Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

sardunyam

Φ Süper Üye
  • Katılım

  • Son Ziyaret

sardunyam tarafından postalanan herşey

  1. fıstıklarım güzel yüreklilerim özür dilerim ya gelemedim bir süredir... diloş, leylam, zeynep, deniz kızı teşekkür ederim...
  2. Engin Ardıç kim miş? Tuncay Özkan'dan daha önemli birimiymiş? Hangi ülke meselesinde oturup gömüldüğü ve tıkır tıkır parasını aldığı gazeteden çıkıp halka kucaklaşmış biri mi? Kim? Hangi özel durumla Tuncay Özkan'ı eleştirebiliyor! ********* Tuncay Özkan'ın yanında olmak, onun gözündeki duruluğu ve temizliği görmek benim adıma şeref. Hayatımda gördüğüm en özel insanlardan biri Tuncay Özkan... Bu ülkede birilerinin ona çamur atmasının nedenini iyi biliyoruz biz. İyiki Tuncay Özkan ve onun gibiler var, onun insan üstü yüceliğini yakından gören ve 3 yıldan bu yana şehir şehir onunla gezen elele, omuz omuza müdacele veren biri olarak onunla gurur duyuyorum. Engin Ardıç gibi ardıç kuşları anlamaz bu işlerden... Bize adam gibi adamların hatta gerçek adamların yürekli sözleri gerek... Tuncay Özkan'ın sıradanlığı insanlığından çünkü o kadar bizden ve özden... Allah onu korusun... Yarın yine dostumuzla aynı masada yemek yiyeceğiz Engin Ardıç paracıklarını saysın...
  3. sardunyam şurada bir blog başlığı gönderdi: sardunyam's Blog
    Türkiye: Sonun başlangıcı 18 Mayıs 1919 tarihli The New York Times gazetesi, “Türkiye: Sonun Başlangıcı” başlığı altında “Türkler’e Anadolu’da küçük bir bölge bırakılabileceğini” yazıyordu. İzmir’in işgali, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) tarih boyunca Türkler’e hangi gözle baktığının da bir göstergesi ve dahası “tarihi bir belgesi” oldu.18 Mayıs 1919 tarihli The New York Times gazetesi, “Türkiye: Sonun Başlangıcı” başlığı altında “Türkler’e Anadolu’da küçük bir bölge bırakılabileceğini” yazıyordu: “İzmir’in işgali; Asya ve Avrupa Türkiyesi’nin her tarafında manda yönetimlerinin kurulması ve Türkiye Devleti’nin bağımsız bir imparatorluk olarak varlığının ortadan kaldırılması yolunda atılan ilk adımdır. Halen İstanbul’da bulunan Türk Sultanı’na Bursa ve civarında küçük bir bölgenin bırakılacağı tahmin edilmektedir.” (...) Aynı kaynaktan verilen bir diğer habere göre, Avrupa Türkiyesi iki bölüme ayrılarak bir bölümü Yunanistan’a verilecek, diğer bölüm ise uluslararası bir devlet haline getirilecektir. İstanbul ve çevresini kapsamına alacak olan bu ikinci bölümün Amerika Birleşik Devletleri mandası altında yönetilmesi öngörülmektedir. Oysa, Gandhi’nin ifadesiyle, “Öldü sanılan Türkler, cenaze törenleri için hazırlanan tabutlarını, katillerinin başlarına geçirecek” idi.. Westermann’ın itirafı Bu mektubu yayınlayan The New York Times, 4 yıl sonra (Aralık 1922’de) yazar W.L.Westermann imzasıyla bir itirafta bulunacaktı: “Batı’ya karşı duyulan tepkiyi yaratmakta bizim de payımız olduğu bir gerçektir. Siyasi ve ekonomik yayılma (sömürgeleşme) yöntemlerimizin zaman zaman korkunç ve pervasız niteliklere bürünmesi, Batı’nın kötü bir görüntü yaratmasına yardım etmiştir. Batı sömürücülüğünün kötü etkileri yüzünden misyonerlerimizin suçlanmış olması üzücü bir olaydır. Biz misyonerlerimizin, kendi iradeleri dışında meydana gelen bu itibar kaybını, kısa zamanda gidererek yararlı faaliyetlerine yeniden başlamak fırsatına kavuşacaklarına inanıyoruz.” İtalyan ressam Pisani katliama tanık olmuştu 1899’da doğan Vittorio Pisani, 1906 yılında geldiği İzmir’de 13 yıl kaldı. İzmir’in işgali sırasında Yunan ordularının halka yaptığı mezalimi gördü. Annesi Yunan asıllı olmasına rağmen evleri talan edildi. Pisani, Mısırlı Prenses Kadriye Hüseyin’in ricası üzerine yaşadıklarını tablolara döktü. 15 Mayıs 1919 günü Patris vapurundan inen Yunan askerlerinin gerçekleştiridği faciayı anlattığı tablosunda olayın gerçekleştiği yer olan Kordon’a, 88 yıl sonra eserleriyle dönen Vittorio Pisani, İzmir’imizin kurtuluşunun 85’inci yıl coşkusuna da iştirak etmişti. ***** Direniş öncesi muhteşem miting Sultanahmet’te toplanan ve ellerinde “Yaşamak istiyoruz. Müslümanlar ölmez, öldürülemez” yazılı pankartlar taşıyan Türk kadınları ve Türk kızları, İzmir işgalini protesto etmişti. (Kaynak: Atilla Oral / Jotun-Kuva-yı Milliye) Maşatlık’ta (Musevi Mezarlığında) dün toplanan binlerce vatandaş, işgali protesto etti. “Yunanistan yerine Amerika, İngiltere, İtalya bizi işgal etsin” istekleri ortaya çıkınca gençler, “silahlı direniş” hazırlığına girdi. Gece geç vakitte toplanan mitingdeki konuşmacılar, Yunan işgaline karşı “silâhlı mukavemetten” başka çare kalmadığını dile getirdiler. Ancak, çaresizlik öyle bir boyuttaydı ki, “Bizi Yunan işgal etmesin de, diğerleri işgal etsin” diye bir heyet de, limana giderek İtilaf Devletleri temsilcileri ile görüşmek zorunda kaldı. Limandaki savaş gemileri ise, zaten mitingin yapıldığı Musevi Mezarlığı’nı ışıldaklarla tarayarak, ne olup bittiğini görmeye çalışıyordu. Yerli Rumlar da, mitinge sızmışlar, oradaki konuşmaları Yunan Konsolosluğu’na ihbar ediyordu. Reddi İlhak Heyeti Milliyesi, işgale saatler kala (14 Mayıs 1919 gecesi) bütün illere (vilâyetlere), sancak, kaza ve nahiye belediye başkanlıklarına acil telgraflar çekti. “İmdat” çığlıklarının karıştığı bu yardım telgraflarında, protestolar düzenlenmesi ve “vatan ordusuna katılım” çağrısı da yapılıyordu: “İzmir ve çevresi Yunan’a ilhak edilip, egemenliği altına giriyor, işgal başladı. İzmir ve ona bağlı yerler tümüyle ayakta ve heyecanda. İzmir son ve tarihi günlerini yaşıyor. Son imdadımız sizin göstereceğiniz yardıma bağlıdır. Mitingler, telgraflarla her yere başvurunuz ve vatan ordusuna katılmaya hazırlanınız. Olgunluk ve sakinliği son derece koruyarak, kimsenin incinmemesine özen ve dikkat ediniz.” ***** ATATÜRK’ten anlamlı mesaj Ülke adım adım işgal ediliyor, Mondros Mütarekesi’ni bahane eden ülkenin valisi ve kolordu komutanı, “silahlı direniş” başlatmak isteyen gençleri, askeri mahkemeye vermekle tehdit ediyor; ordunun garnizondan dışarı çıkmamasını emrediyorlardı!.. Bu günleri yaşayan, hüznünü içinde hisseden Mustafa Kemal, gerekli dersi çıkarmıştı. 14 yıl sonra, 5 Şubat 1933’deki Bursa Nutku’nda, gençlere bugün için de çok anlamlı mesajını verecekti. Bursa Nutku Türk genci, devrimlerin ve Cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Rejimi ve devrimleri benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu, “Bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır. Polis gelecektir; asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve Cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; “Demek adliyeyi de düzeltmek, rejime göre düzenlemek gerek!..” Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla itirazlarını yapmakla beraber; bana, başbakana ve Meclis’e telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını, kayırılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Müdahale ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.” İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!.. ***
  4. Tarih Başa Sarıyor 21. yüzyılın başında genel durum Dün’ü “okuyoruz..” Bugün’ü “yaşıyoruz!..” Dün; Hükümet âciz, ********** ve korkaktı!.. Devlet içten ve dıştan çökertilmeye çalışılıyordu.. Yabancı memurlar ve ajanlar yurdun her yanında faaliyette idi!.. Bir “lider” aranıyordu!.. “Demiryolları bizim değildi! Kömür, şehir ışıkları ve suları, rıhtımlar, limanlar bizim değildi! ’Bu memleketin size ait olduğunu söylüyorsunuz. Neniz var bu topraklarda?’deseler, öz canımızı ve camilerimizi gösterebilirdik! Değil bankamız, bankalarda çalışan Türk memuru yoktu! İtalyan, Balkan, 1. Dünya Harbi ve Kurtuluş Savaşı sırasında iç ve dış tahriklerle irili ufaklı 60 kadar isyan olmuştu! Padişah, halife, vezirler ve paşalar millete ihanet etmişlerdi! Nice edebiyatçılar, şairler halka sövmüşlerdi!..” “Ülkenin genel durumu ve görünüşü” şöyleydi. Mustafa Kemal anlatıyor: “1919 yılı Mayıs’ının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir: Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu grup, 1.Dünya Savaşı’nda yenilmiş, Osmanlı Ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Savaş’ın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. (...) Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin, soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükûmet, âciz, ********** ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı. Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta... İtilâf Devletleri, ateşkes anlaşmasının hükümlerine uymayı gerekli bulmuyorlar. Birer bahane ile İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana ili Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap (Gaziantep) İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da İtalyan askeri birlikleri, Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurlar ile özel ajanlar faaliyette. Nihayet, konuşmamıza başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919’da, İtilâf Devletleri’nin uygun bulması ile Yunan ordusu da İzmir’e çıkartılıyor. Bundan başka, memleketin her tarafında Hıristiyan azınlıklar gizli veya açıktan açığa kendi özel emel ve maksatlarını gerçekleştirmeye, devleti bir an önce çökertmeye çalışıyorlar. Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgelerle iyice anlaşılmıştır ki, İstanbul Rum Patrikhanesi’nde kurulan Mavri Mira Hey’eti’ illerde çeteler kurmak ve idare etmek, gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla meşgul. (...)” Şimdi tarihi başa sarıyor ve hikâyemizi baştan alıyoruz . . İşgal başlıyor, halk sessizce seyrediyor Güzel yurdumuzun incilerinden İzmir, 15 Mayıs 1919 tarihinde işgal ediliyor. Yıllarca bu ülkenin ekmeğini yiyen, para kazanan şehirdeki Rumlar ise, şenlikler yapıyor ve karaya çıkan Yunan silâhendazlarını büyük gösterilerle karşılıyor Ünlü İtalyan ressam Vittorio Pisani’nin İzmir’i işgal eden Yunan askerlerinin Kordon’da Türklere yaptıkları mezalimi anlatan tablosu. 15 Mayıs 1919 Perşembe.. Atatürk’ün Samsun’a çıkmasından dört gün önce, güzel yurdumuzun incilerinden İzmir işgal ediliyor. Halk sessiz ve üzgün seyrediyor. Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa’nın “mukavemet edilmemesi” emri yüzünden Türk kuvvetleri kışlalarına çekildiler. İngiliz, Fransız, Yunan bahriye silâhendazları (deniz piyadeleri) öğleden sonra, mevkii müstahkemleri (savunma tesislerini), kaleleri işgal ettiler. Günlerden beri İzmir limanında toplanmakta olan yabancı harp gemilerinden öğleden sonra bahriye silâhendazları (deniz piyadeleri) indiler ve kentin çeşitli noktalarını işgal ettiler. İngiliz birlikleri, Karaburun ve Uzunada tarafını, Fransız kuvvetleri Urla ve Foçalar’ı, Yunan müfrezeleri de Yenikale’yi kontrolleri altına aldı. Teslimiyetçi Şakir Paşa Halk sokaklara, kordon boyuna yayılarak sessizlik içinde bu işgali seyretti. Yıllarca bu ülkenin ekmeğini yiyen, para kazanan şehirdeki Rumlar ise, şenlikler yaptılar ve karaya çıkan Yunan silâhendazlarını büyük gösterilerle karşıladılar. Harbiye Nazırı Şakir Paşa, günümüzdeki “teslimiyetçiler” gibi, “Bu gibi şayialara (söylentilere) ehemmiyet vermeyin” açıklamasını yapıyor!. Sabah saatlerinde, 17.Kolordu Kumandanı Ali Nadir Paşa, Harbiye Nezareti’ne (Savunma Bakanlığı’na) telgraf çekti. Komutanın telgrafından anlaşıldığına göre, resmi işgal, İstanbul Hükümeti tarafından komutana bildirilmedi. Yunan İşgal Komutanı ise, son dakikada tebligatta bulundu. Buna rağmen, Hükümetten bilgi verilmediği için, komutan kararsız. İşgalcilerle “işbirliği” içindeki İstanbul Hükümeti, kendi ordusunun komutanını aldatıyor. Komutan da, basiretsiz ve aldanma eğiliminde. Harbiye Nezareti suskun Ali Nadir Paşa, telgrafında, “halktan duyduklarına dayanarak”, şöyle diyor: “Halk arasındaki şayialara (söylentilere) göre, İzmir’in Yunan kıtaları tarafından işgal edileceği, yahut Yunanistan’dan daha evvel İzmir’e getirilmiş bulunan Yunan Kızılhaç ekiplerinin, el altından yerli Rumlar’dan teşkil edip silahlandırdığı kuvvetler tarafından, içeriden işgal altına alınacağı ihtimali vardır.” Komutan, işgal karşısında nasıl hareket edeceğini Bakanlığa sorarak, çok acele emir bekliyor. Fakat, Harbiye Nezareti İzmir’i savunacak olan komutana hiçbir cevap vermiyor! O sırada, Midilli limanında bekleyen Averof Zırhlısı’nda, Yunan 1. İşgal Tümeni Komutanı Albay Zafiryo, son önlemlerini yazılı emre döküyordu: “Türk mukavemetine (direnişine) imkan bırakmamak için İzmir’in etrafı süratle abluka (kuşatma) altına alınacaktır. Yabancı unsurların kent içinde kargaşalık çıkarmalarına imkan bırakılmayacaktır. Kent içinde meydana gelecek direnişleri kırmak için, Türk ve Rum mahalleleri birbirlerinden tecrit edilecektir.” Şayialara önem vermeyin İşgalin planı, sabah saatlerinde Amiral Kaltorp’un başkanlığında yapılan bir toplantıda kararlaştırılmış ve saat 09.00’da, Kolordu Kumandanı Ali Nadir Paşa ile Vali Kambur İzzet’e bir nota ile işgal tebliğ edilmişti. Kolordu kumandanı, işgal notasını alır almaz, bu kez, telgraf makinesinin başına geçti, Bâbıâlî ve Harbiye Nazırı Şakir Paşa ile konuşmaya çalıştı. Harbiye Nazırı Şakir Paşa, mors alfabesinin başında cevap veriyor: “İşgal vukuuna dair Bâbıâli’ye verilmiş bir malumat (bilgi) yoktur. Amiralin bu teklifi (işgale, ” teklif “ diyor!), Mütareke şartları hükümleri icabından olmakla, muvafakat edilmesi (uyulması) lüzumu tabiidir.” “Efendim, bunun bir Yunan işgaline yol açacağı ısrarlı şayiaları vardır.” “Bu gibi şâyialara (söylentilere) ehemmiyet vermeyiniz!” Esef verici olay yaşanmasın! Gece yarısına yaklaşırken, İngiliz Akdeniz Filosu Komutanı Amiral Kaltorp (Calthorpe) ikinci notasını (müzik notası değil, işgal notası!) veriyor ve “esef verici olaylara meydan verilmemesini” (!) istiyor: “Mondros Mütarekenamesinin 7. maddesi gereğince, İtilaf Devletleri namına, İzmir Yunan askeri birlikleri tarafından işgal olunacaktır. Bu karar Bâbıâli’ye de bildirilmiştir. Çıkarma kuvvetleri yarın (15 Mayıs 1919) saat 08.00’de İzmir’e ulaşacaklardır. Yunan deniz silahlı müfrezeleri, saat 07.00’den itibaren iskeleleri işgal edecektir. Esef verici olaylara meydan vermemek üzere, Osmanlı kıtaları, bulundukları mahallerde kalmalıdır. Bir İngiliz deniz piyade müfrezesi tarafından işgal edilecek olan Telgrafhanede, sansür edilmek kaydıyla, resmi muhaberata müsaade edilecektir. Yunan askeri makamlarının emirlerini bekleyin.” İzmir’in karşısındaki Midilli adasındaki 1.Yunan Tümeni, sabaha karşı İzmir’e hareket ediyor. İşgal başlıyor!.. İzmir’deki Türk Komutan Ali Nadir Paşa ise, emrindeki birliklere şu talimatı veriyor!: “İzmir müstahkem mevkii tahkimat bölgesi, bugün öğleden sonra İtilâf Devletleri kıtaları tarafından işgal edilecektir. Toplar ve diğer her türlü harp malzemesi bu kıtalara teslim edilecektir. Bu bölgelerdeki komutanlar, subaylar ve erler, esef verici olayların olmaması için (!) garnizonlarından çıkmayacaklar ve bu bölge dışında ve gerilerinde toplanacaklar, kolorduca verilecek emre göre hareket eyleyeceklerdir. Bu işgal esnasında katiyen karşı konmayacak, işgale gelecek İtilâf müfrezelerine gereken kolaylıklar gösterilecektir.” Bu emri veren komutan, daha sonra, Yunanlı bir işgal teğmeninden tokat yiyeceğini bilmiyordu!.. Kolordu emri nedeniyle, Türk birlikleri işgalden hemen önce sessizce çekiliyor ve düzenli hiçbir çatışma olmuyor. Ordu “tek kurşun atmadan” İzmir işgalcilere teslim ediliyor!.. Bugün bile pek çok insan, İzmir’i yalnızca Yunanlılar’ın işgal ettiğinin propagandasını yapıyor. Oysa, İzmir’e çıkanların başında İngiliz, Fransız ve İtalyanlar geliyor. Bu ülkeler, Yunanlılar’ı ileri sürerek, onlara “işgal taşeronluğu” yaptırıyor. Kendileri, tıpkı Irak işgalinde olduğu gibi, geriden idare etmeyi tercih ediyor. Görüyoruz ki, neredeyse 100 yıl önceki taktik de aynı. Bugün yaptıkları hiç de sürpriz değil.
  5. sardunyam şurada bir blog başlığı gönderdi: sardunyam's Blog
    Örtünme konusunda yalandan Müslüman olan yönetenlerimiz İslamın haram saydığı faize gelince dünya rekoru kırıyorlar. Geçen yıl 1000 dolarla Türkiye'ye gelen bir yabancı yatırımcı, 720 dolar faiz almış. Her şeyi çarpıtmakta usta oldukları için bu durumu da tersine çevirmekte zorluk çekmediler. Neymiş efendim, "Yabancı sermaye Türkiye'yi tercih ediyormuş". Neden tercih ettiği meydanda. Peki ama gelen yabancı sermaye devr-i iktidarınızda bir kuruşluk yatırım mı yaptı; ya da bir kişilik istihdam mı yarattı? Yabancı sermayenin son marifetini birlikte değerlendirelim: Koç holding, Migros'un % 50,8 ini, Yunan-İngiliz ortaklığına sattı. İlginçtir; parayı da Vakıfbank, İş ve Garanti bankaları sağladı. Bunun Türkçesi şu: Ege'de Çuprayı, Kırkağaç'ta kavunu, Edirne'de beyaz peyniri... biz üreteceğiz, İstanbul'a biz taşıyacağız, tezgaha koyup tüketiciye biz satacağız, soframıza koyup bir bardak rakımıza biz arkadaş edeceğiz; ve lakin parayı Yunanlı ile İngiliz paylaşacak. (Yeni Rakı içiyorsanız onun parası da Teksaslıya) Peki ama biz, hepimiz kafayı mı yedik? Bilmem ki aranızda bir zamanlar ilkokuldaki okuma kitaplarımızda yer alan şu öyküyü anımsayan var mı: 100 koyununu yaylaya gönderen ağa, yayla dönüşü ses seda çıkmayınca çobanı çağırıp hesap sorar. Bir bakraç yoğurtla gelen çoban, hesabını manzum olarak vermeyi yeğler: "Yağmur yağdı, gök çatladı, Yetmişikisinin ödü patladı, Önden gitti baş toklu, Arkasından beş toklu, Onunu verdim kasaba Onunu katma hesaba Kurt kaptı birisini Birinin de getirdim derisini. " Yoğurt bakracını kaptığı gibi çobanın kafasına geçiren ağa, taşı gediğine koyar: "Böyle güzel hesap verenin yüzü de böyle ak olur" Şimdi dilerseniz bu manzum hesabı biraz değiştirelim: Yağmur yağdı gök çatladı, El Maktum garaja atladı Kefereye gitti çok banka Yeni Rakıyı kaptı Amerika DÖKTAŞ gitti Fransıza, PETKİM'i kaptırdık kansıza TELEKOM'u verdik Araba, TELSİM'de olduk maraba İzmir Limanı Çinlinin TÜRKSEL'in yarısı Finlinin Başak Sigorta Fransızın İzocam gitti ansızın Araç muayene Almanın Esprisi kalmadı çalmanın Çek'e şavulladık ilacı Vatanımızda olduk kiracı Kuşadası oldu Ofer'in Bekliyoruz halkımızdan aferin Bakalım ki şimdi halkımız "aferin" deyip bakracı AKP'nin kafasına geçirecek mi, yoksa araya engeller mi girecek? Kaya Çetin
  6. sardunyam şurada bir blog başlığı gönderdi: sardunyam's Blog
    Sondan Bir Önceki Eyalet Kosova Bülent Esinoğlu Yugoslavya’yı beş parçaya bölen Batı emperyalizmi bölmeye devam ediyor. Aslında Amerika için bölünmüş Yugoslavya’nın en önemli parçası Kosova’dır. Çünkü, Rusya’yı, Avrupa’yı ve Kuzey Afrika’yı kontrol edecek Amerikan üssü buradadır. Bağımsızlığını ilan eden Kosova aslında bir Amerikan eyaletidir. Burada Türkler ve Müslümanlar çok zor şarlar altında yaşamaktadır. Amerikanlaşma ve Arnavutlaşma operasyonuna tabi tutulmuşlardır. Amerika Kosova’nın bağımsızlığını tanıyacaktır. Zaten tezgahı kendisi kurmuştur. Amerika’nın arkasından Ankara Kosova’nın bağımsızlığını tanıyacaktır. Çünkü Amerikanın talimatı budur. Ama Kıbrıs’ı Rusya tanırsa ilk karşı çıkacak olan Amerika’dır. İkinci karşı çıkan Ankara olacaktır. Çünkü Amerika için önemli olan üslerdir. Kıbrıs’taki İngiliz ve Amerikan üsleri Doğu Akdeniz’in hakimiyeti için önemlidir. Amerikan dolarının değişim aracı olarak devam edebilmesi için üsler hayati önemdedir. Kosova’nın bağımsızlığı diye bir şey yoktur. Kimse kimseyi kandırmasın. Amerikan üssünün meşrulaştırılmasıdır. Amerikanın bilmem kaçıncı eyaletinin kurulmasıdır. Rusya da buna misilleme yapacaktır. Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlığını tanıyacaktır. Kosova’nın bağımsızlığı meşru olmayan, moral gücü olmayan bir bağımsızlıktır. Amerikan yalakalığı ile bağımsızlık falan olmaz. Bağımsızlık eğer emperyalizme karşı kazanılmış ise değerlidir. İngiliz Parlamentosu Pakistan içinden bir Bulicistan çıkarmak için karar almıştır. Bunlar için bir üs bulundurmak sömürünün devamı ve üssün etrafındaki devletlere şantaj aracı olarak kullanılması bakımından çok önemlidir. Kosova, Doğu Timor, Filipinler, Kıbrıs, Arap ülkeleri ve Almanya, İtalya ve Türkiye’de üsleri vardır. Kosova meselesi oldukça tehlikelidir. Sırplar AB’ye gireceğim tuzağına düşerse Kosova’yı kaybeder. Ama rıza göstermez ise Rusya ağırlığını koyar. Ve işler karışır. Amerika Ukrayna’yı keten pereye getiremediğinden Kosova işini öne almıştır. Suriye Rusya ile iyi ilişkiler kurdu diye şimdilerde Suriye’ye abanmaktadırlar. Suriye’nin bölünmesi için Türkiye’den yardım istiyorlar. Bu kadar Amerikan üst düzey yöneticisi Ankara’ya babasının hayrı için gelmiyor. Doğru olmayan bir iş doğru olmayan zamanda yapılmak isteniyor. Ortadoğu yeniden ısınıyor. 2008-02-17, [email protected]
  7. sardunyam şurada bir blog başlığı gönderdi: sardunyam's Blog
    Yazarlar / Sedat Sertoğlu Dışişleri: Kral Çıplak [email protected] 35 yıla yaklaşmış bizim Dışişleri Bakanlığı ile olan diyaloglarım. Bir ayağımız hep içinde olmuş. O kadar çok arkadaşım olmuş ki. Hikmet Çetin’in Bakanlığı döneminde Özlük Hakları’nın verilmesi için onlar adına aslanlar gibi kavgalar vermişim hükümetle... Bugünkü diplomatlar bana teşekkür borçlular bu yüzden. Son yıla kadar inanılmaz başarılara imza attı benim Dışişleri’ndeki arkadaşlarım. Yalım, Necati, Ömer, Faruk, Ümit, Selahattin, Nabi, Uğur ve diğerleri... Özdem Sanberk’ler, Deniz’ler. Hepinizin isimlerini yazamıyorum arkadaşlar. Kalanların içinde de ilerde imkan bulurlarsa, önleri kesilmezse çok önemli işlere imzalar atacak isimler var. Bundan eminim. Onların isimlerini yazıp AKP iktidarının hedef tahtası haline getirmek istemem. Ama şu da çırılçıplak bir gerçek; çoğunluk “Lanet olsun diyerek emeklilik süresini bekliyor.” Neden? “Bu hükümetin saçmalıkları ve Arapçı politikası yüzünden... Hesapsız kitapsız sersemlikleri yüzünden...” İşte örnek; geçen ay Kosova konusunu konuştuğum Dışişleri bürokratları “Kosova’da sazan balığı gibi atlamayacağız bağımsızlık ilanına. Etrafa da bakacağız” demişlerdi. Gayet akıllı bir karardı bu... Ama görüyoruz ki, bırakın sazan balığını, ondan bile hızlı davrandı Bakanlık. Demek ki Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Ertuğrul Apakan AKP iktidarına tam teslim olmuş. O da hesap ediyordur artık, “Washington’dan Nabi Şensoy seneye dönecek, yerine ben giderim...” Oysa Ertuğrul çok inatçı bir müzakerecidir. İyi bir diplomattır. Ben tanık oldum bunlara. Ama maalesef “Dışişleri Bakanlığı’nı AKP’nin askeri haline getirmektedir.” Bir ülkenin dış politikası ile öyle zırt pırt oynanmaz. Siyasiler, Dışişleri bürokratlarını eskiden dinlerlerdi. Ama şimdi bakıyorum “AKP memuru” gibi davranıyorlar bürokratlara. Size farkı anlatan bir örnek vereyim: Eskiden Dışişleri, Başbakan kendi bakanları yanlış bir şey söylerse hemen ortaya çıkar ve konunun doğrusunu açıklarlardı. Kimseden korkmazlardı. Şimdi ise bakanlık kendi arkadaşlarının söylediklerini yalanlama uğraşı içinde. Olmuyor. “Kral Çıplak arkadaşlar.” Cevap verin O zaman bu işi ciddiye alıp Apakan’a, çünkü Bakanı’nın dünyadan haberi yok, sormaya başlayalım: 1. Kuzey Irak’lı Kürtler, yarın aynı bağımsızlığı isterlerse ne yapacaksınız? 2. Türkiye’nin Kürtleri bağımsızlık, hadi hafifletelim federasyon isterse ve AB’den destek bulursa ne diyeceksiniz? 3. Bosna Hersek Cumhuriyeti içindeki Hırvat ve Sırplar aynı yönde hareket ederse ne gibi bir tutum alacaksınız? 4. Gürcistan’daki Abhazlar veya Çeçenistan, ben de bağımsız olmak istiyorum derse nasıl bir politika izleyeceksiniz?” 5. İspanya’daki Bask’lar bağımsızlık diye ayaklanırsa, sevgili Başbakanınızın ortağı Zapatero’ya ne diyeceksiniz? Biraz daha hırpalayayım, biraz daha düşündüreyim mi sizi? 6. Tibet Çin’den ayrılmaya kalkarsa ne yapacaksınız? Çin de buna karşılık ordusunu gönderip binlerce kişiyi öldürürse? Yazık Türkiye’ye “Yahu Sedat bunlar Kosova’ya benzemiyor ki” diye mazeretleri alt alta sıralamayın bana çocuklar. Ben size yarından söz etmiyorum. Bundan 15 yıl önce Kosova diye bir sorun da yoktu. 1980’de kimse Yugoslavya’nın parçalanacağını düşünmüyordu. KKTC için iyi mi sizce Kosova olayı? Hiçbir işe yaramayacak. Putin’in neyi niye söylediğini bile anlamayanlarınız var aranızda. Biraz daha sabırlı olabilirdiniz. Biraz daha etrafa bakabilirdiniz. Aptal dincilere de hatırlatalım Kosova’da sadece Müslümanlar yaşamıyor? Orada yaşayan Ortodoks ve Katoliklerin oranına neredeyse yüzde 35. Dışişleri Bakanlığı bürokratı etiketi taşıyan erkek ve kadınlara şunu öneriyorum: Erkekler her sabah tıraş olma durumundasınız... Kadınlar da bakımlı. Sabah bunları yaparken aynaya dikkatle bakın yeter çocuklar. Gördüğünüz surattan utanmayın ki yarın çocuklarınız da sizden utanmasın, eşleriniz de... Hatta anne ve babalarınız da... Çünkü ben onları tanıyorum ve sizleri seviyorum... Kral’ın çıplak olduğunu söyleyin, çünkü çıplak...
  8. Türkiye'de "milliyetçilik" ; sonunda Türk ulusunu kendi yurdunda dinsel bir topluluğa dönüştürme amacı güden "ümmetçilik" tuzağına düştü!.. Milliyetçi olduklarını söyleyenler öngörüsüz değerlendirmelerle son dönemde Türkiye'yi üç kez zora soktular!.. 57'nci hükümeti sonlandıran ve Türkiye'yi "siyasal İslam" iktidarına mahkûm eden bu dar görüşlülük; 2007 Cumhurbaşkanlığı seçiminde de egemen oldu!.. Son adımda ise Türk ulusunu ortaçağ karanlığına götüren toplumsal bir ayrışmanın zeminini oluşturdu!.. Tarihin gerçekleri unutuldu!.. Türban nedir?: Dini vecibenin uygulanış şekli mi? Yalannnn. Türbanı ile okula gidememek haksızlık mı, peki yoksulluk yüzünden okuyamayan % 29'a ne diyorlar? Hiççç... Ekonomi bir zamanlar şahaneydi öyle demiyorlar mıydı, istikrar falan vardı hani hiç görememeştik ama anlatıyorlardı, ne oldu Maliye Bakanı para yok ödeyemeyiz dedi? evet ödeyemezler çünkü paralarla başka şeylere yatırım yapıyorlar... Bu ekonomi batar ve batacak, türbanda onları kurtaracak son çare... Ekonomik yatırım dedikleri şey temelsiz bir yapıydı, yıkılır dendi inadına kat çıktılar, şimdi bir gökdelen gibi ama durduğu yer tek ayak üstü... Türkiye'de başörtüsü meselesi tamamen paravan insanları önce muhafazakarlaştır, onların madevi duygularını sömür, kutsallaştır giyim kuşamlarını ama ahlakı yozlaştır, sonra deki biz ahlaksızlığı batıdan aldık... yok bee... Batı'nın sosyal yapısını, eğitim sistemini, güvenliğini, ceza hukukunu, insan hayatına ve yaşamına verdiği değeri, kültürel seviyeyi niye almadın derler adama? Bu başbakanın kızları başı örtülü diye Amerika'da okuyordu da oğulları neden orada okudu yoksa onlarda mı türbanlı?
  9. HESAP Örtünme konusunda yalandan Müslüman olan yönetenlerimiz İslamın haram saydığı faize gelince dünya rekoru kırıyorlar. Geçen yıl 1000 dolarla Türkiye'ye gelen bir yabancı yatırımcı, 720 dolar faiz almış. Her şeyi çarpıtmakta usta oldukları için bu durumu da tersine çevirmekte zorluk çekmediler. Neymiş efendim, "Yabancı sermaye Türkiye'yi tercih ediyormuş". Neden tercih ettiği meydanda. Peki ama gelen yabancı sermaye devr-i iktidarınızda bir kuruşluk yatırım mı yaptı; ya da bir kişilik istihdam mı yarattı? Yabancı sermayenin son marifetini birlikte değerlendirelim: Koç holding, Migros'un % 50,8 ini, Yunan-İngiliz ortaklığına sattı. İlginçtir; parayı da Vakıfbank, İş ve Garanti bankaları sağladı. Bunun Türkçesi şu: Ege'de Çuprayı, Kırkağaç'ta kavunu, Edirne'de beyaz peyniri... biz üreteceğiz, İstanbul'a biz taşıyacağız, tezgaha koyup tüketiciye biz satacağız, soframıza koyup bir bardak rakımıza biz arkadaş edeceğiz; ve lakin parayı Yunanlı ile İngiliz paylaşacak. (Yeni Rakı içiyorsanız onun parası da Teksaslıya) Peki ama biz, hepimiz kafayı mı yedik? Bilmem ki aranızda bir zamanlar ilkokuldaki okuma kitaplarımızda yer alan şu öyküyü anımsayan var mı: 100 koyununu yaylaya gönderen ağa, yayla dönüşü ses seda çıkmayınca çobanı çağırıp hesap sorar. Bir bakraç yoğurtla gelen çoban, hesabını manzum olarak vermeyi yeğler: "Yağmur yağdı, gök çatladı, Yetmişikisinin ödü patladı, Önden gitti baş toklu, Arkasından beş toklu, Onunu verdim kasaba Onunu katma hesaba Kurt kaptı birisini Birinin de getirdim derisini. " Yoğurt bakracını kaptığı gibi çobanın kafasına geçiren ağa, taşı gediğine koyar: "Böyle güzel hesap verenin yüzü de böyle ak olur" Şimdi dilerseniz bu manzum hesabı biraz değiştirelim: Yağmur yağdı gök çatladı, El Maktum garaja atladı Kefereye gitti çok banka Yeni Rakıyı kaptı Amerika DÖKTAŞ gitti Fransıza, PETKİM'i kaptırdık kansıza TELEKOM'u verdik Araba, TELSİM'de olduk maraba İzmir Limanı Çinlinin TÜRKSEL'in yarısı Finlinin Başak Sigorta Fransızın İzocam gitti ansızın Araç muayene Almanın Esprisi kalmadı çalmanın Çek'e şavulladık ilacı Vatanımızda olduk kiracı Kuşadası oldu Ofer'in Bekliyoruz halkımızdan aferin Bakalım ki şimdi halkımız "aferin" deyip bakracı AKP'nin kafasına geçirecek mi, yoksa araya engeller mi girecek? Kaya Çetin
  10. sardunyam şurada cevap verdi: kaplan-200 başlık Güncel Konular
    Aşağıdaki metin bizkackisiyiz.com ANKARA İL YÖNETİMİNİN Ankara salonunda düzenlediği (AB neden vakıflar yasasında diretiyor) konulu panelden çıkarımlardır. Okuduktan sonra bir başkasını bilinçlendirme fırsatı tamamen sizin elinizdedir. VAKIFLAR YASASI Vakıflar yasası Türkiye' de vakıfların faaliyetlerini ve çalışmalarını biçimlendiren kontrol eden yasadır. Bundan önce birçok defa değişiklik yapılmak istenmiştir. Daha önce cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER tarafından bazı maddeleri veto edilmiştir. Vakıflar yasasının değişmesi çeşitli çevreler tarafından istenmektedir. Bu çevrelerden biride Avrupa Birliğidir. Şu an için ülkemizde: 17.02.1926 tarihinden önce kurulmuş, yönetim ve denetimi Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen 41.550 adet mazbut vakıf, 17.02.1926 tarihinden önce kurulmuş, vakfedenlerin soyundan gelenler tarafından yönetilen ve denetimi Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan 300 adet mülhak vakıf, 13.03.1936 tarihinden önce verilen beyanname ile vakıf kabul edilen ve cemaatleri tarafından seçilen yönetim kurulları tarafından yönetilen 161 adet cemaat vakfı, 17.02.1926 tarihinden sonra Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulan 4.499 adet yeni vakıf bulunmaktadır. Böylece ülkemizde ki vakıf sayısı 46.510 adettir ve bu vakıflar Türkiye'deki mülkiyet ve toprak düzeninin ayrılmaz bir parçasıdır. Ülkemizde vakıflar, üç grupta toplanmaktadır 1. Cemaat vakıfları 2. Eğitim amaçlı vakıflar 3. Azınlık vakıfları Azınlık vakıfları çoğunluk özellikle dini amaçlarla kurulmuş dini konuda çalışmak üzere medrese- dini eğitim amaçlı vakıflardır. Başta azınlıkların kontrolünde bulunan vakıflar olmak üzere, vakıfların faaliyetlerini devlet kontrolü altına alabilmek için ve Vakıflar genel müdürlüğü oluşturulmuştur. Vakıflar İdaresinde asıl değişiklikler, 5 Haziran 1935 tarihinde yürürlüğe giren "2762 sayılı Vakıflar Kanunu" ile yapılmıştır. Bu Kanunun 1. maddesine göre vakıflar; yönetim biçimine göre, 1. Mazbut, 2. Mülhak, 3. Cemaat ve Esnafa Mahsus Vakıflar olmak üzere üç kategoride toplanmıştır. AB VAKIFLAR YASASINI NEDEN İSTER AB şu an itibariyle Türkiye'de çıkacak yeni vakıflar yasasını desteklemektedir. Bunun belli başlı nedenleri vardır. Avrupa birliğinden gelen birçok şey gibi bu vakıflar yasasınında ülkemize zararları vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz. Eğer Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın değiştirilemez hatta değiştirilmesi teklif dahi edilemez(madde 4) maddelerinden 3. maddeye bakarsak şöyle bir ifade ile karşılaşırız. "MADDE 3. - Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı "İstiklal Marşı"dır. Başkenti Ankara'dır."( http://www.tbmm.gov.tr/Anayasa.htm) Üçüncü maddede belirtildiği üzere Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Bu madde üniter devlet olduğunun göstergesidir.1 Bu nedenle Türkiye'de azınlıkların tüzel kişiliğinin olmasından bahsedilemez. Hiçbir üniter devlette azınlıkların tüzelkişilikleri yoktur. Böyle bir paralel devletçiliğin varlığı üniter devletin inkârıdır. Vakıflar Yasası'nda sorun sadece azınlık vakıfları ile ilgili düzenlemeler değildir. Yabancı vakıflar ve yabancıların kuracağı vakıflar ile ilgili düzenlemeler de büyük sorunlar taşımaktadır. Tasarıyla, yabancı vakıflar Türkiye'de şube açabilecektir. Bunların Dışişleri ve İçişleri bakanlıklarının izni ve bilgisi dâhilinde olmaları ve yapılan ekonomik transfer ve faaliyetlerinin kontrol altına alınması gerekir. Aksi halde Gürcistan ve Kırgızistan ve benzeri örneklerle bu vakıfların neler yapabildiği görülmüştür. Bu azınlık vakıfları ve İstanbul'a yerleşecek olan büyük vakıflar (örneğin Amerikan Rockefeller vakfı)2 tarafından finanse edilecektir. Bu ise tahmin edileceği gibi çok daha büyük bir oyunun parçasıdır. VAKIFLAR YASASI YASALLAŞTIĞI TAKDİRDE Vakıflar Genel Müdürlüğü veya Hazineye intikal eden taşınmazların tümü, cemaat vakıfları adına geçirilecektir. Bunun yanında namı müstear ve namı mevhum adına kayıtlı bulunan taşınmazlarda, yine cemaat vakıfları adına kayıt ve tescil edilecektir. Yine tasarı mevcut haliyle yasalaştığı takdirde, Osmanlı döneminden bu yana namı müstear ve namı mevhumlar adına tescil edilen ve ancak değişik nedenlerle hazineye veya Vakıflar Genel Müdürlüğüne mülkiyeti intikal etmiş taşınmazlar üzerinde de cemaat vakıflarının hak iddia etmesi olanaklı hale getirilecektir. Bu Durumda eğer evinizin arazisi daha önce bir vakfa ait iken hazineye aktarılmışsa vakıf sizden arazisinden çıkmasını isteyebilir. Ayrıca bu vakıflar eğer geçmiş dönemde o arsadan yapacakları tasarrufu talep ederse sizden geçmiş döneme ait kirada isteyebileceklerdir. Bu durumda Türk halkı Kanıyla aldığı toprağı tek bir kurşun bile sıkmadan vakıflar yasası sayesinde iade edecektir. Misyoner faaliyetlerinde bulunan bir takım dernek ve vakıflar şu an Rockefeller Vakfı'nın maddi desteğiyle Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu Bölgelerinde eski kilise manastır vb alanların haritalarını çıkarmaktadır. Bu alanların mülkiyeti azınlık vakıflarına verildiği takdirde vakıflar bu bölgelerde misyonerlik faaliyetlerini kolayca yürütebilecektir. Tabi bu haritalama işi sadece güney ve doğu bölgelerinde olmamaktadır. Her zaman bir gerginlik yaratmış Türkiye için tarihi kültürel ve turistik değerleri olan Ayasofya Camii, Aziz Nikolas Kilisesi, Akdamar Kilisesi, Ani Harabeleri ve Sümela Manastırı gibi Anadolu'nun pek çok yerinde bulunan kültürel ve tarihi varlıklarımız üzerinde hak iddiasında bulunmaları mümkün olacaktır. Halen yürürlükte olan Vakıflar Yasasında Vakıf yöneticilerinin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaları gerekmektedir. Yeni tasarı yabancı uyruklu kişilerin de vakıf yöneticisi olmaları sağlanmakta ve ayrıca başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere devletin tüm kurum ve kuruluşlarının bu yabancı vakıflar üzerindeki denetimleri sıfıra indirilmektedir. Tasarı bu haliyle ulusal güvenliğe aykırı birçok öğeyi içinde barındırmaktadır. Yabancı vakıf yöneticileri elbette ki AB için bulunmaz bir hükümete baskı ve iç işlerine müdahale avantajıdır. Bu koşul aynı Osmanlı İmparatorluğunun 17 Temmuz 1774'de yaptığı Küçük Kaynarca Antlaşmasına3 benzemektedir. Küçük Kaynarca Antlaşması ile Rusya Ortodoksların koruyucusunu sıfatını takınmış ve dolaylı olarak iç işlerine müdahale şansını kullanmıştır. İşin ilginç yanı ise bu antlaşma sayesinde Kırım' a özerklik verilmiş daha sonra Rusya'ya katılmasına bir adım olmuştur. Bu durum aynı şuan ülkemizde yaşanan sözde Kürt sorununu akla getirmektedir. Diğer bir düşündürücü nokta ise yeni tasarının 24. maddesi ile vakıflara sağlanan üst kuruluş kurabilme ve yurt dışındaki üst kuruluşlara katılabilme hakkıdır. Şu an itibariyle vakıflar genel müdürlüğüne devredilmiş 30 tane Ermeni vakfı vardır. Bu vakıfların birleşip bir üst kurul kurması oldukça tehlikeli dikkat edilmesi gereken bir konudur. Böyle bir üst kurul kurulur ise elbette ki hükümete çok güçlü baskı yaratabilecek Avrupa ülkelerinden destek olarak sözde Ermeni soykırımını kabul ettirmeye çalışacaktır. Hükümetin bu baskıya dayanıp dayanamayacağı da ayrı bir önem taşımaktadır. Ayrıca sözde Ermeni soykırımı Amerikan başkanlık yarışında da önemli bir anahtardır. Acaba hükümet "gözüne bakıp anlaştığı" ABD başkanlarıyla bu sefer nasıl bir iletişim kuracak ve ne tavır takınacaktır? Yeni yasa vakıfların mülkiyet haklarını da değiştirmektedir. Eskiden azami vakıf malvarlığı mahkemelerce belirlenirken artık bu yetki vakıflar meclisine bırakılmıştır. Vakıflar meclisi ise ayrı bir probleme adım atıştır. Komisyon 15 kişiden oluşacaktır Komisyonun 15 üyesinden 12 tanesi tamamen başbakanın yetki ve atamasıyla gerçekleşecek geriye kalan 3 kişi ise vakıf yöneticileri arasından seçilecektir. Peki diğer vakıflar aralarından üç kişiyi hangi noktada birleşip seçeceklerdir. Yoksa bu kişiler önceden belirlenmiş kişiler midir? Ayrıca başbakanın kontrolünde atanan adaylar ne kadar güvenilir olacaktır. En son devlet tarafından atanan YÖK başkanının yarattığı tartışmalar göz önüne alınırsa yeni tartışmalr kaçınılmaz olacaktır. Akla gelen en yakın senaryo Bir ermeni üst kurul başkanı Bir misyoner üst kurul başkanı ve sözde Kürdistan başkanı değil de nedir? Akla gelen bir diğer soru ise ruhban okullarıdır. Cemaatler kendilerini düzenledikten sonra mutlaka okulları içinde devreye girecektir. Bu okulların denetlemesi nasıl olacaktır. Milli eğitim kurumları içerisinde vakıflara ait okullara ayrı bir statü verilmesinin gündeme gelmesi oldukça olasıdır. Bu ise apaçık 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan eğitimin birleştirilip milli eğitim bakanlığına bağlanması anlamına gelen Tevhid-i Tedrisat Yasası'nın değiştirilmesidir. SONUÇ OLARAK TÜM BİLGİLERİ TOPLARSAK Bu yasa tasarısı, Lozan anlaşmasına, anayasamıza ve ulusal çıkarlarımıza aykırıdır ! Vakıflar yasası vatan parçalamak isteyenler için bir araç olacaktır. Siyasi iktidar yasayı tekrar incelemeli ve geri çekmelidir. Durum çok ciddidir.
  11. sardunyam şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Anı Defteri - Defterleri
    itlaf dağ çileği kokan ellerim hep güzeldi çocukluğumdan ölmeden önce sorsanız yine sevin derdim yol dönüşü acıların dizlerinde uyur şehre intizar edenler sabah hüznü gören güneşin aklı karışır er/ken terk eden yoluna düşeni de bilir ayrılığın kanunudur dizlerin titremesi takati insana aşk verir sırtım dönük öç saçlarımdan tek kıl düşünce pencerene martların aklını alır şirin yarin dili idamlık bir adamın boynunda gümüş öldüren büyümek sahi nedir ki bütün başı boşları ‘’ öldürün gitsin’’ hayalayna
  12. sardunyam şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Forum Oyunları
    sevgiler azalmaz ne kadar kırılırsan kırıl, sevmediğine kırılmaz ki insan hadi gel barışalım bitanem benim ilkgözağrım nasıl özlemişim ve nasıl iyi geldi bu sıcak sözlerin kal yanımda artık gitme bursercan hayır evlatlık değil evlat onlar candide işte gelmiş ikinci kızım itiraf ediyorum bu sevgililer gününe çok güzel başladım sayenizde sizi seviyorum sevgi hayatınızdan hiç eksilmesin
  13. nefes aydınlık yüzünü karanlığa dönünce bu şehirde sizsiz alevin ortasına düşen İbrahim’in yüzünde açıveren kırk gülüm ateşten geliyorum çöz şu düğümü bağcı üflediğin nefes esir gasp edilmiş dağların ağlayan iki ceylan gözü efsuncular görür aşkı oysa nar şerbeti dilinde su yedi iklim içimde darp daha var diyor hep illa ki derleyip topladığım esvaplarımı dağıtan evdeşimin gözlerindeki yaş ispinoz kafesinde düş yırtılan gömleğin düğmesi paralanmış kelimeler zem eder can ile ruh cemşit’in atından iner taht mecnunun çölüne düşer iki kaşının arasında bahtınım gizlendiğim gecelerde har dokuz boğumdan çıkan tek ses seni gidi aşk kandırıkçısı seni hayalayna
  14. başak uyu uyan ve düşün türlü zaman işkencesi kırık aynalar kozası ölü kelebekler yurdu hayat derlenin toplanın gelin kıyamet meydanında kirpiklerinden yakın aşkı ama şimdi dokunmayın sakın kimin neye ihtiyacı varsa alsın rüzgar yolluyorum süvarisiz kırk kanatlı at topraktan sonrası gök gideceğimiz yer uçmak kapısında üveyikler boyunlarında eski hayat iki ah bir eyvah bu bahar toprağı yarıp çıkacak ya karanlıkta bir el ya da mezarımda taş hayalayna
  15. sevgilim yıkılan her evin altında ölü bir vaftiz çocuğu durur darağacında ise boynu bükük günah çıkaran solucanlar var uğraşırım benden aşk çıkmaz gök kubbesinde güneşin delik kalbinden her sabah bana uzanan hezeyanların becayişidir aşk tenime sarılırım uyanmam kendinden biliyor hali gelenin gideceği yerdir bahtı gözyaşından umulan hayır sonunda bir ayrılık türküsü hele söyletene de bakın sazlar kirleniyor nazenin kızların ellerinde tellerinde kopuyor sesi gözlerine düşen notaların sol anahtarını ver ömür dediğin senede gün deli dağ kırlangıcı sevgilim dönüp duruyorum etrafında paylaştığımız kadar büyük hala ayrıldığımız anki yük hayalayna
  16. sardunyam şurada cevap verdi: sardunyam başlık Anı Defteri - Defterleri
    gidilen yolların izi ardına düşünce adamın tabanından tavanına düşlerinde kör bir beyazın tek siyah noktası ‘’ O’’ dur gelir dikilir karşına iki çocuk annesi bir kadın unutmadan tek tek yaz ‘’ yaşamak’’ biricik hakkımsın güneşin ışığı ölüme yürüyenlerin sisli sabahlarına aç gölgeler getirir ‘’ hayat ‘’ tuttuğunu kopartır mezarda pahalı mermeri ucuzculara duayı unut olabildiğince uzaklaş ‘’gözlerimden ’’ son kaygısıdır saltanatın toprakta bahar var olmak adına tohumu ol kırmızı bir karanfilin ‘’ dimdik dur ’’ kardan adamların sahibi olmaz çocuklar doğuştan makamı sabâdır nayi hayalin usulü ‘’ aksak ‘’ gözlerine mil çekilmiş devlerin el yordamı yazdığı ’’ şiirin kaderi var ’’ bilmezler duymazlar okumazlar hayalayna
  17. Tarafsız çok özür dilerim ama gerçekten çok gereksiz yere uzatıyorsun... Ne yapmak amacındasın? yorum yapma hakkım var, yorumumu yaparım, o yüzden laik yapıyı savunuyorum, sen ve senin gibi düşünen dini kendi algı ve anlayışları ile değerlendirenlerin etkisinde ve baskısında kalmamak için... (!) sıkmabaş yapmayıp sallasada girmesin ben dini unsurların üniversitelerde kullanılmasına karşıyım, sanırım anlamadın anlatmaya çalışayım "madem Kuran'da omuzundan aşağı dökülsün diyor, o zaman sıkmabaşlarda bu ayete uymuyor" dedim... iyide o zaman ne oluyor onlarda başka bir inancamı tabi oluyor? evet senin gibi işime geleni konuşuyorum... bu hak herhalde tek sana verilmedi...
  18. sardunyam şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Sevgili Kaplan Devlet Bahçeli denilen zat Türk Milliyetçiliğine ve Mhp'ye büyük zararlar vermiş bir adam... Şimdi ben ak partinin geçmişini bildiğim için onların takiyelerine kanmam ya da yalanlarını gördüğüme şaşırmam, ben onlardan açıkça ihanet bekliyorum beni ancak aksini yaparak şaşırtırlar... Atatürk'çü olmadıklarını ve asla olmayacaklarını biliyorum... dolayısıyla Atatürk Cumhuriyetinede sahip çıkmazlar zaten amaçlarıda bu değil... Ama ben Mhp'den Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkmasını beklerim çünkü adı ÜLKÜ'cü... Bu yönde hareket etmelerini beklerim, aksi olduğunda benim için akpartiden hiç bir farkları kalmaz... Atatürk tekke ve zaviyeleri neden kapattı, neden medreseleri kapattı, neden Kuran'ı Türkçeleştirdi, neden laiklik ilkesini temele oturttu... bunların hepsi din kalpazanlarının çarkını kırmak içindi... şimdi Mhp ne yapıyor dini suistimal edenlerin, Bahçeli'nin deyimiyle, "inanç hortumcularının" önünü açıyor... yeniden bu ülkede din baskısı kurulmasına ön ayak oluyor... Yani asla katılmıyorum Bahçeli elinde imkan olsa bile böyle bir şeyi yapmazdı şimdi değişen şeyler var iyi değerlendirmek gerekir... Çünkü Mhp'nin tabanı sandığın kadar türbanı desteklemiyor Mhp il ve ilçe örgütlerinde istifalar başladı... Çünkü Mhp'nin tabanı bellidir milliyetçiliktir ilkeleri ama Bahçeli ümmetçi oldu çıktı... Geri dönüşü zor artık...
  19. Türkiye'nin % 99'u müslüman tezi ne kadar gerçekçi onu nereden biliyorlar anlamış değilim... Başbakan geçen sene % 95 demişti... Kürtçe diye bir dil var ya da yok ama birileri bunu insan hakları ve özgürlük ve bağımsızlık adına diretiyorlar değil mi? Sen buna karşı çıkarsın elbet, bende çıkarım ama sonuçta birileri bunu dayatıyor, Kürtçe eğitim isteriz diyorlar ve emperyalistlerdende destek alıyorlar biliyorsun... Türkiye laik, demokratik, sosyal ve hukuk devleti... Resmi dili belli, rejim dolayısıyla resmi dini yok, çünkü din devletin işi değil... Din birileri tarafından rejim muhalifliği için kullanılıyorsa, islam devrimini gerçekleştirmek için adım adım gidiliyorsa ne yapmalıyız sevgili Kaplan200, türban için bu tehlikelere değer mi? Vatan söz konusu olduğunda geri kalan herşey teferruat değil miydi? Ve din bu kadar şekilsel bir şey olamaz işte şekilselliğe dönüştürüldüğünde birilerinin misyonu haline geliyor ve dini devlet işlerine karıştırmaya çalışan başbakan ve ekibi bundan nemalanıyor ve sende en az benim kadar biliyorsun ki verilen bütün tavizlerin arkası geldi... Dinde geri gidişin sonu yoktur... (şekilselciliğin) yukarıda verdiğim sadece bir örnekti, böyle insanlar o kadar çokki... evet herşeyi kullanan var ama kullanıldığını anlamak zor değil... o yüzden vatanı ve inancı kimseye emanet etmeyeceğiz... beni anladığını biliyorum... sevgilerimle
  20. Başbakan Erdoğan; Türkiye'yi bir çatışmanın içine bile bile itekliyor. Hem yaptıkları ile... Hem konuşmaları ile... Dün; söylediklerini duydunuz mu? Kulaklarıma inanamadım. "Biz o beyaz çarşaflarla beraber yola çıktık. Bu konuda bedel ödemeye hazırız!" dedi. Beyaz çarşaf derken; idam edilecek insanlara giydirilen o beyaz elbiseden söz ediyordu. Başbakan Erdoğan; bu konuşması ile "Bizi assalar bile yolumuzdan dönmeyeceğiz!" demek istiyordu. Zaten daha önce de "Hedefimize er veya geç ulaşacağız." diyen o değil miydi? Peki hedefi nedir? Asılmayı neden göze almaktadır? Bu soruların cevabını bilmek her vatandaşın birinci görevidir. Ve Türkiye'nin geleceği de artık bu soruların cevabına bağlıdır. PARÇA PARÇA YİYORLAR 10 Eylül 2003 tarihinde bu köşede "Tahtayı Yiyen Mühendis" başlıklı bir yazım yayımlanmıştı. O yazı; Başbakan Erdoğan'ın siyasi hareketini ve hedefine nasıl ulaştığını kendisini çok yakından tanıyan birisinin tanıklığına dayanıyordu. Önce o yazıdan bir bölümü okuyalım: Pazartesi günü Radikal Gazetesi'nde Neşe Düzel'in, Korkut Özal ile yaptığı bir röportaj yayımlandı. Korkut Bey, Turgut Özal'ın kardeşi... O zihniyetin önemli adlarından olan Korkut Bey, konuşmasının bir yerinde şunları aktarıyor: "Mühendislerin bir metrekareden büyük resim tahtaları vardır. Bir mühendis, "Ben bu resim tahtasını yiyeceğim" diye arkadaşıyla iddiaya girmiş. Arkadaşı, "Yiyemezsin" demiş. Mühendis, tahtayı 360'a bölmüş. Her gün bir parçayı ufalayıp yutmuş. Bir yıl sonunda da resim tahtasının tümünü yemiş. Eğer bir meseleyi bir anda halledemiyorsanız, siz de o meselenin üzerine kararlı bir şekilde adım adım gidersiniz. Sonunda meseleyi halledersiniz. İşte bu tedriciyet prensibidir." Sayın Korkut Özal, bu öyküyü boşuna aktarmıyor. Neşe Düzel ona AKP'nin ve Başbakan Erdoğan icraatlerini soruyor; Korkut Bey de bu örneği veriyor. Korkut Özal, çok yakından tanıdığı Başbakan Erdoğan'ı anlatırken diyor ki: "Tayyip Bey, hedefine uygun davranırken, icabında geri çekilmesini biliyor. Çatışmaya ara veriyor. Çünkü, Tayyip Bey için önemli olan, neticenin alınması oluyor." Peki kiminle çatışıyor Tayyip Bey? Bay Korkut Özal onu da açıklıyor: Devleti yöneten kadrolarla... Milli Güvenlik Kurulu ile ve dolayısıyla da askerlerle. Yani Başbakan Erdoğan, resim tahtasını oluşturan bürokrasiyi ve askeri 360 parçaya bölmüştür; her gün bir parçasını ufalayıp yemektedir." Hemen belirtelim ki Korkut Özal ile Başbakan Erdoğan aynı tarikattendirler ve birbirlerini çok iyi tanımaktadırlar. Bugün geldiğimiz nokta gösteriyor ki Erdoğan ve ekibi; kararlı biçimde Türkiye'yi yemektedir. HEDEF ÖNCEDEN KONULDU Başbakan Erdoğan Türkiye'nin "laik sistemi"ni, parça parça yerken bu işi de demokrasi mücadelesi gibi gösteriyor. Erdoğan ve ekibinin bütün ataklarını yan yana getirin bir bakın: Hedef; Türkiye'yi ümmet devletine götürmektir. Hedefte sivil hayata dayalı laik sistemi yok etmek vardır; bizzat cumhuriyet rejimi vardır. Bunu, Başbakan Erdoğan'ın akıl hocası olan Prof. Ömer Dinçer 1995 yılında yazmıştır. Bu işi merak edenler; son kitabım YABANCI KAYNAKLARA GÖRE TÜRK KİMLİĞİ'nin içindeki Kimlik Tartışmaları bölümüne baksınlar. Başbakan'ın akıl hocası olan Ömer Dinçer diyor ki: "... Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün temel ilkeleri, laiklik, cumhuriyetçilik ve milliyetçilik ...yerini... daha Müslüman bir yapıya devretmelidir." İşte; durum budur. Gerek Başbakan Erdoğan, gerek bugün cumhurbaşkanlığı makamına oturan Abdullah Gül; birçok kez; laik sisteme karşı olduklarını ve bunun değiştirilmesi gerektiğini dile getirdiler. Erdoğan'ın bu konuda asılmayı bile göze aldığını söylemesi; Türkiye'nin başına büyük belaların getirileceğinin işaretidir. Umarım ki işler Sayın Başbakan'ın işaret ettiği yönde gelişmez... Rıza ZELYUT
  21. sardunyam şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Forum Oyunları
    kırmak çok kolay ama tamir etmek çok zor bende seni seviyorum ama kırgınlığım geçmedi hala sevgililer günün kutlu olsun umarım hayatın boyunca sevip sevilirsin
  22. Benide neyin rahatsız edeceğine ben karar veririm... Tabi ya 28 Şubat, zavallı Necmettin Erbakan'ın haksızlığa (!) uğradığı dönem... Türbanı ülkemizin başına musallat eden adamın... insanların inançlarını sömüren ve hatta utanmadan cennet anahtarları dağıtan adam... Özgürlükten dem vuranlar laiklerdir isterseniz denklemle açıklayayım... Laiklik= Din ve vicdan özgürlüğü yani LAİK YAPI= HİÇ KİMSENİN ETKİSİNDE KALMADAN İNANMA YA DA İNANMAMA HAKKINI KİŞİLERE VE TOPLUMLARA TANIYAN Nedir bu= dilediği gibi yaşama ve inanma+kamusal alanlarda okullarda misyonerlik yapmama dincilik ise özgürlük ile taban tabana zıt kavram, çünkü dinci yönetim isteyenlerin ve dini merkeze koyanların tek kabulü var oda dinin ve o dini yorumlayanların çizdiği sınırlar... dolayısıyla başı kapalı bir kadın başı açık bir müslüman kadının, başını açık tutma özgürlüğüne destek olmaz, çünkü bu onun inancıyla çelişir... dolayısıyla din devlet işlerine bu yüzden karıştırılmaz... konu mecbur irana kayıyor çünkü karşımızdaki örnek orası yani Türkiye'nin benzer süreçlerden geçirilmek istendiği ülke... geçmiş olsun rezene çayıda iyi gelir... sayın tarafsız aynı soruyu soruyorsunuz aynı cevabı alıyorsunuz ama sonuç değişmiyor kısır bir döngüde dönüp duruyoruz, burası laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti ise bizlere tanınan özgürlüğü inançlarımızı vicdanlarımızda istediğimiz gibi taşıyarak ve yaşayarak hayatımızı devam ettireceğimiz yer... Din devleti değiliz, şükür ki din polisleri etkisiz eleman burada o bakımdan yorumlar içinden işimize geleni kabul etme hakkına sahibiz... zinet takıdır, zinet bölgesi takı bölgesidir, başa örtülen örtüyü sıkmabaş yaparak takanlarda sizin savınıza göre yanlış yapıyorlar... omuzlarından sallamıyorlar... yine söylüyorum Zaman+Mekan=Form değişim yasası...
  23. Kahvaltı edicem daha konu dışına çıktım biraz relaks olalım yahu Şimdilik son ifadem : Din felsefedir, felsefede yorumlar değişkendir, İslam bildirilen son yol göstericidir ve Allah sabit değildir... Ne fikrinde ne de oluşta... Stop...
  24. karabekir kişi domuz eti çıkıyor diye üniversiteye dava açabilir, ama sonuç ne olur onu bilemeyiz... eğer burası İran olsaydı sonucu bilirdik... başörtme meselesinde siz inanmak istediğinize inanıyorsunuz ve özgürlük olarak kabul ediyorsunuz, biz ise diyoruz ki, özgürlükler toplum huzurunu ve güvenliğini tehtit ediyorsa sınırlandırılır, Türkiye cumhuriyeti, siyasal islamcıların, Amerikancı islamcıların yeni ismi ile ılımlı islamcıların kıskacında ve bu özgürlük bahaneside buradan yola çıkıyor, çünkü bu rejime muhalif olmanın en kolay yolu kadının örtüsü, çünkü o birisine göre bacısının namusu, birisine göre dinin olmazsa olmazı, birisine göre tek gaye... ? Ben az önce ateist arkadaşlarada benzer bir yanıt verdim sizin savınızla onlarınki aynı dolayısıyla siz onları haklı çıkartıyorsunuz, yani Kuran evrensel bir din değildir demek oluyor çünkü bugünün şartları 1400 yıl öncesinin arabistanına benzemiyor, (benzetmek isteselerde) adımız gibi biliyoruz ki, türban çıkış noktası sonrası daha fazla muhafazakar, daha fazla islamcı bir ülke... yapılmak istenen bu ve eminim bu sizi rahatsız etmeyecek... ama bizi ediyor çünkü sizden farklı düşünüyor ve algılıyoruz, daha fazla dindarlaşmanın sınırı olmayacağını, "özgürlükten" dem vuran o laiklik düşmanı kızların daha fazla özgür olmayacağını, sonuç itibarıyla hoca bilmem kimin yorumu gereği onun anlayışının hakim kılınacağını, çeşitliliğin, zenginliğin, renkliliğin kalmayacağını iyi biliyoruz... siz diyorsunuz "Bu konuda dirseklerin açık bırakılmasına kadar varan ve çözüm getirici yorumlar bulunmasına rağmen başın açık olmasına dair islami bir anlayış ancak ve ancak son 10 yılda makes bulmuştur" ben diyorum ki, 10 yıl öncesine kadar bu ülkenin kadınları kızları karaçarşaflara, boneli türbanlara saklanmamıştı... 83 yıldır bu ülkenin kadınları içinde müslüman olanlar başlarını ister açtılar ister örttüler ama şimdi durum değişti... ve isim verdiğiniz şahısların yaptığıda yorumdur, öyle ise yorum hakkı herkesin saklıdır... Bazı ilahiyatçılara görede Kuran'da bahsedilen zinettir... İtiraz edebilir misiniz?

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.