Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

muki

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

muki tarafından postalanan herşey

  1. muki şurada bir başlık gönderdi: Dini Konular - Din - Dinler
    Diyanet meali: Sems 6- Yere ve onu yayıp döşeyene andolsun, Nazihat 30- Ardından yeri düzenleyip döşedi. E.Hamdi Yazir meali: Sems 6- yere ve onu döşeyene, Nazihat 30- Ondan sonra da yeryüzünü döşedi. Ayntabi Mehmed Efendi meali: Sems 6- Yer ve onu doseyen hakki icin Naziat 30- Sonra yeri (sukna icin) O, yayip dosedi. Muhammed Esed meali: Sems 6. ve yeryüzünü, onun (uçsuz bucaksız) genişliğini! Nazihat 30- Ve ardından yeri düzenleyip yaymıştır, Suat Yildirim meali: Sems 6- 6. Yer ve onu yayıp döşeyen, Nazihat 30- Sonra da yeri döşeyip yerleşmeye hazırladı. Bazi meallerde ise yeryuzu kelimesi yerine, yerkure kelimesi kullaniliyor. Yasar Nuri Ozturk meali: Sems 6- Yere ve onu döşeyene. Nazihat 30- Bundan sonra da yeri yayıp deve kuşu yumurtası biçiminde yuvarlattı. Evet goruldugu gibi Yasar Nuri Ozturk mealinde deve kusu yumurtasi bicimi deniliyor. Digerlerine baktigimiz zaman sanki dunya yuvarlak bir tepsi seklinde. Yasar Nuri Ozturk ise -daha inanirlik kazansin diye herhalde- deve kusu yumurtasi biciminde yuvarlatti demeyi yegliyor. Dunyanin yuvarlak oldugunun ilk tezleri Miletoslu Thales (m.o. 624-546) ve gene Miletoslu Anaximander (m.o. 610-550) tarafindan ortaya atilmis olsa da, dunyanin yuvarlak olusu hakkindaki tezin ilk olarak Pythagoras (m.o. 576-496) tarafindan ortaya atildigi gorusu kuvvetlidir. Pythagoras'in arastirmalari ogrencileri ve kendisinden sonraki arastirmacilar tarafindan yayginlik kazanmistir ve bu teori ikinci kez Yunan Eleiali Parmenides (m.o. 515-445) tarafindan ele alinmistir. Bazi bilginler ise dunyanin yuvarlak oldugunu, dunyanin ay uzerindeki golgesine bakarak anlamakta gecikmemislerdir. Parmenides karalarin henuz dortgen biciminde gosterildigi bir dunya haritasi yapar. Parmenides'i takiben Aristoteles (m.o. 383-322) kendi eserinde Pythagoras'in teorisini yaymaya ve kanitlamaya calisir. Aristoteles'den sonra baska bir Yunanli astronom Krates (m.o. 2.yy) 10 ayak capinda bir yuvarlak yaparak, dunyanin betimini ortaya koymaya calisir. Bu teoriyi ilk olarak kanitli bir sekilde basaran (m.o. 64-23) cografyaci Strabon olur. Diger cografyaci ve astronomlarin bilgilerini de arastirip gelistirerek Geography adinda bir kitap yazar. Kitabinda dunyanin yuvarlakligina ait kanit olarak bilinen acik denizde geminin once direginin gorunmesi daha sonra ise kendisinin gorunmesi ile ilgili gemi ornegini verir. Acaba bu meallerde mi bir tercume hatasi var yoksa Muhammed'in bu ortaya atilan tezlerden haberi mi yoktu ki dunyanin bugunku seklini net olarak soyleyememis?
  2. muki şurada cevap verdi: muki başlık Dini Konular - Din - Dinler
    fft, herhalde sen, sana gore cok kotu seyler yasadin ki kendini bu kadar dine verip diger insanlari da gunahkar olduklari icin (gene sana gore) dine cagiriyor ve gelmek istemeyenleri de 'o dilemedikce sen inanip dileyecekte degilsin' diyorsun. Sen degisime ugratilmaktan dolayi yat kalk kendin icin sukret ama digerlerine karisma, birak onlar kime, neye inanirlarsa inansinlar. Ne de olsa onlarin akibetinden sen sorumlu degilsin.
  3. Bir binanin yapilisinda Islam inancinin ne gibi bir katkisi olabilir ki? Ancak insaatcilarin insan canina duyduklari saygi bir binayi yaparken kendini belli eder. Size gore Turkiye'de zelzelede olsun, durup duruken yikilmis olsun, butun bu binalari insaa edenlerin hepsi Islam inancindan nasibini almamis oyle mi? Japonya'da da binalar yapiliyor ve en siddetli zelzelede dahi bu binalara birsey olmuyor. Bu insanlarin hepsi Islam inancindan nasiplerini almis kisiler de haberleri mi yok, ya da bizim mi haberimiz yok...
  4. muki şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Gül Irak’ın kuzeyinde Mehmetçiğin başına çuval geçirildiğinde ABD’yi, “Büyük devletler özür dilemez ki” diye savunan ve Peşmerge önderliğinde Telafer’de Amerikan güçleri Türkmen katliamı başlattığında, “Orada Türkmenlere yönelik bir şey yok, Felluce’den kaçan teröristler Telafer’e sığınmış, operasyon Türkmenlere değil!” demiş, biridir..Tarih, 24 Mayıs 2003. Gül’ün İsrail’in Lübnan’a saldırması sonrasında The Washington Post’ta çıkan makalesini hatırlayalım: “ Benim neslim, demokrasinin yüksek değerlerinin yanında duran bir ABD imajıyla büyüdü… Tek başına bu trajediyi durdurma imkân ve kabiliyetine sahip olan dünyanın tek süper gücü, insanların bu kadar acı çekmesine neden göz yumuyor ve merhamet çağrılarını neden karşılıksız bırakıyor?’ ( Abdullah Gül- Zaman- 3.8.2006) ABD ile” Stratejik Vizyon Belgesi” mutabakatını imzalayıp BOP’u siyasallaştıran gene Gül’dür “ Kahraman Amerikalı askerlerin sağ salim Amerika’ya dönmesi için duacıyım” diyen Erdoğan’dan sonra şimdi de ‘Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Türkiye’nin dış politika ilkelerine uygun. ABD ile hareket ediyoruz. Amacımız İslam ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek…’ diyen Gül’dür “ Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkilerimiz önemlidir. Dünyanın süper gücünün gündem maddeleri bizim de gündem maddelerimizdir. Aramızdaki işbirliğinin stratejik boyutta olmasının anlamı, bu meselelerde ulaşılması gereken hedeflere ilişkin görüşlerimizin örtüşmesidir ” diyende ABDullah Gül’dür. Abdullah Gül, 24 Mayıs 2003 yılında ABD ile yaptığı gizli anlaşmayı Vatan Gazetesi Yazarı Sedat Sertoğlu’na böyle savunmuştu: “Ben bu gezileri yapmadan önce, şimdi senin oturduğun koltukta (eliyle koltuğa vurarak) ABD Dışişleri Bakanı Powell oturuyordu. Onunla 2 sayfalık 9 maddelik bir plan üzerinde anlaştık. Ama ben her yaptığımı kalkıp anlatamam ki…” BAĞIMSIZLIK VE EGEMENLİK NASIL TESLİM EDİLMİŞ? Yeterince anlaşılması için ABDullah Gül’ün “herşeyi de açıklayamam ki” diyerek itiraf ettiği, Tezkere’nin reddinden sonra ABD ile yaptığı gizli anlaşma maddelerini, Osmanlı İmparatorluğu’nu işgalcilerin kucağına bırakan Mondros Silah Bırakışması’nın maddeleriyle karşılaştırmakta yarar var: 1- 1918 Mondros İşgalcilerin Vahdettin’e verdiği emir: Ordu terhis edilecek, orduya ait silahlar, taşıtlar, cephane ve donatım, İtilaf Devletleri’ne teslim edilecektir. Bütün haberleşme, ulaşım araç ve gereçleri İtilaf Devletleri’nin denetimi altında bulundurulacaktır. 2003 ABD’nin dışişleri bakanı C.Powell’in Gül’e verdiği emir: Türkiye Kuzey Irak’tan Çekilecek. Türk Ordusuna bağlı olan özel kuvvetler 4 ay içinde aşamalı olarak Türkiye sınırları içine çekilecek. Türk Ordusunun asker ve silah sayısı ABD’nin uygun bulduğu şekilde indirilecek. Özellikle tank ve ağır silahların miktarı düşürülecek, savaş uçakları sınırlandırılacak. 2- 1918 Mondros İşgalcilerin Vahdettin’e verdiği emir: İstanbul ve Çanakkale Boğazları açılacak ve bu yerlerdeki askeri üsler, İtilaf Devletleri’nce işgal edilecektir. Donanma, İtilaf Devletleri’nin gösterecekleri limanlarda gözaltında tutulacaklardır. İtilaf Devletleri, kendi güvenliklerini tehdit edecek bir durum ortaya çıkarsa, herhangi bir stratejik noktayı işgal edebilecektir. Vilayet-i Sitte denilen Doğu Anadolu’daki 6 ilde (Erzurum, Van, Harput, Diyarbakır, Sivas ve Bitlis) karışıklık çıktığı takdirde İtilaf Devletleri bu illerin herhangi bir bölümünü işgal edebileceklerdir. 2003 ABD’nin dışişleri bakanı C.Powell’in Gül’e verdiği emir: PKK ve KADEK her ne yaparsa yapsın Türk Ordusu sınır harekatı yapamayacak. ABD’den izinsiz Irak sınırını geçemeyecek. Aksi halde ABD, Türkiye’ye yaptırım için askeri de olmak üzere haklarını saklı tutacak. Yani ABD himayesine aldığı PKK’lıları korumak için isterse Türkiye’ye askeri operasyon yapabilecek. 3- 1918 Mondros İşgalcilerin Vahdettin’e verdiği emir: Osmanlı Devleti, müttefikleriyle olan bütün ilişkilerini kesecektir. 2003 ABD’nin dışişleri bakanı C.Powell’in Gül’e verdiği emir: Türkiye, ABD talep etmesi halinde Orta Doğu ve İran’a saldırılarında şartsız olarak aktif destek verecek. 4- 1918 Mondros İşgalcilerin Vahdettin’e verdiği emir: Anadolu dışında bulunan Türk Askerleri, en yakın İtilaf Devleti askeri birliklerine teslim olacaktır. 2003 ABD’nin dışişleri bakanı C.Powell’in Gül’e verdiği emir: Türkiye’de bulunan ABD subaylarının görev alanları ve yetkileri genişletilecek. Türk birliklerinin de katılacağı ABD harekatlarında komuta yetkisi ABD’de olacak. 5- 1918 Mondros İşgalcilerin Vahdettin’e verdiği emir: Toros tünelleri, İtilaf Devletleri tarafından işgal edilecektir. 2003 ABD’nin dışişleri bakanı C.Powell’in Gül’e verdiği emir: Türkiye Kuzey Irak’ta kurulacak olan kukla Kürt Devleti’ni resmen tanıyacak. Bu devletin kuruluşunu savaş nedeni sayan Milli Güvenlik siyaset belgeleri ile bu yöndeki siyasi kararlar kaldırılacak. Dört lideri dışında PKK ve KADEK’li diğer yöneticiler de dahil olmak üzere bütün teröristler affedilecek. Terör örgütünün yasallaşması sağlanacak.Böylece terör örgütü siyasete girebilecek. Dağdaki terörist başlarının siyasete girebilmesini sağlayan hukuki çalışmalar yapılacak. Belediyelere özerklik verilecek. Dört yıl içerisinde aşamalı olarak federasyona geçilecek. Kuzey Kıbrıs’ta Annan Planı uygulanacak. KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş Arafat’a uygulanan yöntemle devre dışı bırakılacak. Ege’de Türk Jetlerinin uçuş alanı daraltılacak, Yunan doktrini geçerli olacak, Yunanis’tan rahatsız edilmeyecek. Ermenistan kısıtlamaları kaldırılacak, ilişkiler iyileştirilecek. Sınır ticareti serbest bırakılacak Ermenilerin Türkiye’ye girişlerindeki kısıtlamalar kaldırılacak. 30 Ekim 1918 Mondros Anlaşması’nın bu maddeleri ile Osmanlı Devleti’nin fiilen sona erdirdi. Anadolu’nun İtalyan, Fransız, Yunanlılar tarafından paylaşımıyla birlikte 13 Kasım 1918′de İtilaf Devletleri gemileri İstanbul Limanı’na demir attı ve İstanbul fiilen işgal edildi. Kasım 2003 Abdullah Gül- Powell gizli anlaşması ile Türkiye bağımsız bir devlet olmaktan çıkartılmış oldu. Bu anlaşma ile Misak-ı Milli sınırları fiilen bölünmektedir. AB-dullah Gül’ün AB hakkındaki sözlerinide hatırlayalım.. Bir zamanlar Türkiye’nin AB’ye girmesine karşı çıkan Abdullah Gül, TBMM’de yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu:“Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmeyeceği kesindir. Bunu Avrupalılar söylemektedir. Avrupa’nın önde gelen bütün politikacıları söylemektedir. Çünkü Avrupa Birliği bir Hıristiyan birliğidir. Bunu biz söylemiyoruz. Avrupa’da herkes söylüyor, herkes biliyor. Halka sormaktan korkulmuştur. Demokratikseniz Avrupa ülkelerinde olduğu gibi bunun için halkın oyuna başvurursunuz, gidip halka sorarsınız. Türkiye’yi bu noktaya getirenler suçludur.” Tayyip Erdoğan gibi değişim rüzgarına kapılıp 180 derece dönerek bakın şimdi ne diyor: ) “Türkiye’nin hedefi çok açıktır: AB üyesi olmak… Bunun ülkemizde demokrasinin ve ekonominin güçlenmesini sağlayacağını ummaktayız. Buna karşılık biz de AB’ye tam üye olarak kabul edilecek Türk devletinin saydam, demokratik bir İslam devleti olacağını taahhüt ediyoruz.” Yayın tarihi 23.11.2002.
  5. Kasap et derdinde, koyun can derdinde. Bunlar adam olacakta Ataturk'un bize biraktigi mirasi devam ettirecekler oyle mi... Birakin devam ettirmeyi, herseyimizi satiyorlar.
  6. muki şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Zaman Gazetesinden TOKİ haberi : “Toplu Konut İdaresi, 70 bin işsize daha ekmek kapısı açacak Ekonomik büyümede lokomotif görevi üstlenen inşaat sektörü, istihdam sorununun çözümünde de büyük pay sahibi. Halihazırda 550 bin kişi için ekmek kapısı olan Toplu Konut İdaresi (TOKİ), yıl sonuna kadar yapacağı yatırımlarla 70 bin yeni istihdam sağlayacak. Kurumun iki yıl için hedefi ise istihdam sayısını 1 milyona ulaştırmak. Toplu Konut İdaresi Başkanı Erdoğan Bayraktar, Türkiye’nin işsizlik sorununu aşmasında önemli bir rol üstlendiklerini belirtiyor. İdarenin hedeflerini Zaman’a anlatan Başkan Bayraktar, 2005 yılı sonuna kadar yapımına başlanılan konut sayısının 150 bini bulacağını ifade ediyor. Yeni inşaatlarla birlikte sağladıkları istihdamda da önemli ölçüde artış olacağını dile getiren Bayraktar, yıl sonuna kadarki üç aylık dönemde 70 bin kişiyi iş sahibi yapacaklarını kaydediyor. Kurum, şu anda 275 bini doğrudan, 275 bini ise dolaylı olmak üzere 550 bin kişiyi istihdam ediyor. Bayraktar, bu rakamın yıl sonu itibarıyla 600 bini aşmasının beklendiğini vurguluyor. TOKİ, 2007 yılı sonuna kadar 250 bin konut inşa etmeyi planlıyor. Bu yatırımlarla iki yılda istihdamın 1 milyonu bulacağı tahmin ediliyor. Başkan Erdoğan Bayraktar, Türkiye’nin yaşadığı en büyük sorunun işsizlik olduğuna işaret ederek, sorunun çözümünde çok önemli bir görev üstlendiklerini vurguluyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın TOKİ’ye özel önem atfettiğini belirten Bayraktar, kurumun özünde Başbakan’ın ‘istihdam projesi’ olduğunu dile getiriyor. Başbakan’ın himaye ve motivasyonu ile çalıştıklarını dile getiren Bayraktar, insanları iş sahibi yapmanın kendilerini mutlu ettiğini belirtiyor. Erdoğan Bayraktar’ın verdiği bilgiye göre, 70 il ve bu illere bağlı 135 ilçedeki 346 şantiyede çalışmalar sürüyor. Toplam 135 bin konutun ihaleleri tamamlandı ve büyük kısmının inşaatına başlandı. 104 bölgede yaklaşık 43 bin 500 konutluk uygulama ise ihale aşamasında. Bu yıl sonuna kadar 54 bin konutun inşaatı tamamlanacak. Kurum, 2007 yılına kadar 81 il ve 350 ilçede inşaat yapımına başlamayı hedefliyor. Başkan Bayraktar, sağladıkları istihdamın yanı sıra 4 bin kalemde üretim yapan 380 sektörü de hareketlendirdiklerine işaret ediyor. TOKİ’nin sosyal yatırımlara da önem verdiğini aktaran başkan, bu çerçevede alt gelir grupları ile fakirler için konut ürettiklerini ve çok uygun taksitlerle sahiplerine ulaştırdıklarını söylüyor.” Aşağıda dar gelirli milletvekillerimiz ile kamu çalışanlarımızın listesi. Oy verip yeniden milletvekili seçilmelerini sağlayalım ki aldıkları evlerin taksitlerini ödeyebilsin garibanlar. ERLER Mahallesinden Konut Sahibi Olanların Listesi 2. GRUP ALICI LİSTESİ (GRUP TEMSİLCİSİ : OSMAN ÖZTÜRK) BLOK KAT BAĞ.BÖLÜM ODA SAYISI KONUT ALICISININ ADI, SOYADI C-K2 5.KAT 22 4+1 EGEMEN BAĞIŞ AKP İstanbul Milletvekili Egemen Bağış C-K2 5.KAT 23 4+1 ŞADİYE KOÇ Turizm Bakanı Atilla Koç’un eşi C-K2 1.KAT 6 4+1 NEVZAT PAKDİL AKP Milletvekili, Meclis Bşk. Vekili C-K2 2.KAT 10 4+1 SUAT KILIÇ AKP Samsun Milletvekili C-K2 3.KAT 16 4+1 SÜLEYMAN ÇİL AKP Kastamonu Milletvekili C-K3 5.KAT 23 4+1 SABRİ VARAN AKP Gümüşhane Milletvekili C-K2 6.KAT 26 4+1 SEYFİ TERZİBAŞIOĞLU AKP Muğla Milletvekili C-K2 8.KAT 34 4+1 ZEYNEP TEKİN BÖRÜ AKP Milletvekili C-K2 11.KAT 46 4+1 MEHMET DANIŞ AKP Çanakkale Milletvekili C-K2 11.KAT 47 4+1 BEKİR BOZDAĞ AKP Yozgat Milletvekili C-K2 12.KAT 51 4+1 MEVLÜT AKGÜN AKP Karaman Milletvekili C-K3 1.KAT 5 3+1 SUAT PAMUKÇU AKP Bayburt Milletvekili C-K3 2.KAT 10 4+1 MEBRURE SUNA KUTAN Recai Kutan’ın Eşi C-K3 5.KAT 22 4+1 LÜTFİ ESENGÜL Eski Refah Partisi Milletvekili C-K3 9.KAT 40 4+1 AHMET CEMİL TUNÇ Eski Refah Partisi Milletvekili C-K3 7.KAT 32 4+1 EMİN ZARARSIZ Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı B-K1 ZEMİN 3 3+1 ÖMER FARUK DOĞAN DTM Müsteşar Yardımcısı C-K1 2.KAT 11 4+1 ORHAN GÜMRÜKÇÜOĞLU Sağlık Bk. Müst. Yrd. B-K1 11.KAT 46 3+1 MAKSUT METE Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı C-K3 12.KAT 51 4+1 JALE AYGÜL Devlet Personel Başkanı C-K4 3.KAT 14 4+1 AYKUT ZAHİD AKMAN RTÜK Başkanı B-K1 3.KAT 14 3+1 İLYAS ARLI Milli Emlak Genel Müdürü C-K1 1.KAT 7 4+1 YUSUF BEYAZIT Vakıflar Gen. Md. B-K2 1.KAT 6 3+1 AHMET ANYOLAÇ Vakıflar Genel Müdür Yardımcısı B-K2 1.KAT 8 3+1 KENAN KARADENİZ Vakıflar Genel Müdür Yardımcısı B-K2 3.KAT 16 3+1 AHMET ERDAL TEZCAN Başbakanlık Basın Müşaviri B-K2 11.KAT 46 3+1 VEYSEL EROĞLU DSİ Genel Md. B-K2 4.KAT 17 3+1 CEMAL NOĞAY DSİ Genel Müdürlüğü Basın Müşaviri C-K3 11.KAT 47 4+1 BEDRETTİN YILDIRIM Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez BirliğiGenel Müdürü B-K2 3.KAT 15 3+1 YÜKSEL ÖZTÜRK Kanunlar ve Kararlar Genel Müdür V. C-K1 2.KAT 10 4+1 ELVAN TURAGAY Eski TOKİ Bşk. Eşi CK-3 2 9 4+1 HAKAN BİLİR Rekabet Kurumu Uzman B-K2 7.KAT 31 3+1 ENDER ÇETİNKAYA Danıştay Eski Başkanı B-K1 1.KAT 8 3+1 CUMALİ TEKİN MEB Müşavirliği’ne atanan AKP Adana milletvekili Zeynep Tekin` in öğretmen kardeşi B-K1 10.KAT 41 3+1 MEHMET ŞİMŞEK Hükümetin T.C. Merkez Bankası Başkanlığıiçin üzerinde durduğu isim B-K3 4.KAT 20 3+1 KENAN İPEK Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif EvleriGenel Müdürü C-K1 8.KAT 35 4+1 OSMAN BÖLÜKBAŞI Adalet Bakanlığı, Müst. Yrd.
  7. muki şurada cevap verdi: muki başlık Dini Konular - Din - Dinler
    "Cocukken her aksam yatmadan once Tanri'ya bana bir bisiklet vermesi icin dua ederdim. Bir gun Tanri'nin calisma tarzinin bu olmadigni anladim. Ertesi gun gittim kendime yeni bir bisiklet caldim ve her aksam yatmadan once Tanri'ya gunahlarimi affetmesi icin dua ettim." Al Capone
  8. muki şurada cevap verdi: muki başlık Güncel Konular
    Yoruma gerek yok. Ne ve kim oldugunuzu bu yazinizla zaten belli ettiniz.
  9. muki şurada cevap verdi: muki başlık Güncel Konular
    Câbir (r.a)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Evlendim daha sonra da Rasûlullah (s.a.v)’in yanına geldim. “Ey Câbir Evlendin mi?” diye sordu. Ben de: “Evet” dedim. “Bakire mi aldın yoksa dul mu?” diye sordu. “Dul aldım” dedim. “Keşke bakire biri ile evlenseydin, sen onunla o da seninle oynaşırdınız” buyurdu. (Buhârî, Nikah: 11; Müslim, Rada: 16) Turkiye'de bosanmis/dul ve cocuklu kadinlarin isi de zor, cunku oyle ha deyince koca da bulamaz. Oyle ya sonucta oynasmak var. Hem sonra bosanmis/dul bir kadin tecrubelidir ve belki kiyaslama yapabilir. Bu da erkekligi soz konusu olan bir erkegin isine gelmez. Hele hele evlilik disi bir cocugu varsa omur billah yalniz kalmaya mahkumdur.
  10. Evet, bakin burada cok haklisiniz. Kendisine din diye bir seyi yoldas yapip, dine girmeyenleri oldurulmeye layik kafir goren, boylece 'ben'ini yuceltmeye calisan insanlari Yaratan muhakkak goruyordur, bunda hic suphe yok.
  11. muki şurada cevap verdi: muki başlık Güncel Konular
    Sayin restpektif, bakin yukarida ne guzel boyle bir programin oldugundan bahsetmissiniz. Oradaki insanlar boyle medeni bir cesarete sahipler demek ki tutup boyle bir program yapabiliyorlar ve toplumdaki yozlasmayi, bozulmayi gozler onune serebiliyorlar. Bizdeki gibi bazi yozlasmalar hasir alti edilmiyor. Boyle bir programin bizde oldugunu dusunsenize! ertugruld, siz ne diyorsunuz ben ne diyorum: Elestirmiyorum, ancak bu kadinlarin zavalliliklarini gozler onune seriyorum. Bir hata yapildiginda dislanmak mi lazim? Oldurulmek mi lazim? Yoksa bahsettigim kurumun yaptigi gibi bu kadinlara yardim eli uzatmak mi lazim... Bizdeki aile kavrami Avrupa'da ölmüş olabilir, ancak birlikte yasamaya karar veren bir cift bu birlikteligin tum sorumlulugunu ve sayginligini ustleniyor. Yani, hadi birkac gun bununla, birkac gun onunla yasayayim demiyor. (Simdiye kadar da hic bir yabancidan nasil sevistiklerine dair bir laf duymadim. Bu sizin dediginiz insanlar herhalde en alt tabakandan insanlardan olusuyor.) Burada da bir duzeltme yapayim, cunku bir memlekette uc sene yasamak demek oranin kulturunu, oranin insanlarini anlamak icin cok uzun bir muddet sayilmaz. Moses projesi gibi projelerin Turkiye'de de yaygin bir hale gelmesini dilerim -ki Turkiye'deki hic bir kadinimizin attigi yanlis bir adim onlari mezara tasimasin. Hitler uzerine konusamamaniz da sizden kaynaklaniyor herhalde. Alman televizyonlarinda hafta sekiz gun dokuz bir Hitler filmi, ya da o doneme ait bir belgesel, reportaj gosterilir. Yani Almanlar gecmisini saklayan insanlar degiller. Ancak irkci insanlar her yerde oldugu gibi elbette Almanya'da da vardir. Eeee, artik onlarda bikti bizlerden. Turkler kurnaz ve akilli ya, basindan beri ormedik corap birakmadik baslarina. Artik adamlarin guveni kalmadi Turk milletine. Bakin ben Hollanda'da yasiyorum ve sizin dediginiz gibi Hollandalilarin hepsinin Almanca bildigi yanlistir. Cunku 1972 senesine kadar okullarda Almanca, Fransizca ve Inglizce zorunlu idi. Fakat 1972 den sonra Almanca ve Fransizcayi zorunlu ders olmaktan kaldirdilar. Bu yuzden yeni nesil Almanca, Fransizca bilmez. Ancak cok iyi Inglizce konusurlar. Lisan nankordur derler ya, eski nesil de konusmaya konusmaya bildigi lisanlari da unutmus hale gelmistir. Evet, her insan kendi milletinin yaptigi bazi durumlardan utanir. Nasil benim uc kagitcilik yapan, dolandiran, hak yiyen vs. vs.,yani kisacasi bir vatandasimin neden oldugu insana yakismaz ozelliginden dolayi utandigim gibi, o da keni vatandasindan utaniyor... Nereden cikardiniz sevgisiz olduklarini. Yoksa ozellikle size mi sevgi gostermediler? Bir toplumun yeryuzunden silinip gitmesini bu kadar istemek hangi zihniyete, hangi insanliga yakisir soylermisiniz bana.
  12. Sayin Tengeriin bosig, yukarida; ne baskasi tarafindan verilmistir, ne de kendi kendisi yaratmistir, diyorsunuz. Burasini tam anlamadim. Allah'a verilen tum sifatlar kendisine insan agziyla verilmis sifatlar degil mi?
  13. muki şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    'Bugun ne yaptim' baslikli forumda ertugruld bunlari yazmis. Uygun bir baslikta olmadigindan yeni bir baslik acip kendisine buradan yorum yazmayi daha uygun buldum. Size bakilirsa Avrupa, ohooo almis basini gidiyor. Ama bir de donun kendi ulkenize ve insanlarina bakin. Avrupa'da evlilik disi cocuk diye birsey yoktur, yani bizim anlayisimiza gore olan evlilik disi... Avrupa'da bazi ciftler evli olmadan birlikte yasarlar ve cocuk dogururlar ve kimse de aaaaa!!!!! demez. Kadin, bizde oldugu gibi cocugu ile birlikte mezara gitmez, ya da cocugunu tarlaya gommez, ya da cocugunu polis karakolunun kapisina birakmaz. Ayrica siz insanlari bulusturan kac tane Turk sitesi var biliyor musunuz? Internet elinizin altinda, bir tiklayiverin bakalim karsiniza kac tane cikacak. Internet'te tanisip evlenenlerin Turkiye'de de oldugunu duymuyor, bilmiyorsunuz galiba. Aldatmaya gelince... Turkiye'de bu konuda bir istatistik yapilsa keske derim. (Tabii el altindan, isimsiz) Turkiye'de kimse kompleks icinde degil, ancak dejenere bir toplum oldugumuz ortada. xxxxxxxxxxxxxxxxx Almanya’da Katolik kiliseleri 1999’dan bu yana ‘Musa Bebek Penceresi’ isimli bir uygulamayla, kendilerine bırakılan bebeklere sahip çıkıyor. Bebekler, Katolik inancına göre yetiştiriliyor. İstatistiklere göre, 3,5 milyon gurbetçimizin yaşadığı Almanya’da, Türk kızları her yıl ortalama 2 bin gayrimeşru çocuk dünyaya getiriyor. İsmi belirsiz başka bir Türk kızı da, gayrimeşru bebeğiyle birlikte ‘Musa Bebek Penceresi’ne şu mektubu bırakıyor: “Ben 25 yaşında bir Türk kızıyım. Ailemin istemediği bir genç için anne ve babamı terk edip onunla yaşamaya başladım. Sonra hamile kaldım. Arkadaşım hamile olduğumu öğrenince beni terk etti. Çocuğumu kendi başıma doğurdum. Şimdi ona bakacak durumda değilim ve ailemin haberi olsun istemiyorum. Bunu size teslim ediyorum, sizden ricam onu bir Müslüman olarak yetiştirin.” Almanya’nın Köln kentinde bulunan Musa Bebek Penceresi’ne (Moses Baby Fenster) bir gece yarısı bırakılan beyaz tenli, siyah gözlü, bir kundağa sarılı bebeğin yakasına iliştirilmiş bu mektup Adelheid Ana Çocuk Sığınma Evi’ni harekete geçirir. Sığınma evi Köln’de Müslüman bir aile aramaya koyulur ancak aradan bir ay geçmesine rağmen çocuğa bakacak Müslüman aile bulunamaz. Köln Katolik Birliği Sosyal Hizmetler Vakfı (SkF-Sozialdienst Katholischer Frauen) Başkanı Monika Kleine, bir ay süren arayışı şöyle özetliyor; “Aradığımızı maalesef bulamadık. Çocuk şu anda Katolik bir ailenin yanında büyüyor.” Başvuru sayısı artıyor Musa Bebek Penceresi ismi, Musa Peygamberin bir sepetin içinde Nil Nehri’ne bırakılmasından ilham alınarak konulmuş. Bu uygulamaya 1999 yılında Hamburg’da “Bebek Sepeti” ismiyle başlanmış ancak “sepet” kelimesi çöpü çağrıştırdığı için onun yerine “Musa Bebek Penceresi” tercih edilmiş. Köln’de 2000 yılında uygulanmaya başlayan bu sistem Almanya’da 5 ayrı bölgede bulunuyor. Herhangi bir sığınma evi bünyesinde olduğu gibi Katolik kiliselerinin bir bölümünde de sistem uygulanıyor. Ama Köln’deki uygulama en kapsamlı ve aktif olanı. Yılda ortalama 40 çocuk bu merkeze bırakılıyor. Sokağa bırakılan ve daha sonra bu merkeze ulaştırılan çocuklar bu rakamlara dahil değil. Musa Bebek Penceresi’ne Almanlardan sonra en çok Türkler ilgi gösteriyor. Bu yüzden sistemin tanıtım broşürleri Almanca, Türkçe ve Arapça olarak hazırlanmış. Merkez yöneticileri din, dil ve ırk ayırımı yapmadan hizmet vermeye çalıştıklarını belirtiyor. Ancak Musa Bebek Penceresi’ne bırakılan bebekler, kısa bir süre sonra koruyucu bir Katolik aileye veriliyor. Çocukların iyi bir Katolik olarak yetişmesi için, bu aileler takip ediliyor. Köln’deki Musa Bebek Penceresi, Adelheid Ana Çocuk Sığınma Evi bünyesinde yer alıyor. Her iki birim de doğrudan Köln Katolik Kadınlar Birliği Sosyal Hizmetler Vakfı’na (SkF) bağlı çalışıyor. SkF, kadınlar ve uzmanlardan oluşan bir birlik. Burada çalışanların çoğu gönüllü üyelerden oluşuyor. Amacını, toplumsal dairenin kenarına itilen ve zor şartlar altında yaşam savaşı vermeye çalışan kadınlara yardım eden bir kuruluş olarak açıklayan SkF, Türkçe yaptığı tanıtımında kendisini Türkiye’deki Diyanet teşkilatına benzetiyor; “Katolik kilisesi bünyesinde faaliyet gösteren bir sosyal yardım birliği olarak İncil’in esaslarına dayalı hayır görevlerini üstlenmiştir ve böylece merkezi bir diyanet kuruluşunu teşkil eder.” Çocuklara isim veriliyor Musa Bebek Penceresi, bağlı bulunduğu birime ait binaların dış kısmına yapılmış özel bir bölmeden ibaret. Anneyi kimse görmüyor, kamera kullanılmıyor. Anne pencereyi açıp çocuğunu bıraktıktan sonra kapı otomatik olarak kapanıyor. Alttan ısıtmalı küçük yatak bir dakika içinde alarma geçiyor ve 24 saat hazır bulunan görevliler çocuğu alıp ilk kontrollerini yapıyor. Altı temizlenip kıyafetleri değiştirilen bebek, sağlık kontrolünden geçiriliyor. İsmi takılan, oyuncaklar verilen çocuğun fotoğrafı da çekiliyor. Anneye 8 haftalık bir pişmanlık süresi tanınıyor. Bu zaman diliminde bebek daha önceden belirlenmiş yaşlı bir Katolik çifte geçici evlat veriliyor. 8 hafta sonunda anne kuruma başvurmazsa o zaman çocuk daimi aileye teslim ediliyor. Bu sırada sığınma evi çocukla ilgili bütün bilgileri her yıl gözden geçirip dosyalıyor. Bu bilgiler çocuğa 16 yaşından sonra veriliyor. Adelheid Ana Çocuk Sığınma Evi’nin müdiresi ve Musa Bebek Penceresi sorumlusu Eva Winkler-Jansen sistemi şöyle anlatıyor; “Bu sistem çocukların sokağa bırakılıp ölmesini engellemek için vardır. Sistemimiz çok güvenilirdir. Anneyi görmüyoruz ve takip etmiyoruz. Bebek bırakıldıktan hemen sonra alarm çalıyor ve görevlilerimiz müdahale ediyor. Çocuklar Katolik ailelerin yanına verilip yetiştiriliyor. Pişman olup gelen anneler oldu. Kendilerine çocuklarını verip onları hayata hazırlıyoruz. Eğer anne hazır değilse o zaman 3 yılı geçmeyecek şekilde bizimle birlikte kalıyor. Biz de onun hayata hazırlanmasına yardımcı oluyoruz.” Her yıl 2 bin gayrimeşru çocuk Federal İstatistik Dairesi’nin bir başka verisine göre ise Türk kızları ile ilgili korkunç bir sonuç ortaya çıkmış durumda. Verilere göre Türk nüfus arasında evlilik dışı (babası belli olmayan) dünyaya gelen çocukların sayısı aşırı derecede artıyor. Almanya’da her yıl ortalama 2 bin Türk kızı evlilik dışı çocuk dünyaya getiriyor. Bu rakam Alman kızları arasında bin 700 olarak kayıtlara geçmiş. Almanya’da ortalama 3,5 milyon Türkün yaşadığı düşünülürse ortaya çıkan tablo, gurbetçilerimizin içinde bulunduğu bunalımı anlatmaya yetiyor. Federal İstatistik Dairesi’nin verilerine göre bazı yıllar 2 bin ortalamasının üzerine çıkılmış. 1998 yılında 2 bin 137, 1997’de 2 bin 75 ve 2000 yılında 2 bin 52 Türk kızı evlilik dışı çocuk dünyaya getirmiş. MONİKA KLEİNE*: TÜRK KIZLARI DA BİZE SIĞINIYOR Aslında bebek kutusu uygulaması Ortaçağa dayanır. O dönemde de manastırlarda kadınların bakamadıkları bebeklerini içine koyabilecekleri pencereler vardı. Biz bu uygulamayı örnek aldık. Zaten vakfımızın temeli 104 yıl önce atılmıştı. Tabiatımız gereği ayrım yapmıyoruz. İnsanlar için çıkış yolu kalmadığı noktalarda biz devreye giriyoruz. 33 ayrı projemiz var ve bunların hepsi uygulamada. Bize çocuklarını bırakan Türk kızları da var. Biz hiçbir şekilde bunların kimliklerini deşifre etmiyoruz. Hangi milletten çocuk bırakılmış onu rahatlıkla anlıyoruz. Ancak aileye verirken bunu kesinlikle açıklamıyoruz. Bizim felsefemiz bu. Sadece Türk bebekleri değil, Türk kızları da bize sığınıyor. Ve sayıları oldukça fazla. Türk dernekleriyle şimdiye kadar herhangi bir temasımız olmadı. Özellikle de saklanmak zorunda kalan bir Türk kızıyla ilgilenmemiz gerekti. Hamile kalıp evden kaçan ya da zorla evlendirilmek istediği için evinden kaçan Türk kızları bize başvuruyor. Şunu belirtemeliyim ki Türk kızları ciddi bir kültürel çatışma içerisinde yaşıyor. Hapishanelerdeki Türk kadınları ile de ilgileniyoruz. Mesela, uyuşturucu suçundan hapishanede bulunan, sekiz aylık bebeği ile birlikte sınırdışı edilmek istenen uyuşturucu bağımlısı bir kadınla şu anda ilgileniyoruz. Bu kadın sınırdışı edilecek ve İstanbul’da onu karşılayıp ilgilenecek bir kurum veya kuruluş bulamadık. Adelheid Ana Çocuk Sığınma Evi’nin yanı sıra bir sığınma evimiz daha var. Her ikisinde de birçok Türk kadını ve kızı bulunuyor. Ama güvenlik gerekçesiyle buraların adreslerini gizli tutuyoruz. Haşim Söylemez xxxxxxxxxxxxxxxxx Bebeğini Toprağa Gömüp Terk Etti Konya’da 27 yaşındaki S. V., evlilik dışı ilişkiden dünyaya getirdiği bebeğini boş arsada canlı canlı toprağa gömüp terk etti. Arsada oyun oynayan çocukların şans eseri bulması sonucu ölümden kurtulan kız bebek, hastanede tedâvî altına alınırken, S. V. da polis tarafından yakalandı. Vücudunun büyük bölümü toprağa gömülen minik bebek, ölüme terk edilirken, saat 21.00 sıralarında düğün için mahalleye gelen ve boş arsada oyun oynayan çocuklar, ağlama sesi duydu. Çalıların altında, vücudunun büyük bölümü toprağa gömülü bebeği gören çocukların haber vermesiyle olay yerine giden mahalle sakinleri, moraran ve ölmek üzere olan bebeği gömüldüğü yerden çıkarıp Konya Numune Hastanesi’ne götürdüler. Tedaviyi üstlenen Dr. Nazım Önder, bebeğin sağlık durumunun ciddiyetini koruduğunu söyledi. Dr. Önder: “-Bebek bize geldiğinde kolunda ve sırtında morluk ile gözünde şişlik vardı. Göbeği tam bağlanmamıştı. Göbeğini bağladık. Sağlık durumu iyi değil. Akciğerinde bir sorun var. Kolundaki morlukların doğum sırasında oluştuğunu, sırtındakilerin ise toprağa temas nedeniyle oluştuğunu düşünüyoruz. 3.3 kilogram ağırlığında bir bebek. Ümit ediyoruz yaşar.” dedi. (Hürriyet, 19 Haziran 2006) xxxxxxx Van'ın Başkale İlçesi'nde evlilik dışı ilişkiden hamile kalan ve doğum yaptıktan iki gün sonra ağabeyi tarafından öldürülen Naile E.'nin amcasının kızı B.E.'nin (24) de evlilik dışı hamile kaldığı anlaşıldı. xxxxxxx Kız kardeşine, "Seni kim hamile bıraktı?" diye soran Selahattin Sezgen, cevap veremeyip ağlamaya başlayan Meryem'in gözyaşlarına aldırmayıp göğsüne ve başına 2 kez ateş etti. 7 aylık hamile olduğu öğrenilen Meryem, karnındaki bebeğiyle birlikte hayatını kaybetti. Silah sesine uyanan aile fertleri, durumu polise bildirdi. Olay yerine gelen polis ekipleri, evde elindeki pompalı tüfekle şok haldeki Selahattin Sezgen'i gözaltına aldı.
  14. muki şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Sayin restpektif, 'Din kaynagini ilahi olandan alir ve ilahi olan uzerinde dusunmeyi tesvik eder. Yani ortada bir gercegi vardir dinin ve bu gercegin kabul edilip nicin dogru ve gercek oldugu uzerinde dusunulmesini ister.' demissiniz. Fakat din dusunmeyi tesvik etmez, aksine bir insanin bilincli dusuncesi bloke edilir. Sizin dediginiz gibi, dini dusuncede inkar ve isyan kinanir, cunku inkar ve isyan edersen sonun Cehennemdir. Boyle bir korkuyla da bir insanin sorgulamak yerine kuzu kuzu kabul etmesi gerekir.
  15. muki şurada cevap verdi: ekonom başlık Havadan Sudan Konular
    Verdigimiz hic bir seyin karsiligini beklemeksizin verebiliyorsak mutluyuz.
  16. 9.66- Boşuna özür dilemeyin! Çünkü siz, (sözde) iman ettikten sonra küfrünüzü açığa vurdunuz. İçinizden (tövbe eden) bir zümreyi affetsek bile, suçlarında ısrar etmeleri sebebiyle, diğer bir zümreye azap edeceğiz. Suclari nedir? Muhammed'e inanmamak!
  17. Bu ana-baba hakki zaten dinen ogutlenen birsey diyorsunuz ya, iste bu: Sayet anan da, baban da (ve tum diger aile fertleri, akrabalar, arkadaslar, dostlar, yani seninle uzaktan yakindan alakasi olan insanlar) seninle ayni dine inaniyorsa -yani Islam'a- gecerli olan bir sey. Diger turlu onlari ********, baska secenegin yok Kuran'a gore.
  18. Halifeliğin 1921 Türk Anayasası hükmü altında kaldırılmasından sonra, pek çok reform modern din ve devlet ayrımına uymayı sağlamak için Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk tarafından üstlendi. Devlet ve din işlerinin tam ayrımı, 5 Şubat 1937 Anayasasının laiklik prensibini kapsamasıyla başarıldı.Bu reformlar şunları içeriyordu: -1218 den beri süren Osmanlı Sultan resmiyetinin kaldırılması, son Osmanlı hanedanının yurt dışına gönderilmesi ve bundan dolayı Türk ulusuna,demokrasi temsilciliği yoluyla halka ait bağımsızlığı uygulama hakkı verilmesi 1 kasım 1922 -Yeni Türk Devleti'nin Cumhuriyet olarak ilanı: Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923 -1517 den beri Osmanlı'da yer alan halifeliğin resmiyetinin kaldırılması 3 Mart 1924 -Dini eğitim sisteminin kaldırılması ve standard ulusal eğitim sistemine giriş 3 Mart 1924 -İslami mahkemeleri kapama ve islam kanunlarını kaldırma 1924-1937 -İsviçre Medeni kanunu ve diğer kanunların adaptasyonu ile laik kanun yapısına geçmek 1924-1937 -Şapka ve kıyafet reformu 25 Kasım 1925 -Mezhep yanlısı manastır ve derviş localarının kapanması 30 Kasım 1925 -Örnek alınan İtalyan ceza yasasından, yeni ceza yasasına giriş 1 Mart 1926 -Uluslararası ölçü, saat ve takvime uyma 1925-1931 -Cinsiyetler arası eşitliği tanıma 1926-1931 -Latin Alfabesi'nden türetilen yeni Türk Alfabesi'ne uyum 1 Kasım 1928 -Soyadı kanunu 21 Haziran 1934 -Lakap ve takma adların kaldırılması 26 Kasım 1934 Yani goruyorsunuz ki, sizin 'ogune kadar devlet Islam'di' demeniz, o Islam devletinin icinin bos olmasidir. Cunku, Ulu Onder Ataturk pek cok reformlari tamamladiktan sonra Anayasa'ya laiklik prensibini eklemistir.
  19. Fussilet 34- İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir. Tevbe 23-Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir. Iste buna ve bunun gibi nice celiskili ayete aklim ermiyor. Celiski derken misal olarak: Allah bir gun once 'kotulugu en guzel bir sekilde sav, bakarsin sicak bir dost oluvermistir' diyor, bir gun sonra da 'baban ve kardesin dahi olsa dost edinme' diyor. Ne kadar degisken huyu var bu Kuran'in Allah'inin. Muhammed'in de: 'Ya Allah'im ilk once boyle dedin, simdi de boyle diyorsun' demek aklina gelmemis herhalde.
  20. Sayin restpektif, bakin ne diyor: "Ancak iman edip... yani iman onsart! Kuran'in hangi sayfasini okursaniz okuyun bu boyle.
  21. Sayin fft, benim yazdiklarimi okumazsaniz kendi ofkenize ofke eklemek zorunda kalmazsiniz. Evet, benim hislerimde canlandirdigim/canlandiramadigim Yaratan Kuran'in Allah'i degil. Ayrica Kuran, oyle sizlerin dedigi gibi sadece iyiliklerle dolu bir kitap da degil. Sorun da burada ya! Gercek olmayan vaatlerle dolu bir kitap olmasaydi, hic itirazim olmadan kabul edebilirdim. Ama maalesef bircok ayet erkeklerin gozlerini boyamaya yaradigi icin, kadin olarak itirazim var. Bu goz boyamaya yarayan ayetleri burada siralamama gerek yok sanirim, bunlari sizler de biliyorsunuz. Insanlar arasi kiskirticiligi bu dunyaya tasiyan hic bir yazili belgeye veya sozlu ifadeye prim vermedigim icin Kuran'dan hoslanmiyorum ve icinde yazilmis olanlara da inanmiyorum.
  22. Bakin bu arkadas ne guzel demis. Yaratani anlayan bir insan... Acaba Muhammed yaratani anladimi da, onun sozuymus gibi o kadar karanlik, korkutucu, tehdit edici seyler yazdi. Muhammed'in, Yaratan'i hissedip de bunlari yazmis oldugunu hic sanmiyorum. Gunumuzde bir insan baska bir insanin agzindanmis gibi onca agza ainmayacakl seyleri yazmis olsa, o insan digerini mahkemeye verir, 'bunlar benim agzimdan cikan sozler degil' diye. Ama, hissedilen Yaratan'in degil mahkemeye basvurmasi, kendisini savunma gibi bir luksu dahi yok.
  23. Denilse de: Islam dininde Allah'in nuru sevginin isigi degildir. Bu nur denilen isik ancak bir duvarda asili duran ve hayalet golgeleri meydana getiren bir gaz lambasinin isigini andirir. Muhammed mutlak itaat istiyor ve bilesigi Allah da Muhammed'in intikamini aliyor. Entellektuel itiraza da yer yok. Kuran'daki ayetlerle Muhammed olaya korku atesi karistiriyor: Sayet bana inanmazsaniz! Boylelikle Allah, Muhammed'in yardakcisi oluyor. Psikolojik acidan Muhammed'in kainatin gucune ihtiyaci var, cunku: Muhammed'in zekasi, inanilacak olana (dine) inandirici bir sekilde izah etmeye yetmiyor. Bu ozellik kendisinde a s a gilik kompleksi olan buyukluk hastaligina kapilmis bir kisinin zihinsel yetersizliginden ileri geliyor. "Peygamber" denilen bir kisinin ikna gucune sahip olmasi gerekirken, o eksikliklerini etrafa korku sacarak dengeliyor ve boylelikle basari elde ediyor. Karakter olarak zayif ve bilgisiz insanlar bu gibi seylere boyun egdiklerinden, Allah'in zeki insanlardan korktugu izlenimi doguyor. Fakat olaganustu yaratma gucu, bunun kabul edilebilecek hic bir yani olmadigini gosteriyor -ki bu da su anlama geliyor; Muhammed kendi eliyle acizligini teyit ediyor. "Derileri yanip dokuldukce, azabi tatmalari icin onlarin derilerini yenileyecegiz" demekle Muhammed'in insanlarin cekecegi acidan ne kadar haz aldigi aciga cikiyor ve bunu da Allah'a mal etmesi, Allah'in da bundan haz aldigi anlamina geliyor. Allah'in tehdit jestleri sonunda ona inanilirsa cennette huriler ve baska guzelliklerle son buluyor. Burada da ilkel insanlara hitap edilmis olunuyor. Allah, kendi cikarlarini dusunen ilkel insanlari aklen ileri insanlara tercih ediyor. Allah'in bilgeligi en buyuk nefreti icinde barindiriyor ve hic bir insan Allah'tan daha bilge ve iyi olamayacagina gore bu nefret toplumda aciga kavusuyor. Islam dunyayi sarmis olsa bile bu nefret ortadan kalkmiyor tersine, bu nefret her turlu akli, anlayisi ortadan kaldiriyor. Boylece bir suru Islam gruplari birbirlerini yok edene, insanlik yok edilene ve gezegen dunya mahvolana kadar insanlar kanli savaslar icine suruklenmis olacaklar. (Dunyada sadece Sunni ve Sii'lerin oldugunu dusunsenize! Akacak olan kanlari dusunebiliyor musunuz?) Felakete sadece Muhammed'e karsi gelenler ve Islam dinini kabul etmeyenler neden oluyorlar deniliyor. Oysa, Islam dini dunyada gun be gun daha buyuk felaketlere yol aciyor. Araplarin israfi, Islam'da cevre anlayisi ve tinsel duzeyde baslayan seriatin nefreti, laneti ve intikam alma tohumlari dunyayi cehennemin esigine getirecek olan asil etkenlerdir. Bir kitabin sebebiyet verdigi sey ancak: Butun insanlarin birbirine karsi carpismasidir. Cunku bir muslumanin misyonu: ********. Hurmet ve saygi bir toplumun isleyebilirliginin olmazsa olmazidir. Sayet insanlar bir kitaba istinaden asagilanip, kucuk dusurulurlerse, o zaman buyuk tartismalar, catismalar kacinilmaz olur. Kucumseme insanlara yapilabilecek en kotu hareket tarzidir, zira bu onyargiyi besler ve bir gercegin esasini/cekirdegini bulmada yardimci olamaz. Bu ancak zehir sayilir ve insanligi asit gibi ayristirir.
  24. muki şurada cevap verdi: muki başlık Amasya
    Kaleler Amasya Kalesi Şehri savunmak için en elverişli yer olan Harşena Dağı üzerinde kurulmuştur. Kale içi kesme taş, sur duvarları moloz taştan yapılmış olup sekiz savunma kademesine sahiptir. Erken Tunç Çağı’ndan (M.Ö. 3200) itibaren Osmanlı sonuna kadar savunma amaçlı kullanılmıştır. Kaleköy Kalesi Amasya-Tokat Karayolu’nun 24. km’sinden kuzeye ayrılan stabilize yolun 4.km’sinde bulunan Kaleköyü’nün kuzeyindeki kayalık alan üzerinde bulunmaktadır. Roma Dönemi’nde bölgeden geçen kervan yolunun güvenliğini sağlamak amacıyla inşa edilmiştir. Gökçeli Kalesi Amasya Göynücek İlçesi’nin 8 km kuzeybatısında, Gökçeli Köyü’nün yaklaşık bir km. kuzeydoğusundaki kayalık üzerinde, Çekerek Vadisi’ne hakim bir mevkiide yer almaktadır. Romalılar döneminde garnizon olarak kullanılmıştır. . Baraklı Kalesi Taşova İlçesi Özbaraklı Beldesi’nin güneyinde, yaklaşık 2 km uzaklıktadır. Romalılar döneminde, bölgeden geçen kervan yolunun güvenliğini sağlamak üzere inşa edilmiştir. Ören Yerleri Kral Kaya Mezarları ve Kızlar Sarayı Helenistik Dönemde, Harşena Dağı’ nın güney eteklerindeki kalker kayalara oyularak, anıtsal boyutta mezar odası olarak yapılmıştır. Antik Çağ yazarı Strabon, mezarların krallara ait olduğunu belirtmektedir. Bu ören yeri içerisinde 15.yy. Osmanlı Dönemi’ne ait iki adet özel hamam yer almaktadır. Aynalı Mağara Ziyaret Beldesi yolu üzerinde, Helenistik Dönem’e ait olup en iyi işlenmiş ve tamamlanmış anıtsal kaya mezarıdır. İçerisinde mezar odası ve tavandan zemine kadar; kahverengi ve kırmızı boya ile yapılmış Hz Meryem ve On İki Havari tasvirlerinden oluşan Bizans Dönemi duvar resimleri bulunmaktadır. Yeşilırmak vadisi içerisinde 25 civarında kaya mezarı bulunmaktadır. Ferhat Su Kanalı Geç Hellenistik - Erken Roma dönemine aittir. Antik Amasya Kenti’nin su ihtiyacını karşılamak üzere yapılmıştır. Kayalar oyulup tüneller açılarak, yer yer duvar şeklinde tonozlu bir biçimde arazi eğimine göre, su terazisi sistemine uygun olarak yapılmıştır. Bu durumuyla ünlü “Ferhat ile Şirin Efsanesi”’ne konu edilmiş olup, halk arasında “Ferhat Su Kanalı” olarak bilinmektedir. Kanalın Ferhatarası Mevkii’nde, karayoluna paralel olarak yaklaşık 2 km.uzunluğundaki bölümü görsel olarak izlenebilmektedir. Yassıçal Sunağı Yassıçal Beldesi’nin 3 km. güney batısında, Erbaa–Horoztepe’den Zela (Zile) Kenti’ne uzanan Antik Roma Yolu üzerinde yer almaktadır. Geç Helenistik-Erken Roma dönemlerinde dini törenlerin yapıldığı kutsal alandır. Etrafı “Temenna Duvarı” ile çevrili olup ortasında “Altar” (sunak) bulunmaktadır. Ancak günümüzde sadece yıkık çevre duvarlarını görmek mümkündür. Halk arasında “Büyük Evliya Tepesi” olarak anılmaktadır. Camiiler Fethiye Camii Fethiye Mahallesi’nde yer almaktadır. Kilise ıken Danışmendli Fetih Gazi 1116 yılında camiye çevirtmiş. Değişik dönemlerde tamir görmüş olan yapıya 1883 yılında (İncezade) Hacı Mehmet Arif tarafından minare ilave edilmiş, 1939 depreminden sonra yeniden onarılmıştır. Burmalı Minare Camii Dere Mahallesi’nde yer almaktadır. Selçuklu Sultanı II Gıyasettin Keyhüsrev zamanında, Vezir Ferruh ve kardeşi Haznedar Yusuf tarafından (1237-1247) tarihleri arasında yaptırılmıştır. 1590 da deprem ile, 1602 de yangın sonunda hasar gören bina onarım görmüş, daha önce ahşap olan minare burmalı olarak yapılmıştır. Ahşap minberi kitabeli olup Mahkeme Camii olarak da bilinmektedir. Çilehane Camii Sofular Mahallesi’nde, Pirler Parkı karşısındadır. Yakup Paşa tarafından 1413 yılında yaptırılmış olup mescit, türbe ve çile hücrelerinden oluşmakta olan bir Halveti Tekkesi'dir. Gümüşlü Camii Gümüşlü Mahallesi'nde olup ilk defa Gümüşlüzade Taceddin Mahmut Çelebi tarafından 1326 yılında yaptırılmıştır. Kare plân şemasına sahip olan eser, ahşap kubbe ile örtülüdür. Bayezıd Paşa Camii Kunç Köprü’ nün kuzey doğusundadır. Çelebi Mehmed devrinde, Amasya Valisi Bayezid Paşa tarafından 1414 yılında yaptırılmıştır. Ters T plan şemasına sahip zaviyeli camilerdendir. Son cemaat mahalini çevreleyen mermer üzerindeki geometrik süslemeler, dikkat çekici özelikleri arasında yer almaktadır. Yörgüç Paşa Camii Gökmedrese Mahallesi’ndedir. Sultan II. Murad’ın vezirlerinden Atabey Abdullah Oğlu Yörgüç Paşa tarafından 1428 yılında yaptırılmıştır. Ters T plan tipinde olan eserin, dış duvarları kesme taştandır. Giriş cephesi kemerlerinde kırmızı ve beyaz mermer geçmeler yapının görünümüne ayrı bir güzellik katmıştır. II. Bayezid Külliyesi Sultan II. Bayezıd adına 1486’da Amasya Valisi Şehzade Ahmet tarafından; cami, medrese, imaret, türbe, şadırvan ve çeşmeden ibaret külliye olarak yapılmıştır. 15.yüzyılın son çeyreğinde yan mekanlı camii mimarisinin gelişmiş bir örneğidir.Yapının kuzeyinde altı adet sütunun taşıdığı kemerler üzerine beş kubbeli son cemaat yeri ve içeride ise mihrap ekseni üzerinde büyük ve geniş bir kemer açıklığı ile birbirine bağlanmış arka arkaya iki kubbeyle örtülü dikdörtgen bir mekan ve buraya açılan üçer kubbeli yan mekanlardan ibarettir. Mihrap, minber ve taç kapısı genel olarak sade olup beyaz mermerden özenli biçimde yapılmıştır. İhtişamlı taç kapısı, kitabesi, silmeleri, statikleri ile zarif ve özenlidir. Ayrıca ahşap pencere kanatları, 15. y.y. ahşap kündekari tekniğinin en güzel örneklerindendir. Caminin batısında, (U) planlı revaklı açık avlulu, onsekiz hücreden ibaret medrese yer almaktadır. Yapı günümüzde İl Halk kütüphanesi olarak kullanılmaktadır. Caminin doğusunda, (L) plânlı imaret yapısı bulunmaktadır. Bugün, esas fonksiyonuna uygun olarak Amasya Valiliği Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın aşevi olarak faaliyet göstermektedir. Her iki minare hizasında bulunan yaşlı çınar ağaçlarının külliye ile yaşıt olduğu tahmin edilmektedir. Mehmet Paşa Camii Mehmet Paşa Mahallesi’nde Pirinççi Caddesi üzerindedir. Kitabesine göre, Sultan II. Bayezid’in vezirlerinden Hızır Paşa Oğlu Mehmet Paşa tarafından 1485 yılında yaptırılmıştır. Caminin sade mimarisinin aksine mermerden çok sanatlı biçimde işlenmiş minberi mermer işlemeciliğinin seçkin örneklerindendir. Caminin ahşap kapı kanatları halen Amasya Müzesi’nde teşhir edilmektedir. Şamlar (Ayas Ağa) Camii Şamlar Mahallesinde bulunmaktadır. Sultan II. Bayezid’ın Kapı Ağası Ayas Ağa tarafından 1495 yılında yaptırılmıştır. Kare planda ve tek kubbeli olan caminin beden duvarları moloz taştan örülmüştür. Cami avlusunu üç taraftan medrese odaları çevirmektedir. Hatuniye Camii Hatuniye Mahallesinde bulunmaktadır. Sultan II. Bayezid’in hanımı ve Şehzade Ahmet’in annesi Bülbül Hatun tarafından 1510 yılında yaptırılmıştır. Şirvanlı (Azeriler) Camii Bayezid Paşa Mahallesi'ndedir. Karabağlı Şeyh Hacı Mahmut Efendi tarafından Azerbaycan’ın Şirvan kentinden toplanan yardımlarla 1876 yılında başlanmış ve 1895 te bitirilmiştir. Kare planda olan caminin kuzey cephesinde dört sütunlu ve üç kemerli son cemaat yeri bulunmaktadır. Caminin doğusunda yine kare planlı fakat camiden daha küçük ve camiye bitişik türbe bulunmaktadır. Türbede Mir Hazma Nigari medfun bulunmaktadır. Kara Mustafa Paşa Camii Merzifon ilçesinin Gazi Mahbup Mahallesi'ndedir.1666 tarihinde yapılmıştır. Tümüyle dikdörtgen plânda olan asıl ibadet mekânı iki bölümden oluşmuştur. Tek kubbeli ana bölüme, kuzeyde kubbe ağırlığı, üç kemer ve iki paye üzerine bindirilmiş, böylece kuzey duvarı geriye alınarak, mekan boyuna olarak genişletilmiştir. Payeler arasında kalan kısımlardan orta bölüm yarım kubbeli büyük bir niş halinde, yanlar ise birer küçük kubbe ile örtülerek, esas ibadet mekânı ile birleştirilmiştir. Orta kısımdaki nişin yüksekliği yanlara göre daha yüksek tutulmuş ve tek düzelik ortadan kaldırılarak iç mekana değişik bir görünüm getirilmiştir. Asıl ibadet mekanının üzerini örten büyük kubbenin geçişi köşe trompları ile sağlanmıştır. Dış cephesi, tamamıyla kesme taştan yapılmıştır. İbadet mekanının üzeri büyükçe bir kubbe ile örtülüdür. Sekizgen kubbe kasnağının köşe boşlukları yine sekizgen ağırlık kuleleri ile desteklenmiş ve estetik açıdan bir bütünlük sağlanmıştır. 1900’lü yıllarda sekizgen planda yapılan şadırvanın kalem işi süslemeleri Zileli Emin tarafından yapılmış olup, süslemelerde eski İstanbul tanımlanmıştır. Köprüler Alçak Köprü Roma Dönemi’nde, Antik Amasya Kalesi’nden karşı mahallelere geçişi sağlamak amacıyla İris Nehri (Yeşilırmak) üzerine inşa edilmiştir. Nehir yatağının yükselmesi sonucu köprü kemerleri aşağıda kaldığından Amasya Valisi Ziya Paşa tarafından 1865’te köprü kemerleri üzerine ayaklar inşaa edilerek günümüze kadar gelmiştir. Çağlayan Köprü (İltekin Gazi) İl merkezine 5 kilometre mesafede Helvacı Mahallesi Eryatağı sapağındadır. 1076 yılında Danişmend Emirleri’nden İltekin Gazi tarafından yaptırılmıştır. Köprü, tamamı kesme taştan 6 adet yuvarlak kemer üzerine oturtulmuştur. Halk arasında uzun yıllar İltekin Köprüsü adıyla anılmıştır. Kunç Köprü Selçuklu Hükümdarı Sultan Mesut’ un kızı Hundi Hatun tarafından yaptırılmıştır. Bayezitpaşa ile Şamlar Mahallelerini birbirine bağlar. Üç büyük ayak üzerindeki geniş kemer açıklığı en dikkat çeken özelliğidir. Meydan / İstasyon Köprüsü Ziyapaşa Bulvarı’nın bitiminde Üçler Mahallesi’ni İstasyon mevkiine bağlayan köprüdür. Selçuklu Sultanı I. Mesut tarafından, kesme taştan, 5 gözlü, kemerli, harpuşta tarzında 1145 yılında inşaa ettirilmiştir. 1374 yılındaki depremde yıkılan köprü, Şadgeldi Paşa zamanının yapı karakteri korunarak kesme taştan yeniden yapılmıştır.Yapı, en son Amasya Ayanı Özlü Yusuf Ağa tarafından 1828 yılında onarımı yaptırılmıştır. Bedestenler Amasya Bedesteni Sultan II. Bayezıd’in Kapı Ağalarından Hüseyin Ağa tarafından 1483 yılında yaptırılmıştır. Osmanlı şehirciliğinin belli başlı merkezlerde meydana getirdiği sistemin bir tekrarı niteliğinde olup, orijinal ölçülerine göre orta boy bir bedestendir. Orijinalinde altı kubbeli bir yapı olup emsallerinden büyük olduğundan emsalleri arasında bir çeşitleme olarak görülmektedir. Plan şemasına göre ortada iki büyük ayağın taşıdığı kemerlerle altı kubbeli, dört kapılı, doğusunda arastaya açılan diğer cephelerde kemerli dükkanlarla desteklenmiş bir yapı iken 1970’li yıllarda kuzeydeki iki kubbeli mekanı, özel idare iş hanı yapımı sırasında ortadan kaldırılmış ve onarımlar sonucu bu günkü dört kubbesi ile ayakta kalabilmiştir. Merzifon Bedesteni Merzifon ilçe merkezinde, Gazi Mahbup Mahallesi’ndedir. Kara Mustafa Paşa Cami’nin hemen doğusunda yer alır. Dikdörtgen planlıdır. Kara Mustafa Paşa Vakfından olup 17. yüzyılda yapılmıştır. İç mekanda kalın payeleri birleştiren büyük sivri kemerler, dokuz adet kubbeden oluşan üst örtüyü taşımaktadır. Dıştan yapı; bir sıra kesme taş, üç sıra tuğladan oluşan beden duvarlarına sahiptir. Ancak her cephenin orta kesiminde kesme taştan dışa doğru çıkıntı yapmış tonoz örtülü dört adet giriş kapısı mevcuttur. Bu kapılar arasında Bedesteni çevreleyen arasta bulunmaktadır. Üst örtüsü dıştan hemen her bedestende olduğu gibi sekizgen kasnaklı kirpi saçaklı kubbelerle örtülüdür. XVII. yüzyılda Kara Mustafa Paşa ile altın yıllarını yaşayan Merzifon’un o dönemlerde şehrin çekirdeğini teşkil eden yapılardan birisi olan bedesten, bugün de ticari hayatın odak noktası konumundadır. Gümüşhacıköy Bedesteni İlçe merkezinde, Köprülü Camii'nin güneyinde yer alır. Köprülü Mehmet Paşa tarafından 1660 yılında kendi adına camiinin külliyesi olarak yaptırılmıştır. Doğu-batı yönünde ince uzun dikdörtgen planlıdır. Dört kapılı yapının özellikle meydana bakan kapısı diğerlerine göre daha özenli olup üzerine 1900 yılında Yanyalı Mustafa Paşa’nın oğlu Ali Rıza Bey tarafından saat kulesi ilave edilmiştir. Arada uzun dikdörtgen iki yanına sıralanmış beşik tonoz örtülü dükkanlardan oluşmaktadır. Avluya bakan cepheler her bölümü oluşturan yüksek sivri kemerler ve bunların aralarındaki payandalarla süslüdür.Üst kısımda cephe boyunca payandaların çevresini de dolaşarak uzanan derin silmeler iç mekana ayrı bir görünüm ve hareket kazandırmıştır. Zamanla yapılan restorasyonlar sonucu kısmen değişikliğe uğrayan bedestenin giriş kapılarındaki kırmızı-beyaz kemer örgüsü dikkat çekmekte olup yapıya ayrıca renk katmıştır.1900’lerde yapılan saat kulesinin yıkılması üzerine yerine bugünkü kulelerin yapıldığı bilinmektedir. Hanlar Ezine Pazar Hanı Amasya-Tokat karayolunun 35. km.sinde yol kenarındadır. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat ‘ın hanımı Mahperi Hatun tarafından yaptırılmıştır. İç kısmı kemerli üç bölümden olup tonoz örtülüdür. Osmanlılar zamanında onarım görmüştür. Merzifon Taş Hanı Merzifon İlçesi’nde, Bedesten ile karşı karşıya bulunan Taş Han, tipik Osmanlı şehir hanlarından biri olup yapı tekniği ve işçilik itibariyle 17. y.y. karakterini göstermektedir. Duvarları kesme taş, arasında tuğla hasıllıdır. Dikdörtgen planlı olup iki katlıdır. Yuvarlak kemerli kapısı güney yüzündedir. Avlu kalın kesme taş sütunlu revaklarla çevrilidir. Kuzey cephede revakların önüne yapılmış olan yan yana iki zarif çeşme hanın içine ayrı bir güzellik katmaktadır. Amasya Taş Hanı Amasya Mutasarrıfı Hacı Mehmet Paşa tarafından 1758 yılında yaptırılmıştır. Dikdörtgen plana sahip binada alt ve üst katlardaki dükkanlarla da bağlantılı iç batı cephedeki bir portalle dışarıya açılmaktadır. Doğu-batı ve kuzeyde dış cepheler birinci kat boyunca tonozlu dükkanlarla çevrilidir. Orijinalinde, beden duvarları kesme taş tuğla sıraları ile iki kat halinde yükselmekte ise de bugün büyük bir kısmı harap durumdadır. Hamamlar Roma, Selçuklu ve Osmanlı dönemleri anıtsal mimari eserlerinden olan ve çoğunun faaliyetini sürdürdüğü hamamlar, İlimiz Merkezi ve İlçelerinde örnekleri oldukça fazladır. Halen çalışır durumda olan hamam örnekleri; Mustafa Bey Hamamı Mehmet Paşa Mahallesi’ndedir.Yörgüç Paşa’nın oğlu Mustafa Bey tarafından 1436 yılında yaptırılmıştır. Kare planlı soyunmalık ve sıcaklık kısımları iki ayrı kubbe ile örtülüdür. Kumacık Hamamı Bayezidpaşa Mahallesi Künç Köprü hizasındadır. Kapıağası Ayasağa tarafından 1495 yılında yaptırılmıtır. Kare planlı suyunmalığın üzeri Türk üçgenleri ile geçilen büyük bir kubbe ile kapatılmıştır. Sıcaklık kısmı, bir ana kubbe, dört eyvan ve iki halvet hücrelerinden oluşmaktadır. Kubbeler dıştan alaturka kiremitle örtülüdür. Paşa Hamamı Merzifon İlçesindedir.Sadrazam Karamustafa Paşa tarafından 1678 yılında yaptırılmış olup, Osmanlı hamam kültürü mimari öğelerinin güzel örneklerinden biridir. Kubbeli soyunmalığı, uzun dikdörtgen şekilli soğukluğu ve sekizgen kasnak üzeri sıcaklığı, kubbe ile örtülüdür. Çeşmeler Osmanlı dönemi su kültürünün mimari öğeleri olan çeşmelerden günümüze gelen örnekler Narlıbahçe Çeşmesi (Osmanlı) Hatuniye Çeşmesi (Osmanlı) Hünkar Çeşmesi (Osmanlı) Kadılar Çeşmesi (Osmanlı) Çilehane Çeşmesi (Osmanlı) Büyük Ağa Çeşmesi (Osmanlı) Saraydüze Sultan Çeşmesi (Osmanlı) II. Bayezid Çeşmesi (Osmanlı) Amasya Evleri Amasya kent dokusunun çeşitli yerlerinde, özellikle Yeşilırmak sahil şeridinde görsel bir şekilde yer almakta olan geleneksel Osmanlı Evi örnekleri Amasya mimarî yapıları içerisinde önemli bir grup teşkil etmektedir. Amasya evleri, daha çok 19. yüzyıla ait olup, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na istinaden Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 05.05.1992 gün ve 2364 sayılı kararı ile tescil edilerek koruma altına alınmışlardır. Bu konutlar, Hımış ve Bağdadî teknikle yapılmış örneklerdir. Genellikle yan yana, bitişik nizâm olarak düzenlenmiş olan bu konut mimarisinin güzel örneklerini Yalıboyu Evleri olarak bilinen konut dokusu oluşturmaktadır. Yeşilırmak kenarında, tarihi sur duvarı üzerine, ahşap çatkı arası kerpiç dolgulu olarak, kırma ya da beşik çatı üzeri oluklu kiremitle örtülü bir biçimde düzenlenmiş olan ve geleneksel Osmanlı evinin bütün özelliklerini bünyesinde taşıyan bu evler Amasya’nın tarihsel kimliğiyle uyumlu bir görünüm arz etmektedir. Evler, bodrum üzeri tek kat ya da iki katlı olarak düzenlenmişlerdir. Bazı uygulamalarda birinci kat üzerinde bazı uygulamalarda ise ikinci kat üzerinde köşk olarak bilinen şahniş yer almaktadır. Genellikle avlulu ve bahçelidir. Özellikle haremlik ve selamlık tarzda düzenlenmiş örneklerde bahçe ortada kalmakta ve konutlar dışa kapalı bir görünüm almaktadır. Bu dışa kapalılık diğer konutlarda bazen yüksek bir bahçe duvarı nedeniyle karşımıza çıkmaktadır. Konutların ikinci kat uygulamaları genellikle dışa taşkın, cumbalı olarak yapılmakta ve bu sayede hem evin plânında bir simetri oluşmakta hem de daha fazla yer kazanmak söz konusu olabilmektedir. Özellikle Yalıboyunda tarihi sur duvarı üzerine yapılmış olan konutlarda bu durumu çarpıcı bir şekilde görmemiz olasıdır. Buradaki konut dokusu, eliböğründelerle desteklenerek dışa taşırılmış ve böylece evlerin iç mekanlarında bir genişleme meydana gelerek mekan kazanımı sağlanmıştır. Taşıntılar sayesinde daha çok dışa açık, geniş ve aydınlık olan ikinci katlar, alt katlara oranla daha fazla pencere uygulamasına olanak vermiştir. Pencereler daha çok giyotin pencere tarzında ele alınmış ve üçlü gruplar halinde düzenlenmiştir. Pencere önlerinde, dışarıdan bakıldığında içerinin görülmesini engelleyen ahşap kafeslikler görülür. Günlük yaşam evlerin iç mekanında, sofa (hayat) etrafında biçimlenen odalar içerisinde geçmektedir. Bu odalarda genellikle ocak, şerbetlik, yüklük (gömme dolap), raf ve sedir gibi işlevsel birimler bulunmaktadır. Ayrıca birkaç örnek dışında evlerde bağımsız bir gusülhane bulunmadığı için de bazı odalarda büyük ve geniş olarak düzenlenmiş olan yüklükler gusülhane (banyo) olarak değerlendirilmiştir. Odalar içerisinde yer alan bütün bu birimler günlük yaşamın ayrılmaz birer parçasıdırlar. Evlerin iç mekanları içerisinde yer alan birimler dışında bahçe ya da avlu içerisinde bulunmakta olan ve günlük hayatla bağlantılı başka birimlerde yer almaktadır. Bunlar arasında su kuyusu ve ocak ilk göze çarpan birimlerin başında gelmektedir. Hatta bazı örneklerde ekmek ihtiyacını karşılamak için fırın yapılmış olduğu da görülmektedir. Bu nedenle denilebilir ki; Amasya evlerinde gerek iç gerekse de dış mekanlarda yer alan bütün birimler arasında kesintisiz bir bağlantı söz konusu olup bu bağlantı birbirini tamamlayıcı niteliktedir. Müzeler Amasya Müzesi Müzemiz ilk defa 1925 yılında II. Beyazıt Külliyesi'nin bir bölümü olan medrese binasında az sayıda arkeolojik eserler ile mumyaların bir araya getirilmesi sonucu Müze deposu olarak kurulmuştur. Daha sonra eserlerin çoğalması ve teşhir edilecek yeni mekanlara ihtiyaç duyulması neticesinde 1962 yılında Selçuklu Dönemi Monumental yapılardan olan Gökmedrese’ye nakledilmiştir. 22 Mart 1977 yılında yeni yapılan bugünkü modern binasına taşınmış olup 14 Haziran 1980 tarihinde ziyarete açılmıştır. Kalkolitik Çağ'dan itibaren Tunç Çağı,Hitit, Urartu, Frig, İskit, Pers, Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait 12 aynı medeniyete ait Arkeolojik, Etnoğrafik, Sikke, mühür, El Yazması ve Mumyalar olmak üzere bugün itibari ile 23.476 eseri ile Hazeranlar Konağı ve Kral Kaya Mezarları Örenyeri ile birlikte üç birim halinde bölgenin en modern müzesi olarak ülkemiz kültür ve turizmine hizmet etmektedir. Açık Hava Teşhiri (Bahçe) Müze binasının batısında bulunan müze bahçesi içerisinde Hitit, Hellenistik, Roma, Bizans, İlhanlı, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait taş eserler teşhir edilmektedir. Mumyalar Müzemizdeki mumyalar,müze bahçesi içerisinde yer alan Selçuklu Sultanı I.Mesud ‘a ait türbede teşhir edilmektedir. Müzemizde sekiz adet mumya bulunmaktadır. İşbuğa Nuyin, Cumudar İzzettin Mehmet Pervane Bey, Cariyesi,kız ve erkek çocuklarına ait oldukları sanılmaktadır. 14.yy. İlhanlı'ların Anadolu’daki hakimiyetleri döneminde nazırlık ve emirlik yapmış şahsiyetlere aittir. Etnoğrafya Müzesi (Hazeranlar Konağı) Müze Müdürlüğüne bağlı birim, Müze-Ev Etnoğrafya Müzesi olarak kullanılan Hazeranlar Konağı 1979 yılında Bakanlığımız,Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından kamulaştırılarak restorasyonu yapılmıştır. Hazeranlar Konağı teşhirinde toplam 984 Civarında Etnoğrafik eser kullanılmıştır. Bu eserler arasında 19.yy. yaşantısını yansıtan giysiler,halı ve kilimler,günlük konakta kullanılan mutfak eşyaları ve kadın ziynet eşyaları gibi malzemeler yer almaktadır. Konak teşhirinde yer alan etnoğrafik eserler arasında, özellikle kitabeli olan halılar, bindallılar gümüş takılar ve altın renkli sırma işlemeler dönemin özelliklerini yansıtması açısından önem arz etmektedir. Konak bugünkü hali ile üst katlar Müze Ev,bodrum katı ise Güzel Sanatlar Galerisi olarak kullanılmaktadır. Alparslan Belediyesi Müzesi Yöreden derlenen Helenistik, Roma, Bizans, Şelçuklu, Osmanlı Dönemlerine ait arkeolojik ve etnoğrafik eserler ile sikkelerinden oluşan bir belde müzesidir. XIII. Yüzyıla tarihlenen ve kasabanın kuzeyindeki ören yerinden getirilerek teşhir edilen Selçuklu Dönemi'ne ait orijinal ahşap sanduka, türbe kapısı ile orijinal vakfiyesi ve seceresi de bulunmaktadır. Kaplıcalar Ankara Üniversitesi İbn-i Sina Hastanesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Merkezi’nin 21.08.1987 tarih ve 210 sayılı raporuna göre ilimiz hudutları dahilinde bulunan Terziköy, Gözlek, Ilısu ile Hamamözü Kaplıca Suları analiz sonuçlarına göre “Oligo-Mineral Suları” grubundandırlar. Etkili Olduğu Hastalıklar - Vegetatif sinir sistemini düzenler. Astım nöbetleri geçer, yüksek ve düşük tansiyonu düzenler, sinirlilik hali düzelir ve bazı cilt hastalıkları iyileşir. - Sedatif ve Analiezik etkileri vardır. Nevralji ve nevritlerde ağırlarda etkili olur, özellikle siyatik sinir ağrılarında. - Inflamatuvar romatizmal hastalıklarda etkilidir. Komatoid artrid. Ankilozam Spondilit, Akut Eklem Romatizması. - Dejeneratif eklem hastalıkları (Artozları). - Kadın hastalıklarında etkilidir. Dis menore (ağrılı adet), Amenore (adet yokluğu), Parametrit’e etkilidir. Terziköy Kaplıcası İl merkezine 32 km. uzaklıkta, 55.000 m²’lik yeşil alan üzerine kuruludur. Suyunun sıcaklığı 39.5 C° dir. Tüm odalarda termal suyu bulunan 72 yataklı otel, 45 yataklı motel, gazino, lokanta, yüzme havuzları, özel kabinler, alış-veriş imkanı, çocuk oyun bahçesi, piknik alanları ve özel pansiyonları ile ülkemiz termal turizmi alanında önemli yere sahip kaplıcadır. Valiliğimizce günübirlik ve konaklama olarak iki ayrı modern tesis ihalesi yapılmış olup günübirlik tesis kaba inşaatı tamamlanmış, çalışmaları devam etmektedir. Konaklama tesisine başlanmamıştır. Bakanlar Kurulunca Turizm Merkezi olarak tespit edilmiştir. Ulaşım özel oto ve tarifeli minibüslerle yapılmaktadır. Gözlek Kaplıcası Amasya-Göynücek karayolunun 22. km.’sinde bulunan 2 yıldızlı Gözlek Termal Tesisinin (256 22 22) su sıcaklığı 39.5 C° dir. Tesis bünyesinde kafeterya, lokanta kapalı yüzme havuzu, özel kabinler, Türk Hamamı, kür banyoları ile 17 oda 34 yataklı otel 4 adet de apart (toplam 42 yatak)ve piknik alanı bulunmaktadır. Hamamözü Termal Tesisleri İl merkezine 90 km. uzaklıkta Hamamözü İlçe merkezinde bulunmaktadır. Suyunun sıcaklığı 42.5 C° dir. Halen faaliyette bulunan Eski Hamam (Tel:787 60 30) ile 3 yıldızlı Gimpaş Otel (63 oda, 136 yatak) bünyesinde bulunan yüzme havuzu ve Türk Hamamları bulunmaktadır. Ilısu Kaplıcası İl Merkezine 63 km. uzaklıkta olup Göynücek İlçesi Ilusu Köyü’nde bulunmaktadır. Suyunun sıcaklığı 25 C° dir. Tesis ve konaklama imkanı yoktur.
  25. muki şurada bir başlık gönderdi: Amasya
    Eskiçağda bir çok Anadolu şehrinin kurucu (ktistes) tanrısı veya kahramanının olduğu bilinmektedir. Bu mitolojik kuruluş Amasya için de geçerlidir. Roma İmparatoru Septimius Severus (M.S. 193-211) dönemine ait bir Amasya sikkesi üzerinde yer alan ERMHC KTICAC THN POLIN yazıtından hareketle Hermes’in Amasya kentinin kurucu tanrısı olduğu kabul edilmektedir. Bu kısa açıklamadan sonra Amasya adının tarihçesine gelecek olursak; Hitit belgelerine göre Amasya’nın bilinen ilk adının Hakmiş [Khakm(p)is] olduğu sanılmaktadır. Bu isimin Perslerin Amasya’yı fethine kadar devam ettiği değerlendirilmektedir. Amasya’nın Mitridates Krallığı Dönemi'ndeki adı “Amasseia” dır. Özellikle M. Ö. II. yüzyıldan itibaren darp edilen Amasya şehir sikkelerinde AMASSEİA ibaresi açıkça görülmektedir. Zaten coğrafyacı Strabon’da Amasya için Amaseia sözcüğünü kullanmaktadır. Amaseia sözcüğü, “Ana” anlamına gelen ve özellikle “Ana Tanrıça” yı kasteden ‘Ama’ ve onun çeşitlemesi olan ‘Mâ’ ibaresi ile bağlantılıdır. Bundan hareketle denilebilir ki Amaseia “Ana Tanrıça Mâ’nın şehri” anlamına gelmektedir. Ana Tanrıça Mâ, Perslerin Anadolu’yu fethinden sonra tapımı yaygınlaşan doğu kökenli bir tanrıçadır. Aynı zamanda bu tanrıça Mitridates ve Kapadokya’nın yerel tanrıçasıdır. Amaseia sözcüğü de Persler zamanındaki asıl söyleniş şeklinin Hellen ağzına uydurulmuş biçimidir. Roma döneminde Amaseia adı fazla bir değişikliğe uğramadan AMACIAC (Amasia) olarak kullanılmıştır. Örneğin, İmparator Septımıus Severus, Caracalla ve Severus Alexander döneminde darp edilmiş Amasya şehir sikkelerinde AMACIAC adını görmekteyiz. Bizans Devri'nde de Amasia adının değişmeden devam ettiği bilinmektedir. Amasya’nın adı Danişmendliler zamanında ise bazen Amasiyye, bazen de Şehr-i Haraşna olarak anılmıştır. Selçuklu, İlhanlı, Beylikler ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde de Amasya adı herhangi bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiştir. Amasya sınırları içerisinde Kalkolitik Çağ'a ait önemli bazı yerleşmeler arasında Amasya merkez Ovasaray Köyü Hamam Tepesi Höyüğü, Sarımeşe KKünbet Höyük, Keşlik Köyü Koşapınar Höyük ve Ayvalıpınar Köyü Ayvalıpınar Höyüğü ile Suluova ilçesi Kanatpınar Köyü Devret Höyük ve Deveci Köyü Yoğurtçu Baba Höyükleri sayılabilir. Tunç Çağı İlk Tunç Çağı'nda da (3000-2500) Amasya’da yoğun bir yerleşmenin olduğu bilinmektedir. Bu dönem höyüklerine Amasya merkez Yassı Höyük (Oluz Höyük), Gümüşhacıköy ilçesi Sallar Höyük, Merzifon ilçesi Hayrettin Köyü Delicik Tepe Höyüğü, Göynücek ilçesi Gediksaray Höyük, Alakadı Köyü Türkmenlik Tepe Höyüğü ve Merzifon ilçesi Kayadüzü Höyük örnek verilebilir. Amasya, Orta Tunç Çağı'nda (M.Ö. 2500-2000) Mezopotamya yazılı belgelerinde “Hatti Ülkesi” olarak bilinen uygarlığın sınırları içerisinde kalmıştır. M.Ö. 2500-2000 tarihleri arasında Anadolu’da güçlü bir uygarlık kurmuş olan Hattiler'e ait önemli yerleşmelerden biri de Amasya Merkez İlçeye bağlı Mahmatlar Höyüğü'dür. Mahmatlar Höyük, 1949 yılında defineciler tarafından kaçak kazılar sonucu tahrip edilmiştir. Burada bulunan eserler daha sonra resmi makamlarca ele geçirilmiş olup altın, gümüş ve bronzdan oluşan bu eserler Hatti Uygarlığı'nın önemli eserlerindendir. Tunç Çağ / Hitit Dönemi Hatti egemenliğine Hititler tarafından son verilmesi üzerine Amasya, Hititlerin egemenlik sahasında kalmıştır. Kendilerini Nesice konuşanlar anlamına gelen Nesili sözcüğü ile adlandıran Hititler Anadolu’da büyük bir siyasi birlik kurmuşlardır. Amasya şehri de bu dönemde Hititlerin sınırları içerisinde kalmıştır. Hititlerin Amasya’daki önemli yerleşim yerlerinden biri Amasya merkez Doğantepe (Zara) Beldesi'dir. Bu beldede bulunmuş olan ve M.Ö. 1400-1200 yılları arasına tarihlendirilen Hitit Fırtına Tanrısı Teşup’a ait olan bronz heykel günümüze intikal etmiş önemli Hitit eserlerindendir. Hititler, içinde bulundukları kuraklık ve kıtlığın etkisiyle yaşadıkları bunalımlı bir dönemde, bir görüşe göre Karadeniz dağlarında yaşayan Kaşgaların diğer bir görüşe göre ise, içinde Friglerin de bulunduğu ve Balkanlardan Anadolu’ya gelen bazı kavimlerin akınları sonucunda M. Ö. 1190 tarihi civarında egemenliğini yitirmişlerdir. Bu yıllarda meydana gelen yıkım, talan ve katliamlar sonucunda Amasya’nın da içinde bulunduğu orta Anadolu’da Karanlık Çağ olarak adlandırılan ve 400 yıldan fazla devam eden bu dönem hakkında elde fazla bilgi bulunmamaktadır. Demir Çağı / Frigler Dönemi M. Ö. 750 den sonra siyasal bir güç olarak tarih sahnesine çıkmış olan Frigler Kral Midas döneminde (M.Ö. 725-695/675) sınırlarını genişletmiş ve bunun sonucunda Amasya yöresi de Friglerin egemenlik sahası içerisinde kalmıştır. Frigler M.Ö. 676 yılında Kafkaslar üzerinden gelen Kimmerler’in şiddetli saldırıları karşısında dayanamayarak kısa sürede güçlerini kaybetmiş ve yıkılma sürecine girmiştir. Demir Çağı / Kimmer-İskit Dönemi Kimmerler; bu dönemde Anadolu’da bulunan devletler karşısında bir tehdit unsuru olmuş ve sanatsal açıdan ilişkide bulundukları toplumları etkilemişlerdir. Kimmerler, Karadeniz Bölgesi'nde yayılmış ve bu dönemde Amasya ve civarı Kimmerlerin egemenlik alanı içerisinde kalmıştır. Amasya’da Kimmerler devrine ait fazla eser olmamakla birlikte Gümüşhacıköy İlçesi İmirler Köyü'ndeki bir kurgandan çıkarılarak Amasya Müzesine getirilen madenî savaş aletleri bu döneme ait eserlerdendir. Anadolu tarihinde M.Ö. 675-585 arası önemli bir güç olarak varlığını hissettiren Kimmerler ve İskitler, daha sonra yavaş yavaş etkinliğini yitirmişlerdir. Kimmerlerin yaşadığı çağda İskitler de tarih sahnesinde görülmektedir. Zaten Herodot’un da ifade ettiği gibi; İskitler genellikle Kimmerler'in yerleşim yerleri üzerine yerleşmişlerdir. Bu nedenle Amasya ve civarındaki Kimmer egemenliği sonrasında İskit egemenliği görülür. Demir Çağı / Med-Pers Dönemi Anadolu’daki iki büyük güç olan Lidya ve Med devletleri arasında beş yıl boyunca süren savaşın son bulması üzerine, M.Ö. 585 yılında her iki güç arasında Kızılırmak sınır olarak kabul edilmiş ve bunun üzerine Amasya Pers egemenliğine kadar Medlerin sınırları içerisinde kalmıştır. Kısa süren Med egemenliğinden sonra Amasya, M. Ö. 547/46 tarihinde Pers İmparatorluğu'nun kurucusu Kyros’un Lidya kralı Kroisos’u yenmesi üzerine Anadolu’nun büyük çoğunluğu gibi Pers idaresi altında kalmıştır. Persler, fetihler yoluyla egemen oldukları yerleri toplam yirmi satraplık halinde taksim ederek buralara birer genel vali atamışlardır. Bu genel valiler, tacın muhafızı anlamına gelen satrap sözcüğü ile adlandırılıyordu. Bu dönemde Amasya yaklaşık iki yüz elli yıl boyunca Kapadokya Satraplığı olarak bilinen bölgenin doğu sınırları içerisinde kalmıştır. Bu dönemde, Sardes’ten başlayan ve Susa’da son bulan Kral Yolu güzergahının belli bir kısmı Amasya’nın da içinde bulunduğu Yeşilırmak Ovası'nda geçmektedir. Helenistik Çağ M.Ö. 333 yılında meydana gelen İssus Savaşı'nda; Pers kuvvetlerinin Büyük İskender’in güçleri karşısında yenilmesi sonucunda, Amasya’nın da içinde bulunduğu Kuzey Kapadokya Bölgesi dışında Anadolu’nun büyük bir kısmı Makedonya Krallığı'nın egemenliğine girmiş ve böylelikle tarihte Hellenistik Çağ olarak bilinen ve Anadolu’da etkisini daha çok kültürel ve sanatsal boyutta hissettiren bir dönem başlamıştır. Bu dönem; özü itibariyle doğu ile batı inanç ve kültürlerinin sentezi olan bir dönemdir. Büyük İskender’in ölümü üzerine (M.Ö. 323) Anadolu’da siyasi anlamda yeni bir süreç baş göstermiştir. Bu süreçte; Büyük İskender’in halefleri imparatorluğun birliğini sağlayamamış ve imparatorluk çeşitli krallıklara bölünerek dağılmıştır. Bu gelişmeler yaşanırken M.Ö. 301 yılında Pers kökenli Mitridates Ktistes, Mitridates Krallığını kurarak Amasya’yı başkent yapmıştır. Başkentin V. Mitridates Euergetes (150-120) döneminde Sinop’a nakledilmesine kadar uzun yıllar Mitridates Krallığının başkenti olarak kalmış olan Amasya’da, büyük bir imar faaliyeti başlamış ve özellikle Mitridates Eupator döneminde bu faaliyetle birlikte şehir bir kültür merkezi haline gelmiştir. Bu dönemde; Mitridates Krallığı ile Roma İmparatorluğu arasında özellikle V. Mitridates zamanında gelişen iyi ilişkiler, Mitridates Eupator döneminde (M.Ö. 111-63) tersine dönmüş ve bunun sonucunda uzun yıllar süren Mitridates savaşları yaşanmıştır. En son M.Ö. 63 yılında Mitridates Eupator ile Romalı general Pompeius’un orduları arasında yapılan savaşta Eupator’un yenilmesi üzerine Amasya Roma askerleri tarafından işgal edilerek tahrip edilmiş Pompeius, Mitridates Krallığının egemenliğine son vererek topraklarını Bithynia bölgesiyle birleştirerek Bithynia-Mitridates Eyaletini oluşturmuş Amasya ve civarı Roma egemenliği altına girmiştir. Mitridates Eupator’un oğlu olan Kırım Kralı II. Pharnakes, Roma İmparatorluğu içerisinde yaşanan iç savaşlar nedeniyle Mitridates Krallığının eski topraklarını bir süre geri almayı başarmış, fakat M.Ö. 47 yılında Zela (Zile) yakınlarında Caesar (Sezar) komutasındaki Roma birlikleriyle yaptığı savaşta yenilmesi üzerine, Amasya’nın da içinde bulunduğu topraklar tekrar Roma egemenliğine geçmiştir. Roma Dönemi Parthlar’ın Karia’ya kadar olan bölgeyi işgal etmeleri üzerine Roma İmparatoru Antonius komutanları aracılığıyla Parthlar’ı yenerek onları Anadolu’dan atmıştır. Bu olaydan sonra Anadolu’ya gelen Antonius, Parthlar’ın saldırılarını önlemek amacıyla kendi toprakları ile Parthlar arasında tampon bir bölge oluşturmak için bazı vasal krallıklar kurdurmuştur. M.Ö. 39 yılındaki bu gelişmeye göre; İçinde Amasya’nın da bulunduğu Mitridates Bölgesi II. Pharnakes’in oğlu Darius’a verilmiştir. Amasya bu dönemde Mitridates Galaticus Bölgesi'nin Metropolis’i olup önemli bir şehir konumundadır. M.Ö. 25 yılında İmparator Augustus (M.Ö. 27 – M.S. 14) kendisine bağlı Provincia Galatia Eyaletini kurarak bir çok bölgeyle birlikte Mitridates Galaticus Bölgesini de bu eyalete bağlamıştır. Roma İmparatorluğu döneminde eyalet statüsünde olan Amasya, aynı zamanda eyaletler arası yol sisteminin de merkezi konumuna gelmiştir. Örneğin Galatya ve Kapadokya yolları Amasya’da son buluyordu. Amasya’da İmparator Domitianus’tan (M.S. 81-96) itibaren Severus Alexander (M.S. 222-235) dönemine kadar şehir sikkeleri darp edildiği de bilinmektedir. Bu sikkelerden bir çoğu günümüzde Amasya Müzesi sikke koleksiyonunda yer almaktadır. Amasya şehri; İmparator Diocletianus sonrasında Diospontus’un dinsel ve idarî merkezi durumuna gelmiş ve VIII. yüzyıldan itibaren ise Bizans’ın askerî vilâyetlerinden (thema) olan Armeniakon Kaleleri arasında yer almıştır. Selçuklu Dönemi Büyük Selçuklu ordusunun 1071 Malazgirt savaşını kazanması üzerine Sultan Alparslan’ın mahiyetinde bulunan üst düzey komutanlar, Anadolu içlerine doğru akınlara başlamıştır. Bu akınlar sonucunda Anadolu’daki Bizans egemenliği sona ermiş ve kazanılan topraklarda, fetihleri yapan komutanlar Selçuklu Devleti'nin izniyle içişlerinde bağımsız beylikler kurmuşlardır. Bu süreçte Amasya ve civarı Danişmend Ahmet Gazi tarafından fethedilerek bölgede Türk egemenliği dönemi başlamıştır.Bu dönemde Anadolu’ya gelmiş olan Haçlı Ordusu'na karşı Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan ile Danişmend Ahmet Gazi komutasındaki birliklerin Amasya-Merzifon arasında 5 ağustos 1101 günü yapmış olduğu savaş sonucunda Haçlı Ordusu bozguna uğratılmıştır. Danişmendliler'in yaklaşık yüzyıl süren egemenlik dönemi Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan’ın 1175 yılında Amasya’yı ele geçirmesiyle sona ermiştir. Böylelikle Amasya şehri ve civarı Selçuklu egemenliği altına girmiştir. II. Kılıç Arslan uzun süren saltanatı sırasında Selçuklu Devleti'ni on bir oğlu arasında paylaştırmış (1185/1186) ve bu paylaşım sırasında Amasya Nizameddin Argunşah’ın hissesine düşmüştür. Nizameddin Argunşah’ın kardeşi II. Rükneddin Süleymanşah’ın (1196-1204) Selçuklu saltanatını ele geçirmesi üzerine bir çok yöre gibi Amasya’da bu sultana bağlı bir il haline gelmiştir. Anadolu Selçuklu Hükümdarı Alaeddin Keykubad, Moğolların bir tehdit unsuru haline gelmesi üzerine olası bir Moğol saldırısına karşılık komşusu Harezm beylerinin deneyimlerinden yararlanmak amacıyla bazı illeri onlara tımar (dirlik) olarak vermiştir. Amasya bu dönemde timar olarak Bereket Han’a verilmiştir (1231). Sultan Alaaddin Keykubad (1220-1237) sonrasında ülkenin iyi yönetilememesi Selçuklu Devletinde bazı toplumsal olayların meydana gelmesine neden olmuştur. 637H./1239M. tarihinde meydana gelen ve merkezi Amasya olan Babaîler Başkaldırısı bu dönemde görülen önemli toplumsal hareketlerin başında gelmektedir. Baba İlyas Horasanî önderliğinde başlayan bu başkaldırıda, Baba İshak Kefersudî hareketin pratik sürecini Kefersud köyünden başlatmış ve bu başkaldırı süresince yaşanan gelişmelerde Amasya önemli bir tarihi mekan olarak olaylara tanıklık etmiştir. Başkaldırının büyüyerek yayılması sonucu, Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev (1237-1246) ihtiyaten Kubadabad Kalesi'ne çekilir ve bu sırada Amasya Subaşılığına atanan Hacı Armağanşah hareketin bastırılması için görevlendirilir. Sonuçta kanlı bir şekilde bastırılan Babaîler Başkaldırısının önderi Baba İlyas, Hacı Armağanşah tarafından tekkesinde ele geçirilerek Amasya Kalesi burçlarına astırılır. Selçuklu Devleti’nin 1243 Kösedağ Savaşı'nda Moğollara yenilmesinden sonra Anadolu’nun neredeyse her yanı yağmalanmaya başlanmış ve Selçuklu Devleti yarım yüzyılı geçkin bir süre Moğollar tarafından yağmalanmış ve bundan Amasya’da etkilenmiştir. Anadolu’yu işgal etmiş olan Moğollar daha çok Amasya’nın da içinde bulunduğu Orta Anadolu Bölgesi'ne yerleşmişlerdir. Bu yerleşenlere genellikle Tatar adı verilmektedir. Bu dönemde Amasya’ya yerleşenler ise daha çok sol kol oymakları olarak da bilinen Ca’unğar oymaklarıdır. İlhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır Han’ın 1335 yılında ölümü sonrasında, İlhanlılar'ın Anadolu genel valisi bulunan Sultan Alaeddin Eratna bağımsızlığını ilan ederek Eratnalılar Devleti'ni kurmuş ve Amasya 1341 tarihinde Eratnalılar'ın egemenliği altına girmiştir. Amasya aynı yıl merkezi Niksar olan Taceddinoğulları Beyliği tarafından işgal edilmiş, bir süre bu işgale ses çıkarmayan sultan Eratna, Mısır Memlûklu Sultanı Melik Nâsır’ın himaye ve desteğini sağladıktan sonra işgalciler üzerine emirlerinden Tüli Bey’i göndermiş ve bunun üzerine Tüli Bey Amasyalıların da yardımıyla Amasya ve çevresini Taceddin Doğanşah’ın elinden alarak bu işgale son vermiştir. Bu dönemde; Zeyneddin Tüli Bey Amasya Emirliği yapmış, onun ölümünden sonra ise 1347 yılında Hacı Kutluşah Amasya Emirliği görevine getirilmiştir. Sonrasında ise Hacı Kutluşah’ın büyük oğlu Şahabeddin Ahmet Şah 1352 ortalarında Amasya Emiri olmuş, 1356 yılında ise, Emir Kebir Şücaaddin Süleyman Bey Amasya Emirliği'ni zorla ele geçirmiş, ondan da tekrar Şahabeddin Ahmet Şah 1358 tarihinde Amasya Emirliği'ni geri almıştır. 1359 yılında Amasya Emirliği görevine Hacı Kutluşah’ın diğer oğlu Hacı Şadgeldi Paşa getirilmiş ve 1361 yılında ise, eski Amasya Emiri Şücaaddin Süleyman Bey’in oğlu Alaaddin Ali Bey Amasya Emiri olur. Fakat Kaynar Vakıası'ndan sonra 1362 tarihinde Hacı Şadgeldi Paşa ikinci kez Amasya Emiri olarak tarih sahnesinde görülür. Sultan Eratna’dan sonra devleti yöneten sultanların zayıf olmaları ayrıca zevk ve sefaya düşkünlükleri devlet otoritesinin sarsılmasına ve görev yapan idarecilerin bağımsızlık fikrine kapılmalarına yol açmıştır. Bu yıllarda Amasya Emiri Hacı Şadgeldi Paşa da, kendi başına buyruk hareket etmeye başlamış ve daha sonra ise beyliğini ilan etmiştir. Şadgeldi Paşa döneminde Amasya’da kayda değer imar faaliyetleri görülür. Bu dönemde; 1363 tarihinde Amasya Kalesi onarılır ve eski darphane yenilenir, ayrıca Amasya’da bir kağıt fabrikası yaptırılır. Bu faaliyetlerle birlikte 1372 tarihinde cami, medrese ve imaretten oluşan bazı yapı birimlerinin de yaptırıldığı bilinmektedir. Eratna Devleti naibi Kadı Burhaneddin ile 1381 yılında yaptığı savaşta hayatını kaybeden Hacı Şadgeldi Paşa’dan sonra oğlu Fahrettin Ahmet Bey Amasya Emirliği görevini üstlenmiştir. Fahreddin Ahmed Bey de babası gibi Kadı Burhaneddin ile devamlı bir mücadele içerisinde olmuş, fakat bu mücadelelerden bir sonuca varamamış olması nedeniyle başka bir sancağa karşılık Amasya’yı, Osmanlılara vermeyi teklif etmiş, bunun üzerine 1393 yılında şehir Osmanlı idaresine girmiştir. Osmanlı Dönemi 15. yüzyılın başında Timur’un Anadolu’yu işgal etmesi ve büyük yıkımlar yapmaya başladığı süreçte Amasya da Timur’un askerlerince yedi ay boyunca kuşatılmıştır. Yıldırım Bayezid’in Ankara Savaşı'nda (1402) Timur’a yenilerek esir düşmesi ve sonrasında şehzadeleri arasında meydana gelen taht kavgaları üzerine, Fetret Devri olarak bilinen bu dağılma sürecinde Osmanlı birliğini sağlamaya çalışan ve bunda da başarılı olan Çelebi Sultan Mehmet, bu mücadele yıllarında Amasya’yı kendisine merkez edinmiştir. 1402 yılında Yakut Paşa’nın Amasya Emiri olduğu dönemde, Timur tarafından Kara Devletşah Amasya’ya emir olarak atanmış, fakat Kara Devletşah Amasya halkı ve ileri gelenlerince zalim bir insan olarak bilindiğinden onun emirliği tanınmamış ve şehre girmesine izin verilmemiştir. Bunun üzerine Kara Devletşah Kağala/Hakala Köyü'nde konaklamış ve burada şehrin diğer kısımlarına hükmetmiştir. Çelebi Sultan Mehmet, Kara Devletşah’ın bu şekilde hareket etmesine karşılık onunla savaşarak bozguna uğratmış ve Kara Devletşah savaş meydanında öldürülmüştür. Osmanlılar Devri'nde Amasya, 15. yüzyılın ilk yarısından itibaren şehzadelerin görev yaptığı bir sancak ve aynı zamanda Eyalet-i Rum’un da merkezi konumundadır. Amasya, Yörgüç Paşa’nın Beylerbeyi olduğu dönemde (1422/1435); Sivas, Tokat, Çorum ve Samsun sancaklarından müteşekkil bir vilayet olup, bu dönemde Amasya’ya “Rumiyye Vilayeti” deniliyordu. Bu dönemde Amasya ve civarında Kızıl Koca Oğulları namıyla bilinen ve mevcut sistemin disiplini altına girmemiş olan bir Türkmen topluluğunun ortaya çıktığı ve bu topluluğun yörede eşkıyalık yaptığı, Yörgüç Paşa’nın ise bazı hileler ile bu grubu ve ele başlarını yakalatarak kılıçtan geçirdiği bilinmektedir. Osmanlılar Devri'nde Amasya’da görülen önemli olaylardan biri de tarihte Celalî İsyanları olarak bilinen toplumsal olaylardır. Özellikle 16. yüzyılda yaşanan bu olaylarda celalî grupları daha çok içinde Amasya’nın da bulunduğu Yeşilırmak Havzası içerisinde hareket etmişlerdir. Bu dönemde Amasya’da büyük kargaşalar yaşanmıştır. Bu isyanlar içerisinde özellikle Amasya Sancak Beyliği de yapmış olan Urfalı Kara Yazıcı Abdülhalîm’in yaşattığı kargaşa önemlidir. 1603 yılında yaşanan bu olaylarda Kara Yazıcı Abdülhalîm’in taraftarları Amasya'yı yakmışlardır. Bu talan hareketi öylesine şiddetli bir şekilde yaşanmıştır ki, bu sırada Amasya eşraf ve âyânı servetleriyle birlikte kral mezarları içerisine sığınmak zorunda kalmıştır. Amasya, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde önemli olan bir antlaşmaya da tarihi mekan olmuştur. 1555 yılı nisan ayı sonunda yapılmış olan ve tarihte Amasya Antlaşması olarak bilinen bu antlaşma İran-Safevî Hanedanıyla yapılmış ilk ve önemli antlaşmalardan biridir. Bu sırada Kanunî Sultan Süleyman Amasya’da ikamet etmektedir. Osmanlı tarihine yön veren bir çok şehzadenin Amasya’da yetişerek görev yapmış olması nedeniyledir ki, Amasya Osmanlı tarihinde “şehzadeler şehri” olarak tanınmıştır. Bu şehzadeler arasında; Çelebi Sultan Mehmet, II. Murat, Fatih Sultan Mehmet ve II. Bayezid gibi sonradan padişah olanlar da vardır. Ayrıca, Amasya’da görev yapmış ve burada ölmüş bazı şehzadeler de bilinmektedir. Osmanlılar tarafından fethedildiği tarihten itibaren şehzadelerin tahtgâhı olan Amasya , Şehzade Bayezid’in 1559 tarihinde İran’a firar etmesinden sonra şehzade (çelebi sultan) sancaklığından çıkarılmış ve bu tarihten sonra Amasya’da hiçbir şehzade görevde bulunmamıştır. Kurtuluş Savaşında Amasya Mustafa Kemal Paşa'nın Amasya'ya Gelişi İstiklâl Savaşı'nda, Sivas Vilayeti'ne bağlı Amasya Sancağı'nın Milli Mücadelede önemli bir yeri bulunmaktadır. Birinci Dünya Savaşından yenik çıktığı kabul edilen Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmayı kendi çıkarları doğrultusunda yorumlayan İtilaf Devletleri, Anadolu’yu yer yer işgal etmeye başlamış, bu işgaller karşısında Anadolu Halkı, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri'ni kurmuşlardır. 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali sonunda, padişah ve hükümetinin görevini yapmaması üzerine Türk Halkı Kuva-i Milliye güçlerini oluşturarak işgal edilen her bölgede direnişe geçmişlerdir. Oysa Osmanlı Hükümeti direnişin yok olmak demek olduğuna, kurtuluşun İngiliz himayesine girmekle mümkün olacağına inanmıştı. Mustafa Kemal Paşa, padişah ve hükümetiyle bir kurtuluş mücadelesi verilemeyeceğini, kurtuluşun bir halk hareketiyle gerçekleşebileceğine inandığından Anadolu Halkı ile buluşmak, Kuva-i Milliye güçlerini birleştirmek üzere Dokuzuncu Ordu Müfettişi görevi altında 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan ayrılıp, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a, 25 Mayıs 1919’da Amasya Sancağı'na bağlı Havza Kasabası’na gelmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Samsun’dan ayrılmadan önce Zile’de bulunan Binbaşı Cemil Vahit (Toydemir) Bey’den Amasya hakkında bilgi istemiş, Amasya’daki en nüfuzlu şahsiyetin Müftü Hacı Tevfik Efendi olduğunu öğrenmiştir. 26 Mayıs 1919 günü Havza’dan Amasya Müftüsü Hacı Tevfik Efendi'ye Havza’da yaptığı konuşmanın bir özetini ve Amasya’ya doğru yola çıkacağını bildirmiş ve söz konusu telgrafına çok kısa sürede şu cevabı almıştır. “-Amasya Halkı Müdafaa-ı Vatan ve Muhafaza-ı Din ve Devlet yolunda mücadele edenleri bağrına basmakla müftehir olacaktır…” Amasyalılar, 12 Haziran 1919’da Culus Tepe’de konuğunu karşılarken Müftü Hacı Tevfik Efendi, Mustafa Kemal Paşaya hitaben; “-Paşam! Bütün Amasya emrinizdedir…Gazânız mübârek olsun!...” Diye konuşup, kendisini kucakladıktan sonra etrafında bulunan kişileri tek tek tanıtmıştır. Amasya’daki karşılamada Müftü Hacı Tevfik Efendi ile birlikte şu kişiler hazır bulunmuşlardır: Mutasarrıf Vekili Mustafa Bey, Belediye Reisi Topcuzâde Mustafa Bey, Kadı Ali Himmet Efendi, Beşinci Kafkas Fırkası Komutanı Cemil Cahit Bey, Vaiz Abdurrahman Kâmil Efendi, Hoca Bahaeddin Efeni, Mevlevi Şeyhi Cemaleddin Efendi, Veysibeyzade Nafiz Bey, Kurtoğlu Hasan Bey, Ulemadan İbadizade Mehmet, Şirvani H. Mahmutefendizade Mehmet, Müderris Mehmet Efendi, Muallim Mecdizade Sabri Efendi, Mecdizade Ahmet, Eytam Müdürü Ali Efendi, Hacımahmudzâde Mehmed Efendi, Miralayzâde Hamdi Bey, Kofzâde Hâfız Mustafa Efendi, Şirinzâde Mahmud Efendi, Melekzâde Süleyman Efendi, Kahvecizâde Mehmet Efendi, Mehmed Sırrı Bey, Veysibeyzâde Sıtkı Bey, Seyfizâde Râgıp Efendi, Arpacızâde Hürrem Bey, Topcuzâde Hilmi Bey, Mehmet Ragıp Bey, Yumukzâde Hamdi Efendi, Mumcuzade İsmail Hakkı Paşa, Yörgüçzade Rasim Efendi, Lütfi Bey (Türker), Komiser İsmail Bey, Komiser Muavini Osman, Harputizâde Hasan Efendi, Gazeteci Mehmet Sırrı Bey, Polis Cemalettin Efendi, Posta Müdürü Mehmet Ali Bey, Telgrafçı Abdurrahman Rahmi, Jandarma Zabiti Ziya Bey, Harputizade Hasan, Topçuzade Münir, Hacı Alizade Ahmet, Payaslızade Yahya, Bicanzade Süleyman, Yumukosmanzade Hüsnü, Şurutuzade Tevfik, Tiryakizade Tahsin, Hacı Osmanzade Halil, Çauşluzade Ahmet, Temiz Alizade Mehmet, Küsuz Taşanzade Ahmet, Bosnalızade Halim, Yumukzade Ahmet Efendi.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.