Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. Farkındamısın sözde kabul ettiğin TÜRKİYE CUMHURİYETİ'nin sende bulunan sözde nüfus cüzdanını taşıyorsun.... Belki biraz daha çaba harcarsan, seni tek tarflı bilgilerle kandırdıkları gibi sende belki birilerini kandırabilirsin... Ama en tehlikelisi insanın kendi kendisini kandırmasıdır,bunu sakın unutma...
  2. *** ÇANAKKALE CEPHESİ Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'ni Almanya'nın yanına iten İngiltere, Balkan Savaşı'nda perişan olmuş Osmanlı Devleti ordusunu küçük görüyor ve Çanakkale Boğazı'nın İngiliz donanmasınca kolayca geçilebileceğini, hatta İngiliz zırhlılarının büyük toplarının karşısında, Balkan mağlubu Türk askerlerinin kaçacağını sanıyordu. Bahriye Bakanı W. Churchill, İngiliz donanmasının Marmara'ya girip, İstanbul'u teslim alacağını ve Osmanlı Devleti'nin işinin biteceğini hesaplıyordu. Hatta Yunanistan'ı savaşa sokup, Gelibolu Yarımadası'nı Yunan ordusuna işgal ettirip, İngiliz donanmasını tehlikesizce Marmara Denizi'ne geçirmeyi planlıyordu. Lord Kitchener de bu işin çok kolay olacağı görüşünde idi. Kaldı ki Osmanlı Devleti ordusunun elindeki silahlar eski ve eksikti. Henüz Almanya'dan yeterli silah, özellikle büyük toplar getirilmemişti. Bütün şartlar İngilizlere Çanakkale'yi kolayca geçebilecekleri umudunu veriyordu. Çanakkale kolayca geçilince hem Osmanlı Devleti'nin işi bitecek ve "Doğu Sorunu" nu çözümlenecek, hem de boğazlar üzerinden Rusya'ya gereksinimi olan silah, cephane, malzeme gönderilecek, Almanya iki ateş arasına alınacak ve savaş kısa zamanda İtilaf Devletleri'nin galibiyetiyle sonuçlanacaktı. Gerekirse Rusların da Karadeniz kıyılarına asker çıkarması sağlanarak İstanbul teslim alınacaktı. Bu bakımdan Çanakkale Savaşı, Birinci Dünya Savaşı'na gelişmeleri ve sonucunu etkilemesi yönünden çok büyük önem taşıyordu. Irak, Suriye ve Kafkas cepheleri gibi kısmi bir cephe değil, savaşın sonucunu etkileyecek büyük bir cephe idi. İngiltere Savaş Bakanı Lord Kitchener İngiliz Donanması'nın kara ordusuna gereksinim duymadan Çanakkale'yi geçeceğini düşünüyordu. Bu nedenle, müttefik İngiliz-Fransız filosu Şubat 1915'te Limni Adası'nın Mondros (Mudros) Limanı'nda toplandı. 19 Şubat'tan itibaren de Çanakkale Boğazı ağzına İngiliz-Fransız donanması tarafından yoğun bir bombardıman başladı. 17 Mart'ta kadar bombardıman sürdü. 18 Mart 1915'te İngiliz-Fransız filoları iki hat halinde, Boğazı geçmek için saldırıya başladılar. Bir gece önce, Türk mayın gemisi "Nusret" in Boğaz'a mayın döktüğünden habersiz olan bu muhteşem donanma, yoğun bir top ateşiyle Boğaz'a girdi. Yeterince büyük topları bulunmayan Osmanlı Devleti 6 saat 45 dakika süreyle, düşmanın bu üstün kuvvetine karşı amansız bir direnme gösterdi. Müttefik donanması akşama doğru, Boğaz'ı geçemiyeceklerini acı bir şekilde anlamış oldu. Fransız Bove bir mayına çarparak, bütün personeli ile sulara gömüldü ve iki İngiliz zırhlısı da aynı şekilde battı. Diğer zırhlılar ise ağır veya hafif yaralar aldılar. Donanmalarının yarısının işe yaramaz duruma geldiğini gören müttefikler, akşam üstü savaş alanını terk ettiler. Yedi gemi kaybeden İtilaf Devletleri Çanakkale Boğazı'nı geçemiyeceklerini anladılar ve Gelibolu Yarımadası'nı işgal etmeye karar verdiler. Mısır'dan getirdikleri Tümenlerini Limni ve İmroz Adası'na yığdılar. Nisan 1915 başında 40.000 Fransız, 50.000 İngiliz askeri toplandı. 25 Nisan'da Boğaz'ın Anadolu yakasındaki köşesine çıkarma denemesi yapan İtilaf askerleri başarısızlığa uğradı. Fakat asıl çıkarmayı Seddülbahir kıyılarına yaptılar. 28 Nisan'daki 1.Kitre Savaşı'nda ağır kayıplar verdiler. 1 Mayıs'tan itibaren İngilizler, asker çıkarmaya devam ettiler ve 6 Mayıs'ta başlayan büyük saldırıya (11. Kitre) 50.000 kişilik İngiliz-Fransız askeri katıldı. Türk askeri bu büyük kuvveti durdurdu ve bu saldırı da İtilaf kuvvetleri için düş kırıklığı ile sonuçlandı. Bunun üzerine İtilaf Devletleri Gelibolu Yarımadası'na sürekli asker çıkarttı. Tarihin en kanlı savaşlarından birisi, bu küçük yarımada üzerinde amansız bir şekilde sürdü. İtilaf kuvvetleri özellikle Anafartalar Savaşları'nda Yarbay Mustafa Kemal'i karşılarında buldular. 1908'den sonra İttihat Terakki liderleriyle anlaşamadığı için yalnızca askerlik mesleğine kendisini veren Mustafa Kemal, son olarak atandığı Sofya Askeri Ataşeliği'nden gönüllü olarak cepheye atanmasını istedi. Tekirdağ'da bulunan 19. Tümen Komutanlığı'na atandı. Yeni kurulan bu kuvvet bir aylık bir eğitimden sonra savaşa katıldı. İşte İngiliz-Fransız ordusu bu genç subayın askeri başarıları karşısında çaresiz kaldılar. Çok kanlı savaşlar sonunda İngiliz-Fransız ordusu, Anafartalar-Conkbayırı gibi Türk direnişleri karşısında yenilgiyi kabullendiler. 19-20 Aralık 1915'te askerlerinin bir bölümünü çeken düşman, 3-9 Ocak 1916'da da diğer kuvvetlerini çekerek yarımadayı boşalttılar. Daha başlangıçtan beri Osmanlı Devleti ordusunun Alman subayların emrine verilmesine karşı çıkmış olan Mustafa Kemal, hemen her fırsatta bu durumu Savaş Bakanlığı'na yazmıştı.Çanakkale Cephesi'nde Liman von Sanders'in yaptığı savaş planını beğenmemişti. Enver Paşa'ya yolladığı yazıda, düşmanın karaya asker çıkarırken, zayıf bulunduğu bir sırada saldırarak karaya çıkmasının engellenebileceğini, oysa Sanders'in planının düşmanın karaya çıktıktan sonra durdurulmasına dayandığını, bunun da bizim aleyhimize sonuçlanacağını belirtti ve orduya Enver Paşa'nın kendisinin komuta etmesini istedi. Sanders'in planı, İtilaf Devletleri'nin büyük bir kuvvetini Çanakkale'de uzun bir süre oyalamak temeline göre yapılmıştı. Böylece İtilaf Devletleri 8,5 ay bu cephede savaştıklarına göre, Alman planı başarılı oldu. Türk askerleri Almanya'nın yükünü hafifletmek için savaştırıldı. Düşmanın yenildiğini ve çekilmek üzere olduğunu anlayan Mustafa Kemal, çekilme anında düşmana yapılacak bir saldırı ile büyük kayıplar verdirileceğini bildirdiyse de isteği Savaş Bakanlığı tarafından uygun bulunmadı. Bunun üzerine istifa etti ise de Liman von Sanders Paşa'nın isteği üzerine istifasını geri aldı. İstanbul ve Osmanlı Devleti'ni kurtarmış olan Mustafa Kemal adı Enver Paşa'nın engellemesiyle İstanbul'da duyurulmadı. Sarıkamış başarısızlığını sansür ile engelleyen Enver Paşa, Mustafa Kemal adını da duyurmadı. Mustafa Kemal, bu savaş sırasında Albay'lığa terfi etti ve bir süre sonra Diyarbakır'a atandı. Generalliğe terfi ettiği de oraya ulaşınca bildirildi. Çanakkale'de İtilaf Devletleri yenilirken, Almanya ve Avusturya, Bulgaristan'ın yardımıyla Sırbistan'ı ezdiler ve Almanya'dan İstanbul'a demiryolu bağlantısı kuruldu. Almanya'dan sağlanan ağır silahlar nedeniyle artık Çanakkale'yi geçmek olanaksızdı. Çanakkale başarısızlığı İtilaf Devletleri'ne çok pahalıya mal oldu. Bu harekatın başarılması ile savaşı kısa sürede kazanacaklarını uman İtilaf Devletleri yanıldılar. Balkan Savaşı'nda yenilen Osmanlı Devleti ordusu genç subayları yönetiminde yeni bir dinamizm kazanmıştı. Dünyanın yenilmez sanılan donanma ve ordularının yenilebileceğini gösterdi. Çanakkale Savaşı'nı Osmanlı Devleti'nin kazanması nedeniyle Rusya'ya gereken yardım gönderilemedi ve Osmanlı Devleti savaş dışı bırakılamadı. Bu nedenle savaş iki yıl daha uzadı. Kut-ül Amara ve Seddülbahir yenilgileri, İngilizlerin prestijini çok sarstı ve özellikle sömürgelerindeki İngiliz itibarına darbe indi. Savaşa katılmakta duraksayan Bulgaristan'ın, Almanya yanında savaşa katılmasına neden oldu. Savaşın iki yıl uzaması, Rusya'da sefalet ve yokluğu arttırarak, Ekim 1917 Bolşevik Devrimi'nin çıkmasına neden oldu. *** *** IRAK CEPHESİ İngilizlerin, daha savaş başlamadan önce bir yandan Araplarla anlaşma yollarını ararken, bir yandan da asker yığmaya devam ediyordu. Oysa bu cephelerde Osmanlı Devleti'nin ancak 8.000 kişilik bir kuvveti ve ayrıca Araplardan oluşan 2.900 askeri vardı. Fakat İngilizler Araplarla anlaşmak üzereydiler. 22 Kasım 1914'de Basra'yı alan İngilizler ileri harekata başlayınca, Osmanlı Devleti de Irak cephesine asker gönderdi. Osmanlı Devleti'nin elinde yeterli haritalar bile bulunmuyordu. Albay Nurettin Bey (Paşa) Irak Cephesi Komutanlığı'na atandı. İngiliz komutanı Tawhsend, 27 Eylül 1914'de Kut-el Ammare'yi alıp yerleşmişti. Kasım Ayı'nda yapılan çetin savaşlardan sonra her iki taraf ta ağır kayıplar verdi. Bu arada cepheye Von der Golç Paşa atandı ve Nurettin Bey onun emrine verildi. 7 Aralıkta Osmanlı Devleti ordusu Kut-el Ammare'ye saldırdı ve kuşattı. Kuşatma 4,5 ay sürdü. 1000 ölü, 7000 yaralı vermiş olan İngiliz ordusu (5000 İngiliz, 7000 Hintli ve 3000 geri hizmetli) Osmanlı Devleti'ne teslim oldu. İngilizler bu yenilgiden sonra çok daha dikkatli davrandılar. Basra'ya yeni kuvvetler göndermeye başladılar. Diğer yandan, İran'da Türk ve Alman etkisi ile İngiliz Konsolosu ve yandaşları Eylül 1915'te tutuklandı. Türk ve Alman subayların Türk ve İranlı 15.000 savaşçı sayesinde orta ve güney İran'daki İngilizler buraları terk ettiler. Golç Paşa Bağdat'a geldikten sonra (18 Ekim 1915) İngilizlere karşı İran'da ayaklanma çıkartılmaya çalışıldı. Fakat bir süre önemli bir Rus kuvveti Enzeli'de karaya çıkarak İran'daki bu üstünlüğe son verdi. Rusların Tahran'ı ve İngilizlerin de Bağdat'ı almasından sonra bu cephede üstünlük İngilizlerin eline geçti. Doğu cephesinde soğuk, açlık, hastalık ve yokluklar içinde savaşan Türk Askeri; Irak cephesinde de sıcak, kolera, açlıktan kırılırken cephane ve ilaç gibi her çeşit malzemenin yokluğu, çeşitli olanaksızlıklar içinde savaşmak zorunda kaldı. Arapların İngilizlerle anlaşarak Osmanlı Devleti ordusunu arkadan vurmaları üzerine savaşın kaderi İngilizlerin eline geçti. ***
  3. *** ARAP AYAKLANMASI 1916'da Türkiye için en büyük tehlikelerden birisi de Arapların ayaklanması oldu. 1865 ten itibaren Arap milliyetçi örgütleri kurulmaya başlamışlardı. Arapları ayaklanmaya iten diğer bir sebep de, Suriye'deki Arap milliyetçilerinin ayaklanma hazırlığı içinde oldukları için yargılandıktan sonra Mayıs 1916'da Cemal Paşa tarafından idam edilmeleri oldu. İngilizler Araplara bağımsızlık vaad etmelerine rağmen İtilaf Devletleri Sykes-Picot Anlaşması'yla Orta Doğu'yu aralarında pay ediyorlardı. Araplar, buna rağmen Türkiye'ye karşı örgütleniyorlardı, Şerif Hüseyin Cemal Paşa'yı oyalarken İngilizlerle görüşmeleri sürdürüyordu. Hüseyin ilk ayaklanma hazırlığını 27 Haziran 1916 'da ilan ettiği beyanname ile duyurdu. 10 Haziran da Mekke ve Cidde'de ayaklanma zaten başlamıştı. Taif ayaklanması ve diğer yerlerdeki ayaklanmalar hızla yayıldı. Amman'dan Medine'ye kadar olan yerlerdeki 30.000 Türk askeri hareketsiz kaldı. Yemen'deki Türk ordusu ile ilişki koptu. Mısır'daki İngiliz ordusunun Filistin seferi sırasında sağ kanadında Türk ordusuna karşı önemli hizmetler gören Arapların bu ayaklanması Suriye cephesinin kaderini de belli etti. Türk ordusu bir yandan İngiliz ordusu ile savaşırken bir de arkasındaki Araplarla vuruşmak zorunda kaldı. Sina ve Filistin yenilgilerinden sonra Türk ordusu Güney Suriye'yi terk ederek kuzeye, anavatana doğru çekilmeye başladı. 1917 yılında Suriye, İngilizlerin eline geçti. İngiliz ordusu Aralık ayında Kudüs'e girdi. Kudüs'e İngiliz komutanı General Allanby'nin girişi Hıristiyanlığın kutsal kentinin Müslümanların elinden kurtarılışı, bütün Hıristiyan dünyasında olduğu gibi, Türkiye'nin müttefiki Avusturya'nın başkenti Viyana'da da kutlanıyordu. Arapların ayaklanmasından sonra Türk ordusu İngilizler karşısında kısa zamanda çözüldü. Cihat ilanı ve din kardeşliği hülyalarının da işe yaramadığı acı bir şekilde anlaşıldı. Suriye cephesindeki başarısızlıkları gören Mustafa Kemal Paşa 2. Ekim 1917'de buradan Enver Paşa'ya yolladığı mektupta çok gerçekçi bir biçimde ülkenin durumunun çok kötü olduğunu, her yerde asayişin bozuk, ekonominin çöküntü içinde, sefaletin yaygın ve ordunun savaş gücünün kalmamış olduğunu belirtti ve "Harbin anahtarı bizim elimizde değildir" sözleriyle galibiyet umudunun bulunmadığını dile getirerek daha fazla zarara uğramadan savaşa son verilmesinin gerektiğini anlattı. Fakat Rusya'da devrim çıkmasından umutlanan Enver Paşa bu uyarıları dikkate almadı. Çünkü hala Almanya'nın galip geleceği umudunu taşıyordu. *** *** OSMANLI İMPARATORLUĞU'NUN PAYLAŞILMASI (GİZLİ ANTLAŞMALAR) İtilaf Devletleri Osmanlı İmparatorluğu'nu iki ana bölüme ayırarak kendi aralarında paylaşmayı düşünüyorlardı. Birinci kısım İmparatorluktan ayrılan Arap toprakları, ikinci kısım da Anadolu toprakları idi. Birinci Dünya Savaşı'nın sorumlusu hiç kuşkusuz yalnızca Almanya ve Avusturya değildi. İngiltere, Fransa ve Rusya'da aynı oranda, suçluydular. İngiltere ve Fransa savaş boyunca dünyanın her yerinde "Hak, adalet, küçük ulusların hakları" gibi kavramlar uğruna savaştıklarının propagandasını yaptılar. Buna rağmen savaş içinde yaptıkları "Gizli Antlaşmalar" ile kendi prensiplerini çiğnediler. İngiltere, daha 9 Kasım 1914'de Boğazları Rusya'ya vaad ederek bu yola başvurmuştu. Bunun sonunda Mart ve Nisan 1915'de İngiltere ve Fransa Boğazlar ve İstanbul'u Rusya'ya bırakmışlar, İtalya'yı savaşa sokabilmek için de 26 Nisan 1915'de İtilaf Devletleri Antalya yöresini İtalya'ya vaad etmişlerdi. Bu iki anlaşma da Türkiye üzerindeki pazarlıklarla ilgiliydi. Tüm Orta Doğu'nun paylaşılması için Fransız temsilcisi General Jorj Picot ile İngiliz temsilcisi Mark Sykes arasında uzun görüşmelerden sonra 3 Ocak 1916'da anlaşmaya varıldı. "Sykes-Picot Anlaşması" denilen bu anlaşmaya göre, Suriye ve Irak'ın tümü ve Türkiye'nin güney kısmı İngiliz ve Fransız bölgesi olarak ayrılmıştı. Filistin'de ise uluslararası bir yönetim kurulacaktı. Sykes-Picot Anlaşması'ndan sonra İngiltere ve Fransa,Rusya ile görüşmeye başladılar. Bu görüşmelerden sonra 26 Nisan 1916'da üç devlet arasında anlaşmaya varıldı. Sykes-Picot Anlaşması'yla Orta Doğu'da saptanan İngiliz-Fransız üstünlüğünü Rusya kabul ediyor, fakat buna karşılık Trabzon'un batısından geçen bir hattın doğusunda kalan Van, Bitlis, Muş, Siirt yöreleri Rusya'ya kalıyordu. Fakat bu anlaşmadan İtalya'ya haber verilmemişti. Durumdan kuşkulanan İtalya'nın müttefiklerinden açıklama istemesi üzerine kesin bir anlaşma bulunmadığı Osmanlı İmparatorluğu'nun paylaşılması için görüşmelerde bulunulduğu yanıtı verildi. Bir yandan Avusturya'nın İtilaf Devletleri ile ayrı barış istemesi, diğer yandan Rusya'da Şubat 1917 ihtilâlinin çıkması İtalya'yı endişelendirdi. Kesin bir anlaşma yapmak için İngiltere ve Fransa'ya baskı yapmaya başladı. 19-21 Nisan 1917'de St. Jean de Maurienne'de yapılan görüşmeler sonunda Mersin dışında, Antalya, Konya, Aydın ve İzmir İtalya'ya veriliyordu. Buna karşılık İtalya, 1916 yılında İngiltere, Fransa ve Rusya arasındaki anlaşmaları kabul ediyordu. Taraflar birbirlerine ait olan Türk limanlarından serbestçe yararlanabileceklerdi. Ancak bu anlaşmaların yürürlüğe girmesi için Rusya'nın onayı gerekiyordu. İtalya, İngiliz-Fransız oyununa geldiğini Paris Barış Konferansı'nda anlayacaktır. Böylece; hak ve adalet öncülüğünü ileri süren İtilaf Devletleri savaş içi gizli anlaşmalarıyla tüm Orta Doğu'yu yağmalıyorlardı. ***
  4. *** 1914-1915 YILLARI Türk Ulusu'nun Kurtuluş Savaşı'nı hangi koşullar altında, ne gibi olanaksızlıklar, yokluklar içinde ve hangi güçleri yenerek gerçekleştirdiğini anlamak için Birinci Dünya Savaşı'nda "Türk Savaşı" nı ve bunun Osmanlı Devleti'ndeki yıkımını iyi bilmek gerekir. Çünkü Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı'nda Rusya, İngiltere, Fransa gibi büyük devletlerin ordu, donanma ve tükenmez insan kaynaklarına karşı dört yıl süreyle Kafkasya, Çanakkale, Irak, Suriye, Galiçya, Sina gibi büyük cephelerde ve ulaşım olanaksızlıkları, yokluklar içinde savaştı. Kolera, tifüs, verem, zatürree, açlık ve daha bir çok hastalıktan yüz binlerce insan öldü. Silahsız, cephanesiz, ilaçsız, yiyeceksiz ve bin türlü ulaşım güçlüklerine rağmen dört yılın sonunda Türk vatanı işgal edilmemişti. Bu dört yıl savaşta Osmanlı Devleti orduları düşmandan çok hastalık ve yokluklara yenilmişti. İşte TÜRK BAĞIMSIZLIK SAVAŞI bu büyük yıkımdan sonra yapıldığı için ayrıca büyük önem taşır. Çünkü Türk Bağımsızlık Savaşı, hiçbir zaman Türk-Yunan Savaşı değil, Lozan'da karşımızda birleşen İtilaf Devletleri'ne karşı yapılan bir savaştır, emperyalizme karşı yapılan bir savaştır. Yunan Devleti ise, İtilaf Devletleri'nin yalnızca maşası oldular. 1916-1918 YILLARI 1915 yılı sona erdiğinde savaşın genel gelişmesi, sonuç hakkında kesin bir bilgi vermiyordu. 1916 yılına girildiğinde savaşın büyük bir kısmı Avrupa cephelerinde geçiyordu. Türkiye, bütün güçlüklere ve olanaksızlıklarına rağmen Galiçya cephesinde Avusturya'ya yardım etmek için 33 bin kişilik bir kuvvet gönderdi. Irak cephesinde ise daha önce söz ettiğimiz Kut-ül Amare'de İngilizler teslim oldular. Fakat Enver Paşa Almanların isteğine uyup, İran'daki Rus birlikleri için kuvvet ayırınca İngilizler Aralık ayında taarruza başladılar. Kanal Cephesi'nde ise Cemal Paşa iki kez daha taarruz ettiyse de başarısız oldu. İngilizler Sina'yı ele geçirip Suriye'ye girmeye başladılar. Fakat Türkiye'nin en büyük kayıpları Kafkas cephesinde oldu. Ruslar 1916 Nisan'ından itibaren taarruza geçtiler. Eylül ayına kadar Trabzon, Erzurum, Gümüşhane ve Erzincan'ı ele geçirdiler. Sarıkamış'ta sorumsuzca ve bilgisizce yitirilen insanların yokluğu acı bir şekilde anlaşıldı. Zayıf kadrolu 3. Ordu Rusların karşısında dayanamadı. Mustafa Kemal Paşa'nın komuta ettiği 16. Kolordu bir ara Muş ve Bitlis'i kurtardı. Fakat Rus üstünlüğüne karşı fazla bir şey yapılamadı ***
  5. *** Şimdi demagoji yapmanın alemi nedir ? Ben foruma düşüncemi yazarken geyik yaptığınızı düşünerek eleştiride bulunmadım. Yada zekanızı farklı alanlarda insanlara yararlı olacak şekilde de kullanmadığınızı… Hem o yazdığım sizden daha çok o konuyu daha sonra okuyacak olanlara yönelikti.. Beni rahatsız eden nokta cellatlık yapma düşüncesiydi. Oysa insanları kesip biçmeden de geyik yapma şansımız var galiba. Şu anda masumca bir düşünceyle böyle bir başlık atmış olabilirsiniz ama, sizin kadar masum olamayacak ve etki altında kalabilecek insanlara karşı da sorumluluğumuz var öyle değil mi ? Benimkisi muhalefet değil iyi niyetli bir bakış açısıydı sadece… *** Bu arada akıllı olmanın yollarında sizinle tam olarak aynı düşüncede olmama karşın, Cellatlık dışındaki bütün yaklaşımlarınızı tutarlı buluyorum…. *** Ancak şu satırı pek anlayamadım …. “aklımı meşgu eden başka birşeyde var madem sorun senle paylaşayım.” Yazdıklarınızı bu satırı okumadan okursam belli bir felsefi anlama ulaşıyorum, Bu satırı da ilave edersem kavram karışıyor… Sanırım bu satırı biraz daha açmanız yada eksik kelimeler varsa tamamlamanız gerekiyor… Var olan bir sorundan mı bahsediyorsunuz, yoksa soru sormamızı ve bizle paylaşmayı mı ifade ediyorsunuz ? *** Sunduğunuz varsayım, kendi içinde tutarlı olsa da yaşamın gerçekleri hiçte öyle demiyor… Var olan profesörlerin sayısı iş adamlarından daha çok ve profesörleri çalıştıracak işadamının da, onları yönetmek konusunda oldukça fazla bilgi birikimine ihtiyacı var… Yani bu konudaki bilgisi ne kadar çoksa o da o kadar çok para kazanacak… Bence bu konuda fikir yürütmemiz, cellat konusundan daha zevkli oldu… Selamlar sevgiler... *** "Buzlu RAKI" sanada nice mutlu yıllar diliyorum... ***
  6. *** İTALYANLARIN HABEŞİSTAN’A SALDIRMASI.., KİM BİLEBİLİRDİ Kİ? Bu olayı aktaran Atatürk’ün yakın arkadaşı Münir Hayri Egeli’ dir. Egeli’nin ağzından naklediliyorum: Habeşistan Savaşı başlamadan önce İtalya’nın Rodos’a askeri harekatta bulunduğu günlerdi… Bir akşam Atatürk’ün sofrasına davet edilenler onu balkonda gezinirken buldular. Atatürk: “ Tevfik Rüştü” nerde ? ” Diye sordu. Ankara Palas’ da bazı sefirlere ziyaret veriyorlar, dediler. Daha sonra hep birlikte davetin verildiği Ankara Palas’a gidildi. Atatürk Arnavutluk Elçisi Asaf Bey’in yakınında giriş ve çıkış kapısını iyi görebileceği bir yere oturdu. Atatürk: ” Asaf Bey, gazetelerde bir takım resimler görüyorum. Arnavutluk’da operet mi oynanıyor ? ”. Bu sözleri ile Kral Zogo’ nun sorguçlu resimlerini kastettiğini anlayan elçi şaşırıyor… Atatürk devam ediyor: “ Cumhuriyet’ten ne zarar görüldü ki, krallık ilan edildi. Hem takip edilen politika tehlikelidir. İtalya’nın Arnavutluk’u Balkanlar’da bir basamak yapması muhtemeldir. ” Müdahaleye kalkan İtalyan sefirine Atatürk: “ Haber aldığımıza göre Roma’da bazı öğrenciler elçilik önünde gösteri yaparak Antalya’ yı istemişler. Antalya sigara paketi midir ki sefir cebinden çıkarıp versin. Antalya buradadır. Buyurun alın. Hem benim bir teklifim var. Hakikaten böyle bir şey düşünüyorsa, Musolini’ ye müdahale edelim. Antalya’ya asker çıkarsın. Bütün ihracaat tamam olunca harp ederiz. Mağlup eden hakkına razı olur. ” Bu sözleri duyan İtalyan elçisi atılıyor: ” Bu bir harp ilanı mıdır ? ” Atatürk: ” Hayır ben burada bir fert olarak konuşuyorum. Türkiye de harp ancak Türkiye Büyük Millet Meclis’ nin yetkileri içindedir. ” Bu durum üzerine Başbakan İsmet Paşa’ya haber verilir telefonla. Ve Ankara Palas’a çağrılır. Atatürk bunu haber alınca: “ Hükümet geliyor, biz gidelim ” der. Çankaya’ya döndüğü zaman şunları söyler: “ İtalya ile harp tehlikesi yoktur. Rodos’a yapılan hareket Habeşistan’a yönelecektir. ” O yıllarda İtalya’daki faşist yönetim kendine yeni sömürgeler arıyordu. Avrupa gazetelerinde zaman zaman İtalya’nın Rodos Adası’na yakın olan, Anadolu topraklarını işgale hazırlandığına ilişkin haberler yayınlanıyordu. Türk hükümeti de her ihtimale karşı bütün tedbiri almıştı. Ancak Atatürk’ün söylediği yine gerçekleşti ve İtalya Türkiye yerine Habeşistan’a saldırdı. ***
  7. Aklınızı,zekanızı,enrjinizi ve çok değerli zamanınızı daha akıllı, daha zekice ve insanların yararına olan şeylere harcamanız sizcede daha doğru ve hepimiz için daha yararlı olmaz mı?
  8. *** 16 MART 1920’de İstanbul’un işgal edilmesi üzerine , Kemalettin Sami Paşa Anadolu’ya Geçerken gemide bir Hintli ile tanışır. Bu adam Mustafa Sağir’dir . Milli Harekete yardım için Hint müslümanlarını’ nın kendisini gönderdiklerini söyler. Böylelikle paşayı etkilemiştir. Ankara’ya telgraf çeken Sami Paşa, Mustafa Sagir’ e ilgi gösterilmesini ister. Bir süre sonra Sami Paşa Atatürk’e Hintliyi anlatır ve görüşmesini rica eder. Ertesi gün Atatürk , Mustafa Sagir’ i kabul eder. Bu görüşme uzun sürer. Hintli gönderilir. İki paşa yalnız kalınca Atatürk: “Bana bak Kemal bu adam casus!…” der Sami paşa: ”Aman paşam siz de çok şüphecisiniz” diyerek Atatürk’e inanmaz. Atatürk konuşmayı keserek yaveri Hayati Bey’i çağırır ve şu emri verir: “Bu Hintli İngiliz Casusu olacak.. Kendisini takip etsinler. Mektuplarını da sansürde çok dikkatli okusunlar...” Bundan sonra mektuplar o zamanlar kimya hocası olan Avni Refik Bey’e verilir. Bir iki tecrübeden sonra gizli yazılar bulunur. Mustafa Sagir yakalanarak suçu itiraf ettirilir ve idam edilir. ***
  9. *** Almanya ile birlikte, Birinci Dünya Savaşı’na giren Osmanlı İmparatorluğu her şeyini kaybetmiş durumda idi. 30 Ekim 1918’de imzaladığı Mondros mütarekesi ile Türk topraklarını kaybettiği gibi yavaş yavaş tarih sahnesinden de silinmeye başlamıştı… İstanbul’un işgal edildiği günlerde, İstanbul’a dönen Mustafa Kemal düşman zırhlılarını Dolmabahçe önünde gördüğü zaman üzüntüyle: * Geldikleri gibi gidecekler...* Demişti… Daha sonrasını zaten biliyoruz. Sonuç olarak geldikleri gibi gittiler... İşin ilginç tarafı Nostradamus’un da bu konuyla ilgili bir kehanetinin bulumasıdır . ”Centurien” adlı kitabdaki kehanet şu şekildedir: Kongre başkanını tutan devlet adamları İşgal kuvvetlerince sürülecek Malta’ya Girilmiş İstanbul’a alınmış Rodos Adası Ama geldikleri gibi gidecekler 4 Eylül 1919’da hatırlanacağı gibi Sivas Kongresi toplanmıştı. Kongre Başkanlığı’na, işgal kuvvetlerine karşı açıkça tavır alan Mustafa Kemal seçilmişti. Kurtuluş Savaşı’nı ve Atatürk’ü destekleyen İstanbul’daki mecliste olan milletvekilleri de işgal kuvvetlerince, Malta Adası’na sürgüne gönderilmişti. Bu hatırlatmanın ışığında dörtlük bir kere daha okunursa , durum daha iyi anlaşılacaktır. ***
  10. *** Çanakkale Savaş sırasında Mustafa Kemal Nablus Karargahı’ nda ikinci defa 7nci Kolordu Kumandanı olduğu yıllarda yaşanan bu olayı kendisi daha sonra şöyle anlatmıştır: “Bir gün Erkanı Harbiye Reisi bana o günkü raporlarını okudu. Basit raporlardı, her zamanki gibi… Yalnız bu raporlarlar içinde bir nokta dikkatimi çekti…” Evet görünürde hiç bir sonuç çıkartılamayacak bu rapordan Mustafa Kemal inanılmaz bir sonuç çıkartmış ve çok değil bir veya iki gün sonra İngilizler’ in büyük taaruzu başlamıştır. Bundan sonrası Mustafa Kemal’in kendi ağzından: “Yataktan kalktım, giyindim. İş odasına girerek bir muharebe emri yazdım." Emirde şunlar yazıyordu : “Düşman 19 Eylül akşamı taarruz edecektir.” “Sonra bu emre alınması gereken tedbirleri ilave ettim. Bu emri Grup kumandanı olan Liman Fon Sanders Paşa’ya da gönderdim. Çok hürmet ettiğim bu zat,benim raporuma gülmüş ve ‘ihtiyattan zarar gelmez’ diye bana da bir şey söylemeye lüzum görmemiş” 19 Eylül gecesi kolordu kumandanları telefon başında çağırarak verdiği emirlerin ve alınması gereken tedbirlerin yerine getirilip getirilmediğini sordu. Kendisine tüm tedbirlerin alındığı bildirildi. Ancak ne yazık ki, kolordu kumandanları da böyle bir emri ciddiye almamışlar ve gerekli hiç bir önlemi almamışlardı. Mustafa Kemal gerekli tedbirlerin alınıp alınmadığını öğrenmek için bir müddet sonra telefon açtı… Olayın sonucunu yine Mustafa Kemal’den dinleyelim: “Ben daha telefon konuşmamı bitirmeden, düşman topçusu muharebe hattımız üzerine ateş etmeye başladı. Gece muharebe ile geçti. Benim ordumun sağ cenahındaki ordu yarıldı, esir oldu ve boş kalan cepheden geçen düşman süvarileri Leyman FonSanders’ in karargahına bastı. Hakikat anlaşılmıştı. Fakat neye yarar…” ***
  11. *** Mustafa Kemal başından beri Türk Milleti’ni yaşadığı zor koşullardan sıyırıp çıkaracağını biliyordu. Aşağıdaki alıntı,1906’da Bulgar Ivan Manelof ile Selanik’ de yaptığı konuşmalardır: “Bir gün gelecek, ben, hayal olarak kabul ettiğiniz bu inkilapları başaracağım. Mensup olduğum Türk Milleti bana inanacaktır. Düşündüklerim demogoji mahsülü değildir. Bu millet gerçeği görünce arkasından yürür. Saltanat ortadan kalkacaktır. Devlet mütecanis (tek çeşit) bir unsura dayanamayacaktır. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılacaktır. Batı medeniyetine döneceğiz. Batı medeniyetine girmemize engel olan yazıyı atarak, Latin kökünden alfabe seçilecektir. Kadın ve erkek arasındaki farklar kalkacaktır. Emin olunuz ki hepsi birbir olacaktır…” Mustafa Kemal Atatürk bu konuşmayı yaptığı sırada yıl 1906 Abdülhamit ülkenin tek hakimiydi.Ve padişahlık kuvvetli ve kutsal bir kurumdu… ***
  12. *** * Not : … Yukarıda anlatılan ve bu başlık altında sizlerle paylaşmak amacıyla zaman zaman ileti olarak göndereceğim bu yazılar, ATATÜRK'ün kehanetleri adı altın da toplanmış yazılardan alıntılardır. Bu nedenle bende aslına sadık kalmak amacıyla bu adlandırmayı da kullandım. Bu kitabı sunanlar, ilgiyi çekmek yada çok satmak kaygısıyla bu yaklaşımı kullanmışta olabilirler. Fakat ben onun 'İleri görüşlü kişiliğinin' Kahin, 'ön görüşlerinin' de kahinlik olarak adlandırılmasına katılmıyorum. Ama yinede ; Kendimce değerli ve önemli bulduğum ATATÜRK’ ün ‘ön görüşlerinin’ anlatıldığı bu yazıları sizlerle paylaşmak istedim, Ancak bana kalırsa ; Mustafa Kemal ATATÜRK, döneminin en zeki, kendini her türlü kaynağı okuyarak geliştirmiş, entelektüel ve bilgi birikimine sahip, yaşama duyarlı, insancıl, askeri kişiliğine karşın barış sever ve ileri görüşlü kişiliğiyle çağının en önemli liderlerinden biri olmuştur. Onun ön görüşlerine ve yaptıklarına ‘kahin olduğu, kahinlik yaptığı’ görüşüyle bakar ve öyle sınırlarsak, onu mistik bir kişilikle sınırlar ve gerçek dehasını göz ardı etmiş oluruz... Bu sonuçta, onu ve yaptıklarını basite indirgemek, bizi onu iyi anlayamama noktasına götürebilir... Bu nedenle Sizlerden; Onunla ilgili bu anlatılanları bu bakış açısı ile okumanızı önemle rica ediyorum. Onu çok iyi anlamak adına yapacağınız arştırmalarda kolaylıklar ve başarılar diliyor, Herkese selam ve sevgilerimi yolluyorum. T.n.a ***
  13. *** * ATATÜRK GELECEĞİ Mİ GÖRÜYORDU? * Bazı bilim adamlarına göre geleceği görme yeteneğinin merkezi, ”diansefal” dediğimiz ve sempatik sinir sisteminin birleştiği beyin merkezidir. Bu sinir sistemi, Merkezi Sinir Sistemi denilen ve vücut hareketleri yani bilinçli hareketleri kontrol eden sinir sisteminden büsbütün başkadır. Bilginlere göre , Diansefal,beynin en eski , yani atalarımızda ilk olarak gelişen beyin kısmıdır. Belki de tarihten önemli insanın içgüdüleri ile hareket etmesini temin eden altıncı his, beynin bu merkezindeydi. Bugünkü hayatımızda merkezi sinir sistemimizin faaliyeti o kadar fazlaydı ki,”diansefal” altıncı his ortaya çıkarmıyor. Ancak belli sayıdaki kişilerde kendisini gösterebiliyor. Gelecekten haber alabilmek için yetenekler ise daha ender ortaya çıkıyor. Bu görüş doğruya, Atatürk , Cayce,Messingibi duyarlı kişilerde beynin bu bölümünü daha faal olduğu düşünülebilir. Beynin bu bölümünün altıncı his ile irtibatı tam olarak nedir? Atatürk’ün yaşamında “geleceği görme” gücünün kanıtları bulunmaktadır. En basit örnek Kurtuluş Savaşı’nda görülmüştür zaten. Örneğin Muhiddin Arabi’nin gelecekle ilgili yazdığı kitabında, büyük ihtimalle Atatürk’ü kastettiği anlaşılmaktadır: “Devlet-i Aliyye yıkılacak. Batıdan uzun boylu, mavi gözlü bir adam gelecek. Baktığı zaman karşısındaki insanı eritecek. Serbest Fırka kuracak. Adına da Serbest Cumhuriyet denilecek. Dünya'ya milletini tanıtacak ve 15 sene hükümdarlık sürecek” ***
  14. *** ESRARENGİZ HİNTLİ MİHRACE ‘NİN SIRRI HALA ÇÖZÜLEMEDİ… Bilindiği gibi Hint halkı,Kurtuluş Savaşı’nda,Atatürk’ü ve Türk halkını yalnız bırakmamış ve maddi-manevi olarak ,Türk halkının yanında yer almışlardı. Kurtuluş Savaşı'ndan yıllar sonra ,1929 yılında, Bir Hintli Mihrace, Atatürk’ü Pera Palas’taki 101 no’lu odasında ziyaret etmeye gelmişti… (ayrıntılı bilgi için medya yorumlarına bakabilirsiniz) Ne amaçla ziyaret ettiği bilinmemesiyle birlikte bir başka nokta da, Mihrace’nin kim olduğudur. Mihrace’nin ,Atatürk’e sunduğu hediyenin kendisinde de bir sır gizliydi… Bu hediye altın sırmalı Hint işi bir ipek seccadeydi. Seccadenin üzerindeki desende, bir şamdanın asılı olduğu bir düz kemeri; her iki yanında birer güvercini bulunan, beş kubbeli bir diğer kemerin çevrildiği görülüyordu. Bordür motifi, fillerden oluşuyordu. Desenin en ilginç unsuru ise, her iki kemerin arasındaki, dal kıvrımı ve gül motifleriyle süslü boşlukta yer alan romen rakamlı bir saat kadranıydı: Bu saat 09.08’i gösteriyordu. Seccade halen Perapalas’da bulunmaktadır. ***
  15. alfa+beta HOŞGELDİN Bu kadarcık deme ...sen hiç merak etme duyan gelir... Misafir perverdir bizm forum... Gerçi artık ev sahibi sayılırsın, Oooo kaç saat geçmiş bak kaydını yaptıralı.. Forumda güzel paylaşımlarda görüşmek üzere.....selam ve sevgiler... Tekrar hoşgeldin....
  16. *** ATATÜRK'ÜN DEVRİMLERİ Saltanatın kaldırılması (1 Kasım 1922). Kurtuluş Savaşı'nın ilk yıllarında kurulan (23 Nisan 1920) Türkiye Büyük Millet Meclisi, halktan kopuk Osmanlı yönetiminin yanında, halkın içinden seçilen temsilcileriyle "halk iradesi"nin gerçek temsilcisi olmuş, iyice eskimiş ve yıpranmış kişisel saltanatsa, TBMM'yi, yani ulusun egemenliğini tanımamasının yanı sıra, Sevr Antlaşması'nı imzalamış, düşmanla işbirliği yapıp, çıkarttığı ayaklanmalarla Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı engellemeye çalışmıştı. 23 Nisan 1920'den başlayarak ulusal egemenliğe dayalı devletin kurulmasıyla kişisel saltanata kalkmış gözüyle bakan Mustafa Kemal, İtilaf Devletleri'nin Lozan Barış Konferansı'na Ankara Hükümetinin yanı sıra Osmanlı Hükümeti temsilcileri de çağırmaları üstüne, 1 Kasım 1922'de TBMM'de yaptığı konuşmada ulus akla aykıı olduğunu belirterek,saltanatın kaldırılmasını istedi. Milletvekillerinin ateşli konuşmalarla Atatürk'ü desteklemelerinden sonra, saltanatın İstanbul'un işgal tarihinden (16 Mart 1920) başla-*********** kalkmış olduğu oybirliğiyle kabul edildi. Saltanatın kaldırılmasıyla Padişahlık Sıfat kalkan Mehmet VI Vahdattin de, 17 Kasım günü İngiliz Komutanlığına başvurarak, bir İngiliz zırhlısıyla İstanbul'dan ayrıldı. *** Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim 1923). Saltanatın kaldırılmasının ve Lozan Barış Anlaşması'nın ardından TBMM'de en çok tartışılan konulardan biri, yeni devletin niteliği sorunuydu. Kendisi bir hükümet olan TBMM'nin ayrı bir hükümeti ve bu hükümet yönetecek bir başbakanı bulunmaması, meclis içinden bakanların seçiminde adayların gerekli oyu sağlamakta güçlük çekmeleri, sürekli sorunlara yol açmaktaydı. 27 Ekim 1923'te Ali Fethi (Okyar) Bey başkanlığındaki hükümetin istifası ve Cumhuriyet Halk Partisi grubunun yeni hükümet listesi üstünde anlaşmaya varmaması üstüne, Atatürk 28 Ekim gecesi arkadaşlarını toplayarak sorunun gerçek çözümüyle ilgili düşüncesini açıkladı ve İsmet İnönü'yle o gece, devletin niteliğinin cumhuriyet olduğunu saptayan bir yasa tasarısı hazırladı. Ertesi gün TBMM, yapılan işin "çoktan doğmuş olan çocuğun adını koymak" olduğunun milletvekillerine açıklanmasından sonra, saat 20.30'da Anayasa değişikliğini kabul ederek cumhuriyeti ilan etti ve oybirliğiyle alınan bu karardan sonra cumhurbaşkanı seçimine geçeek, gene oybirliğiyle Gazi Mustafa Kemal Paşa'yı Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı seçti. *** Halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924). Saltanatın kaldırılmasından ve Mehmet VI Vahdettin'in İstanbul'dan ayrılmasından sonra, TBMM'nin 18 Kasım 1922'de halife seçmiş olduğu Abdülmecit Efendi, eski rejim yanlılarının tek umudu haline gelmiş, bundan güç alan Abdülmecit Efendi de, yeniden törenler düzenlemeye, demeçler vermeye bazı İslâm ülkelerinin kendisine bağlılık bildirmeleri üstüne, İslâm dünyasının önderi tavrı takınmaya başlamıştı. Bu durumun yeni kurulmuş cumhuriyet yönetimi için tehlikeli olabileceğini kavrayan Atatürk, İzmir'deki ordu tatbikatları sırasında ordu komutanlarına hilafetin kaldırılması konusunda düşüncesini açıklayıp, yasanın meclis gündemine getirilmesini kararlaştırdı. 1 Mart 1924'teki bütçe görüşmelerinde halifeye ve Osmanlı hanedanına verilecek ödenek konusunun gündeme getirilmesinden sonra, 3 Mart 1924't kabul edilen yasayla, halifelik kaldırılıp, ilerde saltanat ve halifelik iddiasında bulunmamaları için Osmanlı hanedanı üyelerinin de yurt dışına çıkarılmaları kabul edildi. *** Şeriye ve Evkaf Vekâleti'nin kaldırılması (3 Mart 1924). Şeriat hükümlerine dayalı Osmanlı hukuk düzeninin yeni Türk toplumuna uyarlanamayacağının anlaşılması sonucunda, TBMM'nin hilafetin kaldırıldığı gün Şeriye ve Evkaf Vekâletini'ni de kaldırmasıyla (3 Mart 1924), Türk hukuk sisteminde yeni düzenlemeler yapılması gereği de açıkça ortaya konmuş oldu. 20 Nisan 1924 tarihli ikinci Anayasa'yla birlikte, hukuka ilişkin bir dizi yasa yürürlüğe girdi. *** Medeni Kanun'un kabulü (17 Şubat 1926). Osmanlı İmparatorluğu döneminde hukuk işleri din kurallarına göre yönetilmekte olduğundan, çağdaş toplumlar düzeyine erişmek isteyen Türk toplumunun temel gereksinmelerinin, söz konusu hukuk yapısıyla karşılanamayacağı anlaşılmıştı. Tanzimat Dönemi'nde hazırlanan Mecelle, bazı yenilikler getirmekle birlikte, kişilerin hak ve borçları, aile kurumu, işleyişi ve sona ermesi, mülkiyet ilişkileri, miras sorunları, kiralama, satın alma, ödünç verme, vb. ilişkiler açısından, gerçek bir Medeni Kanun sayılamazdı. Bu nedenle İsviçre Medeni Kanunu örmek alınarak hazırlanan Medeni Kanun, 17 Şubat 1926'da TBMM'de kabul edilerek, yürürlüğe kondu. Bunu, öbür temel yasalar ile, ceza hukuku alanındaki boşlukları gideren Ceza Kanunu'nun kabul edilip (1 Mart 1926) yürürlüğe konması izledi. *** Tarikatların kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması (30 Kasım 1925). Başlangıçta yalnızca din konularıyla ilgilenen, farklı düşünce sistemleri geliştirerek taraftarlarını çoğaltmaya çalışan tarikatlar, zaman içinde siyasal olaylarda etkili rol oynamaya, çıkarılan tehlikeye düştükçe halkı ayakandırmaya koyulmuşlardı. Bu etkinliklerini cumhuriyetin ilanından sonra da sürdürmeye kalkışmaları ve Menemen Olayı, Şeyh Sait Ayaklanması gibi şeriattan yana ayaklanmalara yol açmaları üstüne "Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler memleketi olamaz. Türkiye Cumhuriyeti her alanda doğru yolu gösterecek, uyaracak güçtedir. Biz uygarlığın bilim ve fenninden güç alıyoruz ve ona göre yürüyoruz. Başka bir şey tanımayız" diyen Atatürk'ün sözleri ışığında harekete geçilerek, 30 Kasım 1925'te çıkarılan yasayla tekkeler ve zaviyeler kapatıldı. *** Laikliğin kabulü (1928-1937). Saltanatın kaldırılması, hilafetin kaldırılması, Şeriye ve Evkaf Vekâleti'nin kaldırılarak Şeriye ve Evkaf Vekâleti'nin kaldırılarak yalnızca din işleriyle uğraşacak Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kurulması, tarikat ve zaviyelerin kapatılması aşamalarından geçen laikliğin tam anlamıyla yasal tabana oturtulması için, 1924 Anayasası'nda yeralan "Türkiye devletinin dini İslâm'dır" deyimini tartışmaya koyulan TBMM, 10 Nisan 1928'de Anayasa'nın ikinci maddesini değiştirip, 16. ve 38. maddeler gereğince milletvekilleri ile cumhurbaşkanının ant içerken söylemek zorunda oldukları "vallahi" sözcüğünü maddelerden çıkardı. Ayrıca, 26. maddededi "ahkâmı şeriyenin tenfizi" (şeriat hükümlerinin yürütülmesi) sözcükleri de Anayasa'dan çıkarıldı. İnananların ibadetlerini kendi dilleriyle yapmalarını doğal bir hak olarak gören Mustafa Kemal'in, aydın din adamlarıyla yaptığı görüşmelerden sonra, 3 Şubat 1928'de hutbelerin Türkçe okunmasının kabul edilmesini, dualar ve ezanın Türkçeye çevrilmesi alışmaları izledi. 5 Şubat 1937'de Anayasa'nın ikinci maddesinde laiklik ilkesine yer verilmesi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin laik bir devlet olduğunun yazılmasıyla, laiklik devrimi tamamlanmış oldu. *** Kadın haklarının tanınması (1930-1933 ve 1934). Osmanlı toplumunda hemen hiçbir toplumsal ve siyasal hakkı bulunmaya kadınlara Medeni Kanun'la bazı haklar tanınmış olmakla birlikte, siyasal haklar açısından bir değişiklik yapılmamıştı. Atatürk'ün girişimiyle kadınların iktisadi ve siyasal yaşama katılmaları yönünde bir dizi değişiklik yapılarak, 1930'da belediye seçimlerinde seçme, 1933'te çıkarılan Köy Kanunu'yla muhtar seçme ve köy heyetine seçilme, 5 Aralık 1934'te Anayasa'da yapılan bir değişiklikle de milletvekili seçme ve seçilme haklarının tanınmasıyla, Türk kadını o yıllarda Avrupa devletlerinin çoğundaki kadınlardan daha ileri haklar elde etti ve çok geçmeden toplumda erkeklerin çalıştığı her alanda yerini aldı. *** Şapka ve kıyafet devrimi (25 Kasım 1925). Ülke halkını her alanda çağdaş ve uygar düzeye çıkarabilmek için değişiklikler tasarlarken, dış görünüşüyle de bunu vurgulaması gerektiğine inanan Mustafa Kemal'in, 25 Ağustos 1925'te Kastamonu'ya yaptığı bir gezide başına şapka giyip, "Buna şapka derler" diye halkı şapka giymeye özendirmesinden sonra, 25 Kasım 1925'te Şapka Giyilmesi Hakkındaki Kanun çıkarılıp, dinsel giysilerle sokakta gezilmesi yasaklandı. *** Takvim, saat ve ölçülerde değişiklik (1925 ve 1931). Cumhuriyet döneminden önce Batı uluslarından ayrı takvim, saat, sayı ve ölçülerin kullanılması, hafta tatillerinin cuma günü olması, takvimin başlangıcı olarak Hazreti Muhammet'in Mekke'den Medine'ye göç ettiği tarih olan 622 yılının alınması (hicri takvim), sayı olarak eski sayıları, ölçü olarak da okka, dirhem, arşın, endaze, vb. ölçülerin kullanılması, Türk toplumu ile Batı toplumları arasındaki ilişkilerde büyük karışıklık ve güçlüklere yol açmaktaydı. 26 Aralık 1925'te miladi takvimin kabul edilip, alaturka saat yerine Batı'da kullanılan alafranga saatin kabul edilmesiyle, 23 Mart 1931'de çıkarılan yasayla da gram, kilogram, ton, metre, kilometre gibi ölçülerin benimsenmesiyle, bir yandan Batı ülkeleriyle ilişkiler kolaylaştırılırken, bir yandan da yurdun her yerinde tutarlı bir ölçü ve ağırlık düzeni kurulmuş oldu. *** Soyadı yasasının kabulü (21 Haziran 1934). Soyadı bulunmamasının günlük yaşamda yarattığı güçlük ve karışıklıkların önüne geçmek amacıyla 21 Haziran 1934'te çıkarılan yasayla, her Türk kendine uygun bir soyadı almakla yükümlü kılındı. 24 Kasım 1934'te çıkarılan bir yasayla da TBMM Mustafa Kemal'e Atatürk soyadını verdi. Aynı yıl çıkarılan bir başka yasayla ayrıcalıkları belirten eski unvanların yasaklanmasıyla, yasalar önünde eşitlik ilkesinin gerçekleştirilmesinde önemli bir adım atılmış oldu. *** Eğitim ve öğretim devrimi (3 Mart 1924). Osmanlı toplumundaki medreseler ile iptidai, rüştiye, idadî türünde okulların toplumun gereksinme duyduğu elemanları yetiştirme açısından özellikle sayı bakımından yetersiz kaldığını gözleyen, eğitimin önemini yaptığı konuşmalarda sık sık vurgulayan Atatürk'ün yol göstericiliği altında TBMM, eğitim ve öğretim işlerini Milli Eğitim Bakanlığı'na verip, 3 Mart 1924'te çıkardığı Öğretimin Birleştirilmesi yasasıyla, mahalle mektepleri ve medreseleri kaldırdı. Anadolu'nun çeşitli kentlerinde meslek okulları, teknik okullar, öğretmen okulları, ortaokul ve liseler açılırken, çıkarılan Üniversiteler Kanunu'yla Darülfünun kaldırılıp, yerine İstanbul Üniversitesi kuruldu. *** Harf ya da yazı devrimi (1 Kasım 1928). Öğrenilmesi son derece güç olan Arap abecesinin okuryazar sayısının artmasını engellediğini, ayrıca Türkçe sesleri dile getirmede güçsüz kaldığını anlayan Atatürk'ün, 1926'dan başlayarak yaptırdığı araştırmalar sonucunda, Türkçe'nin yapısına en uygun abece olduğuna karar verilen Latin abecesi alınıp, yeniden düzenlenerek, 1 Kasım 1928'de çıkarılan Türk Harfleri Hakkında Kanun'la yürürlüğe kondu ve Atatürk'ün kendisinin de katıldığı yaygınlaştırma çalışmaları sonucunda, kısa süre içinde benimsendi. *** Tarih anlayışında gerçeğe dönüş (12 Nisan 1931). Osmanlı döneminde tarihçilerin aşağı yukarı yalnızca yaşadıkları dönemin olaylarını yazıya geçirmekle yükümlü olmalarından ötürü, Türklerin eski tarihlerine ilişkin çalışmalar yok denecek kadar azdı. Türkiye Cumhuriyeti'nin "önceki bütün Türk devletleriyle tarihsel bağı" olduğu, "dünya uygarlığının oluşma ve gelişmesinde Türk uygarlığının önemli payı bulunduğu" görüşünden yola çıkan Atatürk'ün öncülüğünde yapılan çalışmalar, 12 Nisan 1931'de, sonradan Türk Tarih Kurumu adını alan Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'nin kurulmasıyla sonuçlandı. *** Dil devrimi (12 Temmuz 1932). Osmanlılar döneminde aydınların büyük ölçüde farsça ve arapça sözcük ve dilbilgisi kuralı içeren Osmanlıca'yı kullanmalarından ötürü, aydınlar ile halkın dil bakımından birbirlerinden kopmuş olmaları, cumhuriyetöncesindeki dönemde de bazı aydınları rahatsız etmiş, Selanik'te çıkarılan (1911) Genç Kalemler dergisinde "Yeni Dil" hareketi başlatılmış, ama dilde yabancı sözlüklerden yeterli bir arınma sağlanamamıştı. Türkçe'nin özleştirilerek yeni Türk abecesiyle dünyanın en zengin dillerinden biri haline getirilmesini amaç alan Atatürk, 12 Temmuz 1932'de, sonradan Türk Dil Kurumu adını alan Türk Dili Tetkik Cemiyeti'ni kurdurarak, Türkçe'nin gerçek bir bilim, edebiyat ve sanat diline dönüşmesi çalışmalarını hızlandırdı. *** ***
  17. *** BURSA NUTKU TÜRK GENCİ İNKILÂPLARIN VE REJİMİN SAHİBİ VE BEKÇİSİDİR. BUNLARIN LÜZUMUNA, DOĞRULUĞUNA HERKESTEN ÇOK İNANMIŞTIR. REJİMİ VE İNKILÂPLARI BENİMSEMİŞTİR. BUNLARI ZAYIF DÜŞÜRECEK EN KÜÇÜK VEYA EN BÜYÜK BİR KIPIRTI, BİR HAREKET DUYDU MU: BU MEMLEKETİN POLİSİ VARDIR, JANDARMASI VARDIR, ORDUSU VARDIR, ADLİYESİ VARDIR... DEMEYECEKTİR. HEMEN MÜDAHALE EDECEKTİR. ELLE, TAŞLA, SOPA VE SİLAHLA... NESİ VARSA ONUNLA ESERİNİ KORUYACAKTIR. POLİS GELECEKTİR, ASIL SUÇLULARI BIRAKIP SUÇLU DİYE ONU YAKALAYACAKTIR, GENÇ, "POLİS HENÜZ İNKILAP VE CUMHURİYETİN POLİSİ DEĞİLDİR" DİYE DÜŞÜNECEK FAKAT ASLA YALVARMAYACAKTIR. MAHKEME ONU MAHKÛM EDECEKTİR. YİNE DÜŞÜNECEK: " DEMEK ADLİYEYİ DE ISLÂH ETMEK, REJİME GÖRE DÜZENLEMEK LÂZIM..." ONU HAPSE ATACAKLAR; KANUN YOLUNDAN İTİRAZINI YAPMAKLA BERABER, BANA, İSMET PAŞA'YA, MECLİS'E TELGRAFLAR YAĞDIRIP HAKSIZ VE SUÇSUZ OLDUĞU İÇİN TAHLİYESİNE ÇALIŞILMASINI, KAYIRILMASINI İSTEMEYECEK... DİYECEK Kİ: " BEN İNAN VE KANAATİMİN İCABINI YAPTIM. MÜDAHALE VE HAREKETİMİZDE HAKLIYIM. EĞER BURAYA HAKSIZ OLARAK GİRMİŞSEM, BU HAKSIZLIĞI MEYDANA GETİREN SEBEP VE AMîLLERİ DÜZELTMEK DE BENİM VAZİFEMDİR..." İŞTE BENİM ANLADIĞIM TÜRK GENCİ VE TÜRK GENÇLİĞİ... Bursa, Şubat 1933 Mustafa Kemal ATATÜRK ***
  18. *** 10. YIL NUTKU TÜRK MİLLETİ! KURTULUŞ SAVAŞI'NA BAŞLADIĞIMIZIN ONBEŞİNCİ YILINDAYIZ. BUGÜN CUMHURİYETİMİZİN ONUNCU YILINI DOLDURDUĞU EN BÜYÜK BAYRAMDIR. KUTLU OLSUN! BU ANDA BÜYÜK TÜRK MİLLETİ'NİN BİR FERDİ OLARAK BU KUTLU GÜNE KAVUŞMANIN EN DERİN SEVİNCİ VE HEYECANI İÇİNDEYİM. YURTTAŞLARIM! AZ ZAMANDA ÇOK VE BÜYÜK İŞLER YAPTIK. BU İŞLERİN EN BÜYÜĞÜ, TEMELİ TÜRK KAHRAMANLIĞI VE YÜKSEK TÜRK KÜLTÜRÜ OLAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ'DİR. BUNDAKİ MUVAFFAKİYETİ TÜRK MİLLETİ'NİN VE ONUN DEĞERLİ ORDUSUNUN BİR VE BERABER OLARAK AZİMKÂRANE YÜRÜMESİNE BORÇLUYUZ. FAKAT YAPTIKLARIMIZI ASLA KÂFİ GÖREMEYİZ. ÇÜNKÜ DAHA ÇOK VE DAHA BÜYÜK İŞLER YAPMAK MECBURİYETİNDE VE AZMİNDEYİZ. YURDUMUZU DÜNYANIN EN MAMUR VE EN MEDENî MEMLEKETLERİ SEVİYESİNE ÇIKARACAĞIZ. MİLLETİMİZİ EN GENİŞ REFAH, VASITA VE KAYNAKLARINA SAHİP KILACAĞIZ. MİLLî KÜLTÜRÜMÜZÜ MUASIR MEDENİYET SEVİYESİNİN ÜSTÜNE ÇIKARACAĞIZ. BUNUN İÇİN, BİZCE ZAMAN ÖLÇÜSÜ GEÇMİŞ ASIRLARIN GEVŞETİCİ ZİHNİYETİNE GÖRE DEĞİL, ASRIMIZIN SÜRAT VE HAREKET MEFHUMUNA GÖRE DÜŞÜNÜLMELİDİR. GEÇEN ZAMANA NİSPETLE, DAHA ÇOK ÇALIŞACAĞIZ. DAHA AZ ZAMANDA, DAHA BÜYÜK İŞLER BAŞARACAĞIZ. BUNDA DA MUVAFFAK OLACAĞIMIZA ŞÜPHEM YOKTUR. ÇÜNKÜ, TÜRK MİLLETİ'NİN KARAKTERİ YÜKSEKTİR. TÜRK MİLLETİ ÇALIŞKANDIR. TÜRK MİLLETİ ZEKİDİR. ÇÜNKÜ TÜRK MİLLETİ MİLLî BİRLİK VE BERABERLİKLE GÜÇLÜKLERİ YENMESİNİ BİLMİŞTİR. VE ÇÜNKÜ, TÜRK MİLLETİ'NİN YÜRÜMEKTE OLDUĞU TERAKKİ VE MEDENİYET YOLUNDA, ELİNDE VE KAFASINDA TUTTUĞU MEŞALE, MÜSPET İLİMDİR. ŞUNU DA EHEMMİYETLE TEBARÜZ ETTİRMELİYİM Kİ, YÜKSEK BİR İNSAN CEMİYETİ OLAN TÜRK MİLLETİ'NİN TARİHî BİR VASFI DA, GÜZEL SANATLARI SEVMEK VE ONDA YÜKSELMEKTİR. BUNUN İÇİNDİR Kİ, MİLLETİMİZİN YÜKSEK KARAKTERİNİ, YORULMAZ ÇALIŞKANLIĞINI, FITRî ZEKASINI, İLME BAĞLILIĞINI, GÜZEL SANATLARA SEVGİSİNİ, MİLLî BİRLİK DUYGUSUNU MÜTEMADİYEN VE HER TÜRLÜ VASITA VE TEDBİRLERLE BESLEYEREK İNKİŞAF ETTİRMEK MİLLî ÜLKÜMÜZDÜR. TÜRK MİLLETİ'NE ÇOK YARAŞAN BU ÜLKÜ, ONU, BÜTÜN BEŞERİYETE HAKİKî HUZURUN TEMİNİ YOLUNDA, KENDİNE DÜŞEN MEDENî VAZİFEYİ YAPMAKTA, MUVAFFAK KILACAKTIR. BÜYÜK TÜRK MİLLETİ, ON BEŞ YILDAN BERİ GİRİŞTİĞİMİZ İŞLERDE MUVAFFAKİYET VAAD EDEN ÇOK SÖZLERİMİ İŞİTTİN. BAHTİYARIM Kİ, BU SÖZLERİMİN HİÇBİRİNDE, MİLLETİMİN HAKKIMDAKİ İTİMADINI SARSACAK BİR İSABETSİZLİĞE UĞRAMADIM. BUGÜN, AYNI İNAN VE KATİYETLE SÖYLÜYORUM Kİ, MİLLî ÜLKÜYE, TAM BİR BÜTÜNLÜKLE YÜRÜMEKTE OLAN TÜRK MİLLETİ'NİN BÜYÜK MİLLET OLDUĞUNU BÜTÜN MEDENî ÂLEM, AZ ZAMANDA BİR KERE DAHA TANIYACAKTIR. ASLA ŞÜPHEM YOKTUR Kİ, TÜRKLÜĞÜN UNUTULMUŞ BÜYÜK MEDENî VASFI VE BÜYÜK MEDENî KABİLİYETİ, BUNDAN SONRAKİ İNKİŞAFIYLA, ÂTİNİN YÜKSEK MEDENİYET UFKUNDA YENİ BİR GÜNEŞ GİBİ DOĞACAKTIR. TÜRK MİLLETİ! EBEDİYETE AKIP GİDEN HER ON SENE DE, BU BÜYÜK MİLLET BAYRAMINI DAHA BÜYÜK ŞEREFLERLE, SAADETLERLE HUZUR VE REFAH İÇİNDE KUTLAMANI GÖNÜLDEN DİLERİM. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!... Mustafa Kemal ATATÜRK *29 Ekim 1933 tarihinde Onuncu Cumhuriyet Bayramı nedeniyle Ankara'da yapılan büyük törende söylenmiştir. ***
  19. *** ATATÜRK'ÜN GENÇLİĞE HİTABESİ Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. Istikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetln imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanin, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün ordulari dagitilmiş ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hiyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç oldugun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur! Ankara, 20 Ekim 1927 Mustafa Kemal ATATÜRK *** GENÇLİĞE HİTABE [ AÇIKLAMA ] Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi, Büyük Nutuk'un kapanış konusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Atatürk'ün kendi kaleminden çıkan Büyük Nutuk, yine Atatürk tarafından, Cumhuriyet Halk Partisi'nin 15 - 20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara'da toplanan İkinci Kurultayı'nda 36.5 saat süren ve altı günde okunan tarihi bir hitabeye dayandığı için Nutuk adını almıştır. Bu uzun konuşması ile 19 Mayıs 1919'da başlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın nasıl verildiğini ve Cumhuriyetin hangi koşullar altında kurulduğunu anlatır. Belgelere dayandırdığı bu konuşmasının sonunda, ulaşılan başarıyı Türk Gençliği'ne emanet eder. Gençlikten Türk bağımsızlığının ve cumhuriyetinin sonsuzluğa değin korunmasını ister. Nutuk, Devrim tarihimizin birinci elden pek değerli bir kaynağıdır; çünkü, eserin sahibi olan Mustafa Kemal ATATÜRK, tarihî olayları yalnızca belgelerle inceleyerek objektif gerçeğe ulaşmak isteyen bir tarih yazarı değil, doğrudan doğruya o tarihi yapanın kendisidir. Tarihi yapan ile yazanın aynı şahsiyette birleşmiş olması, Nutuk'u, benzerleri ile karşılaştırılamayacak üstün değerde bir eser durumuna getirmiştir. *** TÜRK GENÇLİĞİNE BIRAKTIĞIM KUTSAL ARMAĞAN Sayın baylar, sizi, günlerce işlerinizden alıkoyan uzun ve ayrıntılı sözlerim, en sonu tarihe malolmuş bir çağın öyküsüdür. Bunda, ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebilmiş isem kendimi mutlu sayacağım. Baylar, bu söylevimle, ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun, bağımsızlığını nasıl kazandığını; bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım. Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır. Bu sonucu, Türk gençliğine kutsal bir armağan olarak bırakıyorum. ** Mustafa Kemal ATATÜRK ** *** ATATÜRK’ÜN GENÇLİĞE HİTABESİ'nin YENİ TÜRKCESİ Ey Türk Gençliği! Birinci ödevin; Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini, sonsuzluğa değin korumak ve savunmaktır. Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en değerli güven kaynağıdır. Gelecekte de, yurt içinde ve dışında, seni bu kaynaktan yoksun etmek isteyen kötücüller bulunacaktır. Bir gün, bağımsızlığını ve cumhuriyetini savunmak zorunda kalırsan; ödeve atılmak için, içinde bulunacağın durumun olanaklarını ve koşullarını düşünmeyeceksin! Bu olanaklar ve koşullar çok elverişsiz olabilir. Bağımsızlığına ve cumhuriyetine kıymak isteyecek düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmedik bir utku kazanmış olabilirler. Zorla ve aldatıcı düzenlerle sevgili yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün gemilikleri ele geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesine düşman girmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha acıklı ve korkunç olmak üzere, yurdunda, iş başında bulunanlar, aymazlık ve sapkınlık içinde olabilirler. Üstelik, hainlik de yapabilirler. Daha kötüsü, iş başında bulunan kişiler, kendi çıkarlarını, yurduna girmiş olan düşmanların siyasal erekleriyle birleştirebilirler. Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde ezgin ve bitkin düşmüş olabilir. Ey Türk geleceğinin gençliği! İşte, bu ortam ve koşullar içinde bile ödevin, Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Bunun için gereken güç, damarlarındaki soylu kanda vardır! Ankara, 20 Ekim 1927 Mustafa Kemal ATATÜRK *** Prof. Dr. Afet İnan'ın, Atatürk'ün Büyük Söylevi'nin 50. Yılı Semineri'nde sunduğu "Atatürk'ün Büyük Nutku'nun Müsveddeleri Üzerinde Arkadaşlarının Eleştirilerini Dinlemesi ve Gençliğe Seslenişi" başlıklı bildirinin "Gençliğe Sesleniş" ile ilgili bölümü: (İnan, bildirisinde, Atatürk'ün, 1 Temmuz 1927'de Dolmabahçe Sarayı'na geldiğini ve o tarihten sonra her gece yakın arkadaşlarıyla toplanarak Nutuk'un müsveddelerini okuduğunu ve üzerinde tartışma açtığını belirtmektedir.) "Şimdi benim tanık olduğum olay şöyle. Sıcak bir yaz gününün gecesi; Atatürk'ün çevresinde daha kalabalık bir aydınlar topluluğu vardı. (..............) O, adeta arkadaşlarına bir sürpriz hazırlamanın sevinci içinde "oturunuz ve dinleyiniz" dedi. Nutuk’un sonuna koyacağı satırları yüksek sesle okumaya başladı. Dinleyicilerin nefes dahi almadıklarını sanıyorum, yahut bana öyle geldi; çünkü ben kendimi öyle hissediyor ve milli bir heyecanın etkisinde yaşıyordum. Bütün milli mücadelenin tarihi olan Nutuk, bu satırlarla son bulacaktı. Atatürk, bu metni okuyup bitirdiği zaman, derin bir nefes almış, fakat iki damla gözyaşını da bizlerden saklamamıştı. Bunu da gayet iyi hatırlıyorum. Fakat okuduktan sonra şöyle bir durum oldu. Bu Gençliğe Hitabe okunduğu akşam tarih olmuş olaylar, konuşma konusu değildi. Atatürk, coşmuş konuşuyor ve başkalarına konuşma fırsatı vermiyordu. O, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği üzerinde duruyordu. Tarihi yaşadığımız gibi yazdık; fakat geleceği cumhuriyete inananlara onu koruyanlara ve yaşatacak olanlara emanet etmek gerekiyor diyordu. Gençliğe Hitabe yazısını ilk dinleyenlere methetmek fırsatını dahi verdiğini hatırlamıyorum. Zaten methedilmeyi pek sevmezdi. Bir gün, bu arada söyleyeyim, "Beni methetme sözlerini bırakınız, gelecek için neler yapacağız onları söyleyin" demişti. Sözleri hala bugün dahi kulaklarımda akisler yapmaktadır: "Gençliği yatıştırınız. Onlara ilim ve irfanın müsbet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Hür fikirler uygulamaya geçtiği vakit, Türk milleti yükselecektir" diye telkinlerde bulundu. O,Türk gençliğinin sağduyusuna, milliyetçiliğine, vatan sevgisine inandığını ve onlara güvendiğini söylüyordu. 505-506 sayfa numarasını taşıyan bu son yapraklarda (müsveddeler) hemen hiçbir düzeltme yoktur. Yazı Atatürk’ündür. Üç yerdeki düzeltme ise yazarken yapılmıştır. Evvela "Ey Türk Genci" denmiş; fakat hemen genci kelimesi silinerek "gençliği" olarak düzeltilmiştir. İkincisi ise "Galipler cebren ve hile ile" cümlelerini başındaki "galipler" kelimesini silmiştir. Fakat en sonunda yarım bıraktığı bir cümle var "Efendiler" diyor. "Son kuvvetini kendi mefkuresinden ve damarlarında bulan Türk evladının elinde istiklal ve cumhuriyetin ilanihaye mafhuz ve masun olacağına ve sancağımızın itibarı daima yüksek bulunacağına" demiş, onu bitirmeden burada kesmiş." *** Kaynaklar : 1. Atatürk'ün Büyük Söylevi'nin 50. Yılı Semineri, Bildiriler ve Tartışmalar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara-1980 2. Atatürk, Nutuk II, TDK Yayınları, 1978
  20. TÜRK BAYRAĞI KANUNU Kanun Numarası : 2893 Kabul Tarihi : 22/9/1983 Yayımlandığı R. Gazete : Tarih : 24/9/1983 Sayı : 18171 Yayımlandığı Düstur : Tertip : 5 Cilt : 22 Sayfa : 599 * * * Amaç Madde 1 – Bu Kanunun amacı Türk Bayrağının şekli, yapımı ve korunması ile ilgili esas ve usulleri belirlemektir. Bayrağın Şekli ve Yapımı Madde 2 – Türk Bayrağı, bu Kanuna ekli cetvelde gösterilen şekil ve oranlarda olmak kaydıyla beyaz ay - yıldızlı albayraktır. Bayrak ile özel bayrakların (sembolik bayrak, özel işaret, flama, flandra ve fors) standartları, hangi kumaş ve maddelerden yapılacağı tüzükte gösterilir. Bayrağın Çekilmesi ve İndirilmesi Madde 3 – Bayrak, kamu kurum ve kuruluşlarıyla yurt dışı temsilciliklerine ve kamu kuruluşlarıyla gerçek ve tüzelkişilerin deniz vasıtalarına çekilir. Yurt içinde ve yurt dışında yetkililerin araçlarına takılır. Bayrak çekilirken ve indirilirken tören yapılır. Bayrak törenlerinin gereken biçimde yapılmasından o mahaldeki yetkili amirler sorumludur. (Değişik : 14/7/1999 - 4409/1 md.) Kamu kurum ve kuruluşlarında Türk Bayrağı sürekli çekili kalır. (Değişik : 14/7/1999 - 4409/1 md.) Bayrağın; nerelerde daimi olarak çekilmeyeceği, hangi kapalı yerlere konulacağı, nerelere fon olarak takılacağı veya asılacağı, kamu kurum ve kuruluşlarından başka yerlerde ne zaman ve nasıl çekileceği, Türk Silahlı Kuvvetleri yüzer birliklerinde ve Türk Bandıralı ticaret gemilerinde Bayrak çekme ve indirme zamanları ile Bayrak çekilirken ve indirilirken yapılacak törene ilişkin hususlar, tüzükte gösterilir. Bayrağın Yarıya Çekilmesi Madde 4 – Türk Bayrağı, yas alameti olarak 10 KASIM'da yarıya çekilir. Yas alameti olmak üzere Bayrağın yarıya çekileceği diğer haller ve zamanı Başbakanlıkça ilan edilir. Bayrağın Selamlanması Madde 5 – Çekilmesi ve indirilmesi esnasında veya tören geçişlerinde Bayrak, cephe alınarak selamlanır. Bayrağın Örtülebileceği Yerler Madde 6 – Türk Bayrağı, Cumhurbaşkanlığı yapmış kişilerin, şehitlerin ve tüzükte belirlenecek asker ve sivil kişilerin cenaze törenlerinde bunların tabutlarına, açılış törenlerinde ATATÜRK heykellerine veya resmi yemin törenlerinde masalara örtülebilir. Ayrıca milli orf ve adetler göz önünde tutularak Bayrağın diğer kullanılma şekil ve yeri tüzükte gösterilir. Yasaklar Madde 7 – Türk Bayrağı, yırtık, sökük, yamalı, delik, kirli, soluk, buruşuk veya layık olduğu manevi değeri zedeleyecek herhangi bir şekilde kullanılamaz. Resmi yemin törenleri dışında her ne maksatla olursa olsun, masalara kürsülere, örtü olarak serilemez. Oturulan veya ayakla basılan yerlere konulamaz. Bu yerlere ve benzeri eşyaya Bayrağın şekli yapılamaz. Elbise veya uniforma şeklinde giyilemez. Hiçbir siyasi parti, teşekkül, dernek, vakıf ve tüzükte belirlenecek kamu kurum ve kuruluşları dışında kalan kurum ve kuruluşun amblem, flama, sembol ve benzerlerinin ön veya arka yüzünde esas veya fon teşkil edecek şekilde kullanılamaz. Türk Bayrağına sözle, yazı veya hareketle veya herhangi bir şekilde hakaret edilemez, saygısızlıkta bulunulamaz. Bayrak yırtılamaz, yakılamaz, yere atılamaz, gerekli özen gösterilmeden kullanılamaz. Bu Kanuna ve tüzüğe aykırı fiiller yetkililerce derhal önlenir ve gerekli soruşturma yapılır. Cezalar Madde 8 – Bu Kanuna ve çıkarılacak tüzüğe aykırı olarak Bayrak yapmak, satmak ve kullanmak yasaktır. Bu yasağa aykırı olarak yapılan Bayraklar o mahallin yetkili amirlerince toplatılır. Bu Kanun hükümlerine aykırı davranışta bulunanlar suçları daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde Türk Ceza Kanununun 526 ncı maddesi uyarınca cezalandırılır. Tüzük Madde 9 – Bu Kanunun ilgili maddelerinde tüzükte düzenleneceği belirtilen hususlar ile kanunun uygulanmasına ilişkin diğer esaslar, bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren altı ay içinde çıkarılacak tüzükte gösterilir Yürürlükten kaldırılan kanun: Madde 10 – 29 Mayıs 1936 Tarih ve 2994 Sayılı Türk Bayrağı Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır. Yürürlük Madde 11 – Bu Kanun yayımı tarihinden altı ay sonra yürürlüğe girer. Yürütme Madde 12 – Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. *** *** ***
  21. ***ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞ Cumhuriyetin ilanından önce yeni Türk Devletinin ilk siyasî partisi "Halk Partisi" adı altında (daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi adını aldı) 23 Ekim 1923'de resmen kurulmuştu. Başkanlığına da Mustafa Kemal Atatürk seçilmişti.1945 yılına kadar siyasî parti kurma denemeleri ne yazık ki başarılı olamadı. İkinci Dünya Savaşının bitiminden sonra çok partili yaşama geçme eğilimi güç kazandı. Bu dönemin ilk siyasî partisi 18 Temmuz 1945'de "Millî Kalkınma Partisi" oldu. Daha sonra da 7 Ocak 1946'da "Demokrat Parti" kuruldu. 14 Mayıs 1950'de yapılan seçim sonucunda, 487 milletvekilliğinin 397'sini kazanan Demokrat Parti, 24 yıl kesintisiz iktidarda kalan Cumhuriyet Halk Partisinin yerine iktidara geldi. Demokrat Parti iktidarı, 27 Mayıs 1960'da yapılan askerî darbe ile sona erdi. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde birden fazla partinin katıldığı ilk seçim ise, 21 Temmuz 1946 tarihinde yapıldı. Bu seçimle birlikte çok partili hayat kısa sürede benimsendi.1950 yılına kadar ülkede 25 siyasî parti daha kuruldu. ***1961 ANAYASASI 27 Mayıs ihtilali ile ülke yönetimine el koyan askerî güç, yeni bir anayasa yapmak için "Kurucu Meclis" oluşturdu. Bir yıl içinde hazırlanan yeni anayasa, 9 Temmuz 1961'de halk oyuna sunuldu. Seçmenlerin yüzde 81'inin katıldığı oylamada, yeni anayasa yüzde 61,5 "Evet" oyu ile kabul edildi. Böylece Türk tarihinde, ilk kez bir kurucu meclis anayasa hazırlamış ve bu anayasa halkoyu ile kabul edilmişti. 1961 Anayasası uzun ve ayrıntılı bir metindi. Önemli yenilikler getiriyordu. Millet egemenliğinin "yetkili organlar eliyle kullanılacağı" hükmü ile ılımlı bir kuvvetler ayrılığı prensibi yer aldı. Yasama ve denetim yetkisi TBMM; yürütme Meclisin içinden çıkmakla birlikte ayrı bir organ olarak Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu; yargı yetkisi ise bağımsız mahkemelerce yerine getirilecekti. Önemli değişikliklerden biri de, TBMM'nin "Millet Meclisi" ve "Cumhuriyet Senatosu"ndan oluşan "çift meclisli" bir yapıdan kurulması idi. Ayrıca, yasaların Anayasaya aykırı olup olmadığını tespit etmek üzere "Anayasa Mahkemesi" kurularak, yargısal denetime ağırlık verildi. Temel hak ve özgürlükler, o güne kadar hiç bir Türk anayasasında görülmemiş biçimde ayrıntılı olarak düzenleniyordu. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmalarına da sınırlar konuluyordu. Anayasa ayrıca Devlete pek çok sosyal ödevler yüklüyordu. 1961 Anayasası, 1971 yılındaki değişiklikleriyle birlikte 1980'de yapılan ikinci bir askerî darbeye kadar yürürlükte kaldı. *** TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI (1961) Kurucu Mecliste Kabul Tarihi : 27/5/1961 Halkoyuna Sunulmak Üzere Tasarının Resmi Gazete ile İlanı : 31/5/1961 Kanunun Resmi Gazete ile İlanı : 20/7/1961 / Sayı: 10859 Kanun No Kabul Tarihi 334 9/7/1961 ***BAŞLANGIÇ Tarihi boyunca bağımsız yaşamış, hak ve hürriyetleri için savaşmış olan; Anayasa ve Hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 Devrimini yapan Türk Milleti; Bütün fertlerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde, millî şuur ve ülküler etrafında toplayan ve milletimizi, dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak millî birlik ruhu içinde daima yüceltmeyi amaç bilen Türk Milliyetçiliğinden hız ve ilham alarak ve; “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesinin, Milli Mücadele ruhunun, millet egemenliğinin, Atatürk Devrimlerine bağlılığın tam şuuruna sahibolarak; İnsan hak ve hürriyetlerini, millî dayanışmayı, sosyal adâleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak demokratik hukuk devletini bütün hukukî ve sosyal temelleriyle kurmak için; Türkiye Cumhuriyeti Kurucu Meclisi tarafından hazırlanan bu Anayasayı kabûl ve ilân ve Onu, asıl teminatın vatandaşların gönüllerinde ve iradelerinde yer aldığı inancı ile, hürriyete, adâlete ve fâzilete aşık evlâtlarının uyanık bekçiliğine emanet eder. ***BİRİNCİ KISIM GENEL ESASLAR I. Devletin Şekli Madde 1- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. II. Cumhuriyetin Nitelikleri Madde 2- Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve ‘Başlangıç’ta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir. III. Devletin Bütünlüğü; Resmi Dil; Başkent Madde 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Resmî Dil Türkçe’dir. Başkent Ankara’dır. IV. Egemenlik Madde 4- Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir. Millet, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir suretle belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasadan almıyan bir devlet yetkisi kullanamaz. V. Yasama Yetkisi Madde 5- Yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. VI. Yürütme Görevi Madde 6- Yürütme görevi, kanunlar çerçevesinde, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirilir. VII. Yargı Yetkisi Madde 7- Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır. VIII. Anayasanın Üstünlüğü ve Bağlayıcılığı Madde 8- Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz. Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. IX. Devlet Şeklinin Değişmezliği Madde 9- Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki Anayasa hükmü değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez. ***İKİNCİ KISIM TEMEL HAKLAR VE ÖDEVLER Birinci Bölüm GENEL HÜKÜMLER I. Temel Hakların Niteliği ve Korunması Madde 10- Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Devlet, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert huzuru, sosyal adâlet ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşamıyacak surette sınırlıyan siyasî, iktisadî ve sosyal bütün engelleri kaldırır; insanın maddî ve mânevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlar. II. Temel Hak ve Hürriyetlerin Özü, Sınırlanması ve Kötüye Kullanılamaması Madde 11- (20.9.1971-1488) (1) Temel hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, Cumhuriyetin, millî güvenliğin, kamu düzeninin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı ile veya Anayasanın diğer maddelerinde gösterilen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak, ancak kanunla sınırlanabilir. Kanun, temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamaz. Bu Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbirisi, insan hak ve hürriyetlerini veya Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü veya dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayrımına dayanarak, nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak kasdı ile kullanılamaz. Bu hükümlere aykırı eylem ve davranışların cezası kanunda gösterilir. III. Eşitlik Madde 12- Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. IV. Yabancıların Durumu Madde 13- Bu kısımda gösterilen hak ve hürriyetler, yabancılar için, milletlerarası hukuka uygun olarak, kanunla sınırlanabilir. ***İkinci Bölüm KİŞİNİN HAKLARI VE ÖDEVLERİ I. Kişi Dokunulmazlığı Madde 14- Herkes, yaşama, maddî ve mânevî varlığını geliştirme haklarına ve kişi hürriyetine sahiptir. Kişi dokunulmazlığı ve hürriyeti kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usûlüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça kayıtlanamaz. Kimseye eziyet ve işkence yapılamaz. İnsan haysiyetiyle bağdaşmıyan ceza konulamaz. II. Özel Hayatın Korunması a) Özel Hayatın Gizliliği Madde 15- (20.9.1971-1488) (2) Özel hayatın gizliliğine dokunulamaz. Adlî kovuşturmanın gerektirdiği istisnalar saklıdır. Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usûlüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; millî güvenlik veya kamu düzeni bakımından gecikmede sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan merciin emri bulunmadıkça kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. b.) Konut Dokunulmazlığı Madde 16- Konuta dokunulamaz. Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usûlüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; millî güvenlik veya kamu düzeni bakımından gecikmede sakınca bulunan hallerde de, kanunla yetkili kılınan merciin emri bulunmadıkça, konuta girilemez, arama yapılamaz ve buradaki eşyaya el konulamaz. c) Haberleşme Hürriyeti Madde 17- Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır. Kanunun gösterdiği hallerde, hakim tarafından kanuna uygun olarak verilmiş bir karar olmadıkça, bu gizliliğe dokunulamaz. III.Seyahat ve Yerleşme Hürriyeti Madde 18- Herkes, seyahat hürriyetine sahiptir; bu hürriyet, ancak millî güvenliği sağlama ve salgın hastalıkları önleme amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir. Herkes, dilediği yerde yerleşme hürriyetine sahiptir; bu hürriyet, ancak millî güvenliği sağlama, salgın hastalıkları önleme, kamu mallarını koruma, sosyal, iktisâdî ve tarımsal gelişmeyi gerçekleştirme zorunluğuyla ve kanunla sınırlanabilir. Türkler, yurda girme ve yurt dışına çıkma hürriyetine sahiptir. Yurt dışına çıkma hürriyeti kanunla düzenlenir. IV. Düşünce ve İnanç Hak ve Hürriyetleri a) Vicdan ve Din Hürriyeti Madde 19- (20.9.1971-1488) (3) Herkes, vicdan ve dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. Kamu düzenine veya genel ahlâka veya bu amaçlarla çıkarılan kanunlara aykırı olmıyan ibadetler, dinî âyîn ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Kimse, dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz. Din eğitim ve öğrenimi, ancak kişilerin kendi isteğine ve küçüklerin de kanûnî temsilcilerinin isteğine bağlıdır. Kimse, Devletin sosyal, iktisâdî, siyasî veya hukûkî temel düzenini, kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya şahsi çıkar veya nüfuz sağlama amaciyle, her ne suretle olursa olsun, dinî veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz. Bu yasak dışına çıkan veya başkasını bu yolda kışkırtan gerçek ve tüzel kişiler hakkında, kanunun gösterdiği hükümler uygulanır ve siyasi partiler Anayasa Mahkemesince temelli kapatılır. b.) Düşünce Hürriyeti Madde 20- Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir; düşünce ve kanaatlarını söz, yazı, resim ile veya başka yollarla, tek başına veya toplu olarak açıklıyabilir ve yayabilir. Kimse, düşünce ve kanaatlarını açıklamaya zorlanamaz. V. Bilim ve Sanat Hürriyeti Madde 21- Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir. Eğitim ve öğretim, Devletin gözetim ve denetimi altında serbesttir. Özel okulların bağlı olduğu esaslar, Devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun olarak kanunla düzenlenir. Çağdaş bilim ve eğitim esaslarına aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz. *** TÜRKİYE CUMHURİYETİ (1961) ANAYASASI TAM METNİNİ BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ *** *** TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI 1982 (Kurucu Mecliste Kabul Tarihi : 18.10.1982; Halkoyuna Sunulmak Üzere Tasarının Resmî Gazetede İlanı: 20.10.1982-17844; Kanunun Halkoyu ile Kabul Tarihi: 7.11.1982; Halkoyu Sonucunun Yayımlandığı Resmî Gazete Tarihi: 9.11.1982-17863 Mükerrer) Kanun No. : 2709 Kabul Tarihi : 7.11.1982 BAŞLANGIÇ (Değişik: 23.7.1995-4121/1 md.) Türk Vatanı ve Milletinin ebedî varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda; Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, Türkiye Cumhuriyetinin ebedî varlığı, refahı, maddî ve manevî mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde; Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı; Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu; (Değişik: 3.10.2001-4709/1 md.) Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı; Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu; Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve “Yurtta sulh, cihanda sulh” arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu; FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere, TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur. BİRİNCİ KISIM Genel Esaslar I. Devletin şekli MADDE 1. – Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. II. Cumhuriyetin nitelikleri MADDE 2. – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir. III. Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti MADDE 3. – Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı “İstiklal Marşı”dır. Başkenti Ankara’dır. IV. Değiştirilemeyecek hükümler MADDE 4. – Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez. V. Devletin temel amaç ve görevleri MADDE 5. – Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır. VI. Egemenlik MADDE 6. – Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz. VII. Yasama yetkisi MADDE 7. – Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. VIII. Yürütme yetkisi ve görevi MADDE 8. – Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir. IX. Yargı yetkisi MADDE 9. – Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır. X. Kanun önünde eşitlik MADDE 10. – Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. (Ek: 7.5.2004-5170/1 md.)Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. XI. Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü MADDE 11. – Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz. İKİNCİ KISIM Temel Haklar ve Ödevler BİRİNCİ BÖLÜM Genel Hükümler I. Temel hak ve hürriyetlerin niteliği MADDE 12. – Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder. II. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması MADDE 13. – (Değişik: 3.10.2001-4709/2 md.) Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. III. Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması MADDE 14. – (Değişik: 3.10.2001-4709/3 md.) Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz. Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz. Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir. IV. Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması MADDE 15. – Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir. (Değişik: 7.5.2004-5170/2 md.)Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz. V. Yabancıların durumu İKİNCİ BÖLÜM Kişinin Hakları ve Ödevleri I. Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı II. Zorla çalıştırma yasağı III. Kişi hürriyeti ve güvenliği IV. Özel hayatın gizliliği ve korunması V. Yerleşme ve seyahat hürriyeti VI. Din ve vicdan hürriyeti VII. Düşünce ve kanaat hürriyeti VIII. Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti IX. Bilim ve sanat hürriyeti X. Basın ve yayımla ilgili hükümler XI. Toplantı hak ve hürriyetleri XII. Mülkiyet hakkı XIII. Hakların korunması ile ilgili hükümler XIV. İspat hakkı XV. Temel hak ve hürriyetlerin korunması ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler I. Ailenin korunması II. Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi III. Kamu yararı IV. Çalışma ve sözleşme hürriyeti V. Çalışma ile ilgili hükümler VI. Toplu iş sözleşmesi, grev hakkı ve lokavt VII. Ücrette adalet sağlanması VIII. Sağlık, çevre ve konut IX. Gençlik ve spor X. Sosyal güvenlik hakları XI. Tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması XII. Sanatın ve sanatçının korunması XIII. Devletin iktisadî ve sosyal ödevlerinin sınırları DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Siyasî Haklar ve Ödevler I. Türk vatandaşlığı II. Seçme, seçilme ve siyasî faaliyette bulunma hakları III. Siyasî partilerle ilgili hükümler IV. Kamu hizmetlerine girme hakkı V. Vatan hizmeti VI. Vergi ödevi VII. Dilekçe hakkı ÜÇÜNCÜ KISIM Cumhuriyetin Temel Organları BİRİNCİ BÖLÜM Yasama I. Türkiye Büyük Millet Meclisi II. Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri III. Türkiye Büyük Millet Meclisinin faaliyetleri ile ilgili hükümler IV. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgi edinme ve denetim yolları İKİNCİ BÖLÜM Yürütme I. Cumhurbaşkanı II. Bakanlar Kurulu III. Olağanüstü yönetim usulleri IV. İdare ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Yargı I. Genel hükümler II. Yüksek mahkemeler III. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu IV. Sayıştay DÖRDÜNCÜ KISIM Malî ve Ekonomik Hükümler BİRİNCİ BÖLÜM Malî Hükümler I. Bütçe İKİNCİ BÖLÜM Ekonomik Hükümler I. Planlama II. Piyasaların denetimi ve dış ticaretin düzenlenmesi III. Tabiî servetlerin ve kaynakların aranması ve işletilmesi IV. Ormanlar ve orman köylüsü V. Kooperatifçiliğin geliştirilmesi VI. Tüketiciler ile esnaf ve sanatkârların korunması BEŞİNCİ KISIM Çeşitli Hükümler I. İnkılâp kanunlarının korunması ALTINCI KISIM Geçici Hükümler YEDİNCİ KISIM Son Hükümler I. Anayasanın değiştirilmesi, seçimlere ve halkoylamasına katılma II. Başlangıç ve kenar başlıklar III. Anayasanın yürürlüğe girmesi TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASINA İŞLENEMEYEN GEÇİCİ MADDELER *** TÜRKİYE CUMHURİYETİ (1982) ANAYASASI TAM METNİNİ BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ ***
  22. ***CUMHURİYETİN İLANI 1921 Anayasası'nın getirdiği millî egemenlik ilkesi ile padişah iradesi ortaya bir çelişki çıkardı. Saltanat makamı boşlukta kalmıştı. 1 Kasım 1922'de TBMM aldığı kararla saltanatı kaldırdı. Padişahlık lağvedilmiş, kişisel egemenlik hukuken tarihe karışmıştı. Bu kararın doğal sonucu, Cumhuriyet rejiminin kurulması olacaktı. 13 Ekim 1923'de Ankara'nın başkent olması kararı alındı. 29 Ekim 1923'de Atatürk ve arkadaşlarının, Anayasanın bazı maddelerini değiştiren teklifi TBMM'de alkışlarla ve oybirliği ile kabul edildi. Anayasanın birinci maddesinde, "Türkiye Devletinin hükümet biçimi, Cumhuriyettir" hükmü yer aldı. Aynı günün gecesi, Mustafa Kemal Paşa (Atatürk), Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanlığına seçildi. Saltanatın kaldırılması ve cumhuriyetin. ilanı ile, sistem içinde varlığını sürdüren "Halifelik" de gereksiz ve işlevsiz bir duruma gelmişti. 3 Mart 1924'de Urfa Milletvekili Şeyh Saffet Efendi ve arkadaşlarının verdikleri kanun teklifi TBMM'de kabul edilerek, hilafet kaldırıldı, halifelik de tarihe karıştı. ***1924 ANAYASASI TBMM'nin 1921 tarihli ilk anayasası sadece 3 yıl yürürlükte kalabildi. Gelişmelerin gerisinde kalmış ve önemli eksiklikleri vardı, yetersizdi. Bütünüyle bir yeni anayasa hazırlıklarına girişildi. Cumhuriyet döneminin anayasası, 20 Nisan 1924'de TBMM'de büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Yeni anayasa, cumhuriyet rejimi içinde güçler birliği esasına dayandırıldı.105 maddeden oluşmuştu.1924 Anayasası, Türk siyasî yaşamının gelişmesinde önemli rol oynadı. Siyasî partilerin kurulmasına ve dolayısıyla demokrasiye açıktı. Klasik hak ve özgürlüklere yer veriyordu. Ancak, bunların korunmasına ilişkin düzenlemeler yine yoktu. Ayrıca, ekonomik ve sosyal haklar da Anayasada bulunmuyordu. Bu konuda tek güvence, egemenliğin sadece TBMM tarafından kullanılmasıydı. TBMM'nin üstünlüğü, tıpkı 1921 Anayasasında olduğu gibi sarsılmaz bir durumdaydı. Yasaların, Anayasaya aykırılığını önleyecek, denetleyecek mekanizmalar bulunmuyordu. 1928, 1934 ve 1937 yıllarında yapılan değişikliklerle 1924 Anayasasına başka bazı temel ilkeler getirildi.10 Nisan 1928 değişikliği, Devlete laik bir karakter verdi. 5 Aralık 1934 tarihli değişiklikle, kadınlara seçme ve seçilme hakkı tam olarak tanındı. 5 Şubat 1937 değişikliği ise, Devletin "cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkilapçı" niteliklerini belirliyordu. 1924 Anayasası eksiklik ve değişiklikleri ile, Türk Anayasa tarihinin en uzun ömürlü metni oldu. Tam ve kesintisiz olarak, 36 yıl yürürlükte kaldı. * 1924 ANAYASASI (1924) T. Düstur, Cilt 26, s.170 Resmi Gazete 15/1/1945-5905 Kanun No Kanun Tarihi 4695 10/1/1945 ***BİRİNCİ BÖLÜM Esas Hükümler Madde 1- Türkiye Devleti Bir Cumhuriyettir. Madde 2- Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi Layik ve Devrimcidir. Devlet dili Türkçedir. Başkent Ankara’dır. (**) Madde 3- Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir. Madde 4- Türk milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder ve Millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır. Madde 5- Yasama yetkisi ve yürütme erki Büyük Millet Meclisinde belirir ve onda toplanır. Madde 6- Meclis, yasama yetkisini kendi kullanır. Madde 7- Meclis, yürütme yetkisini kendi seçtiği Cumhurbaşkanı ve onun tayin edeceği Bakanlar Kurulu eliyle kullanır. Meclis, Hükûmeti her vakit denetleyebilir ve düşürebilir. Madde 8- Yargı hakkı, millet adına usul ve kanuna göre bağımsız mahkemeler tarafından kullanılır. *** (*) 20/4/1340 tarih ve 491 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanununun, 10/1/1945 tarih ve 4695 sayılı Kanunla, mana ve kavramda bir değişiklik yapılmaksızın Türkçeleştirilmiş şeklidir. (**) Maddenin ilk şekli: “Türkiye Devletinin dini, dinî İslâmdır: Resmi dili Türkçedir; makkarı Ankara şehridir.” Maddenin 1222 sayılı kanunla değişik şekli: “Türkiye Devletinin resmi dili Türkçedir; makkarı Ankara şehridir.” *** ***İKİNCİ BÖLÜM Yasama Görevi Madde 9- Türkiye Büyük Millet Meclisi, özel kanuna göre millet tarafından seçilmiş milletvekillerinden kurulur. Madde 10- Milletvekili seçmek, yirmi iki yaşını bitiren kadın, erkek her Türk’ün hakkıdır. (*) Madde 11- Otuz yaşını bitiren kadın, erkek her Türk milletvekili seçilebilir. (**) Madde 12- Yabancı Devlet resmi hizmetinde bulunanlar terhipli cezaları gerektiren suçlardan veya hırsızlık, sahtecilik, dolandırıcılık, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar, kısıtlılar, yabancı Devlet uyrukluğunu ileri sürenler kamu hizmetlerinden yasaklılar, Türkçe okuyup yazma bilmiyenler milletvekili seçilemezler. Madde 13- Büyük Millet Meclisinin seçimi dört yılda bir yapılır. Süresi biten milletvekilleri tekrar seçilebilirler. Eski Meclis, yeni Meclisin toplanmasına kadar devam eder. Yeni seçim yapılmasına imkân görülmezse, toplanma dönemi bir yıl daha uzatılabilir. Her milletvekili, yalnız kendini seçen çevrenin değil, bütün milletin vekilidir. Madde 14- Büyük Millet Meclisi, her yıl kasım ayı başında çağrısız toplanır. Meclis, üyelerinin memleket içinde dolaşmaları, inceleme yapmaları, denetleme vazifelerine hazırlanmaları ve dinlenmeleri için çalışmasına yılda altı aydan fazla ara veremez. Madde 15- Kanun teklif etmek hakkı, Meclis üyelerinin ve Bakanlar Kurulunundur. Madde 16- Milletvekilleri Meclise katıldıklarında şöyle andiçerler.(***) “Namusum üzerine söz veririm ki: Vatanın ve milletin mutluluğuna, esenliğine, milletin kayıtsız şartsız eğemenliğine aykırı bir amaç gütmiyeceğim ve Cumhuriyet esaslarına bağlılıktan ayrılmıyacağım.” *** (*) Maddenin ilk şekli: “Onsekiz yaşını ikmal eden her erkek Türk mebusan intihabına iştirak etmek hakkını haizdir.” (**) Maddenin ilk şekli: “ otuz yaşını ikmal eden her erkek Türk, mebus intihap edilmek salahiyetini haizdir.” (***) Maddenin ilk şekli: “ Mebuslar Meclise iltihak ettiklerinde şu şekilde tahlif olunurlar; (Vatan ve milletin saadet ve selametine ve milletin bilâ kaydu şart hakimiyetine mugayir bir gaye takip etmiyeceğime ve Cumhuriyet esaslarına sadakatten ayrılmayacağıma “Vallahi”).” *** Madde 17- Bir milletvekili ne Meclis içindeki oy, düşünce ve demeçlerinden ne de Meclisteki oy, düşünce ve demeçlerini Meclis dışında söylemek ve açığa vurmaktan sorumlu değildir. Seçiminden gerek önce ve gerek sonra üstüne suç atılan bir milletvekili Kamutayın kararı olmadıkça sanık olarak sorgulanamaz, tutulamaz ve yargılanamaz. Cinayetten suçüstü yakalanma hali bu hükmün dışındadır. Ancak bu halde yetkili makam bunu hemen Meclise bildirmek ödevindedir. Seçiminden önce veya sonra bir milletvekili hakkında verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi milletvekilliği süresinin sonuna bırakılır. Milletvekilliği süresi içinde zamanaşımı yürümez. Madde 18- Milletvekillerinin yıllık ödenekleri özel kanunla gösterilir. Madde 19- Araverme sırasında Cumhurbaşkanı veya Meclis Başkanı gerekli görürse meclisi toplanmıya çağırabilir. Üyelerden beşte birinin istemesi üzerine de Meclis Başkanı Meclisi toplanmıya çağırır. Madde 20- Meclis görüşmeleri herkese açıktır ve olduğu gibi yayılır. Fakat Meclis, İçtüzük hükümlerine uygun olarak kapalı oturumlar dahi yapabilir. Kapalı oturumlardaki görüşmeleri yaymak Meclisin kararına bağlıdır. Madde 21- Meclis görüşmelerini İç tüzük hükümlerine göre yapar. Madde 22- Soru, gensoru ve Meclis soruşturması Meclisin yetkilerinden olup bunların nasıl yapılacağı İç tüzükte gösterilir. Madde 23- Milletvekilliği ile Hükûmet memurluğu bir kişide birleşemez. Madde 24- Türkiye Büyük Millet Meclisi kamutayı her kasım ayı başında kendine bir yıl için bir başkan, üç Başkan vekili seçer. Madde 25- Seçim dönemi bitmeden Meclis, üyelerinin tam sayısının saltçokluğu ile seçim yenilemeğe karar verirse, yeni toplanan Meclisin seçim dönemi kasım ayından başlar. Kasımdan önceki toplantı, olağanüstü toplantı sayılır. Madde 26- Kanun koymak, kanunlarda değişiklik yapmak, kanunları yorumlamak, kanunları kaldırmak, Devletlerle sözleşme, andlaşma ve barış yapmak, harb ilan etmek, Devletin bütçe ve kesin hesap kanunlarını incelemek ve onamak, para basmak, tekelli ve akçalı yüklenme sözleşmelerini ve imtiyazları onamak ve bozmak, genel ve özel af ilan etmek, cezaları hafifletmek ve değiştirmek, kanun soruşturmalarını ve kanun cezalarını ertelemek, mahkemelerden çıkıp kesinleşen ölüm cezası hükümlerini yerine getirmek gibi görevleri Büyük Millet Meclisi ancak kendisi yapar. (*) *** (*) Maddenin ilk şekli: “ Büyük Millet Meclisi ahkâmı şer’iyenin tenfizi, kavaninin vaz’ı tâdili, tefsiri, fesih ve ilgası, devletlerle mukavele, muahede ve sulh akti, harp ilanı, muvazenei umumiyei maliye ve Devletin umum hesabı kati kanunlarının tetkik ve tasdiki, meskukat darbı, inhisar ve mali taahhüdü mutazammın mukavelat ve imtiyazatın tasdik ve feshi, umumi ve hususi af ilanı, cezaların tahfif veya tahvili, tahkikat ve mücazatı kanuniyetinin tecili, mahkemelerden sadır olup katiyet kesbetmiş olan idam hükümlerin infazı gibi vezaifi bizzat kendi ifa eder.” *** Madde 27- Bir milletvekilinin vatan hayınlığı ve milletvekilliği sırasında yiyicilik suçlarından biriyle sanık olduğuna Türkiye Büyük Millet Meclisi Kamutayı hazır üyelerinin üte iki oy çokluğu ile karar verilir yahut on ikinci maddede yazılı suçlardan biriyle hüküm giyer ve bu da kesinleşirse milletvekilliği sıfatı kalkar. Madde 28- Çekilme, kanun hükümleri gereğince kısıtlanma, özürsüz ve izinsiz iki ay Meclise devamsızlık yahut memurluk kabul etme hallerinde milletvekilliği düşer. Madde 29- Ölen yahut yukardaki maddeler gereğince milletvekilliği sıfatı kalkan veya düşen milletvekilinin yerine bir başkası seçilir. Madde 30- Büyük Millet Meclisi kendi kolluk işlerini Başkanı elile düzenler ve yürütür. ***ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Yürütme Görevi Madde 31- Türkiye Cumhurbaşkanı, Büyük Millet Meclisi kamutayı tarafından ve kendi üyeleri arasından bir seçim dönemi için seçilir. Cumhurbaşkanlığı görevi, yeni Cumhurbaşkanının seçimine kadar sürer. Yeniden seçilmek olur. Madde 32- Cumhurbaşkanı, Devletin başıdır. Bu sıfatla törenli oturumlarda Meclise ve gerekli gördükçe bakanlar kuruluna Başkanlık eder ve Cumhurbaşkanı kaldıkça Meclis tartışma ve görüşmelerine katılamaz ve oy veremez. Madde 33- Cumhurbaşkanı, hastalık ve memleket dışı yolculuk gibi bir sebeple görevini yapamaz veya ölüm, çekilme ve başka sebeple Cumhurbaşkanlığı açık kalırsa Büyük Millet Meclisi Başkanı vekil olarak Cumhurbaşkanlığı görevini yapar. Madde34- Cumhurbaşkanlığı boş kaldığında Meclis toplanıksa Cumhurbaşkanını hemen seçer. Meclis toplanık değilse Başkanı tarafından hemen toplanmaya çağrılarak Cumhurbaşkanı seçilir. Meclisin seçim dönemi sona ermiş veya seçimin yenilenmesine karar verilmiş olursa Cumhurbaşkanını gelecek Meclis seçer. Madde 35- Cumhurbaşkanı, Meclisin kabul ettiği kanunları on gün içinde ilan eder. Cumhurbaşkanı, uygun bulmadığı kanunları bir daha görüşülmek üzere gene on gün içinde gerekçesi ile birlikte Meclise geri verir. Anayasa ile Bütçe kanunu bu hüküm dışındadır. Meclis geri verilen kanunu gene kabul ederse Cumhurbaşkanı onu ilan etmek ödevindedir. Madde 36- Cumhurbaşkanı her yıl Kasım ayında hükümetin geçen yıldaki çalışmaları ve giren yıl içinde alınması uygun görülen tedbirler hakkında bir söylev verir. Yahut söylevini Başbakana okutur. Madde 37- Cumhurbaşkanı, yabancı devletler yanında Türkiye Cumhuriyetinin siyasi temsilcilerini tayin eder ve yabancı devletlerin siyasi temsilcilerini kabul eder. Madde 38- Cumhurbaşkanı, seçiminden hemen sonra Meclis önünde şöyle andiçer:(*) “Namusum üzerine söz veririm ki: Cumhurbaşkanı olarak, Cumhuriyet kanunlarını, milletin egemenlik esaslarını sayacağım; Ve bunları müdafaa edeceğim; Türk milletinin mutluluğuna bütün bağlılığımla, bütün kuvvetimle çalışacağım; Türk Devletine yönelecek her tehlikeyi en son şiddetle önleyeceğim; Türkiye’nin şanını, şerefini koruyup yükseltmek, üstüme aldığım görevin isterlerini yerine getirmek için olanca varlığımla çalışmaktan asla ayrılmıyacağım.” Madde 39- Cumhurbaşkanının çıkaracağı bütün kararlar Başbakan ile birlikte ilgili Bakan tarafından imzalanır. Madde 40- Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yüce varlığından ayrılmaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur. Harb kuvvetlerinin komutası barışta özel kanuna göre Genel kurmay Başkanlığına ve seferde Bakanlar Kurulunun teklifi üzerine Cumhurbaşkanı tarafından tayin edilecek kimseye verilir. Madde 41- Cumhurbaşkanı, vatan hayınlığı halinde Büyük Millet meclisine karşı sorumludur. Cumhurbaşkanının çıkaracağı bütün kararlardan doğacak sorumlar 39 uncu madde gereğince bu kararı imzalayan Başbakanın ve ilgili bakanındır. Cumhurbaşkanının özlük işlerinden dolayı sorumlanması gerekirse Anayasanın milletvekilliği dokunulmazlığı ile ilgili 17 nci maddesi hükümlerine uyulur. Madde 42- Cumhurbaşkanı, Hükümetin teklifi üzerine, daimi malulluk veya kocama gibi özlük sebeplerden dolayı belli kimselerin cezalarını kaldırabilir veya hafifletebilir. Cumhurbaşkanı, Büyük Millet Meclisi tarafından sanıklanarak hüküm giyen bakanlar hakkında bu yetkiyi kullanamaz. Madde 43- Cumhurbaşkanının ödeneği özel kanunla gösterilir. Madde 44- Başbakan, Cumhurbaşkanınca Meclis üyeleri arasından tayin olunur. Öteki bakanlar Başbakanca meclis üyeleri arasından seçilip tamamı Cumhurbaşkanı tarafından onandıktan sonra Meclise sunulur. Meclis toplanık değilse sunma işi Meclisin toplanmasına bırakılır. *** (*) Maddenin ilk şekli: “ Reisicumhur intihabı akabinde ve Meclis huzurunda şu suretle yemin eder: (Reisicumhur sıfatı ile Cumhuriyetin kanunlarına ve hakimiyeti milliye esaslarına riayet ve bunları müdafaa, Türk Milletinin saadetine sadıkane ve bütün kuvvetimle sarfı mesai, Türk devletine teveccüh edecek her tehlikeyi kemali şiddetle men Türkiye’nin şan ve şerefini vikaye ve ilaya ve deruhde ettiğim vazifenin icabatına hasrınefs etmekten ayrılmıyacağıma “Vallahi”)”. *** Hükûmet, tutacağı yolu ve siyasi görüşünü en geç bir hafta içinde Meclise bildirir ve ondan güven ister. (*) Madde 45- Bakanlar, Başbakanın reisliği altında (Bakanlar Kurulu)’nu meydana getirir. Madde 46- Bakanlar Kurulu, Hükümetin genel politikasından birlikte sorumludur. Bakanların her biri kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altındakilerin eylem ve işlemlerinden ve politikasının genel gidişinden tekbaşına sorumludur. Madde 47- Bakanların görev ve sorumları özel kanunla gösterilir. (**) Madde 48- Bakanlıkların kuruluşu özel kanuna bağlıdır. (***) Madde 49- İzinli veya herhangi bir sebeble özürlü olan bir Bakana, Bakanlar Kurulu üyelerinden bir başkası geçici olarak vekillik eder. Ancak bir Bakan birden fazlasına vekillik edemez. (****) Madde 50- Bakanlardan birinin Yücedivana yollanması hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisince verilen karar, kendisini Bakanlıktan da düşürür. (*****) *** (*) Maddenin ilk şekli: “ Başvekil, Reisicumhur canibinden ve Meclis azası meyanından tayin olunur. Sair vekiller Başvekil tarafından, Meclis azası arasından intihap olunarak heyeti umumiyesi reisicumhurun tasdiki ile Meclise arzolunur. Meclis müctemi değilse arz keyfiyeti meclisin içtimaına talik olunur. Hükümet hattı hareket ve siyasi noktai nazarını azami bir hafta zarfında Meclise bildirir ve itimat talep eder” Maddenin 3115 sayılı kanunla değişiklik şekli: “Başvekil, Reisicumhur canibinden ve Meclis azası meyanından tayin olunur. Sair vekiller Başvekil tarafından Meclis azası arasından intihap olunarak heyeti umumiyesi Reisicumhurun tasdiki ile Meclise arz olunur. Meclis müçtemi değilse arz keyfiyeti Meclisin içtimaına talik olunur. Hükûmet hattı hareket ve siyasi noktai nazarını azami bir hafta zarfında Meclise bildirir ve itimat talep eder. Siyasi müsteşarları Başvekil, Meclis azası arasından geçerek Reisicumhurun tasdikine arz eder. (**) Maddenin ilk şekli: “ Vekillerin vazife ve mesuliyetleri kanunu mahsus ile tayin olunur.” Maddenin 3115 sayılı kanunla değişik şekli: “Vekillerin ve siyasi müsteşarların vazife ve mesuliyetleri mahsus kanunla tayin olunur” (***) Maddenin ilk şekli: “Vekillerin adedi kanunla tayin olunur.” (****) Maddenin ilk şekli: “ Mezun veyahut herhangi bir sebeple mazur olan bir Vekile, İcra Vekilleri Heyeti azasından bir diğeri muvakkaten niyabet eder. Ancak bir Vekil bir Vekaletten fazlasına niyabet edemez. Maddenin 3115 sayılı kanunla muaddel şekli: “Mezun ve herhangi bir sebeple mazur olan bir vekile İcra Vekilleri Heyeti azasından bir diğeri veya siyasi müsteşarlardan biri muvakkaten niyabet eder. Ancak bir vekil veya bir siyasi müsteşar bir vekaletten fazlasına niyabet edemez. Siyasi müsteşarın vekile niyabeti halinde kararnamesi Meclise arz olunur.” (*****) Maddenin ilk şekli: “Türkiye Büyük Millet Meclisince İcra Vekillerinden birinin Divanı Aliye sevkine dair verilen karar Vekaletten sukutunu dahi mutazammındır.” Maddenin 3115 sayılı kanunla değişik şekli: “İcra Vekillerinden veya siyasi müsteşarlardan birinin Divanı Âliye sevkine dair Türkiye Büyük Milet Meclisince verilen karar vekalet veya müsteşarlıktan sukutu dahi mutazammındır.” *** Madde 51- İdare davalarına bakmak ve idare uyuşmazlıklarını çözmek, Hükumetçe hazırlanarak kendine verilecek kanun tasarıları ve imtiyaz sözleşme ve şartlaşmaları üzerine düşünüşünü bildirmek, gerek kendi özel kanunu ve gerek başka kanunlarla gösterilen görevleri yapmak üzere bir Danıştay kurulur. Danıştay başkanları ve üyeleri, daha önce önemli görevlerde bulunmuş, uzmanlıkları, bilgileri ve görgüleriyle belirgin kimseler arasından Büyük Millet Meclisince seçilir. Madde 52- Bakanlar kurulu, kanunların uygulanışlarını göstermek yahut kanunun emrettiği işleri belirtmek üzere içinde yeni hükümler bulunmamak ve Danıştayın incelemesinden geçirilmek şartıyle tüzükler çıkarır. Tüzükler Cumhurbaşkanının imzası ve ilaniyle yürürlüğe girer. Tüzüklerin kanunlara aykırılığı ileri sürüldükte bunun çözüm yeri Türkiye Büyük Millet Meclisidir. ***DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Yargı Erki Madde 53- Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri kanunla gösterilir. Madde 54- Yargıçlar, bütün davaların görülmesinde ve hükmünde bağımsızdırlar ve bu işlerine hiçbir türlü karışılamaz. Ancak kanun hükmüne bağlıdırlar. Mahkemelerin kararlarını Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Bakanlar Kurulu hiçbir türlü değiştiremezler, başkalayamazlar, geciktiremezler ve hükümlerinin yerine getirilmesine engel olamazlar. Madde 55- Yargıçlar, kanunda gösterilen usuller ve haller dışında görevlerinden çıkarılamazlar. Madde 56- Yargıçların nitelikleri, hakları, görevleri, aylık ve ödenekleri, nasıl tayin olunacakları ve görevlerinden nasıl çıkarılacakları özel kanunla gösterilir. Madde 57- Yargıçlar, kanunla gösterilenlerden başka genel veya özel hiçbir görev alamazlar. Madde 58- Mahkemelerde yargılamalar herkese açıktır. Yalnız yargılama usulü kanunları gereğince bir yargılamanın kapalı olmasına mahkeme karar verebilir. Madde 59- Herkes mahkeme önünde haklarını korumak için gerekli gördüğü yasalı araçları kullanmakta serbesttir. Madde 60- Hiçbir mahkeme görev ve yetkisi içindeki davalara bakmazlık edemez. Görev ve yetki dışında olan davalar ancak bir kararla reddolunur. Yücedivan Madde 61- Bakanları, Danıştay ve Yargıtay başkanları ve üyelerini ve Cumhuriyet Başsavcısını görevlerinden doğacak işlerden dolayı yargılamak için Yücedivan kurulur. (*) Madde 62- Yücedivan üyeliği için, on biri Yargıtay, onu Danıştay başkanları ve üyeleri arasından ve kendi Genelkurulları tarafından gerekli görüldükte gizli oyla, yirmi bir kişi seçilir. Bunlar gizli oy ve salt çoğunlukla içlerinden birini Başkan ve birini Başkan vekili seçerler. Madde 63- Yücedivan bir Başkan ve on dört üye ile kurulur ve kararlarını salt çoğunlukla verir. Geri kalan altı kişi gerektiğinde kurulun eksiğini tamamlamak için yedek üye durumundadır. Bu yedek üyeleri, üçü Yargıtay, üçü Danıştay’dan seçilmiş üyeler arasında olmak üzere adçekme ile ayrılır. Başkanlığa ve başkan vekilliğine seçilenler bu adçekmeye girmezler. Madde 64- Yücedivanın savcılık görevi, Başsavcılık tarafından görülür. Madde 65- Yücedivanın kararları kesindir. Madde 66- Yücedivan kanunlara göre yargılar ve hüküm verir. Madde 67- Yücedivan gerekli görüldüğünde Türkiye Büyük Millet Meclisi karariyle kurulur. ***BEŞİNCİ BÖLÜM Türklerin Kamu Hakları Madde 68- Her Türk hür doğar, hür yaşar. Hürriyet, başkasına zarar vermiyecek her şeyi yapabilmektir. Tabii haklardan olan hürriyetin herkes için sınırı, başkalarının hürriyeti sınırıdır. Bu sınırı ancak kanun çizer. Madde 69- Türkler kanun karşısında eşittirler ve ayrıksız kanuna uymak ödevindedirler. Her türlü grup, sınıf, aile ve kişi ayrıcalıkları kaldırılmıştır ve yasaktır. *** (*) Maddenin ilk şekli: “Vazifelerinden münbais hususatta İcra Vekilleriyle Şurayı Devlet ve Mahkemei Temyiz rüesa ve azasını ve Başmüddeiumumiyi muhakeme etmek üzere bir (Divanı Âli) teşkil edilir.” Maddenin 3155 sayılı kanunla değişik şekli: “Vazifelerinden münbais hususatta İcra Vekilleri ve siyasi müsteşarları ve Şurayı Devlet ve Temyiz Mahkemesi rüesası ve azasını ve Cumhuriyet Başmüddeimumisini muhakeme etmek üzere bir (Divanı Ali) teşkil edilir.” *** Madde 70- Kişi dokunulmazlığı, vicdan, düşünme, söz, yayım, yolculuk, bağıt, çalışma, mülkedinme, malını ve hakkını kullanma, toplanma, dernek kurma, ortaklık kurma hakları ve hürriyetleri Türklerin tabii haklarındandır. Madde 71- Cana, mala, ırza, konuta hiçbir türlü dokunulamaz. Madde 72- Kanunda yazılı hal ve şekillerden başka türlü hiçbir kimse yakalanamaz ve tutulmaz. Madde 73- İşkence, eziyet, zoralım ve angarya yasaktır. Madde 74- Kamu faydasına gerekli olduğu usulüne göre anlaşılmadıkça ve özel kanunları gereğince değer pahası peşin verilmedikçe hiç kimsenin malı ve mülkü kamulaştırılamaz. Çiftçiyi toprak sahibi kılmak ve ormanları devletleştirmek için alınacak toprak ve ormanların kamulaştırma karşılığı ve bu karşılıkların ödenişi özel kanunlarla gösterilir. Olağanüstü hallerde kanuna göre yükletilecek para ve mal ve çalışma ödevleri dışında hiçbir kimse başka hiçbir şey yapmaya ve vermeye zorlanamaz. (*) Madde 75- Hiçbir kimse felsefi inanından, din ve mezhebinden dolayı kınanamaz. Güvenliğe ve edep törelerine ve kanunlar hükümlerine aykırı bulunmamak üzere her türlü din törenleri serbesttir. (**) Madde 76- Kanunda yazılı usul ve haller dışında kimsenin konutuna girilemez ve üstü aranamaz. Madde 77- Basın, kanun çerçevesinde serbesttir ve yayımından önce denetlenemez, yoklanamaz. Madde 78- Seferberlik ve sıkıyönetim hallerinin veyahut salgın hastalıklardan dolayı kanun gereğine alınacak tedbirlerin gerektirdiği kısıntıların dışında yolculuk hiçbir kayıt altına alınamaz. Madde 79- Bağıtların, çalışmaların, mülkedinme ve hak ve mal kullanmanın, toplanmaların, derneklerin ve ortaklıkların serbestlik sınırı kanunlarla çizilir. Madde 80- Hükûmetin gözetimi ve denetlemesi altında ve kanun çerçevesinde her türlü öğretim serbesttir. *** (*) Maddenin ilk şekli: “Menafii umumiye için lüzumu usulen tahakkuk etmedikçe ve kanunu mahsus mucibince değer pahası peşin verilmedikçe hiçbir kimsenin malı istimval ve mülkü istimlak olunamaz. Fevkalade ahvalde kanun mucibince tahmil olunacak nakdi, ayni ve sayu amele müteallık mükellefiyetler müstesna olmak üzere hiçbir kimse hiçbir fedakarlığa icbar edilemez.” (**) Maddenin ilk şekli: “Hiçbir kimse mensup olduğu, din, mezhep, tarikat ve felsefi içtihadından dolayı muaheze edilemez. Asayiş, adabı muaşereti umumiye ve kavanine mugayir olmamak üzere her türlü ayinler serbesttir.” *** Madde 81- Postalara verilen kağıtlar, mektuplar ve her türlü emanetler yetkili sorgu yargıcı veya yetkili mahkeme kararı olmadıkça açılamaz ve telgraf ve telefonla haberleşmenin gizliliği bozulamaz. Madde 82- Türkler gerek kendileri, gerek kamu ile ilgili olarak kanunlara ve tüzüklere aykırı gördükleri hallerde yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine tek başlarına veya toplu olarak haber verebilir ve şikayette bulunabilirler. Haber veya şikayeti alan makam kişi ile ilgili başvurmaların sonucunu dilekçiye yazılı olarak bildirmek ödevindedir. Madde 83- Hiç kimse kanunca bağlı olduğu mahkemeden başka bir mahkemeye verilemez ve yollanamaz. Madde 84- Vergi, Devletin genel giderleri için, halkın pay vermesi demektir. Bu esaslara aykırı olarak gerçek veya tüzel kişiler tarafından veya onlar adına resimler, ondalık alınması ve başka yüklemeler yapılması yasaktır. Madde 85- Vergiler ancak kanunla salınır ve alınır. Devletçe, illerin özel idarelerince ve belediyelerce alınagelmekte olan resimler ve yüklemeler, kanunları yapılıncaya kadar alınabilir. Madde 86- Harb halinde veya harbi gerektirecek bir durum baş gösterdikte veya ayaklanma olduğunda yahut vatan ve Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışma olduğunu gösterir kesin belirtiler görüldükte Bakanlar Kurulu, süresi bir ayı aşmamak üzere yurdun bir kesiminde veya her yerinde sıkıyönetim ilan edebilir ve bunu hemen Meclisin onamasına sunar. Meclis sıkıyönetim süresini, gerekirse uzatabilir veya kısaltabilir. Meclis toplanık değilse hemen toplanmaya çağrılır. Sıkıyönetim süresi ancak Meclisin karariyle uzatılabilir. Sıkıyönetim, kişi ve konut dokunulmazlığının, basın, gönderişme, dernek, ortaklık hürriyetlerinin geçici olarak kayıtlanması veya durdurulması demektir. Sıkıyönetim bölgesiyle bu bölgede hangi hükümlerin uygulanacağı ve işlemlerin nasıl yürütüleceği harb halinde de dokunulmazlığın ve diğer hürriyetlerin nasıl kayıtlanabileceği veya durdurulacağı kanunla gösterilir. Madde 87- Kadın, erkek bütün Türkler ilk öğretimden geçmek ödevindedirler. İlk öğretim Devlet okullarında parasızdır. Madde 88- Türkiye’de din ve ırk ayırdedilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese “Türk” denir. Türkiye’de veya Türkiye dışında bir Türk babadan gelen yahut Türkiye’de yerleşmiş bir yabancı babadan Türkiye’de dünyaya gelipte memleket içinde oturan ve erginlik yaşına vardığında resmi olarak Türk vatandaşlığını isteyen yahut Vatandaşlık Kanunu gereğince Türklüğe kabul olunan herkes Türktür. Türklük sıfatının kaybı kanunda yazılı hallerde olur. ***ALTINCI BÖLÜM Türlü Maddeler İller Madde 89- Türkiye, coğrafya durumu ve ekonomi ilişkileri bakımından illere, iller ilçelere, ilçeler bucaklara bölünmüştür ve bucaklar da kasaba ve köylerden meydana gelir. Madde 90- İllerle şehir, kasaba ve köyler tüzelkişilik sahibidirler. Madde 91- İllerin işleri, yetki genişliği ve görev ayrımı esaslarına göre idare olunur. Memurlar Madde 92- Siyasi hakları olan her Türkün, yeterliğine ve hakedişine göre, Devlet memuru olmak hakkıdır. Madde 93- Bütün memurların nitelikleri, hakları, görevleri, aylık ve ödenekleri, göreve alınmaları ve görevden çıkarılmaları, yükselme ve ilerlemeleri özel kanunla gösterilir. Madde 94- Kanuna aykırı işlerde üstün emrine uymuş olmak memuru sorumdan kurtarmaz. Maliye İşleri Madde 95- Bütçe Kanunu tasarısı ve buna bağlı bütçeler ve cetvellerle katma bütçeler Meclise bütçe yılı başından en az üç ay önce sunulur. (*) Madde 96- Devlete malları bütçe dışı harcanamaz. Madde 97- Bütçe Kanununun geçerliği bir yıldır. Madde 98- Kesinhesap kanunu, ilişkin olduğu yıl bütçesinin hesap dönemi içinde elde edilen gelirle gene o yılki ödemelerin gerçekleşmiş tutarını gösterir kanundur. Bunun şekli ve bölümleri Bütçe Kanunu ile tam karşılıklı olacaktır. Madde 99- Her yılın kesin hesap kanunu tasarısı o yılın sonundan başlıyarak en geç ikinci yıl Kasım ayı başına kadar Büyük Millet Meclisine sunulur. Madde 100- Büyük Millet Meclisine bağlı ve Devletin gelirlerini ve giderlerini özel kanuna göre denetlemekle görevli bir Sayıştay kurulur. Madde 101- Sayıştay, genel uygunluk bildirimini ilişkin olduğu kesin hesap kanununun maliyece Büyük Millet Meclisine verilmesi tarihinden başlıyarak en geç altı ay içinde Meclise sunar. Anayasanın Dayanakları Madde 102- Anayasada değişiklik yapılması aşağıdaki şartlara bağlıdır: Değişiklik teklifinin Meclis tam üyesinin en az üçte biri tarafından imzalanması şarttır. Değişiklikler ancak tam sayısının üçte iki oy çokluğu ile kabul edilebilir. Bu kanunun, Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki birinci maddesinde değişiklik ve başkalama yapılması hiçbir türlü teklif dahi edilemez. *** (*) Maddenin ilk şekli: “Muvazenei Umumiye Kanunu müteallik olduğu senei maliyenin duhulünde mevkii icraya konulabilmek için layihası ve merbutu bütçeler ve cetveller nihayet Teşrinisani iptidasında Meclise takdim olunur.” *** Madde 103- Anayasanın hiçbir maddesi hiçbir sebep ve bahane ile savsanamaz ve işlerlikten alakonamaz. Hiçbir kanun Anayasaya aykırı olamaz. Madde 104- 20 Nisan 1340 tarih ve 491 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanunu yerine manâ ve kavramda bir değişiklik yapılmaksızın Türkçeleştirilmiş olan bu kanun konulmuştur. Madde 105- Bu kanun yayım tarihinde yürürlüğe girer. *** NOT Anayasa’da 5 kez değişiklik yapılmıştır: 1. 1222 sayılı ve 10/4/1928 günlü kanun (R.G. 14/4/1928-863; 3. T. Düstur, Cilt 9) 2. 1893 sayılı ve 10/12/1931 günlü kanun (R.G. 15/12/1931-1976; 3. T. Düstur, Cilt 13) 3. 2599 sayılı ve 5/12/1934 günlü kanun (R.G. 11/12/1934-2877; 3. T. Düstur, Cilt 16) 4. 3115 sayılı ve 5/2/1937 günlü kanun (R.G. 13/2/1937-3533; 3. T. Düstur, Cilt 18) 5. 3272 sayılı ve 29/11/1937 günlü kanun (R.G. 1/12/1937-3773; 3. T. Düstur, Cilt 19)
  23. *** ATATÜRK DEVRİMLERİ KRONOLOJİSİ Atatürk Türkiye'yi "Çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak" amacıyla bir dizi devrim yaptı. Bu devrimleri beş başlık altında toplayabiliriz: 1. Siyasal Devrimler: Saltanatın Kaldırılması (1Kasım 1922) Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923) Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924) 2. Toplumsal Devrimler: Kadınlara erkeklerle eşit haklar verilmesi (1926-1934) Şapka ve kıyafet devrimi (25 Kasım 1925) Tekke zâviye ve türbelerin kapatılması (30 Kasım 1925) Soyadı kanunu ( 21 Haziran 1934) Lâkap ve unvanların kaldırılması (26 Kasım 1934) Uluslararası saat, takvim ve uzunluk ölçülerin kabulü(1925-1931) 3. Hukuk Devrimi : Mecellenin kaldırılması (1924-1937) Türk Medeni Kanunu ve diğer kanunların çıkarılarak laik hukuk düzenine geçilmesi (1924-1937) 4. Eğitim ve Kültür Alanındaki Devrimler: Öğretimin birleştirilmesi (3 Mart 1924) Yeni Türk harflerinin kabulü (1 Kasım 1928) Türk Dil ve Tarih Kurumlarının kurulması (1931-1932) Üniversite öğreniminin düzenlenmesi (31 Mayıs 1933) Güzel sanatlarda yenilikler 5. Ekonomi Alanında Devrimler: Aşârın kaldırılması Çiftçinin özendirilmesi Örnek çiftliklerin kurulması Sanayiyi Teşvik Kanunu'nun çıkarılarak sanayi kuruluşlarının kurulması I. ve II. Kalkınma Planları'nın (1933-1937) uygulamaya konulması, yurdun yeni yollarla donatılması ***
  24. *** DEVRİMCİLİK: İnkılâp, bir toplumun önemli kurumlarını kısa bir süre içinde değiştirip kendini yenileştirmesi atılımıdır. Tarihte önemli, büyük inkılâplar görülmüştür. Atatürk yönetimindeki Türk Milleti de tarihteki en önemli İnkılâplardan birini gerçekleştirmiştir. Bir toplumda durup dururken inkılâp yapılmaz, inkılâpların tarihten gelen büyük sebepleri vardır. Türkler bir zamanlar çağın Önemli devletlerinden birini kurmuşlardı. Bu devlet yüzlerce yıl dünyanın sayılı güçlerinden biri olarak kaldı. Ama Batı'da gelişen akıl ve bilim çağına ayak uyduramadığı için geride kalmaya, güçsüzleşmeye başladı. Çok uluslu bir yapıda olduğundan milli bir birlik kuramadı. Devleti kurtarmak isteyenler, hep eski düzen ve belli kalıplar içinde değişiklikler yaptılar. Oysa yapıyı değiştirmek gerekti ve bu kaçınılmazdı. Birinci Dünya Savaşı sonu yenilgi ve parçalanma, Atatürk'e, Türk milletini bir araya getirip mücadele etme ve yapıyı yenileme düşüncesini ve bunu gerçekleştirme azmini vermiştir. Eski yapıyı yeniden kurmak mümkün olmadığı için ardarda büyük inkılâplar yapılmıştır. Atatürk'e göre "inkılâp milletin esenliği için halk adına yapıldı". "Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen modern ve bütün anlamı ve biçimiyle uygar bir toplumsal heyet durumuna getirmektir". Öyleyse inkılâp, modernleşme ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak için yapılacaktır. Gerçekten, gördüğünüz büyük yenilik hareketleri, hep inkılâpçı bir tutum ve davranışla yapılmıştır. Türk Milleti iyiye, doğruya, güzele daha fazla yaklaşmak, bunlara erişmek için inkılâpçılığa bağlı ve tam bir inkılâpçı olarak kalmalıdır. Öyleyse inkılâpçılık nedir? Atatürk'e göre, "gerçek inkılâpçılık onlardır ki, ilerleme ve yenileşme inkılâbına sevk etmek istedikleri insanların, ruh ve vicdanlarındaki gerçek eğilime nüfuz etmesini bilirler". Demek ki, inkılâpçı, ruhlara ve vicdanlara seslenecek, insanları bu yolda yönlendirecektir. Atatürk inkılâbını sürdürebilmek, inkılâpçı ruh ve yapıyı, coşkuyu her zaman duymakla, hedefleri belirleyip bu hedeflere ulaşma yolunda çalışmakla olur. Türk İnkılâbının üstün ve yüce amacını her zaman kavramaya çalışmalıdır. Durmadan ve her zaman yenilik yolunda ileriye doğru gidilecektir, işte Atatürk'ün temel ilkelerinden biri de budur. Türk inkılâbının korunması, geliştirilmesi ve ilerletilmesi şarttır. Atatürk bundan emindi ve şöyle diyordu: "İnkılâbın hedefini kavramış olanlar, daima onu muhafazaya muktedir olacaklardır". Evet, bu özlü sözlerin ışığında, bilinçli inkılâpçılık Türk Milletinin geleceği olmalıdır. *** __________________ *** Atatürk'ün İnkılâpçılık ile İlgili Bazı Sözleri Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görünüşüyle uygar bir toplum haline ulaştırmaktır. (1925) Biz büyük bir inkılap yaptık. Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. (1925) Mustafa Kemal Atatürk *** __________________ ***

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.