Kitap: İhyau Ulumi‘d-din Yazar: Gazali 3.cilt 108 ve 109. sayfalar (Kalbin Süratle Değişmesi) bölümü Bedir yayınları.
Anlattığımız şeytani sıfatlar kalpte galip ise şeytan galebe çalar ve kalp Allahu Teala’nın ve dostlarının askerlerinden uzaklaşarak şeytanın ordularına meyleder ve kaderine uygun olarak Allah’tan uzaklaşmasına sebep olan tarafa azaları akar gider. Şayet meleki hasletler kalpte galip ise kalp şeytanın iğvasına ve peşin zevklere olan teşvikine meyletmez. Onun ahireti küçümsemesine değer vermez. Belki Allahu Teala’nın ordusuna meyleder. Kaza ve kaderine uygun olarak taat ve ibadat azalarında görülür. Hulasa kalp Rahman’ın iki parmağı arasında devreder durur. İki parmak bu iki kuvvettir. Bu iki kuvvetin cazibesi arasında devreder. Kalpte galip olan işte budur. Sağa sola döner, bir kuvvetten diğerine intikal eder durur. Devamlı şekilde meleğin veya şeytanın iradesinde bulunmak çok enderdir. Bu taat ve masiyetler kalbin hazinesi vasıtasıyla gayb aleminden şuhud alemine çıkar. Zira bunlar gayb aleminin gizliliklerinden idi. Bunlar açığa çıktıkları zaman basiret sahiplerinin ezeldeki mukadderatı bilmelerine alamet olurlar. Cennetlik olarak yaratılan kimseye taat sebepleri müyesser (kolaylaştırmak) olur. Cehennemlik olan kimseye de isyan sebepleri müyesser olur ve kötü arkadaşlar ona musallat olur. Şeytan hükümlerini kalbine ilka eder ve çeşitli hile yolları ile ahmak insanları aldatır. Mesela, aldırma Allah kerimdir şu insanlara baksana Allah korkusu nerde? Ne olursa onlar, sen de öyle olursun! Daha ömrün var, ilerde tövbe edersin diye aldatır, ümitlendirir. Onun va’di tamamen uydurma ve yalandır. Tövbeyi va’deder, mağfiret ile ümitlendirir de bu hileleriyle helaklarına sebep olur. Bu gibi hilelerle kalplerini doldurur, kendi sözünü dinletir, hakkı kabulden onları uzaklaştırır. Mamafih bütün bunlar (Kulun iradesi üzerine kurulan) Allahu Teala’nın kaza ve kaderi iledir. Nitekim “Hasılı Allah her kimi hidayetine erdirmek isterse, İslam’a sinesini açar, gönlüne genişlik verir. Her kimi de sapıklıkta bırakmak isterse onun da kalbini daraltır; öyle sıkıştırır ki öfkesinden göğe çıkacakmış gibi (kendinde bir imkansızlık ve) zahmet (görür). Allah iman etmeyeceklerin üstüne işte böyle murdarlık çökertir.” (En’am 125) buyurulmuştur. Yine başka bir ayeti celile’de “Eğer Allah size nusrat verirse o vakit size galip yoktur ve eğer o sizi yardımsız bırakırsa kimin haddinedir ki, ondan sonra size yardım etsin” (Al-i imran 160) buyurulmuştur. Hidayet eden ve sapıklığa düşüren; doğru yolu gösterip, saptıran; hidayet ve sapıklığı yaratan, istediğini yapıp, dilediği gibi hükmeden O’dur. O’nun hükmünü reddedecek, kazasını bozacak kimse yoktur. Cenneti yarattı ve adamlarını hazırladı. Onları taat ve ibadette kullandı. Cehennemi ve onun da adamlarını yarattı. Onları da masiyette kullandı. Cennet ve cehennem halkının nişanlarını insanlara bildirdi ve ”Muhakkak ki müminler cennette ve muhakkak ki kafirler cehennemdedir” (İnfitar 13-14) buyurdu. Sonra bir hadisi kudsi de (isnadı muzdarib olarak) Ahmed ve İbn-i Hibban’ın, Abdurrahman’dan rivayetinde şöyle buyurulmuştur: ”Bunlar cennetdedir fazla laf yok, bunlar cehennemdedir yine fazla laf yok.” O, yaptığından mesul olmayan Allah’tır. Diğerleri yaptıklarından mesuldur. Tevfik ve hidayet Allah’ tandır.
Yine İhya’da geçen birkaç hadis
--- 104. sayfa: Resul-i Ekrem efendimiz hazretleri, kalbin bu degişikliğine ve Allahu Teala’nın kalp üzerindeki acayip sanatına muttali olduğu için kalbin bu hali ile Allah’a yemin ederek Buhari’nin İbn Ömer’den rivayetine göre: ”Hayır, kalpleri çeviren Allah’a yemin ederim ki, o öyle değil” buyururlardı. Yine Tirmizi’nin Enes’den ve diğer bir çoklarının da rivayetine göre Resül-i Ekrem umumiyetle: ”Ey istediği tarafa kalpleri çeviren Allah’ım, benim kalbimi senin dininde sabit kıl” diye dua ederdi.
--- 61. sayfa: ”Müminin kalbi Rahman olan Allahu Teala’nın iki kudret parmakları arasınadır”
--- 119. sayfa: Resül-i Ekrem namaza başladığı zaman şöyle dua ederdi: ”Allah’ım bana güzel ahlak ihsan eyle, zira senden başka kimse güzel ahlak ihsan edemez. Allah’ım beni kötü huylardan koru ve uzaklaştır (Müslim)
--- 116. sayfa: Allahu Teala imanı yarattığı zaman iman: Allah’ım beni takviye et, dedi. Allahu Teala da onu güzel ahlak ve cömertlikle takviye etti. Küfrü yarattığı zaman, o da aynı şekilde takviye istedi ve Allahu Teala onu da kötü huy ile takviye etti.
--- Yorum: Dikkat edilirse 109. sayfadaki “mamafih bütün bunlar (kulun iradesi üzerine kurulan) Allahu Teala’nın kaza ve kaderi iledir.” ifadesindeki parantez içindeki kısım mütercim tarafından eklenmiştir. Zaten İhya da verdiğim örnekler incelendiğinde, Gazali’nin cebr görüşünde olduğu görülecektir. Yalnız parantez içindeki ifadeye dikkat edin, bu ifade yazıya aykırı düşüyor, çünkü yazı cebr itikadı yönündedir. Parantez ise cebr düşüncesini kabul edememekten dolayı konulmuştur. Mütercim (Ahmed Serdaroğlu) yıllar yılı aldığı eğitimle Maturidi düşüncesini benimsemişti. Birden bire karşısında cebr ifadeleri görünce dayanamadı ve parantezi oraya koydu. Bilindiği gibi Gazali, Eş’ari mezhebindendir. Yani şunu anlatmak istiyorum, Gazali dünyada tanınmış biri ve hele İhya’sı önde gelen eserlerden sayılır. Bir tarafta göklere çıkarılan Gazali, bir tarafta yerin yedi yedi kat dibine sokulmaya çalışılan ve hakaretlere maruz kalan cebr anlayışı. Ama Gazali de cebircidir. Bununla beraber mantık icabı, cebr inancını yerden yere vuranlar Gazali’yi de yerden yere vurması gerekirdi. Ama böyle bir şey yapılmıyor? Niçin Gazali’yi böylesine aşağıyan ifadeler göremiyoruz? Yine söylüyorum ki Cebriyye diye bilinen mezhep öncelikle cebirci olduğu için yerden yere vuruluyor, hakaret ediliyor, dalga geçiliyor, sapık, kafir deniyor. Ama sıra Eş’ari mezhebine geldi mi, deniyor ki: ”Şüphesiz ki, bu görüşde bir nevi cebirciliğe kayma var.” Ondan sonra konu kapatılıyor ve Eş’ari mezhebine yönelik fazlaca itiraz yapılmıyor. Genelde kitaplardaki tavır budur. Karşı çıktığınız cebr ise, ikisi de cebirci. Niçin birine Ehli Sünnet mezhebi, hak yol deyip, diğerine kafir, sapık diyorsunuz? Tamam Cebriyye’den olan Cehmiyye’nin değişik kafirlik, sapıklık görüşleri de var; lakin ekseriyetle kitaplarda Cebriyye’yi kafir, sapık olarak niteleyenler ilk planda Cebriyye’nin, cebr görüşünü hedef alarak böyle ifadeler kullanıyorlar.
*** Kitap: İhya 4. cilt (Korkunun Kısımları) bölümü
--- Sayfa 292-293: … Eğer Allahu Teala bizatihi korkulmasa, ona günah yaptırmaması ve günah imkanlarını vermemesi lazım gelirdi. Günah sebeplerini kolaylaştırmak, onu uzaklaştırmak demektir. Halbuki günahtan önce günah işlememişti ki bunu haketmiş olsun. Abide, ibadet yolunu kolaylaştırmakta aynıdır. Çünkü ibadetten önce ibadet etmemişti ki buna hak kazanmış olsun. İsyan edenin - kabul etse de etmese de - ezelde isyanı ile hükmedildi. Hz.Muhammed aleyhisselamı yaratılmadan önce en üstün makama yükselten, Ebu Cehil’i de yaratmadan ve hiç günah işlemeden yerin dibine batıran kimdir? Elbette ki Allah’tır. Bu işleri yapan Allah olduğuna göre her şeyden önce O’nun Celalinden korkmak gerekir. Allah’a itaat eden, Allah Teala’nın onda yarattığı irade ve ona verdiği kuvvetle itaat eder. İsyan eden de Allah Teala’nın onda yarattığı kesin irade kuvveti ve isyan kudreti sebebi ile isyan eder. İrade ve kudretten sonra fiil zaruri hale gelir. Bunları kula havale, daha önce hiçbir sebep olmadan ezeli kazaya raci olduğuna göre, dilediği gibi takdir ve istediği gibi hükmedenden elbette, aklı başında olanlar korkarlar ki bu, zati itibariyle olan korkudur. Bunun ardında açıklanması caiz olmayan kader sırrı yatar. Allahu Teala’nın sıfatlarından korkmayı anlamak ancak bir misal ile mümkün olabilir. Eğer bu hususta Şari’in izni olmasa buna da kimse cüret edemezdi. Haberde varid olduğuna göre Allahu Teala Davud aleyhisselam’a şöyle vahyetmiştir: ”Ey Davud yırtıcı hayvanlardan korktuğun gibi benden de kork.“ Bu misal her ne kadar bu mananın sebebini sana anlatmazsa da bu manadan hasıl olan şeyi anlatır. Çünkü sebebini anlamak kaderin sırrını anlamak demektir. Bu da ancak ehline açıklanır. Bunun özeti şöyledir: Yırtıcı hayvanlardan korkmak onun sana karşı olan geçmiş bir cinayetinden dolayı değil, kendisinde kuvvet, kudret, kibir, heybet ve saldırganlık vasfı ile dilediğini yapabilme imkanlarına sahip olup, yaptığına aldırış etmemesi bakımındandır. Seni parçalarsa zerre kadar keyfine keder gelmez. Şayet salıverirse sana acıyıp sana merhamet ettiği için değil, seni beğenmediği ve senin ölüne ve dirine iltifat etmediği içindir.
Onun nazarında senin gibi bin kişi ile bin karınca öldürmek arasında fark yoktur. Zira yırtıcılıkta bunların önemi yoktur. Allahu Teala’nın böyle üstün misalleri vardır. Bunu böyle dış görünüşü ile bilen, dış görünüşten daha kuvvetli olan batını müşahede ile Allahu Teala’nın ”Bunlar cennete buna aldırış etmem; bunlar da cehenneme buna da aldırış etmem” buyurduğunun doğruluğunu anlar. İşte onun her şeyden müstağni ve hiçbir şeye aldırış etmediğini bilmen, kendisinden korkuyu gerektirdiğini anlamak için sana yeter. Bu korku, zatı için Allah’tan korkmaktır.
*** Kitap: İhya 4.cilt
--- Sayfa 311:…Allahu Teala azap ve sevap sebeplerini yarattığı gibi, hepsinin adamlarını da yarattı. Ezeli kazadan meydana gelen mukadderatları herkesi yaratıldıkları şeye doğru iter. Cenneti yarattı, adamlarını da yarattı. Dileseler de, dilemeseler de oraya doğru giderler. Cehennemi yarattı, onun da adamlarını yarattı. Onlar da dilese de, dilemese de o tarafa doğru giderler. Kendisini kader dalgaları arasında çırpınmakta gören herkes zaruri olarak korkar. İşte bu, ariflerin sırrı kaderden olan korkularıdır.
*** Kitap: İhya 4.cilt (Tevhidin Hakikatı) bölümü
--- Sayfa 469:…Şayet tevhid ile şeriatı birleştirmek nasıl mümkün olur? Tevhidin manası fail ancak Allah’tır, şeriat ise kullara bir takım fiiller isbat etmektedir. Kul fail ise Allah nasıl fail olur. İki fail arasında bir mef’ul -Yani bu işi hem Allah yaptı ve hem de kul yaptı demek - nasıl olur? dersen, derim ki; bu anlaşılmaz, fakat bunun anlaşılmaması fail sözünün bir anlamı olduğu vakittedir. Failin iki anlamı olur da mücmel olan bu isim her iki mana arasında tereddüt ederse tenakuz olmaz. Bu tıpkı celladın boynunu vurduğu bir adam için: ”Hükümdar falancayı öldürdü” denmesi gibidir. ”Hükümdar öldürdü” dendiği gibi, ”Cellad öldürdü” de denir. Her ikisi de doğrudur. Çünkü adamı irade ve emir bakımından hükümdar öldürmüştür. Fi’len öldürmek bakımından da bu işi cellad yapmıştır. Bunun gibi kul bir manada faildir, Allahu Teala başka manada faildir. Allah’ın fail olması onu yaratması, icat ve ihtira etmesi bakımındandır. İlmi, iradeyi halk ettikten sonra kudretin yaratıldığı mahal olmasındandır. Şartın meşruta (şarta bağlı) bağlanması gibi kudret iradeye, hareket de kudrete bağlandı. Kudret de malulun illete bağlanması gibi, Allah’a bağlandı. Kudret ile irtibat bağlantısı olan her şeyde, irtibat ne şekilde olursa olsun kudretin mahalline fail denir. Cellada da, hükümdara da katil dendiği gibi….Zira katlin, her ikisinin kudretiyle de irtibatı vardır. Fakat bu irtibat ayrı ayrı yönlerdendir. Bunun için de her ikisinin fi’ili oluyor ki, makduratın iki kudrete irtibatı da böyledir. İşte bu uygunluktan ötürü Allahu Teala Kur’an’ı Kerim’de işleri bazen meleklere ve bazen de kendi zatına nispet etmiş ve şöyle buyurmuştur: ”De ki size müvekkel olan ölüm meleği canınızı alacak” (Secde 11)
“Allah (ölenin) ölümü zamanında ruhları alır” (Zümer 42) sonra ”Biz ona ruhumuzu göndermiştik de o kendisine hilkati tam bir beşer şeklinde görünmüştü” (Meryem 18),
“Biz ona ruhumuzdan üfürdük” (Tahrim 12) buyurulmuştur. Halbuki üfüren Cebrail idi.
Yine Allahu Teala: ”Biz onu okuduğumuz vakit sen onun kıraatına uy” (Kıyame 18) buyurulmuştur. Bunun tefsirin de ”Bunu sana Cebrail okudu” dediler. Yine Allahu Teala: ”Onlarla muharebe edin ki Allah sizin ellerinizle onları azaplandırsın” buyurmuştur. Burada öldürmeyi onlara, azap etmeyi de kendi zatına izafe etti ki, azap etme ve öldürme ikisi de birdir. Bunu tasrih ederek: ”Attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı” (Enfal 17) ve “Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü” (Enfal 17) buyurulmuştur. Bunun ise nefyu isbatı birleştirmek olduğu meydandadır. Fakat bunun manası ”Sen Allah’ın attığı manada atmış değilsin, ancak kulun atabileceği şekilde attın” demektir ki bunlar ayrı ayrı iki manadır.
*** Kitap: İhya 4.cilt (Duanın Rızaya Münafi Olmadığı) konusu
--- Sayfa 633: Şayet Allahu Teala’nın kazasına rızaya dair pek çok ayet ve haberler varid olmuştur. Masiyetin Allah’ın kazası ile olmadığını söylemek tevhide aykırı düşer ve aynı zamanda muhaldir. Şayet Allah’ın kaza ve kaderi ile olduğunu kabul edersek bunları kerih görmek Allah’ın kazasını kerih görmektir ki bu da muhaldir. Birbirini nakzeden bu delilleri telif nasıl mümkün olur? dersen ,
Bilmiş ol ki bu hususta şüpheye düşenler ilmin esrarına vakıf olmayan zayıf görüşlü kimselerdir. Hatta bazıları bu hususta o kadar şaşırmıştır ki kötülüklere karşı sükutu rızanın makamlarından bir makam olarak kabul etmiş ve buna güzel ahlak adını vermişlerdir ki, bu sırf cehalet mahsuludur. Biz deriz ki, rıza ve kerahatin birbirine zıt olması, bir şeye bir yönden taalluk ettikleri vakittedir. Bir şeyi bir yönden kerih görmek ve bir yönden ona razı olmakta zıddıyet yoktur. Mesela hem senin hem de düşmanının düşmanı olan bir adamın ölümü, düşmanın olması bakımından seni memnun ettiği gibi, düşmanının da düşmanı olması bakımından seni üzer. Yani bir yönü ile memnun olurken bir yönü ile üzülebilirsin. Bunun gibi isyanın da iki yönü vardır. Bir yönü onu Allahu Teala’nın yaratması, irade ve ihtiyarı ile olmasıdır. Bu yönü ile ona razı olursun ki, bu mülkü malikine teslim ve O’nun yaratmasına rıza göstermektir. Bir yönü de kula racidir. Kul onu kazanıyor, onunla vasıflanıyor. Böyle rahmetten uzaklık ve gadabı çekecek sebeplerin ona musallat olması ile Allah katında sevimsiz olması bakımından da münker ve mezmumdur. Bu bakımdan isyana buğzedersin. Daha iyi anlaşılması için bir misal ile açıklayalım: İnsanlar tarafından sevilen birisini ele alalım. Bu adam dostlarına ”Ben, beni gerçek sevenlerle sevmeyenleri, bana buğzetmeyenleri ayırmak isterim. Bunun için de şöyle bir karar aldım: İçlerinden birini hedef alarak ona eziyet edeceğim onu aleyhime konuşacak sözlere sevkedeceğim. O hakikaten bana buğzedip aleyhimde konuşmaya başlayınca, benim düşmanım olacağı gibi, onu seven herkes de benim düşmanım; ona buğzeden herkes ise benim dostum ve sevgilim olacaktır.” dedi ve böyle de yaptı. Hakikaten böyle birini seçti ona eziyet etti. O da kötü söyledi ve düşmanlığın sebebi olan buğz meydana çıktı. Bu adamı sevmekte sadık olan ve sevginin şartlarını bilen herkese düşen vazife, dostunu düşmanını tanımak için senin almış olduğun bu tedbir yerindedir. Biz bunu seviyor buna razı oluyoruz. Senin tedbirin, irade ve işin olması bakımdan bunu uygun buluyor ve kabul ediyoruz. Senin eziyetin karşısında adamın, senin hakkında kötü söylemesini de reddediyoruz. Çünkü onun hakkı bu eziyete sabretmek idi. Fakat senin iraden de onun sabretmeyeceği hakkında tecelli etmiştir. Senin iradene uygun olarak bu hareketin ondan sadır olmasına razıyız. Çünkü eğer iraden tahakkuk etmese senin hakkında bir eksiklik olurdu ve biz bunu çirkin görürdük. Lakin bu şahsın bunu kazanması, bu kötülükle mevsuf olması cemalinin iktizası hilafina sana karşı husumet besleyip cephe alması ve bunların kendisine nisbet edilmesi bakımından, bu yaptıklarını hoş görmüyoruz. Çünkü ona yakışan, senin eziyetine katlanıp sana dil ile hakaret etmemekti. İşte bizim çirkin gördüğümüz senin tedbir ve iradenin icabı değil, onun sabretmeyip karşılık vermesidir. Binaenaleyh onun, senin hakkında kötü söylemesi sebebiyle senin ona buğz etmene biz razıyız ve bunu seviyoruz. Çünkü senin muradın budur. Senin muradına muvafakat etmekle onun bu davranışına kızarız. Çünkü muhabbetin şartı, sevdiğinin sevdiği ile dost, sevdiğinin düşmanı ile düşman olmaktır. Adamın sana olan düşmanlığına gelince: senin iraden ve husumet sebeplerini ortaya koyman bakımından buna razıyız, fakat onun bu davranışı kendi vasfı ve kazancı olması bakımından ona da buğzederiz. Sana kızdığı ve düşman olduğu için, benim kızdığım ve düşmanımdır. Onun sana kızması, kendi fiili ve kesbi olması bakımından benim için çirkin ve fakat senin iraden olması bakımından kabulumdür. Tenakuz, senin muradın olması bakımından razıyım ve yine senin muradın olması bakımından çirkin görürür demektir. Fakat O’nun fiili ve iradesi bakımından mekruh olmayıp makbul olup, başkasının vasfı ve kesbi olması bakımından mekruh olmasında tenakuz yoktur. Bir yönden hoş görülüp, bir yönden hoş görülmeyen şeyler bunun şahididir. Zaten bunun benzerleri sayılamayacak kadar çoktur.
Demek ki dinde noksanlık olan şeylere mutlak surette rıza, bir şey değildir. Ancak Allah’a izafetle ona rıza gösterilir, başka hiçbir suretle ona rıza gösterilmez.
*** Resul-i Ekrem buyurdu ki: ”Kul yetmiş sene cennetliğin ameli gibi amel eder. Hatta herkes onun cennetlik olduğunu söyler. Öyle ki aralarında manen bir karış mesafe kalmaz. Sonra mukadderatı galebe çalar da cehennem ehlinin işini yapar ve cehenneme girer. (Buhari, Müslim)
*** Resul-i Ekrem buyurdu ki: “Sizden hiçbirinizi ameli, ne cehennemden kurtarabilir, ne de cennete koyabilir.” buyurdu. Ashab: ”Seni de koyamaz mı?” deyince, Resul-i Ekrem: ”Evet, beni de koyamaz, ne ola ki Allahu Teala rahmeti ile kusurlarımı bağışlaya” (Buhari,Müslim)
*** Resul-i Ekrem minberde iken sağ elini yumarak: ”İşte bu Allahu Teala’nın kitabıdır. Burada kendi adları ve babalarının adları ile cennelikleri yazdı. Bunlarda artık ve eksik olamaz.” Sonra sol elini yumarak: ”Bu da Allahu Teala’nın cehennemlikleri yazdığı kitabıdır. Onları kendi adları ve babalarının adları ile yazmıştır. Bunlarda da artık ve eksik düşünülemez. Sizden biriniz şakilerin ameli gibi amel işler, ta ki bu da sanki onlardan olur; hatta sankisi yok, o da tamamen onlardandır, denir. Sonra Allahu Teala velev ki, bir devenin birinci defa sağılmasından ikinci defa sağılmasına kadar geçen zaman olsun, yani kısa bir müddet de olsa ölümden önce onları bu kötü durumdan kurtarır. Bunun gibi şakiler de iyilerin ameli gibi amel ederler, ta ki bunlar da onlardan sayılır, hatta bunlar tam bunlardandır denir. Sonra Allahu Teala velev ki bir devenin birinci sağımıyla ikinci sağımı arasındaki zaman kadar olsun, onları ölümden önce bunların arasından çıkarır. Said Allah’ın kazası ile saadete ulaşandır. Şaki de Allah’ın kazası ile şekavete ulaşandır. Amelde itibar hatimeyedir.” (Tirmizi)
*** Resul-i Ekrem buyurdu ki: ”Melek rahme girer nutfeyi eline alır ceset olarak suretlendirir. Sonra ”Ey Rabbim erkek mi, dişi mi, sağlam mı, kusurlu mu?“ diye sorar. Allahu Teala nasıl emrederse öyle suretlendirir. Sonra ona ruh üfler, said veya şaki olduğunu yazar.” (Bezzar)
*** Tedavi ve rukyenin, Allah’ın kaderinden bir şeyi değiştirip değiştiremeyeceği kendisinden soruldukta, Resul-i Ekrem şöyle buyurmuştur: ”Onlar da Allah’ın takdiri iledir” (Tirmizi, İbn Mace)
(Yani bunlar da takdir edilmişlerse yapılabilir, takdir edilmemişlerse yapılamaz. Takdir de bunların şifa vereceği varsa verirler, yoksa vermezler. Mukadderatta değişen bir şey yoktur.)
*** Kudsi hadiste
”Bütün olacakları tedbir ve takdir ettim. Sun’ı bedi’imi tahkim etim. Bunlara rıza gösterene bana ulaşıncaya kadar benden de rıza vardır. Bunlara kızana, bana ulaşıncaya kadar gadap vardır.” (Taberani)
*** (İbn Şahin, Ebu Umame’den rivayet etmiştir. İhya da vardır.)
“Allahu Teala: “Hayrı ve şerri yarattım. Hayır için yarattığım ve hayrı kendi ellerinde icra ettiğim kimseye müjdeler; şer için yarattığım ve kötülükleri kendisine yaptırdığım kimseye de yazıklar olsun. Tekrar tekrar veyl ve yazıklar da, “Niçin ve nasıl” diyene olsun.”
*** Kitap: İhya 4. cilt (Kabir Azabı ve Sorgusu) bölümü
--- Sayfa 896: “Fakat dünya ile ünsiyet etmeyip yalnız Allah’ı seven ve Allah’a ulaşmaya aşık olan kimse, dünya hapisanesinden ve şehvetlerinden kurtulup, bütün engelller ortadan kalkıp sevgilisine yönelmiş olur. Emniyet ve ebediyet gibi bütün nimetler kat kat kendisinde toplanır. İşte gerçek amiller, böyle ibadet ederler. (Allah bizleri de bunlardan etsin)
--- Yorum: Dikkat edilecek husus, parantez içindeki ekleme mütercime aittir. Lakin İhya 3. ciltteki parantezde ise cebri reddedici bir ifade kullanmıştı. Bu yukarda geçti. Ne oldu? Bir yerde öyle, bir yerde böyle söylüyorlar.
*** Kitap: İhya 3.cilt (Riyazetle Gadabı İzale) bölümü
--- Sayfa 382: Tevhid kendisine galebe çalan ve tevhidin sırrına eren kimse her şeyin Allah’ın kudretinde olduğunu ve Allah’dan geldiğini bilir, yaratıkların birer alet olduklarını bilerek onlara kızmaz. Nitekim hükümdarın idam fermanını yazan kaleme kızmadığı gibi. Nafakasını temin eden, koyununu kesene de kızmaz. Zira kesmeyi de, ölmeyi de Allah’dan bilir. Tevhidin galebesi sayesinde hiddet de ortadan kalkar. Bunun gibi her şeyin Allah’dan olduğunu; belki hakkında hayırlı olan aç kalmak ve öldürülmek gibi hoşlanmadığı şeyler olduğunu düşünerek Allahu Teala’ya hüsn-i zan etmek suretiyle de gadap etmeyebilir dersen:
Deriz ki: Bu da mümkündür. Fakat Tevhidin bu mertebeye yükselmesi muvakkattır, geçicidir. Şimşek gibi gelir geçer. Devam etmez ve der’akab gönül vasıtalara teveccüh eder. Bu tabiidir, bundan ayrılmaz. Eğer bu hal devamlı olarak bir fertte bulunması düşünülseydi, Resul-i Ekrem de düşünülebilirdi. Halbuki o da hiddetlenir, mübarek yanakları kızarırdı. Hatta: ”Allah’ım ben de bir insanım, herkesin kızdığı gibi ben de kızarım. (Kızarak) herhangi bir müslümana kötü söyler, tel’in eder veya onu döversem sen bu hareketimi benden ona bir dua, tezkiye ve kıyamet günü sana yaklaştırmaya vesile kıl” buyurmuştur. (Müslim)
*** Kitap: İhya 3.cilt (Dünyanın Zemmi) konusu
--- Sayfa 472: Zatın biri de: ”Ölümün hak olduğunu bilen kimsenin nasıl ferahlandığına, cehennemin hak olduğunu bilen kimsenin nasıl güldüğüne, dünyanın değişmekte olduğunu gören kimsenin buna nasıl bel bağladığına, kaderin hak olduğuna inanan kimsenin nasıl üzüldüğüne şaşarım” demiştir.
*** Bir gün Eşec, Resul-i Ekrem’in ziyaretine gitti. Devesini çökertti. Deveden indi ve devesini bağladı. Sonra sırtındaki iki elbiseyi çıkardı, çantadaki iki elbiseyi giydi. Bütün bunları yaparken Resul-i Ekrem de kendisini seyrediyordu. Bunun üzerine Resul-i Ekrem:
_ Ey Eşec (sende) iki haslet (var ki onlar)ı Alahu Teala sever. Resulü de sever buyurdu.
Eşec:
_ Bu iki huy nedir, Ya Resulullah? Dedi.
Resul-i Ekrem:
_ Hilim ve vakardır, buyurdu.
Bunun üzerine Eşec:
_ Bunlar benim edindiğim veya bunlarla yaratıldığım iki huy mudur? deyince
Resul-i Ekrem:
_ Hayır, onlar Allahu Teala’nın sen de yarattığı iki ahlaktır. (Buhari, Müslim)
*** Kitap: Kitabu’t -Tevhid Yazar: Ebu Mansur Maturidi Çeviren: Hüseyin Suudi Erdoğan
Cüz’i İrade’nin Mahluk Oluşu
--- Sayfa 350: …Belki de Allah onu var etmiştir. Veyahut taşta bulunan ve ondan çıkan ateş gibi olur. Her ikisinden hangisi olursa olsun o, sonradan var olma hadistir. Hadis olan da mahluktur.
--- Sayfa 375: Bununla beraber eğer güzelliğin ve çirkinliğin kendilerini yaratan olmaksızın meydana gelmeleri caiz olsaydı, her şeyin yaratıcı olmaksızın var olması caiz olurdu. Bu hususu ifade etmek, tasdik etmek İslam’dan çıkmak demektir. Kuvvet ancak Allah’tandır.
--- Sayfa 378: Cenab-ı ZülCelal’in her şeye malik olduğu sabit olduğu vakit O’nun her şeyi yarattığını söylemek lazımdır. Çünkü kul yaratmaya malik değildir.
--- Sayfa 386: Bununla beraber bütün müslümanlar hiçbir ihtilafa düşmeden, gerçekten Cenab-ı Allah’ın Halık olduğunu ve kendisinden gayrının mahluk olduğunu kabullenip ispat etmişlerdir.
--- Sayfa 389: Sonra şöyle demek caizdir ki, gerçekten Allahu Teala her şeyin yaratıcısıdır. Allah’ın kendisi yaratıcıdır, kendisinden başkası ise yaratılmıştır.
İman’ın Mahluk Oluşu
--- Sayfa 381: Sonra da kullarına iman nimetinden dolayı, kullarının kendisine şükretmelerini emretti. Allahu Teala’ya hamd etmek, şükretmek, O’nun verdiği nimetlere karşı olur. Bunların yaratıcısı olmadığı halde, kendi fiili olmayan hususlar için kendisine hamdedilmesini, bir kimseye nimetini ulaştırmayınca da ondan şükretmes ini talebetmek caiz olmaz. Kuvvet ancak Allaht’andır.
--- Sayfa 406: Müminlere iman nimeti için kendisine hamdetmelerini emretmiştir. Bu hususların, kendi fiili ile olduğu sabit olur.
--- Sayfa 476: Bunu açıklayan hususlardan biri de mutlak olarak şöyle demenin caiz olmasıdır: Hakikaten iman, Allahu Teala’nın nimetlerinden bir nimettir. Gerçekten mümine Cenab-ı Hak in’am ve ihsan etmiştir. Eğer Allahu Teala’nın kendisine olan fazlı, ihsanı olmasaydı, küfür pisliğinden temizlenemezdi. Ve böylece kendisi büyük bir azaba duçar olurdu.
--- Sayfa 478: Bu hususta asıl olan şudur ki, gerçekten onu ifade etmek, emri isteme yerine veyahut nimetleri izafe etme yerine çıkar. Bunda ise elbette ki o iki husustan biri bulunmaz. Öyle ise Allah’a izafe edilmesi caiz olmaz. O, tıpkı bizim dediğimiz gibidir ki; gerçekten Allah tahkik edildiğinde her ne kadar her şeyin Rabbi ve her şeyin ilahı ve her şeyin yaratıcısı ve her şey de kendisinin ise de; bu hususla, pislikler, çirkin ve kötü olanlar ve ancak onlara istihkak (hak kazanma) kesbetmesiyle zikrolunan şeylerden benzerlerinde söylenmez. Onların bir olan Allah’a izafe edilmesi o husus üzerinden çıkar. Her ne kadar onlar yaratılmış iseler de, Allah’a izafe edilen şeylerden, onların küfrü yaratılmış ise de.
--- Sayfa 571: Bunun üzerine biz: ”Kim ki imanın yaratılmış olduğunu nefyederse, onun sözünün hiçbir manası yoktur” diyoruz.
--- Sayfa 573: Sonra mahlukatın bilinmesinin yolu nakli delil olup, aklın ondan nasibi olmamasından veyahut mahlukatın bilinmesinde yolun akli delil olmasından hali kalmaz. Mahlukatın bilinmesi, aklın dahli olmaksızın nakli delil ile elde edilirse, buna göre mutlak olarak ifade edilmek suretiyle Allahu Teala’nın “İşte bu sıfatlara sahip olan Rabb’in Allah’tır. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Her şeyi yaratan O’dur…” (En’am 102) kavli celili ile imanın mahluk olduğunu söylemek vacip olur. Çünkü iman, Allah’ın gayri olan bir şeydir. Allah’ın onu yarattığını söylemek vacip olur…
Bu hususu Cenab-ı Allah “O Allah’tır ki göklerle yeri ve aralarında olanları altı günde yarattı” kavl-i celili beyan ediyor. Aralarında olanlardan biri olan iman da onun gibidir. Tevfik Allah’tandir.
--- Sayfa 574: Bu hususta Resul-i Ekrem’den bir hadis rivayet edilmiştir, buyuruyor ki: ”Hakikaten Cenab-ı Allah imanı yarattı; O’nu haya ve cömertlikle süsledi.” Nebiyyi Muhteremin “Gerçekten Allah yüz rahmet yaratmıştır” buyurduğu da rivayet edilir. İmana rahmet dendiği bilinir. Binaenaleyh Allahu Teala’nın yaratmış olduğu şeyde kendisine zıt olup reddeden ve kendisine uyan veyahut uymayan bir benzerinin olması vacip olur. Zıttı ve benzeri olanı da mahluktur. Sonra o, kendisine süluk eden bir yol, kendisi ile cezalanan bir din, seçilen bir mezhep ve itikad edilen bir dindir. Bunların hepsi de mahluktur. Sonra yüce olan Allah, onun mislini bazen ağaçla, bazen görmek ve işitmekle, bazen hayat ile bazen temiz ve pak olan yerle ve bazen de nur saçan bir kandille verdi. Bunların hepsi de mahluktur. İman da bunun gibidir. Sonra küfrün örneğini de zikrettiğimiz şeylerin zıtları ile verdi ki, yaratılma ve hadis olmada hepsi bir arada toplu olarak görülürler. iman ve küfrün ikisi de bunun gibidir. Tevfik Allah’tandır.
Sonra iman, sahibi için güzeldir, hayırdır ve hidayettir. Vasfı bu olan her şey mahluktur. Yüce olan Allah şöyle buyuruyor: ”…Fakat Allah size imanı sevdirdi ve onu kalplerinizde güzelleştirdi…” (Hucurat 7); ” …Henüz iman kalplerinize girmemiştir.” (Hucurat 14); ”Ey şanlı Resul kalpleriyle inanmadıkları halde ağızları ile “inandık” diyenlerle (münafıklarla) Yahudiler’den küfür içinde koşanlar seni üzmesin.” (Maide 41) Bu ayetlerin hepsi imanın kalpte olduğuna delalet etmektedir. O, O’nun fiilidir. Mahluk olmayanın kalpte olması mümkün değildir.
İstitaat
--- Sayfa 413: Fiilin kuvveti de onun gibidir. Öyle ise fiille beraber olduğunu söylemek lazım gelir.
--- Sayfa 488: Sonra Kaderiyyeler-ki kendilerine Mutezile ismi verilmiştir-haberi bize isnad ettiler. Halbuki biz o haberden, söz ve inanç bakımından beriyiz. Fakat onların bu husustaki yalanı Kaderiyye’nin ismi hakkında bize isnad ettikleri yalanları gibidir. Sonra Kaderiyye hakkında olduğu gibi, Mutezile’nin cüreti ve aptallığının büyüklüğünü bilmeleri için, biz her iki mezhebin karşısında öne sürdüğümüz o fikir ve görüşlerimizde ne kadar haklı olduğumuzu zikrederiz. Bizim fiilin meydana gelmesi için kudretin, fiilden önce olmasını kabul etmeyip inkar ettiğimiz içindir ki, onlar bize, ”Cebriyye” ismini vermeye kalkıştılar. Ve cebir felsefe ve fikrini kabul ettiğimizi iddia ettiler. Sonra onlar fiili öyle bir kuvvette gerçekleştirdiler ki, o vakitte kudret bulunmaz. Fiilin vasfolunduğu vakitte kudretsiz olarak gerçekleşmesi, cebri ve ihtiyarı anlayan kimse için, onun fiille birlikte gerçekleşmesinden cebr manasına daha yakındır.
--- Yorum: Mutezile, Maturidi’nin; “Kişinin kudreti fiille beraberdir” düşüncesinin cebre gittiğini söylüyor; dedikleri doğrudur. Bununla birlikte Maturidi cebr itikadını reddediyor.
İrade
--- Sayfa 433: Allah’ın hakkında zikrolunan husus ise o, Allah’ın kudreti, dilediğinin olması ve saltanatının cereyan etmesidir. işte Allah’ın böylece rububiyeti tamam olur.
--- Sayfa 459: Dünyada kişi, bazen sevmediği ve razı olmadığı şeyi işler. O’nun dilemediği fiilin gerçekleşmesi mümkün değildir.
--- Sayfa 473: Küfür gerçekten çirkindir. Ve kulun fiilidir. O’nun Allah’ın kazası ve hükmü olması mümkün değildir.
--- Sayfa 452: Sonra müslümanların arasında ”Allah’ın dilediği olur; dilemediği olmaz” deyimi yerleşip, nesilden nesile intikal etmek suretiyle bilinmiştir.
--- Sayfa 453: Yine başkasının hükmü ve mülkü altında bulunan bir şeyin, onun istemediği ve dilemediği halde meydana çıkarılması, o kimsenin zayıf ve mahkum olduğuna delalet eder. Sıfatı bu olan kimsenin de Rab ve ilah olması mümkün değildir. Bunun içindir ki, bu sıfatlarla yani irade etmek, istediğini yapmak, istemediğini yapmamak gibi kemal sıfatlarla Allah’ın vasfolunması lazımdır. Tevfik Allah’tandır.
Yine hakikaten Cenab-ı Hak, olacağını bildiğinin gayri olarak ve olacağını haber verdiğinin gayri olmasını murad etmiş olsaydı sefih ve yalancı olmasını murad etmiş olurdu. İradesi böyle olan kimsenin ilah ve Rab olması asla caiz değildir. Kuvvet ancak Allah’tandır.
--- Sayfa 467: Ebu Mansur diyor ki: Bizimle Kaderiyye mezhebi arasında iki noktada kelam vardır: Biz onlara sual edip deriz ki, Allahu Teala ebedi olarak olacak olan şeyi, olduğu hal üzere bildi mi? Eğer hayır bilmedi derlerse kafir oldular. Çünkü onlar Rab’larını cehaletle vasfettiler. Eğer evet bildi derlerse, kendilerine: “Allahu Teala ilmini bildiği gibi yerine getirmeyi diledi mi yoksa dilemedi mi?“ denir. Eğer hayır dilemez derlerse o zaman Allahu Teala’nın, kendisinin cahil olmasını dilemiş olduğunu söylemeleri gerekir. Kendisinin cahil olmasını dileyen de, hüküm ve hikmet sahibi olmaz. Eğer evet dilemiştir derlerse, bu sefer de Allahu Teala’nın her şeyin, olmasını bildiği fiilleri olmasını dilediğini ikrar etmiş olurlar. Bu husus Ebu Hanife’den rivayet edilen husustan bende yerleşendir. Yoksa ben Ebu Hanife’nin beyan ettiği meseleyi lafzı lafzına zikretmiş değilim. Kuvvet ancak Allah’tandır.
--- Sayfa 570: Gerçekten Kaderiyye fiilleri mahlukat yaratır ve fiillerin yaratılmasında Allah’ın iradesinin ve tedbirinin hiçbir dahli yoktur diyorlar. Cebriyye ise, fiillerin yaratılması işini Allah’a havale edip kulun, fiillerin yaratılmasında asla ve kat’a bir dahli olmadığını öne sürdü. Binaenaleyh Cebriyye her çirkin ve mezmum olanı Allah’a hamletti. Allahu Teala’nın fiilinin vasfı, bunun olmasından Allah yücedir, beri ve münezzehtir. Kaderiyye ise fiillerin yaratılışını, O’nun hakkındaki cehaletleri sebebiyle, mahlukata yükledi. Bu hususta ifade edilmesi gereken orta söz “Kulların kendilerinden meydana gelen şeye göre, fiillerinin olması, olduğu had üzere de Allah’ın fiilleri yaratmış olduğunu” ifade etmektedir. Tevfik Allah’tandır.
--- Yorum: Maturidi cebri kabul etmediğini bildiriyor.
--- Sayfa 465: En’am 148. ayetin izahında “Allah’a ortak koşanlar şöyle diyecekler: “Eğer Allah dileseydi, ne biz müşrik olurduk; ne babalarımız…”
Üçüncüsü: Onların bu hususu müslümanların “Her şey Allah’ın dilemesiyle olur” demelerinden istihza etmeleri için söylemiş olmaları, tıpkı insanın “Ben öldüğüm zaman ileride gerçekten diri olarak (mezardan çıkarılacak mıyım?)” (Meryem 66) dediği gibi ki, bunu müslümanlarla alay etmek için demiştir. Münafıkların ”Şehadet ederiz ki (kalplerimizdeki inancı açığa vururuz ki) doğrusu sen, muhakkak Allah’ın Peygamberisin.” (Hz.Muhammed 1) sözleri gibi. Fakat kendilerinden meydana gelen bu husus istihza olduğu için ta’n olundular.
--- Sayfa 474: Allah küfrü takdir etmiş ve sonradan vukubulması için hükmetmiş midir?
--- Sayfa 457: Sonra der ki, Cenab-ı Hak sövülmeyi murad eder mi? Bu soruyu sormakta hata etmiştir. Bilakis bu sualin doğru olanı şöyledir: “Allahu Teala kendisine dil uzatan kimseden, kötü ve öfkelenmiş olan sövme fiilinin olmasını diler mi?” Sonra bu sözüne karşı “Maazallah” der. Zira Cenab-ı Hak, ondan bu fiili nehyetmiş ve bu fiile karşı gazap etmiştir. Hüküm ve hikmet sahibi olan bunu asla yapmaz.
--- Yorum: Günümüzde kelam kitaplarında Maturidi mezhebine göre; imanın ve cüz’i iradenin mahluk olmadığı anlatılıyor. Oysa bunların mezhep imamı diye gördükleri şahıs, imanın mahluk olduğunu ifade ediyor. Allah’tan başka her şeyin mahluk olduğunu söylemesiyle ve cüz’i iradenin ise yaratılmadığı hususunu bildirmemesi dolayısıyla çıkan çekişkiler ortadadır.
Sorulabilir ki: “Peki Ebu Mansur Maturidi böyle dedi de, niçin günümüzde onun dediğinin tersi şekilde bunlar anlatılıyor?”
Cevap: Çünkü iman mahluk kabul edildiğinde direk cebr düşüncesi ortaya çıkar. Ebu Mansur Maturidi iman mahluk dedi ama, hala cebre muhalif kaldı. Yani dediği lafın nereye gittiğini anlamadı. Sonradan gelenler, özgürlüğü savunanlar, baktılar ki iman mahluk kabul edilince iş cebre varıyor. Bundan dolayı, imanın Allah’ın yaratmasıyla (mahluk) olduğunu kabul etmediler. İnsan fiillerini Allah’ın yarattığını Maturidi bildiriyor; ama “Cüz’i irade yaratılmamıştır” şeklinde bir ifadesi yok. Bu sefer sonradan gelenler düşündüler, taşındılar baktılar ki insanın fiillerini Allah yaratınca iş yine cebr olacak; bu sefer bu işi (Kulların fiillerini Allah’ın yaratmasını) inkar etmediler. Ama kendilerince başka bir formül buldular. Bu da ”Cüz’i iradenin mahluk olmadığı ve kişi hür iradesiyle arzu eder, seçer; bunun üzerine Allah da fiili yaratır” şeklinde bir görüştür. Ve bu izahı çok kullandılar. Hatta “Hayır ve şer Allah’tandır” ifadesini buna göre şöyle yorumladılar: “Evet, hayırda, şer de Allah’tandır; ama mesela kul içki içmeyi hür iradesiyle ister, Allah da bu hareketi yaratır. Yani, yaratma yönünden hayır ve şer Allah’tandır. Dolayısıyla kul özgürdür, cebr yoktur” dediler. Yani günümüz Maturidi kitaplarında geçen “Biz fiili hür irademizle yapmak isteriz, peşine Allah fiili yaratır” şeklinde bir izah Maturidi’nin kitabında yoktur. Bunlar sonradan bu mezhebe eklenmiş, açıklamalardır. Keza cüz’i iradenin yaratılmadığı iddiası da sonradan çıkmıştır. Yani şunu söylemek istiyorum ki; Ebu Mansur Maturidi, özgürlüğü savunanların ve her şeye rağmen savunmak isteyenlerin dayandığı simge durumuna geldi. Öyle ki, özgürlüğü savunmak için, bir şey söylemeleri lazım gelince; söylediler, yazdılar ve “Bu Maturidi mezhebidir” dediler. Ve Maturidi ismi yüzyıllardan beridir Ehli Sünnet’ten olduğu yazılageldiği için, genelde pek tepki almadan fikirlerini yayabildiler. Görüldüğü gibi kitabı çelişkilerle doludur. “Her şey Allah’ın iradesiyle olur” diyor, sonra da bu görüşle uyuşmayan, zıt şeyler söylüyor.
Maturidi görüşünün bu denli yayılmasındaki etkenlerden biri de, insanların ekserisinin özgürlük inancına çok meyilli oluşlarıdır. Ve şunu açıkça söyleyelim ki, Maturidi mezhebindeki kişilerin ekserisi bu savundukları fikirlerle hakikaten, samimi olarak kadere inandıklarını düşünmektedirler. Ve evvelden yaşayan şöhretli kişilerin arkasından genelde giderler ve onlara çok bağlıdırlar. Onları eleştirmek akıllarına pek gelmez. Zaten eleştirenleri de içlerinde barındırmazlar. Yani kendilerinden evvel yaşamış ve alim diye anılan kimselere karşı genelde ”onlar pek yanılmaz” düşüncesi vardır. Hele bir de, kendi zamanlarında yaşayıpta, evvelkilerin hata yaptıklarını söyleyip; bu hususta delil de getiren kimseleri; ekseri insanlar adeta şeytan gibi, düşman gibi görürler.