Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey
-
"Mozart etkisi" nedir?
Lisans okurken bizim dersler hep kafa yorucu derslerdi. Bende sınavlara hep müzik dinleyerek çalışırdım. Birgün radyoda kanal ararken, İzmir'den yayın yapan Trt4 Radyosuna rastladım. Hep aynı saatlerde Klasik Müzik Dinletisi veriyordu. İlerleyen saatlerde de Tiyatro veriyordu aynı radyo. Neyse; O gün o kanalı dinlemeye koyuldum. Sınava çalışıyordum bir yandanda... Okudukça okudum... Ve diğer sınavlarda da... Sadece Mozart'ın yok böyle bir etkisi bence ama en etkilisi Mozart. Neden mi? Sınavlarıma hep son gün çalışmama ve "derslerde uyuklama" adetime rağmen Okulu uzatmadan bitirdim... Kitap okurken Klasik Müzik dinlemek gibisi yok doğrusu... Saygılarımla...
-
Yeni sendromlar(!)
Ayrıca "Huzursuz Bacak Sendromu" vücuttaki "Demir" eksikliğinden de kaynaklanmaktadır. Adına "Huzursuz" denmesinin nedeni, duyulan hissin ne olduğunun tanımlanamamasından kaynaklanıyor. Yani "Acı" "Uyuşma" "Gerilme" "Kramp" gibi bir his değil bu. Ancak sizi uyutmuyor ve tuhaf bir şekilde rahatsız ediyor. Genelde geceleri ve uykudan önce yoğunlaşır. Ben bacaklarımı açıkta bırakarak yatıyorum. Ve yediğime falan dikkat ediyorum. Uzun zamandır ortadan tamamen kayboldu.
-
Buz kestim bi anda ama şaka değilmiş:))
Hah ha ha... İyiymiş bu yahu... Benim dedemin babasımıymış neymiş... Birisi Almanya'dan gelmiş ve buna radyo hediye etmiş. Açar açmaz radyoyu adamın kafada parçalamış: "Bunun içine bu adamları nasıl soktun, şeytan işi bu" diye...
-
İslamiyetin çöküşü
Forumdan uzaklaşmak istiyorum ancak nedendir bilmiyorum illa ki beni çekecek iletilere rastlıyorum. Size hiç birşey demiyorum, Sevgili Öğretmenim Muki'nin cevabı aslında yeter sanıyorum: Ve Neyzen Tevfik'ten bir şiir. Kimse alınmasın, kimseye hitaben değildir ama Kendisine bayılırım Tevfik'in: Ben her zaman Atatürk'ün neye inandığı hususunu tartışmayı gereksiz bulmuşumdur. Zira kendisi bir Din adamı ya da alimi değildir. Dindar ya da Dinsiz olma iddiasında da bulunmamıştır. Ancak şu vardır ki hayatı ele alındığı zaman bazı verileri gözden kaçırmamak gerekir. Öncelikle gençliğinde ve Selanik'te iken Mevlevi dergahlarına gitmiştir. Müslümanlığını bilemem ancak yeteri kadar din bilgisine sahiptir bu yüzden. Din bilgisine sahip olmak için Müslüman olmak ya da olmamak şart değildir. Afet İnan'a, önce kendi el yazıdığı ile sonra düzenlettiği "Vatandaş İçin Medeni Bilgiler" adlı kitapta "İslam Dini"nin ortaya çıktığı dönemi "Tarih Bilimsel" olarak ortaya koyabilecek kadar bilgilidir. Ve bunu ortaya koyarken oldukça nesneldir. Şu vardır ki M. Kemal'e Siyasi Kimliği ile bakarsak aynı bakışı Osmanlı için de sergilememiz lazımdır. Osmanlı da Dini kullanarak Mustafa Kemal ve Arkadaşlarına karşı eylemlerde bulunuyordu, Mustafa Kemal'de aynı silahla karşı koyuyordu. Olay bundan ibarettir ve gerektiği gibi davranılmıştır. Müslüman olup olmadığı konusu, O Yüce Şahsiyetin kendi vicdani sorumluluğuna aittir. Bizi ilgilendiren kısmı, yapılması gerekleri layıkıyla yapmış olduğudur. Hıristiyanlığın Roma İmp.nun Resmi İnancı olduğu zamandan beridir yoktur... Daha önce "Helenlilik" (Helen olmayan doğu toplumlarının Barbar olarak adlandırılması), "Romalılık" (Biz insancılız, çünkü biz Romalıyız), ya da Türklerdeki gibi "Türklük" (GökTürkler vs.) bağı ile sağlanan birliktelik zamanla Din'e kaymıştır. Tarihsel süreçte bugüne kadar gelmiştir. Yerini Milliyetçilik te almıştır, Anayasalcılık ta, Demokrasi de, İnsan Hakları da, Özgürlük te... Hepsi için katliamlar yapılmıştır, yapılmaktadır. Ben Hz. Muhammed'i severim ve çok zeki bir devlet adamı olduğunu hep savunurum. Ancak Sayın Evren'in Laflarına (Laf : Gereksiz, boş söz) karşılık ortaya koyulabilecek çok güzel bir ironi örneği sergilemişsiniz, ki bunu tasvip ederken nesnel olmak gereği hissediyorum. Kırmızıladığım iletinizin arkasındayım. Saygılarımla...
-
Cidada ve Tengeriin
Ben Cidada ile lise'de aynı sınıfta idim. O zamanlar onunla birbirimize uyuz olurduk. Nedense lise bitince çok çok samimi olduk... Neyse, Bizim sınıfça iletişimimiz çok tuhaftı. Birbirini hiç sevmeyen adamlar bile, Sınavlarda mutlaka birbirinden kopyayı esirgemezdi. Benim Coğrafya ve Felsefe derslerim çok iyiydi. Hele coğrafyada kimseyi tanımazdım. O çalınan öss sorularını bir tam çözmüştüm, hocamız bile bir yanlış yapmıştı. İşte o coğrafya hocamız bir sınav yapardı bizi, Ahanda bu Cicada dediğim şahıs artık nasıl yapıyorduysa öyle bir kağıt verirdi ki hocaya... Düşünün, Adam benden kopya çekiyor... Ama sınavda 90 ve 100den aşağı almıyor... Ben ise kopya verdiğim sınavdan 70den yukarı not alamıyorum hiç bir zaman... Hala çözmüş değilim nasıl yapıyordu bunu... Ya bu bir yana; Adamın sınavdan alacağı not kitap gibi belli... Belki de kopya çekmesine gerek yok. Gerçi hala ne yaptığını çözemedim ya neyse... Her neyse; Ben sınavda buna trip atardım: "Dönsene be önüne, vermiyorum kopya falan!" Bu hocaya bağırırdı: "Hocam Ahmet kopya vermiyor!" Ya da beni hep tehdit ederdi: "Bak kopya çektiğini söylerim haa!" "İyi de ben kopya çekmiyorum ki?" "Olsun oğlum, sonuçta hoca kıllanır senden..." "Senin var yaa..." Ne günlerdi yaa... Yemediğimiz nane kalmamıştı...
-
"Eden Bulur" nedir?
Cidada... Bunu burada tartışmayalım kardeşim be, olur mu? Salla... Belki de biz yanlış anlıyoruz her şeyi... Ve belki de hayat bize yanlış anlatıyor... Bilmiyorsun ama, Kaybeden ve suçlu yine ben oldum... Selamlar...
-
sence bekaret önemli mi?, erkekler için çok tuzak bi soru .kıvırın.
"Seks" değildir Freud'un bahsettiği şey sayın Meliskoo... Freud "Cinsellik"ten bahseder. Freud'u çok iyi anlamak lazımdır. Onun bahsettiği cinsellik, sizin anladığınız gibi bir Seks değildir. O "Libido" ya da daha sonra "Eros" diye adlandırdığı "Yaşam Güdüsü"nden bahseder. Buna karşıt olarak ta "Ölüm-Saldırganlık" güdüsü vardır birde... Dolayısıyla Freud abartmış değildir, Siz yanlış anlamışsınız Freud'u... Mesela çocuğun süt emmeside cinselliktir. Bakın, size şöyle özetleyeyim: Yaşam İsteği = Haz = Cinsellik (Seks ile direkt ve eş anlamlı bir alakası yok) Ölüm İsteği = Nefret = Saldırganlık (Katil olmakla direkt ve eş anlamlı bir alaksı yok) Freud bence görebileceğiniz en zeki insanlardandır. Ve pekte abartmış değildir. Tespitleri çok eleştirilmesine rağmen, nedense hala en geçerli Psikolojik kuramdır... Saygılarımla...
-
Siz olsanız ne yapardınız...
Size ciddi bir ayrılık sebebi: Gururu bilemem ama sanıyorum ki duyguları aynı gibi...
-
"Eden Bulur" nedir?
Sayın Godzilla... Tam da göstermek istediğim şeyi görmüşsünüz aslında... "Açlık" ve bunun getirisi olan "Doyumsuzluk"... Ego'muzun doyumsuzluğu... Tatminsizliğimiz... Belli bir güdünün doyumsuzluğu, sonunda başka bir güdünün açlığını tetikleyecektir... Sağolun... Diğer gördüğünüzü merakla bekliyorum...
-
KENY ARKANA...
Ya hu E.B.C "La rage du peuple" çok süper yaa... Dünden beridir dinliyorum. Bu arada "La rage" isyan demekmiş onu anladım En çok söylediği kelime o zaten Sagopa Kajmer ve Sultana'dan sonra dinlediğim en güzel Rap'ti... Diğerleri zaten müthiş... Ama onların da "Alt Yazı"ları olsa çok iyi olurdu yaa... Neyse artık... Keny Arkana iyiymiş hakikaten... Çok sağol... Nereden buldun bunları?
-
Amadeus Mozart
E ama ayıp etmiş o zaman...
-
Siz olsanız ne yapardınız...
Kızın "geri gelme" durumu biraz karışık aslına bakarsan. Kız bekar değil... Arkadaşım anlamak istediğini anlayan birisi mi gerçekten bilmiyorum ama Kız, onun hayatındaki bazı şeylerden haberdar olunca aramaya başlamış nedense. Ve bunu arttırmış bayağı bir. Neler konuşuyorlar pek bilemem... Neyse, Umarım ki yanlış bir şey yapmaz. Aklı bayağı bir karışık sanıyorum...
-
"Eden Bulur" nedir?
Teşekkürler Sayın Sardunyam... Bence "Ön Yargı"nın temeli yine yaşantılarımızdan geliyor. Genel olarak aslında "Ön Yargı", karşımıza çıkan bir kişiyi ya da karşılaştığımız bir olayı iyi ya da kötü bir çıkarımla özdeş tutmakta olabilir. E tabii ki bunun nedeni de geçmişteki yaşantılarımız ve deneyimlerimizdir... Bunu şöyle açayım: İnsanlar ilk doğduklarında çok az "şema" ile doğarlar. "Şema" dediğimiz şey "Davranış" kalıplarıdır ilk önce. Mesela "ağlamak" ya da "emmek" birer şemadır ve çocuk deneyimlerle neye ağlayacağını Ya da neyi emeceğini kavrar ve şemasını geliştirir. Sonra duyu organlarımıza ait şemalar ortaya çıkar. Göz ile ilgili şemalara örnek olarak mesela bir çocuk yolda çok kez köpek görür ve artık kafasında köpeğe dair bir şema vardır: "Dört ayaklı, ıslak burunlu bir yaratık." Onun için köpek budur. Sonra bu çocuğu bir otlağa bırakırsınız ve ineği ilk gördüğünde "-Aa köpek" der. Çünkü kafasındaki "köpek" şemasına benziyordur bu hayvan. Mesela bir atasözü vardır bu anlamı niteleyen: "Her sakallıyı deden sanmak." İşte insanlar yeni deneyimlerini Geçmişte oluşturdukları şemaları kullanarak edinirler Ve o geçmişteki şemalara dayanarak, yeni karşılaştıkları şeye göre bir şema oluştururlar. Siz de geçmişte benze insanlara ya da benzer olaylara karşı genel şemalar oluşturmuşsunuzdur. Benzer insanlar ya da benzer olaylar karşınıza çıktığında O geçmişte oluşturduğunuz şema üzerinden hareket edersiniz. O şekilde yaklaşırsınız olaya... İşte ön yargılarımızın temeli budur... Oluşturduğunuz şemaları ne kadar esnek tutarsanız ve ne kadar çok şema oluşturursanız, Hayatta o kadar doğru ön yargılarla yaşarsınız. İyi ya da Kütü her insan mutlaka belirli bir ön yargı ile yaklaşır olaylara ve kimselere. Bu kaçınılmazdır. Önemli olan kimsenin dünyasının ne kadar büyük ya da ne kadar küçük olduğudur Sayın Sardunyam. İsterseniz yeni bir konu açın ve bu konuyu orada daha güzel konuşalım. Psikoloji bölümünde "Tartışma" olmaz, "Paylaşma" olur değil mi? Saygılarımla...
-
"Eden Bulur" nedir?
Niye yaa... Altı üstü bir denemeydi, saçma mı olmuş... Ama güleceğinize eksikliğimi belirtseniz çok daha hoş olurdu Ve takdire değerdi... Neyse, desteğiniz için sağol Sayın Marcus arkadaşım...
-
Siz olsanız ne yapardınız...
Bir arkadaşımın sorunudur... Ben çare bulamadım... Olay şudur: Yıllar önce onu bırakıp giden sevgilisi, yıllar sonra tekrar arıyor. (yıllar sonra neden aradığı özele giriyor) Bir iki görüşmeden sonra aramaları arttırıyor hergüne yayıyor... (birbirlerine hala birşeyler hissedip hissetmedikleri bahsine değinmiyorum...) Arkadaşım hayatını bir düzene koymak istiyor ama tuhaf bir şekilde de hoşuna gidiyor bu. Ama buna bir son vermesi gerektiğini de biliyor. Ama nedense veremiyor. Şimdi karşısında iki sorun ortaya çıkaran bir karmaşası var: "Kurtulmak istiyor mu? Buna bir son vermek istiyor mu?" "Kurtulması gerekli mi? Buna bir son vermesi gerekli mi?" Yoksa devam mı etmeli... "Sonu nereye varırsa varsın" mı demeli? Tuhaf bir "Yaklaşma-Kaçınma Çatışması" içersine düşmüş durumda... Psikolojik terimleri bırakalım da Siz ne yapardınız ona gelelim biz...
-
LilaC..
Sen Akdenizliydin değil mi? AKDENİZ YARAŞIYOR SANA Akdeniz yaraşıyor sana Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında Hiç dinmiyor motorların gürültüsü Köpekler havlıyor uzaktan Demin çocuk ağladı Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine Ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir Denizi tokmaklıyor balıkçılar Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak O sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessizliği Hayatta yattık dün gece Üstümüzde meltem Kekik kokuyor ellerim hala Senle yatmadım sanki Dağları dolaştım Ben senden öğrendim deniz yazmayı Elimden düşmüyor mavi kalem Bir tirandil çıkar gibi sefere Okula gidiyor öğretmenim Ben de ardından açılıyorum Bir poyraz çizip deftere Bir ada var sırf ebabil Dönüyor dönüyor başımda Senle yaşadığım günler Gümüş bir çevre oldu ömrüm Değince güneşine Neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını Gözlerim kamaşınca senden Ölüm belki sularından kaçırdığım O loş suda yıkanmaktır Durdukça yosundan yeşil Kulaç attıkça mavi Ben düzde sanırdım yıkıntım Örenim alkolik asarım Mutun doruğundaymışım meğer Senle çıkınca anladım Eski Yunan atları var hani Yeleleri bükümlü Gün inerken de öyle Ağaçtan izdüşümleriyle Yürüyor Balan tepeleri Yürüyor bölük bölük can Toplu bir güzelliğe doğru Kadınım Yaraşıyorsun sen Akdenize Can YÜCEL
-
........Tengeriin boşig.......
Teşekkürler Sayın kleo... İltifatlarınız için... Çok incesiniz, çok sağolun... Teşekkürler Lil... Buraya şiir yazan ilk kişi oldun, çok sağol... Hoşuma gitti, şımardım valla
-
KENY ARKANA...
Ooooo! Hanfendiye bakın hele... Yapmışın valla... Videolar tam isyankar. Senin gibi... Elaal ossun bre...
-
KENY ARKANA...
"Gözlerinden öptüğümün öfkeli kız çocuğu.." Halkın isyanı/La rage du peuple "Kapitalist sistem tarafından hayatları çalınan banliyo çocuklarına hitaben yazılmış bir şarkı" .. La mére des enfants perdus
-
Amadeus Mozart
Yaa Sayın Admin... Benim iletimi görünür yapar mısınız? Paylaşım için sağolun...
-
"Eden Bulur" nedir?
"Eden Bulur" Psikolojik Açıklaması Hayatımı belirli dönemlerde en baştan, bulunduğum güne kadar hep sorgularım. Bulunduğum gün yaşadığım şeylerin nedenlerini ise hep geçmişte ve özellikle kendi tercihlerimde ararım... Son bir ay da yine buna kafa yordum... Bu sefer daha fazla kafa yordum ve bir şeyin farkına vardım... Bulunduğumuz gün için başımıza gelen herşeyin müsebbibi yine büyük bir oranda kendimiziz... Diğerleri ise yan etken oluyor sadece. Şöyle ki: "Eden Bulur" dediğimizde kastettiğimiz şey Geçmişte yaptığımız bir fenalığın karşılığını aynen bulacağımızdır. Yani benzer bir olayı da bizim yaşayacağımızdır... Ve ne tuhaftır ki insanların başına bu hep gelir. Demişizdir: "Ulan şöyle birisi vardı, ahı tuttu. Bende ona böyle bir şey yapmıştım..." Ve genelde "Ah Etme" "Beddua" ya da "İlahi Adalet" gibi nedenlere bağlarız bunu... Ama ben şu sıralar farkettim ki aslında "Psikoloji Bilimi" bunun üzerine düşse bu gibi bir nedene bağlı olmadığını anlaması için hiç bir neden yok. "Ava giden avlanır..." Ve aslında bence bir kaç kavramı bilen herkes Niçin "Ettiğimizi Bulduğumuzu" ya da "Ektiğimizi Biçtiğimizi" çok kolay kavrayabilir... Şöyle devam edeyim: "İd" "Ego" ve "Super Ego" kavramlarını özellikle tanımlayan Freud yaşamsal olarak iki içgüdüden bahseder: "Cinsellik-Libido" ve "Saldırganlık"... İnsanın Ana Rahmine düşüşünden ölümüne kadarki psikolojik varlığı bunların döngüsünden oluşmaktadır. "Cinsellik-Libido" yaşam enerjinin temelidir. Bu yüzden bir "Amaç" değil "Araç"tır. "Amaç" olarak benimsenmesi ve yaşanması temelde psikolojik rahatsızlığın belirtisidir. "Saldırganlık" ise yine var olmamız için gerekli bir güdü ise de "Yok oluş-ediş"in karşılığıdır. Ve bu da bir araçtır, amaç olamaz... Sadece yeni doğan bir bebek, bu iki temel güdüyü "sınırsızca kullanma" eğilimindedir. Ağzına her bulduğu nesneyi götüren bir bebek (Cinsellik - Oral Dönem), Eline aldığı her nesneyi fırlatan bir bebek (Saldırganlık)... *-*-*İnsanların bu iki dürtüsü, "İd" "Ego" ve "Super Ego" arasında bir terazidedir. Bunlardan sonra şu kavramları verip açıklamama devam edeceğim: "Ego" temel olarak üç duygulanmaya göre "İd" ile "Super Ego" (bu kavramları diğer bir konuda açıkladım -tıkla-)(yukarıda "terazi" dedim) sağlar: Sevgi, Nefret ve Öfke... Bunlarda bir terazide yani bir dengelenmededirler. Birisinin eksikliğinin olması halinde, bu eksikliği diğeri tamamlamaktadır -tıkla-... Şimdi ilgili yönlendirmeler gözden geçirilirse, söyleyeceklerimin anlaşılacağını umuyorum. İnsanların her davranışı, belirli bir açlığı tatmin etmeye yöneliktir. Hiçbir davranış yoktur ki bir açlığımızı tatmin etmek istemeyelim. Birisine kızdığımızda, Birisini sevdiğimizde, Birisinden nefret ettiğimizde, Hatta kavga yaptığımızda bu yönlerdeki açlıklarımızı tatmin etme eğilimindeyizdir. İşte düşüncem temelini tam olarak buradan almaktadır. İnsanlar egolarındaki belirli açlıkları tatmin etmek için, açıktır ki, belirli eylemlerde bulunurlar. Tatminkarlık ise belirli bir huzur sağlar. Elbette ki bu açlıkların, yine geçmişten gelen bir nedeni olduğu gibi Geleceğe dönükte bir sonucu olacaktır. Aynen, bugün için süregelen sürecin bir sonucu olarak ortaya çıktığı gibi... Bugün egomuzdaki açlıklarımızı tatmin etmek için yaptığımız eylemler, davranışlar belirli bir duygumuzu tatmin ederken, o duygunun aksini de açlığa mahkum eder. Mesela insanların "Sevgi"ye ihtiyaç duydukları kadar "Acı" ve "Nefret"e de ihtiyaç duydukları vakidir. Şöyle düşünün: Devamlı "Reddedilen" bir kimse "Kabul Ediliş"e açtır... Ve bunun tersi de doğrudur. Devamlı "Kabul Edilen" bir kimse alt benliğinde "Reddediliş"e açtır... Her kavgadan kazanarak çıkan ve hiç başarısızlık göstermemiş bir güreşçi düşünün. Son yaptığı güreşte başarısız olması, egosunda tanımlayamadığı bir mutluluğa neden olacaktır. Ve nerede hata yaptığını çok net görebilecektir. Bu konuda "the Core-Kor" adlı filmde bir örnek vardı. Aracın kadın pilotuna, diğer kaptan şöyle diyordu: "Sen gerçek bir kaptan olamazsın, çünkü hiç kaybetmedin." Yani sırf kazanan bir insanında, kaybetme açlığı hissedeceği muhakkaktır. Her zaman başarılara imza atan bir kimsenin zamanla bundan zevk almaz hale gelişi bu yüzdendir. Alacağı bir başarısızlık, o kişiyi yeniden motive edecektir. Bunu çevremizdekilerden de anlarız. Her zaman zayıf alan bir çocuk takdir aldığı zaman herkes sevinir ve çocuğa güzel tepkiler verir. Ancak her sene takdir alan kardeşi yine takdir aldığında o kadar büyük bir tepki göstermezler. Konuya dönelim: Demek ki şudur ki : Eylemlerimizi şekillendiren şey "Benliğimizdeki Açlıklarımız" olduğuna göre, Devamlı olarak tatmin ettiğimiz bir açlığımız doydukça, Diğer taraftan ve tam aksinden bir açlıkta yaratacaktır bizde... Ve sonraki eylemlerimizi bu sefer de bu açlığımız yönlendirecektir. Mesela kendiniz için "Eden Bulur" dediğiniz bir olayı düşünün. Geçmişte birisine bir şey yapmıştınız Ve yıllar sonra aynı olay sizin başınıza geldi. Ya da "Gülme komşuna, gelir başına" diyebileceğiniz bir olayı düşünün. Geçmişte başkasına yapıldığında hoşunuza giden ama sonra sizin tercihleriniz sonunda Sizin başınıza gelen bir olayı düşünün. Sevgili seçimimizde buna göredir mesela. Bizim belirli bir yöndeki açlığımızı tatmin eden kimselere aşık oluruz. Zamanında bir çok kimseleri aldatmış bir kimsenin, Kendisini aldatabilecek bir kimseye aşık olması bu yüzdendir mesela. Kendisini tatmin ettiği açlığı doygunluğa ulaşınca, Bu, o açlığın aksi açlığını harekete geçirmiştir bilinç altında. Ya da her kavgadan zaferla ayrılmış bir delikanlı düşünün. Dayak yiyeceği besbelli olan bir kavgaya girebilmesi bu yüzdendir. Karşı cinsten gördüğü ilgiye doyan bir kimsenin, Karşı cins tarafından reddedildiğinde tuhaf bir mutluluk yaşaması Ve reddeden kimseye karşı samimi duygular beslemesi de bu yüzdendir. Ve bir ilişki başlamasa bile bunun huzurlu bir üzüntüsünü yaşaması da "Benlik Bütünlüğü"nü sağlayabilmiş olmasındandır... Karşı cinse ya da genel olarak tüm insanlara aynı "kötü" şekilde davranan bir kimseyi düşünün ya da... Mutlaka bir açlığını tatmin etmek için böyle davranyordur. Ve emin olun ki bu açlığı tatmin olduğunda, o davranışına kendisi de aç kalacaktır. Ve tercihlerini ister istemez bu açlığı tatmin edeceği Yani yaptıklarına maruz kalacağı yönde yapacaktır. Mutlaka hepimizin "Bu olay, yaptıklarıma karşı bana iyi ders oldu" dediği bir yaşantısı olmuştur... Niye acaba bize iyi bir ders olacak bir yaşantı geldi başımıza? Ya da bunu yaşatacak kişiyi ya da kişileri niye seçtik? Sanırım şimdi daha net görebiliyorsunuzdur... Bence kendi açlıklarınıza maruz bıraktığınız insanların durumuna düşmemek için Bu açlığınızın farkına vararak, eylemlerinizle tatmin olmadan Ve o eylemlerinizin doğurduğu açlığın kurbanı olmadan, Kendi bilgilenmelerinizle açlığınızı bastırın Ve "Benlik Bütünlüğünüzü" oluşturun. Şimdi gelelim hesaplaşmaya: Bu yazıyı ve birşey biliyorsam eğer bildiklerimi aktarmaya niye ihtiyaç duydum? Son zamanlarda oldukça fazla "Ettiğimi Buldum"da o yüzden... Anlatmak istediğimi anlatabildim mi bilmiyorum. Ya da düşündüğüm şey ne kadar doğru onu da bilmiyorum. Yorumlarınızı bekliyorum. Eksiğim varsa düzeltmek için... Özet olarak şunu söyleyebilirim ki: İnsanlar "Yengi" kadar "Yenilgi"lere de ihtiyaç duyarlar... Ve farkına varabildiğinizde emin olun ki gerçekten iyi geliyor... Ha unutmadan: Yazdıklarımı mutlaka size kötülüğü dokunmuş olan insanların "Ettiklerini Bulmaları" yönünde "Tatmin Olmak İçin" okuyanlarınız olacaktır. Özellikle son zamanlarda birileri tarafında üzülmüş arkadaşlar bu niyetle okuyacaktırlar; Eminim. Belki de yaptığınız bir kötükte kendinizi tatmin etmek için ve "Demek ki sende zamanında bir şey yapmışsın, benim yaptığım da senin hakettiğindi demek ki!" demek ve suçluluk hissetmemek için okuyanlarınız da olacaktır. Tavsiyemdir: Bu niyetle okumak, yukarıda bahsettiğim bir açlık tatmininden başka bir şey olmayacaktır. Sonucu da ettiğinizi bulmanızdan başka bir sonuç doğurmayacaktr. O yüzden başkalarının size yaptığını ya da sizin başkalarına ders verdiğinizi falan bırakın. Ve "Ettiğimi Buldum" dememek için okuyun yazıyı... Saygılarımla...
-
İntihar Etmek İsteyen Birine Onu Hayata Döndürmek İçin Ne Söylersiniz?
Aah hah ha... Yanında jilet taşımayı bırak derdi sanırsam Tengeriin Boşig... Nasıl kullanılacağını biliyorsun. Hem ben gece gece birisini intihardan vazgeçirmek için uğraştığımı da hatırlıyorum. Bir keresinde de askerde oldu böyle birşey. Çavuş nöbete giden askeri kontrol etmemiş, her asker kafasına göre tüfek almış tabi. Nöbet yerine giden asker kendi tüfeği olmadığını anlayınca, tüfeğini kaybettiğini sanmış. Ki normaldir, çünkü daha önce bir çok kere tüfeğini kaybedip tutanak yemişti kendisi. Mg3'ü kaybeder mi bir insan ya, koskoca makineliyi? Hadi kasaturasıyla hücum yeleğini kaybetmesini belki anlayabilirim... Hadi G3'ü de kaybettin... Hele mühimmat ve şarjörü kaybetmesini hiç hesaba katmıyorum... **** koskoca Mg3'ü mühimmatıyla birlikte nasıl kaybettin be mübarek... Neyse... Bu nöbet yerinden telefon etti. "Komutanım yeter artık, bıktım. Hakkınızı helal edin... Bir tutanak daha yersem askerliğim bitmez. Ölürüm daha iyi..." Baktım arkadaşının G3'ünün kırma kolunun kurulduğunun sesi geldi... Ben ne dedim? -**** bak yanlış yere sıkarsın, kurtulursun falan, o zaman ben döve döve öldürürüm seni. Ölmekten beter olursun... -Ama komtanım... -Ne var ***, her kaybedişinde bulmadık mı tüfeğini? Bulunur merak etme tutanak tutmam, ben üzerime alırım bu seferlik, adıma tutarız, sen bitir nöbetini gel... Askerim bana güveniyordu. Zaten tüfek diğer kulübeden çıktı... Ama jileti kullanmasını bilmek gerek hakikaten. Lise 1de bende bir girişimde bulunmuştum. Odamın kapısının camını kırıp kolumu çizmiştim. Çok acıtmıştı meret
-
Ömer Hayyam...
Ömer Hayyam görebileceğiniz en önemli Filozoflardandır bence. Ancak Onun "Kalenderlik" yani "Boşvermişlik" anlayışını anlamak önemlidir. Onun tüm anlayışının sırrı şu dörtlükte yatar: "Önce kendine gel, sonra meyhaneye; Kalender ol da gir kalenderhaneye. Bu yol kendini yenmişlerin yoludur: Çiğsen başka bir yere git eğlenmeye." Eğer kendinizi bulmadıysanız ve kendinizi yenmediyseniz Yani iradeli değilseniz, iradenizi kaybediyorsanız Hiç bir şekilde Hayyam ile özdeş ya da benzer olamazsınız. Ömer Hayyam ile benzer olmak demek; Onu anlayabilmek, İradeli olabilmek, Kendini tanıyabilmek, Kendini yenebilmek, Ve Erdemli olabilmek demektir. İçki içip sarhoş olduğu halde kendisini kaybetmeyen, İradesini yitirmeyen bir kimse olabilmektir. Ömer Hayyam kendisi belirtir: Benden Muhammed Mustafa'ya saygı ve selam: Deyin ki, hoş görürse, bir şey soracak Hayyam: Neden Yüce Efendimizin buyruklarında Ekşi ayran helal da güzelim şarap haram? Benden Hayyam'a "selam" söyleyin demiş peygamber, "Sözlerimi yanlış anlamışsa çiğlik eder: Ben şarabı herkese haram etmiş değilim ki Hamlara haramdır doğru, ama olgunlar içer." Mevlana der ki: Hamdım Piştim Yandım Eğer "Pişmenin" ve "Yanmanın" ne demek olduğunu kavrayabilirseniz "Boşvermişiliğinizi" ancak o zaman Hayyam'a benzetebilirsiniz. Aksi halde anlamsız bir benzetme olur bu. Eğer beğendiyseniz Hayyam'ı Okumanızı gerçekten tavsiye ederim. Ben neredeyse bir günde bitirdim tüm dörtlüklerini Ve tekrar tekrar okudukça daha da güzelleşiyor gözümde. Ve diğer beğendiğim ancak yazmadığım dörtlüklerini de buraya yazacağım. Ancak Felsefesinin kabulü o kadar basit ve anlamsız değildir. Derindir... Saygılarımla...
-
Gloria Yakalandı...
Foruma Çevrim Dışı girmeyi adet edinmiş olan Gloria'yı Sonunda Çevrim İçi iken yakalabildik. Ne yazık ki bu başarıyı board ana sayfasında sergilemek isterdik Ancak o kadar hızlı değilmişiz demekki... Tarih: 24 Ağustos 2007 Saat: 10:48 Yer : Tengeriin Boşig Üye Profili
-
Sacco & Vanzetti
Here's to you Dulce Pontes & E. Morricone Ballad of Sacco & Vanzetti