çağrılar bir gün daha gececek ardından cevapsız kalan çağrılar eskiyecek can atilla çalacak ezgilerini boğazdan başka bir yolcu gemisi geçip başka hayallere demir atacak başka sevgililer el ele tutusup baska hayallere yol alacak belki o günkü kadar güzel olmayacak ama yinede güzel bir gün daha yaşanacak istanbul sahilinde büyülü bir günün ardından başka sevgililerde öpüşecek bizim gibi belki o kadar özel olmayacak ama yeni bir aşka daha gebe kalacak bu şehir zamansız sancılar arasında erken dogumlarla sarsılıp başka hayatlara düşecek yıldırım gibi tutulacak bir kız cocugu baska bir erkek cocuguna masalmı gercekmi yazılacakmı boyle bir ask tarih bunuda kayıt edecekmi izi kalacakmı yeni sözlerin başka şair tarafından yazılınca yoksa karışıp tozlu sayfalar aasına yaşanmıslıkla yetinecekmi insan sececekmi adam o zaman huzurlu bir aşkı huzursuz bir yalnızlığa tercih edip elinde sımsıkı tuttugu o küçük kız çocugu elini öpüp koklayıp şükredecekmi tanrısına yoksa satıp ruhunu şeytana acılı bir ölüm karşılıgında sıgınacakmı sonu belirsiz yarınların koynuna?
  4. bir cıkar yolu yok yeni bir yıla girerken ne cabuk eskidi yasadıklarımız yeni umut temennilerimiz umutlarımız ne kadar cabuk tükendi beyoğlu tramwayı yanımızdan gecerken kalabalıgın bir parcası olmak ara sokaklardan bir bar secip teras katından sehri istanbula seyredalmak ne çok hayata ortak olmak varken biz birbirimizi sectik ne cok sevda varken biz olmazı istedik bahtı kara kadere yenik hayata küskün tanrısıyla kavgalı edebiyat terimleninden en asileriyle biz en olmazı istedik sıyrılıp tüm sıfatlarımızdan anne olmak ogul olmak baba olmak abi olmaktan vazgecip biz kendi hayatımızı istedik dibini gordukce alkol yüklü şişelerin biz sarhoş olmamayı sectik inceldi her gun biz kopmadan yasamayı istedik dimağımızda bir mayhosluk uyku çöktü gözlerimize biz ayık kalmayı istedik sen uzaklastıgını düşündükce benden ben sensiz bir rüyayla canım sıkılıyor hepsi bir illlüzyondan ibaret gözüm kanıyor kalbim inanmıyor konuşmak hala delil olarak kabul edilmiyor sarsılıyor temelleri eski bir dunyanın felakeketler üstüne ekleniyor sevgilim sen sevdiğim değilmisin? sevgilim sen benim istedigimmisin biterken ömrüm kollarında son nefesimi vereceğimmisin?
  5. karanlık suda taş sektirmeye çalışan çocuk gibiyim çarpma seslerini hesaplıyorum durup bir trafik lambası dibinde ikaz sesini bekleyen kör gibi -şimdi karşıya geçebiliriniz'i... önümden geçip giden motor seslerinin azalmasını beklerken koluma giren bir yabancı -şimdi güvendesiniz... yenimi uyanıyordum uykumdan bu mahmurluk bu kafa karışması hangi zaman diliminden alıntılanmıştım lise ikinci sınıf tarih kitabında iki buçuk sayfa toplamında anlatılan hani şu okul bitince unutulacak derslerden olur ya kimisi sınav ertesinde unutulanlardan tehlike anında camı kırınızlarla büyütülmüş ve hep bir tehlikenin eşiğindeymiş gibi tetikte geçmiş sıyrılıp bu eziklikten ağzını açıp konuşamamış belkide bu yüzden hep fırsatlar kaçtıktan sonra farkedip yeni kayıplar karşısında ürkmüş sebat etmiş ne zaman başını kaldıracak olsa daha sert bir tokatla yanakları kızarmış bir çocuklukla geçti çağlarımız bu yüzdendir şimdi sivrilmesin diye dillerimiz olur olmaz herşeye susmalarımız... kasıtlı yapmıyordum oysa hayat zorluyordu beni durmadan kimleri yormadıki şimdi beni yoruyor diye yakınmalarım kırılan kadeh seslerini meze yaparken çaresizliğime bir insan hayatına kaç mucize sığdırılabilrdiki? ve bu insanın ben olabilme ihtimali binde kaçtı ki? nasılda tozlanıyor rafları üzerinde anıların saklandığı geri dönmemek ayıpmıydı? hatırlamamak? bir insan hayatında kaç geçmişi gömerek saklayabilrdi? yüzü boyalı bir palyaço edasıyla gülümserken yüzündeki boyaları akmaya başlamadan ne kadar ağlayabilrdi insan? kısmende olsa haklıydım aslında baktığım yerden doğruydu kafamı çevirmek aklıma bile gelmemişti soğuk esprilerine maruz bırakılmış kaderin olur olmaz herşeye gülümserken bu oyunculuksa eğer kim verecek başarı ödüllerimizi ve neye göre değerlendirelecek? ne kadarını oldurabiliyoruz hayal ettiklerimizin? ya olduramadıklarımız? kaç satıra saklayabilrsin?
  6. açılınca pandoranın kutusu bir bilinmezlik yayıldı yeryüzüne herkes suskun ürkek bekledi payına düşeni en çok korkan çaresiz kaldı en cesur olan ışığı gördü inanan mutlu olurken en korkağı kendi içine kapattı arkasını dönüp kaçarken... insan inkar etti önce sonra kabullendi hayat akışına devam ederken bize sadece yaşamak kaldı yaşanılan her gün biraz daha bizi bizden elırken... ölmek sıradan günlere paylastırılırken erteledik aklımızdakileri bir gün karar verdik yaşamaya ama o gün yaşamak icin öyle geçtiki..
  7. beklemek... 01:23 bir şarkı seçmek listeden sonra beklemek durup durup telefonu kontrol etmek hatta sesini iyice açmak olurya duymam diye... 01:25 bir sigara daha yakmak açıp bir sayfa yeniden yazmaya çalışmak yüzüne bakarken söylemek bu kadar kolay olmazdı biliyorum 01:26 kalkıp kitaplarımı düzelttim... yerdeki cdleri kaldırıp masanın üzerindekileri topladım yine ekranın karşısına oturdum ama gözümün ucu hep telefonda... 01:28 telefon hatlarında sorun olmalı sana attığım mesaj için iletildi raporu gelmedi yeniden gönderdim uyuyormusun? çokmu yoruldun bugün... 01:30 dayanamadım aradım kapalı telefonun... yoksa çekmiyormu neredesin ki? 01:32 yaparken elime yüzüme bulaştırdığım plan gibisin herşey hazır kaybetmek için gereken buluşmak için günleri sayarken hiçmi umut taşıyamaz insan işler yolunda gidecek diye hep bir huzursuzluk ha bozuldu ha bozulacak tek bir yanlış kelime söylesem tek bir yanlış düşünceye kapılsam yıkılacak dünyamın ayakta duran surları altından kalkamayıp dizlerimin üzerine düşücem... 01:35 başka bir şarkı daha çalmasın diye listemdeki diğer bütün şarkıları sildim içimdeki yangına yağan yağmur gibi duyduğum bu müzik, bu sözler... 01:36 doğum öncesi kasıklarındaki ağrıya dayanamayıp ağlayan kadın gibiyim ne azalıyor nede geçiyor nefes alıp vermek bir halta yaramıyor zaman inadına yavaşlamış karnım burnumda ölü bir bebek doğurmaktan korkuyorum ölesiye... 01:38 pan'ın labirentinde kayboldum kendi aklımın dehlizlerinde tuhaf yaratıklar geziyor odamın içinde mavi televizyon ışığında hayaller görüyorum görmezden gelip yoklarmış gibi seni bekliyorum... 01:39 bir sigara daha bir şişe daha alkol resimlerine bakıyorum durup durup teninin kıvrımlarını hatırlamaya çalışıyorum ve kızıyorum aklıma hatırlayacak kadar genç kalamadığı için... 01:41 beklemek sönmek üzere bir ateşin başında sıcak küllere ellerimi uzatıp ısınmaya çalışmak alışmak yaşamaya başka dilek hakkı yok bu masal beklenildiği üzere mutlulukla sonlanmayacak... 01:42 ayılmak kimin buna ihtiyacı varki bu saatten sonra? beklentilerimle bıraksın beni hayat umut vaat etmesin ben kendi umutlarımı bulurum mutlu etmesin beni ben kendi hüznümle mutluyum... seni sarmasın başıma sensizde yeterince bomboşum... 01:44 iplerinden kurtulmuş ama bağlanmadan bir yere ayakta durmayı unutmuş bir kukla gibiyim... hapsolduğu kafesten kaçma hayalleri kurmuş ama kafesinden çıktığı gün gelene kadar çoktan uçmayı unutmuş çelimsiz kanatlarıyla bir kuş yem olacak düştüğü yerde ama ne mutlu esaretten kurtulmuş... 01:47 hala yoksun çokmu meşgulsun? yoksa çoktan uyudunmu çıkarıp aklından beni ne zaman alacaksın geri? kaç 47 dakika? kac saat? kaç gün... her saniye aklımda beklemek yorgun düşüp avuçlarının arasında bir telefonla uyuya kalmak olurda ararsın olurda duymam diye sesini açmak... beklemek sensiz bir hayata katlanmak yerine ararsın umutlarını ekmek aklıma ve beklemek geri gelsen bile gideceğini bilerek...
  8. sersefil bir sensizligin ortasında beklemek gelebilme ihtimlallerin hesaplayıp gelmeme ihtimallerinden cıkarmak umut böyle birsey eksilsede hayatından her yeni gün buna degerdi diyebilmek... silip yeni bastan yazabilrmisin bunza yıldan sonra gördüklerini ardında bir iz bırkabilrmisin yoksa önemi yokmu bunların sensiz bir hayata yinede beni baglayabilrmisin.. yalnız kaldıgın icinmi öpmek istyorsun beni caresiz kaldıgın icinmi teninin atesini tenimde sogutuyorsun bende baska bir erkek daha girseydi hayatına yine özlermiydin beni? bende sonra bir adam daha tatmin etseydi benim kadar seni simdi benim icin yanarmıydın? sevda bunun neresinde? şehvetini dindirecek bir heyecan olsaydı elinde yıllar sonra hatırlarmıydın beni?
  9. söylenemeyecek sözün ne anlamı var yaşanamayacak anın güzelliği bilinse neye yarar sonrası olmayan birlikteliğin yalnızlıktan ne farkı var bir fahişe gibi kadının koynunda erkek olsan neye yarar söndürüp ateşini teninde ertesi sabahında yalnız uyanmışsın hayatına ne kadar mutluluk katar? çok içip sarhoş olmakla sensiz br ayıklık arasında ne fark var? isteyipte söyleyemedikten sonra sevgi sözcükleri neye yarar çok başarlı olmak sensiz bir başarılıksızlık karsısında hayatıma ne kadar anlam katar... koynunda yasanacak bir kac gece senden uzakta bir ömrü yaşamayı ne kadar katlalınır kılar gölgende soluklanmaktansa ateşinde yanmak düşünceleri arasında hangisi daha karamsar.. istediğim sensin yaşadığım bir baskası bir akıl nasıl boyle bir inkara kanar... elimin tersiyle dokunsam ne kadar düzelir bu kırışıklıklar hepsini inkar etsem bu inanç hangi cehaleti boğar... seni seviyorum sana karşı işlediğim kaç günahı boğar? seni özlüyorum bu özlemek sensiz kaç sabahta daha uyanmayı mümkün kılar...
  10. eğer sana sevdiğimi söyleseydim birşeylerin ters gittiğini düşünebilrdin ben çok yüzü olan bir adam değilim takdığım maske tekdir... esirgediğim hep biraz kırılganlık payı bırakmaktı aramızda hep biraz mesafeli durmak korumaya çalıştıkca seni içimdeki hayvandan sen bana yaklaştıkça ben uzak durdum tahmin edememiştim seni kaybetmenin acısının büyüklüğünü. sandım ki bensiz mutlu olursan eğer sensiz mutsuzluğuma değer.. senin yerine karar verdim bir seçim yaptım sandım ki bensiz daha mutlu olacaksan eğer sensiz bir hayata katlanılabilir... öyle zormuş ki uyandığım herhangi bir sabah görememek telefonumda özlem dolu mesajlarını cevapsız çağrılarını seninleyken yaptığım tüm hataların senden sonra böylesine büyüyüp içimde ağır geleceğini teslim olmazmıydım kaderin oyunlarına... düşüp kalsamda dizlerimin üzerinde düştüğüm yer senin yakınında diye eyvallah demezmiydim... tutup kaldıran sen olacaksan bu bir kayıp değil dokunan sen olacaksan eğer bu bir ayıp değil... bir şansım daha olsaydı seni ilk gördüğüm ana geri dönmek isterdim daha çok sevebilmek için seni yalan değil...
  11. benimle konustugun zaman eğlenmiyormusun? gülümsemiyormusun beni gördügün zaman baktıgında ekrana benim için sen yeni bir kac mısradan baska ne olabilrsin? bir şairim ben yazdıklarına tutkun daha önce olmamış birşey gibi girip hayatıma yada çok önceden olmuş ama unutmusumdur anımsatırsın bana yazılası en güzel satırlara seni kazanmak kadar kaybetmekte olacak başlayacak bu ilk kıvılcımda ve sönmeye bırakılacak zamanla çok mutlu olup çok eğleneceğiz belki hepsini yazacağım hepsini kaybedip ayrıldıktan sonra bunuda yazacağım... bir gün anımsayıp küçük sevgilimi derin iç çekişlerimi rakı kadehlerinde saklayacağım..
  12. esaslı bir orgazmın ardından bir sigara daha yakmak karanlığa inat kızıl bir kıvılcım dudaklarının ucunda sessizliğe inat derin bir iççekişle başlamak konuşmaya yorgunluk nasılda tatlı bırakmak kendini terden sırılsıklam olmuş az önce sevişmiş hala sakinleşmemiş bir kadın bedeni üzerinde incecik parmaklarının izler hala sırtında sızısı geçecek sımsıcak soluğu altında nasılda diri kalmış öpülmekten yorulmamış güzel göğüsleri dudaklarının ucunda doymuşta yeniden acıkmış gibi kurumadan şehveti susamış gibi bir dokunmayla yeniden başlayacak fırtınaya... nasıl gönüllü bir kırılganlıktır bu parçaları bulunmayacak dağıldığında nasıl bir teslimiyettir bu gözleri sımsıkı kapalı dudakları dişlerinin arasında öperken en mahrem yerlerini yüzü kızarmış utancından bir yanı dur diye yalvarırken diğer yanı bu uysallığı bastırmakta bir kadın olmak için bastırırken bir yanı diğer yanı korkup kacmakta bir eli sımsıkı sarılmış çarsafa diğer eli kaybolmamak için bu karmaşada sımsıkı tutup içine bastırmakta kısa saçlarıyla başımı... elinde olsa kesip alacak boynumun en ince yerinden korkmuş titriyor belkide heyecandan kapılıp aktığı bu anların toplamından hala içinde şüpheleri çok istiyor belkide günah denmiş böyle büyütülmüş eskiden beri bedeninin istediği yasaklanmış ruhu başkaldırmış yeni bir ateş tutuşturulmuş ilk orgazmın ardından ilk defa değmiş tenine bir yabancının eli aşk bunun neresinde? körpe bedeninin dehlizlerinde kaybolurken ben o kendini bulacak ama hangi kelimelerimde... ben kayalıklarında parcalarımı bırakırken o yeni bir ben yaratacak aklının her yanında şehvet dolu inlemeleriyle...
  13. zamanla geçiyormu? az önce öpülmüş dudaklarının ıslaklığı? kalbin deli gibi çarparken unutuluyormu kulaklarındaki o uğuldama öğreniyormu insan yaşamayı herşeye rağmen yenilmiş bir kalple arkasına bakmadan yürümeyi? zamanla inkar edilebiliyormu inandığımız? dimdik ayakta yaşarken bir ömrü saygıdan değil zavallılıktan karşısında diz çöküp uysal bir kölelikle inkarlarımız en büyük sözlerimizi kelime oyunlarına sığınıp saklandığımız... görünmez olunabiliyormu? zamanla... unutabiliyormu insan bütün yol boyunca elinde tuttuğu eli terleyen bir otobüs yolculuğunda omzu uyuşşsada başının altında o saçlarının kokusu yokmu işte o koku sabah uyandığında yanındaki yastığa sinen o koku uçup gidiyor mu? zamanla... bir kadeh rakı bir kaç satır mısra belki de unutulacak ayıldıktan sonra bir hayale kapılmak olmayacak belki insan kanmayacak ama yaşanmışlık içinde o eskimiş an'lar için yenilerine surat asıp nankör bir köpek gibi hep mutsuz hep hırlayarak bakmak hayata geçer mi bu öfke? sakinleşir mi insan zamanla.... o tutkusu dokunuşların etin ete değmesi ışık bile utanır giremez araya soğuk tutuşur alevleri sararken bedeni o kadar yoksul bir o kadar zengin bir sevişme anı düştüğünde aklına aylar geçsede aradan tahrik olmaz mı artık insan etkisi geçermi bunun zamanla... düşünmekten yorgun düşer duası yetmez kaderine uyanası gelmez bir zamanlar sığamadığın şimdi ise bir türlü dolduramadığın o yatakta yapayalnız ve kederli kaybolan yıllardan arta kalan şerefli bir yenilgi ne zaman kazandık ki biz? şimdi bırakıp kendimizi zamanın nadasına herşey düzelecek diye umut sarıyoruz kırıklarımıza...
  14. bir sabahın oluşu gibi bakışlarının düştüğü yerde olmak özlenmeyi bilmek senin tarafından istenmek susmaya çalışırken tutamamak kendini berbat etmek bir çuval inciri yüzsüzlük edip utanmadan istemek vaat edilen sen değildin belki feragat edip hakkımdan sana hazırlanmak boyun eğmek bu yıkıma gönüllü bir esareti seçmek snsuz bir özgürlük yerine senin olmak var olduğun için hangi tanrıya şükretmeli var olduğun için bu yaşamak denen oyun daha katlanılır ne zaman bırakıp gitmek istesem sesin düşer aklıma kal dediğin her an yeniden bağlanır unuturum tüm karamsarlıkları yeniden başlarım türküme sanki hiç susmamışım gibi kal dediğin her an yeni bir çiçek açar kurumuş çoraklığımda solmasın diye her sabah ben ağlarım... seninle sevişmek böyle birşey bitti dediğim her anda küllerimden doğar daha güçlü ayağa kalkarım sana soyunur bu beden senden başka hicbir kadına böylesine büyük bi ateşle yanamam senden sonra hiçbir kadına bu kadar kolay teslim olamam..
  15. sıgınacak bir yer yok ortasında bir fırtınanın çaresizlikler üstüne gelirken korkunun faydası yok bu sahadan yenik ayrılmak bir rövanşı yok kabullenmek efendilikse isyankar bir kölelik daha iyi değil mi? çok ağlarsan çok bağırırsan eğer gerimi verilecek çok istediklerin? birlikte yaşanabilecek güzel günlerin hayali ne zaman çıkıp gidecek aklımdan? ne zaman eskisi gibi olup alışabileceğim sıradan günlere bir yolu yokmu bunun hiç bilmeseydim mesela yada unutabilseydim her gece alkolle uyuşturup aklımı sarhoş olmadan uyuyabilseydim sığınacak bir yer yok ölümcül bir hastalığın pençesinde ötenazi hakkımı benden saklı tutuyorlar atları bile vurmuyorlarmı bir daha ayağa kalkamayacaksa eğer bu sürüngenlik bana göre değil... bitmedimi söyleyeceklerim? kimlerin sofrasına meze oluyorum okundukça kimlerin hislerini anlatıyorum kaç insan tatmin ediyor kendini paylaştıkça sözlerimi katlanılır görüyor bu hayatı sığınacak bir yer yok kaybolmuş ruhların tesellisi bunlar mutlu insanların aramızda yeri yok sevda ucuz amerikan filmlerinde kaldı artık türkçe dublajlı yalanlara karnımız tok en sakinimiz umudunu hala koruyabilen umutsuzlarımızın dilinde küfürler inkar kime, inkar neyi? en sorumsuzu dağ başında çoban, biz çoktan geçtik bile bile üstelik geri dönüşü olmayan çizgileri... sığınacak bir yer yok bağımlılıklar uyduruyoruz kendimize hayatta kalabilmek için yaşamak diyoruz adına bunun yaşamak her sabah uyandığımızda biraz daha çirkin... çok güveniyor kendimize büyük oynuyoruz oynamak elde avuçta ne varsa inanmadan kazanacağımza umutsuzluk bulaştırıyoruz en yakınımıza sokulana karanlık büyüyor farkı kalmıyor gözlerini yummakla acıtırcasına gözbebeklerini açmak arasında çok üzgünüz belkide anlamasın diye başka hiçkimse gülümserken tanıdık yüzlere iyi oyuncular olup çıkıyoruz işin içinden bu sahne bu dekor bu figüranlar arasında gerektiği kadarını yaşayıp çekildiğimizde kendi içimize kendimize ağlıyoruz imlası bozuk bir türkceyle itirafa soyunurken çılgınca bir suskunluğu soğuk bir yatakta uyumaya çalışmak gibi ağustos sıcağında bir yanım alev alev diğer yanım buz tutmuş dudaklarım titrerken öpmeye çalışmak alışmak çok mutluymuş gibi oturup bir nikah masasına hayatını takas etmeye çalışmak bir yabancıyla çok mutluymuş gibi fotoğraflarda yer tutmak
  16. çoktan kaçırmıştım köprüden önce son çıkışı... içimdeki bu suçluluk kime karşı? insan kendini mahküm edebilirmi beni yargılaman izin vermek beni terketmene içimi rahatlatabilr mi? zafer kazanmış bir kumandan gibi fethederken tek tek tüm camdan kalelerini nasılda kapılmıştım hırsımın şehvetine oysa kime karşı savaşıyordum dudaklarımın kenarından süzülürken salyalarım aç bir hayvan gibi kime saldırıyordum? evet kazandım ben hakettim bunu ! ruhunu avuçlarımın arasına alıp kör bir münafık gibi yerine koyarken kendimi tanrımın yerine neyi yaratma cürretindeydim? daha 'ben' bile olamıyorken... nasıl tutabilirdim seni? karşılık bile vermiyorken tüm saldırılarıma... şimdi bitti işte ne hevesi kaldı nede şehveti hiç bitmeyecek gibi sonrası yokmuş gibi yaşarken koynunda en koyusundan geceleri bitti işte emekli olmuş bir savaş gazisi gibi içki sofrasında hatırlarken miş'li geçmiş zaman zaferlerini sıyrılıp süslü üniformalarından tek başına huysuz bir ihtiyara dönmek gibi... şimdi senin için yazıyorum bunları senin için burdayım... sen nasıl yanıyordun ya bir sözüm için gecenin bir yarısı soluğumu hissetmek için dudaklarının arasında nasılda ağlıyordun bunu az önce farkettim... benim zafer sandığım senin gönüllü teslimiyetinden başka birşey değilmiş.. benim kazandım diyerek sarhoş olduğum senin en içten halinle fethedilşinmiş... benim için yanıyordun sen, ben ise yakmak için türlü bahaneler ararken... öperken güzel dudaklarını ellerinin arasındayken huysuz aklım paylaşırken yatağını hayallerini bu kadar içindeyken nasılda göremiyordum nasılda uzaktan bakıyor anlayamıyordum kalbime dokunurken ruhuma dokunurken yeniden şekil verirken içimdeki varlığa hayatımı değiştirirken bağlarken beni hayalini bile kuramayağım kadar güzel bir hayata öyle sarhoştum ki zaferlerimle çok geç anladım nasıl alıştığımı kokuna tenine varlığına... hoşçakal sevgilim...arkadaşım...tek istediğim... bir rüyadan uyanmak gibiydi hiç bilmediğin bir şehirde bilmediğin insanlar arasında giderken hayallerimi aldın amaçlarımı yaşama dair tutkularımı ruhumu bıraktın artık hangi bedene bile ait olduğunu bilemeyen... bundan sonra bizi hatırla yaptıklarımızı seni gördüm ağlarken, gülerken, eğlenirken bir akşam üstü ve karartıp bakışlarını düşüncelere dalarken seni uyurken izlemek tüm mukafatlardan daha güzeldi gecenin bir yarısı yaslayıp başımı göğsüne kalbinin çarpmasını dinlemek en güzeliydi duyduğum seslerin... ellerini yüzümde gözlerimde hissetmek en inanılmazıydı hayallerimin... korkularını bilmek beklentilerini şüphelerini ve güçsüzlüklerini görebilmek... ama mutluyduk biz kısa bir süre için bile olsa aynı rüyayı görebilmiştik... seni seviyorum... benim için sadece sen varsın... hala ellerini tutuyorum uyumadan önce hala başımı yasladığım sırt seninki her gece şimdi gelip önünde diz çökmek senden yeni bir sevda dilenmek bir işe yarasa bir daha ayağa kalkmam şimdi öpüp avuçlarından son bir şans istesem yapamam... son dilek hakkımı mutluğun için kullanıyorum her nerde ve kimle istersen... hoşçakal sevgilim hoşçakal arkadaşım... bunları bana yaşattığın için teşekkür ederim...
  17. bir sevgini esaretinde özgürlük söylemleriyle ne mutlu bir köleliktir o aşkın pençesinde asıl bilmece bumuydu yoksa cevabı sorusunda gizli bir insanı sevmek verdiği acıyla ıstırapla ve mutlulukla insanı sevmek insan olduğu için kabullenip büyüklere özgü bir efendilikle yakılıp yıkılmaya karşı durmak yerine geri çekilmek bu kadar çok severken vazgeçebilmek göze almak bu yenilgiyi utancı hissetmek gururu ayaklar altına almak yalamak belki tükürdüğünü ağlarken salya sümük yalvarmak kapanmak insafsız sahibine o dizlerin daha derinde kaybolmayı göze almak sanki o kadar dipte değilmişsin gibi... kabul buysa eğer sende bulacağım daha sıkı sar beni kollarına... kalmadıysa eğer bana yaşatacak mutluluğun acınla avut beni varlığını çok görüyorsan bana yokluğunla terbiye et gülümsediğini bilmek yeter hiç olmamışım farzet...
  18. bir nikah törenine şahitlik ederken yakaladım kendimi iyi günde ve kötü günde ölüm bizi ayırıncaya dek... bir suçüstü baskını gibi... bütün suçlamalar aleyhimde haklı çıkarılacak.. bir mutluluğa şahit yazıldım bir kaç mutsuzluk yok sayılacak vatani görevini yapmakla yükümlü ama ait olduğu vatanın hangisi olduğuna henüz karar vermemiş bir genc gibi hissettim kendimi kalbi isyan edip dağa çıkmış aklı kabullenip olan biteni o dağları korumak için and içmiş... kızgın bir anında küfre yeltenmiş soğuduğunda içindeki demirler tövbe etmiş bir faniydim yıllar önce tanrısı tarafından kendi haline bırakılmış çoktan seçmeli her dersten muaf zorunlulukları asgari düzeyde suç işlesem cezai ehliyetim yok en sıkısı yaşadıklarımdan yüz kızartıcı suçlar kapsamında kınama cazasına çarptırılmış uzun süredir dokunmadığı için kimseye zararsız ilan edilmiş kendi kendime konuşurken yakaladım beni sanki kendi kendine susmak daha az tuhafmış gibi.... çok korunmalı bir ******* ilişki sonrası az korunmalı ne kadar tehlikeliyse artık bulaşacak hastalık hangisi kanıma? ölmek zamanı sabitlenecekse bir takvim yaprağına sabitlenmememiş olması daha mı güzel sanki? gecenin sabahında uyanamamak düşüncesi aklına düşmezse eğer sanki hiç ölmeyecekmişsin gibi... bitirilmeye değer diyordu şair aşk en güzel yerinde yaşanıyorsa eğer... ya bitirilmeyip buzlukta saklanan yarın donmuş yaşamlar... hangi yokluk zamanında çözülüp buzları yenecek birer birer.... suyun altınamı tutmalı önce yoksa direk ateşemi vermeli zamanında kaybetmekten korktuğun için almayı ertelediğin risklerin daha güçsüzken ve ağlıyorken yüzleşmesi... anahtarı içinde kırılmış bir kilit gibiydi kalbim... ne yedek anahtar işe yarıyordu nede yeni bir çilingir zarar vermeden açılabilmesi için... asla eskisi gibi kalamayacaktım belkide bu yüzden ne zaman kapalı bir kapı görsem tuhaf bir burukluk o kapının ardında ne varsa artık hepsi başka bir hayata kilitli yeni hayatlar hep biraz eskilerinde bozma biraz hasarlı biraz eski biraz yorgun biraz ürkek elinde anahtarı tutan her kadına karşı biraz daha mesafeli....
  19. Sevgili Yayamaz Kayınca, Deniz kızı ve Radya.. iyi dilekleriniz ve hediyeleriniz için teşekkür ederim.. Birlikte nice mutlu seneler geçirmemizi dileğiyle...
  20. LostsouL şurada cevap verdi: LostsouL başlık Güncel Konular
    Bu ülkede bilgisayar üretmek ! evet bugün durduğumuz yerde bu sadece ütopik bir düşünceden ibaret... bunan elli sene önce bu ülke kendi otomobilini yapamaz demişlerdi.. Bu ülkenin insanı dahil kimse buna inanmadı, üstelik çalışmaları engellemek için herkes elinden geleni yaptı. Sonuç Türk Malı ilk otomobil üretildi ve bu otomobil hala çalışır durumda.. tam elli yıl geçmiş olmasına rağmen... Yalabileceklerimizi yapmamamız için hepsi birer hayal gibi gösteriliyor bize... Bilgisayar ve elektronik mühendislerimiz, bilim adamlarımız, yeterli altyapıımız ve kaynağımız yokmu bunun için? Metrobüs gibi ucubik bir icat için milyonlarca doları sokağa atabiliyorken, kendi bilgisayarımızı üretmek için neden bir adım bile atmıyoruz... cevap basit aslında... Yaratıcılığımızın ve yararlı olabileceğimizin farkına varırsak eğer bizi kimse durduramaz... Etinden ve sütünden faydanılanan birer koyun gibi kullanılmak varken, bizi yönetenler dahil kimsenin işine gelmez, aklımızdan ve yaratıcılığımızdan faydalanmak.. Bütün espirisi bu aslında bugün yaşadıklarımızın. Kendimize yeten bir toplum haline gelirsek, özgürlüğümüze gercek anlamda kavuşabiliriz. Aksi halde dışa bağımlılık, ithal mal ve hizmetlere koşulsuz bağlılık, bunlardan vazgecmemek için değerlerimizden vazgecmek haline gelir bir süre sonra... Biz özgürlüğümüz ve geleceğimizin teminatı için gerekn devrim yaslarını bundan 80 yıl önce hayata geçirdik.. 80 yıl içinde bu yasaları bozmak ve değiştirmek için elimizden geleni yaptık. Şimdi ise elimizden son kalan kaynaklarımızı yok pahasına kaybedip son umutlarımızıda bir kaç dolar karşılıgında günü kurtarmak için satılıga cıkarıyoruz.... Bu ülkenin en büyük gücü tarımdır. Dünya üzerindeki en verimli topraklara sahip ülkeyiz.. Nasıl oluyorda böyle bir ülkenin tarım politikası olmuyor ve bu ulke devleti çiftcisini ezmekten başka hicbir yola basvurmuyor? Dünya üzerindeki en zengin orman alanlarına sahip ülkelerden biriyiz ama nasıl oluyorda bu ülkenin devleti orman arazilerinin yok edilmesini sağlamk için yasalar çıkarıyor? Bugün güzel İzmir'imizin ciğerleri yandı.. Her yıl en değerli orman arazilerimizin yakılıp yok ediliyor. Devlet ne yapıyor? Bunlara önlem alıp korumak varken bir yasa çıkarıyor ve sözde orman vasfını kaybeden bu toprakların satılmasına izin veriyor? Ne düşündüğünüz, nerde olduğunuz, kimi desteklediğiniz önemli değil.. Lütfen biri bana açıklasın: -Bir toprak parçası orman olma vasfını nasıl kaybeder? hangi toprak parçası ekilirse ve bakılırsa ağaç yetiştirilmesine elverşili olmaz? Allah aşkına biri açıklasın bana bunu? bir toprak nasıl doğurganlığını kaybeder ve üzerinde bir ot bile bitmez? Bunun siyasi düşünceyle fikirle ilgisi yok mantıklı bir insan açıklasın bana bunu...? Cumhuriyet döneminde çıkarılan devrim yasalarından biride ormanlarla ilgili yasaydı. Ülke ormanlarına kasıtlı olarak zarar verenler vatana ihanetle, idamla yargılanırdı... Bugün ise akepe hükümeti cıkardıgı yasayla ormanları yakanları ödüllendirmek için, bu arazilerin üzerine mülk yapıp bunlardan rant elde edilmesine izin veriyor... aslında haklılar kimin yemyeşil bir coğrafyaya ihtiyacı varki? yemyeşil dolarlar içinde yaşayıp refaha ermek varken? bu ülke üzerinde yaşayan tek bir ağaca bile kasten zarar vermek vatana ihanet olarak kabul edilmiş... Bunun ne anlama geldigini görebilmek için çöl haline gelip, dışarıdan su ithal edip para ödememiz mi gerekiyor? herkes bilir çölde yasayan araplar icin su benzinden pahalıdır... düşünün bizim ulkemizde su benzinden pahalı olursa biz ne hale geliriz? neyseki hamdolsun arap şeyhlerimiz gelip bize kule dikerler ve bizde mutlu oluruz.... her gün biraz daha çöle dönüyor topraklarımız.. bu kadar verimli bu kadar zengin olduğu halde.. peki biz bu kadar zengin bir halkmıyız? tanrının bize verdiği hediyeyi kullanmamak için elimizden geleni yapıyoruz.. bu hangi dine hangi inanışa sığar? nasıl bir yönetim şeklidir ki bu, belkide sahip olduğu tek varlığı ortadan kaldırıp bizi biraz daha köle haline getirmek için yasalar çıkartır? ve nasıl bir halktır ki bu bu yönetim şeklinden memnun olup kör bir cehaletle, tuhaf insanların önünde secde eder? hicmi korkmaz olduk artık Allah'tan? onun yarattığı kullarının önünde el pençe divan durup eyvallah der....
  21. LostsouL şurada cevap verdi: LostsouL başlık Güncel Konular
    Neden sadede tüketimdeki vergiler kaldırılıyor yada azaltılıyor. örneğin elektronik eşyaların satılmasındaki vergi oranı düşürülüyor ve uzatılıyor. Ama üretim ve sanayi sektöründeki vergiler arttırılıyor.. Bu devletin amacı ne? bu halkın sadece tüketmesi mi? Tüketici bir toplum olmasımı? Bütün ihtiyaclarını dışarıdan karsılayan bir ulke olmamız mı? Bir düşünün. Satın aldıgnız eşyaların, gıda maddelerin kacının üzerinde Türk Malı yazıyor? Bir düşünün neden bir maddenin üzerinde Türk Malı yazıyorsa, o malın bir kusuru yada hatası oluyor? Bir düşünün bilgisayar alacaksınz vergisi yüzde sekiz... Bu ülke kaç bilgisayar üretebiliyor? Kısa bir süre öncesine kadar dünyanın en büyük tarım ülkelerinden biriydik biz.. son bir kaç senedir tahıl ürünlerini ithal eder olduk neden? Çünkü dışarıdan bu ürünleri getirmek burda üretmekten daha ucuza geliyor. Ama neden? Bizim topraklarımız dahamı verimsiz artık? Bizim ürünlerimiz dahamı kalitesiz? Bunun tek bir nedeni var devletimizi bizim üretmemizi istemiyor. Bunun için tarımdaki vergileri indirmiyor ve bize daha pahalıya geliyor... Çiftçimizi eziyor, zor durumda kalanlara kredi veriyor sonra bu kredileri ödeyemez hale geldiklerinde üretim güçlerini elinden alıyor.. Bunu kim yapıyor? bu ülkenin devleti... Dünya üzerindeki en kaliteli tütünü, fındığı, pamuğu ve tahılı biz üretiyoruz neden bunu dışarıya satamıyoruz? Bırakın dışarıya satmayı kendi halkımızın ihtiyacların bile karılayamıyoruz neden? Yer altı kaynkalarımızı kullanmıyoruz. yerüstü kaynaklarımızı ise boşa harcıyoruz.Her yıl milyarlaca kilowatsaat elektik boşa gidiyor. Biz elektrikli ulaşım aracı metro kullanmak varken, petrolle çalışan tuhaf ucubik otobüslerle toplu ulasım yolunu seciyoruz neden? Petrol için bu kadar dışarıya bağımlı baska bir ulke yok dunya üzerinde biz inatla buna bel baglamaya inat eidyoruz neden? Dünya üzerindeki en pahalı akaryakıtı kullanıyoruz... dunya uzerinde akaryakıt üzerinde en fazla vergiyi biz ödüyoruz kalkıp toplu ulaşım için bu yolu seciyoruz neden? Dunya üzerinde ısınmak için dogalgaza en fazla parayı biz ödüyoruz. Dogalgaz yataklarına bu kadar yakınken, en zengin dogalgaz varlıgına sahipken neden bu kadar zararlı anlasmalara imza atıp bunu basarı kabul ediyoruz? ve neden bir allahın kulu kalkıp noluyo diye sormuyor? her türlü teknolojiye insan ve beyin gücüne sahipken nasıl oluyorda biz teknolojiyi ısrarla dısarıdan pahalıya alıyoruz? neden? neden bu insanlar bu gercekleri görmezden gelip şıhlardan şeyhlerden dervişlerden medet umup, Allah'ı bile inkar edip, yarattığı kullardan medet umuyoruz neden? ne zaman uyanıp gerçekleri göreceğiz? yoksa bir manda bir sömürge olmak, birilerinin sözünden çıkmayıp, ne derse eyvallah demek daha kolay olduğu için mi? ne bekliyorsunz?
  22. LostsouL şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    İnancımızı kaybettik... Kendimiz olan inancımızı ve güvenimizi... Yaratabilme ve kendine yetebilme yeteneği olan ender halklardan biriyken, sadece tüketebilme yeteneğine sahip asalaklardan olduğumuz inandırıldık.. Dinimizi kaybedip ahirette yanmakla korkutulduk, yada ülke bütünlüğünü bozup eşkiya kabul edilip vatan hainliğiyle susturulduk... Olan biteni anlıyorduk ama ne konuşmak bir işe yarıyordu nede susmak.. vazgeçtik sorgulamaktan, düşünmekten.. Bir süre sonra sadece bize hayat diye sunulanı yaşamakla yetindik... Bize miras bırakılan bağımsızlığı çocuklarımıza emanet edecek kadar bile yaşayamadık. hep korktuk kaybetmekten, korku içinde kaybettikçe en azıyla yetinir olduk... Başkalarının sofralarının artıklarıyla beslenmeye şükür ederken, kendi soframızı kendimizin doldurabileceğimiz gerçeğini unuttuk.. Üretip, var olabilecekken, tüketmek daha ucuz diye bize lütfedilenle yetinir olduk... Aç kalmayı kabul ettik günlerce, bir gün tok uyuruz hayaliyle... Ayağa kalkabilecekken, dizlerimizin üzerinde sürünmeyi nimetten saydık... Binlerce defa şans tanındı bize, bin yılda bir gelebilecek liderlere sahip olduk, kıymetini bilemedik onların sözünden çıktık.. Ne kadar büyük ve haşmetliydik, soframızın kenarındaki soytarıların kuklası olduk... Geçmişimizi inkar etmeyi modernlik sandık, geçmişimizi inkar ettikçe atalarımızdan utandık... Büyük ve zeki insanlarımız vardı bizim, insanlarımızın yaptıklarından utanır olduk... hep düştük, düşmek korkusuyla bir zaman sonra ayağa kalkamaz olduk... Sürünmek güzeldi üzerimize kimse basmadığı sürece, bir süre sonra sürünmeden yol almayı mucize saydık... Büyük işler yaptı... kısa vadede büyük işler yapmak masraflı diye, uzun vadede köleliği ucuza aldık... Utandık belki bir süre, sonra utanmak yerini tamahkarlığa bıraktı... Büyük bir milletik biz, artık ümmet olmak için başkalarının eteklerine kapandık... Layık olduğumuz yeri biliyorduk, bulunduğumuz yeri kaybetmemek için baş kaldırmadık... Aç kalmamak için değerlerimizi satışa çıkardık. Değerinden az verildi, biz değerini bilmediğimiz için aldığımızı başarı saydık... hep sustuk, ensemize vuruldu, biz takdir sandık... yine sustuk...yüce devletliye ses çıkarmamayı vatana hizmet saydık, yüce devletli aç bıraktı bizi, senede bir ay günde bir öğüne minnettar kaldık... çok mutlu olduk ramazan çadırlarında, ramazan bitince açlığımızın sorumluluğunu atalarımıza attık... bir manda bir sömürge olmamak için can verdik. şimdi karşısında canımızı verdiklerimizden dilenmek için kanla ıslatılan toprakları, yeşil dolarlara sattık... kalkıp utanmadan bununla gurur duyduk... şimdi avuclarımız acırcasına alkışlıyorken birilerini, aciz birer varlık olmayı unutmak için helal olsun diyoruz... bu adamlar yaptı.. kendimize inancımızı kaybettik, bir avuç çapulcunun elinde esareti hayat sandık...gücümüzü inkar ettik, birileri izin vermezse varolamayız sandık... bize söylenince secde ettik, tanrının kim olduğuna bakmadan.. bize söylenince başımızı kaldırdık, bize gerçeği gösterenlere... çok iyidik karnımız tokken, gidip ibadetimizi yaparken, imanlı kullarıydık tanrının... çocuklarımıza hangi esareti miras bıraktığımızı anlayamadık... esaret ve özgürlük arasında seçim yapabilme şansımız olsun diye... sırf bize bir seçenek tanısınlar diye canlarını veren atalarımızı, yüz yıl geçtiği halde bir türlü anlayamadık...!!!
  23. büyülü bir an başlar kutsanmış tanrı tarafından insan cennetin varlığına iman eder varolmanın bilincine kavuşurken uçuşur tuhaf düşünceler aklından aynı bedende iki ruh olmak yarım bırakılmış doğarken bulsun diye diğer yarısını yaşarken hep bir mutsuzluk bir tatminsizlik arar durur bekler bir süre bırakır kendini saçma sapan rüzgarların kollarına yorulur bir gece ansızın bir yabancıya vurulur teni baska adı başka hiç bilmediği bir şehrin sokaklarında gezer gibi kaybolur bildik bir söz bekler bildik bir yüz bir süre sonra anlarki o diğer yarısı bu dünyaya gelirken diğer tarafta bıraktığı insan tutulur mantıklı açıklamalardan uzak belki canı yanacak çokça belki çok ağlayacak belki kaybedecek sahip olduktan sonra buna değer aynı tende iki ruh bir olmak kapayacak gözlerini bir ömür boyu mutlu olmak hayal bile olsa o bir an için değecek yaşamak...
  24. şehvetle yanıyorken gunahkar cocuklarıydık biz tanrının yüzsüzlük edip kovulmuş cennetinden çokça ihmal edilmiş ama bu ihmalkarlıktan şikayeti olmayan gönüllü bir teslim oluşun ardından alacağı cezalara aldırmayan hayatı parmak uclarında yasayan aciz ruhlardık biz elimizde ne varsa sonuna kadar kullanan bir kalem, yazılsı bir ten bir sevişmeden arda kalan buğulu kelimelerdi ne güzel bir kadındın sen ve ben ne mutlu bir erkek çarpıntısında bir kalbin indirip yelkenlerini kendini kayalıklara bırakan bir tekne gibi kırılganlıgımdan korkmuyorum tek korum kırıldıktan sonra bir daha asla açılamamak derinlerine eskisi gibi kaybolamamak maviliğinde gri sisli bir dunyada uyanmak sanki çok ruyadan mutlu uyanabiliyormuş gibi senin koynunda uyanılan sabahları kokun üzerimde çıkılan sokakları göze almak tek basına yürümeyi... öp beni şimdi inkar et tüm seviştigin erkekleri beni hatırla sil geçmişte tennde bırakılan izleri şimdi benimle yan küllerinden doğan bir anka kuşu gibi....
  25. dayatıyorken adamlıgımı bir kadına bu kadar açken şehvetin pençesinde kıvranıyorlen öpülmeye aç kurumus dudaklarımda fısıltılar konuşmaya çalışırken tarifi yok ucuz bir zavallılık takınıp büyük adammış gibi rol yapmayı becerememiş oynamayı ilk cıktıgı sahnede yuhlanmış cesareti kırılmış kırılmışta yeniden başlamış oynamaya daha iyi oynamış korkmadan rezil olmaktan susmamış sussa adam diyecekler ağlamış zırıl zırıl salya sümük yüzü gözü ıpıslak yinede vazgecmemiş istemekten çok sevişsede başka kadınlarla ilk öptüğü kadının tadı damağında silinmemiş yazdıkça artmış özlemi yazmadan durmamış bir bağımlı gibi kanına karıştıkça afyonu başka gün aramamış uyanmak için başka güneş ısınmak için sırılsıklam üşümüş oysa hayat bir numara büyük gelmiş bedenine aklı almamış kaçıp gitmek istemiş bir türlü dizlerinde derman kalmamış yıkılmış olduğu yerde celladından merhamet dilenmiş çok ağlamış ağlamak ayıp değilmiş o zamanlarda sevgilisi insafa gelsin diye hep alttan almış bir türlü olmamış akıl verenlerinin arasında hicbirine kulak asmamış tutmak istemiş zamanı zaman ona aldırmadan her an canını almak için görmezden gelmiş çok büyümüş ama elleri küçük kalmış tutamamış sevgilisini ellerini hepsi bir ruyaymış bunların uyandıgında ne kokusu kalmış nede ürpertisi teninde gercekle hayal arasında sıkışmış

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.