Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Bazı hayvanları İnsan evcilleştirdi, peki o zaman İnsan nasıl evcilleşti?


musttafa

Önerilen İletiler

Din aynen egemenlik kurmak ve sömürmek için üretilmiş bir araçtır. İlk icat edilişi de bu amaçladır, sonraki bütün dönemlerde kullanımı da bu amaçladır. Marx'ın sözleri bunu doğruluyor. Afyon ne için kullanılır? Uyuşturmak ve böylece sömürüldüğünü hissetmemesi için...

 

Bu ülke, apaçık gerçeklerin tersinin doğru diye öne sürüldüğü ve tartışıldığı maalesef belki de yegane ülke olmaya var gücüyle aday olmaya çalışan şaşkın bir ülke. Ben bu duruma hayretler içerisindeyim. İki kere iki dört eder gerçeğini "yok canım nerden o kadar edecek, üçten fazla etmez!" "Ne dördü, daha fazla eder, beş, hatta altı edebilir!" diye tartışan bir şaşkın topluma dönüştük.

 

Bu gidiş gidiş değil, hiç de hayra alamet değil. Dogmalara bu kadar köle bir toplum daha var mı ben bilmiyorum. Var elbette ama böyle gönüllü köle değil. Ya petrol zengini ülkeler gibi halk rüşvetle susturuluyor, ya tamamen fakir ve ceberutla susturuluyor. Dogmalara illa köle olacağım diye direten bir toplum dünyanın neresinde var doğrusu bilemiyorum.

 

Özgürlüğüne çok düşkün olan Türk toplumunun bu hallere düşmesi son derece üzücü. Şeyh, efendi, peygamber adı verilmiş kişilere ve dogmatik kitaplara kişilik yitimi derecesinde kölelik şovları sergileyen insanlarımızdan ölesiye utanıyorum. Atatürk Türkiye'si nasıl bu hale geldi, şeyhlerin, dervişlerin, müritlerin ülkesi oldu, utancımdan yerin dibine geçiyorum.

 

Maalesef olduk. Yüz kızartıcı bir utanç, elaleme karşı yüzümü yerden kaldıramıyorum, rezil olduk, aleme eğlence olduk. Güneşin doğmasına yakın karanlık iyice basar diye kendimi avutuyorum. Atatürk devrimleri mutlaka ve mutlaka kaldığı yerden devam edecektir. Bunun için gereken her şeyi mutlaka yapacağız... Başka çare de yol da yok... 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bir kelam olarak Tanrı vardır ve insanı beyni içinde kendine büyük bir alan kaplayarak var olmuştur, bu insanlarda hüküm süren geneldir. Bu tespit edilen bir durumdur. Bizim bu hususda şudur, budur dememiz bu genelliği değiştirmez, bu varsayımlarımız kendi önyargımız olur sadece. Durum tespitlerini objektif olarak yapmalıyız, konunun özünün anlaşılması için.

 

Dinlerde birbirine eklemlenerek devam etmekle birlikte semavi dinler ve önceki dinler arasında keskin bir ayrım belirmektedir. Artık Tanrı algısı yeryüzünden semaya çıkmıştır, beyin Tanrıyı görünmeyen ama her şeyi gören, kontrol eden güç olarak hissetmeye başlamıştır.

 

İslam dini semavi bir dindir ve islama göre Tanrı her şeyden, noksan sıfatlardan münezzehtir, şekil verilemez, elbette ki evrende bir yerlerde arayıp bulunacak somut bir Tanrı yoktur, buna İslam anlayışı da karşıdır. Yaratıcının isim ve sıfatları görünür somut alemde tecelli etmektedir.

 

İnsanın düşünce dünyasında bu dönüşüm, Tanrı anlayışındaki önceki algı(ilkel) ile sonraki arsındaki(semavi) algı ile oluşan kıyametle(uyanma, diriliş) birlikte evrilmiş yeni alemlere kapı açılmıştır. Ruhlar alemi gibi.

 

Allahın varlığı; somut alemde görünen değildir, duyu organlarımızdan aldığımız verilerle anlayabileceğimiz bir kavram değildir artık. Allah algısı soyut alemde yani insanın beyninin içinde, mana aleminde, insanda hüküm sürmektedir, insan yaratıcıyı aklıyla anlayabilmektedir.

 

Zaten din akıl sahiplerine, düşünenlere indirilmiş, aklın oluşumu da evre geçirmeye başlamıştır. Somut, yanı başımızda olan bir Tanrı yerine, her şeye gücü yeten, insanın ulaşamadığı, gücünün yetmediği alanları kontrol eden bir varlık anlayışı oluşmuş, bu güç keşfedildikçe ona yaklaşıldıkça gücünü insanın kontrolüne veren, onu yetkilendiren, sorumlu kılan bir Tanrı algısı meydana gelmiştir.

 

Akıl bir duyu organı değildir.

 

Duyu organları somut alemi algılar.

 

Düşünce soyut aleme geçiş kapısıdır ve dinlerin etkisiyle oluşumu başlamıştır.

 

Mecazlar, semboller, mitler, işaretler, çizgiler, yazı, gizler, tılsımlar, hayaller, ruh, cin, şeytan… dinlerin üretimidir ve böylece insanda egemen olan din anlayışı soyut düşünme yeteneğini oluşturup gelişmesini sağlamışlardır.

 

İnsanın içinde yarattığı bir iç dünyası, soyut alemi varsa bunlar dini öğretilerin sonuçlarıdır.

 

Din evrimleşirken, basitten karmaşığa doğru ilerlerken, insanın düşünce dünyasındaki evreni de genişletmiştir.

 

İnsanın düşünme yeteneği ve akıl etmesi geliştikçe, gücü ele geçirmekte, sorumluluğu artmakta vede uysallaşmaktadır. Hormonların, iç güdülerin hakimiyeti bedende artık yıkılmıştır, hakimiyet akla geçmeye başlamıştır.

 

Vahşi varlık beden insana dönüşerek, yolculuğuna devam etmektedir.

 

Bedende duyguların, hislerin, hayallerin, istek ve arzuların, hormonların hakimiyetinin erimesi, tamamen kontrolün insan aklı ve düşüncesine, sorumluluk sahibi  iradeye geçiş yapabilmesi için süreçlerinin bilinçli bir şekilde geliştirilmesi gerekmektedir.

 

İnsanlığa geçiş yapamayan toplumlar bunun bedelini öderler, toplumlar üzerinde işleyen yasa bu şekilde kurulmuştur. Ayağımıza bir diken batıyorsa bunun bir sebebi vardır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Din aynen egemenlik kurmak ve sömürmek için üretilmiş bir araçtır. İlk icat edilişi de bu amaçladır, sonraki bütün dönemlerde .

.

.

.

edecektir. Bunun için gereken her şeyi mutlaka yapacağız... Başka çare de yol da yok... 

 

 

Bir yerde yanlışlar doğru olduysa, doğrular dokuz köyden kovuluyorsa, akıl başa gelmiyorsa, insanlar düşünemiyorsa, orda o toplumda egemen olan anlayış karanlık din anlayışıdır, heryere sirayet eder. Karanlık din anlayışında istekler, arzular, hayaller, duygular hakimdir, akıl oluşmadığı için bu toplumları, çıkarları için istedikleri yöne çeken sivriler elbetteki olacaktır, çürütücüler işlerini yerine getirir. Halimiz bundan ibarettir. Çürümeyi doğru tespit etmek lazımdır. Hastalığı iyileştirmek, insanları dengeye getirmek, düzeltmek için herşeyin doğrusunu ortaya koymak ve uygulamak gerekir, aklı başa getirmeliyiz, mücadele her alanda olmalıdır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Din aynen egemenlik kurmak ve sömürmek için üretilmiş bir araçtır. İlk icat edilişi de bu amaçladır, sonraki bütün dönemlerde kullanımı da bu amaçladır. Marx'ın sözleri bunu doğruluyor. Afyon ne için kullanılır? Uyuşturmak ve böylece sömürüldüğünü hissetmemesi için...

 

Bu söz,  Marks'ın yaşadığı dönemdeki Gelişmiş Batı Ülkelerinde LAİK Kapitalist Ekonomi ile yönetilen toplum ve devlet yapısı ile birlikte değerlendirilmelidir.

 

Bu sözü ile Marks, o zamanlarda günde 16 saat çalıştırılan maden işçileri gibi ezilen işçi sınıfının acılarını hafifletmek için dine sığındıklarını Afyon benzetmesi ile ifade ediyor. Çünkü, o dönemde Afyon ağrı kesici olarak kullanılıyordu.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Atatürk devrimleri mutlaka ve mutlaka kaldığı yerden devam edecektir. Bunun için gereken her şeyi mutlaka yapacağız... Başka çare de yol da yok... 

 

Atatürk Devrimleri bu anlayışla devam edecekse hiç etmesin daha iyi.

 

Atatürk Anti Emperyalistti, Evangelistlerin ürettiği yalanları kullanarak asla İslam terör dinidir demezdi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Karanlık din anlayışı

 

Bu ıslak su demek gibidir. Aydınlık din anlayışı diye bir şey yoktur ki karanlık din anlayışı diye bir şey olsun.

 

"Sahte peygamber" demek de böyledir. Peygamber diye bir şey yok ki sahtesi, gerçeği olsun? "Gerçek ejderha" diye bir şey söyleyebilir misiniz? Söyleyemezsiniz, çünkü olmayan bir şeyin ne sahtesi olur, ne gerçeği. 

 

Din özü, doğası, icat ediliş amacı bakımından zaten dogmadır. Dogma karanlıktır. Aydınlık dogma olmaz. 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Saydam olmayan bir maddeye ışık çarptığında, madde ışığın çoğunu emer, çok az bir kısmını yansıtır.

Bizim gördüğümüz yansıyan kısmıdır.

Madde ışığın çoğunu emdiği için bizim ondan alabileceğimiz bilgi sınırlıdır.

 

İnsanın kelimelerle etkileşimi de böyledir.

İnsanlık düşünmeye kelamlarla başlamıştır.

Her şeyin tanımlaması kelimelerle olmuş ve insanların bu kelimeleri taşıması, tutması(oruç) ile bilgi aktarılmaya başlamıştır. Bunlar insanlığa yüklenen yüklerdir.

 

Kelimelerde ışığın karşısında saydam olmayan madde gibidir, ışığı emerler, bize çok azını yansıtırlar, çok az bilgi ulaştırırlar.

Bilgi kaynağı kelimeler değildir, kelimeler ışık kaynağı değildirler.

Bilginin kaynağı, yaratılan ayetlerdir, yaradılışın kendisidir.

 

Bu ayetlerin bir kısmını okuyup haber veren, haberci(resul) peygamberlerdir.

Dinde bu kelamların bütünüdür.

Semavi dinler İbrahim peygamberle başlar.

Beytin temellerini, oğlu ismaille birlikte atmıştır.

Atılan bu temel dinin yapıtaşlarıdır, okunan kelamlardır.

Yoksa taştan duvar değil, onlar semboldür, asıl olanlar değildir.

Her gelen peygamber bu temele bir taş koymuştur.

 

 

Karanlık olan insanın beynidir.

Kelamların görevi insanın beynini aydınlatmaktır.

Kelamlar görevini yerine getirebiliyor mu derseniz? Getiremiyor!

Kelamlarla, yaratılan ayetler arasındaki bağlantının kurulması ve kelamların içeriğini doldurulması, yeni bilgilerle güncelleme yapması gereken, mücadele etmesi gereken insanlıktır. Kelamların anlamı hiçbir şekilde sabit değildir, mana alemi koca bir alemdir, insan bilgisi ölçüsünde manalara ulaşır, eğer anlamlar bir kazığa bağlıysa o kazık yaratılan ayetlerdir.

 

İşte burada mücadele insan için vardır, çabalayanlar, düşünenler, araştıranlar, ilmedenler ilerler. Yan gelip yatıp, kelamlara tapanlar yerinde sayar, taşlara dönüşür. Bunun dinde anlatımı kalbin taşlaşmasıdır. Kalbi taşlaşanlara hiç bir şey duyurulamaz, onlar sağırdır, kördürler göremezler. Bunlar birer anlatım şeklidir, o günkü insanlara hitap şeklidir.

 

Biz o devirde yaşayan insanlar değiliz, her şeyin doğrusunu daha iyi anlarız, olması gereken budur. Yok eğer; o eski devirde yaşayanlardan iyi anlayamıyorsak, yaşam şartları değiştiği halde eski devirde yaşananları tekrar etmeye, taklit etmeye  çalışıyorsak, geçmişe özlem duyuyorsak bu geçmişi putlaştırmaktır, dinin böyle bir görevi yoktur, dini anlayan insanların yapacağı putları yıkmaktır, onları takdis etmek değildir.

 

Dininde insanlarda görünen iki yüzü vardır, biri aydınlık olan yüzü, diğeri karanlık olan yüzü.

Ay gibi aynı, biz ayın aydınlık yüzünü görüyoruz, karanlık yüzünü göremiyoruz.

Din görevini yerine getirirse aydınlığa, yok getiremezse karanlığa çıkarır.

Dinin amacı insanı aydınlığa ulaştırmaktır, karanlığa değil.

Dinin amacı insanı ortaya çıkarmaktır.

İnsanı, yaradılışı anlayamayanlar, zaten karanlıklar içerisindedir.

 

İnsanın beyni karanlıktır, bilgiden yoksundur, bilgilenip aydınlanması gerekendir, bu sorumluluk kişinin kendisine aittir, buda ibadetin temelini oluşturur. Kelime-i şehadet, yani kelamlara şahit olmak, onları anlamak, bunun için çalışmak, araştırmak, ilmetmek

 

En büyük ibadet düşünmektir.

Din araçtır amaç değildir, insanı ortaya çıkarmak için bir araçtır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş


Maalesef dinler insanlara katliam, düşmanlaşma, inanca dayalı ötekileştirme ve yok etmek için çabalama, cehalet bataklığında boğulmadan başka hiç bir şey vermemiştir. 


 


Bilimden başka hiç bir gerçek yol gösterici yoktur. Atatürk'ün bize bıraktığı en değerli mirası bu anlayıştır. Bu anlayıştan saptığımız anda sömürülür ve yok ediliriz.


Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İnsanlara katliam yaptıran, insanları birbirine düşman kılan, ötekileri yok etme çabasına sokan temel sebep iç güdülerdir  ve bunların değişmiş dönüşmüş hali duygulardır.

 

İstek arzular da bu duyguları gerçekleştirmek için hareket etme eylemini özendirendir.

 

İradesine hakim olamayan, yetkinliğe ulaşamamış bireylerden oluşan böyle toplumları kontrol eden  duygular, istekler, arzular, hayallerdir.

 

Hayallerin, duyguların ve isteklerin penceresinden bakan toplumlar bilimi, felsefeyi ve dini kullanarak insanları katledebilir, doğayı mahvedebilir, farklı inançtaki insanları ortadan kaldırmaya çalışabilir. Burada bakılan pencere önemlidir. Hangi pencerede irade tecelli ediyor.

 

İşte insanları böylesi vahşete yönlendiren din değildir, bilim değildir, felsefe de değildir.

 

Vahşete yönlendiren unsur; ilkel içgüdülerin geliştirilmiş halleri olan duygular, istek arzular ve hayallerdir, insanlık vasıflarının kazanılamadığı ara geçiş formudur, olagelen bu olumsuzluklar  bu formun insan iradesine hakim olmasından kaynaklanmaktadır.

 

Tespitleri doğru yapalım ki; hastalığı iyileştirmek için bir seçeneğimiz olsun.

 

Vahşi bedenin evrimleşme sürecinde, bedeni hareket ettiren unsur içgüdülerdir, alt beyindir.

 

İlkel dinlerle bu iç güdüler duygulara, istek arzulara ve hayallere dönüştürüldü, üst beyinden dünyaya açılan kapılardır bunlar.

 

Sonraki aşamada semavi dinlerle, iradeye hakim olan unsurların; bilgiye, bilince, akla, sevgiye geçiş süreci doğru yol(sırat-ı mustakim) olarak şekillendirildi.

 

Dine burada yardımcı olacak felsefe ve bilimdir. İnsanların medenileşmesi insanlığın gelişmesi, doğru bilgiye ulaşması, düşünebilmesi, akledebilemesi için kullanacağı araçlardır bunlar.

 

Tek başına hiçbirisi insanı ortaya çıkaramaz, bir sentez yapmak gerekiyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Dinin felsefe ve bilimden farkı şu: Felsefe ve bilim özünde insanlığın yararına kullanılmak üzere geliştirilmiştir. Ama her olgu gibi, birileri çıkıp kötü amaçlara alet edebilir. 

 

Din ise, özünde ötekileştirme, düşmanlaştırma amacıyla icat edilmiştir. Kötüye kullanılıyor değildir, zaten icat ediliş amacı kötüdür.

 

Bazı tanrısız ve cehennemsiz dinler var. Bunları istisna tutarım. Fakat insanları cennetlikler cehennemlikler diye inanç bazında ayıran bir tanrıya inanan tüm dinler, kötü amaçlarla, yağma, soykırım, köleleştirme amacı ile icat edilmiştir. O yüzden bu dinler için "nasıl bilim kötüye kullanılabiliyorsa" şeklinde örnekleme yapılamaz. 

 

Din, doğrudan doğruya oturulup "biz şu ötekileri nasıl yağmalar, yok eder, her şeylerini sömürürüz?" diye düşünülüp" "bir din icat edelim. Siz bizim hak tanrımıza niye tapmayıp başka şeye tapıyorsunuz diye onlara savaş açalım. Öldürelim, mallarını yağmalayalım, kızlarını kendimize cariye yapalım" şeklinde planlanmış insanlık düşmanı bir karanlık iblistir.

 

Din karanlıklarını yok edip insanlığı aydınlatmak bir insanlık görevidir. Bunları söylerken kanıtın ne derseniz, Kuran ayetleri... Bu ayetlerde yazan, insanların inançlarından dolayı atılacakları cehennemde görecekleri en psikopat sadisti bile dehşete düşürecek insanlık dışı işkence vahşeti anlatımları. Bu anlatımları yapan kişiler insanlık düşmanından başka kimseler olamazlar. Kin, nefret, öldürme ve yağmalama arzusu ile dolu karanlık niyetli, karanlık insanlar bunlar... İblis diye bir şey varsa bu dinleri icat eden yağmacılardır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

@@democrossian

 

 

Dinin özünde tanrısal öğeler vardır, bu tanrısal öğeleri keşfeden ve bu oluşumlarda ilerleyen beynin kendisidir.

 

Bir çekim alanı var, bu çekim alanı yaratıcı gücün yansımalarıdır, bu yansımaları duyan, gören, hisseden, peşinden giden, merak eden, ona ulaşmaya çalışan beynin kendisidir, beyin zaten bu süreçlerle evrimleşmiştir. Uyaran; yaratıcı gücün yansımalarıdır, ışık gibi, ses gibi... beyin bunlara tepki vererek korkular, putlar, semboller, gizler ... oluşturarak gelişimini sürdürmektedir. Dış beyinin oluşumu böyle şekillenmiştir.

 

Birileri icat etmemiştir, kurmamıştır, herkesin beyninin içinde oluşandır bunlar. İcat etti denilebilecek olanlar bu durumu tanımlayanlar, keşfedenler, açığa çıkaranlarıdır, buna katılıyorum.

 

İnsanların birbirleri ile mücadelesi, savaşması, yaşam alanını belirlemek için sınır koyması (revir), harem kurması, göç etmesi(migration) yeni yerler keşfetmeye çalışması uygun alanları ele geçirmeye çalışması gibi davranışlar içgüdüseldir, hayvani özelliklerdir ve bu hayvanı da her insan yanında taşımaktadır.  

 

Din bu hayvani özellikleri bastıran, engellemeye çalışan ve evcilleştirmeye çalışan yapılaşmanın adıdır. Bu hayvan nasıl zincirlerle bağlanmış ki böyle uysallaştı, bilim ve felsefe yapacak düzeye geldi, biraz kafa yormak lazımdır.

 

Felsefe bilim kendiliğinden hiçbir şekilde böyle bir oluşumu yönlendiremez.

 

Felsefe bilim insanlara irade kazandıramaz.

 

Bilim ve felsefe insanlar evcilleştikten belirli bir seviyeye çıktıktan sonra başlamıştır, bu seviyeye insanlığı çıkaran dini  süreçlerdir.

 

Bu apaçık bir olgudur, araştırmak, gözlemlemek ve anlamaya çalışmak gerekir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yanılgı şurda: İnsanı olgunlaştıran reçeteler insan dışında hazırlanmış, kurgulanmış ve getirilmiş insana uygulanmış. İnsan da olgunlaşmış. Böyle bir şey yok. İnsan evrim ile düşünme yetisini kazanmaya başladığı anda felsefe yapmaya başlamıştır. Yani düşünce yoluyla nesneleri anlamlandırmaya.

 

Böylece ilk olarak felsefe doğmuştur. Adı felsefe konmamış, literatüre bu isim ile girmemiştir ama düşünen, nesneleri olayları anlamlandıran herkes felsefe yapar. Adı felsefe olarak konmamış olsa bile...

 

Felsefe iki ürün verdi: Önce din, sonra bilim...

 

Hiç bir hazır reçete yoktur. Hiç bir önceden tasarım yoktur. Her şey evrim sürecinde nedensellikle şekillenir. Nedensellik şunu ortaya çıkaracağım diye önceden tasarım yapmaz. Nedenlerin zorunlu sonuçları neyse onlar ortaya çıkar. Bilinen en gelişmiş tasarımcı, insan beynidir. Eğer bizden daha gelişmiş bir bilinç sahibi tür varsa, onlar da evrimleşerek ortaya çıkmıştır. Evrim ortaya çıkarmadan önce hiç bir bilinçli tasarımcı yoktur. (*)

 

Dinin hiç bir şeyi açıklamadığı anlaşılınca felsefe ile uğraşanlar bilimi ortaya çıkardılar. Böylece günümüz insanlık kültürü ortaya çıktı. Bilim varken dinden herhangi bir açıklama beklemeye ne gerek vardır, ne de bir açıklama gelme olasılığı... Din hiç bir şeyi açıklayamaz, sadece hayal ürünü efsaneler üretir. Çünkü doğası, yapısı böyle. Bu şekilde doğmuş, efsane üreterek...

 

Dinin hiç bir şeyi açıklamadığını ve başka açıklamalar gerektiğini ilk anlayanlar bilindiği kadarıyla Yunan filozoflarıdır. Bu anlayış, bilimin temelini atmıştır. Felsefe dinden sonra ikinci ürünü olan bilimi bu başlayan süreç sonucunda üretmiştir. Bilim gelişince dini geçersiz kılmıştır.

 

Bugün dine bakarak hiç bir açıklama geliştirme olanağı yoktur, sıfırdır. Dinin işlevi sona ermiştir. Bundan sonraki bütün çağlar bilimin çağları olacaktır. 

 

Dinciler insanın kullanma kılavuzu veya prospektüsünün tanrı tarafından gönderildiğini iddia ederler. Bu tamamen gerçek dışıdır, böyle bir prospektüs yoktur. İnsan doğayı incelemiş ve çalışmasını çözümleyip prospektüsünü kendisi yazmıştır. Ortada prospektüs var, ama yazan tanrı değil, insanlar...

 

(*) Çoklu evrenler kuramına göre önceki evrenler bundan hariçtir. Ömrü tamamlanan bir evrendeki zeki bir uygarlık, karadeliklerde bilgi depolamayı başararak başka bir evrende kendini tekrarlamanın yolunu bulmuş olabilir. Belki biz de bulacağız. Sadece gezegenimiz üzerinde bir milyar yıl, o da en az, süremiz var bunun için. Başka yıldızlara gidebilirsek daha milyarlarca yıl kazanacağız evren ölmeden önce...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yanılgı şurda: İnsanı olgunlaştıran reçeteler insan dışında hazırlanmış, kurgulanmış ve getirilmiş insana uygulanmış. İnsan da olgunlaşmış. Böyle bir şey yok. İnsan evrim ile düşünme yetisini kazanmaya başladığı anda felsefe yapmaya başlamıştır. Yani düşünce yoluyla nesneleri anlamlandırmaya.

 

Böylece ilk olarak felsefe doğmuştur. Adı felsefe konmamış, literatüre bu isim ile girmemiştir ama düşünen, nesneleri olayları anlamlandıran herkes felsefe yapar. Adı felsefe olarak konmamış olsa bile...

 

 

İnsanı yanılgıya sevk eden ezberlenen varsayılanlardır. Ezberlenenlerin yanılgı olduğunu insan anladığı zaman gerçeğe yaklaşır. Yoksa yanılgıyı tekrar eder durur.

 

Vahşi insanı olgunlaştıran hazır bir reçete yoktur, işleyen bir süreç vardır.

 

Bu sürecin nasıl geliştiğini, sebep ve sonuç ilişkileri çerçevesinde evre evre anlatarak  açıklanması gereklidir.

 

Sizin açıklamalarınızda; sebep-sonuç ilişkilerinin detayı, süreci yok, iç güdüleriyle hareket eden insanın geçmişteki vahşi bedeninin beyni durduk yere evrim geçirip hemen düşünce yetisini kazanamaz! Hemen sonra felsefede yapamaz.

 

İnsanları düşünceye sevk eden düşünmelerini sağlayan nedir?

 

İnsanlar hangi oluşumdan sonra düşünmeye başlanmışlarıdır.

 

Düşünce yoluyla mı nesneler tanımlanmıştır, yoksa düşünceyi oluşturan nesnelerin kendisi midir?

 

Bunlar dogmalarla kesin şudur diye açıklanamaz, sonuca gidilemez, evrim geçirilerek elde edilmiştir de bir açıklama değildir, sürecin basamaklarını yazında bu basamakları felsefe mi, bilim mi atlatmış anlayalım.

 

Mesala semboller nasıl ortaya çıkmıştır? Düşünceden önce mi, sonra mı?

 

İrade nasıl kazanılmıştır?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

@@musttafa, sonunda dogmalardan uzaklaşıp gerçeklere yaklaştınız. Umarım bu sürecin sonunda tanrı düşüncesinin bir safsata olduğunu anlarsınız. Tanrı fikri ortadan kalktığında sömürünün bitmesi için büyük bir adım atacaktır insanlık. Tabii bunun bugünden yarına olması olanaksız. İnsanlar bir anda fikir değiştirmezler. Bu doğaya aykırıdır. Doğada süreçler mutlaka ve her zaman yavaş işler. Doğa temkinlidir. Doğada acele yoktur. Bizim primatlardan ayrılmamız bile sekiz milyon yıl önce başladı, bir milyon yıl önce ancak gözle görünür bir türleşme ortaya çıkabildi. 500 bin yıl önceki atamız ancak "tamam, bu artık kesin diğer primatlardan ayrı bir tür" diyebileceğimiz bir kıvam yakaladı.

 

Sorularınızı daha açık sormalısınız. Anladığım kadarıyla: Düşünme yetisi beyin gelişimine bağlı. İki ayak üstüne kalkma anahtar. El becerisinin bu sayede artması ve koşma, beslenme tarzının değişmesi, postun atılması, hepsi bağlantılı ve beyni geliştirici.  

 

Düşünce-nesneler sorusunu anlayamadım. Semboller derken de harf ve rakamlar mı tam anlayamadım. İrade bilinçle aynı sorun ve çok karmaşık. Evrimin en son verdiği en gelişmiş üründen bahsediyoruz. Ama evrimin ürünü elbette...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

@@democrossian

 

Maddenin kendine özgü bir çekim gücü vardır, sizin felsefenizin temeli sadece bu gücü esas almaktadır.

 

Bu gücün kendisi değildir, sadece bir yansımasıdır.

 

İçinde gücü barındırır, ama yeterli bir sonuca, açıklığa bizi kavuşturmaz.

 

Gücün tüm yansımalarını dikkate almanız ve  hesaba katmanız gerekiyor.

 

Bunu yapabilmek için elinizde yeterince veriniz yok, bilmediğimiz çok şey var, kesin karar vermeyin.

 

 

Düşünme, beyne gelen sinyallerin çözülmesi ve beynin her şeyle bağ kurma, iletişime geçme safhasıdır, ademle başlar. Dinde bu sürecin ismi ademdir.

 

İnsanların hayvanlardan ayrılmasında temel faktörlerden en önemlisi göz - beyin etkileşimi, gök kuşağının tüm renklerini algılayan sadece insan beynidir.

 

Bu renklerin algılanması, ışık spektrumlarını algılayacak donanıma(göze) sahip olması ile beyin gelişimi hayvanlardan ayrılmaya başlamıştır.

 

Daha önceki yazılarımda da ifade ettim, yaratıcı gücün yansımalarından birisi ışıktır, dinde de ışığın çok önemli bir yeri vardır. Beynin ışıkla iletişime geçmesi ile, ışığın beyin hücrelerini şekillendirmesi hücrelerin buna tepki vermesi süreci önemli basamaklardan biridir.

 

Bunun dinle, Tanrıyla  ne bağlantısı var derseniz; bağlantısı Tanrının yaratma sıfatını meydana getiren güçlerin yansımalarının işlevini nasıl yerine getirdiğinin anlaşılmasıdır.

 

Işık Tanrısal bir öğedir, ilk yaratılandır. Beynin oluşumunu sağlayan, gelişimini ilerleten, bir seviyeye çıkartan kendine çeken bu tanrısal öğelerdir.

 

Dine göre düşünceyi, aklı, iradeyi, duyguları… oluşturan Tanrısal gücün yansımalarıdır.

 

Bu süreçler doğru bir şekilde incelendiğinde daha iyi kavranacaktır.

 

Tabiki inceleme felsefe ve bilimin yardımıyla olacaktır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

@@musttafa, söylediğiniz hiç bir şey tanrı diye bir şeyin var olduğu hakkında hiç bir veri içermiyor. Tanrı yoktur. Din insan icadıdır. Siz sadece bilinmediğini zannettiğiniz konulara dayandırarak tanrının var olduğu konusunda bir şüphe uyandırmaya çalışıyorsunuz. Bilimin bir kavram hakkında somut veri elde edemeyişi bir kavramın bilinemiyor olduğunu göstermez. Felsefe bunun için var. Bilinemeyen diye bir şey yoktur. Bir konuda ya bilimsel somut veri vardır, ya felsefi akıl yürütme ve mantıksal kanıtlar vardır. Bilinemeyen diye bir şey yoktur.

 

Tek fark, bilimsel somut veriler bağlayıcı iken, felsefi veriler bağlayıcı değildir. Felsefenin ortaya koyduğu mantıksal sonuçları kabul etmemek insanın sadece mantıksızlığını gösterir. Mantıksız olmak da insanın özgür tercihidir. Nasıl ki bir akıl hastasını akıllı olmadığı için cezalandıramıyorsak, mantıksızlığa da herhangi bir yaptırım uygulayamayız.

 

Fikir, düşünce ve inanç kesinlikle özgür olmalıdır. Başka şekli düşünülemez. Bu özgürlükleri kısıtlamayı düşünmek bile insanlık erdemine ihanet olur. Düşünülemez. Bu yüzden her zaman tanrı inanırları olacaktır. Bu konuda yapabileceğimiz bir şey yok. Olmayan tanrıya birileri hep inanmaya devam edecek...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

@@democrossian

 

İnsanoğlunun temel görevi yaratılan ayetleri, her şeyi araştırarak incelemek, deşifre etmek, anlamak, anlaşılanları anlaşılır bir seviyeye indirerek açıklamak, insanlığa sunmaktır; tesbihattır, en temel ibadettir.

 

Gücün etki alanları, dağılımı incelendikçe insanlık tanrısal öğelere daha da yaklaşacaktır. Işık her yere ulaştıkça, beyin aydınlanacak, karanlık nokta kalmayacaktır.

 

Rab kelimesinin Türkçesi eğiten, terbiye eden, öğreten, her şeyin sahibi, yöneten anlamındadır.

 

Rab yaratılan her şeye müdahildir, süreçlere egemendir, geliştirendir.

 

İnsan beyninin hem yapısal hem de bilişsel süreçlerde ilerlemesini sağlayan kavram yaratıcının Rab ismi ve sıfatıdır.

 

Rabbe yaklaşmak sıfatlarını tesbih etmek demek;  yaratılan her unsuru  tanıma,  tanışma, tanımlama, biçimlendirme, anlamlandırma, değerlendirme, bağ kurma…. gibi zihinsel, bilişsel, deneysel, inceleme ve araştırmaları yapmaktır.

 

Bu çalışmalar insanoğlunun beyninin evrimini gelişimini sağlayacak ve daha ileriye insanlığı taşıyacaktır, insan vasıfları sergilenir hale gelecektir.

 

İnsan düşündükçe, yaratılan ayetleri çözdükçe bilgisi artacak, doğal sonucu sorumluluğu daha da artacak, bu oranda da özgürleşecektir.

 

Şimdi toplum olarak bu oluşumun neresindeyiz derseniz, durum vahim, insanların yaratıcıyı, yaratılışı, yaratılan ayetleri, ademi taktıkları yok. En temel ibadet düşünme fonksiyonu yerine getirilmiyor, ilkel dinlerin öğretileri topluma hakim, toplum olarak evre geçirememişiz, dine duygular, hayaller, istek arzuların gözünden bakılıyor, bu bakış açısı da bizi ileriye taşımıyor.

 

Düşünce nedir?, hayal nedir?, duygu nedir? İstek ve arzular nedir? İrade nedir? Akıl nedir? Bilinç nedir? Bu kavramların insan üzerindeki etkileri nedir, toplumun her ferdi bunlara bir açıklama getirecek seviyeye gelmeli ki, bazı şeyleri algılayıp toplum olarak aşama kaydedelim.

 

Dini öğretiler bize geçmişten gelen bir mirasdır, bu miras anlaşılıp çözülmesi gerekiyor, akla uymayan, yaşama uymayan kısımları değerlendirilerek yeniden bir açıklığa kavuşturulması gerekir.

 

Yani mirası olduğu gibi kabul edip yememek gerekiyor, bu miras akıl terazisine çıkarılması düşünce süzgeçlerinden geçirilerek yaşamla doğru düzgün bir bağlantısı kurulmalıdır.

 

Esas olan yaratılan ayetlerdir, yaşamın kendisidir, yaşam kitabı tekrar tekrar okunmalıdır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

miras

 

İnsana bırakılmış hiç bir miras yoktur. Hepsi alın teridir. İnsan her ne kazandıysa, dişiyle, tırnağıyla, taşlar arasında ellerini parçalayarak, bin bir zorlukla kazanmıştır. İnsana hiç kimse hazır bir şey sunmamıştır. Her yarattığı, kendi çabasıyladır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İnsana bırakılmış hiç bir miras yoktur. Hepsi alın teridir. İnsan her ne kazandıysa, dişiyle, tırnağıyla, taşlar arasında ellerini parçalayarak, bin bir zorlukla kazanmıştır. İnsana hiç kimse hazır bir şey sunmamıştır. Her yarattığı, kendi çabasıyladır.

 

Günümüzde bizi biz yapan değerlerin, düşüncelerin, yapılaşmanın hepsi geçmişten  kalan mirasdır.

 

Yaşadığımız zamandaki kültürü şimdiki zamanda yaşayanlar üretmemiştir, bizim üretmediğimiz her şey mirasdır, hazıra konmuşuzdur, bunları elde etmek için alın teri dökmüş değiliz.

 

Geçmişin verileridir bunlar. Konuştuğumuz kelimeler bile mirasdır.

 

Sahip olduğumuzu, kendi ürettiğimizi zannettiğimiz bilinç seviyesi, düşünce gücümüz bile mirasdır, öncekilerin ataların öğretisidir, taşıdığımız değerlerdir bunlar, üzerimize yüklenenler.

 

Ataların öğretisini anlayıp yeniden değerlendirip yaşamla bir bağ kurarak tekrar elde ettiklerimizi yaşama sunarsak, bu sunduklarımızda bizim alın terimiz olacaktır.

 

Yapılması gereken budur, mücadele etmek.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Atalarımızın mirası, elbette. Ben şimdiki bizlerden değil, tüm geçmiş ve şimdiki insanlıktan bahsettiğim için miras değil alın teri dedim. Ataların mirasını inkar herhalde aklının ucundan geçen yoktur. Bu kadar apaçık bir konu için de açıklamaya gerek olacaksa pek verimli bir tartışma yapamayız ama, olmaz yani. Konu son derece açık ve net...

 

Sadece insan atalarımızdan değil, evrimin başlangıcından itibaren tüm atalarımızdan da pek çok miras devraldık. Bu gün bir nezle virüsü ile biz, ortak bir mirası paylaşıyoruz. Atalarımız ortaktır. Aynı soydan geliyoruz. Tüm canlılarla... Bahçedeki maydanoz akrabamızdır... Çok uzak bir akraba ama sonuçta akraba...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Dini öğretiler bize geçmişten gelen bir mirasdır, bu miras anlaşılıp çözülmesi gerekiyor, akla uymayan, yaşama uymayan kısımları değerlendirilerek yeniden bir açıklığa kavuşturulması gerekir.

 

Yani mirası olduğu gibi kabul edip yememek gerekiyor, bu miras akıl terazisine çıkarılması düşünce süzgeçlerinden geçirilerek yaşamla doğru düzgün bir bağlantısı kurulmalıdır.

 

Esas olan yaratılan ayetlerdir, yaşamın kendisidir, yaşam kitabı tekrar tekrar okunmalıdır.

 

Ben burada mirasdan bahsederken dini öğretilerin genel anlamda miras olduğunu belirttim, kişi bu öğretilerle büyüyor bu eğitimi veren toplumdur.

 

Bende demek istedim ki; verilen eğitim akıl süzgecinden geçirilmeli, neyin hangi amaca hizmet ettiği anlaşılmalı, anlaşılmayan nokta kalmamalı, yanlış öğretiler yeniden şekilendirilerek düzeltilmeli.

 

Bireysel olarak kişiler kendileri araştırarak aydınlanmalı, böyle bir bakış açısına sahip olunmalı babından birşeyler söyledim.

 

 

İnsana bırakılmış hiç bir miras yoktur. Hepsi alın teridir. İnsan her ne kazandıysa, dişiyle, tırnağıyla, taşlar arasında ellerini parçalayarak, bin bir zorlukla kazanmıştır. İnsana hiç kimse hazır bir şey sunmamıştır. Her yarattığı, kendi çabasıyladır.

 

Burada bahsedilenin benim anlattığım konuyla ilgisi bulunmuyor. Bu yanlış bağlantıyı düzeltmek için konuya göre görüşümü yazdım.

 

Atalarımızın mirası, elbette. Ben şimdiki bizlerden değil, tüm geçmiş ve şimdiki insanlıktan bahsettiğim için miras değil alın teri dedim. Ataların mirasını inkar herhalde aklının ucundan geçen yoktur. Bu kadar apaçık bir konu için de açıklamaya gerek olacaksa pek verimli bir tartışma yapamayız ama, olmaz yani. Konu son derece açık ve net...

 

Sadece insan atalarımızdan değil, evrimin başlangıcından itibaren tüm atalarımızdan da pek çok miras devraldık. Bu gün bir nezle virüsü ile biz, ortak bir mirası paylaşıyoruz. Atalarımız ortaktır. Aynı soydan geliyoruz. Tüm canlılarla... Bahçedeki maydanoz akrabamızdır... Çok uzak bir akraba ama sonuçta akraba...

 

 

Elbette buradaki miras anlatımına katılıyorum.

 

İnsanın bedeni geçmişten gelen bir emanettir, emanete saygı göstermek ve onu hor kullanmamak gerekir. Aynı zamanda doğada bize emanettir, insanlığın bu konuda sorumluluğu ağırdır.

 

Şu an bedenimizde sahip olduğumuz hücrelerin yapıtaşlarını meydana getiren atomlar belki 10 milyar yaşındadır.

 

Evrenin derinliklerinde ömrünü tamamlamış güneşlerin patlamaları sonucu dağılan, güneşlerin oluşturduğu elementler vucumuzda.

 

Galaksilerin oluşumuna ve ölmesine tanıklık etmiş atomları taşıyoruz. Bu atomlarla iletişime geçebilsek belki nerede oluştuklarını bile anlayabileceğiz.

 

 

 

Olayı bu şekilde geniş bir çerçevede ele aldığımızda akleden,  düşünen, bilinçli bir varlık insanoğlunun yaratılması için çok ağır, karmaşık, birbirine eklemlenen uzun süreçler geçtiğini anlayan insanların sorumluluğu kat kat artıyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

@@musttafa, eğer siz din dediğiniz şeyin tanrı tarafından gönderildiğini değil, insanlar tarafından yaratıldığını kabul ediyorsanız sorun yok. Ama siz bildiğim kadarıyla böyle demiyorsunuz. Din allahtan geldi insanlara diyorsunuz. Yok eğer din insanlık kültürü, allahtan filan gelmedi diyorsanız tamam, sorun kalmaz. O zaman tabii din de ata mirası olur. Ama ben sizin dinin allahtan insanlara bir miras olduğunu düşündüğünüzü sanıyorum. Yanlış düşünmüşsem sorun yok, miras konusunda size karşı çıkmama gerek yok o zaman... 

 

Bakın konu demagojiye dönüşmesin. Ben insanlık derken tarihten bu güne gelmiş tüm insanlığı kastediyorum. Yani din atalarımıza allahtan gelmiş, onlar da bize miras bırakmışlar türü düşünceyi baz almıyorum. İnsanlık kavramına, tüm tarih boyunca yaşamış insanlara din diye bir şey gelmedi, dini insanlık kültürü yarattı diyorum. ne dediğimizi bilelim, havanda boşuna su dövmeyelim... 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

@@democrossian

 

Bende sınıflama yapıyorum;

 

İki türlü din anlayışı vardır. Ben ikincisinden bahsediyorum.

 

Birincisi insanların kendi istek arzularına, hayallerine ve duygularına göre şekillendirdikleri  ve insanların çıkarlarına göre değişen ve buna cevap verecek şekilde düzenlenen, evrensel olmayan, kabile anlayışlarını baz alan insanların kontrolündeki din anlayışı,

 

İkinci olarak insanın kontrolünde olmayan yaratıcı gücün yansımalarının(her türlü yaratılış) algılanması, izlenmesi ve  bu güce tepki verilmesi ile şekillen, insanlık tecrübeleri ile doğrulara ilerleyen, yaşamda karşılık bulan,  evrensel yasaları içinde barındıran din anlayışı.

 

Evrensel Dinin temel özelliklerini yazarsak;

 

Din; uysallaşmamış toplulukları bir araya getirip tekemmül etmelerini sağlar.

Bu konuda rehber be kılavuzdur.

Din, birleştirendir, hükmedendir, bütün yapılaşmalarda insanoğluna tazelik kazandırır.

Din insanları bir araya toplayan geneldir.

Din bir bütündür, parçalanamaz, hiç kimse dine sahip olamaz.

Anlam kazanan her şey, dinin içindedir ve insanoğlu bunu takip eder.

Kavimlerin anlayışı dinin hükümleri değildir, kendi anlayışlarıdır ve din değildir.

Din bir yanılgı değildir, insanı aydınlığa çıkaran değerlerin bütünüdür.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Birincisi insanların kendi istek arzularına, hayallerine ve duygularına göre şekillendirdikleri  ve insanların çıkarlarına göre değişen ve buna cevap verecek şekilde düzenlenen, evrensel olmayan, kabile anlayışlarını baz alan insanların kontrolündeki din anlayışı,

 

İkincisi yok. tek din tanımı bu...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Din toplumsal bir olaydır.

 

Toplumun algılama seviyesi ne kadarsa anlayış da o kadardır.

 

İnsan aklı oluştukça,  bütünleştikçe, yaratılan ayetlerle bağ kuruldukça, yaratılış çözüldükçe elbette ki evrensel dini anlayışa insanlık  kavuşacaktır.

 

Bu süreçte imtihandır, mücadele eden toplumlar gerçeğe yaklaşır, doğru yola girer.

 

Mücadele etmeyenler, geçmişten medet umanlar, geçmişte yaşayanlar, geçmişi zamana egemen kılmaya çalışanlar zaman duvarına çarparlar.

 

Zaman her şeyi öğüten bir oluşumdur, zamana uymayan her şey un ufak olur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.