Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. *** BÖLÜM III Nasıl Bir İşte Çalışmayı Tercih Ediyorsunuz? Kişilere seçenek verilirse, çoğumuz hangi işlerden hoşlandığımızı ve o işi nasıl yapmak istediğimizi biliriz. Bu ilke çoğumuz için geçerlidir. Bazıları düzenli çalışmaktan hoşlanırlar Ötekiler fikirlerini ve yaratıcı güçlerini gerektiren işleri benimserler. Bazıları başkaları ile beraber çalışmakta güçlük çekerler, fakat nedenini bir türlü anlayamazlar. İş tercih profillerini kıyaslamak ve kişinin işini nasıl yürüttüğünü tartışmak çok yararlı olabilir. Böyle bir tartışma sonucu karşınızdakinin tercih ve becerilerini anlayabilir, birbirinizi tamamlayabilirsiniz. Yönetimde yükseldikçe hem sistemli, hem de yaratıcı olmak zorundasınız. Bu nedenle bir yaklaşımınız güçlü, diğeri zayıfsa, zayıf olan yönünüzü tercihlerinize aykırı düşse bile geliştirmeye çalışmalısınız. İş Seçimi Çoğu insanın, onları belli bir mesleğe çeken ya da iten bir takım kişisel nedenleri vardır. Kendi işinizi düşünün! İşinizden memnun musunuz? Kaç kez iş değiştirdiniz. Çoğumuz bizi ilgilendiren konularda meslek seçeriz. İyi bir ekip oluşturma; Bir yöneticinin görevi kişinin tek başına etkili bir biçimde yapamayacağı bir işin bir ekip oluşturmaktır. Bu yüzden her ekipte beceri ve yeteneklerin dengede olması gerekir. Satıcı: Kafasında iyi bir fikri olan ve bu fikri başarıya ulaştırmak için büyük riskleri göze alan kişidir. Yenilikçi: Yenilikçi de bir çeşit kaşiftir. Ama büyük riskleri göze almaktan kaçınır. Yenilikçi yeni fikirler üretir. Uyumcu: Uyum sağlamaktan hoşlanan kişi ya da koordinatör. Standartların, değerlerin ve ilkelerin üzerinde önemle durur. Temelde düzenli kafa yapısına sahiptir. Düzenleyici: Bu kontrolcü tip, ötekinin tam tersine sistemleri yürütmekten, makine, para ve diğer somut şeyleri düzenlemekten hoşlanan kişidir. Bu da ayrıntılarla uğraşmayı sever, kurallara önem verir. Siz dairenin neresindesiniz? *** BÖLÜM IV Kendinizi Nasıl Görüyorsunuz? Kendimizi zeki, yetenekli ve bilgili görürsek, sabırsız, kararsız, yavaş ve yetersiz kişilerden daha farklı görürüz. O yüzden kendi görüntümüz, sürdürdüğümüz yaşam tarzının temelidir. Kişisel Tercih İndeksi: Toplumsallık Puanı: Bazıları arkadaşlıktan ve başkalarının yakınlıklarından hoşlanır. Görünmeyi tercih ederler. Böyleleri çevrelerindeki kişilere açık olurlar. Patronun personeli üzerinde kesin tavrı olmalıdır. Personel, patronla eşit olmadığını hissedecek, ama eşitmiş gibi konuşabilecektir. Güç Puanı: Gücün ne anlama geldiğini anlamak için kendi işletmenizi düşünün. Öteki departmanlarla kıyasla, kararlar üzerinde söz sahibi misiniz? İş dağılımı, bütçe, terfiler ve ücret artışları konusunda karar kimdedir? Bir işletmede güçlü kişi çalışanları ve kaynakları etkileyen kişidir. Kendi istedikleri yapıldıkça, çoğu insan seve seve gücü başkalarına verir. Asıl güçlü kişi, kendi kararlarını onaylamayanlar konusunda tedbir yetkisine sahip olanlardır. Kullanış biçimi çok önemlidir. Astlar, yöneticiyi, adil davranışlarına bakarak yargılarlar. Mc.Celelland ‘Yöneticilik görevi, işleri tek başına daha iyi yürüten birinden çok, başkalarını etkileyebilen birini gerektirir’ Burnham ‘Dahası yöneticinin yetki arzusu, başkaları tarafından sevilme arzusundan fazla olmalıdır’. Ellerindeki gücü iyi kullanan önderler, aynı zamanda insan ilişkilerine de önem vermişlerdir. Modern işletmelerde artık güç ve otoritenin yerini, sorun çözebilen yetenekler almışlardır. Başarı Puanı: Yüksek başarı puanı, sizin işe yaklaşımınızı gösterecektir ve çok çalışmaya hazır başarı kazanmak isteyen yüksek hedefleri olan kişidir. Başarılı bir yönetici kendisi ve ekibi için ulaşılması mümkün ama çaba gerektiren hedefler saptamaktadır. Ne Yapmalısınız? Toplumsallık: Geliştirmek istediğiniz becerinizi saptayın. Örneğin, mülakat, toplantılarda konuşma, iş yemeklerinde rahat olabilme gibi... Sonra yeni fikirlerinizi yavaş yavaş uygulayın. Örneğin, karakter olarak kapalı birisi iseniz, girgin biri olmaya kalkışmayın. Ama açık sorular sorarak ilişkilerinizi geliştirebilirsiniz. Güç: Güç ve yetkiyi çoğaltmanın tek yolu, terfi etmektir. Terfinizdeki en büyük faktör, şimdiki işinizde gösterdiğiniz başarıdır. Başarı: Daha çok üretmek istiyorsanız, size neyin engel olduğunu bulmaya çalışınız. Bilgi, teknik, teknoloji ya da kaynak eksikliği mi? İşletme içindeki engellere bakın. Sorunları belki de kolaylıkla çözebilirsiniz. Başarılı kişiler, başaracaklarına inananlardır. ***
  2. *** BÖLÜM II Çalışma Hayatınızın Neresindesiniz? Yönetim basamaklarında yükseldikçe sonucu beklemekte zorlaşır. Olayları mümkün olduğunca önceden görmek ve plan yapmak icabeder. Hepimizin davranışlarımızı etkileyen planları vardır. Ama bilincinde değilizdir. İlk işiniz neydi? Şimdiki işinize benziyor muydu? Bu soralar cevap aranabilir: Bir örnek: Mühendisler ve yöneticiler: Soru: ‘Neden mühendislerimizi yönetici durumuna gelip terfi edince başarılarında bir düşüş oluyor’? Mühendislerle, işlerindeki değişiklik hakkında konuştum. Mesleklerinde dönüm noktasına gelmişlerdir. Çoğu huzursuzdu. ‘Saatlerce toplantılarda oturmaktan başka bir şey yapmıyorum’ dedi birisi ‘Yönetici olduğumda ne yapacağımı bilediğim için kendimi suçlu hissediyorum’ dedi diğeri. Şimdi mühendislerden teknik bilgilerinden ziyade planlama, programlama, insan ilişkileri ile ilgili konular isteniyordu. Neredesiniz? Kendi durumunuzu düşünün. Dönüm noktasına mı yaklaşıyorsunuz, yoksa şu anda o noktadan geçmek temisiniz. Sizinle aynı düzeyde olan iş arkadaşlarınızla toplanın ve onların neler yaptıklarını, yeni işe nasıl yaklaştıklarını görmek için seminer düzenleyin. Başkalarının sizden beklentileri, sizin yönetim görevlerinizin gerçeklerini anlamanızda çok yararlı olabilir. Yakınınızda ki kişilerin beklentileri olması, size baskı yaptıkları anlamına gelir. Sizden maddi bir şeyler bekleyeceklerdir. Toplantılara katılmanızı bekleyeceklerdir. Beklentilerin planlanması; bir süre, örneğin üç ay zaman tanıyın, neler yapılması lazım geldiğini belirtin. Ancak toplantılar düzenleyerek ve sorunları konuşarak baskı ve beklentilerle başa çıkılabilir. Yöneticilerin çoğu zanlarını işle ilgili planlar hazırlamakla geçirirler. Aynı ilke, kendinizi yönetmekte de geçerlidir. Yönetimde yükseldikçe hiçten bir şeyler oluşturabilme’ yeteneği daha çok önem kazanmaktadır. ***
  3. *** BÖLÜM I Ne tür bir işiniz var? İnsanlar Ve Zaman:Burada kime ne kadar zaman ayırdığınızı düşünebilirsiniz. Zamanınızı nasıl ölçersiniz. Olayları kayda geçirmenin, her dakikayı kaydetmenin dışında daha kolay bir zaman izleme yöntemi vardır. Faaliyet analizi: Bu analizde işinizin belli bölümlerini içerdiğini kendi tecrübelerinizden bildiğiniz önemli faaliyetleri saptayın. Sonra, her faaliyete ayırdığınız zamanı günlüğünüze kaydedin. Unutmamak için her saat başı, o önemli faaliyeti yazın. Bir yöneticide aranması gereken en büyük özellik, konuşma becerisidir. İkincisi de yöneticilerin kendi zamanlarını planlamada güçlük çekmeleridir. Yönetim rolleri aşağıdaki gibidir: 1-Şef, 2-Grup lideri, 3-Aracı, 4-Bilgi, 5-sözcü, 6-Girişimci, 7-Kaynak dağıtan, 8-Sorun çözen, 9-Pazarlıkçı, 10-Kişisel. Bunları düşünüp gelecek yıl şu sorulara cevap aramalısınız. 1-Gelecek yıl şu işlere daha az zaman harcamalıyım: 2-Gelecek yıl şu işlere daha fazla zaman harcamalıyım: 3-Gelecek iki, üç ay içinde başarmayı planladığım en önemli şeyler şunlardır. Yaptıklarınızı yazmak, anlaşılması çok güç olan şeyleri açıklığa kavuşturmanın bir yoludur. Bir yöneticinin görevi önce kendisini, sonra diğerlerini organize etmektir. -Zamanınızı alan başlıca faaliyetler nelerdir? -ilerleme için hangi engelleri aşmak zorundasınız? -Rolünüzü geliştirmede ne gibi seçenekleriniz var? Görevlerin değerlendirilmesinde, yapıcı bir yaklaşım: 1-Gözden geçirilen dönem içerisinde, astınıza yaptığı önemli işlerin bir listesini hazırlamasını isteyin. Bu dönem, üç ile altı ay, en çok bir yıl olmalıdır. 2-Toplantının ilk bölümünde olumlu yönler üzerinde durun. Bunların nasıl daha fazla geliştirilebileceği üzerinde plan yapın. 3-Zayıf, eksik bölümleri sona bırakın, ona soru sorarak sebeplerini araştırın. 4-Yöneticinin, konuları astıyla eğitim ya da rehberlik çerçevesinde tartışması önemlidir. Yönetici, astı istediği sürece onu eğitmeli, astının hedefinden sapma görürse rehber olmalıdır. İşinizi bilin Bazen çok konuşur, hiçbir iş yapmayız. Ama bazen de yeterince konuşmayız. Bana kalırsa yöneticiler ve astları yönetimin rolünün ne olduğunu ve görevlerin nasıl yerine getirilmesi gerektiğini aralarında oturup konuşmuyorlar, sonuç olarak her şey ile ilgili kişilerin davranışlarına bağlıdır. Bu yüzden yöneticinin olumlu bir davranış ortamı oluşturması çok önemlidir. ***
  4. *** BÖLÜM I Ne tür bir işiniz var? İnsanlar Ve Zaman:Burada kime ne kadar zaman ayırdığınızı düşünebilirsiniz. Zamanınızı nasıl ölçersiniz. Olayları kayda geçirmenin, her dakikayı kaydetmenin dışında daha kolay bir zaman izleme yöntemi vardır. Faaliyet analizi: Bu analizde işinizin belli bölümlerini içerdiğini kendi tecrübelerinizden bildiğiniz önemli faaliyetleri saptayın. Sonra, her faaliyete ayırdığınız zamanı günlüğünüze kaydedin. Unutmamak için her saat başı, o önemli faaliyeti yazın. Bir yöneticide aranması gereken en büyük özellik, konuşma becerisidir. İkincisi de yöneticilerin kendi zamanlarını planlamada güçlük çekmeleridir. Yönetim rolleri aşağıdaki gibidir: 1-Şef, 2-Grup lideri, 3-Aracı, 4-Bilgi, 5-sözcü, 6-Girişimci, 7-Kaynak dağıtan, 8-Sorun çözen, 9-Pazarlıkçı, 10-Kişisel. Bunları düşünüp gelecek yıl şu sorulara cevap aramalısınız. 1-Gelecek yıl şu işlere daha az zaman harcamalıyım: 2-Gelecek yıl şu işlere daha fazla zaman harcamalıyım: 3-Gelecek iki, üç ay içinde başarmayı planladığım en önemli şeyler şunlardır. Yaptıklarınızı yazmak, anlaşılması çok güç olan şeyleri açıklığa kavuşturmanın bir yoludur. Bir yöneticinin görevi önce kendisini, sonra diğerlerini organize etmektir. -Zamanınızı alan başlıca faaliyetler nelerdir? -ilerleme için hangi engelleri aşmak zorundasınız? -Rolünüzü geliştirmede ne gibi seçenekleriniz var? Görevlerin değerlendirilmesinde, yapıcı bir yaklaşım: 1-Gözden geçirilen dönem içerisinde, astınıza yaptığı önemli işlerin bir listesini hazırlamasını isteyin. Bu dönem, üç ile altı ay, en çok bir yıl olmalıdır. 2-Toplantının ilk bölümünde olumlu yönler üzerinde durun. Bunların nasıl daha fazla geliştirilebileceği üzerinde plan yapın. 3-Zayıf, eksik bölümleri sona bırakın, ona soru sorarak sebeplerini araştırın. 4-Yöneticinin, konuları astıyla eğitim ya da rehberlik çerçevesinde tartışması önemlidir. Yönetici, astı istediği sürece onu eğitmeli, astının hedefinden sapma görürse rehber olmalıdır. İşinizi bilin Bazen çok konuşur, hiçbir iş yapmayız. Ama bazen de yeterince konuşmayız. Bana kalırsa yöneticiler ve astları yönetimin rolünün ne olduğunu ve görevlerin nasıl yerine getirilmesi gerektiğini aralarında oturup konuşmuyorlar, sonuç olarak her şey ile ilgili kişilerin davranışlarına bağlıdır. Bu yüzden yöneticinin olumlu bir davranış ortamı oluşturması çok önemlidir. *** BÖLÜM II Çalışma Hayatınızın Neresindesiniz? Yönetim basamaklarında yükseldikçe sonucu beklemekte zorlaşır. Olayları mümkün olduğunca önceden görmek ve plan yapmak icabeder. Hepimizin davranışlarımızı etkileyen planları vardır. Ama bilincinde değilizdir. İlk işiniz neydi? Şimdiki işinize benziyor muydu? Bu soralar cevap aranabilir: Bir örnek: Mühendisler ve yöneticiler: Soru: ‘Neden mühendislerimizi yönetici durumuna gelip terfi edince başarılarında bir düşüş oluyor’? Mühendislerle, işlerindeki değişiklik hakkında konuştum. Mesleklerinde dönüm noktasına gelmişlerdir. Çoğu huzursuzdu. ‘Saatlerce toplantılarda oturmaktan başka bir şey yapmıyorum’ dedi birisi ‘Yönetici olduğumda ne yapacağımı bilediğim için kendimi suçlu hissediyorum’ dedi diğeri. Şimdi mühendislerden teknik bilgilerinden ziyade planlama, programlama, insan ilişkileri ile ilgili konular isteniyordu. Neredesiniz? Kendi durumunuzu düşünün. Dönüm noktasına mı yaklaşıyorsunuz, yoksa şu anda o noktadan geçmek temisiniz. Sizinle aynı düzeyde olan iş arkadaşlarınızla toplanın ve onların neler yaptıklarını, yeni işe nasıl yaklaştıklarını görmek için seminer düzenleyin. Başkalarının sizden beklentileri, sizin yönetim görevlerinizin gerçeklerini anlamanızda çok yararlı olabilir. Yakınınızda ki kişilerin beklentileri olması, size baskı yaptıkları anlamına gelir. Sizden maddi bir şeyler bekleyeceklerdir. Toplantılara katılmanızı bekleyeceklerdir. Beklentilerin planlanması; bir süre, örneğin üç ay zaman tanıyın, neler yapılması lazım geldiğini belirtin. Ancak toplantılar düzenleyerek ve sorunları konuşarak baskı ve beklentilerle başa çıkılabilir. Yöneticilerin çoğu zanlarını işle ilgili planlar hazırlamakla geçirirler. Aynı ilke, kendinizi yönetmekte de geçerlidir. Yönetimde yükseldikçe hiçten bir şeyler oluşturabilme’ yeteneği daha çok önem kazanmaktadır. ***
  5. *** NASIL BİR YÖNETİCİSİNİZ ... *** GİRİŞ : Yöneticiliğe Yaklaşımınız Nasıl? Ne tip bir yöneticisiniz? Yöneticiyi, başkalarının yaptıkları işten sorumlu kişi olarak tanımlıyoruz. Herkesin çalışma yolu farklıdır, başarılı olabilmesi için güçlü yönlerini geliştirme, zayıf yönlerini de en aza indirmesi gerekir. ‘Yöneticiler eğitilebilir mi?’ sorusuna evet diye cevap verilebilir. Her insan fıtratına göre yönetim tarzı sergiler. Zeka, öğrenimle bir noktaya getirilse de, önemli bölümü anne ve babamızdan kalıtımsal olarak kalmaktadır. Acaba bir okulu idare eden yönetici, aynı şekilde fabrikayı da idare edebilir mi? Yazar, bütün koşullarda ve farklı durumlarda etkili olabilecek bir önderin var olmadığını ileri sürüyor. Kişilerin yeteneklerini ortaya çıkarıp ona göre istihdam edilmesi gerekmektedir. Kişi, beceri ve yeteneklerini geliştirip daha çok öğrense de kolay kolay kişiliğini ve çalışma biçimini değiştiremez. Yöneticinin görevleri nelerdir? Yönetim işetmenin can damarıdır. Yöneticinin eski otoritesi zayıflamıştır. Çoğunluk otoriter kişilerden hoşlanmamaktadır. Kişiler bu saygıyı ilerindeki başarı ile kazanmak zorundadırlar. Bu gün artık ‘rıza’ yoluyla yönetim çağını yaşıyoruz. Steward, yaptığı araştırmalarda yöneticilerin vakitlerini % 75’ini başkaları ile konuşarak geçirdiğini saptamış. Bu yönden, konuşma yeteneği yönetici için önemlidir. Yöneticiler hem konuşmayı, hem dinlemeyi bilmelidirler. Dikkat! ‘Bu kitabı kendi kendinize uygulamanız gerekmektedir. Kitaba hiçbir katkıda bulunmayıp, okuyanlar ondan bir şeyler istifade edemezler. Kitap sizden çok şey istemektedir. Ancak, bütün testleri buraya kaydetmemiz zor olduğu için bu size bir fikir verebilir. ***
  6. *** I.BÖLÜM: ‘Sorun Sızdırmayan Bölmelerde Yaşayın’ Başlığının kullanıldığı bölüm:Burada 1871’yılının baharında Montreal Hastanesi’nde stajyer tıp öğrencisi olan ve geleceğini, bir de nasıl para kazanacağını düşünüp üzülen ve daha sonra 11 kelimelik bir sözcüğü okuduktan sonra üzülmeyi bırakıp kendi adına belirlediği amaç doğrultusunda yapması gerekenlere çalışan William Osler’in hayatı ve ünlü bir doktor oluşunu anlatır. Osler daha genç ve yalnız bir öğrenci iken nasıl hayatta yaşayacağını ve zengin olacağını düşünerek çok üzülür ve hayatını kaosa sokar. Bu arada 11 kelimelik şu cümleyi bir kitapta okuyunca onun hayatı değişir. Devrinin en iyi doktoru olur. Ve öldükten sonra hayatı iki ciltlik bir eserde yayınlanır. Bu sihirli söz:‘Asıl görevimiz uzaktaki belirsiz şeylerle uğraşmak değil elimizdeki belli olanla ilgilenmektir’. Sözüdür. Osler bu sözün etkisinde kalarak geçmiş hatalarını ve kötü olayları unutup geleceğe bakmıştır. Ayrıca gelecekle ilgili tüm korku ve endişelerini bırakmıştır. Böylece kendi deyimiyle ‘Sorun sızdırmayan bölmeler’ oluşturmuştur. Ve kendi anını, hayatın bulunduğu anı yaşamaya ve elindeki imkanları değerlendirmeye çalışmıştır. Bu teknikle Osler genç bir asistanken, Oxford Üniversitesi Tıp Profösörü olmuş, Britanya Kralı ona şövalye ünvanı vermiştir. Bu konuda Said Nursi hazretleri: ‘Sabrınızı geçmiş ve geleceğe dağıtmayın’ demektedir. Şeytan insana gelecekte yapacağı işleri çok göstererek sanki onların hepsini o anda yapacakmış gibi bir ruh sıkıntısı vermektedir. Bundan dolayı geçmiş ve gelecek, insan olarak bizi ilgilendirir. Fakat daha gelecek gelmemiş; geçmiş ise bitmiştir. Bizim için önemli olan şimdiki andır. Onu değerlendirirsek, başarıya ulaşırız. II.BÖLÜM Herhangi bir kötü olay karşısında insanın üzüntüsünü nasıl yenmesi gerektiği Amerikalı ünlü işadamı ve aynı zamanda Cornegie’nin öğrencileri olan bu kişilerin hayatlarından örnekler verilerek anlatılır. Herhangi bir üzüntüden kurtulmanın sihirli yöntemini bu sefer işadamı Willies Corrier’in hayatından anlatacaktır. Bu kişi hava soğutma sisteminin mucidi ve şu andaki Corrier Klimaları’nı üreten şirketin sahibidir. Corrier bir şirkette çalışmaktadır. Burada kendisinden gaz temizleme sistemi kurmasını isterler ve bunun maliyeti şirketin neredeyse yarı fiyatıdır. Ama başarılı olursa karlı bir iştir. Carrier bu sistemi uygulamaya başladı. Fakat başarısız oldu. Hem şirket çok büyük kayba uğradı. Hem de kendi kariyeri sıfırlandı. O, buna çok üzülmüş bir şekilde, yerinden kımıldayamıyordu. Bu ortamdayken üzüntüyle hiçbir yere varamayacağını anlayarak üç basamaktan ibaret olan şu yöntemi uyguladı. 1-Olayı inceleyip, en kötü olasılık nedir? Bunu araştırmak. 2-Gerekirse bu en kötü olasılığa hazırlanmak. 3-Sonra sakince zararı azaltmanın yollarını aramak. Bu yöntemle işe eğilen Carrier 20.000 Dolar zarar yerine 15.000 dolar kar elde etti. III.BÖLÜM Üzüntü size ne getirir? Yazar, ‘İşadamları ve yöneticiler işlerinden ve kişilerden dolayı çok üzülmekte ve bunun etkisiyle genç yaşta ölmektedirler’ diye yorum yapmaktadır. Mayo Clinic’den doktor Alvarez, ülser ağrılarının sinirsel gerilimin şiddetine göre arttığını ve azaldığını söylemektedir. Platon, doktorların en büyük hatasının hastaları ile ruhsal ve fiziksel olarak ilgilenmeleri olduğunu söyler. Platon’a göre ruh ve beden bir bütündür.Carnegie tıp biliminin gerçeği kabul etmek için iki bin yıl beklemesi gerektiğini ve buna bağlı olarak da ‘Psikosomatik’ adlı hem ruhsal, hem bedensel tedavi biliminin yeni geliştiğini söylüyor. Montaigne, Bordeaux’ya belediye başkanı seçildiğinde ‘sorunlarınızı ciğerlerimle değil ellerimle çözeceğim’ demişti. Cornell Üniversitesi Tıp doktorlarından Russel Lecid eklem hastalıklarının sebebini şöyle açıklıyordu: 1-Ailede geçimsizlik 2-Para sıkıntısının getirdiği üzüntü 3-Yanlızlık ve sıkıntı 4-öfke. Çin Derebeyleri tutsak aldıkları düşman askerlerinin ellerini ve ayaklarını bağlayarak bir su fıçısının altına koyarlar, oradan bir delik açarak, tutsağın başına küçük su damlacıkları bırakırlar ve tutsağı çıldırtana kadar bunlar devam ederlermiş. Doktor A. Carrel ise:‘Modern şehirlerin kargaşası içinde kendini rahatlatabilen insan sinir hastalıklarına karşı aşılanmış sayılır’ diyor.Carnegie üzüntü, stres ve iç sıkıntısının verdiği maddi ve manevi tesirin önlenmesi için yukarıdaki örnekler gibi yaşanmış olaylardan örnekler vererek insanın kendini üzüntü kurbanı yapmaması gerektiğini söyler. Yazar, yaşam ve olaylar karşısında insanoğlunun üzülüp, bunalıma girmesi gibi kötü sonuçların önlenmesi için örnekleri Amerika’da yaşayan ve Hıristiyan olup inancı yarım olan insanlar üzerinde durmaktadır. Halbuki Müslüman olan bir insan Allah’a inanmış, tam tevekkül etmiş ve kainattaki tüm olayların Allah’ın kudretinde olduğuna inanmaktadır. Bir sineği O (c.c.)’nun yarattığı gibi, koca bir Güneş’i de O (c.c.) yaratmıştır. Dolayısıyla herşeyde Allah’ın ve kaderin payı vardır. Said Nursi Hazretleri: ‘İman Tevhidi, Tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyn’i iktiza eder’ sözü bize çıkış noktası olmaktadır. IV.BÖLÜM Üzüntü veren sorunları nasıl çözebiliriz? Sorunları çözmenin üç ana yöntemini öğrenerek her türlü üzüntüyle savaşabiliriz. 1-Olayı ve özelliğini kavramak 2-Olayı ve özelliğini çözümlemek 3-Bir karara varıp ona göre hareket etmek. Yazar bu kurallarla üzüntüye ve strese girmiş bir insanın, ondan kurtulmak için önce olayı incelemesi ve daha sonra çözüm kurallarını gerçekleştirmesi gerektiğini söyler. Örneklerle ve yaşanmış olaylarla buna örnek gösterir. Andre Maurois: ‘Kişisel isteklerimize uyan herşey gerçek gibi görünür; uymayan ise bizi öfkelendirir’ demektedir. V.BÖLÜM İşinizle ilgili sorunların verdiği üzüntünün yarısını yok etmenin yolu Carnegie, ‘Sizin üzülmenize sebep olan olayı inceleyerek bir kağıt, kalem alın ve şu soruların cevaplarını yazın’ der: 1-Sorunu inceleyin. Colombia Üniversite dekanı Hawkes’in şu sözünü hatırlatarak, ‘Üzüntünün yarısı, sorunu yeterince anlamadan çözmeye çalışmaktan kaynaklanır’ demektedir. 2-Elde ettiğiniz bilgileri yeterince inceledikten sonra karar verin. 3- Kararınızı verince hemen harekete geçin. Olası sonuçları düşünüp kuşkuya kapılmayın. 4-Eğer uygulamada herhangi bir kuşku oluşursa şu soruları cevaplayın: a-Sorun nedir? b-Sorunun nedenleri nelerdir? c-Olası çözüm yolları nelerdir? d-Sizin öğrendiğiniz en iyi çözüm yolu nedir? VI.BÖLÜM Üzüntüyü kafanızdan çıkarmanın yolları Üzüntüye zaman kalmıyor. II.Dünya savaşının en kızgın zamanında Churchill günde 18 saat çalışırken üzerine aldığı sorumluluktan dolayı üzülüp, üzülmediği sorulunca ‘fazla meşgulüm, üzülmeye zamanım kalmıyor’ cevabını vermişti.Doktor Cabott ‘Üzüntünün en iyi ilacı çalışmaktır’ diyor. Öyleyse üzüntüyü yenmenin birinci kuralı ‘Boş kalmayın acı sizi yutmadan eyleme başlayın’ VII.BÖLÜM Kuruntuya kapılmayın. En korkunç felaketlere göğüs gereriz fakat parmağımızın ağrıması gibi küçük şeylere yeniliriz. Harry Vane’nin başının kesilmesi sırasında giyotinin bulunduğu platforma çıkınca cellattan bıçağı, ensesindeki çıbana dokundurmamasını istemişti. Dolayısıyla küçük sorunların yaşamımızı zehir etmesine izin vermemeliyiz. Unutmamak gerekir ki yaşam küçük şeylerle uğraşmaya değmeyecek kadar kısadır. VIII. BÖLÜM Üzüntülerinizin önemli bir bölümünü yok edecek bir yasa: Olaylar karşısında sakin, dikkatli ve hoşgörülü olmak gerekir. Sinirlenildiği zaman telaşlanma olayını bir kez ayrıntıları ile düşünelim. Niçin üzülüyorsun? Üzüntüyü yenecek diğer kural ‘Kayıtlara bakalım, sonra soralım kendimize’ olasılıklar yasasına göre beni üzen olasılığın gerçekleşme olasılığı nedir. IX.BÖLÜM Kaçınılmaz olan şeylerle işbirliği yapın. Hepimiz yıllarca hoş olmayan birçok durumla karşılaşırız. Bunlar başka türlü olamaz. Önümüzde iki seçenek var: Ya onları zorunlu diye kabul edip alışacağız ya da isyan edip yaşamımızı zehir edeceğiz. William James: ‘Öyle olmasını kabullenin, olayları kabullenmek, hoş olmayan sonuçları önlemeye doğru atılan ilk adımdır’. Epiktetos dokuz yüzyıl önce ‘Mutluluğun tek bir yolu vardır. O da irademizin gücünden üstün olan şeylere üzülmekten vazgeçmektir’ demiştir. CARNEGİE bu bölümde yaşamış birçok örnek vererek ve Batıllı filozoflardan okuduğu kitaplardan öğrendiği hayatla ilgili fikirleri yazmıştır. Müslümanlıkta Kader İnancı’nın bir nevi açıklamasını yapmaktadır. Tevekkül eden, olaylar karşısında Allah’a sığınan insan mutlu olur. Hem de iki saadeti birden elde eder. Hem dünya, hem ahiret saadetini. Böylece diğer kural; ‘Üzüntü sizi yenmeden siz onu yenmek isterseniz zorunlu şeylerle işbirliği yapın’ X.BÖLÜM Kaygılarınıza ‘Dur’ demeyi bilin. Bir olayın gerçek değerini saptayıp, ona göre davranmak, zihni rahatlığa kavuşturan en önemli etkenlerden biridir. Bunun için, ‘Üzülmeye neden olan şeyin gerçek değeri nedir? Ve bu olaya ne zamana kadar üzülmeliyim?’ Bu soruları cevaplayarak üzüntünün insanın hayatını mahvetmesine izin vermemek gerekir. XI. BÖLÜM ‘Talaş biçmeye çalışmayın’. Geçmişte meydana gelen olaylar, bitmiştir. Bugün artık onların tesirinde kalmanın hiç bir olumlu tesiri olmayacaktır. Yani ‘Talaş biçilmez’. Çünkü daha önce biçilmiştir. Geçmiş de öyledir. Olmuş bitmiş şeylere üzülmeye başlamak talaş biçmeye uğraşmak gibidir. Onun için insanların gözyaşlarını boş yere dökmesinin gereği yoktur. Tabii ki hepimizin yanlışı, kabahati olmuştur. Olsun! Kim yanlışlık yapmamış ki Napoleon bile önemli savaşlarının üçde birini kaybetmiştir. Belki bizim yanlışlarımız Onunkinden daha kötü değildir. XII.BÖLÜM İnsanın huzur ve mutluluk getirecek ruhsal ve zihinsel yapıya ulaşması gerekir. Bunun için de insan kendini devamlı mutlu kılmalıdır. Yoksa hem yaptığı işte, hem de insanlarla arasındaki ilişkilerde başarısız olur. XIII.BÖLÜM ‘Kin tutmanın büyük bedeli’ Shakespeare: ‘Düşmanınız için öyle çok kızdırmayın ocağı. Çünkü o ocak sizi yakacaktır’ demektedir. Yani kin tutan ve nefret eden insana bunların çok zararı vardır. Bunun için. ‘Düşmanlarımıza kin beslemeyelim. Aksi halde onlar verdiğimiz zarardan fazlasını kendimize veririz. ‘Sevmediğiniz insanları düşünmeye bir dakika bile harcamayın’. ***
  7. *** ÖNSÖZ Kitap Türkiye'de halk katındaki dinsel inançların siyasal eylemi etkilendirmesine ilişkin bir kavramlaştırma modeli olarak bilgiler içermektedir. Din'in bir toplum olayı olduğunu, yumuşak ideolojiler arasında insan davranışlarına yön veren bir unsur olduğunu belirtmektedir. Kitap olanı anlatmıştır. Toplumun yapısının anatomisini ortaya çıkarmıştır. Osmanlı İslam toplumunun ve bugün ki Türkiye'nin batı toplumlarından ayrılan bazı özelliklerinin var olduğu gösterilmeye çalışılmıştır. Modern davranış bilimleri olan sosyoloji, psikoloji ve antropolojinin metodlarından bir sentez yapılarak meseleler incelenmiştir. Batılı siyasal bilimcilerden, sosyologlardan, antropologlardan bol bol yararlanılmıştır. Din sosyolojisinin tahlillerinin bir toplumu anlatmadaki imkanlarından yararlanılmıştır. Kitap çok geniş bir alana yayılmıştır. Fikirciliğin topluluktaki etkisi gösterilmiştir. dinin bir toplum olayı olduğu toplumu şekillendirdiği ortaya konulmuştur. Türk halkının ümmet yapısından yeni çıkmış bir toplum olduğu ileri sürülmüştür. Hurafelerin halk katındaki gücü vurgulanmıştır. Halk kültürünün insanların menfaatlerine daha kısa yoldan cevap verdiği örneklerle ispat edilmiştir. Kitap objektif bakış açısıyla, ilmi tahlillerin, metodların ışığı altında yazılmıştır. Kitapda toplumun anatomisi batılı sosyal ilim adamlarının kuramına göre açıklanılmaya çalışılmıştır? Dinin toplumdaki gücünün tam hakkı verilmemiştir. Dinin toplumun bütün sorunlarını çözmede tek başına kesinlikle yetersiz kalacağı ileri sürülmüştür. *** DİN ve İDEOLOJİ: İdeoloji idare edilenler arasında yaygın yönlü fakat sınırlı belirsiz fikir kümeleridir. Bu süreçte insan eylemine yön veren şekillendiren iç yapı vazifesi görür. Yirminci yüzyıl bu açıdan bakıldığında en kesif anlamda ideolojik bir çağdır. Geniş kapsamlı ideolojiler önemini toplumsal eylemle din arasındaki ilişkiler açısından göstermektedir. İdeolojileri sert ve yumuşak olarak ikiye ayrılabilir. Sert ideoloji sistematik bir şekilde işlenmiş temel teorik eserlere dayanan, seçkinlerin kültürüyle sınırlanmış muhtevası kuvvetli bir yapıdır. Yumuşak ideoloji kitlelerin çok daha şekilsiz inanç ve bilgisel sistemleridir. Dinsel inançlar önemli yumuşak ideolojiler arasında yer alır. 1- Siyasal Bilimlerde İdeoloji Araştırmaları: İdeoloji günümüzde artık siyasal bilimlerin toplandığı önemli eksenlerden biri haline gelmiştir. Yani kitle toplumunun belirmesiyle inançlar önem kazanmıştır. Siyasal bilim, insanlar arasında "güzel" ve "iyi"yi anlamanın ve hakim kılmanın bilimidir. Kitle inanç ve tutumlarının-siyasal sürecin ayrılmaz bir parçası sayılması son yirmi yıllarda gelişen "davranışsal" siyasal bilimlerin getirdiği tutumdur. Çünkü davranışsalcılık davranışları olduğu gibi gösterir. Siyasal bilimciler, ideolojileri daha çok Locke, Rousseau veya Marx gibi kimselerin fikirlerinin "melezleşmiş" yozlaşmış şekilleri olarak yorumlamışlardır. Sabine'in Faşizmi ele alış tarzı bunun klasik örneğini teşkil eder. Ona göre Faşizm Hegel'in ve Nietzsch'nin fikirlerinin yozlaştırılmış bir şeklidir. Sabine, bir taraftan Mackinder'den bir taraftan Nietszch'tden ve bir taraftan Hegel'den gelen akımların belli bazı yönlerinin faşistler tarafından niçin seçildiğini, bu karışımın ve yalnız bu karışımın bir toplum şeklinin psikolojik mukavelesini nasıl sağladığını araştırmıyor. Modern bir siyasal bilimcinin yaklaşımı ise meseleyi bu şekilde koymak olurdu. Davranışsal siyasal bilimlerin ana amacı siyasal bilimleri diğer fiziki ve matematik bilimlerin genel kuralları içine sokmak olmuştur. Bu yaklaşıma göre, fizik nasıl maddi varlıklar arasında kural ilişkileri arıyorsa, siyasal biliminde genellik değeri olan kurallar araması gerekir. Böyle bir çaba peşinde koşarken açıklığını kaybetmemesi için yapılacak olan en iptidai ayırımda "olan"ı olması gereken"den ayırmaktır. Böylece davranışsal siyasal bilim, her şeyden önce iki asır önce Hume'nin bulduğu basit bir prensibi kendisine rehber edinmiştir. Bir "olan"dan bir olması "gereken" çıkarılamaza. Başka bir ifade ile, siyasal bilim bilimsel olmak istiyorsa; a- amacı bakımından kendisini sınırlandırmalı ve deneysel olmalıdır. b- Metodu bakımından daha önce bilimsel bir nitelikte ortaya çıkmış olan bilimlere benzemeğe çalışmalıdır. Davranışsal siyasal bilimlerin ideolojileri kapsamasının önemli bir nedeni vardır. Siyasal bilim bir toplum olayını inceler. Toplum yapıları ise, düzenliklerini toplum bireylerinin içinde bulundukları durumları "anlamaları" sayesinde muhafaza ederler. "Anlama"nın insan topluluklarındaki yapısal önemi son yirmi yılda muhtelif şekillerde işlenerek artık sosyolojinin esasları arasına girmiştir. İdeoloji bir anlam kümesi olarak toplumun stratejik fonksiyonlarının birinin başköşesini tutmaktadır. İdeolojileri bu açıdan ele aldığımız zaman onları, insanlara istikamet vermeğe yarayan birer "harita" olarak görürüz. Toplumun mutlaka halledilmesi gereken problemlerinden biri, kişilerin şahsiyetlerinin dengesini sağlamaktadır. Denge her şahsın hayatının ilk yıllarından itibaren kendine tedricen bir "şahsiyet" imal etmesiyle sağlanır. Tam bir kimlik ancak çocukluk ve ergenlik bunalımlarının başarı ile çözülmesiyle ortaya çıkar. Bunalımlardan sağlanan başarı kişinin kimliğine her defasında yeni bir kat ilave eder. İdeoloji bu kimlik tamamlama sürecine iki yerde girmektedir. Bir kere kişinin kendisine imal ettiği kişilik bütünleşmiş bir tutuklar ve davranışlar tümü olduğu bir "iç ideoloji" teşkil eder. Kişinin bu vicdani kılavuzu bir nevi ideolojidir. İkinci planda bu krizlerden bazıları mesela ergenlik krizi, dış alemde bulunan ideolojilerin etkisine özel bir şekilde tabidir. Gençler kendi kişiliklerinin son katını verecek olan cevapları dış alemdeki siyasal ve sosyal ideolojilerde ararlar. İdeolojiler, yönetilenler katında da mevcuttur. Bunu Lane'in çalışmalarında görüyoruz "Sıradan Amerikalı inandıklarına niçin inanıyor? Lane'in gayesi bir New England kasabasında "sokaktaki adam"ın siyasetle ilişkili olarak kafasının içindekileri tespit etmeğe çalışmaktadır. O basit vatandaşın fikri kalıplarının kendi içindeki anlamını atamaktadır. Üzerinde durduğu kişiler her ne kadar nisbeten basit kimseler iseler de dertleri, kaygıları, tutumları ve inançları bir sosyal kimlik meydana getirmektedir. Sokaktaki adamın fikirleri mantıki tutarlılığa sahip değilse de yaşadığı çerçeve içine konduğu zaman bir tutarlık kazanmaktadır. İdeolojinin ortaya çıkardığı bu psikolojik uyum fonksiyonlarının en önemlilerinden biri dinsel fonksiyondur. Lane bu fonksiyonu ideolojik bütününün bir alt kategorisi alarak ele almaktadır. Lane'in denekleri için din, ideolojilerin diğer parçaları gibi gidişine uymak zorunda kaldıkları bir dünyada psikolojik bir denge kurmanın yollarından biridir. Din bir dünyayı anlama ve kendini o dünyada belirli bir yere yerleştirme modeli olarak fonksiyon görmektedir. İdeoloji ve Bilim Sosyolojisi Kendi toplum biliminde ideoloji teorisine o kadar önemli bir yer veren Marx için, ideoloji hala gerçeğin tahrif edilmiş algılarının araştırılmasıyla sınırlandırılmıştır. Marx, burjuva algılarının aşırı "ideolojik" kalıpları ve onların uzun vadede bu sınıfın ortadan kalkmasına yol açacak olan "hakikat"le uyarsızlıkları üzerinde çok durdu. Onun için bilgi, kesin toplumsal şartların "ideolojik refleksi" olduğundan burjuva, dünyayı Pinti Hamit'in dar açısından görmeye mahkumdu. Yönetici sınıfların ideolojik tahrifinin ideolojik niteliğe bürümenin tek şekli olduğu Marx'tan sonraki araştırmaları da etkileyen bir tutumdur. Bilginin toplumsal kökleri hakkında görüşlerimizi genişletmek çabasında bulunmuş Manheim bile öncelikle yönetici sınıfların düşünceleri ile ilgilenmişti. Zamanımızda sosyal bilimlerde kaydedilen ilerlemenin dini "endişe azaltıcı" ve "kişiliği billurlaştırıcı" sembolik bir süreç olarak kavramlaştırmamızı yol açmış ve bu anlamda "yumuşak" bir ideoloji olarak incelenmesinin imkanlarını ortaya çıkarmıştır. Günümüzün dinle uğraşan sosyal antropologlarının ekseriyeti Marx'ın tek yönlülüğüne, aksi istikamette çalışan tek yönlülükle cevap vererek artık dinin otorite strüktürlerini destekleyen yönlerini bir tarafa bırakmaya temayül etmektedirler. Din'i Türkiye'de bir eylem aracısı olarak ele almamız gerekir. Bunun nedeni dinin Türk kültürün de önemli bir unsur olarak belirmesidir. Aralarında seçim kaybetmiş "laiklerin" başta bulunduğu bir kısım politikacılar din faktörünün Türkiye'de karşısına geçilmez bir varlık olduğunu anlatırlar? Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, Türkiye'de fertlerin kişilik ve kimlik krizlerini halletmekte zorluk çekmiş oldukları açıktır. Türkiye'nin değer boşluğu gözleri kamaştıracak kadar belirlidir. "Alt sınıflarda bu değer boşluğu İslami olarak bildikleri itikatlara sıkı sıkıya sarılmak suretiyle halledilmek istenmiştir. *** II. BÖLÜM DİN SOSYOLOJİSİ VE DİNSEL DAVRANIŞ Desroche'un işaret ettiği gibi bir tek din sosyolojisi teşekkül etmemiş her sosyoloğun ilgi alanına göre din sosyolojileri ortaya çıkmıştır. Din sosyolojisinin tekli bir yapısı yoktur. Bu sahada ana tartışmaları ortaya çıkarmış olan düşünürler de din sosyoloğu olarak tanınmış olan kimseler değildir. Bunlar her sosyal bilincinin zaman zaman fikirlerine geri gelmek mecburiyetinde kaldığı iki klasik düşünürdür. Kal Marx ve Sigmund Freud. Marx ideoloji konusuna ilk defa olarak bir din meselesi dolayısıyla önem vermiş olduğunu göstermektedir. Dinle kurulan bu ilişkiyi Marx'ın fikirlerini Feuerbach'a giden köklerinde aramak gerekir. Feuerbach’ın tezinin, esası algılama hakkında bir bulgusuna dayanıyordu. Ona göre var olduğu kabul edilen şeyler algılanabilir veya duyulabilir. Bundan çıkan sonuç şudur. Allah'ın varlığı onun algılanabileceği bir şekil olmazsa ispat edilemez. Böylece ona göre din bilimin kanıtları aslında kör ve etkisiz varsayımlardır. Feuerbach bu görüşleriyle Marx ve Engelsi etkilemiştir. Marx’ın din için "halkın afyonu" tabirini ilk defa olarak kullandığı Hegel'in Hukuk Felsefesinin Kritiği" adındaki makalesi Feuerbach'ın bu fikirlerinin tesiri altında yazılmıştır. Cümlenin tümü oldukça nadir bulunabildiği için kendi başına ilginçtir. "Din, başkasına tabi yaratıkların iç çekişmesi, kalpsiz bir dünyanın kalbi ruhsuz olayların ruhudur. Din halkın afyonudur. Marx'a göre, din eleştirisi genel bir dünya anlayışına yol açmaktadır. İnsan dindeki aldatmacayı anladığından itibaren kendi kendine esir ettiği şartların ortadan kaldırılması zorunluluğunu da anlar. Görüldüğ gibi Marx'a göre ideoloji ile din arasında kuvvetli bir bağ mevcuttur. KÜLTÜR Toplumsal bilimlerin en kaypak ve anlaşılması en zor kavramlarından biri kültürdür. Teknik anlamda kullanılmadığı zaman beraberinde getirdiği çağrışımlar Picasco, Mozart, Beethoven, tiyatro, edebiyat ve sanatla ilgilidir. Fakat teknik anlamda kültürün çok daha geniş kapsamı vardır. Her toplumun toplumsal özelliklerinin bir maddi dayanağı vardır. Mesela, sepet örmenin çok önemli olduğu bir toplumda sepet örebilmek için kurutulmuş saz saplarına veya bir çok ince dallara ihtiyaç vardır. Bu "belli bir şekilde işleme" dal türünden maddi bir olay mıdır, yoksa öğrenilen sembollerle anlatılan bir işlem olması bakımından maddi değil midir? Önemli olan, belirli bir sepet örme veya evlenme veya hükümranlık veya harbetme şeklini toplum içinde nasıl herkes tarafından bilinen, diğer kuşaklara da geçirilen bir model haline geldiğidir. Bunu sağlayan yolların tümüne "kültür" denmektedir. Kültür bütünlerinin bir kere ortaya çıktıktan sonra toplumun, değişen şartları dolayısıyla ihtiyaçları değiştiği zaman bile, kendini devam ettirmeye eğilimli olmasıdır. Mesela, doğum kontrolünün kötü olduğu şeklinde dinsel planda oluşan bir inanç, DDT kullanan ve o sayede o zamana kadar rastlanmadık bir şekilde üreyen bir toplum da başlangıçtaki toplumu yaşatıcı fonksiyonunu kaybettiği halde, kendiliğinden meşru inanç olmaktan çıkmaz. *** III. BÖLÜM DİN SOSYOLOJİSİ AÇISINDAN İSLAM Bu konunun amacı islami inançların Türkiye'de halk katındaki gelişme şeklinin etkilerini incelemektir. Araştırılan alan islamiyetin bugün, Türkiye'de sokaktaki adamın fikri kalıplarını etkileme mekanizmasıdır. Daha uzak amaç bu fikri kalıplar ile toplumsal ve siyasal eylem arasındaki bağları bulmaktır. Bu itibarla islam dinini incelerken onu tümüyle değil, halkın islami inaçlarına ilişkin bazı yönleriyle ele almak gerekiyor. Daha sonra da Türkiye'de bunların nasıl şekillenebilmiş olacakları aranıyor. Kısaca doğmadan çok doğmanın halkın inançlarına bununda toplumsal eylemine olan etkisi araştırılıyor. "Her ne kadar islamiyeti, biz bir din olarak tanımlamaya eğilimliyse de, Peygamberin onu daha çok bir millet olarak tanımlamış olması muhtemeldir. D.S. Margoliut'un bu ifadesi islamiyetin bir millet olarak kavramlaştırılmış olmasının yapı bakımından sonuçlarını bunların neler olduğunu araştırmaya itiyor. Bir sistem olarak islamiyet bu açıdan diğer dinsel sistemlerden nasıl ayrılıyor? İlk başlarda islamiyetin toplumsal yapı bakımından belki en önemli niteliği, kabile ilişkilerinin çok kuvvetli olduğu bir ortamda belirmiş olmasıdır. Fakat islamiyet esas itibariyle mevcut olan bir şehirsel yapının üzerine kurulmuş yapıttır. Fakat bu şehirsel yapı gelişmemiş olduğundan dinin birleştirici rolü burada her zamankinden kuvvetli olmuştur. İslami inancın bu yapısal pekiştirici rolü dolayısıyladır ki islam dininden az da olsa ayrılanlar islam devletinin dışında kalırlar. Bunlar böylece bir anda hem zındık hem toplumdışı ve hem de devlet dışı kişiler olurlar. Dinin islam toplumunda ifa ettiği fonksiyonunun en soyut ve sembolik başka bir ifade ile ideolojik şekli, müminin kendini Allah'a tüm teslimiyeti fikrinde belirir. Bu teslimiyetin özel bir şekli insanın şeriate teslimiyetidir. Teşekkül eden cemaatın başında bir idareci değil Allah'ın kendisi mevcuttur. İslamiyeti kabul eden bir kabile başkanı Peygamber'e "sen bizim hükümdarımızsın" dediği zaman peygamber ona "hükümdar Allah'tır, ben değil" cevabını vermiştir. Bu toplum örgütlenmesinin dinsel bir formüle dayanması olayının örneğin siyaset için olan sonuçlarını bir islamiyet alimi şöyle ifade etmiştir. "İslamiyet Allah'ın dolaysız idaresi milletin üzerinde gözlerini diken ilahın hükümranlığıdır. Diğer toplumlarda civitaş, polis devleti olarak bilinen birlik ve düzen ilkesi islamda Allah tarafından temsil edilir. Allah ortak yarar uğruna çalışan en üst kuvvetin adıdır. Böylece kamu hazinesi "Allah'ın hazinesi" ordu "Allah'ın ordusu" hatta kamu görevlileri bile "Allah'ın memurlarıdır". Allah'ın toplum hayatına nezaret ediciliği islamiyetin ideolojik yönünden biridir. Bunun yanında islamiyetin yanında getirdiği bir diğer özellik toplum içinde örgütlenme şekillerinden bazılarını kabul etmeyişidir. Bunlar Dürkheim'in ikincil yapı adını verdiği kuruluşlarıdr. Şehirlere özerklik verilmemiştir. Şehir Batıda olduğu gibi siyasi bir güce sahip, kendi kanunlarını çıkaran ve özel mahkemeleri olan bir birim değildir. Ele aldığımız bu meselenin diğer bir yönü ise, islam toplumlarında tüzel kişiliğe hiçbir zaman Roma'da tanındığı kadar geniş bir örgütlenme meşruiyet ve hareket serbestisi tanınmamış olmasıdır. Bu ikincil yapıların yerini ümmet yapısına bağlı olarak "tarikat" yapısı görmektedir. Müslüman aleminin özelliklerinden birinin "ümmetçi yapısı olduğu bilinen bir gerçektir. Hatta, Atatürk devrimleri bazen Türkiye'de ümmetçi yapıyor ortadan kaldırmak için girişilmiş bir çaba olarak değerlendirilir. Bunun yerini vatandaş, birey, yurttaş ideolojisi yerleştirilmeye çalışılmıştır. İslamiyette imanın ve ideolojinin oynadığı kapsayıcı rol çok büyüktür. İslamiyet yalnız bir din olarak değil, bir sosyal kimlik aracı olarak çalışmaktadır. Batı toplumlarında toplumsal eylemi şekillendiren bu rollerin yerini islam toplumunun sunduğu islam dininin kapsayıcı talimatlarıdır. Ümmet iyiyi emreder, kötüyü yasaklar. Böylece "İslam toplumlarında, Batı toplumlarında çok daha önemli bir fonksiyonu olan "değer"lerin yerine "normlar" geçmektedir. Kişisel planda tercihler daha azdır. İslam toplumu biraz önce gördüğümüz üzere, bir normlar toplumudur. Bu normlar ise şahısta utancı çok özel şekilde ortaya çıkarır. Burada utanç toplumun beğenmediği bir hareketi yapmış olması dolayısıyla toplumun gazabına uğrayacağı korkusu şeklinde belirir. Burada kendi inançlarını saklar. İnsanın kendi öz inançlarını saklayabileceği onları açığa vurmaması gerektiği bunun tehlikeli bir iş olduğu, ülkemizde, her politikacının bildiği gibi hala geçerli bir düşünce tarzıdır. Söz konusu ettiğimiz safhada önemli bir olay "özdeşleştirme"dir Çocuk çok saygısı veya sevgisi olan birini örnek olarak seçip onun gibi hareket etmek istemesidir. Çoğu zaman bu örnek kişi, baba veya bir diğer akrabadır. İslam toplumlarında babanın abdest alması ise "bismillah" ile başlaması ve günlük yaşantıları ile iç içe geçmiş olan diğer dinsel davranışları, müslümana bir hayat yaşamanın ayrılmaz parçaları oldukları ölçüde, çocuğu aynı şekilde hareket etmeye itecektir. Çocuk islami hayatın gerekleri hakkındaki bilgilerinin büyük bir kısmını bu özdeşleştirme mekanizmasından alacaktır. Yahya Kemal Özdeşleştirme sürecini Türk İslami toplumunda nasıl çalıştığının bize güzel bir tasvirini vermiştir. (Ezansız Semtler). İslam toplumunda tespit edilen insanlar arası birincil ve duygusal ilişkilerin önemi, ümmet yapısından gelen emirlerle desteklenir. Konukseverlik, eşdostla iyi geçinme, dinsel bayramlarda başkalarının yaptıkları kötülükleri bağışlama, sert ilişkiler kurmamaya çalışmak, bütün bunlar islami inancın tamamıyla ideolojik yönünü oluşturan ümmet hissinin telkin ettiği hareketlerdir. Gaza: Ghazw, gazanın kökü Arap kabilelerinin mahalli talan faaliyetlerine verilen addır. Gazi, bu bakımdan bir kabilenin geçim vasıtasını İslam devleti kurulduktan bir kaç yüzyıl sürdürmüş olan bir kimsedir. Max Weber islam dininin bir üst tabaka için talan imkanını veren bir yapıt olduğunu iddia etmiştir. İslamiyetin amaçlarını böylece tanımlamak meseleyi belkide biraz fazla basitleştirmektir. Fakat herhalde cihad islamiyetin başından beri islam toplumunun önemli bir yönünü teşkil etmiştir. İslamiyet uğruna savaşmak, islami toplumlarda çok yüksek sayılan değerler arasında başta gelmektedir. Wittek'in belirttiği gibi kuruluş devrinde Osmanlı İslam’ının her yönü gaza ideolojisi ile girift haldedir. Seyyid Battal Gazi böylece Araplardan Türklere intikal eden bir kahraman haline gelmiştir. İslamiyetin bütün özelliklerini yani: a- Toplumun genel hatlarını tamamlayıcı b- Talimat ve yönverici c- İdeolojik ve kültürel anlamları topluma mal edici d) Kişinin korunmasını sağlayıcı e- İkincil yapıların yokluğunda, toplumsal seyyaliyet sağlayıcı fonksiyonlarının nasıl elde edildiği tarikatların oynadığı rolde görebiliriz. Tarikatlar İslamiyet yayıldıkça onun muhtelif şekillerine tamamen uymayanlar bu uyumsuzluklarının cevabını Ortodoks islam dışında kişinin ve grupların yorumuna açık olan gizemcilikte (mistisizm) onun örgütlenmiş şekli olan sufilikte bulmuşlardır. Sufiliğin kendi içinde kurumsallaşması tarikatların kurulmasına yol açmıştır. Tarikatçıların resmi ulemanın kuru doğru yoldan ayrılmayan kılı kırk yararak sonuçlara varan öğretilerinden ayrıldıkları onlara cazip şekiller verdikleri bilinen bir özelliktir. Edebiyat, sanat gizemcilik bed'i ihtiyaçların büyük bir kısmı tarikatlar tarafından karşılanmıştır. Bilhassa halk arasında tarikat yapısıyla birlikte dinsel kültüre paralel olan heterodoks bir kültür gelişmiştir. Halk arasında Osmanlı devlet sınıfının İranlılaşmış edebiyatının yerini ilahiler rağbet bulmuş, Yunus Emre ona en yakın yazar tipi olmuştur. Karizma Birçok rakip halifeliklerin baştan itibaren halifeliği paylaşmadıkları bir ortamda müslümanların aradıkları asıl meşruiyyet kaynağı islamiyetin şanına uygun bir ortamda sürdürebilecek bir güce sahip olmaktır. Bu güçte karizma olarak nitelenmektedir. *** IV. BÖLÜM OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA YAPI ve KÜLTÜR Osmanlı toplumu iki ana sınıfa ayrılıyordu. Askeri denen ilki saltanat beratı ile padişahın dinsel yetki yada yürütme yetkisi tanıdığı kimseleri, yani saray memurları, mülki memurlar ve ulemayı içine alıyordu. İkincisi reaya olup vergi veren, fakat hükümete katılmayan bütün müslüman ve müslüman olmayan uyrukları içine alıyordu. Şehirlerde lonca zenaatları vardı. Devlet loncaları tüccarların tekelci davranışlarına karşı koruyordu. Tüccar kapitalist oligarşilerinin kurulmasını önlüyordu. Büyük devlet memurlarının olağanüstü yollardan kazanılmış servetleri müsadere edilmesi muhtemeldi. Buda vakıfların kurulmasını teşvik etti. Osmanlı iktisadi kontrol siyasetinin saiki hisbe olduğu kadar askeri yapıyı da desteklemektir. Bunun kanıtı tahıl ticareti siyasetidir. Tüketiciler ve ordu ihtiyacı yararına yalnızca üreticilere baskı yapıldı. "Medeni Toplum" Yokluğu Osmanlıda merkez hükümetinden bağımsız olarak işleyebilen ve mülkiyet haklarına dayanan toplum bölümü görünmüyordu. Hegel bunu medeni toplum diye adlandırıyordu. Hegelde sivil toplum özü teşkilatlanma hürriyeti kavramıdır. Osmanlıda tüzel kişiliğin kurulmasına pek imkan tanınmıyordu. Durkheim ikincil yapıları toplumda yerini alamamıştı. H.Ar. Gibb ikincil yapıların en yakın Osmanlı karşılığını tasvir etmiştir. Esnaf loncaları köy kurulları ve göçebelerin aşiret teşkilatları. Osmanlıda statücülük ve bürokrasi çok yaygındı. Kısaca Osmanlı sistemi yayılmışlıkta hafifletilmiş statü sistemi diye nitelendirilebilir. Temelde tüzel kişilik kavramı vakıf kurumuna münhasırdı. Devlet buna haklı bir şüpheyle bakıyordu. Zira memurlar bunu kişisel servetlerini devletin müsaderesinden kaçırmak için kullanıyorlardı. Katı statü düzeni iki kültürün oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bunlardan ilkine saray kültürü, diğerine de taşra kültürü denebilir. *** V. BÖLÜM CUMHURİYET DEVRİNDE "VOLK" İSLAMI Cumhuriyet dinin toplumun şekillenmesinde görev dışı ilan edildiği bir dönem olmuştur. İdeolojilerle toplum hayat, tanzim edilmek istenmiştir. Halk kültürü ile aydınlar kültürü arasındaki farklılık Cumhuriyet Türkiye’sinde de sürdürüldü. Halkla alakalanan yazarlarımız bile halkın cehaletini göstermeğe çalışmışlardır. Medeniyet arama salt seçkinler katında yürütülen bir faaliyet olmuştur. Halk dini seçkinler dışlanmıştır. Halk İslamı kuraldışı sayılmıştır. Fakat halk kişiliğini kendi değer yargılarına göre tanımlamaya devam etmiştir. Kemalizm kültürün kişilik yaratıcı katında yeni bir anlam yaratmadığı ve yeni bir fonksiyon görmediği için bir rakip ideoloji rolünü oynayamamıştır. Kemalizmin bir diğer zaafı dine rakip olabilecek ideolojilerin ortaya çıkmasına müsaade etmemiş olmasıdır. Ümmet Dünya Görüşü Ümmet dünya görüşünün Cumhuriyet aydınlarına tevarüs etmiş olan şekli sosyal hakikatlerin basit hakikatler oldukları fikridir. Bundan dolayı kendi içinde bir anlam taşımayan "hurafe" kavramı ülkemizdeki birçok aydınlar için yeterli bir izah teşkil etmektedir. Fakat bu hurafelerin bir sistemi olduğu da karşısına geçilmez basit bir gerçektir. VI. BÖLÜM AMPİRİK KANITLAR 1- Din sosyolojisi bakımından a- Dinin gerek kişi katında gerek toplum yapısı katında bir fonksiyonu vardır. b- Dinin kişi katındaki etkisi şudur. Kişi din aracılığıyla kontrol altına alamadığı bazı kuvvetlere tabi olduğu hissine karşı bir kişisel güvenlik mekanizması kurar. c- Dinin toplum katındaki fonksiyonu *Etrafındaki dünyayı anlamasına yarayan bir model temin etmesinde *Toplum ilişkilerini pekleştiren yönler vermesinde belirir. 2- İslami inanç bakımından a- Dinselle dinsel olmayanı islamiyet ten birbirinden ayırmak zordur. Herhalde kişinin sosyal kimliği dinsel kalıplarla teşekkül eder. b- Dini doğmanın islami toplumlarda ideolojik bir mütenazırı vardır. O da ümmet dünya görüşüdür. c- İslamiyet’te seçkinler dini-halk dini şeklinde başlangıçtan beri bir ayrılık olmuştur. d- Allah'ın kapsayıcılığı ve kişilerin Allah önünde eşitliği anlayışı bu ikiliği kapatma fonksiyonu görür. 3- Osmanlı imparatorluğu yapısı bakımından a) Osmanlı imparatorluğunda halk kültürü ile seçkinler kültürü arasındaki ayrılık kendini din alanında da belli etmiştir. 4- Türkiye Cumhuriyeti bakımından a- Cumhuriyetin modernleştirici aydınları bu dini ikiliğe önem vermemişlerdir. b- Teklif ettikleri hal çarelerinde ümmet yapısına sandıklarından çok daha bağlı kalmışlardır. c- Türkiye Cumhuriyetinde tüzel kişiliğin hukuk teorisine girmesi ve batılı hukuk normlarının tatbiki ilk defa olarak dine devletten ayrı olarak teşkilatlanma şansını tanımıştır. ***
  8. *** 3 BÖLÜM ÇOCUK EĞİTİMİ VE KARŞILAŞILAN PROBLEMLER Hepimizin Ortak İhtiyacı; Sevgi: Çocuklardaki sevgi ihtiyacını hiçbir dönemde ihmal edilmemeli ve esirgenmemelidir. Çocuğun en önemli psikolojik ihtiyacı içten sevilmektir. Sevginin eksikliği kadar aşırısı da tehlikelidir. Sevgiyi açığa vurmamanın bir çok yolları vardır. Sıcak bir bakış, bir gülüş gibi kolaylıkla sevgi belirtilebilir. Dinimizde bile sevginin ayrı bir önemi vardır. Bir hadisi şerifte "Biriniz mü'min kardeşini sevdiği zaman sevgisini ona bildirsin" denilmektedir. SEVGİDEN SONRA ÇOCUĞUN EN ÖNEMLİ İHTİYACI OYUNDUR Oyun çocuğun duygularını, özlemlerini, kokularını, kısacası iç dünyasını yansıttığı bir tiyatro sahnesidir. Oyunun çocuğun sağlıklı bir şekilde gelişmesi ve yetmesinde önemli bir etkendir. Oyun yoluyla çocuk duygularını ve ihtiyaçlarını ifade imkanı bulur. Oyunun sünnette de yeri olduğunu ilgili rivayetler incelendiğinde görülmektedir. Bunlar gayeli ve hoş vakit geçirici oyunlar olarak sınıflandırılmaktadır. KADININ ÇALIŞMASI, ÇOCUK ve BAZI MESELELERİ Kadın şerefli bir mahluktur. İslam dini kadının toplumda önemli bir yeri olduğunu belirtir. Bir hadisi şerifte peygamberimiz "Hangi bir ana evinde oturur ve çocuklarının terbiyesi ile uğraşırsa o ana cennette benimle beraberdir." denilmektedir. yapılan araştırmalar ülkemizde çalışan kadınların büyük çoğunluğunun ekonomik sıkıntı ile çalışma mecburiyetinde olduğunu belirtmektedir. Maalesef çalışan kadınlara büyük tuzaklar kurulmaktadır. Bunlardan birisi de modadır. Moda altında evvela kadının yuvasını yıkmak, aile yuvasından ayırmak, kadının maddi güzelliğini ortaya koyarak onu orta malı haline getirerek aileyi yıkmaktır. Güzellik yarışmaları adıyla çağdaş cariye pazarlarının büyük coşkuyla televizyonlarda gösterilmesiyle kölelik anlayışını egemen kıldırdığını ortaya koymaktadır. Kadın erkeğe göre daha zayıftır. İş görme kapasitesi erkeğinkinden %30 daha azdır. Çalışan kadın evine, erkeğine, çocuğuna zaman ayıramamaktadır, bu yüzden ailede sosyal statü bozulmaktadır. İşten dönen kadın yorgun hayliyle ev işlerini aksatmakta ve evinde hasta olan çocuğuna zaman ayıramamakta, işine de gerekli dikkati verememektir, bu yüzden çocuk istememektedir. Çalışan kadınların çocuklar evdeki kadınların çocuklarından daha çok hastalanmaktadır. Yapılan pek çok araştırma çalışan anne çocuğunun ne kadar erken yaşlarda yabancı eline verirse ruh sağlığının tehlikeye girme ihtimalini yükseltmektedir. Anne ilk yıllarda çocuğu ile kuramadığı iletişimi son yıllarda telafi edemez bir çok sorunların çıkmasına sebebiyet verir. Peygamberimizin çocuklara İslami terbiye verebilecek olanlar önce annelerdir demiştir. Çocuklara rasgele isim verilmemeli, çocuğa anlamı güzel olan güzel şeyler hatırlatan isimler verilmelidir. Aile içi kavgalar çocuğun ruh dünyasını etkiler, bu yüzden kavgaların çocuk önünde olmamasına dikkat edilmelidir. Eşler arasında arzu edilen sağlıklı ilişki ancak İslami eğitim ile sağlanabilir. Araştırmalar televizyonun çocuklar salgıdan hale getirdiğini göstermekte ve zamanını çalmaktadır. Türk toplum yapısına uygun programlar olmamaktadır. Aileye düşen çocuklara örnek olmaktır. Belli saatlerde televizyon kapatılıp, birlikte kitap okunmalıdır. TEK ÇOCUK VE PROBLEMLERİ: Araştırmalar tek çocuğun içtimai hayata uyumunda çeşitli problemlerle karşılaşabileceğini göstermektedir. Müslüman nüfusun artmasından endişe eden batılılar tek çocuk yapmayı tavsiye etmektedir. Tek çocuğun çoğu zaman kardeş özlemi çekmesidir. Bu da çocuğun ruh sağlığını olumsuz şekilde etkilemektedir. Dayak çocuğu terbiye eder mi?: Çocukluk yıllarında dövülen kişinin içine kapanık ve suç işlemeye temayülle olduğu yapılan araştırmalardan anlaşılmaktadır. Çocuğa sevgi ve şefkatle yaklaşmalı, dayak en son çare olmalıdır. Sünnette ise çocuğa dayakla sadece korkutmaya cevaz vermiştir. Çocuklar Arkadaş Seçiminde Yönlendirilmelidir: Çocuğun sevgi ve güven gibi bazı ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçlarını arkadaşları giderir. İyi arkadaş işi alışkanlıklar kazandırır. Çocuk yeteneklerini arkadaşları ile birlikte iken ortaya koyar. Çocuğun salih kişiler ile arkadaşlık kurması sağlanmalıdır. Zira Allah'ın emirlerine muhalif kişilerden uzak tutmalıdır. Çocuk kitapları nasıl olmalı: Çocuk kitapları yaşına göre ve ilgi çekici olmalı, çocuk kitap okurken olay ve kahramanları çoğu olumlu yönde etkilemeli. Kahramanlıklar abartılmamalı, kin ve düşmanlık olmamalı çocuğa olumlu bir mesaj vermelidir. Sigara zararları ve kurtulma yolları: Tütün bünyesinde insanlar için 400'e yakın zehirli madde bulunmakta. Dudak dil kanserinden tutun, sinir sisteminin tahribatına kadar sayısız hastalıklara davetiye çıkarmaktadır. Yapılan araştırmalarda sigarayı bırakmaya yardımcı ürünlerin yetersiz olduğu görülmektedir. Buna karşın uzmanlar sigarayı bırakmada güçlü bir irade en etkili silah olduğu kanısındadırlar. ***
  9. *** 2 BÖLÜM DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI Kardeşler Arasında Geçimsizlikler: Ailenin çocuklar arasında ayırım yapması çocukları geçimsizliğe ittiği görülmektedir. Kardeşler birbirinden farklı karaktere sahip olabildiği gibi ailenin birini diğerinden üstün tutması ona farklı davranması diğerinde karakter bozukluğuna sebebiyet vermektedir. Aralarındaki bir anlaşmazlığa kendi aralarında çözümlemeleri sağlanmalıdır. ÇOCUK VE KORKU: Aile açısından kolay bir yol olduğu için kullanılan korku çocuğun geleceğini etkilemektedir. Korkunun bazı belirtileri ise kalp ve nabız atışlarına artış, mide kasılması, nefes alıp verme düzensizleşir, kan deri yüzünden çekilir, yüz sararır. Çocuklar neden korkar?: Okul çağındaki çocuklar sınavdan korktuğu gibi, ana babanın hasta olmasından, vahşi hayvan, yangın, karanlık gibi sebepleri de sayabiliriz. Korkuyu yenebilmek için en iyi çare onu doğrudan ele almaktır. Hayvandan korkan çocuğu hayvanı sevdirmek gibi yollara başvurmaktır. ÇOCUK VE YALAN: Çocuk doğuştan yalancı olmaz, yanında sık sık yalan söylenmesi ve baskı altında yalan söylemeğe sebebiyet vermemek, en iyisidir. İslamiyet yalanı tasvip etmemiştir. Çocuğun yalan söylemesinin önlenebilmesi çocuklara İslami bir terbiye vermekle mümkündür. Onların yanında büyüklerin yalanlarını söylememeli ve yalan söyleyene mükafat kabilinden davranışlardan kaçınılmalıdır. SOLAKLIK ÖNLENEBİLİR Mİ: Solaklığın sonradan edinilen bir alışkanlık olduğunu Dr. A Blau Ana el kitabında bazı deliller ileri sürmüştür. 1860 yılında Broca solaklığın beyin ile ilişkisi olduğunu beyan etmiştir. İnsan beyninin iki yarım küreden ibaret olduğu, sağ taraftaki organları sol küreden idare edildiği söylenmektedir. Sağ elle kullanma zorlanan çocukların geçici bir süre kekemelik gösterdiği görülmektedir. Kazalarda sol eli kullananların daha fazla kaza yaptığı belirtilmektedir. Solak çocuklara yardımcı olabilmek için sağ ellerini kullanmaları teşvik edilmelidir. Sünnette de tavsiye edilen sağ eldir. Hadisi şerifte bu konuya dikkat çekilerek peygamberimiz sağ elinizle yiyin ve içiniz demiştir. ÇOCUKLARDA ÖFKE NÖBETLERİ: Çocukların öfke nöbetleri, ailelere bazı mesajlar vermektedir. Öfke nöbetlerini işaret olarak kullanan çocuklar ailenin kendilerini yatıştıracağını bildikleri için öfkelenirler. Çocuğun aç ve susuz yorgun olması fizyolojik ihtiyaçları karşılanmayan çocuklar bu durumu giderinceye kadar öfkelenirler, çocuklara sık sık cezalar ve gururunu rencide edici davranışlar çocuğun öfkelenmesine sebebiyet verir. Öfke nöbetlerini önlemek için sıkıntı veren rahatsızlıklardan korunmak haksız yere ceza verilmemeli, arkadaşları arasında ayırım yapılmamalı, öfkenin zayıflık belirtisi olduğu kadar kuvvet belirtisi olduğunu da söylemek durumundayız. Öfkeli çocuklar oyuna ve teskin edici durumlara yönlendirip kendine güven sağlanması sağlanmalıdır. ÇOCUKTA TUVALET TERBİYESİ Çocuğa tuvalet terbiye verebilmek için en uygun zaman bir veya bir buçuk yaş arasıdır. Bu dönem çocuğun yürümeye başladığı zamandır. Çocuk bir yaşın altındayken tuvalet ihtiyacını farkedemez. Çocuk tuvalet ihtiyacını hissettiği zaman bazen düşünceli, bazen de abdest mahallini tutarak belirtir. bu zamanda çocuğa baskı yapmak sinirli olmasına yol açar. Tuvalet eğitiminde önemli faktörlerden birisi de mesafe kontrolünün farklı dönemlerde edinilmesidir. Bu konuda ebeveyne tavsiyeler ise çocuğa hem yemekten sonra ve yatmadan önce yataktan kalktıktan sonra çocuğa oturağa oturtulmalı ve oturak rahat olmalıdır. Bu hususta baskı uygulanmamalıdır. Kesinlikle azarlanmamalıdır, bu denemeler sonuç vermezse vaktin erken olduğu düşünülmelidir. BEBEKLER NİÇİN AĞLAR? Bebeğin ağlaması onun bir rahatsızlığını belli eder. Bebekler 3-4 haftalık oluncaya kadar gözünden yaş gelmez ve sadece bağırır. Ağlamasının veya bağırmasının sebepleri ise aç olması, altının ıslak olması, karnının ağrıması, hazımsızlık, yorgunluk, bir yerine iğne veya bir şeyin batması, karanlık, hareketlerini kısıtlayacak şekilde fazla giyinik olması, diş çıkarma döneminde bulunması gibi sebeplerden başka sevilmek arzusu bebeğin ağlama sebepleridir. Bu durumda ağlama sebepleri araştırılıp, kucağa alınıp gerekli ilgi gösterilmelidir. BEBEKLER İÇİN KORUYUCU TESTLER: Yeni doğmuş bebekler muhtemel bir hastalığa karşı doğumdan sonra yapılan muayenelerdir. Doğumdan sonra 5-10 gün sonra muayene yapılmalıdır. Doğuştan olma kalça çıkığı ve fenilketonri denilen zeka geriliği için Guthrie Deneyi yapılmalıdır. Çocuğa yapılabilecek testlerden birisi de idrar muayenesidir. Kanda aşırı derecede birikmiş bulunan oksijenin körlüğe sebebiyet verecek fibroplozi adı verilen durumunun önlenmesi gibi bir çok sıhhi testlerin uygulanması gereklidir. ÇOCUKLAR İÇİN KORUYUCU AŞILAR: Çocuk sağlığı için gerekli bir aşı takvimi uygulanmalıdır. Buna göre tüberküloz, boğmaca, difteri, tetanoz, çocuk felci, çiçek, kızamık, kızamıkcık, kabakulak ve tifo aşısını yaptırmalı ve çocuğun sağlığı için bütün tedbirler zamanında olmalıdır. Hoşa gitmeyecek durumların meydana gelmemesi için üzerinde önemle durulmalıdır. Çocuğun aşırı hareketli olması, çocuğun yerinde duramaması bir sorunu var demektir. Tıp dilinde bu çocuklara Hiperkinetik çocuk denilmektedir. Bu çocuklarda zeka üstün orta ve geri olabilir. Aşırı hareketlilik okulda ve evde bazı baskılara maruz kalması sebebiyle çocuğun hareketlilikle dışa vurmasıdır. Aşırı hareketliliğin belirtileri saklanmak, kaçmak, asi olmak, kavga etmek, uyumsuz davranışlarda bulunmak gibi durumlardır. Bu durumlar çevresini de rahatsız ederler. Zeki olmalarına rağmen bazıları toplum dışına itilmektedir. Araştırmalar neticesinde beyindeki bazı maddenin oranlarının değişik olması hareketliliği meydana getirmektedir. Bunun tedavisi için, Hekim pedagog psikolog sosyal hizmet uzmanları ile aile ve öğretmenlerin de bu tedaviye katılmaları önemlidir. İlaçla tedavi ise bir uzman tarafından yapılmalıdır. SIKILGANLIK ÇOCUĞUN BAŞARISINI ETKİLER: Sıkılgan çocuklar çekingen davranırlar. Cümle kurmakta zorlanır ve fazla duygusaldır. Bildikleri bir şeyi söylemeğe cesaret edemezler. Çocuğun sıkılgan olma sebepleri ise kendi başına iş yapmasına izin verilmeyişi, ölüm, boşanma gibi sebeplerle sevgine mahrum olması, sakatlık gibi bir şekil bozukluğu sıkılgan olma sebepleri, bunu önlemek için öncelikle çocuğunu kendine güven duymasını sağlamak, okumaya teşvik, kabiliyetine göre sorumluluk verilmesiyle önleme yoluna gidilebilir. ÇOCUKTAKİ SALDIRGAN DAVRANIŞLAR ÖNLENEBİLİR Mİ? Çocuğun saldırgan olup olmadığı davranışlarına bakılarak karar verilir. ruhi sorun ve çevresiyle uyum sağlayamayan çocuklar saldırgandır. Sebepleri ise; çocuğun üzerine fazla düşme, aile fertlerine saygısızlık, annenin rolünü az bulmaktır. Ana okuluna, eşya kırma ilkokulda arkadaşlarına saldırma, serbest yetişmiş çocukla saldırgan olma sebeplerindendir. Saldırgan davranışları önlemek için saldırganlığın hoş olmadığı anlatılmalı, her fırsatta eğitilmelidir. Her isteği yerine getirilmemelidir. Her isteği yerine getirilirse onu bir vasıta olarak kullanabilir: BİR TÜR KONUŞMA BOZUKLUĞU: KEKEMELİK Konuşma akışında telaffuz duraklaması şeklinde ortaya çıkan bozukluğu kekemelik diye tanımlayabiliriz. kekemelik büyük oranda ruhi sebeplere dayanmaktadır. Aşırı heyecanla ilgisi büyük önemli sebeplerden birisi de ailenin çocukla iletişimidir fazla baskı çocuğun konuşmasına izin vermeme gibi sebeplerdir. Bu çocuğun kendine güvensizliğine, arkadaş ilişkilerinin bozulmasa okuldaki başarısızlığına sebep olabilir. Bunun fiziksel bir özellikten mi, ruhi bir rahatsızlıktan mı kaynaklandığı belirlenmeli ve gereken yapılmalıdır. TİKLERİN YOK EDİLMESİ MÜMKÜN MÜ? Tik bir kas kümesinin katıldığı tepki ya da hareketi hiçbir amacı olmadan içten gelen zorlamalarla istek dışında yapılan harekettir. Kanner'e göre belirgin özellikleri ise Huzursuz, Hassas, alıngan, bencil, yılgınlık ve kolayca yorgunluk gösterir. Başlıca sebepleri sıkı disiplin uygulanan hareketini izin verilmeyen çocuklarda hem gözünü oynatışına gerilimden kurtulma isteğini belirtir. Nasıl yok edebiliriz? Bunun için huzurlu bir ortam sağlamalı hareketlerinden dolayı baskı yapmamalı sorunlarına inilmeli ve gerekli endişeleri azaltılmalı, ilaç tedavisi ile hekim reçetesiyle uygulanmalıdır. ÇOCUK TIRNAKLARINI MI KEMİRİYOR Tırnak yeme daha çok sinirli ve endişeli çocuklarda görülen ailenin baskısı ve sert öğretmenin etkisine kalan çocuklara görülür. Önlenebilmesi için bu tırnak yemeye iten sebepler ortaya çıkarılmalıdır. Buna göre çare ve tedavi uygulanmalıdır. Tırnak yemenin kötü bir alışkanlık olduğu anlatılıp kendine inandırılmalıdır. ÇOCUKTA PARMAK EMME: Çocuğun emme isteğinin çeşitli sebeplerle vaktin öne sona erdirilmesi çocuğun psikolojik ihtiyacı parmak emmekle giderdiği bir durumdur. Emzirilen bebeklerde parmak emme isteği yeterince doyurulmayan bir çocukla başlangıçta görülen emme alışkanlığı zamanla başka hareketlerde eşlik edebilir. Saçını çekebilir. Lorenze göre parmak emme davranışı stres durumunda ortaya çıkan bir yer değiştirme hareketidir. Çocuğu parmak emmekten vazgeçirebilmek için en iyi tedavi yolu, çocuğun ilgisini başka yere çekmek ve kendisine telkinlerde bulunmak ve onun anlayabileceği bir şekilde anlatmak olacaktır. ÇOCUĞUNUZ OKULA GİTMEKTEN KORKUYOR MU: Çocuğun okul korkusu bir endişe sebebiyle okula gitmeyi reddetmesi, bu konuda isteksiz görünmelidir. Kimi çocuk okula gitmemek için evde oyalan bazen de bir hastalık uydurur. Biz buna okul korkusu diyoruz. Okul korkusunun sebepleri ise, evden uzakta olma, anne şefkatinden uzakta bulunma, öğretmen öğrenci ilişkisi başarılı olamıyorsa bu da okul korkusunun sebeplerindendir. Çocuğun okuldan korktuğunun başlıca belirtileri okul korkusu olan çocukların mide bulandırıcı, karın veya baş ağrısı şeklindedir. Elinden tutulup okula götürüldüğünde ağlayarak gider. Evde kalan çocuk bir süre sonra yatışır. Okul korkusu karşısında alınacak tedbirler ise aile çocuğa soğuk-kanlılıkla yaklaşmalıdır. Dişi ağrıyan kimsenin dişçiye gitmekten korkması ne kadar yararlı olursa çocuğun evde kalması da aynı şekilde olur. ***
  10. *** *** 1. BÖLÜM ÇOCUK SAĞLIĞI BEBEĞİN TEMEL GIDASI Anne Sütü: Bebeğin büyüme özelliklerine ve ihtiyaçlarına en uygun gıda anne sütüdür. Zaruri durumlar olmadıkça anne sütünden vazgeçilmemelidir. Bu konu üzerinde peygamberimiz hadisi şeriflerinde bebek anne sütünden mahrum edilmemeli, ondan daha hayırlı süt yoktur buyurmuşlardır. Anne Sütünün Oluşumu: Doğumdan sonra anne beyninde bulunan Hipofiz adlı salgı bezinden salgılanan prolakdin adlı maddenin uyarısıyla annenin memelerinde süt yapımı başlar. Bebeğin memeyi emmesi sırasında beyindeki merkezden oksitosin denilen hormonun salgılanmasıyla süt kanalları kasların kasılmasıyla kasılmasını sağlayarak sütün dışarı akmasını sağlar. Memeden geçen her 300 mililitre kandan 1 mililitre süt oluştuğu hesaplanmıştır. Anne Sütünün İçinde Neler bulunur: Anne sütünün içinde bebeğin ihtiyaçlarına cevap verebilecek oranda şeker, protein, yağ, madensel tuzlar ve vitamin bulunur. Anne sütünün faydaları sayısızdır. En belli başlıları ise kolay sindirilmesi, ishal, kabızlık, gaz sancısı gibi rahatsızlıklar daha az olur. Bebek hastalıklarından çocuk felci, solunum ve bağırsak hastalıkları daha az görülür. Anne sütünde demir, kalsiyum ve D vitamini bulunduğundan bebekte kansızlık ve kalsiyum eksikliğiyle ilgili kemik zayıflığı görülmez. Beynin gelişmesine lüzumlu olan yağ asidi anne sütünde daha fazla bulunur. Bebeğin anne sütüyle beslenmesi anne ile çocuk arasında psikolojik bir yakınlıkla manevi yönde de gıdasını alır. ÇOCUĞUN SÜTTEN KESİLMESİ Çocuğun sütten kesilmesi dinimizde Kur'an-ı Kerim'de Ahkaf ve Lokman surelerinde 30 ay ile iki yıl arasında belirlenmiştir. bakara suresinde iki yıl olarak hükme bağlanır. Anne ve babanın anlaşarak daha önce de sütten kesmeleri halinde sorumlulukları yoktur. Vaktinden önce bebeğin sütten kesilmesi çocukta uykusuzluk, heyecan, kızgınlık, iştahsızlık ve kusma gibi durumlar meydana getirebilir, çocuğa alıştırarak kademeli olarak sütten kesmelidir. Yolculuk, iş çıkarma, koruyucu aşı zamanlarında sütten kesmemelidir. Sütten kesilen çocuğun bir yıl içinde demir eksikliği olacağından ara sıra yağsız et, yeşil sebzeler verilmeli sağlık yiyeceklerden, pirinç; patates, meyve verilmeli, ayrıca bir yiyecek günlüğü tutmanın faydası vardır. ÇOCUĞUN SAĞLIĞI İÇİN YETERLİ UYKU ŞART Yeni doğan bebekler günün büyük bir kısmını uykuda geçirir. İlk iki ay süresince 16-18 saat uyurlar. Bazan uykusu geldiği halde huzursuzlaşır. Yemekten önce ağlarlar. Bunlar normal sayılmalıdır, fakat bir rahatsızlığı olup olmadığı araştırılmalıdır. Bezinin kirli olması, bir yerinin ağrıması, üşümek veya terlemek gibi rahatsızlığı varsa ortadan kaldırılmasıyla rahat ve normal olarak uyur. İlk aylarda gaz sıkıntıları olacağından kucağa alıp gaz sıkıntısından kurtarmalıdır. İyi bir uyku alışkanlığı kazandırmak için, belli saatlerde odasının havalandırılarak kendi kendine uyumaya alıştırılmalıdır. Çocuğun uykusunun sünnete göre tanziminde ise, çocuklar sabah namazında uyandırılmalı kerahat vakti çıkıncaya kadar uyku uyumalarına müsaade edilmemeli, yatsı namazına kadar yatırılmamalıdır. Çocuğunuz uykuya dalmakta zorluk çekiyorsa bunun sebepleri araştırılmalıdır. Çoğu zaman organik bir hastalığın belirtisi olabilir. Yeni doğan bebekler zamanının beşte dördünü uykuda geçirir. Uykusuzluğun başlıca sebepleri ateş, karın ağrısı, kulak ağrısı, açlık ve öksürük olabilir. Çoğu zaman azarlanan ve dövülen ailedeki kavgalara şahit olan çocuklar kolaylıkla uyuyamaz, uykusuzluk çocukta sert mizaç geliştirir. Uykusuzluğa karşı ebeveynlerin alabileceği tedbirler ise yatmadan önce çocuğa korkulu masallar anlatmamalı, uyku kaçıracak oyunlar oynamaması sağlanmalı, aile içi kavgalar çocuk önünde yapılmalıdır. Yatmadan önce bir bardak süt uyumasını sağlayabilecektir. ÇOCUKTA İŞTAHSIZLIK PROBLEMİ Çocuklarda iştahsızlık sebebi olarak ateşli hastalıklar sarılık, nezle, grip, sinir hastalıkları, düzensiz yemek, çocukta iştahsızlık yapabilir. Bu durumda sevdiği ve yenmesi kolay yemeklerle beslemeli, fazla ısrarcı olunmamalıdır. Üzüntü ve kaygıda çocuklarda iştahsızlık yapabilir. İştahsızlık karşısında alınabilecek tedbirler ise bir hastalığa bağlı iştahsızlık götürülen bir hekimin tavsiyelerine uymakla mümkündür. Sofrada çocuğa baskı ve abur-cubur yemesini önlemekle, sofrada samimi bir hava estirmekle kötü haber konuşmamakla, kardeşler arasında ayırım yapmamakla ve damak zevkini yemekler çocuğun yemesini sağlayabilecek tedbirler olarak düşünebiliriz. ÇOCUKLARDA BÜYÜME GELİŞME Çocuğun ilk yılları büyüme ve gelişmesinin en hızlı olduğu dönemlerdir. Çocuğun bakımı çocuğun sağlıklı gelişmesini sağlamaktır. Yeni doğan çocuk doğumdan 4-6 hafta sonra süt çocuğu özelliğini alır. Yenidoğan çocuk ortalama 50 cm boyundadır, bundan bir kaç cm eksik veya fazla olabilir. İki yaşını bitiren çocuk oyun çocukluğu dönemine girmiştir. 6 yaşını bitiren çocuk ise okulu çocuğu çağındadır. Çocuk doğduğunda 270 kemiği vardı. Normal çocuklarda kemik olgunlaşması belirli yaşlarda belirli aşamalara ulaşır, buna kemik yaşı denir. Ergenlik çağında kemik sayısı 350'ye ulaşır tam gelişmiş vücutta bazı kemiklerin birleşmesiyle 206 kemik bulunur. Kas gelişimi: Bebeğin kas ağırlığı tüm vücudun %23 kadarken 15 yaşına doğru %33'e, 20 yaşına doğru bu oran %45'i bulur. Kaslar sinir sistemi ile aynı paralellikle gelişir. Diş gelişimi ise çocuğun çıkan ilk dişlerine süt dişleri denir. Bunlar 20 tanedir. İlk çıkan dişler alt orta kesicilerdir. Çocuk 7 yaşına geldiğinde süt dişleri düşer, kalıcı dişler çıkar, çocuk 12 yaşına geldiğinde 28 tane kalıcı dişi vardır. İlk Aylarda: Çocuk ilk ayda ışık kaynağına bakar, zil sesine tepki göstermek, Avucuna konan parmağı tutmak gibi özellikler gösterir. 2. ayda dolaşan birini takip eder kendi kendine sesler çıkarabilir. İlk aydan 24. aya kadar çocuk aşamalar halinde ismini öğrenmekle beraber sandalyeye tutunmak, oyun yapmak, emeklemekten tutun yürümeğe kadar gelişim sürecini tamamlamağa çalışır. ***
  11. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Güncel Konular
    *** İşte zirve nokta... Yeni Şafak Gazetesi yazarı Ali Bayramoğlu'nun 27 Şubat tarihli köşe yazısının başlığı. Bir hafta gecikmeli de olsa okumak şerefine eriştim bu yazıyı. Yazısında “Şu tarihi sözler bir kenara yazılmalıdır" diye AKP Genel Başkanı Recep Tayip Erdoğan’dan bir alıntı yapmış. Bence not almalısınız bu yazdıklarını hafızanızın bir kenarına. Yazıyı okuyun ve hafızanıza kazıyın. Çünkü; Bugün balık olabilme çabasıyla tarihe not düşme çabası içerisinde olanların Gün gelip sular çekildiğinde, karıncaların saflarına katılabilme telaşıyla neler söylediklerini duyduğunuzda, O günlerle bu günleri anlamak için yapacağınız karşılaştırmada size çok yararı dokunacaktır. Hepinizin çok iyi tanıdığı duyarlı bir yurttaşımız yazılan bu köşe yazısına gerekli yanıtı vermiş. Onun ismini burada belirtmeden sadece söylediklerini alıntılamakla yetineceğim. Şöyle yanıtlamış Bayramoğlunu... Evet bu sözler çok tarihi gelmiş Ali Bayramoğlu’na. Ben de uzun bir tümce yazsam tarihi olur mu bilemem, ama bu yazacaklarıma Bayramoğlu’nun imza atmayacağından adım gibi eminim: “Türkiye’de hava puslanmayacak. Bunu böyle bilsinler. Sular artık tersine, yokuş yukarı akıtılamayacak. Bugün olan normalleşmedir… Hukuk işliyor, bağımsız yargı görevini yapıyor. Artık dokunulmazlık kaldırıldı. Aksi ispat edilemediği müddetçe hiç kimse suçlu ilan edilemez. O yüzden hakkında 4-5 tane dava olan AKP Genel Başkanı Recep Tayip Erdoğan suçlu ilan edilemez. İspat edilene kadar kendisine kalpazan denilemez, evrakta sahtekarlık yapıyor denemez. Ancak hiç kimse de hukukun üzerinde değildir. Hiç kimse imtiyazlı değildir. Hiç kimse hesap sorulamaz değildir. Doğal olarak Recep Tayip Erdoğan da hukukun üzerinde ve dokunulamaz değildir. Bu, işte hukukun kuralıdır. Bunlar işin temelidir. Bütün soru işaretlerini, bütün tereddütleri, bütün ithamları ve iddiaları açıklığa kavuşturacak olan sadece bağımsız değil, bağımsız ve tarafsız yargıdır. Bir ülkenin başbakanı hakkında bu kadar dava olması hoş değildir, bağımsız ve tarafsız yargı kendisini ya aklamalıdır yada suçu neyse cezasını vermelidir. Başkaları için bu tümceleri söyleyen bir başbakan yargı reformu konusunda hiç, ama hiç inandırıcı olamaz.” Ali Bayramoğlu yazısında “Başbakan’ın şu günlerde söylediği sözler, bir resmi duruşun ifadesi olarak da okunmalıdır.” demiş. Ben de benzeri duruş sergiledim sanırım, ama resmi değil, umarım mahsuru yoktur Bayramoğlu, sanırım sen de hukukun eşit olduğunu savunanlardansın, beni anlarsın. Erdoğan’ın söylediklerini çok önemseyen Bayramoğlu, benim yazdıklarımı da önemser mi, yoksa ilerde bir gün yargılanacak Erdoğan için ceza alırsa... “Ben onun demokratlığına takıntılıydım, parasına değil…” mi diyecektir… BEN BÖYLE DÜŞÜNMÜYORUZ DA… Kırmızıyla belirginleştirmeye çalıştığım ifadeleri hafızanıza kazı-ma-lı-sı-nız... Kazıyın lütfen, bugün ahkam keserek tarihe not düşenlerin gelecekte söyleyeceklerine, bu söylediklerini hatırlatıp "Yok Canım, öyle mi.! " diyebilmek için.
  12. TEKEL DİRENİŞİ ... TEKEL Çadırları Kalkıyor, Direniş Ülkeye Yayılacak TEKGIDA-İŞ, TEKEL işçilerinin eylem çadırlarını kaldırma kararı aldı. Sendika başkanı Türkel 1 Nisan'da bin kişinin TÜRK-İŞ'te toplanacağını söyledi. Hükümetin bu süre içinde 4C uygulamasını kaldırmasını istedi. "AKP'liler sokaklarda rahat gezemeyecek." Danıştay kararının ardından, TEKEL işçileri Ankara'daki direniş çadırlarını kaldırıyor. İşçilerin örgütlü olduğu TEK GIDA-İŞ sendikasının başkanı Mustafa Türkel, Bugün Ankara'da yaptığı basın toplantısında hükümete işçilerin karşı çıktığı 4C uygulamasından vazgeçmek için bir ay süre verdi. Türkel, 1 Nisan'da işçilerin direnişin 78 gündür sürdüğü TÜRK-İŞ binasında bin kişiyle buluşacaklarını, ertesi gün de eylem takvimlerini açıklayacaklarını bildirdi.
  13. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Güncel Konular
    On Yıl Sonra Türkiye Nerede Olur? *** HSYK'nın, yetki aşımı gerekçesiyle Erzurum savcısının özel savcı yetkilerini elinden almasından sonra, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Başbakan'ın AKP'nin hukuk kurmaylarıyla yaptığı toplantıdan sonra zehir zemberek bir açıklama yaptı: Bu konuşmasının bir yerinde "Bu ülkenin kutlu yürüyüşü asla ve asla durdurulamaz." dedi. Konuşmasını kendi demokrasi anlayışına dayandıran Arınç'ın kastettiği "kutlu yürüyüş" deyiminin anlamı açık: Deyim, her ne kadar konuşmanın tümü itibariyle demokrasiye doğru bir yürüyüş gibi kullanılmış izlenimi veriyorsa da, Dinsel bir hedefe doğru gidiş, kitlelerin dini duygularına hitap eden demagojik bir anlam taşıdığı açık. *** Arkadan AKP Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan konuştu: "Türkiye'nin Ak Parti'ye 10 sene daha ihtiyacı var. Bu memlekette kimin kızının başı örtülü, hepsini fişlemişler. Kimin çocuğu İmam Hatip'e gidiyor hepsini fişlemişler. Kim muhafazakar, kim Ramazan'da oruç tutuyor hepsini fişlemişler. Eee şimdi biz onları fişliyoruz. 40 sene onlar bu halka yaptı, inşallah sıra bizde. Yapmaya çalıştığımız bu arkadaşlar" dedi. Öyle anlaşılıyor ki, AKP milletvekili vatandaşları "Biz" ve "Onlar" diye ikiye ayırıyor ve intikam peşinde koşuyor. Ayrıca bu işi bitirmek için de on yıl daha iktidarda kalmak istiyor. *** AKP bu "fişleme" işine sahip çıkmadı. Sözcü Çelik, Milletvekilinin sözlerini desteklemediklerini belirtti. Ama bu sözlerin genel bir yaklaşımı yansıttığı yadsınabilir mi? Şimdi bu iki konuşmanın ardından: AKP iktidarı "İnsanları fişleyerek, on yıl daha Kutlu Yürüyüşüne" devam ederse On yıl sonraki Türkiye ne olur, düşünebiliyor musunuz? ***
  14. Diyarbakır'da geçen Aralık ayında Kürdistan Toplulukları Birliği Türkiye Meclisi (KCK/TM) operasyonunda tutuklanan eski milletvekili Hatip Dicle, Diyarbakır 4'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmasında şunları söylemişti: Dicle'nin bu ifadesini İçişleri Bakanı Beşir Atalay yalanladı... Ancak !... Mahkemede dile getirilen ve zabıtlara geçen bu ifade mutlaka bir takım hukuksal ve siyasal sonuçlar doğuracaktır. Bu sonuçlar bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa öbür gün ortaya çıkacaktır. Unutmayalım ki, bugünkü iktidar bundan çok daha gayri ciddi, üstelik de imzasız ihbarlar üzerine pek çok kişiyi mahkemeye vermiş ve hatta tutuklayıp hapse atmıştır. Önümüzdeki günlerde siyasette bazı kartların açılmasına ve olayların hem hızlanmasına hem de tırmanmasına tanık olursak hiç şaşırmayalım.
  15. Sayın Dominik İfade ettiklerinizde gerçek payı olan şeyler var elbette... Ve -"Herkes Ektiğini biçer" diyerek "oh olsun onlara beter olsunlar"demeye getirmeye çalışmanız dışında- yazdıklarınıza katıldığım yerler de var.. Ama "Türk ordusu düşman ordusu mudur?" diye bir soru sorularak başlık açılmasındaki amaç yüzeysel bir yaklaşım değil... Ve bu sorunun ardında duran gerçekler de sadece bulunduğumuz yerden değerlendirilecek kadar basit de değil. Özetle olaylara birileri bir zamanlar şunları yapmıştı beter olsunlar mantığıyla bakmaya kalkmamız bir çok gerçeği ıskalamamıza neden olacaktır. İsterseniz ne demek istediğimin daha iyi anlaşılması için sözleri işin içinde boğuşan insanlara bırakalım... Aşağıda yazılanlarda anlatılmaya çalışılanları farklı bir pencereden de bakmaya çalışarak, "Perde arkasında neler döndüğünü" anlamaya çalışmakta yarar var sevgili Dominik... *** Fatih Altaylı, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ile yaptığı konuşmayı yazısında şöyle aktarıyor: Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ yaptığı bu açıklamalarda kullandığı ifadeler ve işaret etmeye çalıştığı şeylerden öyle anlaşılıyor ki; Yakın gelecekte Genelkurmay'ın bazı açıklamalarına ve "suç duyurularına" tanık olacağız. Ve bu gelişmeler mutlaka bir takım hukuksal ve siyasal sonuçlar da doğuracak. Bu sonuçlar bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa öbür gün ortaya çıkacaktır. *** Okudunuz değil mi sevgili Dominik... Umarım neyi kastettiğimi ifade edebilmişimdir.? Saygılarımla...
  16. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Güncel Konular
    Orgeneral Başbuğ'un dikkatli konuştuğu bilinir. Fakat başını sonunu hesaplamadan şunları ifade etti geçenlerde; "Bildiklerimizi halkla paylaşmaya başlayacağız. Bizim de elimizde pek çok bilgi var. Bunları açıklamak zorunda kalacağız. Biz de hukuk yoluna gideceğiz. Hakkımızı arayacağız." Öyle anlaşılıyor ki, yakın gelecekte Genelkurmay'ın bazı açıklamalarına ve "suç duyurularına" tanık olacağız. *** Tabii kamuoyu bunlara ne kadar itibar edecek? Yandaş medya mensupları bunları nasıl yorumlayacak? Bilmiyoruz... Ama göreceğiz...
  17. Ve son... Özal'ın Türkiye'ye dönmesinden hemen sonraki gün, yani 16 Nisan Cuma günü Abdullah Öcalan, Bekaa'daki bu kez HEP milletvekillerinin de katıldıkları bir basın toplantısıyla ateşkesi süresiz uzattığını açıkladı. Ancak hükümetin tavrı değişmedi. Ankara, "Silahlı insanlarla konuşulmaz, savaşılır" diyordu. Özal, tek başına sürdürdüğü diyaloğun böyle sonuç veremeyeceğini anlamıştı. O halde şimdi kafasındaki planı devreye sokacaktı. Aynı sıralarda HEP milletvekilleri Öcalan'ın karargahında PKK liderine Cumhurbaşkanı'nın çözüm konusundaki kararlılığını anlatıyorlardı. Artık Öcalan'ın kulağı Özal'dan gelecek bir mesajdaydı. Çözüme çok yaklaşıldığına inanıyordu. Yemekte, HEP milletvekilleri ile birlikte televizyonun karşısına kuruldu ve heyecanla haberleri açtı. Ancak spikerin dudakları arasından dökülen ilk cümle ile hepsi şok oldular: "Cumhurbaşkanı Özal, ani bir kalp krizi sonucu vefat etti...!" Kaynak: Özal - Apo Pazarlığının İçyüzü / 3 bölüm CanDündar..
  18. Üç günlük "Özal-Apo pazarlığı" dizimizin sonuna geldik. 6 yıl önce yaşanan ve ayrıntıları pek gün ışığına çıkmayan bu gizli trafiğin, nasıl dramatik bir şekilde son bulduğunu yazacağız bugün... *** Apo'nun ateşkes çağrısını yaparken vaat ettiği gibi 1993 nevruzunda "yaprak kımıldamadı". Öcalan, örgütüne sahip olabildiğini göstermişti. Ancak mesaj trafiğinin Köşk tarafında işler o kadar kolay yürümüyordu. Özal'a, Apo'nun mesajının ulaşmasının hemen ardından düzenlenen Milli Güvenlik Kurulu toplantısında askerler tepkilerini ortaya koydular. Daha önce Iraklı Kürt liderlerle sürdürülen pazarlıklarda "sessiz diplomasi" öneren Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş "Eşkıya ile masaya oturulmaz" diye kestirip attı ve İrlanda örneğini verdi: "Orada IRA meselesi var. Şin Pen mi, Şun Pen mi denilen bir parti var. O, onlar adına aracılık yapıyor. Ama öyle bir masaya oturup onların başıyla konuşmak... öyle şey olmaz". Bu sözler, Cumhurbaşkanı'nın girişimlerine tepki olarak söylense de Özal'ın işini kolaylaştırdı. Çünkü Org. Güreş'in verdiği örnek Özal'ın düşündüğü çözüme uygundu. O da PKK ile doğrudan temas yerine, HEP'lilerle görüşmeyi ve mesajını bu kanaldan iletmeyi düşünüyordu. Ateşkesin önemli bir şans olduğu kanısındaydı. Nevruz'un olaysız geçmesinden umutlanmıştı. Kafasındaki "PKK'lıları afla dağdan indirme planı"nı uygulamaya koymak için en uygun ortamı yakaladığına inanıyordu. Ancak Başbakan Süleyman Demirel'in, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü'nün ve İçişleri Bakanı İsmet Sezgin'in basmakalıp demeçlerle barış sürecini baltaladıklarını düşünüyordu. Oysa "her yeni durum, bu yeni duruma uygun politikalar gerektirir"di. Kendi teklifinin o gün itibariyle Meclis'ten geçmesinin olanaksızlığını biliyor, buna bir çare arıyordu. Zamana ihtiyacı vardı. 25 günlük ateşkesin mutlaka uzatılması gerekiyordu. Köşk'ün siyasi danışmanı Cengiz Çandar o günlerde Celal Talabani ile telefonla görüştü: "Söyle Apo'ya, tekrar, şartsız ve süresiz uzatsın ateşkesi" dedi. Özal: Askerin bir kanadı da benim gibi düşünüyor Ateşkesin süresinin dolmasına 2 hafta kala önce Celal Talabani çıktı Köşk'e, sonra da HEP milletvekilleri... Özal onlara zamana ihtiyacı olduğunu hissettirdi. O görüşmenin ayrıntılarını Sırrı Sakık şöyle anlatıyor: "'Gidip ateşkes sürecini uzatmalısınız' dedi. Hatta şunu söyledi: 'Tepki alabilirsiniz. Size saldırabilirler, ama bana da saldıracaklar. Hep birlikte bunu göğüslemek zorundayız. Çünkü bu sorun el yakıyor. Bazı siyasiler Kürt sorunu diye korkabilirler, ama görebildiğim kadarıyla askerlerin bir kanadı da artık benim gibi düşünüyor!' dedi bize... Ve giderken de 'Ben arkanızdayım, gidin' dedi." Nisan ayı başında HEP'liler bu mesajla Apo'ya giderlerken Özal da o uzun Türki Cumhuriyet gezisine çıktı. Müthiş bir arabulucu trafiği başlamış ve herkes bu kanlı düğümün Nisan ayı içinde çözülmesi için seferber olmuştu. İlk mesaj Suriye'den geldi. Talabani, Cengiz Çandar'ı arayarak "Öcalan'la görüştüm" dedi. "Hemen bir basın toplantısı düzenleyerek ateşkesi şartsız ve süresiz uzattığını açıklayacak. Sayın Cumhurbaşkanı'na bildirebilirsin". Uçakta tarihi konuşma Çandar hemen ilk uçakla Azerbaycan'a uçtu, Özal'la buluştu. Gezinin sona erdiği 15 Nisan Perşembe günü, heyet Türkiye'ye dönerken uçak Türk hava sahasına girince Cumhurbaşkanı'nın yanında oturan Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, yerini Cengiz Çandar'a verdi. Özal "Nedir vaziyet, anlat bakalım" diye sordu. Çandar: "Apo yarın basın toplantısı yapıp, ateşkesi uzattığını açıklayacak" dedi. Özal düşünceliydi: "İyi de açıklasa ne olacak" dedi. Sonra sorusunu kendisi yanıtladı: "Bu iş böyle devam edemez. Eğer önümüzdeki bir ay zarfında da bu işi çözecek bir tavır ortaya konmazsa terör geri dönebilir ve korkarım ki eski dönemi arayacağımız şiddette geri dönebilir." Hükümetin "Güneydoğu ahalisinin hissiyatını ve PKK'nın pozisyonunu" hesaba katmadan açıklamalar yapıp işi güçleştirdiğini kanısındaydı: "Aslında kanun hükümünde bir kararnameyle hemen kademeli bir af çıkarılabilir ve PKK'lılar dağdan indirilebilir. Yöneticileri de 5 sene sonra legal siyasi hayatın içine çekilebilirler, ama şimdi ben bu öneriyi getirsem Süleyman Bey, hem asker korkusundan, hem de bu işi çözme şerefi bana maledilmesin diye engeller" diye dert yandı. "O halde korkuyu temelinden çözmekte yarar var" diye konuştular. Yani? Yani "önce askeri ikna etmek..." Asıl cephede savaşan asker buna ikna olursa hükümet "Başüstüne Paşam" der ve imzalardı. "Zaten asker, birçok konuda sivillerden daha esnek, hiç şüphen olmasın" dedi Özal ve sonra, kimi zaman yaptığı gibi üst dudağını alt dudağının içine gömüp düşünceye daldı. Uçak Esenboğa'ya yaklaşırken tarihi kararını Çandar'a şöyle açıkladı: "Eğer bu bir ay zarfıda bunlar (hükümet) hiçbir adım atmazlarsa her şeyi göze alarak ortaya çıkacağım ve çözüm formülünü ilan edeceğim. Bu benim Cumhurbaşkanı olarak bütün halkıma karşı tarihi sorumluluğumdur. Bu momentumu kaçıramayız çünkü..." Halkın karşısına çıkarak çözüm formülünü açıklayacak ve devleti harekete geçiremezse, belki de yeni bir oluşum içinde siyasete dönerek tarihi saydığı bu misyonu bizzat uygulamaya koyacaktı.
  19. 1993 yılında Cumhurbaşkanı Özal'la Öcalan arasında yaşanan mesaj alışverişini, dönemin tanıklarının anlattıklarından aktarmaya devam ediyoruz: Apo, 1993 Mart'ındaki basın toplantısında gazetecilerin karşısına ilk kez üniforma yerine kravatla çıktı. Kendisine bu aklı, El-Hayat gazetesi yazarı Kamran Karadagi vermiş, "Öyle savaşçı gibi çıkma ortalığa" demişti. Apo, ateşkesi bu havada açıkladı: "Zorunlu bir meşru savunma durumuna düşmedikçe biz 20 Mart'tan 15 Nisan'a kadar ateş etmeyeceğiz" dedi. Bu süreci başlatan Iraklı Kürt lider Celal Talabani, basın toplantısı boyunca Apo'nun hemen yanında oturuyor, yaptığı işten memnun gülümsüyordu. Ateşkes başarılı olursa hem Kürt federe devletinin Türkiye ile ilişkilerini düzelteceğini, hem de kendisinin de başını ağrıtan PKK sorununu halledeceğini umuyordu. O ünlü basın toplantısından hemen sonra "arabulucu olup olmayacağı" sorusuna şu karşılığı verdi: "Eğer hem Türk hükümeti, hem de Öcalan arabulucu olmamı isterse barış istikrar ve demokratik bir çözüm için bunu kabul edebilirim." Özal ve Demirel'e mesaj O basın toplantısını izleyen gazeteciler içinde ikisinin özel misyonu vardı: Biri Başbakan Demirel'in danışmanı İlnur Çevik'in Daily News gazetesinde çalışan ve PKK konusuna hakimiyetiyle tanınan İsmet İmset, diğeri ise Cumhurbaşkanı Özal'ın siyasi danışmanı Cengiz Çandar... Basın toplantısı bittikten sonra Öcalan, kendisiyle özel görüşme talep eden Cengiz Çandar'ı yanına davet etti. Talabani de odaya buyur edildi. Talabani, "Siz işinizi kendi aranızda halledin" diyerek bu teklifi reddetti. Görüşmeye İsmet İmset de dahil olunca, Apo, Çandar'a "Başbaşa görüşelim" diye fısıldadı. Çandar, "Benim İsmet'ten gizli konuşacağım bir şey yok" yanıtını verdi ve durumu şöyle açıkladı: "Ben bu görüşmeyi Özal'a ileteceğim, İsmet de Demirel'e nakledecek. Biri Cumhurbaşkanı, diğeri Başbakan..." Artık Apo, vereceği mesajların kimlere gideceğini biliyordu. Ancak Çandar bir ekleme yaptı: "Yalnız şunu bil" dedi, "Benim adım Cengiz Çandar, O'nun adı İsmet İmset... Özal ve Demirel ile müzakere ediyor değilsin. Bizle konuşuyorsun. Biz sadece söylediklerini harfiyen bu isimlere naklederiz." Öcalan 45 dakika süren o görüşmede Özal'ın Kürt sorununa cesur yaklaşımını öven sözler söyledi. Ancak hükümetin ayrı, Köşk'ün ayrı dilden konuştuğuna dikkat çekti: Sonunda lafı somut teklifine getirdi: "Güneydoğu'da büyük çapta temizlik operasyonlarına geçmezseniz, ben de üzmem kimseyi..." dedi: "Birkaç gün sonra Nevruz geliyor, size taahhüt ediyorum ki, yaprak kımıldamayacak. Sayın Cumhurbaşkanı'na da, Sayın Başbakan'a da bunu söyleyebilirsiniz." "Bu adam deli mi?.." Cengiz Çandar görüşmeden çıkar çıkmaz hemen telefona sarılıp Köşk'ü aradı. Ama daha lafa girmeden hattın diğer ucunda Özal'ın öfkeyle bağırdığını duydu: "Bu herif deli mi... Ne Türkiye'ye dönmesinden bahsediyor bu!.." diye soruyordu Özal... Apo'nun o gün El-Hayat gazetesinde Kamran Karadagi'ye verdiği demeci okumuştu; yakında Türkiye'ye geleceğini söylüyordu Apo... Çandar, bu demecin, "iç tüketime dönük" olduğunu söyedi "Apo kendi tabanına hava basıyor. Önemsemeyin" dedi. Apo ile 45 dakika görüştüklerini ve bir mesaj getirdiklerini anlattı: "Tek ricam, ben dönene kadar bu konuda bir demeç vermeyin" dedi. Özal sakinleşmişti. "Peki" deyip kapattı. Özal'ın PKK'yı dağdan indirme planı Dönüşte İsmet İmset, ayağının tozuyla Ankara'da devletin zirvesine bilgi verdi. Kendi deyimiyle "son derece olumlu bir tepki aldı". Bir gazeteci olarak hem tarihi bir haberleşmeye tanıklık ediyor, hem de dökülen kanın sona ermesine katkı yapabileceğini düşünerek seviniyordu. Cengiz Çandar ise Özal'la ancak ertesi gece sahurda görüşebildi. Cumhurbaşkanı ilk olarak Türkiye'nin başına bunca dert açan Apo'nun ne menem biri olduğunu sordu: "Anlat bakalım, nasıl bir adam bu" dedi. Çandar kendine özgü üslubuyla "Bildiğiniz keko... bölgenin insanı" diye lafa girdi: "Olmaz ya, adam şu an herhangi bir partiden milletvekili olsa, İstanbul Çakıl Gazinosu'ndaki, Diyarbakırspor gecesinde bağış toplatıp dansöz oynatacak; sonra Diyarbakır'ın kanalizasyon meselesi için heyet gelecek, çözemeyecek. Yani durumu normalleşse, efsane bitecek." Özal güldü: "Tip bu mu yani". "Ya ne olacak" dedi Çandar, "Bizim memleketin insanı... Türkiye'de siyasette aktif olmak istiyor, hesap bu..." Cumhurbaşkanı, Apo'nun ilettiği sözleri dikkatle dinledikten sonra kafasındaki çözüm önerisini ilk kez açtı. Bu "Özal'ın PKK'yı dağdan indirme planı"ydı: "Şimdi önemli olan ateşkesi kalıcı kılmak. Bunun için de dağdaki adamları indirmek gerek. Onun için af çıkarmak lazım. Üstelik affa önder kadrosunu ilave etmezsen sabote ederler. O yüzden kademeli bir affa ihtiyaç var. Hiç kimseyi öldürmemiş olanlara silahlarını bırakmaları halinde dağa çıkmadan önceki hayatlarını aynen garantilemek lazım. Yöneticiler için de şartlı bir madde ilave etmek gerekir. Mesela 5 yıl yasaklı tutup, o 5 yıl içinde suç işlemezlerse otomatikman siyasi haklara kavuşmaları gibi bir şey yapmak lazım..." Özal adeta kafasında yasayı oluşturmuş gibi konuşuyordu. Çandar hayretle: "Bu Meclis'ten bu yasa çıkar mı" diye sordu: "Çıkmaz" dedi Özal... "O yüzden bir yol bulmak lazım. Ben de bunu düşünüyorum." "Yeni bir süreç başlıyor" Gün ışımıştı. Özal bir yandan bunları anlatıyor, bir yandan da oruç ağızla, saat 10.00'da yapılacak MGK toplantısına gitmeye hazırlanıyordu. Toplantının ertesi günü Nevruz'du ve bayram tatili başlıyordu. "Şimdi hemen böyle heyecanla 'Apo bilmem ne dedi' diye devlet toplanıyor, MGK tepki veriyor gibi bir görüntü vermemek lazım" dedi. Kurul'da ateşkes meselesini hiç gündeme getirmeyecek, bayram tatilinden de yararlanarak zaman kazanmaya çalışacaktı. Ayrılırken, "Yeni bir durum var ortada. Yeni bir süreç başlıyor gibi" dedi.
  20. "2. Mustafa Kemal olmak..." Mart 1992'de Türkiye, tarihinin en kanlı Nevruz'unu yaşadı. İki günde tam 57 kişi öldü. Cumhurbaşkanı, sorunun şiddetle çözülemeyeceğini görüyordu, ancak PKK'nın uyguladığı şiddete karşı da başka kozu yoktu. Kendisinin "Double track" dediği planı yürürlüğe kondu: Bundan böyle işi "iki koldan" yürütecekti: Bir yandan şiddete en sert yöntemle karşılık verecek, öte yandan da gizli diyalogla çözüm arayacaktı. HEP'lilerle temas o aşamada başladı: HEP Milletvekili Sırrı Sakık Özal'la görüşmelerini şöyle anlatıyor: "Bir arayış içerisindeydi. 'Ülkenin en büyük sorunu bu... Bunu çözmek istiyorum' diyordu. Kendisine `Bu sorunu halleden 2. Mustafa Kemal olur' dedik. Çözüm için, parlamentodaki Kürt milletvekillerine büyük görev düştüğünü, silahın ve şiddetin Türkiye'nin gündeminden çıkması için büyük özveriler gerektiğini söyledi." "Kürt sorunu nasıl çözülmez" 1992 yazında Özal'ın "siyasi çözüm önerisi" kağıda döküldü. ANAP Milletvekili Adnan Kahveci, Güneydoğu'da bir süre inceleme yaptıktan sonra "Kürt sorunu nasıl çözülmez" başlıklı bir rapor hazırladı: Bu raporda "Kürt meselesinin ciddi bir çözüm bulunamaması halinde bir iç harbe dönüşebileceği" belirtiliyor ve şöyle deniliyordu: "Askeri çözümle hiçbir ülke çözüme ulaşamamıştır. Bugün Kürt sorunu siyasal bir kriz halini almıştır. Çözüm için cesur siyasal adımlara ihtiyaç vardır. Bu nedenle Kürt realitesi, Kürt kimliği ve dili hızla kabul edilerek, Kürtler'in siyasal hakları verilmelidir. Bu durum Türkiye'de demokrasiye ufuklar açmakla kalmayıp, PKK gibi terör örgütlerine olan halk desteğini de ortadan kaldıracaktır." Özal, bu rapor üzerinde kendi el yazısıyla bazı değişiklikler yapıp, "kendi raporu" olarak Başbakan Demirel'e gönderdi. O yaz, bu yaklaşım doğrultusunda adımlar atmaya başladı: MGK'da GAP televizyonundan Kürtçe yayını savundu. Ağustos ayında Kürtçe eğitimin serbest bırakılması gerektiğini söyledi ve "Ben karşıyım ama federasyonu bile tartışmalıyız" dedi. İşte bu noktada askerler itiraz ettiler. Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş "Bunun tartışılması bile askerin moralini bozar, beni de sıkıntıya sokar" dedi. Apo'nun mesajı Köşk'te 1992 kışında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin büyük operasyonu başladı. PKK, Kuzey Irak'ta ilk kez Iraklı peşmergelerle ortak harekat yapıyordu. Bu işbirliği büyük oranda Eylül ayında Köşk'te yapılan Iraklı Kürt ve Türkmen liderler zirvesinin sonucuydu. Barzani güneyden bastırıyor, TSK da Hakurk'tan sıkıştırıyordu. Bir yandan operasyon sürerken, bir yandan da Nevruz yaklaşıyor, Türkiye, bir önceki kanlı Nevruz'un tekrarlanacağı kuşkusuyla gerginleşiyordu. İşte o aşamada Talabani bir girişim yapıp Apo'yu ateşkese ikna etti. Bu mesajı Türkiye'ye iletmesi için de Arap dünyasının etkili gazetelerinden El-Hayat'ın yazarı Kamran Karadagi'yi seçti. Karadagi sonrasını şöyle anlattı: "Talabani bu barış girişimi çerçevesinde Öcalan'ın ateşkese hazır olduğunu Türk tarafına iletmemi isteyince hemen Türkiye'deki dostlarımı aradım. Mesajı Özal ve Demirel'e ulaştırdım." Karadagi'nin aradığı dost, Cengiz Çandar'dı. Çandar, ertesi gece Köşk'teki bir iftar yemeğinde mesajı Özal'a iletti: Özal "Açıklasın bakarız" diye kestirip attı. Basın toplantısına gidecek gazeteciler arasında Cengiz Çandar da vardı ve Apo'nun O'nunla baş başa görüşüp, kendisine iletilmek üzere bazı mesajlar vereceğini biliyordu. Bu, hiç deklare edilmedi. Yarın işler sarpa sararsa Özal, "Benimle ilgisi yok" deyip çekilecekti. İş, olumlu yönde gelişirse Çandar devreden çıkacak ve konuyu asıl sahiplerine devredecekti. Çandar böylece Apo'yla görüşmeye Bekaa'ya gitti. Görüşme biter bitmez Özal'ı arayacaktı. Özal: "Anlat bakalım, nasıl bir adam bu Öcalan!"
  21. Özal - Apo Pazarlığının İçyüzü: Bugünleri Kavramak için geçmişin iyi anlaşılması gerekiyor. Amaç bu olunca içinde bulunduğumuz açılım tartışmalarına ışık tutacağını düşündüğüm Can Dündarın nette yayınladığı "Özal - Apo Pazarlığının İçyüzü." yazı dizisininin son bölümünü buraya alıntılamak istedim... "Sessiz diplomasi" Her şey Körfez Krizi'nde başladı. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, ABD Başkanı Bush'la sık sık görüşüyor ve Irak'ta daha aktif bir politika izlemek istiyordu. Elinde bir "Türkmen kartı" vardı, ama zayıf bir karttı. Irak'ta söz sahibi olabilmek için "Kürt kartı"nı da elinde bulundurması gerektiğini düşünüyordu. İşte tam o günlerde Iraklı Kürtler'den "Bizim vatandaşlarımızın soydaşları" diye söz etti. Türkiye nasıl Batı Trakya'da, Kıbrıs'ta soydaşlarına yapılanlar karşısında sessiz kalmadıysa, bu tezle, Kuzey Irak'taki soydaşlarına karşı da duyarsız kalmayacak ve böylece müdahale zeminini yaratmış olacaktı. Yalnız bir sorun vardı: Iraklı Kürtler'den "soydaşlarımız" diye söz edebilmek için Türkiye'nin önce kendi Kürt vatandaşlarının kimliğini tanımış olması gerekiyordu. O dönem Özal'ın siyasi danışmanı olarak görev yapan gazeteci Cengiz Çandar, Cumhurbaşkanı'na bu konuyu hatırlatınca "Elbette bu yönde adımlar atacağız. Ama zaman lazım" yanıtını aldı. Çandar tam o günlerde Talabani ile bir röportaja gidiyordu. Özal'a "Bu görüşlerinizi Talabani'ye iletebilir miyim" diye sordu. Olumlu yanıt aldı. Çandar, "Türkiye kapısının açık olduğu" mesajıyla Talabani'ye giderken, Özal da konuyu MGK gündemine getirdi ve "Irak Kürtleri'ne sahip çıkma" planını askerlere açtı. Söylediği şuydu: "Talabani ve Barzani, Türkiye'ye her bakımdan muhtaçtır. Bunları itip PKK'nın ya da ABD'nin kucağına atmak yerine iletişim kuralım ve kontrolümüze alalım." Bunun üzerine dönemin Genelkurbay Başkanı Org. Doğan Güreş şöyle dedi: "İngilizce'de 'Silence process' denilen bir yöntem var, yani sessiz diplomasi... Bu konuyu aleni, açık bir şekilde gündeme getirmeyelim. Çok düşük seviyede sessiz bir diplomasi uygulayalım." Kürt realitesi tanınıyor Nitekim öyle yapıldı. Irak krizi patladıktan iki ay sonra Mart 1991'de Iraklı Kürt lider Celal Talabani gizlice Türkiye'ye geldi. Teması, Köşk'ün diplomat kökenli basın sözcüsü Kaya Toperi sağladı. Talabani, o gelişinde Cumburbaşkanı ile değil, Dışişleri yetkilileri ve ihtihbaratçılarla görüştü. Ancak burada somut bir sonuca ulaşamayınca 1991'in Haziran ayında bu kez Özal'la randevulaştı. Özal görüşmesi öncesi heyecandan titriyor, şunları söylüyordu: "İlk kez bir Türk Cumhurbaşkanı bir Kürt liderlerle görüşecek. Bunun Kürtler için ne anlama geldiğini, nasıl bir kilometre taşı olduğunu kimse anlayamaz." O dönemde Irak Kürtleri, PKK'ya karşı Türkiye'yle ortak hareket etme kararı aldılar. Özal Kürt sorununa ilişkin en cesur çıkışları da o yıl yaptı. Önce Kürtçe konuşmanın serbest bırakılmasını gündeme getirdi. Ardından meselelerin diyalogla çözülmesi gerektiğini söyledi: "Adam kendine 'Kürt' diyorsa, 'Hayır, Sen dağ Türküsün' denmemeli" dedi. Başbakan Demirel'in Diyarbakır'da yaptığı "Kürt realitesini tanıyoruz" açıklaması da o yıl sonuna denk geldi.
  22. Geçen gün nette dolaşırken aşağıya alıntılayacağım yazıyı ve anektotları okuyunca, yaşadığımız bu günleri anlamak için geçmişi anlamak ne kadar da önemli diye düşündüm. Bu günleri yaşarken mangalda kül bırakmayanların geçmişte neleri yapmakta erindiklerini kavramak bir o kadar önemliydi benim için... Bir şey daha aklıma geldi ve şunu sordum kendime, bu günün liderleri, onun gibi özgülükleri sınırlandığında beş parasız bir yaşamın içine düşerler mi acaba diye? Hatırlarsanız herkes Ecevit'çiydi bir günler... Adaylar en çok DSP'ye rağbet ediyorlardı. Her gazete köşesinde, her kahve sohbetinde Ecevit'in erdemleri konuşuluyordu. Öyle olunca da insan ister istemez merak ediyor; "Mazlum severliği ile ün yapmış toplumumuz, acaba Ecevit'i, altından koltuk çekildiği dönemde de bu kadar çok seviyor muydu" diye... Bu sorunun yanıtını en iyi bilebilecek insanların, Başbakan'ın 12 Eylül dönemindeki hapishane arkadaşları olabileceğini düşününce bir gazeteci ve Ecevit'in o dönemine tanıklık etmiş insanlarla konuşmuş. Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'ndeki gardiyanından, avukatından, hapishane arkadaşlarından "Mahpus Ecevit"i anlatmalarını istemiş. Ve dinleyip yazıya döktüklerini okuyunca sizlerde anlayacaksınız ki; Ve hele içinde bulunduğumuz dönemde yaşatılmaya çalışılan mazlum edebiyatının yansımaları üzerine düşündükçe aslında... Türkiye halkının mazlumseverliği efsanesi yerine, "Ye kürküm ye" masalına inanmak daha gerçekçi olacaktır.
  23. Sayın Jan; Ulusal mücadeller, sokakta taş atan çocuklarla yapılmaz. Ulusal kazanımlar bilinci olan toplumlarca sonuçlandırılır. Bunu kavramak için kurtuluş savaşının gerçeklerini gözlemlemek yeterli olacaktır. Ortadoğunun kargaşa toplumlarının temelsiz yaklaşımlarını ulus bilinci ve mücadelesi olarak sunmak bir hatadır. Size yazılan her yazıda anlatılmak isteneni görmezlikten gelmenizi kısır çekişme, Kendinizi bakın ben kürt değilim ama onların ulusal haklarının destekçisiyim diye sunmanızı şark kurnazlığı olarak değerlendiriyorum. Eğer kendinizi olduğunuzdan farklı tanıtıyorsanız bilinki, Kurtuluş savaşı, İngiliz, Fransız, ve Yunan halklarının içinden destekçilerle değil ulusun kendi bilinci ve haklı mücadelesiyle kazanılmıştır. Diğerinde ise şark kurnazlığı yüz yıllardır kendi haklılığında bile hiç bir olumlu sonuç elde edememiştir. Sevgilerimle .
  24. Ezel'in Ramiz Dayısı, Başbakan Erdoğan'a Tekel işçileri için öğüt verirse... Bu haftaki Leman dergisinin kapağında izleyicileri ekrana kilitleyen Ramiz Dayı ve Başbakan Erdoğan vardı. Bakın Leman, Ramiz Dayı'nın öğütlerini nasıl gündeme uyarladı. www.radikal.com.tr 10/02/2010 11:56
  25. Açılım' çocuklarla mahkeme arasından çıkamıyor... Taş attın ama çocuksun; cezan 5 yıl! Şırnak'ta izinsiz gösterilerde polise taş attığı gerekçesiyle yargılanan 14 yaşındaki bir çocuk, 10 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ceza, sanığın yaşının küçük olması nedeniyle yarı oranında indirildi. Devlet Güvenlik Mahkemeleri 13 yılda 2 bin 601 çocuktan 624'ünü mahkûm etmişti. Ağır ceza mahkemeleri ise sadece son dört yılda 2 bin 400 çocuktan 175'ine ceza verdi, birçok dosya da Yargıtay'da... Kaynak: www.radikal.com.tr 10/02/2010 02:21

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.