Φ kralx Gönderi tarihi: 23 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 23 Haziran , 2007 Sayın Brain.. Orada muhataplık edatı var.. Yani muhatap var karşıda "taşınması" diyor, kimin taşınması..? Kimin sorusuna karşın karşıda bir benlik olması lazım xdeğilmi..? Muhatap olunmak için bilinç/ruh yani ruh varlığı gerekiyor.. Yani benlik olayı.. Saygılar.. Alıntı
Φ muki Gönderi tarihi: 23 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 23 Haziran , 2007 Bebek ruh verildikten sonra kişidir nefse sahiptir..Öncesi başka tanımlanır, çiğnem et paçası yada embiryoda diyebilirsiniz.. İşaret edilen yada taşınan bebek olduğuna göre bebeğe bebek denmesi için bebek olması yani bilinç/kişilik olması lazımdır.. Saygılar.. Yumurta ve sperm hücrelerinin birleşmesiyle oluşan zigot, çift sarmallı DNA moleküllerini içerir. Embriyo terimi, bu gelişimin zigotun bölündüğü zamanla, gelişim basamağının başka basamağa geçmesine kadar olan ilk zamanlarını anlatmak için kullanılır. Ilk sekiz haftalik doneme embriyonal donem denilir. Embriyonal donemde cesitli organ sistemleri olusur. Ilk sekiz haftanin bitimiyle 9-40 haftalar arasini kapsayan fetal donem baslar. Fetal donemde olusan organ sistemleri gelisir. Fetal donemde bulunan canliya Fetus denilir. Sizin su bilinc/kisilik dediginiz sey 3. ayin sonunda mi geliyor yasam verilmis bir canliya. Hamile bir kadinin karnindaki canliya bebek denilir. Siz hic 5 haftalik hamile bir kadina embriyon nasil, ya da 9 haftlik hamile olana fetusun nasil diye soruldugunu duydunuz mu? Ayrica hicbir bilimsel yazida cignem ya da et parcasi terimlerinin kullanildigini gormedim. Muhammed gene sinifta kaldi. Alıntı
Φ kralx Gönderi tarihi: 23 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 23 Haziran , 2007 Siz hic 5 haftalik hamile bir kadina embriyon nasil, ya da 9 haftlik hamile olana fetusun nasil diye soruldugunu duydunuz mu? 5 haftalık olana bebeğin nasıl diyenide duymadım.. Çünkü daha fiziksel bir belirti yoktur hatta çok kadın hamile olduğunu bile anlayamaz. Bir gün doktora gider doktor derki hamfendi şuıkadarlık hamilesiniz.. Özeti şu; Embiryoya bebk denmez.. Saygılar.. Alıntı
Φ BrainSlapper Gönderi tarihi: 23 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 23 Haziran , 2007 Sayın Brain..Orada muhataplık edatı var.. Yani muhatap var karşıda "taşınması" diyor, kimin taşınması..? Kimin sorusuna karşın karşıda bir benlik olması lazım xdeğilmi..? Muhatap olunmak için bilinç/ruh yani ruh varlığı gerekiyor.. Yani benlik olayı.. Kralcıım yine söylüyorum, Yukarıda bu çelişkiyi açıklamanın iki yolunu sana gösterdim, onun dışındakilerin bocalamak ve saçmalamak olduğunu da söyledim. Seni sevenleri üzme derim. "Taşınan" şeyin illa ki bir benliği olması gerekmez. Teneke de taşınır, disket de taşınır, küfe de taşınır. Bir çocuğu annesi hamilelik süresince taşır. Analar "9 ay karnımda taşıdım seni" derler evlatlarına, "6 ay taşıdım" demezler. Ayetler gayet açık ve net. Lokman Suresinde çocuğun sütten kesilmesinin 24 sürdüğü ileri sürülürken, Kum Tepesi (Ahkaf) Suresinde taşıma+sütten kesilme 30 ay sürer deniyor. 30 aydan taşıma süresi olan 9 ayı çıkarınca geriye 21 ay kalır. sütten kesme süresi Kum Tepesi (Ahkaf) suresine göre 21 aydır. Senin şu herşeyi bilen ve tasarlayan Tanrı olsaydı bu kitabın sahibi, bu matematik hatasını yapmazdı. Bu hatanın bir sahibi var. Eğer Tanrı mükemmeldir, hata yapmaz, herşeyi bilir diyorsan, o zaman bu hatanın sahibi Muhammed'dir. Muhammed kendi iddialarını, Tanrı'ya atfederek tebliğ etmiş bir insandır. Hata onundur. Büttün çelişkiler ona aittir. Kurandaki bütün hakaretler, bütün işkence tarifleri Muhammed'in fantazileridir. Diğer çelişkileri bırak yukarıdaki çelişkinin içinden çıkamıyorsan, İslam ve Muhammed hakkındaki düşüncelerini gözden geçirmen gerekecek. Kuran'ı kabul etmek, senin inandığın Tasarıncı Tanrı'ya hakarettir. Onun aklını, bilgisini küçümsemektir. Saygılar. Alıntı
Misafir magician Gönderi tarihi: 23 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 23 Haziran , 2007 Butun bunlar iyi hos da, Muhammed neden bu kadar is cikarmis bu Allah'a. Muhammed lafi uzatmayip da Allah -hani ol deyince oluyor ya- herseyi bir anda yaratti dememis. Herhalde cok yorulur diye dusundu ve yaratilis, duzenleyis ya da ne derseniz deyin, bunlari gunlere boldu. Muhammed gelecek nesillerin daha bilgili, daha mantikli, daha irdeleyici, daha sorgulayici olacaklarini hesaba katmamis anlasilan. Kendisine inanan insanlarin ayni saflikta kalacagini mi dusundu de bu kadar atti tuttu. Eğer yaratma öyle birdenbire olsaydı. Allah'ın "Ol" demesiyle oldu da diyebilirdi ayet. Ama yaratma, düzenleme belli bir müddet sürdü ve her dem de sürüyor. Kuran'da Allah "Ol" dedi ve her şey birden oldu deseydi şöyle bir itiraz gelirdi: "Olur mu canım dünya 5 milyar yıl yaşında. Öyle aniden olmamış." Hz. Muhammed'in ashabının hayatlarına bakarsak mantıksız (!), sormadan inanan (!), saf (!) olduklarına dair suçlamaların yanlış olduğunu görürüz. Alıntı
Φ muki Gönderi tarihi: 23 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 23 Haziran , 2007 Eğer yaratma öyle birdenbire olsaydı. Allah'ın "Ol" demesiyle oldu da diyebilirdi ayet. Ama yaratma, düzenleme belli bir müddet sürdü ve her dem de sürüyor.Kuran'da Allah "Ol" dedi ve her şey birden oldu deseydi şöyle bir itiraz gelirdi: "Olur mu canım dünya 5 milyar yıl yaşında. Öyle aniden olmamış." Hz. Muhammed'in ashabının hayatlarına bakarsak mantıksız (!), sormadan inanan (!), saf (!) olduklarına dair suçlamaların yanlış olduğunu görürüz. "Olur mu canım dünya 5 milyar yıl yaşında. Öyle aniden olmamış." Bu soruyu Muhammed'in ashabi mi soracakti??? Alıntı
Misafir magician Gönderi tarihi: 23 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 23 Haziran , 2007 Lokman Suresi: 14. Biz, insana anne-babasını önerdik: Annesi onu güçsüzlükle taşımıştır. sütten kesilmesi de iki yılda (24 ay) olmuştur. O halde bana ve ana-babana şükret. Dönüş banadır. Kum Tepesi (Ahkaf) Suresi: 15. Biz insana, anne-babasına çok iyi davranmasını önerdik. Annesi onu zahmetle taşıdı, zahmetle doğurdu. Taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet, yiğitlik çağına gelip kırk yıla erdiğinde şöyle der: "Rabbim; beni, bana ve ebeveynime verdiğin nimete şükretmeye, hoşnut olacağın iyi bir iş yapmaya yönelt! Soyum içinde, benim için barışı gerçekleştir. Sana yöneldim ben, sana teslim olanlardanım ben!" Soru-6: Bir yerde insanın sütten kesilmesi 2 yıldır diyor, başka bir yerde taşınması ve sütten kesilmesi 30 aydır diyor. 30 aydan, taşınma süresini çıkaralım: 30-9 = 21 Karar ver artık, sütten kesilme 24 ayda mı 21 ayda mı olucak? Sayın Beyin Tokatlayıcı, Fahruddin Er-Razi'nin tefsirine bakalım: "Gebelik Müddeti Cenâb-ı Hak daha sonra, "Onun bu taşınışı ve sütten kesilmesi otuz aydır" buyurmuştur. Bu ifadeyle ilgili bir kaç mesele vardır: Birinci Mesele Bu muzaafı hazfedilmiş türden bir ifade olup, "Onun taşınış müddeti ve sütten kesilmesi müddeti otuz aydır" takdirin¬dedir. "Fisâl", "fitam" demektir. Fitam da, çocuğu sütten kesme demektir. Buna göre eğer, "Ayetin maksadı, sütten kesmeyi değil, süt emzirme müddetini bildirmektir. Öyle ise Cenâb-ı Hak niçin, fitam (sütten kesme) yerine, fisâl (sütten ayırma) kelimesini kullanmıştır?" denilirse, biz deriz ki: Kendisiyle sona erip tamamlandığı için, süt emmenin sonunda fisâl (ayrılış) meydana gelip, bu ayrılış işi, emme işiyle bir uyum teşkil edince, Cenâb-ı Hak buna fitam değil, fisâl demiştir. İkinci Mesele Bu ayet, hamileliğin en az müddetinin altı ay olduğuna delâlet eder. Çünkü hamilelik müddetiyle, süt emme müddetinin toplamı otuz ay olup, Cenab-ı Hak, süt emme müddeti hakkında, "analar çocuklarını tam iki yıl emzirsinler" buyurup, bu müddet otuz aydan çıkarılınca, geriye hamilelik müddetinin asgarisi olarak, altı ay kalır. Hz. Ömer (r.a)'den şu rivayet edilmiştir: "Bir kadın mahkeme için ona getirilir ve altı ayda doğurduğu için, Hz. Ömer (r.a) bunun (zinadan) dolayı recmedilmeslni emreder. Hz. Ali (r.a), bunun recmedilemeyeceğinl belirterek, biraz Önce yaptığımız hesabı yapar. Rivayet edildiğine göre, Hz. Osman (r.a) da böyle yapmaya niyetlenince, İbn Abbat (r.a) ona bu ayeti okumuştur… Câllnus "Hamilelik müddetinin ne kadar olduğunu araştırdım ve yüz seksen dört günde doğuran kadın gördüm" demiştir. Ebû Ali İbn Sîna da bunu iddia etmiştir. Binâenaleyh hem Kur'ân'ın nassı gereği, hem tıbbî tecrübeler gereği, hamilelik müddetinin en azı, aynı olup, altı aydır. Hamilelik müddetinin en çoğu meselesine gelince, Kur'ân'da buna delâlet eden bir husus yer almamıştır... Aristo'nun da şöyle dediği nakledilmiştir "İnsanın dışındaki canlılarda, doğum ve hamilelik müddetleri bellidir, değişmez. Ama insanlara gelince, kadın bazan yedi ayda, bazan sekiz ayda doğurur. Sekiz ayda doğan çocuklar, Mısır gibi belli beldeler hariç, genelde yaşarlar. Ama genel olan, doğumun dokuz ayda olmasıdır." Allah en iyi bilendir." Alıntı
Misafir magician Gönderi tarihi: 23 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 23 Haziran , 2007 "Olur mu canım dünya 5 milyar yıl yaşında. Öyle aniden olmamış." Bu soruyu Muhammed'in ashabi mi soracakti??? Bu soruyu siz soracaktınız. Aynı şimdi sorduğunuz soru gibi. "Neden ol deyipte oldurmamış?" sorusu gibi. Alıntı
Φ muki Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Bu soruyu siz soracaktınız. Aynı şimdi sorduğunuz soru gibi. "Neden ol deyipte oldurmamış?" sorusu gibi. Dunya dedigimiz gezegenin kac yasinda oldugunu, bugunku halini almasi icin onca evrelerden gectigini goz onunde bulundurursak bu soruyu muslumanlarin kendilerine sormasi gerekir. Alıntı
Misafir magician Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Sayın muki Kuran ne diyor? Dünya/evren belli bir zamanda yaratıldı,düzenlendi diyor. Siz buna karşı ne diyorsunuz? Butun bunlar iyi hos da, Muhammed neden bu kadar is cikarmis bu Allah'a. Muhammed lafi uzatmayip da Allah -hani ol deyince oluyor ya- herseyi bir anda yaratti dememis. Herhalde cok yorulur diye dusundu ve yaratilis, duzenleyis ya da ne derseniz deyin, bunlari gunlere boldu. Ben de diyorum ki eğer Kuran "Herşey bir anda yaratılmıştır."deseydi siz ne diyecektiniz? Şöyle diyecektiniz: "Bilim göstermiştir ki dünya öyle birden olmamıştır. 5-6 milyar yılda olmuştur." Sanırım üstteki sözlerle düştüğünüz çelişkiyi anlatabildim. Kuran'ın bir süre vermesi bilimsel gerçeklere uygundur. Alıntı
Φ muki Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Sayın muki Kuran ne diyor? Dünya/evren belli bir zamanda yaratıldı,düzenlendi diyor. Siz buna karşı ne diyorsunuz?Ben de diyorum ki eğer Kuran "Herşey bir anda yaratılmıştır."deseydi siz ne diyecektiniz? Şöyle diyecektiniz: "Bilim göstermiştir ki dünya öyle birden olmamıştır. 5-6 milyar yılda olmuştur." Sanırım üstteki sözlerle düştüğünüz çelişkiyi anlatabildim. Kuran'ın bir süre vermesi bilimsel gerçeklere uygundur. Ben de diyorum ki: Kuran'in bilimsellikle yakindan uzaktan alakasi yoktur ve Muhammed'in sahsi gorusleri ve masallariyla donatilmis bir kitaptir. Alıntı
Φ kralx Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 "Taşınan" şeyin illa ki bir benliği olması gerekmez Peki benliği olmayanı nasıl muhatap alacaskın.. Yumurta ve sperma nasıl henüz bebek değilse 3. aya kadar embiryoda bir bebek değildir ve çok küçüktür yani yükte değildir.. Farklı adlarda adlandırılır.. Saygılar.. Alıntı
Misafir magician Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Talan (Enfal) Suresi:1. Sana savas ganimetlerini soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah ve Peygamber'e aittir. O halde siz (gerçek) müminler iseniz Allah'tan korkun, aranizi düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin. 41. Eger Allah'a ve hak ile bâtilin ayrildigi gün, iki ordunun birbiri ile karsilastigi gün (Bedir savasinda) kulumuza indirdigimize inanmissaniz, bilin ki, ganimet olarak aldiginiz herhangi bir seyin beste biri Allah'a, Resulüne, onun akrabalarina yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir. Allah her seye hakkiyla kadirdir. Soru-2: Ganimetlerin hepsi mi Allah'a ve Muhammed'e ait, yoksa diğer müslümanlar homurdanınca Muhammed bu iddiasından vazgeçmiş ve ganimetlerin beşte biri Allah'ın ve benimdir mi demiş? Gelelim buradaki çelişki iddiana: Öncelikle ayet-i kerimenin çeşitli meallerine bakalım: Abdülbaki GölpınarlıSana harp ganimetlerinin hükmünü sorarlar. De ki: Ganimetler, Allah'ın ve Peygamberindir. Artık Allah'tan sakının ve aranızı ıslah edin ve inanmışsanız Allah'a ve Peygamberine itaat edin. Ali Bulaç Meali Sana savaş-ganimetlerini sorarlar. De ki: 'Ganimetler Allah'ın ve Resûlündür. Buna göre, eğer mü'min iseniz Allah'tan korkup-sakının, aranızı düzeltin ve Allah'a ve Resûlü’ne itaat edin.' Diyanet İşleri Meali Sana, ganimetlere dair soru sorarlar, de ki: Ganimetler Allah'ın ve Peygamberindir. İnanıyorsanız Allah'tan sakının, aranızdaki münasebetleri düzeltin, Allah'a ve Peygamberine itaat edin. Diyanet Vakfı Meali Sana savaş ganimetlerini soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah ve Peygamber'e aittir. O halde siz (gerçek) müminler iseniz Allah'tan korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Resulüne itaat edin. * Edip Yüksel Meali Savaş ganimetleri hakkında senden soruyorlar. De ki: "Ganimetler, ALLAH'ın ve elçisinindir." ALLAH'ı dinleyin, aranızı düzeltin. İnanıyorsanız, ALLAH'a ve elçisine uyun. * Elmalılı Hamdi Yazır Sana ganimetlerin bölüştürülmesini soruyorlar. De ki, ganimetlerin taksimi Allah'a ve Resulüne aittir. Onun için siz gerçekten mümin kimseler iseniz Allah'tan korkun da biribirinizle aranızı düzeltin. Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. Ömer Nasuhi Bilmen Sana ganîmetlerden soruyorlar. De ki: «Ganîmetler Allah Teâlâ'ya ve Peygamber'e aittir. Artık Allah Teâlâ'dan korkunuz. Aranızdaki hâli düzeltiniz ve Allah Teâlâ'ya ve Resûlüne itaat ediniz, eğer mü'min kimseler iseniz.» Muhammed Esed SANA ganimetler hakkında soracaklar. De ki: “Bütün ganimetler Allah'a ve O'nun Elçisi'ne aittir” 1 Öyleyse, Allah'tan yana bilinç ve duyarlık içinde olun; aranızda kardeşlik bağlarınızı canlı tutun; 2 Allah'a ve O'nun Elçisi'ne karşı duyarlık gösterin, eğer [gerçekten] inanan kimselerseniz! Suat Yıldırım 1 – Sana ganimetlerin taksimini soruyorlar. De ki: “Onun taksimi Allah'a ve Resulüne aittir.Onun için siz gerçek mümin iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, birbirinizle aranızı düzeltin, Allah’a ve Resulüne itaat edin. Süleyman Ateş Meali Sana ganimetlerden sorarlar; de ki: "Ganimetler, Allah'ın ve Elçi(si)nindir. Siz, (gerçekten) inananlar iseniz, Allah'tan korkun, aranızı düzeltin, Allah'a ve Elçisine ita'at edin!" Şaban Piriş Meali Sana ganimetleri soruyorlar. De ki: -Ganimetler, Allah’a ve Elçisi'ne aittir. Allah’tan korkun, aranızı düzeltin. Eğer mümin iseniz Allah’a ve Elçisi'ne itaat ediniz. Yaşar Nuri Öztürk 1 Sana harp ganimetlerini sorarlar. De ki: "Onlar Allah ve Resul içindir. O halde Allah'tan korkun ve aranızda barış ve esenliği kurun. Ve eğer müminler iseniz Allah'a ve O'nun Resulü'ne itaat edin!" Mealler arasında iki farklı yaklaşım görüyoruz. Birincisinde ganimetlerin sorulduğunu ve ganimetlerin Allah ve Resul’e ait olduğunu, ikincisinde ganimetlerin taksiminin sorulduğu ve taksimin (paylaştırma işinin) Allah ve Resul’e ait olduğunu. Bu fark neden kaynaklanıyor? Senin “Talan” şeklinde çevirdiğin Enfal kelimesinin manasının ne olduğunun tam olarak bilinmemesinden. 1. ayette ganimetler diye çevrilen enfal kelimesidir. 41. ayette ise ganimetler yerine "ğanimtüm" geçmektedir. 1.Yes'eluneke anil enfal kulil enfalü lillahi ver rasul fettekullahe ve aslihu zate beyniküm ve etıy'ullahe ve rasulehu in küntüm mü'minın 41.Va'lemu ennema ğanimtüm min şey'in fe enne lillahi humüsehu ve lir rasuli ve lizil kurba vel yetama vel mesakıni vebnis sebıli in küntüm amentüm billahi ve ma enzelna ala abdina yevmel fürkani yevmel tekal cem'an vallahü ala külli şey'in kadır Şimdi ayetin iki tefsirine bakalım: Elmalılı Hamdi Yazır’ın Enfal Suresi 1. ayeti tefsiri Resulüm, sana enfâlden, ganimetlerden soruyorlar Enfâli soruyorlar buyurulmayıp "enfâlden soruyorlar" buyurulması gösterir ki, asıl enfâli soruyorlar veya ganimeti istiyorlar demek olmayıp, enfâlin durumunu, onunla ilgili hükmünü soruyorlar demek olduğuna işarettir ve, bu cihet zaten verilen cevap ile açıklık kazanacaktır. Sonra bunun A'raf sûresinin son âyetlerine ilgisi bakımından da kulluğa yönelik, yani hakkiyle kulluk edebilme arzusundan doğan bir soru olduğundan da gaflet edilmem e k gerekir. Cevap olarak: De ki; enfâl, Allah ve Resulünündür. Yani enfâl hakkında hüküm vermek Allah'a ve Resul'e mahsustur. Bunda kimsenin oyu ve onayı yoktur. Allah nasıl emrederse Resul de onu öylece tebliğ ve icra eder. Şu halde Allah'a karşı g e lmekten sakınınız, Allah'a ittika ediniz ve gazabına sebep olacak hâllerden sakınıp korununuz. Ve aranızdaki açıklığı gideriniz, düzeltiniz. İhtilaf ve anlaşmazlıkları gerektiren hâllerinizi düzeltiniz ve bunu yapabilmek için Allah'a ve Resulü'ne itaat ediniz eğer müminler iseniz, böyle yaparsınız. Zira müminler, ancak onlardır ki, Allah anıldığı zaman yani sırf Allah'ın ism-i celâli söylendiği, sıfatlarından hiç bahsolunmaksızın ve fiillerinden, kudretinden hiçbiri gösterilmeksizin yalnızca "Allah" denildiği zaman yürekleri oynar, kalblerini rahmet ümidi ve sevgi heyecanı kaplar, muhabbetle karışık bir korku sarar, Allah'ın azamet ve ihtişamından kaynaklanan bir ürperti kaplar. Ve üzerlerine O'nun âyetleri okunduğu, tilâvet edildiği vakit imanlarını arttırır. Bilgi ve ibadet sebepleri ve delilleri arttıkça iman da taklitten çıkıp tahkik özelliği kazanmaya başlar, tahkik gelişir, yakîn ve itminanları ziyadeleşir. Ve ancak Rab'lerine tevekkül ve itimat eylerler. Başkasına değil, yalnızca Allah'a güvenir ve O'na teslimiyet gösterirler ve işlerinde başarıyı ondan beklerler. Fahruddin Razi’nin tefsiri: Ganimet Hakkındaki Hükmü Soranlar"Sana ganimetleri-sorarlar. Deki: "Ganimetler Allah'ın ve Resûlünündür. Ohalde mü'minlerdenseniz, Allah'dan sakının, aranızda olan şeyleri düzeltin. Allah'a ve Resulüne itaat edin. " (Enfâl. 1). Ayetteki, "Sana ganimetlerden sorarlar" tabiri şu beş hususun araştırılmasını gerektirir: 1) Soranın kim, 2) Sorulanın kim, 3) Ganimetin ne olduğu, 4) Bunun, ganimetin hangi hükümleri ile ilgili bir soru olduğu; ve 5) Müfessirlerin "enfâl" kelimesini nasıl tefsir ettikleri... 1) Bu soruyu soranların kimler olduğu hususunda deriz ki: Ayetteki, "Sana ganimetleri sorarlar" tabiri daha önce kendilerinden bahsedilmemiş kimselerle ilgilidir. Bunun burada, bu şekilde getirilmesi son derece güzeldir. Çünkü bu ayetler nazil olurken, bu soruyu soran belli birisidir. Binâenaleyh soranın o kimse olduğunu söylemek gerekir. Bu hususta soru soranın, ganimet ve enfâl ile ilgisi olan bazı kimseler olduğunda şüphe yoktur. Bu kimseler, sahabeden bazı insanlardır. 2) Bu, soruyu kime sorulduğu meselesidir. Bunun, Hz. Peygamber (s.a.s) olduğunda şüphe yoktur. [1] Enfâlin Ne Olduğu? 3) "Enfâl" nedir?" meselesi... Biz deriz ki: Zühri şöyle demiştir: "Arapça'da neti ve nafile kelimeleri, asıldan fazla olan şeyi ifâde ederler. Ganimetlere "enfâl" denilmiştir. Çünkü müslümanlar, ganimetler hususunda, kendilerine ganimet almak helâl kılınmamış olan diğer ümmetlere üstün kılınmışlardır. Nafile namaz da, asıl olan farz namazlara ilave namazlar oldukları için, "nafile" adını almışlardır. Cenâb-ı Hak da"İbrahim'e, Ishak'ı ve ilaveten Ya'kûb'u ihsan ettik" (Enbiya 72) yani, "istediğine ilave olarak Ya'kûb'u ihsan ettik" buyurmuştur." 4) Bu sorunun, "enfâl"in hangi hükmü ile ilgili olduğu meselesidir: Diyoruz ki: Bu hususta iki izah yapılmıştır: Enfâl Hakkındaki Birinci Görüş: Ayetteki "sorarlar" ifadesi, her nekadar müphem bir ifade ise de, cevabı belirlemek, o sorunun o belli cevapla ilgili olduğunu gösterir. Hak Teâlâ'nın, "Sana hayzı sorarlar' (Bakara. 222) ve "Sana yetimleri sorarlar" (Bakara, 220) ayetleri de bunun benzeridir. Bu ifâdelerden, bu sorunun hayız ve yetimlerle ilgili hükümlerden biri hakkında olduğu anlaşılıyor. Halbuki o hüküm belli bir hüküm değildir. Fakat cevap, onu belirli hale getirmiştir. Çünkü Cenâb-ı Hak, hayz hakkında, "De ki: "O bir ezadır. Onun için hayız zamanında kadınlardan (onlarla cinsi temastan) uzak durun"(Bakara.222)buyurmuştur. Binâenaleyh cevap, o sorunun, hayız halinde kadınlarla cinsî münasebette bulunma ile ilgili olduğunu gösterir. Yine Cenâb-ı Allah yetimler hakkında da, "De ki: "Onları yararlı ve iyi bir hale getirmek hayırlıdır. Şayet kendileriyle bir arada yaşarsanız onlar sizin kardeşlerinizde" (Bakara. 220) buyurmuştur. Binâenaleyh bu belirli cevap, yetimler hakkındaki o sorunun, onların mallarında tasarrufta bulunma ve onlara vekil olma ile ilgili olduğunu gösterir. Yine Allah Teâlâ, "Sana "Rûh"u sorarlar" (isra, as) buyurmuştur. Bu ifadede, sorunun ruhun hangi hususunda olduğunu gösteren birşey yoktur. Cenâb-ı Hak, bu soruya cevap olarak, "De ki: "Ruh Rabbimin emrindendir.."(isra,85)buyurmuştur. Bu cevap, sorunun, ruhun muhdes (yaratılmış) veya kadîm olması ile ilgili olduğuna delâlet eder. İşte "Enfâl" ayetinde de böyledir. Allah Teâlâ bu sorunun cevabında, "De ki: Enfâl (ganimetler), Allah'ın ve Resûlünündür" buyurmuştur. Böylece bu cevap, soruyu soranların enfâl hakkındaki sorularının, ganimetin kime verileceği ve buna kimin müstehak olduğu hususunda olduğuna delâlet eder. İkinci görüş: Ayetteki, "Sana ganimetleri sorarlar" ifadesi, "senden ganimetlerden isterler" demektir. Dolayısıyla buradaki seale (sorarlar) fiili ile, hadis-i şerifte de rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s)'den, kendilerine ganimetlerden vermesini "istediler" manası kastedilmiştir. Zira onlar, "Ey Allah'ın Resulü, bana şunu ver, bana şunu ver" diyorlardı. Ayetteki, an harf-i ceninin, min manasına olması uzak bir ihtimal değildir. Bu görüş, İkrime'ye aittir. Abdullah b. Mes'ûd (r.a), ayeti, "Senden ganimetleri istiyorlar" şeklinde okumuştur. 5) Bu, müfessirlerin, ayetteki "enfâl" ile ne kasdedildiği konusundaki görüşlerini anlatmaktır. Deriz ki: O müslümanların "enfal" hakkında soru sormaları onlar arasında bu hususta bir çekişmenin ve münakaşanın olduğunu gösterir. Buna şunlar da delâlet eder: a) Ayetteki, "De ki: "Enfal Allah'ın ve Resûlünündür" buyruğu bu cevabın verilmesinin maksadının, onları çekişmekten ve hasımlaşmaktan men etmek olduğunu gösterir. b. Ayetteki, "Allah'dan sakının, aranızda olan şeyleri düzeltin" ifâdesi, onların bunu, aralarına bir husûmet düştükten sonra sorduklarını gösterir. c) Ayetteki, "O halde mü'minlerdenseniz... Allah'a ve Resulüne itaat edin" ifadesi de, aynı şeye delâlet eder. Bunu iyice kavradığında biz diyoruz ki; "Ayette geçen "enfâl" sözünde, kâfirlerden zorla alınmış mallar demek olan ganimetlerin Kastedilmiş olması muhtemel olduğu gibi, ganimet dışında birşeyin kastedilmiş olması da muhtemeldir. Birinci ihtimalle ilgili olarak şu izahlar yapılmıştır: 1) Hz. Peygamber (s.a.s), ashâbın, Bedir Günü elde ettikleri ganimetleri hem Bedir Savaşı'na katılmış olanlara, hem de katılmamış olan müslümanlara bölüştürmüştü. Bedir savaşında bulunmadığı halde bu ganimetten istifade edenlerin üçü Muhacirlerden, beşi de "Ensar"dandı. Muhacirlerden biri, Hz. Osman idi. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s) onu, kızı hasta olduğu için, onun yanında bırakmıştı. Diğer •kişi de Talha (r.a) ile Sa'îd b. Zeyd (r.a) idi. Zira Hz. Peygamber (s.a.s), bu ikisini müşriklerin kervanının durumunu gözetlemeleri için göndermişti. Onlar da bunun için Şam yoluna çıkmışlardı. Ensar'dan olan o beş kişiden birisi Ebu Lübâbe Mervan b. Abdülmünzir idi. Hz. Peygamber (s.a.s) onu Medine'de kendi yerine vekil bırakmıştı. Bunlardan diğer birisi Âsim (r.a) idi. Hz. Peygamber (s.a.s) bunu da, "Âliye"de vekil olarak bırakmıştı. Üçüncüsü, Haris b. Hatıb olup, Hz. Peygamber (s.a.s) bunu, Revhâ'dan, kendisine bir haber ulaştırmak üzere Amr b. Avf'a göndermişti. Bu beş kişiden dördüncüsü ise, Haris b. es-Samt idi. Bu da, Revha'da hastalanıp (kalmıştı). Beşincisi ise Huvât b. Cübeyr'dir. İşte Bedir savaşında bulunmadığı halde ganimet alan Ensar bunlardır. Hz. Peygamber (s.a.s), bunlara da ganimetlerden pay verdi. Dolayısıyla diğer müslümanlar arasında bu husus dedikoduya sebeb oldu. İşte bunun üzerine, bu ayet nâzil oldu. 2) Rivayet olunduğuna göre, Bedir Günü genç olanlar savaştılar ve esir aldılar. Yaşlı müslümanlar ise, Hz. Peygamber (s.a.s)'ie birlikte gerideki saflarda beklediler. Bundan dolayı gençler, "Ganimetler bize âit. Çünkü biz vuruştuk, kâfirleri biz hezimete uğrattık" dediler. İhtiyarlar da, "Biz, sizin gerideki destekçileriniz idik. Eğer bozguna uğrasaydınız, bizim yanımıza gelip toplanacaktınız. Binâenaleyh ganimetleri, bizi dışta bırakarak almayın" dediler. İşte bundan dolayı aralarında bir çekişme meydana geldi ve ayet bunun üzerine nazil oldu. 3) Zeccâc şöyle demiştir: "Ayetteki "enfâl" kelimesi ile "ganimetler" kastedilmiştir. O müslümanlar kendilerinden önceki ümmetlere ganimet almak haram olduğu için, bunun hükmünü sormuşlardır." Bu görüş zayıftır. Çünkü bu takdirde, bu sorunun maksadı, sadece Allah Teâlâ'nın bu husustaki hükmünü sorup öğrenmek olur. Halbuki biz, delillere dayanarak, bu sorunun, müslümanlar arasında meydana gelen bir münakaşa ve çekişmeden ötürü sorulduğunu beyan etmiştik. Enfal Hakkındaki İkinci Görüş İkinci ihtimale gelince ki bu, ayette bahsedilen "enfâl'in, ganimetten başka bir şey olmasıdır. Böyle olmasına göre, ayetteki "enfâl" kelimesinin tefsiri hususunda şu izahlar yapılmıştır: a) Bazı rivayetlerde, İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: "Ayetteki "enfâl"dan maksad, hayvan, köle veya eşya gibi arada bir savaş olmaksızın, müşriklerden müslümantara geçen şeylerdir. Bu gibi şeyler Hz. Peygamber (s.a.s)'e aittir. O, bunları istediği gibi kullanır ve dağıtır!' b. "Enfâl" ile, Allah Teâlâ'nın ehl-i humus (yani ganimetin beşte birini alacaklar) için, hükmettiği beşte bir pay kastedilmiştir. Bu görüş, Müc&hid'indir. Mücâhide göre ashab, Hz. Peygamber (s.a.s)'den humus (beştebir) hakkında soru sormuşlar ve ayet bunun üzerine nazil olmuştur. c) Ayette bahsedilen enfâl, "seleb"tir. Bu. mesela halifenin. "Kim savaşta birisini öldürürse, selebi (soykası, atı, silaht v.s.) ona aittir." Veya bir seriyyeye, "Elde edeceğiniz şey size aittir" veya "onun yansı, üçte biri, dörtte biri size aittir" demesi gibidir. Halbuki "entarin humusu olmaz. Sa'd İbn Ebî Vakkas'ın, şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Kardeşim Umeyr, Bedir Günü öldürüldü. Ben de, buna mukabil, Sa'd İbn el-Âs'ı öldürdüm ve kılıcını aldtm. Kılıç çok hoşuma gitti. Onu, Hz. Peygamber'e getirdim ve "Allah, müşriklerden dolayı yüreğime su serpti.... Öyleyse, bu kılıcı bana hibe et!" dedim... Bunun üzerine Hz. Peygamber, "O, ne benim, ne de senindir; onu, ganimetlerin konulduğu yere bırak!" dedi. Ben de, kılıcı denilen yere bırakttm. Halbuki, kardeşimin öldürülüp üzerindekilerin alınmasından dolayı içimde, ancak Allah'ın bileceği bir kin ve hınç vardı.. Biraz öteye gitmiştim ki, Hz. Peygamber (s.a.s) bana geldi; işte o zaman, Enfâl sûresi nazil olmuştu.. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Ey Sa'd, sen benden kılıcı istedin; halbuki or benim değildi; o şimdi benim oldu.. O halde, onu alabilirsin.." buyurdu. Kâdî şöyle demektedir: "Ayet, bütün bu izahlara muhtemeldir. Ayette, bunların bir kısmını, diğerine tercih etmeye dair bir delil bulunmamaktadır. Eğer hadislerde, bunlardan birini tayin etmeye delâlet edecek sahih bir haber tesbit edilirse, o zaman o mânâ verilir; aksi halde bütün bu mana ve izahlar, ihtimal dahilindedir.. Bu manalardan her biri, ayrı ayrı düşünülebileceği gibi, bunların hepsinin birden murad edilmiş olması da caizdir. Çünkü aralarında herhangi bir tenakuz ve çelişki bulunmamaktadır. Ama, bunlardan, doğruya en yakın olan husus şudur: Bununla, Hz. Peygamber {s.a.s)'in, ganimet elde edilmeden önce de sonra da, ganimet mallarından başkasına fazladan bir şeyler verebilmesi murad edilmiştir.. Çünkü, bu, cihada teşvik ve gönülleri güçlendirip takviye etmek amacıyla, Hz. Peygamber'e caiz olan bir şeydir. Mesela bu, iyi savaşsın diye harbin başında, veyahut da harbten dönünce birisine fazladan bir şeyler vermek; yahut ona, savaşan kimsenin öldürdüğü kimselerden elde ettiği şeyleri vermek ya da savaşa katılanların bir kısmına, elde ettikleri ganimet mallarından az vererek, ona, Hz. Peygamber'e mahsus olan beşte birlik hisseden olmak üzere, fazladan bir şey vermek... gibidir. Böyle olması halinde, Cenâb-ı Hakk'ın, "De ki; "Ganimetler Allah'ın ve Resûlünündür." buyurarak mücahidlerin hak ettiklerine ilave olarak verilen şeyler kastedilmiş olur: Cenâb-ı Hakk'ın "De ki: Ganimetler Allah'ın ve Resûlünündür..." ifadesine gelince, bu hususta şu iki açıklama yapılmıştır: Birinci açıklama: Bununla şu kastedilmiştir: "Enfâlin hükmü, Allah ve Resulüne aittir. Allah, hikmetinin gerektirdiği şeye göre, o enfâtin taksimatını, Hz. Peygamber'e emretmiştir. Bu, enfâlin taksimatıyla ilgili mesele, hiç kimsenin görüşüne bırakılmamıştır. İkinci açıklama: Mücahid, İklime ve Süddî şöyle demişlerdir: Bu ifade, müteakip 41. ayet ile neshedilmiştir. Bu böyledir, zira Cenâb-ı Hakk'ın, "De ki; "ganimetler Allah'ın ve Resûlünündür..." (Entat. 41) buyruğu, ganimetlerin tamamının Peygamber'e ait olmasını gerektirir.. Böylece Allah Teâlâ bu hükmü, "humus" (beşte bir) ifade eden ayetlerle neshetmiştir..." bu, bir kısım rivayetlerde yer alan İbn Abbas'ın görüşüdür. Buna şu iki yönden cevap verilir: a) Cenâb-ı Hakk'ın, "Deki: "Ganimetler Allah'ın ve Resûlünündür" buyruğunun manası, "Bu husustaki hüküm, Allah ve O'nun peyamberine aittir..." şeklindedir. Bu mana, bu ifadede daima bulunur ve devam eder.. Binâenaleyh, bunun mensûh olması imkânsızdır.. Daha sonra Cenâb-ı Hak, ganimetlerin beşte dördünün o ganimetleri almış olan kimselerin mülkü olduğuna hükmetmiştir.. b. Beşte biri ifade eden ayet, ganimetin, onu alan kimselerin mülkü olduğuna delalet eder. Halbuki, bu ayette geçen "enfâl" sözü, ganimetlerle değil, "selebı ölünün üzerinden alınan eşya" diye tefsir edilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s), herhangi bir maslahat ve faydadan dolayı, bu malları bazı kimselere vermiştir. Daha sonra Cenâb-i Hak "Allah'a karşı gelmekten sakının, aranızda olan şeyleri düzeltin" buyurmuştur. Bu hususta da iki bahis bulunmaktadır: Birinci bahis: Bu, "Allah'ın ikabından korkunuz. Allah'ın ma'siyet dediği şeyleri yapmaya yeltenmeyiniz... Bu gibi haller sebebiyle, aranızdaki çekişme ve düşmanlıkları bırakınız ve Allah'ın Resulünün hükmettiğine razı olunuz. " demektir. İkinci bahis: Cenâb-ı Hakk'ın, "aranızda olan şeyleri düzeltin" emri, yani, "Aranızdaki (muhtelif) görüşleri düzeltip ıslâh ediniz..." demektir.. Sözler, insanlar arasında konuşulup meydana geldiği için, tıpkı sırların, kalblerde saklı kalmasından dolayı onlara zâti's-sudûr denildiği gibi, sözlere de zâtu'l-beyn denilir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Mü'minlerdenseniz... Allah'a ve Resulüne itaat edin" buyurmuştur. Bu ayetten elde edilen mana şudur: "Allah Teâlâ, ashabı, "Allah'a karşı gelmekten sakının, aranızda olan şeyleri düzeltin" buyruğu ile Resulün hükmüne muhalefet etmekten nehyetmiştir "Sonra da onlara "Allah'a ve Resulüne itaat edin" emriyle Resule tâatte bulunmak suretiyle itaat etmelerini emretmek suretiyle bu hususu pekiştirmiştir.. Bunu, iyice pekiştirmek amacıyla da, daha sonra "müminlerdenseniz..." denmiştir ki bu son ifadeyle Cenâb-ı Hak, şu manayı kastetmiştir: Resulün sizi kendisine davet ve teşvik ettiği o iman, ancak Resule tâatı iltizam edip üstlenmekle tam ve mükemmel olur. Binâenaleyh, Resule itaat etme dairesinin dışında kalmaktan sakınınız. " Tâatı terketmenin, imantn yokluğunu, zevâ! bulmasını gerektireceğini söyleyenler, bu ayette istidlal etmişlerdir. Bunun izahı şudur: İn şart edatı ile bir şeye bağlanan, ta'lîk edilen şey, bu şey bulunmadığında o da bulunmaz. Burada da iman, in edalıyla, "tâat" fiiline bağlanmıştır. Binâenaleyh, taât olmadığı, bulunmadığı zaman, "iman"ın da bulunmaması gerekir. Bu meselenin tamamı, Cenâb-ı Hakk'ın {Nisa, 31} ayetinin tefsirinde zikredilmiştir. Allah en iyi bilendir. Burada da bir çelişki olmadığını görüyorsunuzdur umarım. Saygılar Alıntı
Φ katakuta Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Gelelim buradaki çelişki iddiana:Öncelikle ayet-i kerimenin çeşitli meallerine bakalım: Mealler arasında iki farklı yaklaşım görüyoruz. Birincisinde ganimetlerin sorulduğunu ve ganimetlerin Allah ve Resul’e ait olduğunu, ikincisinde ganimetlerin taksiminin sorulduğu ve taksimin (paylaştırma işinin) Allah ve Resul’e ait olduğunu. Bu fark neden kaynaklanıyor? Senin “Talan” şeklinde çevirdiğin Enfal kelimesinin manasının ne olduğunun tam olarak bilinmemesinden. Neden kaynaklandığını ben söyleyeyim. Ne yapsın adamlar işi raconuna uydurmaya , makyajlayıp cicili bicili hale getirmeye çalışıyorlar..Ama ne kadar uğraşsalarda nafile, çünkü mızrak o kadar büyükki hiç bir çuvala sığımıyor. Tefsir konusunda otoriter kabul edilen elmalıdan bir örnek verelim. Elmalılı Hamdi Yazır Sana ganimetlerin bölüştürülmesini soruyorlar. De ki, ganimetlerin taksimi Allah'a ve Resulüne aittir. Onun için siz gerçekten mümin kimseler iseniz Allah'tan korkun da biribirinizle aranızı düzeltin. Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. Kırmızı işaretlediğim kısımlar ayetin arapçasında kesinlikle yok. Yes'eluneke anil enfal, Sana ganimetlerden soruyorlar kulil enfalü lillahi ver rasul. Deki,ganimetler allah ve resulüne aittir fettekullahe ve aslihu zate beyniküm ve etıy'ullahe ve rasulehu in küntüm mü'minın Eğer inanıyorsanız allahtan korkun ve aranızı düzeltin,allaha ve resulüne itaat edin. Eklemesiz ilavesiz ayetin meali bu. Peki neden bölüştürme,taksim gibi kelimeleri eklemiş Elmalı? Sebebi ise gayet açık.Ayete taksim kelimesini sokuşturunca,bu ayetin açıklaması başka ayette diyerek aradaki çelişkiyi yok edecek. Zaten tefsirinde öyle yapmış. Elmalılı Hamdi Yazır’ın Enfal Suresi 1. ayeti tefsiri Resulüm, sana enfâlden, ganimetlerden soruyorlar Enfâli soruyorlar buyurulmayıp "enfâlden soruyorlar" buyurulması gösterir ki, asıl enfâli soruyorlar veya ganimeti istiyorlar demek olmayıp, enfâlin durumunu, onunla ilgili hükmünü soruyorlar demek olduğuna işarettir ve, bu cihet zaten verilen cevap ile açıklık kazanacaktır Fahruddin Razi’nin tefsiri:Burada da bir çelişki olmadığını görüyorsunuzdur umarım. Saygılar Çelişki hala dudruyor zira Fahruddin razide elmalıdan farklı bir şey ,söylememiş.Bir sürü rivayetlerin arasında asıl konuyu yok etmiş.Zaten tefsircilerin en sık kullandığı yöntem budur. Çok şey söylemiş gibi yapıp hiç bir bilgi vermeden okuyucuyu asıl konudan uzaklaştıracaksın. Alıntı
Misafir magician Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Ben de diyorum ki: Kuran'in bilimsellikle yakindan uzaktan alakasi yoktur ve Muhammed'in sahsi gorusleri ve masallariyla donatilmis bir kitaptir. Kuran-ı Kerim'in bir bilim kitabı olmadığı doğru. Ama bilimsel bulgularla çeliştiği sizin iddianızdır çelişki dediklerinizin hepsinin cevabı var. Bu tamamıyla bakış açısıyla ilgili. "Masallarla donatılmış bir kitap" ithamınız yeni değil ve Kuran bu suçlamaya da cevap veriyor: MUTAFFİFİN SURESİ 13 – “ne zaman mesajlarımız onlara iletilse, hep "Geçmişin masalları!" derler.” Yani bu bakış açınızın yeni değil yüzyıllardır hep aynı olduğunu gösteriyor. Alıntı
Φ abraham Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 13 – “ne zaman mesajlarımız onlara iletilse, hep "Geçmişin masalları!" derler.” muhammet herkesin bunları yemeyeceğini kendiside biliyormuş bu bir ön savunma yani Alıntı
Φ muki Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Kuran-ı Kerim'in bir bilim kitabı olmadığı doğru. Ama bilimsel bulgularla çeliştiği sizin iddianızdır çelişki dediklerinizin hepsinin cevabı var. Bu tamamıyla bakış açısıyla ilgili."Masallarla donatılmış bir kitap" ithamınız yeni değil ve Kuran bu suçlamaya da cevap veriyor: MUTAFFİFİN SURESİ 13 – “ne zaman mesajlarımız onlara iletilse, hep "Geçmişin masalları!" derler.” Yani bu bakış açınızın yeni değil yüzyıllardır hep aynı olduğunu gösteriyor. Demek ki gecmiste de Muhammed'in masallarina bas kaldiranlar olmus ki boyle bir sure gonderdi Allah demeyi eksik etmemis. Alıntı
Φ katakuta Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Kuran-ı Kerim'in bir bilim kitabı olmadığı doğru. Ama bilimsel bulgularla çeliştiği sizin iddianızdır çelişki dediklerinizin hepsinin cevabı var. Bu tamamıyla bakış açısıyla ilgili."Masallarla donatılmış bir kitap" ithamınız yeni değil ve Kuran bu suçlamaya da cevap veriyor: MUTAFFİFİN SURESİ 13 – “ne zaman mesajlarımız onlara iletilse, hep "Geçmişin masalları!" derler.” Yani bu bakış açınızın yeni değil yüzyıllardır hep aynı olduğunu gösteriyor. Muhammed sadece geçmişin masallarını değil,kavramlarınıda kurana sokmuş. Bu ayetin metninde ki ''masal'' anlamında geçen ''esatır'' kavramı latince ''History'' kelimesinden gelmedir,arapça değildir.Hikaye anlamındaki arapça kavram,kıssadır,çoğulu ise kasas. Zaten bu isimle başlayan mustakil sure vardır. Alıntı
Misafir magician Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Kadın (Nisa) Suresi:78. Nerede olursaniz olun ölüm size ulasir; sarp ve saglam kalelerde olsaniz bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa "Bu Allah'tan" derler; baslarina bir kötülük gelince de "Bu senden" derler. "Hepsi Allah'tandir"" de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamiyorlar! 79. Sana gelen iyilik Allah'tandir. Basina gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; sahit olarak da Allah yeter. Soru-3: İyilik ve kötülük hepsi Allah'tan mı, yoksa iyilik Allah'tan, kötülük nefisten mi? Bu ayet-i kerimelerle ilgili olarak da Kurtubi’nin tefsirine bakalım: 78. Nerede olursanız ölüm sizi bulacaktır. Yüksek kaleler içinde olsanız bile. Eğer onlara bir iyilik dokunursa: "Bu Allah'tandır" derler. Şayet onlara bir kötülük dokunursa: *Bu sendendir" derler. De ki: "Hepsi Allah'tandır." Böyleyken bunlara ne oluyor ki hiç bir sözü anlamaya yanaşmıyorlar? ... Yüce Allah'ın: "Eğer onlara bir iyilik dokunursa bu Allah'tandır derler" buyruğu şu demektir. Münafıklara bolluk isabet edecek olursa bu Allah'tandır, derler. "Şayet onlara bir kötülük dokunursa" bir kuraklık başgösterir ve yağmur yağmayacak olursa, "bu da sendendir" derler. Yani bu musibet bize senin ve arkadaşlarının uğursuzluğu dolayısıyla isabet etmiştir derler. Buradaki iyilikten kastın, esenlik ve güvenlik, kötülükten kastın ise hastalıklar ve korku olduğu söylendiği gibi, iyilikten kasıt zenginlik, kötülükten kasıt fakirliktir de denilmiştir. İyilikten kasıt nimet ve zafer, Bedir günü elde edilen ganimet, kötülükten kastın ise belâ, sıkıntı ve Uhud günü öldürülmek olduğu söylendiği gibi, iyilikten kasıt, bolluk, rahatlık, kötülükten kasıt da, darlık, sıkıntı ve hastalık olduğu da söylenmiştir. Bu âyeti kerime alimlere göre yahudiler ve münafıklar hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki, Rasûlullah (say) Medine'ye yanlarına gelince şöyle dediler: Bu adam ve arkadaşları bizim bulunduğumuz bu yere geldikleri günden bu yana meyvelerimizde, ekin ve mahsullerimizde eksilmekten başka birşey göremez olduk. İbn Abbas der ki: "Bu sendendir" buyruğunun anlamı, senin kötü idare ve tasarrufundan dolayıdır şeklindedir. "Bu sendendir" buyruğunun, belirttiğimiz gibi, senin uğursuzluğunun getirdiğidir. Yani, senin uğursuzluğun gelip bizi bulmuştur, anlamında olduğu da söylenmiştir. Onlar bu sözlerini uğur ile ilgili kanaatleri dolayısıyla söylemişlerdi. Yüce Allah: "De ki: Hepsi Allah'tandır" diye buyurmaktadır. Yani darlık, bolluk, zafer ve yenilgi hep Allah'tandır. Allah'ın kaza ve kaderi iledir. "Böyle îken bunlara" yani münafıklara ne oluyor ki hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?" Ne diye bunlar herşeyin Allah'tan geldiği gerçeğini iyice anlayamıyorlar. [366] 79. Sana gelen her iyilik Allah'tandır. Sana gelen her fenalık da kendindendir. Seni İnsanlara bir Peygamber olarak gönderdik. Şahid olarak Allah yeter. Biricik Yaratıcı Allah 'tır: Yüce Allah'ın: "Sana gelen her iyilik Allah'tandır. Sana gelen her fenalık da kendindendir" buyruğunun anlamı şudur: Ey Muhammed, sana gelen bolluk, verimlilik:, sağlık ve esenlik, Allah'ın sana olan lütfü ve sana olan ihsanı ile gelip seni bulur. Yine sana isabet eden kuraklık ve sıkıntı da, işlemiş olduğun ve bundan dolayı da cezaya çarptırıldığın bir günah sebebiyledir. Hitab Peygamber (sav)'a olmakla birlikte maksat onun ümmetidir. Yani, ey insanlar, sizi gelip bulan bolluk ve geniş rızık, Allah'ın size olan lütfundandır. Size gelip çatan kuraklık ve dar rızık kendinizdendir. Yani sizin işlemiş olduğunuz günahlardan dolayı bu başınıza gelmiştir. Bu açıklamaları, el-Hasent es-Süddî ve başkaları yapmıştır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey Peygamber, kadınları boşadığımızda..." (et-Talâk, 65/1) (Yani burada hitap Hz. Peygambere olmakla birlikte maksat onun ümmetidir). Şöyle de denilmiştir: Burada hitap insanadır ve insan cinsi kast edilmektedir. Yüce Allah'ın; "Asra andolsun şüphesiz insan elbette ziyandadır" (el-Ast, 103/1-2) buyruğunda olduğu gibi. Yani, şüphesiz insanlar ziyan içerisindedirler, demektir. Şöyle de denilmiştir: Burada gizli bir istifham hemzesi vardır. Ve bu: "Sana gelen bir fenalık da kendinden midir" anlamındadır. Yüce Allah'ın şu buyruğu da bunun gibidir: "Sen bana bu nimeti minnet ediyorsun (başıma kakıyorsun)." (eş-Şuara, 26/22) Anlamı ise şudur; Sen bunu nimet diye mi başıma kakıyorsun? Yine yüce Allah'ın; "Sonra ay'ı doğar halde görünce de: Benim rabbim bu,.."demişti." (el-En'am, 6/77) Yani bu mu benim rabbim? demişti, Hirâş el-Hüzlî der ki: "Beni teskin ettiler ve : Korkma ey Huveylid dediler. Ben ise, yüzleri tanımayıp dedim ki: Bunlar, bunlar (mı) dır?" [367] Görüldüğü gibi burada soru hemzesi gizlidir. Bu çokça kullanılan bir anlatım üslûbudur, ileride bu tür açıklamalar da gelecektir. el-Ahfeş der ki: Âyet-i kerimedeki o şey ki edatı o kimse ki anlamındadır. Bunun şart olduğu da söylenmiştir en-Nehhas ise der ki: Doğrusu el-Alıfeşvin dediğidir. Çünkü bu buyruk, muayyen bir kuraklık hakkında nazil olmuştur. Bunun herhangi bir masiyet ile ilgisi yoktur. Eğer masiyetler hakkında olsaydı, o takdirde: “İşlemiş olduğun herhangi bir günah, şeklînde olması gerekirdi. Abdulvehhab b. Mücahid babasından, o, ibn Abbas ile Ubey ve İbn Mes'ud'dan dediklerini rivayet etmektedir bu buyruğu: "Sana gelen her bir iyilik Allah'tandır, Sana gelen her fenalık da kendindendir. Ve onu ben senin aleyhine yazarım" diye okuduklarını nakletmiştir. Ancak bu tefsiri de ihtiva eden bir okuyuştur. Bazı sapık kimseler bunu Kur'ân-ı Kerimdendir diye kaydetmişlerdir. Ancak bu şekilde Ibn Mes'ud ve Ubey'den gelen rivayet munkati'dır. Çünkü Mücahid, ne Abdullah'ı ne de Ubey'i görmüştür. İyilik (el-hasene)'den kastın, Bedir günü zafer ve ganimet olduğu, kötülükten kastın ise Uhud günü onlara isabet eden şeyler olduğunu söyleyenlerin görüşlerine göre İse, ashab-i kiram, Rasûlullah (sav)'ın arka taraflarını korumalarını ve yerlerinden ayrılmamalarını emretmiş olduğunu, okçuların emre aykırı hareket etmeleri üzerine cezalandırılmışlardır. Çünkü okçular, Kureyşlilerin bozguna uğradığını, müslümanların da onların mallarını ganimet aldıklarını görünce, saflarını terk ettiler. O sırada kâfirlerle beraber bulunan Halid b. Velid, Rasûlullah (sav)'ın arka tarafının okçuların himayesinden mahrum kaldığını görünce, bir gurup atlı aldı ve müs-lümanların arkalarına geçecek şekilde dolandı, üzerlerine bir hamle yaptı. Ra-sûlullah (sav)'ın arkasında ise, sancağı taşıyandan başka bir okçu kalmamıştı. Yalnızca o, Rasûlullah (sav)'ın tavsiyesine uymuş ve şehid düşünceye kadar yerinden ayrılmamıştı. Nitekim daha önceden Âl-İ İmran Sûresi'nde (3/152. ayetin tefsirinde) açıklamıştık. Bunun üzerine yüce Allah da bu ayetin bîr benzeri olan şu buyruğunu indirmişti: "Böyle iken" Bedir gününde "başlarına iki katını getirdiğiniz bir musibet" Uhud gününde ''size gelip çatınca mı: Bu bize nereden geldi dediniz." (Âl-i İmran, 3/165) Buna göre burada Kaderiye'nin söylediği gibi iyilikten itaatin, kötülükten de masiyetin kastedilmiş olmasına imkân yoktur. Zira durum bu şekilde olsaydı, önceden açıkladığımız gibi, senin yaptığın." anlamında bir tabir kullanılmalı idi. Zira, onlara göre bu şeyler fiil anlamındadır. Bize göre ise kesb (kulun kendisinin kazanması.) anlamındadır. İyiliğin itaat, kötülüğün de masiyet anlamında olması, yüce Allah'ın şu buyruklarında ve benzerlerinde olabilir: "İyilik (iyi bir amel) getiren kimseye onun on misli vardır. Bir kötülük getirip gelen kimseye de onun mislinden başkası ile ceza verilmez." (el-En!am, 6/160) (Tefsirini yapmakta olduğumuz bu âyet-i kerimede ise, önceden açıkladığımız gibi, verimlilik; bolluk, kuraklık; sıkıntılar kast edilmektedir. Nitekim, el-A'raf Sûresi'ndeki âyet-i kerimede de bu kabildendir. Sözü geçen âyet-i kerime de yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Andolsun biz, Firavun hanedanını belki düşünüp ibret alırlar diye, yıllar boyunca (kuraklıkla) ve mahsullerin kıtlığı ile yakaladık.'* (el-A'raf, 7/130) Buradaki yıllar boyunca yakalamaktan kasıt, ardı ardına yıllarca başlarına gelen kuraklıktır. Onlara yağmur yağdırılmadı. O bakımdan mahsulleri azaldı, fiyatları yükseldi. "Fakat onlara iyilik (bolluk) gelince bu bizim hakkımızdır, dediler. Eğer kendilerine bir kötülük gelip çatarsa Musa ve beraberlerindekilerin uğursuzluğu kabul ederlerdi." (el-A'raf, 7/131) Yani, onların uğursuzluklarını kabul eder ve: Bu, bizim sana tabi oluşumuz ve sana itaat edişimiz dolayısıyla başımıza geldi, diyorlardı. Yüce Allah ise onların bu kanaatlerini: "İyi bilin ki onların uğursuzluğu ancak Allah tarafındandır* diye reddetmektedir. Yani, gerek bereket uğuru, gerekse de uğursuzluk, hayır ve şer olsun, fayda ve zarar olsun Allah'tan gelen şeylerdir. Hiçbir mahlukun bunlarda herhangi bir etkisi, katkısı yoktur. İşte Yüce Allah'ın kendileri tarafından söylendiğini haber verdiği ve Peygambere İzafe ettiklerini belirttiği buyruğu da bu kabildendir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Şayet onlara bir kötülük dokunursa: Bu sendendir, derler. De ki: Hepsi Allah'tandır," (en-Nisâ, 4/78) Tıpkı yüce Allah'ın: "îyi bilin ki onların uğursuzluğu ancak Allah'tandır" (el-A'raf, 7/131) buyruğu ile: "İki ordunun karşılaştığı gün başınıza gelen musibet de Allah'ın emri ile idi" (Âl-i İmran, 3/166) buyruğu da böyledir Yani, Allah'ın kaza, kaderi ve ilmiyle bunlar başınıza gelmişti. Zaten Kitab-ı Kerimin ayetlerinin biri diğerine tanıklık etmektedir. Îİim adamlarımız der ki: Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse, sakın herşeyin Allah'ın kaza, kader, irade ve meşîeti ile olduğunda şüphe etmesin. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz, şer ve hayırla sizi imtihan olmak üzere deniyoruz." (el-Enbiya, 21/35) Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Allah bir kavmin de kötülüğünü diledi mi, artık onu geri döndürülmesi mümkün değildir. Onlar için de ondan başka bir veli (dost ve yardımcı) da yoktur." (er-Ra'd, 13/11) [368] Bu Âyeti Delil Gösteren Bazı Cahiller... Ehl-i sünnetin cahil bazı müntesipleri bu âyeti ele alıp görüşlerine delil gösterdiği gibi, Kaderiye de bunu ileri sürüp görüşlerine delil göstermişlerdir. Kaderiye mensuplarının bu âyet-i kerimeyi delil göstermeleri şöyledir- Derlerki: Burada iyilikten kasıt itaat, kötülükten kasıt masiyettir. Yüce Allah: "Sana gelen her bir fenalık da kendindendir" diyerek masiyeti yüce Allah'a değil de insanın kendisine nisbet etmiştir. Kaderiye'nin bu ayeti delil göstermeleri şekli böyledir. Diğerlerinin (ehl-i sünnetin cahil mensuplarının) bu âyeti delil gösterme şekilleri de şöyledir: Yüce Allah: "Deki hepsi Allah'tandır" diye buyurmaktadır. Derler ki: Görüldüğü gibi yüce Allah burada iyiliği de kötülüğü de yaratıklarına değil de bizzat kendisine izafe etmiştir. Şu kadar varki bu âyet-i kerimeyi her iki kesimin de cahilleri delil diye ileri sürmüşlerdir. Çünkü onlar bu konudaki görüşlerini kötülüğün masiyet olduğu esasına bina ederek ileri sürmüşlerdir. Oysa durum, açıklamış olduğumuz gibi böyle değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Kaderiye eğer: "Sana gelen her bir iyilik yani her bir itaat "Allah'tandır" diyecek olurlarsa, şunu belirtelim ki onların itikadları bu değildir. Çünkü onların itikadlarını üzerine kurdukları mezheplerinin esas ilkesi, iyiliğin iyilik yapanın, kötülüğün de kötülük yapanın fiili olduğudur. Aynı şekilde eğer bu âyet-i kerimede onların lehine bir delil bulunsaydı buyruk; Sen iyilik ve kötülük namına ne yaparsan... şeklinde olmalıydı. Çünkü iyiliği de kötülüğü de yapan kişinin kendisi olmalıdır. Dolayısı ile bunların ancak onun tarafından yapılması halinde ona izafe edilmeleri sözkonusudur. Başkasının yapması ile ona izafe edilmeleri sözkonusu olmaz. Bu ifadeleri ve bu görüşü İmam Ebu'l-Hasen, Şebîb b. İbrahim b, Muhammed b. Haydere "Hazzü'l-Galâsîm Fi İlhâmi'l-Muhâsim" adlı eserinde dile getirmiştir. Allah'ın: “Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik" buyruğunda (Rasul) kelimesi tekid edici bir mastardır. Anlamının rîsalet sahibi olarak gönderdik şeklînde olması da mümkündür. "Şahid olarak Allah yeter" buyruğundaki son kelime beyan (temyiz) olmak üzere nasb edilmiştir. Allah lafzaî celalinin başındaki "be" harfi ise fazladan gelmiştir. Yani, Peygamberinin risaletinin doğruluğuna ve onun doğru söylediğine şahid olarak Allah yeter. Alıntı
Misafir magician Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 13 – “ne zaman mesajlarımız onlara iletilse, hep "Geçmişin masalları!" derler.” muhammet herkesin bunları yemeyeceğini kendiside biliyormuş bu bir ön savunma yani Demek ki gecmiste de Muhammed'in masallarina bas kaldiranlar olmus ki boyle bir sure gonderdi Allah demeyi eksik etmemis. Muhammed sadece geçmişin masallarını değil,kavramlarınıda kurana sokmuş. Bu ayetin metninde ki ''masal'' anlamında geçen ''esatır'' kavramı latince ''History'' kelimesinden gelmedir,arapça değildir.Hikaye anlamındaki arapça kavram,kıssadır,çoğulu ise kasas. Zaten bu isimle başlayan mustakil sure vardır. Sıra sıra dizilmeniz de bunu gösteriyor zaten. Her şey bakış açımızı biraz değiştirmeye bağlı. Alıntı
Φ muki Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 24 Haziran , 2007 Sıra sıra dizilmeniz de bunu gösteriyor zaten. Her şey bakış açımızı biraz değiştirmeye bağlı. Sayin magician, Muhammed'in kitabinda celiskileri gorup de belli bir bakis acisi edindikten sonra, bizlere bakis acinizi degistirin gibi laflar etmeniz biraz gereksiz oluyor. Ne siz bizi dindar yapabilir, ne de biz sizi dinsiz yapabiliriz. Burada bu celiskileri gozler onune sermemizin nedeni; kafasi karisik olan, kararsiz olan ve de kararli olap da korkan insanlarin bu forumda sizin ve bizim yazdiklarimizi okuyarak karar vermelerini saglamaktir. Bizim yazdiklarimizdan dolayi dinine daha sıkı baglanan belki onca insan vardir. Bunu da goz onunde bulundurun lutfen. Ha, bu celiskileri gorup de dinden cikanlar da olabilir. Ama, bunun icin de bizi suclamayin. Suclanacak bir tek kisi var. Bu kisi de, bu celiskileri kitap haline getiren/getirtendir ancak. Alıntı
Misafir magician Gönderi tarihi: 25 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 25 Haziran , 2007 Kırmızı işaretlediğim kısımlar ayetin arapçasında kesinlikle yok. Yes'eluneke anil enfal, Sana ganimetlerden soruyorlar kulil enfalü lillahi ver rasul. Deki,ganimetler allah ve resulüne aittir fettekullahe ve aslihu zate beyniküm ve etıy'ullahe ve rasulehu in küntüm mü'minın Eğer inanıyorsanız allahtan korkun ve aranızı düzeltin,allaha ve resulüne itaat edin. Eklemesiz ilavesiz ayetin meali bu. Peki neden bölüştürme,taksim gibi kelimeleri eklemiş Elmalı? Sebebi ise gayet açık.Ayete taksim kelimesini sokuşturunca,bu ayetin açıklaması başka ayette diyerek aradaki çelişkiyi yok edecek. Zaten tefsirinde öyle yapmış. Mealler arasında iki farklı yaklaşım görüyoruz.Birincisinde ganimetlerin sorulduğunu ve ganimetlerin Allah ve Resul’e ait olduğunu, ikincisinde ganimetlerin taksiminin sorulduğu ve taksimin (paylaştırma işinin) Allah ve Resul’e ait olduğunu. Bu fark neden kaynaklanıyor? Senin “Talan” şeklinde çevirdiğin Enfal kelimesinin manasının ne olduğunun tam olarak bilinmemesinden. 1. ayette ganimetler diye çevrilen enfal kelimesidir. 41. ayette ise ganimetler yerine "ğanimtüm" geçmektedir. 1.Yes'eluneke anil enfal kulil enfalü lillahi ver rasul fettekullahe ve aslihu zate beyniküm ve etıy'ullahe ve rasulehu in küntüm mü'minın 41.Va'lemu ennema ğanimtüm min şey'in fe enne lillahi humüsehu ve lir rasuli ve lizil kurba vel yetama vel mesakıni vebnis sebıli in küntüm amentüm billahi ve ma enzelna ala abdina yevmel fürkani yevmel tekal cem'an vallahü ala külli şey'in kadır Saygılar Enfal kelimesi ile ğanimtüm kelimesi ganimetler manasına geliyor diyorsanız. O zaman Elmalılı'ya ve diğerlerine karşı çıkabilirsiniz. Çelişki hala dudruyor zira Fahruddin razide elmalıdan farklı bir şey ,söylememiş.Bir sürü rivayetlerin arasında asıl konuyu yok etmiş.Zaten tefsircilerin en sık kullandığı yöntem budur. Çok şey söylemiş gibi yapıp hiç bir bilgi vermeden okuyucuyu asıl konudan uzaklaştıracaksın. Enfâlin Ne Olduğu? Enfal Hakkındaki İkinci Görüş bölümlerini daha iyi okursanız Fahruddin Razi'nin çok şey söylediğini görürsünüz. Dikkatli okuyalım. Sorunuzun cevabı var orada. Alıntı
Misafir magician Gönderi tarihi: 25 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 25 Haziran , 2007 Sayin magician, Muhammed'in kitabinda celiskileri gorup de belli bir bakis acisi edindikten sonra, bizlere bakis acinizi degistirin gibi laflar etmeniz biraz gereksiz oluyor. Ne siz bizi dindar yapabilir, ne de biz sizi dinsiz yapabiliriz. Burada bu celiskileri gozler onune sermemizin nedeni; kafasi karisik olan, kararsiz olan ve de kararli olap da korkan insanlarin bu forumda sizin ve bizim yazdiklarimizi okuyarak karar vermelerini saglamaktir. Bizim yazdiklarimizdan dolayi dinine daha sıkı baglanan belki onca insan vardir. Bunu da goz onunde bulundurun lutfen. Ha, bu celiskileri gorup de dinden cikanlar da olabilir. Ama, bunun icin de bizi suclamayin. Suclanacak bir tek kisi var. Bu kisi de, bu celiskileri kitap haline getiren/getirtendir ancak. Kimsenin kimseyi dinsiz yapamayacağı ya da dine sokamayacağı ortada. Ben dini konuları sorguladığınız gibi size ateizmi öneren materyalist, agnostik, pozitivist felsefelerinizi de sorgulamanızı öneririm. Sadece bir öneri. Çelişki dediklerinize cevap vermeye çalışıyoruz. Cevaplarımızı beğenmiyorsanız o da sizin bileceğiniz bir iş. Ki en güzel cevabı ben biliyorum da demiyorum. Belki bunları çok daha iyi cevaplayacak başkaları da vardır. O cevapları da arayıp bulmak en azından size düşen görev. Ateist tefsirci öyle diyorsa doğrudur tarzı bana kolaycılık gibi geliyor. Eminim sizde birşeyler araştırmışsınızdır. Ama bizi yönlendiren daha çok içinde yaşadığımız çevredir. O çevrenin üzerine çıkmak önemli. Bakış açımızı değiştirmek derken bunları kastediyorum. Davet hala sürüyor: "Gel, gel, ne olursan ol yine gel. İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel. Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel..." İcabet size kalmış. Alıntı
Φ abraham Gönderi tarihi: 25 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 25 Haziran , 2007 Sıra sıra dizilmeniz de bunu gösteriyor zaten. Her şey bakış açımızı biraz değiştirmeye bağlı. kusura bakma magician ama şöyle bir örnek vereceğim ben sana ****** ****** diyecek olsam bana ne tepkiler vereceğini bilemezmiyim? veya 8 bacaklı uçabilen 200 kilometre boyundaki dev solucandan bahsetsem inanmayacağını bilemezmiyim? Alıntı
Misafir magician Gönderi tarihi: 25 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 25 Haziran , 2007 kusura bakma magician ama şöyle bir örnek vereceğim ben sana **** ***** diyecek olsam bana ne tepkiler vereceğini bilemezmiyim? veya 8 bacaklı uçabilen 200 kilometre boyundaki dev solucandan bahsetsem inanmayacağını bilemezmiyim? Bana **** ***** demenin bir sebebi vardır herhalde. O sebebe bakmam lazım. Yasir ailesinin ve Bilal-i Habeşi'nin biyografilerini okuyunuz. Aslında ashabın herbirinin hayatı ibretlerle dolu. 8 bacaklı uçan 200 km'lik dev solucana gelince onu da imzama ekleyeyim mi? Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.