hangisi kullanılmıyo tarafından postalanan herşey
-
EĞER MESELE KURSATOTCU GİBİ DÜŞÜNÜLÜRSE
bakın bu daha mantıklı, hiç olmazsa eylemlerin sahipliği ve sorumluluğu konusunda daha makul görünüyor yenebilir yani
-
PKK'NIN SONUNU NEDEN GETIREMIYORUZ?
Söylemek istediğim ortada bir rejim yok, bunu anlamak bu kadar zor olmasa gerek. İlkeler ve sizin kabul metniniz olan resmi öğretinin gerek şartmışcasına sunduğu rejim ilkeler ilişkisine daha sonra geleceğiz ki orada hükmetmenin aracı olarak sunulan rejimle onun gerek şartı olan ilkeleri de uygun ve de uzun bir zamanda teorik ve pratik olarak ele alacağız, ama şimdi maçın ikinci yarısı var Hatta ve hata sunulan ilkelerle rejimin uyuşmazlığı acaba olabilir mi diye de bir bakacağız. Daha sonra kavram kargaşasına son vermenin en kolay yolu olarak iletimde belirttiğim üzere cumhuriyetin pekçok tanımıyla uğraşmaktansa karşıt olduğu, benzer olduğu rejimleri inceleyip bizim ülkemizde kuruluştan bu yana hangi rejimin olduğunu sormuştum, yanıt alamadığımı görüyorum, bunu cumhuriyet değildir demeniz olarak kabul ediyorum kurnazlığına sapmadan cevabınızı alayım, ondan sonra devam edelim. Sorumu tekrarlıyorum, karşıtlarıyla, benzerleriyle incelediğinizde Türkiye'deki rejim kuruluş anından itibaren cumhuriyettir diyebilir misiniz? Parça parça gideceğiz, başka çare yok Hasarlar konusunda bu kadar kaygılı olmayın, kaygı dediğiniz şey hasardan daha tehlikeli olabilir
-
PKK'NIN SONUNU NEDEN GETIREMIYORUZ?
İlk defa söylüyorum arkadaşlar kavramları bilmek yetmez uygulamayı takip etmek zorunludur fiili söyler insanın halini, dili değil. Arkadaşım ben ne dediğimi gayet iyi biliyorum, ama siz teorik olanla pratik olanı ayırmak ihtiyacı gibi bir ihtiyacın içinde değilseniz ve söyleneni gerçek kabul etmek eğilimindeyseniz o da tamamen sizin sorununuzdur. Ben bu ülkede her anayasada Türkiye devletinin şekli hükümeti cumhuriyettir yazmasından yola çıkarak aa ne güzel, biz cumhuriyetle yönetiliyormuşuz diye yoluma devam etmeyi tercih etseydim Anayasayı gerekçeleriyle okur ve gider muhasebecilik yapardım, siyasetle, dinle, felsefeyle, vesaireyle ilgim bundan ibaret olurdu. Şimdi cumhuriyet pekçok şekilde tanımlanabilse de aslında monarşinin karşıtı olarak ortaya konulabilir. Şimdi size sorum, bu ülkede rejim sizce ilk kurulduğu andan bugüne kadar monarşiye mi benzer ve hatta oligarşiye mi benzer, yoksa cumhuriyeti mi? Kavramın varlığının anlamını bilmenin en iyi yolu onu karşıt ve benzerleriyle karşılaştırmaktır, bu size söylenenle uygulanan üzerinde daha fazla düşünme imkânı verir. Siz cumhuriyete benzer derseniz ve rejimin bir adının olması yeterlidir derseniz benim söyleyecek başka bir sözüm olmayacaktır, ama ben yine iddia ediyorum, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin rejimi yoktur, ille de fiili bir rejim yakıştırmak isterseniz oligarşiye yakındır, cumhuriyete değil. Devamına müsait olduğum bir anda bakacağım, ama tamamına yakınına karşı bir şeyler söyleyeceğimden emin olabilirsiniz.
-
Allah Bizi Sınava Sokarken Sordu mu?
diğerlerini bırakmayalım, asıl cevap diğerlerinde ve yanılmıyorsam ikinci maddede Rab konusunda bir şeyi kastedecek bilgi sahibi değilim, ama birkaç yerde ayrı yerde okudum anlamını ve genel olarak öğreten anlamı çıkıyor karşımıza. Ancak dediğim gibi bilgim yok, emin değilim. Ancak sorun şu, şimdi bir tanrı var, tüm insanların tanrısı ve kalkıp insanlara ben sizin tanrınız değil miyim diye sorması gerekiyor islam mantığına göre. Mesela islamın giriş cümlesinde Allah'tan başka ilah yoktur diye başlar, besmelesinde rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla diye başlar. Yani ön planda olan ilahlık, Allah'lıktır, ama burada ilginç bir şekilde tanrınız değil miyim, Allah'ınız değil miyim, ilahınız değil miyim demiyor, hiç alakası yok gibi görünen bir yerde rabbiniz değil miyim diyor. bu bana enteresan gelir hep, size gelmeyebilir, bende bir terslik olabilir, bu konuda itiraz etmemeyi öğrendim, kabullenirim Öyle bir soru sorulmuşsa dinsel metin üzerinden gittiğimize göre o dinsel metinde bunun karşılığının olması gerekir, mesela ben sizin rabbiniz değil miyim sorusunun, içki yasağının, kumar yasağının karşılığı yazılı olarak var. Sınavın sorulu olduğuna dair bir karşılık da varsa bildirirseniz bu görüşümden de dönerim
-
EĞER MESELE KURSATOTCU GİBİ DÜŞÜNÜLÜRSE
Kaderle alakası var demedim zaten, bahsedilen kader tanımıyla alakası olabilir mi dedim Bakın bahsedilen kader tanımı attığımız her adımın belli ve değiştirilemez olduğundan bahsediyor Ancak mesela rad 11 şöyle, İnsanı önünden ve arkasından izleyen (melekler) vardır, onu Allah'ın emri ile gözetlerler. Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe Allah onun konumunu değiştirmez. Allah, bir toplumun herhangi bir kötülüğe uğramasını dileyince, onu hiç kimse önleyemez. İnsanların Allah'dan başka hiçbir koruyucusu, kayırıcısı yoktur. Toplum tutumunu değiştirirse Allah da onların konumunu değiştirir sonucu çıkıyor buradan, yani toplum ve de insan çaresiz, değişmez bir döngünün içinde değildir, bulunduğu konumu, şartları değiştirebilir anlamı vardır burada. Enfal 53 de benim okuduğum tanımda şöyle, Bu böyledir. Çünkü bir toplum, sahip olduğu ïyi bir niteliği değiştirmedikçe, Allah da o topluma vermiş olduğu nimeti değiştirmez. Hiç şüphesiz Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir. Burada sorun var biraz, çünkü benim okuduğum bir metinde kendinde olanı değiştirmedikçe Allah da hükmünü değiştirmez yazıyordu, ama çok da aykırı şeyler değiller birbirine o değişmez kodeksin içinde hareket etme zorunluluğu bağlamında düşündüğümüzde. Burada da aynı şey var, yani her şeyin önceden kesinkes belli olduğu ve değiştirilemeyeceği yorumunu aşan anlamlar yüklü bunlar. Yani burada ister verilen nimetten, ister sizin dediğiniz gibi kalbinde olandan diye geçsin fark etmez, sonuçta insana ve topluma bir şeyleri değiştirebilirsin sen mesajı var gibi geliyor bana, tabii yanlış anlıyor da olabilirim
-
PKK'NIN SONUNU NEDEN GETIREMIYORUZ?
Bunlar ne kadar gerçekse bugünkü rejimin bir adının olmadığı da o kadar gerçektir. Bizim söylemek istediğimiz ve sayısız tartışmaya konu açan şey de tam olarak bu belirsiz belirliliktir. Rejimin adını koyarsınız, ama bunun adı laik demokratik hukuk sistemi gibi ipe sapa gelmez bir isim olmaz, herhangi bir isim olur, işine gelen biat eder, işine gelen isyan eder. Öyle bir sistemde isyan da biat da o sisteme güç verebilecek nitelik arz eder. Belirsiz belirlilikte kimin neye hizmet ettiğinin belli olmadığı, amiyane tabirle atın izinin itin izinden ve hatta atın da artık itten ayrılamadığı bir tablo ortaya çıkıyor ki bu günbegün zayıflamayı getiriyor. Daha önceki bir mesajımda belirtmiştim, Türkiye'nin tek sorunu halkının ittfakla biat ettiği bir modelinin olmamasıdır. Bu sorunun aşılmasının tek yolu bu model üzerine düşünmek, konuşmak, tartışmak ve bunun için de artık herkesin rahatça konuşabildiği bir ortamı oluşturmaktan geçer. İmkansız gibi gelebilir, saçmasapan gibi gelebilir, yıkılmanın parçalanmanın neredeyse garantisi gibi gelebilir, iç savaşların garantisi gibi bile gelebilir, ama bir türlü itiraf edemesek de aslında güçlü değiliz, aslında zayıf ve sömürülen, güdülen bir ülkeyiz ve zaten batıyoruz. Süte düşmüş kurbağanın hikayesini hepimiz biliriz, onun çırpınışları da saçma sapandır sütün üzerinde ta ki süt teslim olana kadar. Bu demokrasi, hukuk masalları, güçlü, yükselen ülke, muhteşem ırk yalanları çırpınmamızı önlemekten başka hiçbir işe yaramıyor
-
PKK'NIN SONUNU NEDEN GETIREMIYORUZ?
Tüm ülkeler bu şekilde yaparlar eğitim, hukuk ve askeriye düzenlerini, ama dediğiniz gibi bunun tepesinde bir üst model vardır ve aslında sistem tüm halktan o üst modele bağlanmalarını talep etmektedir. Yani Muhammet halkının müslüman olmasını istemekte, Lenin Marksist-Leninist yapmaya çalışmakta, Hitler de faşizme göre yapmaktaydı, sorun burada değil. Sorun şurada, bu adamlar mertçe ben şeriat devleti kuruyorum, ben faşist devlet kuruyorum, ben komünist ya da marksist-leninist devlet kuruyorum ve hukuk, eğitim, siyaset, bilim, teknik her şeyi buna göre şekillendiriyorum dediler. Bunlar açısından sorun yoktur, beğenirsiniz ya da beğenmezsini, o tamamen size kalmış. Yeni dönemin insanlarıysa tam tersi bir mantık içindeler, yani namert bir mantık, şöyle ki, laik, demokrat hukuk devleti kuruyorlarmış. Bu laik, demokrat hukuk devletinin anlamı şudur, benim bir iktidar sistemim var ve ben hukuku, siyaseti, üniversiteleri istediğim an istediğim gibi şekillendiririm, bunun başka bir anlamı yoktur. Çünkü laiklik ve hukuk kendi başlarına islam, komünizm, faşizm ve hatta kapitalizm gibi bir şeyler söyleyemezler, bu doğalarında yoktur. Birileri kalkıp bize aslında bir şey söylemeyen şeylerle yönetildiğimizi söylüyorsa bilin ki niyeti kötüdür ve/veya gizlemeye çalıştığı ve olmaması imkansız olan ana sistemi açıkça ortaya koyacak yeterli güce sahip değildir. Yani kendi başına hukuk hiçbir şey ifade etmez, sosyalist hukuk olur, kapitalist hukuk olur, şeriat hukuku olur, uzakdoğu dinlerinin hukuku olur ve hukuk ana argümanlarını üst modelden alarak yasaklar ve hürriyetleri belirler. Ana ve bir şeyleri net olarak ortaya koyan bir argüman yoksa hukuk da yoktur. Dolayısıyla burada sorun şu, tamam, üniversiteler, hukuk, askeriye şekillenecek, ama tam olarak neye göre? Cevap laiklik, demokrasi olamaz, dinsizlik derseniz olur, ama o da mesela aynı anda kapitalizmi, sosyalizmi, faşizmi, liberalizmi, anarşizmi doğrulayabilir, hangisi ve neden?
-
EĞER MESELE KURSATOTCU GİBİ DÜŞÜNÜLÜRSE
Teşekkürler, ama kavram dinsel bir kavram olduğuna göre ben daha fazlasını istiyorum, yani bu şekildeki açıklamayı biliyoruz her birimiz zaten. Benim istediğim dinsel metinlerden alıntılarla delillendirilmiş bir açıklama ve net bir anlam, böyle açık bir anlam var mı dinsel metinlerde? Benim okuduğum ve en fazla açılmış olan anlam sanırım Hz. Ali'ye sorulduğunda verdiği cevaptır, Allah'ın emri ve hükmüdür. Şimdi Kuran'ı ayet ayet hatırlamam, ama hatırladığım bir bölümde siz kendi hakkınızdaki hükmü (ya da kendinizdekini) değiştirmedikçe Allah da sizin hakkınızdaki hükmünü değiştirmez diye bir şey var, ayet demiyorum, çünkü anlamı buna geliyor, kelime kelime bu şekilde olmayabilir. Ancak buradan şu çıkıyor ya da çıkabiliyor, biz kendi hakkımızdaki hükmü ya da kendimizdekini (artık o neyse, onu da bilmiyorum) değiştirirsek Allah da bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirecek şeklinde de okunabilir bu metin. Yani kader Allah'ın emri ve hükmüyse ve biz o hükmü değiştirebiliyorsak değişmez olmama ihtimali ortadan kalkmış olmaz mı?
-
Allah Bizi Sınava Sokarken Sordu mu?
1-) kişiselleştirmenin alemi yoktur, ama anlamı vardır ve genel olarak menfidir, o yüzden kişiselleştirmeden devam edersek daha iyi olur diye düşünüyorum. 2-) cevap bir bütün olarak incelenirse daha iyi olabilir, aynı cevapta "Ancak tanrı varsa ve birilerini imtihan ediyorsa bu imtihan edilenin imtihandan önce -hayat,beden,yaşam- varolduğu anlamına da gelmez mi acaba? Yani dinsel metinlerde anlatılan şeyler şöyle de düşünülemez mi?.. Vardın, şu anda da varsın, ölüm denilen şeyden sonra da var olacaksın" diye bir bölüm de var. 3-) Allah insanları yarattığında bu sınavı isteyip istemediklerini sormadı, sadece rabbiniz değil miyim diye sordu ve bu kelime üzerinde düşünülmesi gerektiğini özellikle belirttim, tanrınız değil, rabbiniz değil miyim diye sordu. Sınav verilen cevabın doğruluğu ya da yanlışlığını ortaya koymmak için bir araçtır sadece ve bütün araçlar gibidir, isteme ya da istememe, sevme ya da sevmeme diye bir şey yoktur, araç araçtır ve gerektiğinde kullanılır. Araca bunun ötesinde bir anlam yüklemek aracı özneleştirir ki aracın özneleştiği her durumda siz nesneleşirsiniz. 4-) Tatmin edecek cevabı felsefede ya da düşüncede arıyorsanız dediğiniz gibi boşuna felsefeyle ya da düşünceyle uğraşmayın. Çünkü her ikisi de, yani felsefe de, düşünce de araçtan ibarettirler, tıpkı bilgi gibi ve araçlar nihai anlamda tatmin edici olmak özelliğinden yoksundurlar. Yolculuktur bu sadece ve sizler için ben, benim için sizler yolda rastladığımız araçlardan ibaretizdir diğer tüm her şey gibi. 5-) Amaç ne diye soracak olursanız ki bunca araç iddiasının ardından böyle bir sorunun gelmesi tabidir, işte onu bilmiyorum :) süper derecede açıklayıcı oldu değil mi
-
Allah Bizi Sınava Sokarken Sordu mu?
Sanırım siz de cevabı anlamamışsınız, ben size iki soru daha sorayım o zaman, belki daha açıklayıcı olur. İstemediğiniz bir sınava sokulmanızın adaletsiz olduğunu nereden çıkartıyorsunuz, sınav isteyenler ya da istemeyenler için değildi dinsel metinlere bakarsanız, yalan söyleyenler ve söylemeyenler içindi. İkinci soru hayat istemeyen biri olmaktan bahsetmişsiniz, bunun mümkün olduğunu nereden çıkartıyorsunuz? Şöyle düşünün, hayat bu bedenden ibaretse ve materyalizm gerçekse zaten bu konuların tamamı boştur, kafanıza göre takılın. Ancak tanrı varsa ve birilerini imtihan ediyorsa bu imtihan edilenin imtihandan önce -hayat,beden,yaşam- varolduğu anlamına da gelmez mi acaba? Yani dinsel metinlerde anlatılan şeyler şöyle de düşünülemez mi vardın, şu anda da varsın, ölüm denilen şeyden sonra da var olacaksın. Son olarak sizin hayat istemeyen biri olma ihtimaliniz yok, hayat istemeyen biri olmanız için dahi hayatta olmanız lazımdır ve hayatta olduğunuz için hayat istemiyorsunuzdur. Yani hayat istemiyorum diyen biri dahi aslında hayat istiyordur, sadece şekline dair beğenmeme, razı olmama durumu vardır, ama bunda da haddim olmayaraktan tavsiyem şekiller değişir, yeterince denediğinizde emin olun ki her şekil değişir, vaktinizi hayattan razı olmamakla harcadığınız kadar şekli değiştirmek için de harcarsanız bu dediğimin doğru olduğunu göreceksiniz. En kötü hayatın içinde bile güzellikler vardır, Afrika'ya dair programlarda açlıktan bir deri bir kemik kalmış, çok zor şartlar altındaki çocukların gözlerindeki parıltılara bakın, ufacık da olsa yiyecek, içecek bir şeyler bulduklarında yüzlerine yayılan o eşsiz gülümsemeye bakın ve onların sahip olduğunun binlerce katına sahip olurken neden o denli güzel gülümseyemediğinizi, gözlerinizin niye o şekilde parlayamadığını düşünün. Hayatta, tanrıda, sınavda, maddede, bilimde, ilimde, ötekinde bir sorun yoktur belki de ve her şey zannettiğimizden daha adil olabilir uğraşmamız gerekenle uğraşmayı öğrendiğimizde. O cümleyle, yani ben sizin rabbiniz değil miyim sorusuna da biraz daha fazla bakın, kelimelerin her birine tek tek bakın. Mesela soruyu soran tanrı, ama ben sizin tanrınız değil miyim diye sormuyor, normalde tanrınız değil miyim diye sorması gerekmez miydi? Rabbiniz değil miyim diye soruyor, ilginç olabilir mi? İkincisi sorunun soruluşu ilginç, bu soruya evet ya da hayır diye cevap verilemez, yani ya evet, sen bizim rabbimizsin ya da hayır, sen bizim rabbimiz değilsin demek zorunluluğu vardır sorunun soruluş şeklinde, bu haliyle soruya evet ya da hayır derseniz cevap olmaz, sizce bu da ilginç olabilir mi? Sınava fazla takmayın, değiştirebileceğiniz şeylerle uğraşın, değişteremeyeceklerinizle değil.
-
Allah Bizi Sınava Sokarken Sordu mu?
Bu soru bir bakıma insanoğlunun (kızının demiyorum, onun tuhaflığına ispat gerekmez, bu malumun ilanı olur ) tuhaflığının delilidir. Şöyle düşünün, doğarız, hadi büyüme faslını geçelim, ama o aşamada da yargılanırız, ilkokula başlarız ve her bir senede sayısız kez sınava gireriz, yani hocalarımız tarafından yargılanırız. Yargılamada suçlu bulunursak o saçma sapan sınıfa bir yıl daha gitmeye mahkum ediliriz. Yok, suçlu bulunmazsak başka bir üst denilen saçma sapan sınıfa gitmemize izin verilir ve bu benim zamanımda üniversiteyi de sayarsak 15 sene sürüyordu, 15 sene aralıksız kimse bana sormadan beni sınavlara soktu, yani yargıladı. İkinci aşama, işe girmeyi denedik, patron bakar, inceler bizi ve ilk anda imajımızla, sorulara verdiğimiz cevaplarla, daha sonra çalışmamız, uyumumuz, bilgimiz, becerimizle sınanırız, yani yargılanırız ve yine cezalar ya da ödüller bizi beklemektedir. Biz bunlara da ses çıkarmayız. Serbest çalışacağım, ben böyle patron, müdür sınavını çekemem arkadaş deyip de kurtulacağınızı sanmayın, esnaflık, zanaatkarlık ve hatta sanatkarlık yapsanız dahi alıcılarınız ve hatta çevre tarafından sürekli sınava alınmaktasınızdır ve tabii ki de yargılanmakta, bunun sonucunda da ödüllendirilmekte ya da cezalandırılmaktasınızdır, biz buna da aldırış etmeyiz aslında. Üçüncü kısım, bir kızı seversiniz, yanaşmaya çalışırsınız, o sizin yanaşmaya çalıştığınızı anladığı ilk andan itibaren sizi sürekli sınavlara sokacaktır, buna emin olabilirsiniz. O kızla konuşmayı başardınızsa ve bu konuşma devam ediyorsa bilin ki attığınız her adımdan, söylediğiniz her kelimeye kadar sınav oluyorsunuzdur ve tabii ki makus talihimiz değişmez, cezalandırılır ya da ödüllendiriliriz. Bunun gibi sınavları milyonlarca, milyarlarca kez yaşarız ve karşılaştığımız her insanın bizi sürekli yargıladığını aslında biliriz, ama gıkımız çıkmaz. ve netice, Allah da insanları sınar deniyor ve burada film kopuyor. Vay efendim, sen bana mı sordun, niye beni sınıyon, vesaire türünden sayısız tepki alıyor Allah. Ya arkadaşlar, insaf edin, milyonlarca, milyarlarca kez sınava alınırken-yargılanırken, hem de bu yargılayanlar biçim gibi insanlar olurken bir kez olsun gıkımız çıkmıyor da Allah sınav yapınca niye sorgulamaya girişiyoruz? Bırakın bir de o sınasın, çok görmeyin, bir kere sınayacak. Biz her birimiz her birimizi aslında hiç hakkımız olmadığı halde her gün sayısız kez yargılıyoruz ve hatta bazen öldürüyoruz bile
-
YOĞUN İSTEK ÜZERİNE - Haftanın Dişisi- Sezon 1 Bölüm 1
Bir kere kesinlikle bir kıskançlık yok blog yazarımızda, bunu her kelimede hissedebilmeniz mümkün, son derece objektif bir şekilde ilgili hatun kişiyi değerlendirmiş kendileri. Hele hele İsrailli olan şahsiyetin mason olacağı ve ülkemizi böleceği yönündeki tespitine kim aha işte gerçeğin özü budur demez ki değil mi Deee benim merak ettiğim bişi var, bu yaratık kadınsa benim yolda gördüklerim ne ola ki, yolda gördüklerim kadınsa bu ne de denebilir tabii kü, ama kesin olan şey iki yaratık türü kesinlikle aynı olamaz, kıskanılmaması gayet makul yane
-
İyi erkek nereden bulunur?
Başlık iyi erkek nereden bulunur olduğu halde daha ilk mesajlarda efendi erkek = iyi erkek moduma geçilmiş. Buradaki efendiden kasıt muhtemelen köle sahibi erkek değildir, alınıp evirilebilecek, çevirilebilecek, istenildiği gibi kullanılabilecek, bir sürü halt yense de sessiz sedasız katlanacak erkek modeli aranmaktadır kanaatimce ve buradan da yola çıkarak bunu arayan kişinin bir kere kötü niyetli olduğu sonucu çıkıyor. Gerçi iyi niyetli bir kadın olma ihtimali galatasarayın fenerbahçeyi yenebilme ihtimali kadardır, ama tarihte galiba bir kaç kez yenmişler, o yüzden yoktur demiyorum Yaf uğraşmayayım diyorum şu kadın denen yaratıkla, ses etmeyeyim, kendi hallerinde gezinsinler dünyada diyorum, ekolojik dengeyi bozmama adına bunu yapayım diyorum. Ama bi rahat durun kardeşim siz de, iyi erkek ararken bile iyiliğin ölçütü olarak adamın kullanılabilirliğini ön planda tutan bir türe karşı ekolojik dengenin bozulma ihtimalini bile kabullenebilir hale geldim. Pragmatizmin de sınırları vardır sanıyordum, bu tür o düşüncemi de yıktı ))
-
EĞER MESELE KURSATOTCU GİBİ DÜŞÜNÜLÜRSE
Arkadaşlar, bu kader konusu tartışılıyor, iyi, hoş, tartışılsın da bu arada lütfen tartışmacılardan birisi kaderin ne olduğunu ağyarını mani efradını cami bir şekilde açıklayabilir mi? Bu eleştiri değildir, gerçekten de bu kelimenin ya da kavramın ya da neyse artık, o şeyin ne olduğu konusunda kesin bir tanıma ihtiyaç var gibime geliyor, yani en azından benim ihtiyacım var
-
ben gelmişim
hangisi kullanılmıyo şurada cevap verdi: hangisi kullanılmıyo başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi TanıyalımBakın, bir de kendine özgü kelimelerle bölümü vardı ki o kısma hiç girmedim, bu da site yönetimine kıyağım olsun ))
-
ben gelmişim
hangisi kullanılmıyo şurada bir başlık gönderdi: Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi TanıyalımŞimdi aynen şöyle bir istekte bulunuluyor benden, "Bizim beklediğimiz insanların kendine özgü kelimelerle kendilerini tanıtmaları ve diğer kullanıcılara iç dünyaları ve becerileri ile ilgili bilgi vermelerini sağlamaktı", el insaf site yönetimi, ne yani şimdi beni burada hiçbir becerimin olmadığını söylemek ya da yalan söylemek zorunda bırakıyorsunuz. Yok becerim, yani mal budur, hiçbir becerisi olmama becerisine sahip biriyim ben Nicke, yani hangisi kullanılmıyo'ya gelince orada da beceriksizim, birkaç nick denedim, hepsi kullanılıyormuş, hangisi kullanılmıyo yazdım, siteden aha bu uygun ibaresi geldi. Ben de uygunsa uygundur dedim, koskoca site yönetimi yalan söyleyecek değil di mi ama İç dünyama gelince dışımdaki dünyanın aynı, yani dıttt dıtttttt dıtttttttt Tüm bunlara karşın yine de hoş geldim, hadi yine iyisiniz iyiiii ))
-
PKK'NIN SONUNU NEDEN GETIREMIYORUZ?
Bunlara bakmadan önce bir de Sovyetlerin 44'te başlattığı ve bir müddet uyguladığı yoğun baskıları, toprak taleplerini, o dönemlere ait kayıtlardan yapılan tartışmaları, CHP'nin artan Sovyetler tehlikesine karşı nerelerden destek aradığını, hatta ve hatta Almanya'ya bile neden savaş ilan ettiğimizi düşünün isterseniz. Tabii bir de belli destekler karşılığında nelerin verildiğini de düşünürsünüz elbette. İkinci olarak 2. Dünya Savaşını tek partili rejimler ne zaman, nerede, nasıl kaybetmiş, en basitinden Çin ve Sovyetlerde çok partili bir rejim mi vardı? Arada öyle bir ek anlaşma var, ama bulunca size göndereceğime emin olabilirsiniz. Son olarak bir de tabii olayın teorik yanı var, hiçbir iktidar sahibi kendi rızasıyla iktidarını paylaşmaz, devretmez. Bir iktidar sahibi iktidarını paylaşıyorsa, devretmeye razı gibi görünüyorsa bilin ki işin içinde pekçok şey olabilir, ama asla bu şeyin adı rıza olmaz.
-
PKK'NIN SONUNU NEDEN GETIREMIYORUZ?
Bakın, tarzlar arasında bile farklılıklar var öyle değil mi, ben farklı kaynaklardan okumaktan, sizse çarpıtmaktan bahsediyorsunuz, CHP tarafından da imzalanmış uluslararası bir anlaşmanın neresi çarpıtmaysa artık, orasını da anlamış değilim. Ülkenin kurucusuna daha önceden de küfür edildiğini lütfen kabul etmişsiniz, ama dört duvar arasında diye de tuhaf bir belirleme yapmışsınız. Ben size aleni olarak yazılı olan, örneklerine hala birtakım sahaflarda rastlayabileceğiniz pekçok dergiden bahsediyorum, sizse kalkmış dört duvar arasındaya çeviriyorsunuz. Umuma yayın yapan bir dergide alenen, haftalar boyu hakaret, küfür etmek nasıl bir dört duvar arasıdır? DP analizi okumam bir şey ifade etmiyor, çünkü anladığım kadarıyla ilgili analiz sizin dilediğiniz kaynaktan alınma olmadıkça siz ona inanmayacaksınız. Bu arada, Allah'la kandırıldığını iddia ettiğiniz toplum paganist, Hıristiyan, Yahudi, şamanist bir toplum değildi, belki farkında değilsiniz, ama cumhuriyetin kurulduğu toplum çok çok büyük oranda Müslüman bir toplumdu, yani dediğiniz gibi Allah'ın kullanılması çok kolaydı, ama bunun olması için de öncesinde büyük bir baskının olması gerekirdi, yani kötüyü kabul ettirecek başka bir daha kötü lazımdı ve o ihtiyarlarla konuştuğunuzda bu çok yoğun baskılara dair bir şeyler öğrenebiliyorsunuz. Siz tavsiyemi dinlememekte direnmekten vazgeçin ve bir gidip kendi ülkenizin insanlarını dinleyin, başka bir ülkenin de aynı ülkenin içinde işlediğini fark edeceksiniz. Yanız bu da, yani kötüyü kötüyle kabul ettrimek de ilginçtir ki tarih boyunca uygulanan bir toplum mühendisliği taktiğidir ve kökeni Çin henadanlarına kadar gider, ilginç diyorum, çünkü hala amiyane tabirle yemektedir. ve final, şöyle buyurmuşsunuz, Bir ülkenin yargisi,üniversitesi,askeri o ülkenin kurulus felsefesini savunmakla yükümlüdür. Aslında bunu söyledikten sonra siz ben ne desem boş, askeriyeyi o da ehveni şer kabilinden kabul etsem bile bir ülkenin üniversitesi, yargısı o ülkenin kuruluş felsefesini savunmakla yükümlüdür ne demektir söyler misiniz? Böyle bir zihniyet mi var, en basitinden Atatürk yanılmış olamaz mıydı, milliyetçilik, devletçilik yanlış olamaz mı? Yanılgınızı düzelteyim, bir ülkenin mahkemeleri hukuku korumak, üniversiteleriyse bilimi, ilimi geliştirmek, yüceltmek ve yeni nesillere aktarmakla yükümlüdür, başka hiçbir yükümlülükleri yoktur. O kurumlara dediğiniz gibi görevler yüklerseniz ki yüklenmiştir, işte bugünkü günlere gelirsiniz. Bunu anlamak hiç de zor değil, değiştirmek de.
-
PKK'NIN SONUNU NEDEN GETIREMIYORUZ?
Öncelikle CHP’ye ve yaptığı uygulamalara büyük ölçüde karşıyım, bu çok net, keskin ve bende tartışmaya kapalı olan bir konudur. Ancak ne AKP’li, ne Fethullahçı, ne solcu, ne sağcıyım, ne Taraf’çıyım Yani durumumun pek alışılmadık bir durum olduğunun farkındayım, ama durum buyken budur. Gelelim devamında dile getirdiğiniz görüşlere, sanıyorum ki ikimiz tarihi aynı kaynaklardan okumuyoruz ki ben sadece çeşitli kaynaklardan –sağ-sol- okumayı tercih etmekle yetinmem, bir de o yılları yaşayan insanlara rastladıkça sürekli onlardan o dönemle ilgili izlenimlerini almaya çalışırım ki bence en sağlıklı olan yol budur. Ancak burada sağlıklı olan usulde bile ilginç bir durum vardır, 50’ler ve öncesine ait CHP zihniyeti hakkında ülkenin teknokratları, öğretmenleri, vesaire türünde insanlarla konuştuğunuzda bir CHP görünümü var, birtakım zengin diyebileceğimiz iller dışında kalan illerdeki halkla, yani dağdaki çobanla konuştuğunuzda bambaşka bir CHP ortaya çıkmaktadır. Objektif olduğunu iddia ettiğiniz söylemlerin dışına çıkıp bir Rize’ye, Adıyaman’a, Tunceli’ye, Diyarbakır’a, Adana’ya gidip o illerdeki ilçelerin yaşlılarıyla konuşmanızı önereceğim size, bu anlattıklarınızın çok dışında şeyler duyacağınıza emin olabilirsiniz. Tek tek söylediklerinizin eleştirisini yapmayı da istemiyorum, ama objektiflik iddianızla örtüşmeyen pek çok sözünüze karşı da çok fazla bir şans tanımıyorsunuz bana. Mesela çok partili rejime CHP izin verdi söylemi bile ne kadar objektif baktığınızın bir göstergesidir. Tarihi hatırlamıyorum, ama bildiğim kadarıyla 1945-1950’ler civarında yapılan bir uluslararası anlaşmanın neticesinde çok partili rejime geçmek zorunda kalmıştır CHP, izin vermemiştir. İkinci olarak her yenilikte olduğu gibi halk DP’ye yöneldi söylemi bilimsellikten tamamen uzaktır, halklar genel olarak muhafazakar yapı arz ederler ve önceki yönetimin aleni bir başarısızlığı söz konusu değilse ya da başka birtakım aleni sorunlar yoksa halklar mevcut yönetimi onaylarlar ve devamı yönünde oy kullanırlar. Bugün bu ülkede bu ülkenin kurucusunu küfrediliyorsa bu DP’nin eseridir söylemine karşıysa ne diyeceğimi bilemiyorum. Ben 80 öncesi sağ sol karşıtlığındaki iki tarafın da bulabildiğim dergilerini okumaya çalıştım ve küfrün, hakaretin yoğun olduğu pek çok derginin yazarının, okurunun bugün CHP çizgisinde olması, günümüzdeki ve geçmiş yıllardaki pek çok aktivitede CHP’yle dirsek temasında olması da herhalde rastlantıdır. Yargının, askeriyenin, üniversitelerin CHP’li olduğunu savunmak ancak ve ancak demokrasi kelimesiyle açıklanabilir. Demokrasinin hâkim olduğu bir ülkede yüksek yargının mensupları emekli olduklarında gidip tek bir partiye üye oluyorlarsa bu durum sıkıntı oluşturur. Bunu o yüksek yargı mensupları ve CHP yönetimi bilmeyecek derecede kifayetsiz olamayacağına göre sizce bu durum neyle açıklanabilir, aba altından sopa göstermekle olabilir mi? Bugün bu ülkeyi bölme noktasına getirenler laikliği birebir Avrupa’yı taklit etmek, Avrupalıya benzemeyi ilerlemek sayan, tek yaptıkları tercüme metinlerle akademik unvanlar, mevki makam edinmek olan, her ağzını açtığında kendisini besleyen, maaşını aldığı halkını aşağılayan, onlara tepeden bakan ülkenin kifayetsiz muhterisleridir. En azından şu kadarını söyleyeyim, laiklik dediğiniz şey tam anlamıyla aklın imparatorluğudur. Bu saydığınız insanların bir tanesi dahi laik değildirler, taklitçilikle laik olunmaz. Bunda da objektif bir açıklama getireyim size, her toplum kendi geçmişi, içinde bulunduğu şartlar, dili, kültürü ve hatta ve hatta içinde bulunduğu coğrafi yapıyla ayrı bir bütündür ve bir toplumu başarılı yapan kültürel ya da hukuki formun o topluma benzemeyen bir toplumu başarılı yapacağını düşünmek nasıl bir zihnin eseridir, onu da siz takdir edin. Bu arada ben hiçbir zaman DP dönemini ya da AKP’yi savunmadım, savunulacak yanları da yoktur, ama sözün özü CHP’nin de savunulacak bir yanı yoktur. Kötü kötüyü iyi etmez, tıpkı iyinin iyiyi kötü etmeyeceği gibi. Son olarak PKK’nın sonunun getirilmesi AKP ABD işbirliğiyle engellendi demişsiniz, AKP bu ülkede 2002 yılından beri iktidardadır ki bu yaptıklarını da 2007 öncesinde yapamamışlardı, çünkü yeterli güce sahip değillerdi. Onlara asıl gücü getiren 2007 seçimleri olmuştur. Buradan yola çıkarsak PKK dediğiniz şeyin halledilmesi için 20-25 senelik bir süre vardı AKP’siz, bu süre acaba yeterli değil miydi askeriyenin sizin kusursuz bulduğunuz komutanlarına? İtibar dediğiniz şey imajdan ibarettir günümüz insanında ve yıpratılması ne kadar kolaysa onarılması da bir o kadar kolaydır. Yeter ki felsefeden ayrılmayın, felsefe size imajın nasıl onarılacağını da öğretir.
-
EĞER MESELE KURSATOTCU GİBİ DÜŞÜNÜLÜRSE
Dili aynı şekilde kullanmakta sorunlar yaşıyoruz sanırım, ben de aynı şeyi söylüyorum, insan düşünmeye başladıkça ailesinin, bulunduğu çevrenin inanışını sorgulamaya başlar ve bu çok uzun sürecek sancılı bir süreçtir. Ancak bu süreci yaşarken ki bu süreci yaşamayan insan sayısı yaşayan insan sayısından çok fazladır, insanlar ait olmaya devam ederler. Sorum da tam olarak budur, bu insan düşünmeden, irdelemeden, eğrisini doğrusunu tam olarak ortaya koyamadan zihninde bir forma ait oluyorsa bu inanış mıdır iman mıdır? İmanın gerçekliği, değilliği benim ilgi alanıma girmez, neticede İslamın Peygamberinin dediği gibi kalbini açıp bakma gibi bir lüksüm yok, oyum diyorsa odur beni bıyık altından gülümseten tüm tutarsızlıklarına rağmen. Mantık konusunuysa aşamayacağız sanırım, ama şöyle ifade edeyim, şartlanma ve düşünme birbirine çok yakın gibi görülse de ve şartlanma düşünmenin neticesi gibi görülse de aslında değildir. Şöyle ki her ikisi de somut verilerden hareket ederler, şartlanma bir tekrarın neticesinde gerçekleşir ve mantık verilerden birini neticiye bağlar. Düşünme de benzer şekilde hareket eder gibi görünse de düşünmenin öncelikle tekrara ihtiyacı yoktur ve ne kadar tekrar ederse etsin düşünce somut verinin gösterdiğinin çok dışında sonuçlara varabilir. Yani mantıkla zil çalıyor yem gelecek sonucu mutlaklaşırken, düşünceyle zil çalıyor, bugünlerde çok kilo aldım, yemesem mi artık sonucu çıkabilir
-
PKK'NIN SONUNU NEDEN GETIREMIYORUZ?
Ben de aynı dertten mustaribim, söylediğim cümle aynen bu, "Benim başarı anlayışım tektir, doğru siyasetle ki tercih ilk planda ve hatta devamında bile belki kesin olarak budur ya da olmuyorsa şiddetle çözüm" Şimdi ben de burada bu cümleden nasıl olup da "olmuyorsa şiddetle" çözümü savunduğumun anlaşıldığını merak ediyorum. Burada savunduğum şey çok net bir şekilde doğru siyasetle çözümdür ve hatta tekrar okursanız ilk planda ve hatta devamında bile belki kesin olarak budur diye bir ek var cümlede. En sonunda tüm bunlarla olmuyorsa şiddetle çözüm, Buradan şiddet konusuna nasıl gelindiği bende bir muammadır.
-
PKK'NIN SONUNU NEDEN GETIREMIYORUZ?
Lütfen yapmayın, 1950 DP iktidarıyla bu tanım rafa kalkmış, 1950'ye kadar bu ülkede öyle bir tanım vardı da biz mi bilmiyorduk? Anlı şanlı CHP iktidarı bu ülkenin teknokrasisinin iddia ettiği gibi muhteşemse neden ilk seçimde darmadağın oldu ve bir daha da toparlanamadı? Bu halk aptal mı, gerizekalı mı, kendisi içir çalışan, kendisine hizmet eden, kendi için uğraşan CHP'yi her seferinde sandığa gömdü? Daha da açık söyleyeyim, CHP zihniyeti bu ülkenin bahsettiğim gizli iktidarıdır ve daima yargı, askeriye, üniversiteler, odalar, borsalar, vesaire gibi kurumlar CHP'nin tekeli altındadır. Yani bu ülkeyi yöneten aslında o seçilen ve yönetmediklerini kendileri de bildikleri halde yönetmiş gibi davranmalarına ve karşılığında çalmalarına alenen izin verilen o siyasiler değil, daima CHP sınıfı olmuştur. Siz bir ülkede meclisi alın, yani yürütme ve yasamayı alın, belediyeleri alın, bakanlıkların tamamını alın, bana yüksek yargıyı, üniversiteleri, askeriyeyi bırakın, bakın bakalım ondan sonra o ülkeyi siz mi yönetirsiniz ben mi?
-
PKK'NIN SONUNU NEDEN GETIREMIYORUZ?
ya da kovulmayayım demiştim, ama susmaktansa kovulayım bari, ak denilenin kara denilenin oluşumunda, gelişiminde kasıtlı katkısı olduğunu iddia ediyorum, gap projesi, istanbul ve marmara kent nüfus yoğunlukları, bu yoğunluğun önceden örgörülmüş olması, vesaire gibi daha da artırılabilecek örnekleri verme nedenim de tam olarak buydu.
-
PKK'NIN SONUNU NEDEN GETIREMIYORUZ?
işte tam da sorun bu, yani ben her şeyi ak ve kara diye kesin çizgilerle ayırmıyorum, o çizgilerin sanıldığı kadar ak ve kara olmadığını ve ak olanın istemeyerek de olsa siyaha bulaşmış olabileceğini ve elbette ki kara olanın da istemeyerek de olsa karaya bulaşmış olabileceğini iddia ediyorum. Yargılanmalı derken ben bugüne kadar hep bu bahsettiğiniz indirgemeyi yapan şahısların söylediklerinden yola çıkarak yargılanmalılar dedim, çünük bilmem kaç kişilik çapulcu sürüsü senelerdir onların deyimiydi, benim değil. Benim genel kanım ilk mesajlarımda da belirtmiştim kesin olarak şiddetsiz çözümdür, ama sen kalkıp bana senelerce bu birkaç çapulcunun işi dersen ben senden 30 sene sonra niye birkaç çapulcuyu halledemedin diye hesap sorarım, bu bu kadar basittir. Dış güçlerin olayın içine girmesi konusundaysa o örneği biraz da kasıtlı verdim, aynı çaba, aynı taktikler, hemen hemen aynı iktisadi şartlar ve birbirine taban tabana zıt iki ayrı oluşum, bu sizlere de ilginç gelmiyor mu beyler?
-
EĞER MESELE KURSATOTCU GİBİ DÜŞÜNÜLÜRSE
bir canlıya öğretilerek bir özelliğin verilmesi için o hayvanda bu öğrenmenin gerçekleşmesini sağlayacak bir şey olması gerekir. Yani şöyle düşünün, zili çaldınız yemi attınız, zili çaldınız yemi attınız, üçüncü zili çaldığınızda yemin atılacağına şartlanabilmesi için öyleyse böyle önermesini uygulayacak bir şey gerekir ve bu da mantıktır. Bunun için birkaç kere tekrarın gerekmesi ki sayısı hayvandan hayvana değişir, bunun doğuştan gelmediği anlamına gelmez, aksine öyle bir şeyin, yani zil sesiyle yiyeceğin arasındaki ilişkinin kurulabilmesi tamamen mantığın ürünüdür. Bakın, akıl hastaları denilen kişilerle uğraşırsanız onların içinde olan bir gruba bu tür bir şartlanmayı hiçbir şekilde yapamazsınız, oysa akıl hastaları da düşünürler, ama onlarda sorunlu olan kısım düşünce değil, mantıktır. Bunu ilk defa duymuş olmanıza şaşıyorum, şöyle düşünün, bu ülkede sayısız insan müslümandır, ateisttir, marksisttir, sünnidir, alevidir, kapitalisttir, liberaldir,vesaire. Bu insanlar bu aidiyetleri 18-20 yıllık bir eğitim sürecinde mi edinirler, yoksa bazı kişilerin X'e yöneleceği, bazı kişilerin Y'ye yöneleceği ve daha sonra bu yönelişin argümanlarını edineceği öğretim sürecinden geçeceği önceden belli midir? Değildir deme ihtimalinize karşı ben size zahmet vermeden bir sonraki adımda dile getireceğim şeyi de söyleyeyim. Tamamen öyledir, aksi halde belli illerin belli bölgeleri topyekün A, B, C olmazlardı. Burada derdimiz A, B, C değildir, hem o yüzden, hem de gereksiz açılımlara sebep olmaması için örneklerle bunu açıklamayı gereksiz buluyorum. Şimdi bir A bölgesinde yaşayan insanlar topyekun A oluyorlarsa buradan sizin görüşünüze göre bu insanların topyekun A'yı bilgi ve mantık doğrultusunda inceleyip ona inandıkları gibi bir sonuca varırız ki bu hiçbir şekilde mümkün değildir. Yani sözün özü, insanlar gerek aile, gerek içinde büyünülen çevre, gerek başka birtakım aidiyetlerin etkisi altında öncelikle bir şeye iman ederler, daha sonra o şeye inanırlar Bunun dışına çıkan insan tipi de vardır, ama inanın ki bu insanların sayısı hem çok azdır, hem de o insan bunu gerçekten yapıyorsa o süreç müthiş sancılı bir süreçtir.