Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    3.724
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    30

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. Ergenekon Gözaltıları En Çok Site Yönetimlerini Vurdu Türkiye Site ve Bina Yöneticiler Derneği (TÜSİBİY-DER) tarafından dün akşam saatlerinde yapılan basın açıklamasında, Ergenekon sürecinde dalga dalga gerçekleşen gözaltılar nedeniyle sitelerde yöneticilik yapacak Emekli Albay bulmakta zorlanıldığı ifade edilerek, başıboş kalan site ve apartmanların içine yuvarlanacağı kaos tehditine dikkat çekildi. Kaynak: zaytung Bürükselden bildirmiştir... ÇOK ÖNEMLİ NOT: *Bu başlık iletisinde yer alan tüm yazılı ve görsel materyal, html kodlarına varıncaya kadar gerçek dışıdır, uydurmadır. *Kemik yaşı 18'den küçük olanlar bu başlığa ve iletilerine bakıp hemen çıkmak için dahi girip açamazlar. *Son olarak, Kemik yaşı 18'den büyük olanlar okuduktan sonra midenizle düşünmeye kalkıp forumu ve beni dava edip mahkemelerde süründürmezseniz gerçekten çok sevinirim. Saygılarımla....
  2. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın “Ülkedeki 100 bin kaçak Ermeni'yi göndeririz” demesi üzerine ... Türkiye Ermeni Cemaati: "Bu Kez Daha Az Kayıp Vermeyi Umuyoruz" dediler ... ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın “Ülkedeki 100 bin kaçak Ermeni'yi göndeririz” sözleri tehcir konusunu yeniden ülke gündemine taşırken, Ermeni cemaatinden gelen "Geçmiş tecrübelerden gereken dersleri çıkardık, bu kez yolda daha az kayıp vereceğimizi sanıyoruz." açıklaması yürekleri bir nebze olsun ferahlattı. Kaynak: zaytung Bürükselden bildirmiştir... ÇOK ÖNEMLİ NOT: *Bu başlık iletisinde yer alan tüm yazılı ve görsel materyal, html kodlarına varıncaya kadar gerçek dışıdır, uydurmadır. *Kemik yaşı 18'den küçük olanlar bu başlığa ve iletilerine bakıp hemen çıkmak için dahi girip açamazlar. *Son olarak, Kemik yaşı 18'den büyük olanlar okuduktan sonra midenizle düşünmeye kalkıp forumu ve beni dava edip mahkemelerde süründürmezseniz gerçekten çok sevinirim. Saygılarımla....
  3. Bugün foruma girip bu başlığı okuyup kaynak sitedeki diğer yazılanları da okuyunca abartı gelecek belki ama tüm gün gülmekten kendimi alamadım... Uzun zamandır nedenli nedensiz, bırakın gülmeyi gülümsemeyi bile unuttuğumuzu farkettim kendi adıma... Geçen zaman içinde, sevgili Cyrano yazıya ilk tepkiyi verdiğinde tamam dedim, sevgili dostum dizel ve jenaratör konusunda bizlere temel bilgilerin hepsini birer birer aktarıp bilgilendirecektir diye... Ardından sevgili Fuzulinin konuya temelden yaptığı eleştirileri okuyunca eyvah bu konuda ciddiye alındı yazının gülmece olduğunu yazmalıyım demeye kalmadı ben o yazıyı yollayana kadar Cyrano çoktan kaynağı bulmuş gerekli açıklamaları yapmıştı bile... Ellerine sağlık "Sleepwalker" son dönemlerde oldukca ciddileşen forumumuza farklı bir nefes kattın... Gerçi biz yine başta ciddi ciddi konuyu tartışmaya açmıştık ama .... Sevgili Fuzuli bence bu tuzaklardan kurtulmamız için Arkadaşımızın açtığı başlıkların altına gerekli notu düşmesini rica edelim hepbirlikte... Anlaştık mı sevgili "Sleepwalker" *** Dipnot: Adı geçen bu espri dolu yazılarla dolu site ne yazık ki; telekeom tarafından yasaklı siteler kategorisine alınmış... Neye gülüp neye gülemeyeceğimize de tepeden birileri karar verir oldular artık. Bu tür sitelere giremeyen arkadaşlar portlarını açmaları gerekiyor. Bunun içinde "Bana biri bu yasağı açıklasın" başlığında verilen DNS sunucu adreslerini kullanarak değiştirmelisiniz... Aşağıdaki ilişimden bilgilere ulaşabilirsiniz... http://www.turkish-m...post__p__848760 Saygılar hepinize...
  4. Bir bardak suda fırtınalar koparttığımızın farkında mıyız?.. Adı geçen siteyi daha önceden biliyorsanız eğer konuların espritüel taraflarını ele alarak gülmece yazılar ürettiklerini de biliyor olmalısınız... Her şeyi bu kadar ciddiye alıp espritüel bir yaklaşımla ele alınan bir konuda bile eleştiri üretiyor olmamızın içinde bulunduğumuz genel şartların etkisi var mı diye düşünüyorum... Aynı arkadaşımız Cyrano'nun da alıntı yaptığı siteden bir kaç yazı daha postalamış foruma okudukça gülmekten kırılıyor insan... Galiba sorun, gazete haberi olmayan bir konunun burada bulunuyor olması sanırım ciddiye alınmasına neden olmuş... O nedenledir ki; bölümün başında bulunan sabite alınmış "gazete haberleri paylaşımı" ile ilgili öneri yazısında ki kaynak, yazar ve alıntı kurallarına uygun paylaşımların burada yapılması bence çok önemli... Birazda gülmek için fırsat yaratalım diyorum sevgili arkadaşlar.. Saygı ve sevgilerimle
  5. Bunun rahim libidosuyla bağlantısı nedir? Rahim sevgili hayatını bilmez, sadece evlenme ve doğurmayı bilir. Dolayısıyla evlilik ve doğurganlık üzerinedir dizilerin ana temaları ve bunlardaki savaş ve vahşet. Çünkü rahim bu hale geldiği zaman kibirlenir, kibirlendiği zaman hastalık ve doktor sever. Dolayısıyla ölüm sever. Doğurganlıkla ne kadar meşgulsen bir süre sonra ölümle meşgul olursun. Çünkü kibir yapıyorsun! Ben yarattım, kibri. Rahim libidosunu kibiri temelde budur. Çağımızda bir kadın rahim libidosu kullanıyorsa, üst beyin ne derse desin alt beyinde kendini yaratan kabul eder. Bunda birtakım aksaklıklar olduğunu vaktiyle anlamışlar ki Tevrat, İncil ve Kuran hep bunu işler. Rahim yaratmaz, Allah yaratır. Hatta bunu ortadan kaldırmak için Adem'e bir nevi doğurganlık verirler. Allah Adem'i yarattı, Adem'in kaburga kemiğinden de kadını yarattı. Bunlarda felsefi derinlikte çok güzel mesajlar vardır. Bu durum annenin çocuğuyla ilişkisine nasıl yansıyor? Seni doğuracağıma taş doğursaydım deyiverir. Onu yaratmanın kibriyle. Bu onu ele geçirmiş kuyruktan ibaret çünkü. Kutsal kase kapalı olduğu için ağız ön plana çıkar hem erkek hem kadın için. Zira erkeğin gelişmesinin temeli kadına bağlı. Erkek kutsal kaseyi bilen kadınla gelişir. Dolayısıyla erkek danışanlarıma da böyle söylerim. Kendi sağlığını mı düşünüyorsun? Git partnerine kutsal kaseyi öğret. Ancak o zaman sana erkeğim, der. Onu öğretemezsen, klitorisiyle kullanırsan sana efeminen, der. Hiçbirinden netice alamazsan aseksüel hale gelirsin. Bu durumda kadın erkeğe bebeğim, der. Erkeğim, diyebilmesi için kutsal kasesini öğretmen şart. Diyelim ki erkek kutsal kaseyi bilen bir partnere sahip değil. O zaman kadının alt beyninde bebek ya da rahim olur. O tatminsizlik ağza yansır. Yemek yemek, lakırdı veya bitmez tükenmez konuşmalar. Tartışma programlarına dikkat et. Herkes konuşuyor; iyi, güzel ama bir şey yok ortada. Neden bu programlar bu kadar çok konuşuluyor ? İnsanda kendi inşaat bozukluklarının yansımasını yapar. Vurdu, kırdı, mafyaya ödün, çifte tabancaya ödün. Her çifte tabancalı mafyanın kökeninde şu vardır: Çift tabancalı mafya lideri şişman anasının evine gider, orada yemek yer ve şişman anası da onu azarlar. Hiç olmazsa bunu koyun senaryoya! Hiç değilse anlayana mesaj veriyor. Bunun arkasında rahim libidosu vardır. Anası bunu böyle yapmıştır, diye. Bizde o da yok. Gençlerde çift tabancayla dolaşma özentisi. Bunlar hakikaten takıntı arttırıcı. O yüzden mafya özentisi veya başka şeylere özenen birsürü genç var. Kimseyi suçlamıyorum. Ama şu soruları sormalarını istiyorum anneleri sağ ise: Anneciğim bana hamileyken neler yaşadın? Muhteşem cevaplar alacaklar. Bunlar neden takıntıyı arttırır ? Çünkü inşaat bozukluğunun hortlamasına sebep oluyor. Temel inşaat bozukluklarının uğraştığı en önemli şey vurdu kırdıdır. Güzel şeylerle uğraşmaz ki! Temek inşaat bozukluğu olan kişi karadır, dolayısıyla karayla uğraşır; her şey olumsuzluk, sağlıksızlık üzerinden gelişir. Diğerleri de zaten buna alışmış. Karşılıklı bir arz talep dengesi oluşuyor. Başına geleni başkalarının yaşadığını görmenin verdiği rahatlık ihtiyacı da bunları izlemeye yöneltiyor. Pembe dizilerin temeli de budur. Doçent Dr. Nusret Kaya Yeni Aktuel'den alıntı... 4-10 Ekim 2005
  6. Temel İnşaat Bozukluğu Temel inşaat bozukluğu nedir? Temel inşaat bozukluğu anne rahminde geçen 9 ay 10 gün ve 0-2 yaş arasındaki bebeklik döneminde ortaya çıkar. AÇEV gibi birtakım kadın derneklerinin "Yedi çok geç" sözünü "İki çok geç"e indirmek gerekir. Çünkü ezik anne, koca dayağı yiyen anne, sık doğuran anne gibi birtakım sendromları ceninken almaya başlıyoruz. 0-2 yaşta da beyin ve kuyruğu var... Sadece beynimizden konuşuyoruz ama kuyruğumuzu unutuyoruz. Oysa omurilik beynin kuyruğudur, ayrılmaz. Kuyruğun alt ucuna, kuyruk sokumuna darbeler toplumumuzda çok görülür; yanlış tuvalet terbiyesi, anne eli dışında değen eller, popo öpülmesi, ben seni yerim diye sevmeler... Hayret edeceğiniz biçimde başlangıç rüyalarında bunlar ortaya çıkıyor. Onun için çok masum gibi gözüken, örneğin bir erkek bebeğe doktor amcalar tarafından anüsten verilmiş ateş düşürücü fitiller, dereceler çok sakıncalı... Çünkü 0-2 yaş döneminde korteks yani konuşan, okuyan, kakasını tutabilen, çişini yapabilen, akıl yürüten beyin bölümü henüz gelişmemiş. Poposundan giren nesnenin ne olduğunu bilmiyor. Erkekteki en ölümcül suçluluk rüyaları rüya dilinde buradan başlar. Seksüel içeriklidir. Şuuraltı bir cinsel tacize maruz kalmayı algılıyor ve dolayısıyla kuyrukta pipi enerjisiyle anüs enerjisi çarpışmaya başlıyor. Bunun açılımı binde bir ihtimalle gay'likse binde 999 ihtimalle problemdir. Bu problemi kimi horoz erkeklik, maçoluk gibi yöntemlerle çözümlemeye çalışıyor. Ama büyük çoğunluğu içine atıyor. Bu karmaşayı anlatamaz hale geliyor. Rol dağılımında erkek rolünü benimsediği halde iç dünyası bunun eksikliğini hissediyor. Al sana ölümcül suçluluğun en temel nedeni. Dışı erkek, içinde karmaşa. Bu, cezalandırıcı objelerin yer aldığı kendi kendine ölümcül suçlama rüyalarına neden oluyor; polis yakalıyor, takip ediyor, birileri bıçaklanacak, öldürecek, kaçıyorum bir türlü kurtulamıyorum, şeklinde. Bu nelere yol açar ? Rahimde ve 0-2 yaş arasında aldığımız negatif etkiler yüzünden toplumumuz alt beyin anlamında arabeskleşir. Büyük çoğunluğun alt beyin sistemi temel inşaat bozuklukları yüzünden depresyona çok eğilimlidir; ölümden ve hastalıktan söz etmeyi çok sever. Şuuraltı ve alt beyin sistemi zaten depresyona eğilimli olduğunda hayatının üç beş döneminde aktif depresyon yaşayacaktır. Bu anlamda bir matem reaksiyonu bile aktif depresyondur. Sevgilinin kaybı da öyle. İç veya dış kaynaklı bu depresyonlar alt beyin sisteminde rüya analizleriyle çok net şekilde tespit ettiğimiz ölümcül suçlama sembollerine sebep olur. Diyelim bu ölümcül suçlamayı tedavi ettiniz, ilaç kullandı, o zaman mesele yok. Ama kendi haline bıraktıysanız, her olayda değil, ama ölümcül suçlama bağışıklık sistemini bozabilecek derecede şiddetliyse mide ülseri gibi bir yığın psikosomatik hastalık bekleneceği gibi, kanser ihtimali de yükselecektir. ........ ........ İsimler önemli değil; çünkü isim kortekse, üst beyne aittir. Ben alt beyin doktoruyum. Yunus Emre gibi bakıyorum hadiselere. İçteki benin doktoruyum. Altı bin yıl önce Sümer çivi tabletlerinde omuriliğin yaşam ağacına benzetilmesi çok doğru. Çünkü omurilikten bütün iç organlarımıza dallar ve budaklar gider; yani kalınlı, inceli sinirler. Yaşam ağacı benzetmesinin en temel analitik açılımı da şudur: Ağaç nereden beslenir? Kökten! Bu sistem kökte, her iki tarafa elin parmakları kadar kalın beşer dal vererek bacaklarımızın arasındaki seks organlarını besler ve onlardan besin alır; Tao'nun yaşam enerjisi, psikiyatrların libido dediği... Bunların birlikte yaşadığını şuradan anlarız. Mesela depresyonlu bir vatandaş geldi. İlk şikayetlerinden biri canım seks istemiyor, der. Seks isteğiyle yaşam isteği arasında direkt bağ var.
  7. Bilimin özellikleri. Bilimin vardığı sonuçlar, geçici olmakla birlikte güvenilirdir. Bilim sürekli gelişmekte olan bir süreçtir ve vardığı sonuçları her zaman değişebilirdir. Fakat tıpkı “kuram” kelimesinin bir bilim insanı için özel bir anlamı olduğu gibi, “değişebilir” kelimesinin de öyle bir anlamı vardır. Bilimin vardığı sonuçlar, “gerçek yanıt çıkagelene kadar” geçicidir ve değişebilir anlamına gelmez. Bilimin sonuçları, olguya dayanan içerik ve düşünüşlerinde sağlam temellidir ve onlara “değişebilir” denmesinin tek sebebi tüm fikirlerin incelemeye açık olmasını anlatmak içindir. Bilimde, atomların, hücrelerin, yıldızların doğası veya Yerküre’nin tarihi gibi fikirlerin geçiciliği, bilim insanlarının, yeni kanıtlar ortaya çıktıkça fikirlerini değiştirme gönüllülüklerine yapılan bir atıftır. Bilim demokratik değildir. Bilimsel fikirler uzaktan ve yakından incelemeye tabidir, fakat kimse oylama yapmaz. Eğer levha tektoniği sorusu yirminci yüzyılın başlarında ilk defa ortaya atıldığında demokratik yollardan karara bağlansaydı, bugün yerkürenin zemininin kökenlerine dair çoğunlukla hiç bir açıklamamız olmazdı. Bilimsel fikirler, kanıtlar temel alınarak kabul veya reddedilirler. Bilim dogmatik değildir. Bilimsel girişim veya literatürdeki hiçbir şey inancı gerektirmez. Birisinden kimi fikirleri sadece inançla kabul etmesini istemek, bu fikirler “uzmanlar” tarafından beyan edilmiş bile olsalar, bilimsel değildir. Bilim insanları, duyularımıza güvenebileceğimiz düşüncesi gibi çeşitli varsayımlarda bulunsalar da, bilimsel açıklamalar ve varılan sonuçlar sadece sağlam temelli oldukları ve incelemeler karşısında ayakta kalabildikleri ölçüde kabul edilirler. Bilim ahlaki ve estetik seçimler yapamaz. Bilim insanları, anatomilerinden, DNA’larından ve fosillerinden yola çıkarak, çiçekli bitkilerin ilişkilerini çıkarsayabilirler ama bir gülün bir papatyadan daha güzel olduğunu bilimsel olarak ileri süremezler. İnsan oldukları için, gezegenimizin tüm bireyleri gibi bilim insanlarının da ahlaki ve estetik yargı ve seçimleri vardır ama bu tercihler bilimin bir parçası değildir. Bilim kültürel bir bağlamda var olur Bilim her zaman gerçeğe doğrudan ulaşmaz. Uygulamacılarının kılı kırk yaran çabalarına rağmen, bilim kimi zaman sendelemelerle ve hatalı çıkışlarla ilerler. Bazı durumlarda, belirli bir döneme hakim olan bilimsel fikirlerin sonradan hatalı veya eksik oldukları anlaşılmıştır. Galileo sisteme meydan okumadan önce, yermerkezlilik kuraldı. Sağda gösterilen yermerkezli Evren modeli, yüzyıllarca geçerli kaldı. Sonunda insanlar, Yerküre’nin Evren’in merkezi olmadığını kabul ettiler. Türleşme ilkin aşamalı bir süreç olarak tanımlanmıştı ama son yıllarda, bazı şartlar altında türleşmenin göreceli olarak hızla gerçekleşebileceği netleşti. Alfred Wegener’in kıtaların kayması hakkındaki fikirleri, kıtaların hareket etmesi için tutarlı mekanizmalar tanınana kadar ciddiye alınmamıştı Bilim kendisini düzeltir. İnsanlar bazen hata yaparlar. Ara sıra bilim insanları fikir akımlarına kapılıp sürüklenirler. Ama hatalar, yanlış anlamalar ve yanlış yönlenmeler, bizzat bilim camiası tarafından düzeltilir. Bazen bu düzeltmeler yıllar, on yıllar, hatta yüzyıllar alabilir. Gelişen yeni bir teknolojiler bazı konuları daha iyi anlamamızı sağlayabilir veya belli bir konuya olan bakış açısı değişebilir ve önünde sonunda gerçeğe daha yakın bir noktaya gelinir. Eski hipotezlerin atılıp yerine yenilerinin konuluyor olması bilimin, bilgi toplamanın bir yolu olarak geçersiz olduğu anlamına gelmez. Düşüncenin esnekliği bilimsel sürecin tam da özüdür. Örneğin geçtiğimiz 100 yıl içinde ders kitapları, tüm canlıları iki alemde toplamaktan, yaşamın bağlılığını üç küme olarak betimlemeye geçmiştir. Bilim bir insan uğraşıdır. Tüm insani zaaflar bilim insanları arasında da mevcuttur. Bunlar arasında: Kendi hipotezine aşık olmak, ona, yeni veya çelişen verileri göz önüne almayı reddedecek kadar bağlanmak. 1990’lardaki soğuk füzyon meselesinde, hidrojen kaynaşmasının düşük sıcaklıkta gerçekleşen bir türünden sınırsız enerji elde edilebileceğini ima eden sözde bilimsel kahramanları unutmamak ve gelecekte daha dikkatli olmak gerekir. Önyargılar tarafından sürüklenmek Yüz yıl önce insanlar atalarını eğik bacaklı, eli sopalı, ama alet yapıp ateşi kontrol edebilecek kadar gri maddeli [beyinde sinir sisteminin önemi bir bileşeni] olarak hayal etmişlerdi. “Mağara adamı” karikatürleri bu yanlış anlamayı korumaya devam etmektedir. Fakat son yıllardaki Australopithecus afarensis gibi bulgular, çok erken insan atalarının bile dik durabildiklerini, bize çok benzeyen ayak ve bacaklara sahip olduklarını, ama beyinlerinin şempanzelerinkinden görece biraz daha büyük olduğunu gösterdi. Bilim önünde sonunda, kültürel etkilere ve kişisel taraflılıklara bağlı olan önyargıları ve yanlış algılamaları aşar. Bilimsel girişimin güçlerinden birisi budur. KAYNAK: Evrim Çalışkanları
  8. Bilim kendine özgü yöntemlerle çalışır. Bilimin amacı evrenimiz hakkında bilgi sahibi olmaktır. Bilimin keyfi ise keşfetme ve merak etme özgürlüğünden kaynaklanır. Yine de sonunda olayları doğru anlama olasılığımızı arttırmak için bilim makul yönergeler izler. Belli temel kuralları akılda tutmak önemlidir: Bilim gerçek dünyadaki kanıtlara dayanır ve bu kanıtlar mantık aracılığıyla incelenir ve yorumlanır. Bilimsel düşünce için yaratıcılık ve esneklik çok önemlidir, ancak bilim bir takım parametlerin rehberlik ettiği bir süreci takip eder. Bilim kendi zamanının kültürüyle iç içedir. Bilimin nasıl işlediğini anlamak, bilim olanla olmayanın kolaylıkla ayırt edilebilmesine olanak tanır. Bilimin prensipleri vardır *Bilim gerçek dünyayı açıklamaya çabalar. Açıklamaları ise doğadaki kanıtlar aracılığıyla test edilir. Kuşlar ve kertenkelelerin doğada var olduğu bir gerçektir ve bu yüzden bilimin kapsamına girerler. Tersine, periler ve yeşil cücelerin hikayeleri ve bibloları ne kadar eğlenceli olsa da nesnel dünyada yer almazlar. Bu da bilimsel araştırmaya uygun olmadıkları anlamına gelir. Her tür bilimsel anlayışın temelinde doğanın incelenmesiyle toplanan bilgiler yatar. *Bilim, gerçek dünya hakkında kanıt toplayarak bilgi sahibi olabileceğimizi varsayar. Bunu duyularımız ve duyularımızın uzantıları aracılığıyla yapabileceğimizi öngörür. Bir çiçek veya bir kaya, özel aletlere ihtiyaç duyulmadan görülebilir. Ama teknolojiyi kullanarak, insan duyularının sınırlarını genişletebilir, elektrik, manyetik alanlar gibi görünmez olguları, bakteriler ve uzak galaksiler gibi varlıkları gözlemleyebiliriz. Öte yandan rüyalar, hayaletler ve halüsinasyonlar gerçek gibi görünmelerine rağmen duyularımızdan doğmaz ve hatta duyularımızın uzantısı bile değildir. Herhangi bir kavramsal anlayışın nihai testi, sadece gerçek madde ve gözlemlerle mümkündür. Kanıt, bilimin temel öğesidir. Kanıt yoksa sadece kurgu vardır. Bilim bir süreçtir. Bilim gerçek dünyayı açıklamaya çabalar. Açıklamaları ise doğadaki kanıtlar aracılığıyla test edilir.Kuşlar ve kertenkelelerin doğada var olduğu bir gerçektir ve bu yüzden bilimin kapsamına girerler. Tersine, periler ve yeşil cücelerin hikayeleri ve bibloları ne kadar eğlenceli olsa da nesnel dünyada yer almazlar. Bu da bilimsel araştırmaya uygun olmadıkları anlamına gelir. Her tür bilimsel anlayışın temelinde doğanın incelenmesiyle toplanan bilgiler yatar. Bilimsel savlar, yapılan açıklamaların doğal dünyanın gözlemleriyle test edilmesine ve testi geçemeyenlerin reddedilmesine dayanır.Bilimsel açıklamalar doğal dünyadaki kanıtlar kullanılarak değerlendirilir. Bu kanıtlar çeşitli kaynaklardan gelebilir, kontrollü bir laboratuvar deneyinden, bir anatomik incelemeden veya uzaydaki radyasyon kayıtlarından. Kanıtlara uymayan açıklamalar ya reddedilir ya da düzenlenerek yeniden test edilir. Bilimsel iddialar meslektaş değerlendirmesine ve tekrarlanmaya tabidir.Meslektaş değerlendirmesi gerçek bilimsel girişimin vazgeçilmez bir parçasıdır ve bilimin her alanında süregelir. Meslektaş değerlendirmesi süreci, bilim insanlarının diğer meslektaşlarının verilerini ve mantıklarını incelemelerini içerir; alternatif açıklamaları, ayrıca gözlem ve deneylerin tekrarlanmasını amaçlar. Fikir piyasasında, en avantajlı olan, en basit açıklamadır. Buna, en yalını yeğleme ilkesi denmektedir. "Tek Bilimsel Yöntem" diye bir şey yoktur. Bilim fuarlarına giderseniz veya bilimsel dergiler okursanız, bilimin “soru-hipotez-yöntem-veri-sonuç”tan başka bir şey olmadığı izlenimine kapılabilirsiniz. Ama bilim insanlarının işlerini icra ediş şekilleri pek de böyle değildir. Çoğu zaman bilimsel düşünce, ister koşarken, ister duştayken, ister laboratuvardayken veya bir fosil kazısı sırasında yapılsın, aralıksız gözlemleri, sorgulamaları, çoklu hipotezleri ve sürekli gözlem yapmayı içerir. Bilimsel düşünce nadiren “sonuçlandırır” ve hiç bir zaman “ispatlamaz.” Bilimi, beyaz gömlekli bir bilim insanı ve baloncuklar saçan deney tüpleri imasıyla “Bilimsel Yöntem” kutusuna koymak, bilim insanlarının zamanlarının çoğunu ayırdıkları şeyleri yanlış temsil eder. Özellikle, tarih bilimi çalışmalarının içinde bulunanlar çok farklı bir yolla çalışırlar. Sorgulama, araştırma ve hipotez kurma; bunlar herhangi bir sırada gerçekleşebilir. Kuramlar bilimsel düşünme için merkezdir. Kuramlar doğanın bazı yönlerini mantıklıca açıklayan, bilim insanlarının geçerli tahminler yapmalarını sağlayan kanıta dayalı kapsamlı açıklamalardır ve pek çok yöntemle test edilmişlerdir. Kuramlar, yeni kanıtlarla desteklenir, düzeltilir veya yenilenebilirler. Kuramlar bilim insanlarına, içinde çalışabilecekleri çerçeveler sunarlar. Hücre kuramı, yerçekimi kuramı, evrim kuramı ve parçacık kuramı gibi bilimin pek çok kuramı, bilim insanlarının belirli hipotezleri test ettiği büyük fikirlerdir. “Kuram”ın bilimsel tanımı, terimin günlük dilde genelde kullanıldığı tahmin veya önsezi anlamlarıyla karıştırılmamalıdır. Bilimde kuram, bundan çok daha fazlasını ifade eder ve temelleri çok daha sağlamdır. “Evrim Kuramı” bir önsezi değil, dünyada yaşamın ne süreçlerden geçtiğinin, kanıta dayanan, kendi içinde tutarlı, yeterince sınanmış bir açıklamasıdır. Kuramın bilimdeki rolünü anlamak bilim insanları için gerekli, bilinçli yurttaşlar içinse hayatidir.
  9. Bilimin doğası... Bilimin nasıl işlediğini anlamak, bilim olanla olmayanın kolaylıkla ayırt edilebilmesine olanak tanır. Bu yüzden biyolojik evrimi veya herhangi başka bir bilimi anlamak için, bilimin yapısıyla başlamak önemlidir. Bilim nedir? Bilim, doğal dünyayı anlamanın belirli bir yoludur. Bilim, doğuştan var olan merak güdümüzü geliştirir. Aşağıdaki sekoya ağacı örneğindeki gibi geçmişi günümüze bağlamaya olanak tanır. Bilim, duyularımızı ve duyularımızı daha etkili kullanmamızı sağlayan aletleri kullanarak evren hakkında açık ve kesin bilgiler edinebileceğimiz önermesine dayanır. Bilimin izlediği kendine özgü “kurallar” vardır. Bilimin vardığı sonuçlar her zaman test edilmeye ve eğer gerekirse değiştirilmeye açıktır. Buna rağmen, bilim yaratıcılığı ve hayal gücünü dışlamaz, hatta çoğu zaman bunlardan (içine bol miktarda mantık katarak) faydalanır. 3 temel soru: Orada ne var? Aydan taş toplayan astronot, atomları çarpıştıran nükleer fizikçi, yeni keşfedilmiş bir türü açıklayan deniz biyoloğu, umut vaat eden bir tabakayı kazan paleontolog, hepsi “orada ne olduğunu” bulmaya çalışırlar. Nasıl çalışır? Zamanın, ay taşlarıyla dünya taşları üzerindeki etkilerini kıyaslayan bir yerbilimci, parçacıkların davranışlarını gözlemleyen nükleer fizikçi, balinaları yüzerken gözlemleyen deniz biyoloğu ve nesli tükenmiş bir dinozorun hareket yeteneğini inceleyen paleontolog, aynı soruyu sorarlar; “nasıl çalışır?” Nasıl bu hale geldi? Bu bilim insanlarından her biri çalışma nesnelerinin tarihlerini yeniden oluşturmaya çalışır. Bu nesneler ister taş, ister temel parçacık,ister deniz organizmaları veya fosiller olsun, bilim insanları hep “nasıl bu hale geldi?” sorusuna yanıt arar.
  10. Başta El Kaide olmak üzere birçok radikal İslami grubun eylemlerini meşrulaştırmak için dayandıkları, Mardin Fetvası olarak da bilinen 700 yıllık cihat fetvası, “Barış Diyarı Mardin” konferansında yeniden yorumlanıyor. Terör örgütlerinin eylemlerine meşruiyet kazandırmak için kullandığı 'cihad fetvası' yazıldığı Mardin'de 700 yıl sonra yeniden yorumlanıyor. Hoşgörü kentinde buluşan İslam dünyasının önde gelen düşünürleri, bugünün koşullarına göre yeniden uyarladıkları fetvayı dünyaya ilan edecek İslam dünyasının önde gelen 20 din düşünürü, Küresel Yenilik ve Rehberlik Merkezi (GCRG) ile Canopus Consulting adlı düşünce kuruluşlarının organize ettiği ve Artuklu Üniversitesi'nin ev sahipliği yaptığı konferans için dün Mardin'de bir araya geldi. Bosna'dan Suudi Arabistan'a çeşitli ülkelerin önde gelen İslam düşünürlerinden oluşan grup iki gün süreyle Osama Bin Ladin ve El-Kaide örgütünün terör eylemlerini meşru kılmak için kullandığı ve tarihe 'Mardin Fetvası' olarak geçen 'cihad' fetvasını masaya yatırıyor. Toplantının temel amacı İslam alimlerinden İbn Teymiyye'nin 1300'lerin başlarında Moğol istilası altındaki Mardinliler için yayınladığı ve 'İslami kurallara uymayan yönetimlere karşı 'cihad' yapılabileceği' yönündeki fetvasını günümüz koşullarında yeniden yorumlamak. Neden böyle bir ihtiyaç doğdu? Çünkü 700 yıl boyunca kimsenin aklına bilge gelmeyen fetva 1970'lerde önce Mısır'daki radikal İslamcı gençler, ardından da Suudi Arabistan'daki bazı gruplar tarafından terör eylemlerine gerekçe olarak kullanıldı. Son olarak 11 Eylül sonrasında El Kaide'nin lider kadrosunun da örgüt üyelerini, bu fetvayı kullanarak terör eylemlerine yönlendirdikleri ortaya çıktı. Konferansı düzenleyen ve çok konuşmaması için tehdit edildiğini söyleyen Malik, “İslam masum insanları öldürmeyi emretmiyor. Müslümanları, Müslüman olmayan yönetimlerle savaşmaya çağıran Mardin Fetvası’nı bugünün koşullarında yeniden yorumluyoruz” dedi. EL KAİDE gibi aşırı dinci örgütlerin eylemlerine meşruiyet kazandırmak için kullandığı 700 yıllık ‘Cihat Fetvası’nı barışçı bir söylemle yeniden yorumlamak için Mardin’de ‘Barış Diyarı Mardin’ başlıklı konferansı düzenleyen İngiltere merkezli düşünce kuruluşu Canopus Consulting Direktörü Aftab Ahmad Malik, tehdit edildiğini söyledi. Yurt içi ve yurt dışından çok sayıda din adamını biraraya getiren konferansın açılışı öncesi konuşan Malik, “Çok fazla konuşmamam konusunda uyarıldım” dedi. Protestolar nedeniyle yoğun güvenlik ToplantInIn Batı'nın desteğiyle yapıldığı yönündeki spekülasyonlar ilk günden tepki yarattı. İslamcı web sitelerinde toplantıyı protesto eden yayımlar başlatılırken, toplantının yapıldığı Artuklu Üniversitesi ve misafirlerin ağırlandığı Büyük Mardin Oteli de oldukça yoğun güvenlik önlemleriyle korundu. Öte yandan, Mardinli bazı temsilciler, 'toplantının İngiltere gibi bir küresel güç tarafından organize edilmesi' ve 'Mardin'i bir cihad bölgesi gösterdiği' gerekçesiyle toplantıya katılmadıklarını söylediler. Kaynak: hurriyet.com.tr... aksam.com.tr
  11. Hoş geldin sevgili "Ada"...
  12. Bir varmış bir yokmuş zamanın birinde Osmanlı diye bir Ülke varmış. Ülke insanları yapılan darbelerin ardından sessiz kalmasını bilir ve toplumun çoğunluğu “darbelere” sevimli bakar ve destek verirlermiş Gel zaman git zaman; Osmanlı’dan bu yana güç hep darbelerle el değiştirirmiş. Padişahların bir kısmına darbe yapılmış, kafası uçurulan veziriazam (başbakan) sayısı bir hayli yüksekmiş. Bu ülkede Cumhuriyet kurulduktan sonra hiç darbeler olmayacak gibi gidiyormuş işler, 1960’a kadar darbeler tozlu raflarda gününü bekler olmuş. Ama ne mümkün? O sıralar ülkeyi yöneten iktidar, iktidar mevkiini çok sevmiş, orada sonsuza kadar kalmaya kararlıymış. Ama 1957 seçimleri ile birlikte oylar hızla aşağı düşmeye başlamış. 1961 seçimleri yaklaşmış ama tekrar iktidara gelmek imkânsız gibi görünüyormuş. Ne yapmak lazım? En iyisi sivil bir darbe yapıp, diğer partiyi yok etmek diye düşünmüşler. Çünkü tek parti olarak seçime gidilirse seçim kaybetme kaygısı olmazmış. -2010 yılı iktidarının son dönem geçmişteki bu mantığı hatırlayıp paralel bazı uygulamalar yaptığı gibi- “Tahkikat komisyonu” kurulmuş ve sivilbir darbenin fitili ateşlenmiş. Neymiş bu “tahkikat komisyonu”? İktidardaki parti tarafından 18 Nisan 1960 'ta kurulan 15 üyeli Meclis komisyonu 7 Nisan'da kendi Meclis Grubunun bir bildiri yayımlamasından sonra kurulan muhalefet ve basının faaliyetlerinin tahkik edilmesi için kurulmuş bir komisyonmuş. Komisyon sadece kendi Partili millet vekillerinden oluşmaktaymış ve yayınladığı bildiride "Diğer partinin ülkedeki bütün yıkıcı grupları çevresinde topladığı; halkı, orduyu iktidara karşı ayaklanmaya kışkırttığı" öne sürülüyormuş. Bildirinin ardından iktidar partisinin Meclis Grubu TBMM Başkanlığı'na muhalefetin eylemlerinin soruşturulması için bir önerge vermiş. Önerge 18 Nisan 1960 tarihinde Meclis'te büyük bir çoğunlukla kabul edilmiş. Buna göre bir Tahkikat Komisyon'u oluşturulacak ve bu komisyon üç ay boyunca muhalefetin ve basının eylemlerini soruşturacakmış. Bu önergenin asıl amaçlarından birisi de muhalefet partisini kapatmakmış. Bu dönemde hukuk askıya alınmış, gazeteler kapatılıp gazeteciler hapsedilmiş, hatta o partinin o zamanki başkanına Meclis’te yaptığı bir konuşma nedeni ile ceza verilip meclis müzakerelerinin yayınlanması yasaklanmış. Ancak yanlış giden bir şeyler varmış aslında. Bizim geleneğimizde darbe dendi mi içinde asker olmalıymış. Asker düşünmüş, düşünmüş darbe öyle olmaz böyle olur deyip cumhuriyet dönemi darbeler geleneğinin ilkini gerçekleştirmiş. Bu durum, ordunun darbe yapmasına en büyük dayanak olarak gösterilmiş. Böylece hem iktidar hem yapılan darbe marifetiyle, İktidarların sivil insiyatif ile el değiştirmesinin önüne geçilmiş. Ancak toplumun içinden kimileri, darbeler çok kötüdür, desede darbenin ardından 27 Mayıs bayram ilan edilmiş. Kimi ileri görüşlü ta bugünü o günden görebilen kimileri de, askeri darbe olmasaydı da iktidar partisinin sivil darbesi devam etseydi farklı mı olacaktı diye sorular sormuşlar. Askeri yada sivil darbelere biraz yansız bakmaya çalışanlar - tıpkı bugün olduğu gibi- iktidar partisinin sivil darbesi, askerin darbesinden daha masum değildir diye bir sonuca varmışlar. *** Onlar varmışlar mı muradına bilinmez… Hikâyecik bu ya, vardır kıssadan hisse kerameti diyelim Biz takkeyi alıp önümüze düşünelim yine de… Ardından her ne kadar yanlış anlamak isteyenler olsa da şu soruyu yine, yeniden ve tekrar soralım... ***
  13. Size bu satırları yazdıran o bakış acısına aynı soruyu sorduğumuzda hiçte yanlış olmaz öyle değil mi sayın yazar... Özetle "Dini temellere dayalı bir eğitim" toplumun algılama değerleri üzerinde nasıl bir etkiye sahipse, sizin yukardaki satırları yazmaya yönelten o algılama ve değerlendirme için "bilinmez ki nasıl ve ne zaman öğrenebilecektir." sorusuna hepimizin üzerinde düşünmesi ve vermesi gereken yanıta ihtiyacı vardır... Yazının özünde anlatılamak istenenin ne olduğu sanırım tarafınızdan anlaşılmış olmalı...
  14. Bir kimse çevresinde yaşananlar ve gelişmeler üzerinde algılama ve farkındalığı düzeyinde bir kanaate sahiptir... Herhangi bir ifade yada yazının bütününü değerlendirirken içerisinden bir bölümü cımbızla çekerek sadece o minvalde değerlendirme yapmaya kalkarsanız eksik kalır ve konuyu mecrasından uzaklaştıracak yorumlar yaparak kısır ve polemik yaklaşımlar üretiriz... Bu yaklaşımlar sonuçta sayın yazarın yaptığı gibi bir görüşe altı dolu görüşlerle yanıt vermek yerine beylik itham ve kişisel önermelere dönüşür. Oysa yazının bütününde anlatılmaya çalışılanlar, sayın yazarın eleştiri olarak öne sürdüğü, ifade ettiği görüş ve dile getirdikleri olmasına karşın, Osmanlıdan bu yana içinde bulunduğumuz toplumsal algılamayı "halkın hissiyatı", bu durumu irdeleyen yazının sahibinin "bi haber" olarak yaftalanması, "Halkı anlamadığın için bir türlü anlatamıyorsun ya kimsenin anlamayıp sadece kendinin anladığını." diyecek kadar yazanı ve yazılanları anlamaktan uzak bir bakış açısının haddini aşan ve "bugünkü iktidar sahiplerinin de yetenekli bir şekilde uyguladıkları" haddini aşmayı eleştiri yapmak olduğunu sanan bir anlayışın tipik bir örneği sergilenmiş.. İnsanlar içinde bulundukları durumun ve yaptıklarının olumsuzlukların kaynağı olduğunun farkında değilse onlara bu hatırlatıldığında genelde verilen ilk tepki görüş belirtenleri ötekileştirerek kendini temsilcisi olarak gördüğü ait olduğu görüş yada toplumun değerlerinin anlaşılmadığını öne sürmek olur. Sayın yazarın satırlarında bu reflekse örnek olacak "Bir düşünün söylenen lafların kimlere gittiğini, kimlerde ne etki oluşturduğunu." diye dile gelen birçok ifadeyi görmek mümkün... Aynı şekilde; "Bence kendinizi kandırmayın önce siz kendinizi bu ülkenin halkının değerlerinin neresinde duruyorsunuz bir sorgulayın." diyerek sahip olduğu değerlerin sorgulanamaz olduğunu kabul eden bir algılamayı, sorgulayan ve sonuçlarına itiraz edenleri "biz çoğunluğuz sen azınlıksın" dolayısıyla "Sitem ettiğiniz insanlar niçin sizin doğru gördüklerinize ehemmiyet vermiyorlar da dini kullanarak kandırdıklarını düşündüğünüz insanları destekliyorlar bir düşünün. Tablo ortada derin analize de gerek yok esasında.Dini değerler üzerinden kandırılıyorlarsa dini değerler üzerinden aydınlatın madem başka bir dil bilinmiyorsa.Dinletin lafınızı diğerleri nasıl anlatıyorsa.Eğer seni dinlemeyip onu dinliyorlarsa efendim o zaman da yapılacak bir şey yok şikayet, sitem beyhude." diye bir öneriyi iç rahatlığıyla ve kendi haklılığının gerekçesi olarak öne sürülebilir. Sayın yazar bana her gün yaşadığım olumsuzlukları doğal, olağan ve siz öyle düşünüyorsunuz diye kabullenmem gerektiğini dayatmayın... Final paragrafında ifade edilenleri Örneğin "Cehaletin iktidarı " ... "İktidarın Cehaleti" kavramlarının ne anlam ifade ettiğini göz ardı ederek yapılan bir değerlendirme sizi elbetteki rahatsız edecek ve bu rahatsızlığınızı bu soruyu soranları ötekileştirerek "Kendi halkının değerlerinden, hissiyatından bihaber olup da sonra senin istediğin yolda yürümeyen halka sitem de neyin nesi?" diye yargılama yapmak yerine yazının bütününden sizi rahatsız eden “İmam hatip okulları” marifetiyle" kısmını çıkararak "Ne var ki, onun getirdiği akılcı eğitim, daha sonra iktidara gelen siyasilerin ve din bezirganlarının elinde kuşa çevrilmiş ve yerini bir bakıma yine şeriat eğitimine terk etmiştir. " diye tekrar okuyun ve “Cehaletin iktidar olması ne kadar korkunç bir tehlike ise İktidarın Cehaleti de o ölçüde korkunç bir felakettir” demek olduğunu bu toplum bilinmez ki nasıl ve ne zaman öğrenebilecektir?.." sorusunu üzerinize alınmadan, yazının bütününde anlatılmaya çalışılanları göz ardı etmeden, geçmişi ve bugünü kıyaslamaya çalışarak algılamaya çalışın...
  15. İKTİDARLARIN CEHALETİ ve CEHALETİN İKTİDARLARI... *** Ne yazık ki; Atatürk'ün ölümünden bu yana, bilgi, görgü ve ciddiyet bakımından yeterli sayılabilecek yöneticilerden yoksun olarak bu günlere ulaştık. Bundan dolayıdır ki, bilgisizlerin “iktidar” olarak başımıza çöreklendiklerinde ve ülkeyi yönetmedeki beceriksizliklerine tanık olduğumuzda kendi kendimize “Geçmişin hatalarından ders almayan toplumlar geçmişi tekrar yaşarlar” diye düşünüyoruz. *** Osmanlı tarihinin sayfalarına şöyle bir göz attığımızda, Şeriat verileriyle eğitilmiş, “Başlıca özellikleri, yabancılardan aldıkları akla göre iş görmek, daha doğrusu Batı ülkeleri yöneticilerinin direktiflerini ve öğütlerini izlemek olan” Osmanlı yöneticilerinin, genel kültürden ve akılcı bilgilerden yoksun, dar görüşlü olmaları nedeniyle ülke bir felaketten bir diğerine sürüklenmiş, Osmanlı'nın adı “Hasta Adam” a çıkmıştır. Batı ülkelerinin İstanbul'daki elçileri, bu hasta adamın doktorları olarak iş görmüşlerdir. Kanuni Sultan Süleyman'ın Fransa Kıralı Francois ile oluşturduğu ilişkilerden sonra Fransa ve daha sonra da İngiltere, Osmanlı devletinin iç ve dış siyaseti üzerinde giderek artan bir etkinlik yaratmaya başlamışlar ve istedikleri her şeyi Osmanlı Yöneticilerine yaptırmakta güçlük çekmemişlerdir. O kadar ki, Osmanlı devleti Hicri 1182 yılında, Fransız elçisinin kışkırtmalarıyla Rusya'ya savaş açmıştır. Her ne kadar Napolyon’un Mısır'ı istila etmesi, Osmanlı'nın Fransızlara olan güvenini sarsmışsa da, uygulamada değişen pek bir şey olmamıştır. Sadece İngiltere'nin güçlenmesiyle birlikte etkinlik, Fransa'dan İngiltere'ye geçmiştir. 19. yüzyıl ortalarına gelinceye kadar Fransa ne idiyse, daha sonraki dönemde İngiltere o olmuştur. İkinci Dünya Savaşından sonra İngiltere ve Fransa'nın yerini ABD almış ve şimdi bir de Avrupa Birliği işe karışmıştır. Osmanlı yöneticilerinin siyasal, sosyal, ekonomik ve askerlik alanlarındaki bilgisizlikleri ve tecrübesizlikleri nedeniyledir ki Osmanlı Devleti, dışa karşı zavallı, aciz ve çoğu zaman muhtaç durumunda kalmıştır. Bu yöneticiler öylesine bilgisiz idiler ki, devlet adına imzaladıkları sözleşmelerin hükümlerini anlayabilecek ve bu hükümlerin ne gibi sonuçlar doğuracağını kavrayabilecek yetenekte bile değillerdi. Hicri 1196 yılında Rusya ile yapılan ticaret anlaşmasını, bunun nice ilginç örneklerinden biri olarak burada anımsamakta yarar var. Gerçekten de Rus tüccarlarına, Osmanlı ülkesinde istedikleri süre boyunca oturma, alışveriş yapma, mal mülk edinme gibi ayrıcalıklar sağlayan bu sözleşme, ayrıca “(Rus tüccarlarının) Arabalarında ve gemilerinde, başka milletlerden kimse bulunsa bile, (Osmanlı Devleti) onları hoş tutmak zorunluluğundadır” seklinde hükümleri de içermekteydi. Dönemin yöneticileri sözleşmenin birkaç hükmüne itirazda bulunmak istedikleri zaman, Rus elçisi direnmiş ve bu hükümlerde yapılacak her hangi bir değişikliğin Rus hükumetince hoş karşılanmayacağını, bu nedenle sözleşmenin “aynen” onaylanmasını, aksi takdirde muhtemel bir savaşın göze alınmasını ifade etmiş. Bu tehdit karşısında Osmanlı temsilcileri, hani sanki bazı hükümleri beğenmemekte ısrarlı imiş gibi görünmekle beraber, Rus elçisinin, işi pamuk ipliğine bağlarcasına söylediği “Hele anlaşma metninin bir kenarına istediklerinizi yazın, belki hükümetim ufak tefek değişiklik yapmaya yanaşır... (Ben de) sizi hoşnut kılıcı bir ifadeye kavuşturmak üzere hatırınız için caba harcarım” sözlerine kanmışlardır. Bu sözleşmenin imzası vesilesiyle Cevdet Pasa şöyle der: “Osmanlı Devleti bunu da baş eğercesine hoş görmüş ve bu teklifleri, sanki bir savaşta yenilmiş de yenenin her isteğine kabule mecburmuş gibi, olduğu şekilde kabul edip anlaşmayı imzalamaktan geri kalmamıştır”. Söylemeye gerek yoktur ki; Bu türden hükümlerin yer aldığı anlaşmalar, her iki tarafın değil öncelikle karşı tarafın çıkarlarına yönelik anlaşmalardır. Fakat içinde bulunduğumuz bu dönemde olduğu gibi geçmişte de bunu anlayacak yeterlikten yoksun yönetenler, anlaşmayı “Her iki tarafa da eşitlik üzere (sorumluluk) yüklenmiştir...” diyerek imzalamışlardı. Hem de devlet ve millet haysiyetinin çiğnenmesine aldırmadan onursuz ve düşünceden yoksun davranarak. Osmanlı tarihinin, özellikle 18. ve 19. yüzyılları kapsayan bolumu, İktidarın cehaletini yansıtan örnek bir dönem olarak kalacaktır tarih sayfalarında. *** Unutmayalım ki; Bu ülkeyi bilgisiz ve onurdan yoksun yöneticilerden kurtarıp çağdaş ve saygın ellere teslim olmasını “Şeriat eğitimi yerine akılcı eğitimi yerleştirmek suretiyle” yine Atatürk sağlamıştır. Çünkü istemiştir ki; toplum fikren gelişsin de yeteneksiz, değersiz ve yabancıların direktifleriyle ülkeyi yönetmeye kalkanları iktidara getirmesin. Ne var ki, onun getirdiği akılcı eğitim, daha sonra iktidara gelen siyasilerin ve din bezirganlarının elinde kuşa çevrilmiş ve “İmam hatip okulları” marifetiyle yerini bir bakıma yine şeriat eğitimine terk etmiştir. Bunun sonucu olarak, "Kurnaz ve daha doğrusu din aracını kullanmak hususunda rakipsiz, ama her bakımdan bilgi yoksunu siyasiler", cahil bırakılmış toplumun beğenisini kazanarak yöneticiliğe gelme şansına kavuşmuşlardır. İçinde yaşadığımız bu çalkantılı ve bir o kadar da sıkıntılı olan AKP dönemini algılamak için geçmişimize bakmamız, "Geçmişte olanları, yaşananları ve sonuçlarını" iyi kavramamız gerekiyor. Bugün yaşadığımız her olumsuzluğu bu toplumun geçmiş tarih sayfalarında var olan örnekleriyle kıyasladığımızda yaşadığımız bu günleri geçmişte yaşananları kavrayarak değerlendirmeye almanın gerekli olduğu düşüncesindeyim… “Cehaletin iktidar olması ne kadar korkunç bir tehlike ise İktidarın Cehaleti de o ölçüde korkunç bir felakettir” demek olduğunu bu toplum bilinmez ki nasıl ve ne zaman öğrenebilecektir?.. ***
  16. 400 kusur şarkıyı doya doya dinleyin .. Hele belli bir yaşın üstündekiler için bulunmaz bir arşiv olduğuna inanıyorum .. Http://radyobirzamanlar.com/ Link'e tıklayın yeter .. Siz bilgisayrınızda işlerinizi hallederken, o çalsın .. Sık kullanılanlara eklerseniz, her zaman elinizin altında olur ... İyi Eğlenceler.
  17. *** K anada'ya Taşınan Bir İzmir'linin Günlüğü : Sevgili Günlük 12 Ağustos Göçmenlik başvurum kabul edildikten sonra Kanada'daki yeni evime taşındım. Çok heyecanlıyım. Burası çok güzel. Dağların manzarası muhteşem. Onların karlarla kaplı halini görebilmek için sabrımı zorluyorum. 14 Ekim Kanada dünyanın en güzel yeri. Yapraklar kırmızı ve turuncunun tonlarına dönmeye başladı. Bir atla kir gezintisi yaptım ve bir kaç geyik gördüm. Çok güzeldiler. Muhtemelen yeryüzündeki en harika hayvanlar. Burası cennet olmalı. Burayı çok seviyorum 11 Kasım Geyik avlama sezonu kısa bir sure sonra başlıyor. Böyle harika hayvanları öldürmeyi nasıl olurda isterler anlamıyorum. Umarım yakında kar yağısı başlar. Burayı seviyorum. 2 Aralık Dün gece kar yağdı. Her yerin beyaz bir örtü ile kaplanışını seyretmek için gece kalktım. Tıpkı kartpostal gibi. Meğer yıllarca İzmir'de yaşayarak kendime haksızlık etmişim. Dışarı çıktık merdivenlerdeki ve garajın önündeki karları kürekle temizledik. Kartopu oynadık (ben kazandım:)) Kar temizleme makinesi (belediye'nin) gelince, garajın önündeki karları tekrar temizlemek zorunda kaldık. Harika bir yer. Kanada’yı çok ama çok seviyorum. 12 Aralık Dün gece biraz daha kar yağdı. Kürekle garajın önündeki karları tekrar temizledik. Burayı seviyorum. 19 Aralık Dün gece biraz daha kar yağdı. İşe gitmek için garajdan çıkamadım. Burası çok güzel bir yer fakat kürekle kar temizlemekten yoruldum. Kar temizleme makinesine Lanet olsun ! Sanki beni bekliyor ve sonra yoldan geçerek karları garaj kapıma yığıyor. 22 Aralık Bu beyaz rezalet dün gece biraz daha yağdı. Kürekle kar atmaktan ellerim su topladı ve belim ağrımaya başladı. Kar temizleme makinesini ben garajın onunu kürekle temizleyene kadar yolun kösesinde gizlendiğini düşünüyorum namussuzun... 25 Aralık Bu rezil kar, yine yağdı. Eğer kar temizleme makinesini kullanan namussuzu bir elime geçirirsem yemin ederim hayvanı gebertecem. Yollardaki lanet buzları eritmek için neden daha fazla tuz kullanmadığını anlamıyorum. 27 Aralık Baş belası kar, dun gece yine yağdı. Kar temizleme makinesinin en son gelişinden beri 3 gündür karları kürekle atamadığım için eve hapsoldum. Hiç bir yere gidemiyorum. Hava durumunu sunan spiker bu gece 25 santim daha yağacağını söyledi. 25 cm. karın kaç kürek edeceğini sizler biliyor musunuz ? 28 Aralık Kuş beyinli spiker yanılmış, tam 83 cm. daha kar yağdı. Bu gidişle karlar yazdan önce erimez. Kar temizleme aracı kara saplandı ve hıyar oğlu hıyar sürücü benden küreğimi ödünç istedi. Karları temizlerken tam altı kürek kırdığımı ve sonuncusunu da onun kalın kafasında kırmaktan zevk duyacağımı söyledim. 4 Ocak Nihayet evden çıkabildim. Markete gittim ve yiyecek aldım. Dönüşte lanet geyiğin biri arabamın önüne atladı. Arabamda yaklaşık 3000 dolarlık hasar var. Bu hayvanların hepsini gebertmek lazım. Lanet çirkin yaratıklar her yerde varlar. Umarım avcılar hepsinin kökünü kurutur. 3 Mayıs Arabayı şehirde bir tamirciye götürdüm. Yollara dökülen baş belası tuzlar yüzünden arabamın kaportası çürümüş. 10 Mayıs Türkiye’ye kesin dönüş yaptım ve İzmir’ime bir daha ayrılmamak üzere yerleştim. Ağzına tüküreyim Kanada'nın da, karın da, geyiklerin de....
  18. *** Evlenme hazırlığı içindeki çift trafik kazasında ölüp Cennet'e giderler. Damat adayı durumlarını görevli meleğe anlatarak Cennet'te evlenip evlenemeyeceklerini sorar. - Bir bakayım' der görevli melek. Aradan üç ay geçtikten sonra Melek gelir ve mağdur çifte sevinçli haberi verir: - Her şey ayarlandı, sizi evlendirebiliriz! Damat adayı, peki der, 'Biz düşündük de; acaba evliliğimiz yolunda gitmezse boşanabilir miyiz?' Görevli melek gök gürültüsünü andıran sesiyle kızgın bir cevap verir: - Siz manyak mısınız? Cennet'te nikahınızı kıydırabilmek için tam 3 ay dolaştıktan sonra bir imam bulabildim. Cennette bir avukat bulmak ne kadar sürer hiç tahmin edebiliyor musunuz.....?
  19. GeceKuşu

    GECENİN ORTASINDA

    GECENİN ORTASINDA Gördüğüm düşü anlatmak için uyandırdım onu: masa yok, hiçbir şey destek olmuyor onlara -ak bungalovlar, karanlıktan kopmuş. Işıma yok, koku yok ya da arılık yok, yalnızca ak dallar, bol ak akış. Karanlık odada, bir canlanış: alışılmamış devinimin görünüşü. Yol bir koku anımsatıyor sana, ne dediklerini duyumsuyorum - "Bir yeniden diriliş hazırlığı örülmekte, çanları çalacak neşenin kökleri." Acı veren hoşnutluk. Uyuyamadığımı gördü ve "Kadınlar çok karmaşık, erkeklerse çok basit. Ben basitim. Sen de öyle olmalıydın." dedi bana. İsterim basit olmayı, haklı şimdi -basit, basit, yinelemeye başladım içimden - basit, diye. Birden bu sözcük dikildi karşıma. Çarptı geçti üzerimden. "Nedir yanlış olan?" diye sordu bu kez. - Bungalovlar - Hiç o kadar uzaklara gitmedik ki biz, Aklım başıma geldi bu soruyla, hıçkıra hıçkıra, yeterince basit oluncaya dek yumuldum uyumaya. Adélia PRADO ÇVR: Tuğrul Asi BALKAR
  20. Gerçekse berbat bir durum... Abartıysa, anlatanın hayal gücü baya ilginçmiş doğrusu...
  21. Hımmm yine mi nutella... Sizin sorununuzun kaynağı anlaşıldı, küçük papağanmış.... Nutellacı yani....
  22. Burada yıldızlarla beraber olmak isterdim... Ölürsem gömülmek yerine en derin denizlere atsınlar beni isterdim... Özetle şimdilik bu kadar.
  23. Sevgili 'sleepwalker'; Herkesin ne istediğini biliyorsunuz ve yazıyorsunuz. Merak ediyorum benim ne istediğim hakkında bir bilginiz var mı? Ben ne istiyor olabiliriz acaba?
  24. Simetrik olmuş. *** - Çocuk parkına gidelim, salıncakta sallanırız. (O beni sallar.) - Tattiravalli binebiliriz. ( Ben onu hep havada tutarım.) - Kaykaydan kayarız, şu dönmeli dolambaçlı olanlardan. - Mutlu olur evlerimize gideriz. (Akşam rüyamızda onu görürüz.) - Mutlu mutlu yaşarız.( Taki sevgili olmaktan vazgeçip evcilik oynamaya karar verene kadar.)
  25. Özetle ister de ister. Hem de istemiyormuş gibi yaparak... Not: üstelik gizli gizli
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.