Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

hangisi kullanılmıyo

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    161
  • Katılım

  • Son Ziyaret

hangisi kullanılmıyo tarafından postalanan herşey

  1. Askeriyeyi en çok eleştiren ve hatta açıkça ihanetle suçlayan biri olarak benim askeriyeden istediğim her hatasına açıkça sahip çıkması. Sen her hatana sahip çıkarsan, bu ülkede yaşayan herkesin ordusuyum dersen ve bunu ispatlarsan bu ülke kürdüyle, türküyle, ermenisiyle, rumuyla destek çıkar. Hata yapacaksınız, bu normaldir ve ben bu olayda ihmal sonucu adam öldürme cezasının sivillere uygulandığı şekilde askerlere de uygulanmasına karşıyım, çünkü risk oranı çok çok fazladır ve subaylara kesinlikle bu konuda bir indirim yapılmalıdır. Ancak ilk anda bu olaya sahip çıkmayan, çıkılmasını engelleyen her subay mutlaka cezalandırılmalıdır. Siz yanlış yerlere değil, bu halka yaklaşın, bu halka her hattıyla güvenin, bir sürü hata yaparlar, ama kazanan ülke olur, buna eamin olun.
  2. Gel de eski insanlara hayran kalma, işte budur. Hep söylemişimdir, en iyi kadın ölü kadındır ki onun bile garantisi yoktur, öldükten sonra da zarar vermeyi sürdürebilecek potansiyele sahiptir kadın :)
  3. Takmasınlar fazla, ben de kendime güvenmiyorum zaten Bu arada okumam falları, burçları, ama sizinki gibi bir sebat, azim, süreklilik harika, ne diyebilirim ki, benim gibi istikrarsızlıkta istikrar kazanmış bir insan için bunlar olağanüstü şeyler Hakikaten her akşam bunları yollamak sizi sıkmıyor mu
  4. hangisi kullanılmıyo

    Maskeler...

    Canınız daha az yanar, az acı az öfke, öz öfke az gazap, az gazap çok mutluluk Karşınızdakiler bilmez, o maskeler bizlerden çok onları korumaktadır gazabımızdan, ama yine de şikayet ederler maskelerimizden. İnsanın şikayet ettiği çoğu şey iyidir, bırakın kalsın maskeler, çıplak tahmin ettiğiniz kadar güzel olmayabilir insanlar ve en tahmin etmediğiniz insanlar çok güzel olabilir. Her şeyi değiştirmeye, her şeyden vazgeçmeye hazır insanlar içindir maskesizlik, biz o insanlardan değiliz.
  5. hangisi kullanılmıyo

    Maskeler...

    İki neden sayılabilir, birincisi binbir türlü diyebileceğimiz amaçlara ulaşmak ki bu önemli değildir ve ortaya çıkması kolaydır. İkincisi tehlikelidir, yaraları gizler maskeler. Varlığın tabiatındandır, yaralıysanız sizi parçalamaya hazır bir varlık daima bulunur, o yüzden yaralar gizlenmelidir, kah neşeyle, kah kariyerler, kah, annelik babalıkla, kah mücadelelerin içinde yer alarak, kah bilimle, kah felsefeyle, kah dinle, ama mutlaka gizlenmelidir yaralar. Maske dediğiniz şeyin yararsız olduğunu kim iddia edebilir ki savaşın bile kirletildiği bir dünyada?
  6. Merakımdan soruyorum, hayatım boyunca anlayamadığım pekçok kelimeden birisidir eşitlik, lütfen anlamama yardımcı olur musunuz, toprak nasıl eşit paylaştırılır, hadi nicelik bağlamında bu sorunu matematiksel olarak hallettiniz diyelim, nitelik bağlamında bu sorunu nasıl halletmeyi düşünüyorsunuz? Toprak dediğiniz şey ceviz mi ki eşit paylaşılsın arkadaşım?
  7. hangisi kullanılmıyo

    Din

    Hangi partiye üye olduklarını, ideolojilerini, aktif olup olmadıklarını, aktiflerse katıldıkları aktiviteleri filan da yazsınlar bence, hatta ben bittim, kimde okey varsa o da yazsın, boşu boşuna okey aramayayım Bu gece süperim, ne zaman kovulurum diye düşünmüyor değilim
  8. Şaka bir yana üç dört ekol diyebileceğimiz felsefe vardır, Hint-Çin, Pers, Yunan, İslam, Ortaçağ ve sonrası Avrupa, ama bunun da ötesinde Aborjinlerin kültürüne dair bir şeyler okumuştum. Onların yaşam tarzına baktığınızda da arkasında Hint'e benzer bir felsefe var, tabii ne kadar doğrudur bilinmez, çünkü ilkel denilen kabilelerin üzerine yapılan incelemeleri pek sağlıklı bulmam. Sonuçta nereden olursa olsun düşünün insanları ve eserlerini o mudur, bu mudur diye fazla kasmadan okumaya, anlamaya çalışmakta fayda var, yaptığının adı felsefe olsa ne olur, torna tesfiye olsa ne olur Üçüncü dubleden sonra feci genişledim, her şey serbest
  9. Bir kere felsefeyi saf akıl yoluyla bir yerlere varma olarak nitelemek yanlıştır, bu durumda sezgicileri ve tuhaf bir şekilde Bergson'u, Nietzsche'yi ve daha pek çok ismi felsefeci olarak kabul etmememiz gerekir. İkinci olarak agnostikleri de felsefeci olarak saymamamız gerekir bu mantık dahilinde ve burada yine pek çok isim gümbürtüye gider. İslam alimlerini saymayız, Hint felsefesi zaten yoktur, Çin haşa, onlarda da farklı biçimlerde de olsa sezgiden bahsedilir çoğu kez. Pers zaten dile getirilmez, Mısır diye bir medeniyet zaten hiç kurulmamıştır. Kala kala üç beş isim kalıyor geriye, üç beş isim için tartışmaya değmez, sallayın gitsin, aramızda üçün beşin lafı mı olur
  10. Şimdi şöyle düşünelim, takası başlatan nedir? Birilerinin sizin elinizde olmayan bir şeyleri üretmeleri en basit anlamda. Nüfusun çok çok az, imkanlarınsa sınırsız olduğu bir dönemde insanların böğürtlen takası yapmaları takdir edersiniz ki pek de mantıklı değildir. Yani mesela ilk bakışta hayvanlara karşı avlanmak ve korumak için kullanılabilecek keskin aletler ve ısı dengesi sağlamak amaçlı olduğunu kabul edelim hadi, bu dengeyi sağlayacak elbiseler üretimi bu anlamda takasın konusu olabilir ve o düzeyde bir toplumu düşünecek olursak o aletin, o elbisenin yapımı elbetteki sezgiyle edinilmiş bir bilginin ürünü olabilir ancak, çünkü bu aleti yapacak şahsın elinde örnek, bilgi, vesaire anlamında hiçbir şey yoktur ve takası başlatan şey üretememektir ve bu üretime dair bilgisi olan birilerine bilgisinin karşılığını öder takası yapan ilkçağ insanı. Yani takasın var olabilmesi için mantıksal olarak baktığımızda bilgi gereklidir kesin olarak. Bende aynı şeyden bahsediyorum, uzatmamak adına devlet örneği hariç olmak kaydıyla bunu kerhen kabul edebilirim. Çünü bir devletin vatandaşı olmak bedel ödemeye başlamak demektir ve acz içinde olan insanların dışında kalan her insan bu bedeli öder. O palis beni korur ve bunu yapmak zorundadır, çünkü bunun için maaş almaktadır. Polis açısından baktığınızda emeği metadır, verdiği hizmet metadır ve karşılığını almaktadır. Benim açımdansa ben bu ülkede bu korumayı almanın karşılığında bu ülkenin yasalarına uyar, vergi öder ve hayatımın 1,5 yılını bir dağın tepesinde askerlik dedikleri bir hizmeti vermek için geçiririm. Yani devlet örneği yanlıştır, devletin verdiği her hizmet metadır ve vatandaşlar ama öyle, ama böyle bu bedeli öderler. Ödemeyen ülkeler vardır ve verdiklerinin çok çok üzerinde hizmet alırlar devletten, ama onların ödemekdikleri bedelleri de başka ülkelerin halkları öderler. Hizmet ya da meta varsa karşılığı vardır, devletin varlığı bu ana ilkeyi değiştirmez. Hatta ve hatta daha da ileri gidebilirim burada ve anne babanın vermesinin de aslında bir karşılığının bulunduğunu söylerim ki o da itaattir. Sürekli itaatsizlik yapan, asilik eden, evin ev sahipleri tarafından belirlenmiş düzenini bozan çocuğun verilenleri geri almak, vermemek en hafifi olmak üzere pek çok bedel ödeyeceğini takdir edersiniz sanırım. Anne babaya itaatinse yine karşılığı vardır, toplumda yerini sağlamlaştırma, verilenlerin devamı, takdir görme, vesaire diye uzatılabilir bu liste. Yani bir şeyin değişime konu olması için sadece maddi karşılığının olması gerekmez, maddi karşılığın dışında karşılıklar için de takasa girer insanlar. Burada sorun dar ve geniş yorum sorunudur. Bir kısmı doğru olsa da söylenenlerin sonuç önermesi bana göre yanlıştır. Burada fark edilmeyen şey bahsettiğiniz anlamdaki fiziki şehri doğuran şeyin kendisi zaten bilimdir, tarihin en eski ve en önemli bilimi mimarlıktır. Ancak fiziki olarak o büyüklükteki bir yerleşkenin kurulması için bile başka şeyler gerekir, farklı kültürlerin, dinlerin, toplumların karşılaşması ve rekabeti. Ben bilimi, felsefeyi geliştiren pekçok etken olduğunu kabul etsem de ana etkenlerden birinin kültürler, dinler, toplumlar, inanışlar arası rekabet olduğunu iddia ederim. Bu türden rekabetin olmadığı toplumlarda da gelişme binlerce yıl da yaşasalar olmaz diye bir önerme geliştirilebilir rahatlıkla. Bkz, Kızılderililer, Afrika toplumları, Aborjinler Diğer yandan bilimin, felsefenin milyonlarca kişinin katılımıyla oluşması, gelişmesi nispeten doğru bir yaklaşımdır, ama insanı reddetmesiyle maluldür ve burada etkisi olduğunu kabul etsem de ana etkenlerden bir diğeri tam anlamıyla kent, ihtiyaç ve bilgi birikimi değildir, bu alanlarda sıçrama denebilecek açılımları yapabilecek insanlardır. Dahi dediğimiz bu insanın şehirle, bilgi birikimiyle, hele hele bireysel ya da toplumsal ihtiyaçla bağlantısı ispatlanabilmiş bir bağlantı değildir, ama bilimin, felsefenin, düşüncenin gelişiminin bu dahilerle bağlantısı ispat edilmiş bir bağlantıdır. Ancak enteresan bir şey vardır, bu tipler toplumların yükseliş ve gelişme dönemlerinde ortaya çıkıyorlar, duraklama ve gerilime dönemlerinde o toplumlar aynı kentlerde, daha fazla bilgi birikimine sahip olmalarına ve ihtiyaçları da artmasına rağmen bir daha o tipte adamı üretememektedirler. Mısır bunları çıkarmıştır, tarihte insanların aklında hukuk bile yokken tıp hukuku yazan dahileri vardır, Hint ve Çin üretmiştir, 4-5 bin yıl önce yazılmış çok gelişkin bir dilin ürünü olan vedalar vardır, Yunan kültürü Platon, Sokrates, Aristoteles gibi sayısız değerli isimleri üretmiştir, ama bilim adamı üretimi felsefeci üretimi kadar yaygın değildir. Daha sonra İslam kültürü yükselişi aşamasında pek çok isimle beraber mesela Biruni, Harezmi gibi dönüm noktası olabilecek isimleri üretebilmiştir ve nöbet 14, 15. Yüzyıldan sonra Avrupa’ya geçmiştir ve aynı toplum yeni kuruluşunu oluşturmaya başlayıp geliştiğinde ve yükseldiğinde adları herkesçe bilinen pek çok değerli bilim adamı, düşünür üretmiştir. Her bir toplum dahiler de dahil olmak üzere kendisinden önceki toplumların ve çağdaşı rakip toplumların bilgilerini kullanmıştır, bu konuda kesinlikle haklısınız, ancak asıl gelişmeyi sağlayan dahinin üretimine dair herhangi bir somut veri yoktur. Geçmiş toplumların incelenmesiyle ortaya çıkan şey şudur ki bu toplumların gelişme, yükseliş ve biraz da duraklamaya girme dönemlerinde ortaya çıkan bu isimler nedeni bilinmemekle beraber duraklama ve çöküş dönemlerinde aynı toplum tarafından üretilememektedir. Şimdi bilgi birikimi çok daha fazla, toplum aynı toplum, hatta ihtiyaç artıyor ve çeşitleniyor, üremesi gereken dahi o toplumun yükseliş ve gelişme aşamasındaki dahiye göre sizin görüşünüze göre çok çok avantajlı, çünkü o dahiler gibi geçmişteki bilgileri kullanmasının yanı sıra bir de üstüne o sıçrama yapan dahilerin ve onların sıçrama yaptıkları bilgiyi geliştiren düşünürlerin, bilim adamlarının ürettikleri bilgiyi de kullanıyor, ama dahi nedendir bilinmez, gerileme ve çöküş dönemlerinde çıkmıyor. Bu durum, yani bilginin artmasına, çoğalmasına, çeşitlenmesine karşın bilgiyi üreten insanda gerilemenin yaşanması bilgi birikimiyle, toplam bilgiyle düşünsel gelişimi açıklamaya çalışan teorinin eksiğidir Kent önemlidir, kabul, ama kendini üreten insanı ve var oluşunun gerçek nedeni olan o varlıktaki nedeni aşmayacak kadar önemli olabilir ancak.
  11. Süper devletlerin ortak özelliği nedir ? Ekonomi, teknoloji, ağır sanayi, silah sanayi, ithalat-ihracat oranı, enerji gibi alanlarda dünyanın geri kalanından ileride olan devletlerdir. Sanırım ben soruyu yanlış düzenledim, düzelteyim, bir devletin süper devlet olması için gerekenler nelerdir anlamında sormuştum. Yani bir devlet ne yaparsa ekonomi, teknoloji, ağır sanayi, silah sanayi, ithalat-ihracat oranı, enerji gibi alanlarda dünyanın geri kalanından ileride olan bir devlete, yani süper devlete dönüşür?
  12. Temelde haklısınız tabii ki, gerilla savaşımı veren bir gruba karşı ordu yapısal özellikleri dolayısıyla büyük zorluklar çekmektedir, sadece ve sadece statiklik ve dinamiklik sorunu ordu için yeterli bir sorundur. Özele gelince bahsettiğiniz örneklerin hepsinde haklılık payı olsa da bizim içinde bulunduğumuz şartlarla bağdaşmamaktadırlar. Şöyle ki, işgal ordusu ve işgal edilen yöre halkıyla yüzyıllar boyu birlikte yaşamış ve her iki tarafın tepesindekiler ne derlerse desinler birbirlerini en azından 2000'lerin başlarına kadar ayrı görmeyen halkların arasındaki durumu bir tutamazsınız. Yani burada bir düşman-düşman durumundan söz etmiyoruz, burada birbirlerini başlangıçta aynı görme eğiliminde olan iki toplumun arasındaki sorundan bahsediyoruz. Burada bizim ordumuzun elinde sınırsız denebilecek yetkiler vardı, ormanların yakıldığı da doğrudur, köylerin tamamen keyfi uygulamalarla boşaltığı da, halka karşı devlet terörü uygulandığı da doğrudur, burada anmak istemediğim daha bir sürü şey de doğrudur, yani askeriyenin eli kolu hiçbir zaman bağlı olmamıştır bu ülkede. Burada sorun şudur, bu ülkenin siyasileri genel anlamda çoğu ülkede olduğu gibi piyondurlar, geride başka bir yönetenler sınıfı vardır ve onlar siyasilerin ülkeyi sömürmelerine göz yummak karşılığında iktidarlarını sürdürmüşlerdir daima. Sonuçta demokratik bir ülke olmaktadır Türkiye bu şekilde, imzaladığı uluslararası anlaşmalara uymakta ve dış ülkelerden gelen baskıları en azından azaltmaktadır. Aslında burada da sorun yoktur ve dünyanın geneline baktığımızda böyle bir durumun o çok demokrat olduğu söylenen ABD'de bile mevcudiyeti aşikardır. Yalnız bizdeki soru şu, bizdeki o geri iktidar tabakası militarist zihniyetlidir ve hatta çoğunlukla da kökenlidir, yani dünyayı siyah beyaz görme eğilimindedir bu sınıf. Bir asker için dünyayı siyah beyaz görmek ne kadar zorunluluksa bir toplum yöneticisi için de tüm renkleri görebilmek ve ona göre manevra yapabilmek o derece büyük bir zorunluluktur. Bu yüzden toplumları yöneten kişiler asker kökenli olmamalıdırlar. Çünkü bu kişiler her ne yaparsanız yapın ben ve düşmanım mantığı üzerinden düşünmeye şartlandırılmışlardır ve savaşta başarı için de bu zorunluluktur. Aslında meseleyi en iyi açıklayan cümle bu örgütün sempatizanı diyebileceğim bir kişinin sözleridir. Şöyle demişti, biz kürt kimliğini üst kimlik olarak halkımıza dayatmak için ne kadar çalıştıksa da başarılı olamadık uzun süre. Askeriyenin belli bir süre yaptığı uygulamalar bizim senelerce uğraşarak kazanamadığımız başarının kat kat fazlasını kazanmamızı sağladı. (kelime kelime bu değil, ama kabaca anlamı budur) Yazımın belli bir bölümünde değindim, 2000'lerin başına kadar öyle pek de birbirini ayrı görmeyen bu iki toplum şu anda birbirini gerçekten de yabancı görmeye başlamış durumdadır ve bunun tek sorumlusu dünyayı siyah beyaz görme eğiliminde olan insanların bu sorunu kendi bildikleri usulde çözme konusundaki ısrarlarıdır. Bizim dünyayı siyah beyaz görme eğiliminde olan insanlara gerçekten ihtiyacımız var ve ordunun imajı her ne olursa olsun korunmalıdır, bunda bir şüphe yok, ama siyah beyaz görme eğilimli insanlar kendi içlerinde farklı renkleri gören insanları bir şekilde barındırabilmeyi öğrenmeli ve onların bu tür mücadeleleri yönetmesine izin vermelidirler.
  13. Şimdi aynı gözlemleri yapmamış olduğumuzu görüyorum, milyonda bir demek ki hep bana denk gelmiş diyeceğim hoşgörünüze sığınarak. Ben bu ülkede bırakana kadar, yani 2000'e kadar 10 sene muhasebecilik yaptım ve bırakın akrabayı, kardeşi aynı çarşının esnafıyız, ya çocukluğunu bilirim ben onun, gider gelirdi diyerek ya da o sokaklardaki tavla oyununda tanıştığı karşı handaki adama borç verildiğini çok bilirim. Bunlar genellikle birkaç ay civarında vadeli borçlar olurdu ve küçük esnafın nakit akışını düzenleme hususunda müthiş etkili olurdu ve sözleşme yoktu, ama ara sıra senet de düzenlenirdi. Daha sonra büyük diyebileceğim bir firmada görev yaptım ve orada da bu işleme defalarca şahit oldum. Ancak burada özellikle bir noktada düzeltme yapma gereği duyuyorum. arkadaşlar, akrabalar, tanıdıklarım, kardeşlerim aynı kategori altında değerlendirme altına alınabilecek durumda değildirler. Kardeşlerim için elbete garanti istemem, zaten verdiğim bedeller hiçbir zaman borç olmamıştır, geri de istememişimdir. Ancak akraba, arkadaş ve tanıdık için yakınlık uzaklık derecesine bağlı olarak değişse de teminat isterim. Bakın, aslında çok basit bir şeyden bahsediyoruz burada kanunun ötesinde, ben hem o insana yardımcı olabilmeyi isterim, o insanı bankaya, kredi veren kuruluşlara muhtaç bırakmamayı isterim, hem de kazançlarımın teminat altında olmasını ve bu sağlanamayacak bir şey değildir. İşlevsel olduğunu kabul ederim, ama tefeciliği engelleme konusunda değil, halkı, o küçük çiftçiyi, küçük esnafı topyekun bankalara ve daha da ötesi mafyavari örgütlenmelere mahkum etme huisusunda işlevsel olacaktır. Çünkü Anadolu'da ya da büyük şehirlerde faaliyet gösteren tefeci ya bak şimdi senet alamıyoruz, bırakalım bu işi demeyecektir. En makul, en mantıklı olarak yapacağı şey alacağını belgeye bağlamayacak, arkasında mafyavari bir örgütlenmeyi alacak ve tehdit ve hatta şiddet kullanarak belgesiz alacak tahsiline geçecektir ki bunun da örnekleri vardır. Kanuni düzenleme yapmanın iyi tarafları olduğu gibi kötü tarafları da vardır, bir suçu önleyeceğim derken yanlış bir adımda çok daha büyük suçları oluşturabilirsiniz. Bu bahsettiğiniz gibi durumlarda da kısa vadede tahsilat yapmakla görevli mafyavari yapılanmaların artışını, uzun vadedeyse neredeyse tüm köy, kırsal nüfusunun topraklarını kaybederek şehirlere göçünü ve o toprakların dev kapitalist denilen firmalara geçişini garantilemiş olursunuz. Meslek örgütleri, sendikalar üzerine hiç istemesem de işim gereği sürekli bilgi edinmek zorundayım ve hatta şu anda hangisi olduğunu ve rakamları net hatırlamıyorum, isterseniz bulabilirim, rakamlar doğru değil, ama mesela 3 milyonluk bir ülkede sivil toplumların üye sayısının 6 milyon olduğu bir ülke var ve Avrupa'nın Doğu Blokundan ayrılan ülkeleri hariç hemen hepsi bu oranda olmasa bile örgütlüler, keza Amerika da öyle, üye sayıları 3-4 milyonu bulan tüketici örgütleri var ve üretici firmalara baskı yapma hususunda son derece etkililer. Ancak bu benim söylediğim insanların birbirini iktisadi varlıklar olarak görmediklerinin bir delili değildir ne yazık ki, nasıl bir bağlantı kurduğunuzu bilmiyorum, ama bu örgütlenme yapısının yaygınlaşması daha çok demokrasi kültürü, hak arama kültürüyle ilintilidir Avrupa'da, sosyal dayanışmayla değil. Bizim meslek odalarımız üzerine çok şey söylenebilir, ancak söylenebilecke en önemli şey bunların genel olarak bu ülkede 61 darbesinin ardından belli bir iktidar yapılanmasının iktidarını sürdürmesinin aracı olarak kullanılan, şekillendirilen kurumlar olduğunu, hemen hemen hiçbir mesleki gelişmeye imza atmadıklarını, ana dertlerinin meslek, meslekdaş değil bahsettiğim yapılanmanın bir parçası olmak olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Yani aslında bu bahsettiğiniz kurumlar sivil kuruluşlar olmanın çok dışında kuruluşlardır. Diğerlerine gelince onlar hakkında bilgim yok, ama dediğiniz gibi bu ülkede kurulan çoğu derneğin aslında kumarhane işletebilmek amacıyla kurulduğunu biliyorum. Bu arada şahidimdir, polis canı istediğinde şahane bir şekilde arama yapabiliyor, o konuda merakınız olmasın efendim Hatta en son yine maksatlı olarak düzenlenmiş olsa da AKP iktidarı tarafından hazırlanan ve bir kısmı -tamamı yayınlandı mı bilmiyorum- internette dolaşan Türkiyede'ki tüm sivil toplum kuruluşları, odalar üzerine yapılmış bir çalışma var. Okudunuz mu bilmiyorum, ama taraflı da olsa o raporun yayınlanan kısımlarındaki pek çok veri oldukça ilginçtir. Şaka bir yana burada yine aynı sorunla karşı karşıya kalıyoruz, hani keşke onlar gibi olsak diyorsunuz ya, bunun bu hale gelmesinin sebebi onlar gibi olma denemesinin yapılmasıdır. Sosyal yapısı, kültürü, geleneği, göreneği, algılaması, toplumsal karakteristiği farklı toplumları birbirine benzetmeye çalışma programının sonucudur bu tablo, birileri insan ve toplum üretmenin çok kolay olduğunu zannetti, tarih o kadar da kolay olmadığını öğretti, hepsi bu. Dediğim gibi farklı gözlemlerimiz var ve bunları yukarıda belirtmiştim, dolayısıyla tekrarlama gereği duymuyorum. Ancak önceki mesajlarımda belirttiğim bir hususu tekrarlamak isterim, bu ülkede kimin uyuşturucu sattığını, kimin kadın ticareti yaptığını, kimin tefecilik yaptığını hele hele küçük yerlerde herkes bilir ve önlenmesi için yasal düzenleme yapmanıza hiç gerek yoktur. Çok daha basit bir çözüm vardır, ihbar ve şikayet mekanizmasını işler hale getirmek, Türkiye'de çalışmayan mekanizma budur ve bu çalışmadıkça dediğiniz türden düzenlemelerle sonuç almanız imkansızdır. Benim görüşüme göre bir program dahilinde bu ülkede ihbar ve şikayet mekanizmasını işler hale getirebilirseniz ve insanlar ihbarda bulunduklarında güvence altında olacaklarına ikna olurlarsa sorunların bir kısmı başka sorunlar çıkartmadan çözülür diye düşünüyorum. Ben 38 yaşındayım ve bu ihbar hususunda üç olay bilirim, ikisinde ihbar edilen suçlu, birinde suçsuzdu ve her üç ihbar edilen de kendisini kimin ihbar ettiğini bir iki gün içinde öğrendi, şimdi siz bu ülkede suçla mücadele etmek için dünyanın en mükemmel kanunlarını yapsanız yine bir yere varamazsınız.
  14. Bağımsız değişkeni meta olarak değerlendirmek ne dereceye kadar doğru olabilir? Şöyle ki, elimizde bir metanın var olabilmesi onu üretecek bir üretim aracına, onun da varlığı ilkel teknikler anlamında da olsa bir bilginin varlığına bağlıdır. Bu durumda bağmısız değişkenin bilgi olması gerekmez mi ve bizim de oturup bilginin doğuşu, gelişimi, birtakım toplumlarda gelişip ilerlerken muhtemelen aynı ihtiyaçlara sahip diğer toplumlarda neden hiç gelişmediği üzerine düşünmemiz gerekmez mi?
  15. Bilmek için çalışma tuhaf bir ifade, tıpkı antik yunanda şekillenmiş felsefe tanımı gibi, bilgi severlik, bilgelik severlik, vesaire. Bilmek için çalışan bir insan evladı bulursanız bu dünyada paganizmin önünü kesmeniz kolaylaşır, ama ilk çağlardan günümüze dinlerde de, materyalist eğilimlerde de, idealist materyalist olarak değerlendiriler evrentanrı/tanrıevren modellerinde de asıl olan insanların paganist eğilimleridir. Çünkü insan gerçekte bilmek için çalışmaz, tıpkı gerçekte sevdiğinin bilgelik ya da bilgi olmadığı gibi. Ne için çalıştığını bildiğinde insan ya da bilgi, bilgelik derken gerçekte neyi sevdiğini bildiğinde paganizmden kurtulmak için ilk adımı atmış olur, ama sadece ilk adımı. Çünkü bilmekle yapmak aynı şey değildir ne yazık ki
  16. Teknik olarak söylediklerinizin hepsi doğrudur muhakkak,sözleşmenin düzenlemenin sınırlarını bırakın, su içmek bile belli açılardan hukuka tabiidir, eylem varsa hukuk vardır ve sınırsız özgürlük elbette ki yoktur, ben bunlara bir şey demiyorum. Benim söylediğim şudur, daha az ve basit kanun, daha az yönetmelik, ilkokuldan başlayan hukuk felsefesi eğitimi, had ve hak kavramının bilincinde olarak yetiştirilmiş bireyler, birleştirilmiş mahkemeler, hakime daha fazla serbestlik ve hukuk yapma yetkisi, tek ve her ile değilse de her bölgeye yerleştirilmiş yüksek mahkemeler, halkın sosyal yapısıyla şekillenen ve sürekli yenilenen hukuk, tepeden değil de nispeten daha alttan şekillenen toplum ve hukuk, çok daha fazla özgürlük ve çok daha fazla sorumluluk. Şu anda bildiğim kadarıyla Yargıtayda iki milyon civarında dosya var ve yargıtayın bir dosyayı karara bağlaması için en fazla 1 dakikası var. Şimdi bir an için kanunları unutalım ve düşünelim, bu ülkede insanlar mevcut şekilde değil, ama mesela aralarında yaptıkları ve noterde onaylattırdıkları sözleşmelerle borç alma/verme kültürünü sürdürse ve bunlar karşılığında birbirlerine senet verseler bunun akla mantığa aykırı bir yanı var mıdır? Yani sadece akraba, eş, dost için düşünmeyelim, bu ülkede uygulaması azalmış olsa dahi birbirlerine çok yakın olmayan insanlar çevrelerindeki insanların işinin görülmesi için hala borç alıp veriyorlar ve bu sürdürülmesi, korunması gereken bir şeydir. Ben bunun basit düzenlemelerle sürdürülebilirliğinin sağlanabileceğini, bu suretle hayatının her anında bankalara, üretmeden kazanan kurumlara insanların mahkum edilmesinin önüne bir nebze de olsun geçilebileceğini düşünüyorum. Yani hem bu uygulama sürdürülür, hem borç veren korunur, hem ihtiyacı olan insan bankadan korunmuş olur, bir düşünelim, olamaz mı?
  17. Bahsettiğiniz örneklerde tamamen haklısınız, ama kötü örnekler üzerinden yol alınarak kanuni düzenleme yapmak pek de mantıklı değildir takdir edersiniz ki. Ben size olmuş bir başka örnekten bahsedeyim ve burada bana göre borcu veren adam iyi niyetlidir, en azından söylemine göre bankaların, onun bunun eline düşmesindir verdiği cevap. Evli ve çocuğu olan bir adamın bundan seneler önce 30 bin liraya ( şu anki paraya göre) ihtiyacı var, bankalardan alabilmesi için bu parayı evini ipotek ettirmesi gerekiyor ve bu adam bu parayı bir seneden önce geri ödeyebilecek durumda da değil. Çevresinde birisi ben sana bu parayı vereyim, hiç o bankalarla uğraşma diyor ve bu veren kişi akraba değil. Faiz istemiyor, ek bedel istemiyor, 1,5 sene sonra sen bana bu parayı geri ödersin diyor. Ödeme yapılıyor, adam işini görüyor ve gerçekten de rahatlıyor, işini gücünü görüyor. Bu adamın diğer adamdan aldığı bir senet var, 30 bin lira değerinde ve faiz yok ortada. O 1,5 sene geçiyor, bu adam paranın ancak bir kısmını ödeyebiliyor, kriz, vesaire derken paranın tamamını ödemesi 3,5 sene sürüyor ve senet kendisine iade ediliyor. Bu olmuş bir olaydır, bu adam bankayla bu işi yapmış olsaydı ve aynı süreçlerden geçseydi şu anda siz de takdir edersiniz ki evine veda etmesi gerekecekti. Çünkü yaptıkları sözleşmelerin yasal olduğu düşünülen o bankalar sizler de gayet iyi biliyorsunuz ki 0 30 bin liraya karşılık faiz, temerrüt, vesaire derken o evi alacaklardı. Burada benim karşı olduğum şey vardır, bu sözleşmesiz bir senet düzenlemisidir, ben sözleşmenin yapılmasına ve bu halkın sözleşme kültürünü öğrenmesine tarafım. Bunun gibi sayısız olay yaşanıyor ve öyle akraba, vesaire için de değil. Bir hukuk seminerinde akademisyen bir hukukçudan dinlemiştim, bir Alman hukuk profesörünü alıp doğuya götürmüşler, kabaca anlatıyorum, kusura bakmayın. Alman orada bir iki gün kalınca çılgına dönmüş. Gerekçe şu, sizler nasıl adamlarsınız demiş, birisi kahveye geliyor, oturuyor, kendine bir kahve söylüyor, arkasında oturanlara çay söylüyor, yanına gelenler de kahve, çay içiyor ve kalkarken bütün bunların parasını adam ödüyor, bunuda herkes yapıyor, bunu niye yapıyorsunuz ki demiş. O adamın anlayamadığı şey çok azalmış halde dahi olsa İstanbul'da bile hala var. Sorun şu, tüm kanuni düzenlemeler bizim toplumumuzla aynı yapıda olmayan toplumlardan alınarak yapıldığında bunun adı hukuk olur mu? Haklısınız tefeci var, haklısınız çok büyük sorunlar var, ama bu insanların birbirlerine borç para vermelerine ve iyi niyetli sözleşme düzenlemelerine engel olacak diye de bir mantık yok. Çünkü bahsettiğiniz yasaklama metodu üç sonuç doğurur ve bu inanın ki bu toplumun yapısı itibarıyla tefecinin varlığından çok daha ciddi sonuz doğurur, birincisi dediğim gibi zaman içinde insanların aralarında gerçekleştirdikleri ve insanların bankalara mahkum edilmesini bir nebze de olsa önleyen borç verme borç alma düzenini tamamen sona erdirir ve tüm insanlar zaman içinde bankaların insafına kalırlar. İkincisi bu borç ilişkisi iktisadi olmaktan öte sosyal bir ilişkidir ve başka sosyal ilişkilerle bir bütün oluşturur. Bunun doğru, sağlıklı, iyi olduğunu ve tamamen korunması gerektiğini kesinlikle savunmam, ama Avrupa'daki gibi herkesin birbirini iktisadi varlıklar olarak gördüğü bir düzenin de çok sağlıklı olduğunu düşünmem ve son 15-20 yıldır yapılan tüm düzenlemeler bizi bu noktaya götürüyor. Üçüncüsü ve bence en önemlisi sözleşme bir özgürlük alanıdır ve iyi niyet çerçevesinde düzenlendiği ya da düzenlenebileceği kesin olan bir sözleşmenin engellenmesinin mantığı aynı mantıkla çıkacak başka yasaları düşündüğümüzde çok daha büyük bir tehlikedir bana göre. Mevcut sosyal yapıda iyi olan şeyleri korumaya çalışarak birtakım düzenlemeler yapmak bana daha mantıklı geliyor, yoksa -gerçi oldu olacağı kadar- bankaların hukukuna tamamen teslim olacağız demektir. Dediğinize katılırım, o senet satılamaz devredilemez olabilir, satılması, devri tefecilik anlamına gelir mi derseniz emin değilim, ama açıkçası ben teknik hukukla pek uğraşmam, felsefesiyle, mantığıyla ve dolayısıyla doğuracağı sonuçlarla ilgilenmeye çalışırım ve bahsettiğiniz türden bir düzenlemenin iyi sonuçlar doğurmayacağından kesinlikle eminim. Ayrıca Danıştay kararındaki hususta Danıştayın kararına katılırım, benim bahsettiğim ilişki, sözleşmeli, senetli bir borç ilişkisi. Yani ben burada kesinlikle sözleşmesiz bir senedin düzenlenebilmesine taraf değilim, o senedin karşılığında bir mal, hizmet, gayrimenkul takasının şart koşulmasına karşıyım.
  18. Hadise dediğin popüler kültürün imajı, ayet dediğin zamanın, mekanın, şartların dayatmasından ibaret. Şekil şemalde cevap arasaydık düşerdik bir sarışının peşine, okuma yazmayla derdimiz neydi? Yaş 38, şekli, şemali geçtik, bizim derdimiz gül cemaldir. Ayet de, hadis de gül cemale dayanacaksa ayet ya da hadistir, ötesi şekil, şemaldir, becerebilsek de yazmaya gerek yoktur, daha güzeli bir sarışında mevcuttur. Alim daha güzelin yazılı olduğu yerde seyre dalıp susmayı bilendir. Kullanılan tanrı ve insan, kullanıl(a)mayanı merak etmek daha cazip değil mi?
  19. Katıldığım forumlarda bir gecede aynı isme değil iki kere bir kere dahi iltifatta bulunmam vaki değildir, tabii bu forumlardaki insanların eksikliğinden değildi, benim körolası kibrimdendi. Ancak Sayın Evvelsiz bu gece ihtişama yol almakta kararlı gibi, bize de düşen kibri terk edip seyretmek olmalı. Hiçbir şeyi bilmeyen insanlar dahi ihtişama yol alışı takdir ederler, benim hiçbir şey bilmeyenlerden bari eksiğim olmasın
  20. Sayın Evvelsiz, size katılımcısı olmaya gayret ettiğim pekçok tartışmada dolaylı ya da dolaysız olarak muhatabıma söylediğim gibi haksızsınız demeyi çok isterdim, ama malesef ki diyemiyorum. Haklısınız, doğru söze ne denir ki Hani bir söz vardır, okumak cehaleti alır eşeklik baki kalır derler, ben kendimce okumaya, düşünmeye, yazmaya çalıştım yeterli olmasa da, ama bende ikisi de baki kaldı sanırım. Bir türlü insanı insan olarak kabullenmeyi öğrenemedim, sanırım bu okumakla halledilecek bir şey değil.
  21. Hangisi kullanılıyor değil, hangisi kullanılmıyor efenim lütfen, nickimdeki değişiklikleri hoş karşılamamı beklemeyiniz benden. Bu nicki bulana kadar kaç nick denedim biliyor musunuz siz Bu düşünce alemlerinde olup bitme konusu idealist materlalist bir noktaya gider gibime gelir gibi oluyo, ama du bakali nolcek, yeni bir Hegel doğuyor da olabülü Ben açıkçası inceleme aşamasındayım, 25 senedir yaklaşık devamlı olmasa da ara ara incelemeye çalışırım, ama açıkçası bu konuda hiç düşünmedim, bir emareye de rastlamadım varsa veri ayetli hadisli alalım
  22. Bu arada yaşadığı ya da yaşadığını zannettiği ilişkileri saymak nasıl bir zihnin ürünüdür diyeceğim, ama afaki bir rakam da olsa 5 senede 1000 rakamına karşı böyle bir soruyu sormak da anlamsız gibi duruyor. Elalemin kızının ilişki sayacı beni mi gerdi kardeşim, bana ne
  23. hoşgeldin, bu dünyada ilk defa bir insan benim bulunduğum yere geldiği için mutlu olduğunu söyledi 38 sene sonra bu günleri de gösterdin ya bana, ben sana teşekkür etmeyeyim de kimlere edeyim :)
  24. Anlaşmaya başladığımıza sevindim, ama her mesajı bu şekilde açık, net, kavram kargaşasını sonlandıracak bir şekilde yazmamı beklerseniz benim her bir mesajla bir saat uğraşmam gerekir ki o da benim internette bulunma amacımla bağdaşmıyor. Benim internette bulunma amacım belli birtakım şeyleri okumuş olduğunu varsaydığım ki politika, siyaset, felsefe, hukuk gibi başlıklarda açılan tartışmalara katılan insanlardan bunu beklemek hakkım sanırım, insanlarla hoş sohbet etmek, arada benim okumadığım, okuduysam da yanlış, eksik yorumladığım birtakım verileri ve yorumları edinebilmek ve tabii ki bu arada da eğlenebilmektir. Çünkü benim için en büyük eğlencelerden biri budur, Antik Yunan'ın felsefeye yaklaşımı gibi olmalı forumlar, şölen ve eğlence. Bu yüzden de her bir kavramın net ve tabii ki dar bir yorum zeminine oturmuş anlamıyla yol almaktansa geniş yorum zeminindeki anlamlarını kullanabilmeyi ve karşımdaki insanlardan da bunu anlayabilmelerini beklerim. Mesela uğraştığım iki kavram vardır benim, kültür ve hukuk, bunlara adaleti de ekleyebiliriz, bu kavramları her birimiz sürekli kullanmamıza rağmen bunların anlamları yoktur. En son kültür üzerine doktorası vermiş bir akademisyenin katıldığı bir paneli dinlemiştim, bu akademisyen kültürün yüzlerce tanımına rastladığından bahsetmişti sunduğu bildiride. Net bir anlamı kesinlikle yok, ama herbirimiz adaleti de, kültürü de, hukuku da sürekli kullanır ve hatta devletimizi hukuk devleti diye tanımlama gibi bir çaba içerisine gireriz. Tüm bunlar yüzünden soyut olan kavramlardan ziyade nispeten daha somut olan uygulamadan yola çıkmak gerektiğine inanıyorum hala ve bunu Maurice Duverger'den bir alıntıyla daha iyi açıklayabilirim sanıyorum. "Son olarak yöntem üzerine birkaç söz söylemek istiyoruz. Genellikle siyasil rejimleri uygulamadaki işleyişlerine göre değil de hukuki biçimlerine göre sınıflandırma eğilimi vardır. Bu düşünce belki de yönetenlerin dürüst bir biçimde anayasa buyruklarına uymaya çalıştıkları mutlu dönemler için geçerliydi, ama bugün için durum farklıdır; hukukla olay, yasaların metniyle ruhu, mevzuatla uygulama arasındaki boşluk giderek büyümektedir. Gerçekte dünyadaki anayasaların birçoğu göstermeliktir, tanımını yaptıkları rejimin yürürlüktekiyle hiçbir ilgisi yoktur; üstelik bu anayasalar rejimi gizleyen bir paravan görevi yaparlar. Bu yüzden gerçeği bulmak kuşkusu bizi anayasada olanı değil, uygulananı araştırmaya yöneltmiştir" Bu yazarın bahsettiği anayasalar ve rejimler kitabında görebildiğim kadarıyla İngiltere, Fransa, İsviçre, Amerika ve benzeri ülkelerin anayasa ve rejimleridir. Bizim ülkemiz için anayasa ve rejim tartışmasını hakimlerin anayasası ve kavramları, anlamları üzerinden yapmamızın ne kadar sağlıklı olabileceği herhalde tartışmaya açık olmasa gerek.
  25. hangisi kullanılmıyo

    ADI "PİA"

    )))))) süper, süper, süper. Naçizane bir tavsiyede bulunayım, gece altına birkaç havluya sarılmış sıcak su torbası koyarsanız uyanma derdinizden kurtulabilirsiniz
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.