Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

AED

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    915
  • Katılım

  • Son Ziyaret

AED tarafından postalanan herşey

  1. AED

    CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN..

    Cumhuriyet kızı @rina , içten teşekkür. .
  2. olay rus kadını-türk kadını olayı da değil.. olay yaşamın her alanına farklı bakış.. slavların büyük çoğunluğu dinlerin etkisinde az kalmış toplumlar.. en azından yaşama müdahale eden bir din etkisi yaşanmıyor.. yalnız cinselliğe,veya kadın erkek ilişkisine değil herşeye bakış farklı,yaşamın kendisi farklı.. bu ülke kadınları cinselliği tabu olarak görmüyorlar,çünki o yönde sosyal/dinsel/çevresel bir baskı yaşamadan yetiştirildiler...ama sanılanın aksine bu da onların <kolay kadın > olması demek değil.. tam tersi hoşlanmak dışında hiç bir reçete kendilerini teslim etmeye yetmez.. dolayısıyla şu zıtlıklar ortaya çıkıyor iki ülke kadını arasında: slav kadını bakımlı olmayı bir yaşam biçimi haline getirmiş.. evlilik ve doğumdan sonrada bunu sürdürüyor..türk kadını ise bir anlamda kendini nikah güvencesine alıp da çocuğu doğurdumu sal gitsin,popo,göbek artık birleşebilir,anaçlaşılır ve eş ihmal edilerek ilgi daha çok çocuğa yöneltilir...ondan sonra yaşananlar ise bildik sahneler: <beni aldatıyormuş>.. slav kadın cinselliğini yaşamdan önce yıkanıyor,çünki hijyene önem ve partnere karşı istenmeyen beden kokularının giderilmesi ön planda..türk kadını ise cinsellik sonrası banyoya koşuyor, <günah>lardan arınmak ve dinin emrini yerine getirmek için.. ayrıca yaşanan tensel beraberlikte türk kadının açmazları ve <yapılamaz>ları var.. aslında her türlü cinsel deneyi partneri ile özel dünyasında deneycek beceri ye sahip ama <bunu yaparsam <kötü kadın> sanar beni> düşüncesi var.. yani yine aynı yere geldik.:. işin yine beyinde bitmesine.. oysa diğer tarafta,cinsel hazzımı ve partnerimin mutluluğunu acaba nasıl daha fazla artırabilirim arayışı var..dolayısıyla tüm süreçler özgür.. örnekleri çoğaltmak mümkün..1980 lerde karadeniz bölgemizde <nataşa> larla beraberlik yaşayan çok türk erkeğinin eşini boşaması ve <oy nataşa nataşa attın beni ataşa> sosyolojisinin altında bunlar yatıyor..
  3. AED

    FİKRET MUALLA

    Fikret Muallâ, (tam adıyla Fikret Muallâ Saygı) (1903 - 1967) 20. yüzyılın dünyaca ünlü Türk ressamı. Çalkantılı ve bohem yaşam tarzı nedeniyle sadece sanatı değil, yaşamı da resim tarihine adeta bir mitoloji olarak geçmiştir. Çocukluk ve Gençlik 1903 yılında İstanbul'un Moda semtinde doğdu. Babası, Düyun-u Umumiye ikinci müdürü Ekrem Bey (Mehmet Ekrem Mualla Saygı) annesi Emine Nevber Hanım idi. Kız çocuk bekledikleri için önceden Mualla adını belirlemişlerdi, bebek erkek olunca Fikret adı eklendi. Çocukluk ve gençlik yılları Kadıköy, Bahariye çevresinde geçti. Saint Joseph ve Galatasaray liselerinde öğrenim gördü. Yatılı olarak Galatasaray Lisesi'ne verilmesinin sebebinin, kendisini derslerine çalışmaktan alıkoyan futbol tutkusu olduğu rivayet edilir. Futbolcu dayısı Hikmet Topuzer'in etkisi ile futbola çok düşkündü. 12 yaşında, Galatasaray Lisesi'nde futbol oynarken bir kaza sonucu sağ ayağının kırılması ve topal kalması ile büyük bir sarsıntı geçirdi. Çok düşkün olduğu annesinin kaybı ise onda derin izler bırakan ikinci olaydı. Okuldan kaptığı gribi eve taşıması sonucu ispanyol gribine yakalanan annesinin genç yaşta ölümü üzerine Fikret Mualla'nın hayatına suçluluk duygusu egemen oldu. Annesinin ölümünün hemen ardından babasının çok genç birisiyle yeniden evlenmesi de onu çok etkilemişti. Ardından babasının bu genç hanım yerine oğlunun tepki göstermeyeceğini düşündüğü akrabaları Behice Hanım ile evlenmesi de oğlunda benzer öfkeli bir tepki yarattı. Yaşadığı sarsıntılar Fikret Mualla'yı sinirli ve uyumsuz birisi yapmıştı. Babasının evliliğini bir türlü benimseyemeyen Fikret Mualla, 17 yaşında iken Galatarasay Lisesi'ndeki öğrenimini yarıda bırakıp İsviçre'ye mühendislik okuması için gönderildi. Bunu, evden atıldığı şeklinde yorumladı. İsviçre'de zamanla, resmin mühendislikten daha çok ilgisini çektiğini fark etti. Savaş yıllarına rastlayan İsviçre'deki öğrencilik döneminde parasız kalmıştı. Dönemin konsolosunun (Rıza Bey) desteği sayesinde resim eğitimi almak için Almanya'ya geçti. Münih Güzel Sanatlar Akademisi'nde afiş ve desinatörlük, ardından Berlin Güzel Sanatlar Akademisi'nde resim eğitimi aldı. Akademide Hale Asaf ile birlikte Arthur Kampf’ın öğrencisi oldu. Almanya'da bulunduğu yıllarda babasının mali durumu bozulup para gönderemez hale gelmesinden sonra Mısır Hidiv’i Abbas Halim Paşa’dan maddi destek gördü. Almanya'da topallığı ve utangaçlığı nedeniyle yalnızlaşan Fikret Mualla, resim yapmadığı zamanlarda içki içiyordu. İlk defa 1928 yıında Almanya'da alkol bağımlılığı nedeniyle tedavi olmak zorunda kaldı. Tedavisinin ardından İtalya ve Fransa'daki sanat merkezlerini gezdi. İstanbul yılları Fikret Mualla, evden gelen para kesilince geçim sıkıntısı çektiği için 1927'de Türkiye'ye döndüğünde, mezun olduğu Galatasaray Lisesi'nde ve Ayvalık Ortaokulu'nda kısa bir dönem resim dersleri verdi. Galatasaray Lisesi'nden düşük maaş almasından ötürü, Ayvalık Ortaokulu'ndaki görevinden ise Ayvalık'ta o dönemde elektrik bulunmaması nedeniyle ayrıldı, İstanbul'a döndü. İstanbul sanat çevrelerinde umduğu ilgiyi bulamadı, çalışmaları aşağılandı. Bir süre ilgisini edebiyata yöneltti. Kendisiyle benzerlikler bulduğu Schiller hakkında bir kitap yazdı. Şiller (Schiller) 1759-1805, Hayatı ve Eserleri adlı kitabı 1932'de yayımlandı. 1938 yılında Ses dergisinde yayınlanan Usera Karargahı ve Masal adlı öyküleri de onun edebiyatçı yönünün eseridir. Mualla, bu dönemde geçimini sahne kostümleri çizerek, kitap resimleyerek sağlıyordu. İstanbul Şehir Tiyatrosu sopranosu Semiha Berksoy'a duyduğu ilginin de etkisiyle Beyoğlu semtine yerleşti. İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sahnelenen Lüküs Hayat, Deli Dolu, Saz Caz gibi operetlerin kostümlerini çizdi; İsmail Hakkı Baltacıoğlu'nun Yeni Adam Dergisi'nin yazılarını resimledi, aynı dergide dönemin sanatçılarının portre desenleri ve karikatürlerini çizdi; Nazım Hikmet’in Varan 3 adlı şiir kitabını ve Benerci Kendini Nasıl Öldürdü? adlı oyununu resimledi. Resim yapmayı da sürdürüyordu, İstanbul'un çeşitli semtlerinden manzaralar yaptı. 1934 yılında suluboya ve desenlerini sergilediği ilk sergisini açtı, ancak fazla ilgi görmedi. İstanbul döneminde, sanatsever Salah Cimcoz, ona Moda'daki konağında rahatça çalışacağı bir yer tahsis etmişti. Bu evde Cimcoz'un üç çocuğuna (birisi ilerde cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün eşi olacak Emel idi) resim dersi veriyordu. Ne var ki Salah Cimcoz ile içkili iken yaşadıkları bir tartışma sonucu konağa gidip üzerinde çalıştığı portreleri parçalayan, dev bir panoda toplu halde portrelerini çizmekte olduğu devlet büyükleri hakkında uygunsuz sözler sarfeden Fikret Mualla, sözlerinden ötürü sorgu ve tatbikata uğradı. Ömrü boyunca onu terketmeyecek polis korkusu böylece başladı. Bu olaydan sonra (1936) bir buçuk yıl süreyle Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde tedavi gördü. Hastanede ünlü doktor Mazhar Osman'ın kontrolündeydi ve Neyzen Tevfik ile aynı odayı paylaştı. Paris yılları Fikret Mualla, 1938 yılında babasını kaybedince yüklü bir mirasın sahibi olmuştu. Mal varlıklarını satarak Paris'e yerleşmeye karar verdi. Gitmeden önce, Abidin Dino'nun ricası üzerine 1939 Uluslararası New York Fuarı Türk Pavyonu için İstanbul konulu otuz kadar tablo yaptı. Aynı yıl Ses dergisi için çizdiği desenlerden bazıları müstehcen bulununca hakkında dava açıldı; Mualla, davadan beraat ettikten sonra 26 yıl boyunca yaşayacağı Fransa'ya gitti. Fransa'ya gittiği dönemde ülkede Edvard Munch ve Wassily Kandinsky gibi ressamların temsilcisi olduğu dışavurumculuk akımı gündemdeydi, ressam da bu anlayıştan etkilendi. Paris'te kısa bir süre eğlenceli, lüks bir yaşam süren Fikret Mualla, II. Dünya Savaşı'nın başlaması ve ülkenin işgal edilmesi üzerine zor bir döneme girdi. Sanatçının, günlük gereksinimlerini karşılamak üzere tablolarını yok pahasına sattığı anlatılır. Alkol sorunu, polis fobisi, yurt özlemi nedeniyle yaşadığı sıkıntılar bir kaç kez hastanede tedavi görmesini gerektirdi. Fikret Mualla, sıkıntılarını resim yaparak ve içki içerek atlatmaya çalışıyordu. Ressam Hale Asaf'a aşık oldu ama karşılık görmedi. 2 ay için hastaneye yattı ama resmi bırakmadı. Bundan sonraki yaşamı çeşitli sanatseverlerin koruması atında sürdü. Mualla, hastanede kendisine resim yaptıran Dina Vierny'nin koruması altına girmişti. Burada yaptığı resimlerle 1954 yılında Paris'te ilk sergisini açtı. 25 yıl boyunca eserlerini toplu olarak hiçbir yerde sergilememişti. O güne kadar tablolarını satın almak isteyenlar onu Paris kahvelerinde bulurlar ve genellikle eserlerini ucuza kapatırlardı. İlk sergisini de iki tablo simsarı organize etti. Sergide, eserleri büyük ilgi gören Mualla'nın tüm tabloları satıldı. Tablo simsarları, Mualla'ya vaadettikleri payı vermeyerek onu dolandırmışlardı ama bu sergi sanatçıyı Paris'teki sanat çevrelerine görkemli bir şekilde tanıttı, Paris ressamı olarak tanınmasını sağladı. Bir çok büyük sanatçıyla tanıştı, Picasso'nun da dikkatini çekti. İkinci sergisini ise iki yıl sonra açtı ve sergiden sonra tekrar akıl hastanesine yatırıldı. Taburcu olduğunda sanayici Lhermin'le bir anlaşma yaptı. Aynı dönemde resimlerinin sürekli alıcısı olan Madam Angles ile tanıştı. Mualla, resimlerinde Paris şehrini konu edindi. Giderek Paris ortamında bir ün kazandı. Eserleri, koleksiyon yapanlar tarafından toplanmaya başlamıştı. Ancak kendisine düzenli bir hayat kuramadı. 1962 yılında felç geçiren sanatçının bakımını, kocasi Alpler bolgesi senatoru olan Madame Fernande Angles adlı sanatsever üstlendi. Raguel Agnesi'in eşi Madam Fernande Agnes, onu bir bakıcı eşliğinde Relianne çiftliğine götürdü. 1967'de ölümüne kadar bu çiftlikte Madam Agnes için çok sayıda eser üretti. 1967 yılı Mayıs ayında sinir krizleri nedeniyle bir dinlenme evine yatırıldı. 20 Temmuz günü ölü bulundu. Paris Kimsesizler Mezarlığı'na gömüldü. Cenazesinin isteğine uygun olarak yurduna getirilmesi 1974 yılnda gerçekleşti. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün eşi Emel Hanıma çocukluk yıllarında resim dersi vermiş olması ve bu sebeple Cunhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün ilgilenmesi üzerine kemikleri İstanbul'a getirilerek Karacaahmet Mezarlığı'na gömüldü. Sanat hayatı Fikret Mualla mutlu olabilmek ve her şeyi unutmak için resim yapmıştı. Bu nedenle sanat dünyasındaki çeşitli akımlardan etkilenmedi, resimlerini yaparken sezgilerini kullandı, kendi tarzını yarattı. Eserlerine kendi hislerini aktardı. Coşku dolu resimler yaptı. Huysuz, uzlaşmasız kişiliğini ve mutsuz yaşamını resimlerine yantsıtmadı, yaşama sevinci dolu resimler yaptı. Şehirleri resmetmeyi seven Mualla, resimlerine İstanbul ve Paris'in insanlarını, sokaklarını, kafelerini, sirkleri, genelevleri, balıkçıları resimlerine taşımıştır. Renklerle oynamayı seven sanatçının, Henri Matisse'in renk kullanımından çok etkilendiği bilinir. Resimlerini genellikle renkli fon kâğıtları üzerine guaj boya ile yaptı. Suluboya ve pastel malzemelerini resimlerinde sıkça kullandı. Paris sanat ortamında tanınması biraz zaman alan Fikret Mualla'nın eserlerini Picasso'nun övdüğü, hatta bir resmini satın aldığı, kendi çalışmalarından birini de ona hediye ettiği ve Fikret Muala'nında Picasso'nun verdiği tabloyu bir rakı parasına sattığı bilinir. Fikret Mualla'nın başlıca eserleri arasında Oturan Adamlar, Kafe, Marsilya'da Fransız İşçileri Bir Kahvede, Haliç ve Süleymaniye, Paris'te Bir Sokak, Baloncu ve Balıkçı sayılabilir. Ölümünden sonra Paris'te açık artırmaya çıkarılan resimleri de Türk devleti tarafından satın alınmış ve Ankara Resim ve Heykel Müzesi'nde bir Fikret Mualla Salonu oluşturulmuştur. 1976'da dostlarından, yakınlarından ve çeşitli koleksiyonlardan derlenen yüz on sekiz resmi ile Ankara'da adına bir sergi düzenlendi. Yapıtlarının çoğu bugün özel koleksiyonlarda bulunmaktadır. Günümüzde Paris’te Fikret Mualla Dostları Dernegi adında bir dernek vardır, Bu dernek, Fikret Mualla’nın tablolarının orjinalligini arastirmak ve ressami tanitmak sorumluluğunu yüklenmiştir. BELLİ BAŞLI ESERLERİ Fikret Mualla, 1955 , "Sokak": Kağıt üzerine guaj Fikret Muallâ, 1954: Kağıt üzerine guaj figürler. Fikret Mualla Saygı, (1903 - 1967) Karton üzerine guaş, 51 x 65 cm.
      • 1
      • Beğen
  4. kitap can yayınlarında.. 0212 252 56 75 www.canyayinlari.com [email protected] kargo ile teslim hizmetleri olabilir..
  5. AED

    BİR ETEK GELİNCİK..

    evet gerçek payı var sevgili @Dayı, film gibi demesek de her bir fragman (örneğin Nurinin foruma girme sahnesi, örneğin süpermarket alışverinde insanların gözlemi,örneğin herkesin yaşamında Zahide benzeri nostaljik bir bir aşkının bulunması..)gün içinde değişik zamanlarda beyninizde ürüyor birden.Şanssız tarafı bu üreme sırasında yazma imkanı bulunmayan ortamların olması, araba kullanmak gibi yada çalışma ortamında bulunmak gibi.. kısaca yoğunlaştığınz saatler yazabileceğiniz saatler olmayabiliyor. vermek istediğiniz mesaj ile tüm fragmanları birleştirdiğinizde olay örülmüş oluyor zaten..yalnız benimsediğiniz yazma tekniği çok önemli burada..MAUPUSSANT,FRANZ KAFKA, ÖMER SEYFETTİN SAİT FAİK,bunların hepsi öykünün ustalarıdır ve yazma teknikleri birbirinden çok ayrıdır.. bu noktada yazma tarzınızın tüm okuduklarınızın içinde etikilendiklerinizin <bir tutamı> olduğunu söyleyebilirim.incelemeye teşekkürler..
  6. dünyadaki 3 soykırım,filmlere konu oldu.. belge sorunu yok.. 1-Hitler faşizminin 6 milyon yahudiyi katletmesi.. 2-Sırpların 200.000 boşnağı katletmesi ve 150 000 kadına tecavüz 3-Ruanda daki 100 günde 800.000 tutsi nin hutular tarafından öldürülmesi.. hepsine ait filmlerin birçoğunu görmüş olmama rağmen itiraf ederim ki en korkuncu RUANDA soykırımıdır.. çünki katliam günlük mesai gibi yapılmış,yoksul olan hutu kabilesi katliam için paraları olmadığından ucuza çinden satır pala ve kılıç satın almışlardır..katliam kadın çocuk demeden ,zaman mekan demeden bir günlük çalışma mesaisi gibi yapılmış, kabile katliam esnasında yorulunca kurbanın aşil tendonunu (ayağın arkasındaki lif) keserek kaçmasını önlemiştir. şiddet resimlerini vermiyorum,bazı insanların bilinçaltına yerleşebilir. en acısı katliam 3.5 ay sürmesine karşı BM seyretmiştir.. ben bu filmi izlemeyeceğim,çünki görüntüler insan denen canlının çok korkunç bir yaratık olduğunu göstermektedir. ruanda soykırımı
  7. istanbul ve kayseride o kadar uğraştım ve çevreme okadar tanıttım ki pavese yi sonunda can yayınları YAŞAMA UĞRAŞI nı bastı.. 1982 de e yayınları basmıştı.. bu kitabı mutlaka edinmelisiniz sevgili @elifce,ama mutlaka.. defalarca okuduğum bir kitaptır,güncedir.. ben ölüm gelecek ve onda senin gözlerin olacak şirini bilirim.. şimdi size biraz ek bilgi vereyim: pavese nin intiharı ilk bakışta yanıltır insanı, edebi başarısızlık,kadınlarla sorunlu ilişkiler,intihar saplantısı vb.sanılır.. oysa pavesenin katili 2.dünya savaşı ortamı ,ve italyadaki faşist dubçek (mussolini) dönemidir.. birçok arkadaşı zindanlarda işkence görmüş ve öldürülmüşlerdir kara cübbeliler tarafından.. bu siyasi ortam bunaltmıştır pavese yi..biraz da gençlikten intihar saplantısı olmasını da eklemeliyiz.. topiğinize katkı da bulunacağım seve seve.. Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider . Bir hatıradır şimdi dalgın uyuyan şehir Solarken albümlerde çocuklar ve askerler Yüzün bir kır çiçeği gibi usulca söner Uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir . Yanyana uzanırdık ve ıslaktı çimenler Ne kadar güzeldin sen! nasıl eşsiz bir yazdı! Bunu anlattılar hep, yani yiten bir aşkı Geçerek bu dünyadan bütün ölü şairler Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider Ataol Behramoğlu
  8. AED

    OSMAN HAMDİ BEY

    Osman Hamdi Bey’in Hayatı 30 Aralık 1842 de İstanbul'da doğar. Osman Hamdi Bey, İlk öğreniminden sonra 1856'da Mekteb-i Maarif-i Adliye'de öğrenime devam eder. Osman Hamdi Bey’in babası Edhem Paşa kendisi gibi oğullarının da Batı’da eğitim görmesini çok arzu etmiş ve bunu sağlamak için de elinden geleni yapmıştır. Bu nedenle 1857 yılında Osman Hamdi Bey’i hukuk öğrenimi için Paris’e göndermiştir. Bir süre burada hukuk öğrenimi gördükten sonra resme olan tutkusu daha ağır basarak sonunda resmi tercih ederek Güzel Sanatlar Okulu’na devam etmiştir. Osman Hamdi Bey’in hocaları zamanın ünlü ressamları olan Gerome (1824-1904) ve Boulanger (1824-1888) dir. Osman Hamdi bu iki ressamdan etkilenmiş ve dönemin iyi eğitim görmüş ressamlarından biri olmuştur. Onun paris’te eğitimi sırasında 1862 yılında Şeker Ahmet Paşa (1841-1907) ve Süleyman Seyyid (1842-1913) Paris’e resim eğitimi için gelmişlerdir. Osman Hamdi Bey Paris’te oniki yıl kalmıştır. Osman Hamdi Bey paris’te Marie adlı bir kızla evlenir Türkiye’ye döndükten 4-5 yıl sonra ayrılır ve bu evlilikten Fatma ve Hayriye isimli iki kızları olur. 1869 tarihinde Osman Hamdi İstanbul’a döner. Mithat Paşa’nın Bağdat Valiliğine atanması ile O da Bağdat vilayeti Umur-u Ecnebiye Müdürlüğüne (Yabancı İşleri Müdürlüğü) getirilir. Bağdat’tan çeşitli görüntülerin yer aldığı tablolar ve karakalem desen çalışmalarını bu dönemde yapmıştır. 1871 yılında İstanbul’a dönen Osman Hamdi Bey sarayda yabancı elçilerinin protokol işleriyle görevlendirilmiştir. Bu görevde başarısından dolayı bizzat Abdülaziz tarafından 1873 yılında Viyana’da açılan Uluslar arası Sergiye komiser olarak atanmıştır. Bu görevde en büyük destekçisi babası olmuştur. Osman Hamdi Bey Viyana’da bulunduğu sırada yine bir Fransız ve adı da Marie olan ikinci eşi ile tanışır. İstanbul’a döndükten sonra birinci eşinden ayrılır Naile adını verdiği bu Fransız kızla evlenir. Bu evlilikten üçü kız biri erkek dört çocuğu olur. ( melek, Leyla, Nazlı, Edhem) Mart 1875 yılında Afiri Paşa’nın yanında Hariciye Umur-u Ecnebiye Katibi (Dışişleri Bakanlığı protokol Müdür Muavini) olur. 1876 yılında Abdülaziz tahtan indirilince bu görevden alınarak Matbuat-ı Ecnebiye atanır. 1877 yılında Beyoğlu Altıncı Daire Belediye Müdürü olur. 1878 yılından sonra artık resme daha fazla zaman ayırma düşüncesiyle devlet memurluğundan ayrılır. Osman Hamdi Bey 1881 yılında Müze-i Humayun’a müdür tayin edilir ve Türk müzeciliğinde yeni ve verimli bir devre açılır. İlk Türk Müzesinin çekirdeği batı ülkelerinde olduğu gibi bizde de saray bünyesinde gerçekleşmiştir. Topkapı Sarayında birikmiş çeşitli hediyeler, ganimet ve silahların toplanmaya başlamasıyla Türkiye’de müze ile ilgili çalışmaları başlatan kişi Tophane-i Amire Müşiri Fethi Ahmet Paşa’dır. Tanzimat Devri’nin Maarif Nazırlarından Saffet Paşa’nın girişimleri ile Müze-i Humayun kurulur ve Galatasaray Lisesi öğretmenlerinden Mr. Goold müze müdürü olarak atanır. Sadrazam değişikliği nedeni ile müze-i Hümayun Müdürlüğü kaldırılır. Yeniden bir sadrazam değişikliği ile müze müdürlüğü yeniden ortaya çıkar. Ve Dethier adında bir Alman bu göreve getirilir ve bu doğrultuda bir çok çalışmalar yapmıştır. Goold’un müdürlüğü zamanında toplam 150 eser sayısı 650’ye çıkmıştır. Dethier’in özellikle 1876’dan itibaren işini aksattıracak şekilde sağlık problemleri olmuştur. 3 Mart 1881 yılında ölünce yerine en uygun kişinin Osman Hamdi Bey olduğu karar verilmiş ve 11 Eylül 1881 tarihinde müze müdürlüğüne başlamıştır. Müzeciliğimizi ilk kez modern anlamda ele almaya başlar. İlk işlerinden birisi başından beri karşı olduğu, yabancıların yaptığı kazılarda ortaya çıkan eserlerin yurt dışına götürülmesini yasaklamayı planladığı tüzük hazırlığıdır. Paris'te yarım bıraktığı Hukuk eğitiminin yararları burada görülür. Yürürlükte bulunan "1874 Asar-ı Atika Nizamnamesini" 1883 yılında yeni baştan düzenleyerek eserlerin yurt dışına çıkarılmasını yasaklayan maddeler koydurur. Böylece batılı ülkelere Osmanlı topraklarından eser akışını engeller. Osman Hamdi Bey'in yaptığı çalışmaların başında, artan eserlere sağlıklı bir binanın sağlanmasıdır. Aya İrini'den sonra Çinili Köşke taşınan arkeolojik eserlerin büyük bölümü üst üste depolanmaktadır. Eserlerin kaydedilmesi, onarılması ve sergilenmesi çalışmalarına başlayarak, nem ve rutubetten uzak ve sağlıklı korunup sergilenebileceği gerçek anlamda bir İmparatorluk Müze binası yapılması için dönemin yöneticilerinden aldığı destekle bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzesinin ilk kısmını 1899'da, ikinci kısmını 1903'de ve üçüncü kısmını 1907 yılında bitirterek ziyarete açar. Modern bir müze için gerekli kütüphane, fotoğrafhane ve model haneyi tamamlatır. Osman Hamdi Bey, arkeoloji alanındaki çalışmaları ile de yurt dışına ulaşan bir ün sahibi olmuştur. Fransız, Alman, Yunan, İspanyol müzeleri, madalya ve nişanlarla Hamdi Bey'i kutlamışlardır. Böylece Türkiye milletlerarası üne sahip bir arkeolog, müzeci ve ressam, kazanmıştır. Birçok üniversite doktorluk ünvanı vermiştir. Osman Hamdi Bey 1 Ocak 1882'de Sanayi- Nefise Mektebinin Müdürlüğüne de atanır Bir yandan kazı ve müze işleri ile uğraşırken diğer yandan da bugünkü Mimar Sinan Üniversitesinin temeli sayılan "Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi"ni 1883 de kurar. Burada eğitim verecek hocaları seçer. Bugün İstanbul Arkeoloji Müzelerinin Eski şark Eserleri Binası olarak hizmet veren binayı, "Sanayi-i Nefise Mekteb-i olarak Mimar Vallauri ile birlikte tasarlayarak 2 Mart 1883 öğretime açılır. Osman Hamdi Bey, gerek devlet işlerini yaparken, gerek arkeoloji ve müzecilik çalışmalarını sürdürürken ressamlığını, hiç ihmâl etmemiş, fırsat buldukça resim yapmıştır. "Kaplumbağa Terbiyecisi", "Arzuhalci", "Kur'an Okuyan Hoca", "Silah Tüccarı", "Leylak Toplayan Kız" "Şehzadebaşı Camisi Avlusunda Kadınlar" " Feracali kadınlar" "Mimozalı Kadın" Ab-ı Hayat Çeşmesi” , Mihrap” gibi tabloları onun en ünlü yapıtları arasındadır. Resimlerini çoğunlukla yaz aylarını geçirdiği ve en sevgiği yer olan Kocaeli ilinin Gebze ilçesindeki Eskihisar'daki evinde yapmıştır. Osman Hamdi Bey, son çağın en seçkin siması ve gerçek anlamda uluslararası ün kazanmış bir sanatçımızdır. 1910 yılında İstanbul'da öldüğü zaman, memlekette ve dünyada Alman, Fransız ve İngiliz basınında Osman Hamdi’nin ölümü ile ilgili yazılar yer almıştır. ESERLERİ : Kaplumbağa Terbiyecisi 1. versiyon Osman Hamdi Bey, 1906 Tuval üzerine yağlıboya , 222 × 122 cm Pera Müzesi, İstanbul BU ESER 5 MİLYON LİRAYA (3.5 MİLYON DOLAR)ALICI BULMUŞTUR. gezintide kadınlar istanbul hanımefendisi 4 milyon sterlin değer biçilmektedir. Camii Girişinde Kadınlar mihrap silah taciri Tavla Oynayan Zeybek Saçlarını Taratan Kız Türbe Ziyaretinde İki Genç Kız Kur’an Okuyan Kız haremden kahve ocağı Kaynakça: www.RestoraTURK.com
  9. AED

    BİR ETEK GELİNCİK..

    teşekkürler sevgili @Radya, sanatçı kıskançlığı iyidir,verimli ürün vermeye zorlar insanı,, şaka bir yana yazmak iyi bir eylemdir, ve günü gelince eyleme geçmeli.. sevgiler..
  10. AED

    Mediterraneo

    yoksa BRASS forum yasaklılarından mı sevgili @admin?
  11. nihayet PAVESE okuyan bir forumdaş buldum çok mutluyum.. yaşam uğraşı(güncesi) başucu kitabım.. HAYAT, YAŞANTI ARAMAK DEĞİL KENDİMİZİ ARAMAKTIR..
  12. gerek SALVADOR DALİ, gerekse PABLO PİCASSO sürrealist (gerçeküstücü) ressamlar olduğu için herkes resimlerinden keyif almaz.. 1931 de yaptığı son resmi de ben vereyim : belleğin azmi
  13. sevgili @ rina, eğer tokadı yedikten sonra kuma yazarsak, sanki ikincisi gelecek gibi.. en iyisi neden vurduğunu sorgulamak.. sevgiler
  14. AED

    Mediterraneo

    konunuza saygısızlık gibi alınmasın, ama bu topic ve video su bana TİNTO BRASS filmlerini çağrıştırdı.. erotik cinselliğin ustasının filmlerini bulmakta güçlük çekiyorum..
  15. AED

    BİR ETEK GELİNCİK..

    değerli @Aries, öykünün kahramanı <Nuri> günlük insan ilişkilerindeki yabancılaşmayı, sevgisizleşmeyi,alışkanlıklara tutsak olmayı,herşeyin maddileşmesini şakağında birden hissedince geçmişe sığınmakta..aynı zamanda çok unutulan fakat çok ihtiyacımız olan o <doğal sevgi>nin yaşamın en büyük anlamı olduğunu temalandırıyor.yazım tekniğinde virginia wolf,dostoyevski,amin maalouf beni en çok etkileyen yazarlar..kısaca demem o ki gelişme bölümü de sonuç bölümü de öykünün içinde var...Nuri günlük yaşamını bir an için yüzüstü bırakıp köye gitmesi, Zahideyi bulmak için değil kendini aramak için..onun 52 yaşında bir çamurlu suda ağlaması gerçek sevginin yitirilişine isyandır; yani öykünün sonucudur, incelemen için teşekkür ederim,sevgiler..
  16. AED

    BİR ETEK GELİNCİK..

    sevgili @rina bu öyküye 2 günde yoğunlaştım ama 3 günde yazabildim.. <küçük aşklar,büyük dünyalar> dan daha çok emek istedi.. fragmanlar bir kaç kez değişti,taslak tema ve mesaj aynı kaldı.. gözlemlerime göre 40 ve üstü yaş kuşağında <geçmişe özlem > çok yoğun yaşanıyor.. kimbilir belki de geçmişte daha mutluyduk .. incelemenize teşekkür..
  17. AED

    BİR ETEK GELİNCİK..

    teşekkür ederim.. siz keyif aldıkça daha bir emek sarfediyorum.. sevgiler @gün.dem
  18. AED

    BİR ETEK GELİNCİK..

    Telefonun mesaj uyarısı çalınca mesajı açtı: <unutma , VOİLA açık kestane no.5.0> Karısıydı..saç boyası istiyordu…Of bu kadın hep böyleydi,ne anlardı kendisi saç boyasından.. Bu neyse de bazen ekmek için bile mesaj atıyordu..Üç marketin ortasındaydı halbuki evleri.. Bir keresinde kızmış ama kadın <canım gelirken alıver yolunun üstü hem açılmış olursun > diye yumuşatmıştı..Tam çıkmak için iş arkadaşlarına tek tek <iyi akşamlar >dağıtıyordu ki, Tokgöz Mustafa nın sesi duyuldu : <Nuri şu cipi ticariye çevirirsek vergi muafiyetimiz olur mu ? < bakayım Mustafa bey yeni bir tebliğ var mı,yarın bilgilendiririm ben sizi,iyi akşamlar> dedi ezik bir sesle. Bu cevaptan hoşlanmayan patron tepkisini hiçbir şey söylemeyerek gösterdi.. Tokgöz Mustafa inşaat şirketinin sahibiydi ama pek de tokgöz sayılmazdı.. Adam ellisindeydi her gün bir inşaat ihalesine giriyor Nuri ye karşı firmanın verebileceği teklifler hakkında tahminler soruyordu.. Adam paraya doymuyor kazandıkça daha da acıkıyordu.. Para tokgöze hükmediyor diye düşündü Nuri.. Terbiyesiz adam bir keresinde Nuri yi başka bir firmanın sahibi rolünde ihaleye teklif attırmıştı.. Adına <çantacılık> denen bu sistemde gerçek teklifin altında fiyat yazıyordu; güya Nuri nin temsil ettiği firma.. O ihaleyi de tokgöz inşaat almamışıydı,tokgöz Mustafa ağzı kulaklarında muhasebecisi Nuri ye bir kilo baklava getirmişti .. Belediye otobüsünde insan yüzlerine baktı Nuri..Kimse mutlu değildi.. İki üç liseli kız gülerek konuşuyorlar onun dışındakilerin mutsuzluğu haykırıyordu.. Yorgunluk,bezginlik insanlara yapışmıştı.. İndi otobüsten markete yakın..Yürüyen merdivenlerde, tam önünde bir genç kız popo sunun yakın plan gözünün önünü kapattığını gördü..Çok hoştu.. Dikkati çekmeden odaklandı..Kumaş parçasının altındakini hissetmek çok zor değildi; çünkü kız hem dar hem ince giyinmişti.. Bu genç bedene dokunabilmesi onu yaşayabilmesi imkansıza yakındı. Hem neden kendisi ile olsundu ki bu kız?..Hangi sebeple?.. Zengin değildi..Yaşı elliydi, karısı belliydi..Öyle bir karizma,yakışıklılık falan da olmadığına göre.. Bazen şehrin ücra yerlerde lüks arabalar içinde genç kızlarla, domuz gibi besili,vücut diliyle <bende para var> diyen kırk yaş kuşağından domuzcukları görüyordu.. Piyasa belliydi,genç bedene karşı para.. Ama Nuri, hakkını yemeyeyim, kim bilir bu kızın da gizemli bir dünyası vardır dedi kendine.. Bu dünyada Nuri nin olamayacağı kesindi ama .. Otuzlu yaşlardaki yasak aşkı ne demişti onu yüzüstü bırakıp giderken: <Mademki evlisin,yuvana dönmelisin>; <O zaman neden bu ilişkiyi yaşadın> diye bağıran Nuri ye kadın <bir arayış içindeydim, bir çeşit bunalım,kendime geldim,doğrusu bu > demiş Nuri kendisiyle oyuncak gibi gönül eğlendirildiğini düşünmüş, günlerce sersem gibi gezmişti., İşte her şey sona doğru geliyordu artık,evliliği hiç bir şeyin sorgulanmadığı rutine girmişti; yaş elli iki olmuş,kırışıklıklar yüzüne dolmuştu..Hayatta her şey boşmuş diye düşündü.. Neredeydi tüm dostlar,tokuşan rakı kadehleri,üç beş arkadaşla yapılan nataşa kaçamakları, daha yeni bir arkadaşının kalp krizinden ölüm haberini almamış mıydı? Oğlu bile evlenince kirişi kırmış ziyaretleri seyrekleşmişti.. Karısı süpürge-gün-yemek üçgenindeydi.. Mekik dokuyordu adeta..Küçük kavgalarında <hadi oradan süpürgeci> derdi karısına.. Beraber yatma ihtiyacı bile duyulmuyordu artık…Üzerine kitaplar yazılan hayat bu muydu..? Hepsi bu kadarcık mıydı? Birileri kandırıyordu insanları..Hayat bu kadar basitti aslında... Olağanüstü güzelliklerin gerçekleşmesi mucizeyken,herhangi bir bela ve rezilliğin seni bulması işten bile değildi ..Bütün şenlikler dağılmış, bağbozumu başlamıştı işte .. Markette insanlara baktı; hepsi böcekler gibi reyonları iğdiş ediyorlardı..hep alıyorlardı, sepetler kırmızı etlerle, makarnalarla, biralarla doluydu..En üste de koca paket tuvalet kağıdı koymayı unutmuyorlardı insansılar..Yani önce yiyip sonra boşaltmak için tam donanımlıydılar.. Hepsi tüketim hayvanı olmuştu. .<hoş geldiniz clup kart var mıydı efendim> Başını kaldırdığında genç bir kızın gülümseyen bir çift tatlı gözü ile karşılaştı.. <Siz yenisiniz galiba,ilk kez gördüm sizi> diye kekeledi Nuri.. <Evet efendim stajım yeni bitti>.. Görürsün gülümsemeyi tatlı kız ,defterin dürülür bir on yılda,belki de sinir sitemi bozulmuş, koca arama kervanında mutsuz biri olacaksın ; bakalım doğal gülümsemen ne kadar sonra sahteleşecek göreceğiz.. Kızdı kendine sonra,sana neydi,ne ararsa arasındı.. Sanki kendi aramıyordu.. Atıştırdı gergin gergin hazır bir şeyler evde.. Karısı komşuya inmiş gevezelik ediyordu.. Bilgisayarı açtı..<07 Nuri Koçak> < muhasebe-hukuk forum yönlendiriliyorsunuz.> Ciple ilgili vergi muafiyetini soru olarak bıraktı foruma..Çıkarken gördü iki kişi kavga etmişti forumda.Sen mi doğru biliyorsun yoksa ben mi gibisinden..Fakat küfür olmasa da ona yakın sertlikte laflar söyleyip sonunda <saygılar> yazıyorlardı..Diğeri de en ağır laflar söyledikten sonra <sevgiler> yazıyordu.. Demek böyleydi..İkiyüzlü hayat..İşte buydu.<ananı…..saygılar..> <bilmukabele ..sevgiler>.. Hayatın kuralları <admin> di işte..Kimse birbirini sevip anlamıyor,ama öyle gözüküyordu.. Öyle ki bu maskeleri taşımaktan kendileri de yorgundular… Uyuyamadı yatakta..Kalktı.. Dolaba baktı..Bir aydır içilmeyen rakı kalmıştı biraz..Aldı onu.. Biraz da meyve ile peynir buldu.. Salona geçti..Açmadı ışığı..İlk kadehi aldı..Kafası takılmıştı: <siz kim oluyorsunuz da benim uzmanım oldu…saygılar> <terbiyesizleşme,görgüsüz,eğitimsiz forumdaş..sevgiler> İkinci kadehi onu kırk yıl geriye götürdü..Şehir merkezinden iki yüz elli km uzaktaki köye.. Babası bu köyde öğretmenlik yapmış,Nuri de okulun gedikli öğrencisiydi.. Tek ve en önemli kare,Zahide idi..Nuri çelimsiz birinci sınıfken Zahide son sınıftı on üç yaşında.. Onu dersten sonra göle götürürdü..Köy dışındaki göle patikadan gidilir, Nuri, Zahide nin adımlarını takip eder onun bastığı yere basardı.Bu ikisine ait bir oyundu. Zahide bir süre sonra coşar Nuri yi kucağına alır göğsüne bastırır öper de öperdi.. Küçük bedeni Zahide ye sokulan Nuri,huzur içinde onun saçlarının kokusunu duyar, inmek istemezdi.,onu çeker kendine <örtmenin oğluuu,gurbanım benim>diyerek sarıp sarmalardı Zahide.. Ergenleşmenin başındaki bedeninde göğüsleri patlamış,saçları her iki tarafta örgülüydü Zahide nin;güneşten yanmış yüzünde dişleri her güldüğünde parlardı... Beraber göle dizkapaklarına kadar girerler,her tarafları ıslanınca dışarıda güneşe yatarlardı birbirlerine bakarak..Nuri topladığı gelincikleri Zahide nin eteğine bırakır, her geliş seferinde, yanağına okşardı Zahide. Bazen Zahide Nuri nin ıslanmış pantolonunu çıkarır çalılara asardı kuruması için..İç çamaşırı ile kalan Nuri de Zahide de rahatsız olmazlardı.. Okulda gözleriyle onu arardı Nuri,eğer bir gün görmezse.. Zahide onu oyun kalabalığının dışında yakalar, elinden tutar patikaya düşerlerdi..İki kişilik bu dünyada yalnızca sevgi vardı.. Hele kar yağdığında Zahide nin bastığı izlerin takibi Nuri için en güzel oyundu.. Nuri Zahide yi düşünde gördüğü bir sabah yatağından hemen kalkamamış, bedenindeki ilk uyanışını,Zahide yi düşünerek yaşamış,eli küçük bedeninde dolaşmış bacakları arasına inmişti..Sadece Zahide ve kendisi.. Ne güzel bir dünya olurdu..Bir keresinde annesi yorgandaki küçük hareketlenmeyi görünce Nuri kaskatı heykel gibi hareketsiz kalmıştı.. Kadeh ve yiyecekler ortada uyuyakaldı.. Otobüs ağır ağır yol alıyordu Anadolu bozkırında..Tokgöz ticariye çevrilen cip muafiyetini duyunca cumartesi izin isteğine bir şey dememişti Nuri nin....Heyecanlıydı biraz... Nuri otobüsten inerken kendini çok farklı hissediyordu.. Muhtarlığa doğru yürüdü; hiç bir şey hafızasındaki gibi değildi Nuri nin köy meydanı hariç..Her taraf hayvan pisliği kokuyordu,burada nasıl yaşanmıştı onca sene.. Muhtar okulun yıkıldığını ,yenisinin yapıldığını,gölün suyunun biraz çekildiğini söyledi.. Zahide diye birinin bilinmediğini ancak o tarihlerde Almanya ya çalışmak için bir çok köy delikanlısının gittiğini muhtemelen de birisinin babası olabileceğinden dem vurdu .. Yemeğe buyur ettiyse de kabul ettiremedi...Nuri yalnız adımlarla patikayı buldu.. O değişmemişti.. Önünde yürüyen Zahide yi hissetti biran; yürüyüş temposunu altı yaşındaki Nuri gibi yaptı..Kimseler yoktu ortalarda..Göle ulaştığında biraz heyecanlandı.. Gölün berraklığı azalmış suyun bir kısmı çekilmişti,ama yine de yüzeli metrekare lik bir göldü işte.. Oturdu göl kenarındaki toprağa .Kurbağalar kıyıdan suya zıplıyorlardı.. Çevredeki hayvan pislikleri üzerinde sineklerin vızıltısı doğanın sessizliğinde duyuluyordu.. Gökyüzüne baktı.. Zahide nin siluetini gördü;.<beni unuttun mu> diye soruyordu..<Her şeyimsin, unutamam ,unutamam Zahide m..> Nuri nin boğazı düğümlendi.. Ayağa kalktı ; çıkarmadan üstünden hiçbir şeyini göle adım attı.. Birkaç adım sonra çamurumsu göl suyu dizkapağındaydı..Çömeldi suyun içinde.. <Neden gittin Zahide,neden bıraktın beni?> cümlesi döküldü ağzından.. Suyun yüzeyini kucakladı..Birden hıçkırmaya başladı.. Akan gözyaşları gölün suyuna karışıyordu... Köy camisinden akşam ezanı yankılanıyor,köy hayvanlarının silueti ufukla birleşiyordu.
  19. AED

    GÜNAYDIN

    günaydın,, bu örgüden saksı çiçeği size..
  20. ortam iyice gerildi..forum topicleri bile bunu gösteriyor. 7000 yıllık birçok uygarlığın yurdu olmuş bu anadolu nun insanlarının birbirini boğazlayacağına inananların sayısı bile azımsanmayacak ölçüde.. demeye dilimiz varmıyor ama böyle bir içsavaşı isteyen çevreler maalesef var.. biraz yakın tarihimize bakalım ve süreci çok iyi okuyalım..özellikle kürt açılımı projesinin sahibi kimdir analiz edelim.. ++++ 1920 sevr anlaşmasında batı emperyalizmi osmanlıyı teslim almış anadolu halkının kendi meclisi bu anlaşmayı tanımamış ve emperyalizme karşı başkaldıran bu yoksul halk dünyada eşi görülmemiş bir kurtuluş savaşı vererek zafer kazanmıştır..sevr anlaşmasının haritasını ve maddelerini hatırlayalım.. ANTLAŞMA ŞARTLARI 1.Osmanlı ülkesi, İstanbul ile Anadolu'nun küçük bir bölümünden ibaret olarak kalacaktı. osmanlı evleti, eğer azınlıkların haklarını gözetmezse İstanbul da elinden alınacaktı. 2.Boğazlar tüm devletlere açık bulundurulacak ve uluslararası bir komisyon tarafından idare edilecekti. 3.Doğu Anadolu'da iki yeni devlet kurulacaktı (Ermenistan ve Kürdistan). 4.İzmir ve çevresi ile Batı Trakya; Yunanistan'a, 5.Antalya ve Konya yöreleri ile İç Batı Anadolu; İtalya'ya, 6.Suriye,Adana,Malatya ve Sivas çevreleri; Fransa'ya, 7.Irak ve Arabistan İngiltere'ye verilecekti. 8.Askerlik zorunlu olmayacak,asker sayısı azaltılacak ve orduda ağır silahlar bulundurulmayacaktı. 9.Azınlıklara geniş haklar verilecek ve kapitülasyonlardan bütün devletler yararlanacaklardı. Görüldüğü gibi daha 3. madde de emperyalist batı daha o tarihte anadolu da kürdistan ve ermenistan devleti kurulmasını istemektedir.emperyalizm neden kürdistan ve ermenistan devleti istemiştir.?galip gelen itilaf devletleri acaba kürtlerin ve ermenilerin isteklerine boyun mu eğmiştir?…hayır.. bölünmüş bir osmanlı nın kontrolü daha kolaydır da ondan.. ++++ cumhuriyet kurulduktan sonra osmanlı’ya büyük sadakat gösteren, milli mücadele’ye canla başla destek veren, sevr’i protesto edip Lozan’da ‘türklerden ayrılmak istemeyiz’ diyen kürtler arasından nasıl oldu da bir ‘kürt sorunu’ doğdu? bu sorunun cevabı, bir yönüyle kürt milliyetçiliği ile ilgili. osmanlı devletinin son döneminde ortaya çıkan kürt milliyetçiliği her ne kadar geniş kitleleri etkilemese de varlığını sürdürdü; cumhuriyet döneminde, özellikle de tek parti döneminde büyüdü. atatürk’ün milliyetçilik anlayışı, hiç kimsenin etnik kökenine önem vermeksizin, ‘türküm’ diyen herkesi eşit vatandaş kabul etme esasına dayalıydı. ancak uygulama her zaman böyle olmadı. tek parti döneminde kimi bürokratlar, etnik temelli bir türk milliyetçiliği geliştirdi. kürt sorununun kırılma noktası ise, 1925 baharında patlak veren şeyh said isyanı oldu. İsyan, kürtler arasında çok sınırlı bir destek buldu; bediüzzaman said nursi gibi önde gelen kürt din adamları isyana karşı çıktı. ama isyanı bastırmak ve “kökünden halletmek’ için başlatılan takrir-i sükun döneminde sert yöntemlere başvuruldu. (13 Şubat 1925), kısa sürede genişleyerek yaygın bir ayaklanmanın kıvılcımını oluşturdu. genç vilayetinin merkez kazası darahini'yi basarak (16 Şubat) valiyi ve öteki görevlileri esir alan Şeyh Said, halkı islam dini adına ayaklanmaya çağıran bir bildiriyle hareketi tek bir merkez altında toplamaya çalıştı. bu bildiride 'din uğruna savaşanların lideri' anlamına gelen mührünü kullandı ve herkesi din uğruna savaşa çağırdı. mistan ve botan aşiretlerinin desteğini aldıktan sonra genç ve çapakçur (bugün bingöl) üzerinden diyarbakır'a yöneldi. maden, siverek ve ergani'yi ele geçirdi. şeyh abdullah'ın yönettiği başka bir ayaklanma kolu da varto üzerinden muş'a doğru harekete geçti. varto'yu ele geçiren isyancılar, muş'a ilerledilerse de halktan toplanan yardımcı kuvvetlerle murat köprüsü civarında mağlup edilip, varto'ya geri çekilme¬leri sağlandı. gelişmeler üzerine hükümet doğu vilayetlerinde sıkıyönetim ilan etti (21 Şubat). ayaklanmacıların üzerine gönderilen ordu birlikleri kış ovası'nda Şeyh Said kuvvetleri karşısında tutunamayarak dyarbakır'a çekilmek zorunda kaldı (23 Şubat). ertesi gün elazığ'a giren gökdereli şeyh şerif yönetimindeki başka bir ayaklanma kolu kenti kısa süre de olsa denetim altına aldı. 7 Mart'ta Şeyh Said'in emrindeki 5000 kişilik bir kuvvet diyarbakır'a saldırdı.. TBMM hemen Takrir-i Sükun Kanunu'nu kabul ederek hükümete olağanüstü hal yetkileri tanıdı. ayaklanmayla ilgili yayınlara konan yasak daha sonra başka önlemleri de kapsayacak biçimde genişletildi. ayrıca ankara ve diyarbakır'da istiklal mahkemeleri kurulması kararlaştırıldı. bu sırada diyarbakır'ı kuşatma altına alan şeyh said kuvvetleri, hükümet kuvvetleri tarafından püskürtülerek geri çekilmeye başladı. geniş çaplı bir sevkıyatın ardından toplu saldırıya geçen (26 Mart) ve bir bastırma harekatıyla ayaklananların çoğunu teslime zorlayan askeri birlikler, İran'a geçmeye hazırlanan ayaklanma önderlerini boğlan'da (bugün Solhan) sıkıştırdı. şeyh şerif ve yanındaki bazı aşiret reisleri palu'da yakalanırken, Şeyh Said de Varto yakınlarında yakın bir akrabasının ihbarıyla carpuh köprüsü'nde ele geçirildi (15 Nisan 1925).ayaklanmayı destekleyen eski şuray-ı devlet reislerinden kürt teali cemiyeti reisi seyit abdülkadir ve 12 arkadaşı İstanbul'da tutuklanarak yargılanmak üzere Diyarbakır'a getirildiler. yargılanma sonucunda seyit abdülkadir ve 5 arkadaşı ölüme mahkûm olarak, idam edildiler (27 Mayıs 1925).diyarbakır'daki şark istiklal mahkemesi önceden verilen emre itaaten Şeyh Said ve 47 ayaklanma yöneticisi hakkında da ölüm cezası verdi (28 Haziran). Cezalar, başta şeyh said olmak üzere, ertesi gün infaz edildi. bu tarihten itibaren 1930’ların sonuna kadar ‘bölge’de hemen her yıl ayaklanma yaşandı. türkler ve kürtler arasındaki birliği sağlayan müslüman kimliğine yapılan vurgunun azalması sorunun çözümünün en etkin yolunu da ortadan kaldırmış oldu. 1935 de vergi vermeyen ve kontrol edilmekte zorlanan kürt aşiretleri (ki bu aşiretler daha osmanlı döneminde 1847-1877-1885-1907-1911 yıllarında isyanları görülmektedir.) üzerinde genç merkezi hükümet kontrolu elinde tutmak için dersim yöresinin adını tunceli olarak değiştirdi ve yöre halkını istediği yere nakledebilecek yetkileri elinde tutan bir yasa çıkardı. bunun üzerine 1937 de 6000 kişiye ulaşan ocakzade (Ehlibeyt soyu) kökenli ve Şeyh Hasan aşiretine mensup olan Abasan aşireti reisi Seyit Rıza önderliğinde, asker ve vergi vermek istemeyen diğer aşiretlerce de desteklenen yeni bir ayaklanma patlak verdi. tarihte dersim isyanı olarak anılan ayaklanmayı Kureyşan aşireti başlattı. ayaklanmaya kureyşan aşireti dışında Haydaran, Yusufan ve Demenan aşiretlerinden de katılım oldu.sabiha gökçenin komuta ettiği 3 hava filosu uçağın katıldığı harekatla eylül 1937 de isyan bastırıldı. Abasan aşireti reisi Seyit Rıza ve 6 aşiret lideri idam edildiyse de 1938 de tekrar ayaklanma çıktı.ikinci bir harekatla bu ayaklanmada bastırıldı. .resmi rakamlar bilinmemekle birlikte avrupalı kaynaklar her iki dersim harekatında toplam 50.000 insanın öldüğünü kürt kökenli kaynaklar da 90.000 kişinin öldüğünü, uçaklara katliam emrini atatürkün değil İnönü nün verdiğini söylemektedirler.. yöre halkı 1938 de anadolunun birçok yerine sürülmüştür..bu konuda ihtilaf yoktur.. bugün.karadenizde,içanadoluda kürt kökenli insanların yaşaması bu nakillerin sonucu olmuştur.. türkiye cumhuriyeti döneminde tarihsel olarak kürt isyanları ve ve bu isyanlarını bastırılasını vermemizin nedeni orta yaş kuşakları bilgilendirmek.. 1984 eruh baskını ile başlayan PKK hareketi ve bugün konuştuğumuz kürt açılımı sürecine kadar olanlara(1984-2009) burada girmeyelim.. orta yaş kuşak bu süreci yaşadı.ancak PKK hareketine lojistik destek olarak ABD nin çekiç gücünü ve avrupanın PKK hareketine medyatik,lojistik birçok destek verdiğini yani sahneye bu dönemde çıktığını görüyoruz. ++++ yukarda ana hatlarını verdiğimiz kürt isyanlarından sonra , genç cumhuriyet mustafa kemalin de ölümüyle birlikte özellikle doğu ve güneydoğu bölgelerine yatırımların yapılmadığı, kürtçenin yasaklandığı, o bölgenin kamu hizmetlerinin ihmal edildiği doğrudur ve birçok araştırmacı bu konuda birleşmektedir..artık bu konuyu devlet bile resmi söyleminde kullanmaktadır. 1980 li yıllarda <kürt yoktur karda yürürken kart kurt ses çıkaran dağ türkleri vardır> diyen profesörler türemiştir. daha sonra başbakan ve cumhurbaşkanı düzeyinde kürt realitesi tanınmış doğu sorunu kürt sorunu olarak dillendirilmiş kürtçe tv kanalı kurulmuş ve açılım aşamasına gelinmiştir.bölgedeki sıkıyönetimler,olağünstü hallerle birlikte ortaya çıkan jandarma baskısı ve devletin gizli örgütü olarak ileri sürülen JİTEM in bölge halkına çok sert davrandığı genel kabul görmektedir. araştırmacı prof.doğu ergil in 22 10.2009 da söylediğine göre yakılan köylerden yurtsuz kalan kürtlerin avrupa insan hakları mahkemesine açtığı davalar sonucu türkiye devletinin ödemek zorunluluğu ile karşı karşıya bulunduğu miktar 3 milyar dolardır.. hatalı yazım yoktur : 3 milyar dolar…. ++++ II.dünya savaşından sonra başını sovyetlerin çektiği sosyalist blok tüm dünyada ağırlığını ortaya koyduğundan ülkemiz işçi ve gençlik hareketi bu akımlardan çok etkilenerek <sınıfsız toplum>mücadelesine giriştiler..tüm dünyada sosyalist sistem ile kapitalist sistem arasında bölgesel,siyasal,bir mücadele yaşanırken sporda,uzayda da amansız bir rekabet vardı. ABD, yarı kapitalist, doğusunda da yarı feodal üretim ilişkilerinin sürdüğü ülkemizde 1970 yıllarda gelişen sol ve işçi muhalefetini bastırmak için o dönem görevlendirdiği MHP nin tek başına yetmeyeceğini anlayınca 12 eylül askeri cunta projesini hayata geçirdi.. O dönem amerikan yönetiminin askeri darbeyi öğrenince <bizim çocuklar başardılar> cümlesiyle hatırlanıyor..sendikalar ve siyasi partiler kapatılıp binlerce insan tutuklandı işkencelerden geçirildi.birçok idamlar infaz edildi..aynı işkencelerle tanışan MHP lilerin kafası o dönemde hangi safta yer aldıklarına ilişkin <dank> edecekti... ABD projesi askeri cunta, bir dönemi kapatmakla kalmamış aynı zamanda yeni dönemin yol haritasını ve temel parametrelerini oluşturmuştur. .en önemli iki parametre, temel hak ve özgürlüklerin çok kısıtlandığı yeni bir anayasa yapılması ve ılımlı islam modeli çerçevesinde tüm sosyal yaşamın ve kültürel alanların dincileştirilmesidir.. tarih sosyal yaşam anlamında geriye götürülmüş din referanslı AKP oluşturularak iktidara getirilmiştir.. ++++ bugün BOP (büyük Ortadoğu projesi)nin eşbaşkanı olan AKP hükümeti, siyasi geleceğini riske ederek <kürt açılımı> yaptığını söylemektedir.. proje tamamen ABD ye aittir.. afganistan ve ırak ta direnişi kıramayan ABD ırak batağında 5000 askerini yitirmiş çekilme aşamasındadır.bölgede oluşan yeni durum ABD bu projeyi oluşturma ihtiyacını doğurmuştur.proje ABD ye kuzey ırak kürt yönetiminin güvenliğini türkiye ye vermektedir. varılan "mutabakat", kuzey ırak’ta konuşlanan PKK’nin tasfiye edilmesi karşılığında kuzey ırak’taki "kürdistan özerk bölgesi"nin himaye edilmesi konusunda TSK’nın "ikna" edilmiş olmasıdır. "mutabakat"ın temel koşulu, PKK’nin kuzeyı Irak’tan çıkartılmasıdır. burada ABD "planı" bir kez daha devreye girer. "plan"a göre, PKK’nin tasfiye süreci ile ABD’nin askeri birliklerinin Irak’tan çekilmesi süreci eşzamanlı olarak yürütülecektir. turkiyede 18 ,ıranda 10, ırakta 5, suriyede 2 milyon olmak üzere toplam 35 milyon civarında nufusa sahip olan kürtler, yüzyılların verdiği acılar,uluslaşamama, feodal ekonomik düzen nedeniyle bu projeyi desteklerken, projenin ABD çıkarlarına daha çok hizmet ettiğinin farkındamıdırlar? evet farkındadırlar fakat bunu kabullenir görünmektedirler. ancak şu bilinmelidir ki bölgede güçler dengesindeki bir değişiklik, ABD’nin bir kez daha kürtleri yüzüstü bırakmasıyla sonuçlanacaktır. bu ABD "planı"nın bugün için konuşulmayan ikinci bölümü ise, ırak’tan çekilecek ABD askeri güçlerinin bir bölümünün güney doğuda konuşlandırılmasıdır. bu açıdan da, PKK’nin kuzey ırak’taki varlığı ABD’nin "askeri çıkarlarına" aykırıdır, dolayısıyla da tasfiye edilmesi gereken bir varlıktır. mevcut durum ve olay böyledir. tarihin bir cilvesi olarak projenin ABD patentli olduğunun farkına varan MHP, bunu açıkça deklere etmiş, ABD ankara büyükelçliği bunu yalanlamak zorunda kalmıştır. ++++ sonsöz şudur ki ABD nin kürt açılımı projesi türk ve kürt milliyetçiliğini de körüklemiş, siyasal partiler arenası toz duman olmuş,heran patlamaya hazır bir siyasal ortam oluşturulmuştur.. bu toprakların etnik kökeni farklı olan insanları ABD proje ve çıkarları ile değil kendi çıkarları ile projeler yapmalıdırlar..zaten burada verdiğimiz tarihsel kronoloji de göstermektedir ki sevr den sonra araya 2.dünya savaşı ve dünya sosyalist kampı girmiş,1980 lere gelindiğinde emperyalist ABD ve destekçisi AB <nerde kalmıştık > demiştir. notlar : 1- <şeyh sait isyanı >ve <dersim isyanı> tarihsel bilgileri ile sevr haritası vikipedia dan derlenmiştir. bu veriler dışında alıntı yoktur. 2-çalışma için 40 yakın site ve blog araştırılmış olup objektif kalınabilmesi için taraflı olduğu rakamların tutarsızlığından anlaşılan siteler yerine vikipedia verilerine bağlı kalınmıştır.
  21. AED

    Adını sen koy

    kalbinizin namelerini yalnızca siz bilmeyin.. lütfen yazılarınızı paylaşmayı esirgemeyin
  22. AED

    SENİ SEVİYORUM

  23. AED

    KÜÇÜK AŞKLAR, BÜYÜK DÜNYALAR..

    ilk yazım(bu forumdaki ilk yazım) yaşanmış olaydır.. bizzat yaşadığım apartmandaki çocuklar arasındaki gözlemin kaleme alınmasıdır. öyleki isimlerini bile değiştirmedim çocukların..üzerinde çalıştığım yeni yazı taslakları var.. değerli bir forum arkadaşımı kırmamak adına resmi de değiştirdim umarım beğeninizi alır. sevgiler..
  24. AED

    Atlar

    güzel paylaşım..teşekkürler.. <kediler>topiğinde aktif katılacağım..
  25. bileşik kaplar gibi.. biz istekli olursak AB engeller çıkaracak, biz nazlanırsak onlar yaklaşacak.. ama artık AB dünyanın bir siyasi veya ekonomik aktörü değil.. türk sanat müziği unutuluyormu?
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.