Φ SOCRAT Gönderi tarihi: 6 Nisan , 2007 Gönderi tarihi: 6 Nisan , 2007 Şeriat mı gelsin, ordu mu? Mahalli bir spor kulübünün, kendilerini üç büyüklerden birine hazırlayan yöneticileri olduklarını tahmin ediyorum. Öğlen rakısı içiyorlardı Boğaz'da. Alçakgönüllü, küçük bir Anadolu yakası meyhanesinde. Rakı bitmişti de güveçte helvalarını ekmekle sıyıra sıyıra yiyorlardı. Hava güneşliydi. Deniz kıyısına atılmış masalardan birindeydiler. Velhasıl keyifleri yerindeydi yani. En azından öyle olması beklenirdi. Ve fakat seçimler yaklaşıyordu ve Türkiye o öğlen de "kritik bir süreçten" geçiyordu. Bu sebeple "siyaset" konuşuyorlardı. Olayları "ortaya koyuyor", süreci "tahlil" ediyorlardı. CHP'ye yakın oldukları da belliydi. Masanın en ateşli iki kahramanı arasındaki muhabbet aynen şöyleydi: - Ben, şimdi sorsalar "Ordu mu, şeriat mı?" diye, nerden baksan orduyu tercih ederim yani. - Kardeşim bu memlekete şeriat gelmez ki. Gelebilemez. - Nerden biliyorsun? - Yahu bu memlekette Ermeni kültürü var, Rum kültürü var, Batı kültürü var. Gelmez şeriat. - Yüzeysel bakıyorsun olaya. - Arkadaş, bu memleket Osmanlı'da bile şeriatla yönetilmemiş, şimdi mi yönetilecek! - Yüzeyselsin. Geliyorlar işte. Ordu da geliyor ama. - Yahu arkadaş, sen nasıl orduyu istersin? - İstiyoruz demedik ki, birini seçmek zorunda kalsak ben ordu gelsin isterim. - Gelmez diyorum ben sana şeriat, o kadar işte. Demokrasi bir 'kokteyl' midir? Bu, son derece "derin" tahliller masası muhtemelen bugünlerde birçok yerde kuruluyor. Muhtemelen aynı derinlikte, ikiden seçmeli memleket vizyonları ortaya koyuluyor. Üçüncü bir seçenek yokmuş gibi, olamazmış gibi net ve kesin bir inançla insanlar helvalarını sıyıra sıyıra yiyor. Neden böyle peki? Üçüncü ve en doğru seçenek elbette laik, sosyal adalete dayanan bir demokrasi. Ve fakat demokrasi denen icat bizim memlekette halk masalarında istenebilecek kadar "avam" değil, daha "elit" bir durum. Tarihsel nedenleri var muhakkak. Ama bir nedeni de bugün demokrasinin algılanma biçimi. Demokrasi, Türkiye'nin batısında, büyük şehirlerde aydınların gittiği kokteyllerde konuşulan, o aydın bildirilerine ezberden okunan bir dua ismi gibi giren bir "şey". Demokrasi denince bugün Türkiye "ifade özgürlüğünü" anlıyor sadece. İnsan hakları denince de sadece ifade özgürlüğü anlaşılıyor. Oysa insan hakları dediniz mi ekonomik ve sosyal haklar da var. Aç kalmama hakkı, sağlık ve eğitim hakkı yani... Açların demokrasisi Aydınlar nicedir "eski solcu" durumuna düşmemek için bu sosyal ve ekonomik haklardan söz etmiyor. Düz söylersek, açlıktan, yoksulluktan söz edilmiyor insan hakları ve demokrasi çerçevesinde. Böyle olunca da demokrasi ve insan hakları sadece "tokların" ilgileneceği haklar haline geliyor. Memleketin Doğu'sunda ise demokrasi ve insan hakları geniş kitlelerce Kürt meselesinin gündeme taşınması için bir "araç" olarak görülüyor. Üstelik, en yoksul bölge olarak ekonomik ve sosyal haklar meselesi en çok orada gündeme gelmesi gerekirken. Ordu 'teminat' oldu mu? Kaldı ki o masalara ezberlettirilen ders gereği "ordu laikliğin teminatı", şeriat tehlikesine karşı tek güçlü kale. Oysa öyle mi diye kimse durup düşünmüyor. Zorunlu din derslerinin bu ülkeye darbeyle birlikte geldiğini bilmek, hatırlamak bile yeterliyken nasılsa bu "teminat ezberi" bir türlü bozulamıyor. Yapılacak bir tek şey var: Demokrasinin en çok yoksullara gereken bir şey olduğunu anlatmaya başlamak. İnsan hakları denen şeyin yoksul çocukların, zengin çocukları gibi yiyebilmesini, okuyabilmesini sağlamak için icat edilmiş bir şey olduğunu söylemek. Böylece bu memleketin yoksullarının, İslamcı örgütlenmelerin yardımlarıyla "kullaştırılmaktan" kurtulmaları, şeriat korkusuyla "darbe sevici" olmaları engellenebilir. Kaynak: http://www.milliyet.com.tr/2007/04/06/yazar/temelkuran.html Alıntı
Φ siyahx Gönderi tarihi: 7 Nisan , 2007 Gönderi tarihi: 7 Nisan , 2007 Ne ordu gelecek ne şeriat bu sadece halkı provoke etmek isteyenlerin *************************** Halkı orduya karşı soğutmak amacındalar ama ordu sağlam duruşunu bozmadı ve hiçbirşekilde müdahil olmayacağını belirtti ama bazı kesimler nedense özellikle chp hala orduyu tahrik etmeye çalışıyor.Bunun altında heralde uğrayacağı ağır hezimeti görmesi yatıyor.Ne yaparsa yapsın halkımızın büyük çoğunluğu bilinçli ve seçimlerde en güzel cevabı vereceklerdir onlara. Alıntı
Φ SOCRAT Gönderi tarihi: 7 Nisan , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 7 Nisan , 2007 Cevap nasıl ve ne yöntemlerle verileceğini bilemem ama... Bildiğim tek şey var... Bugün Ülkemizde bu iktidarın yapmaya çalıştığının çok iyi farkındayız... Yıpalan taktik, tamamıyle Humeyninin taktiğidir ve hedef te ayni hedeftir, Bu dersin alındığı yer de demokrasiyi kullanarak Humeyni zihniyetidir... Sonuç olarakparamparça bölünen, İnanılmaz çıkarların rol oynadığı Nurcu tarikatlarının zengin cemaat öncüleri, Maalesef ordu karşıtı rezilane planlarıyla da Türkiye’de İran benzeri bir molla cumhuriyeti kurmak istemektedir. Ülkemizin canı ve kalbi, Laik Cumhuriyet’in yılmaz ve son bekçisi TSK’nin, bu oyunlardan etkilenmemesi, yıpranmaması, hırpalanmaması için çok uyanık davranması gerekiyor... Yoksa çanların kimin için çaldığı bugünden görünmekte ve bu oyunu halk bilinci ve Atasına olan bağlılığı ile net cevabını verecektir... Alıntı
Φ siyahx Gönderi tarihi: 7 Nisan , 2007 Gönderi tarihi: 7 Nisan , 2007 Cevap nasıl ve ne yöntemlerle verileceğini bilemem ama...Bildiğim tek şey var... Bugün Ülkemizde bu iktidarın yapmaya çalıştığının çok iyi farkındayız... Yıpalan taktik, tamamıyle Humeyninin taktiğidir ve hedef te ayni hedeftir, Bu dersin alındığı yer de demokrasiyi kullanarak Humeyni zihniyetidir... Sonuç olarakparamparça bölünen, İnanılmaz çıkarların rol oynadığı Nurcu tarikatlarının zengin cemaat öncüleri, Maalesef ordu karşıtı rezilane planlarıyla da Türkiye’de İran benzeri bir molla cumhuriyeti kurmak istemektedir. Ülkemizin canı ve kalbi, Laik Cumhuriyet’in yılmaz ve son bekçisi TSK’nin, bu oyunlardan etkilenmemesi, yıpranmaması, hırpalanmaması için çok uyanık davranması gerekiyor... Yoksa çanların kimin için çaldığı bugünden görünmekte ve bu oyunu halk bilinci ve Atasına olan bağlılığı ile net cevabını verecektir... Sevgili socrat hangi gözlerle bakıpta görüyor ve bu sonuca ulaşıyorsunuz anlamadım.Ordu bile bir tehlikenin olmadığının farkında ama siz hala farkedemediniz. Şu an istediğiniz herşeyi özgürce yapıp savunmuyormusunuz tabikide yapıyosunuz ve hala şeriattan falan bahsediyorsunuz.Lütfen biraz daha gerçekçi olun olaylara tarafsız bir gözle bakmayı deneyin gerçekleri göreceksiniz. Alıntı
Φ suheda Gönderi tarihi: 7 Nisan , 2007 Gönderi tarihi: 7 Nisan , 2007 Şeriat mı gelsin, ordu mu? Bu nasıl bir soru aba altından sopa göstermek dedikleri şey bu olsa gerek,bu nasıl tehlikeli bir duruştur nasıl tehlikeli bir söylemdir. Neden şeriat gelicek?neden ordu gelicek ortada bu kadar vahim bir durummmu var?Beğenmediğimiz sürekli eleştirdiğimiz bu hükümetin diğer hükümetlerden farkı nedir ki bu söylemlere ihtiyaç duyuluyor?Ben söylemekten yoruldum artık,bütün siyasi partiler temelde farklı gözüksede bir birinin aynıdır,aynı olmak zorundadır bu ülkeyi hala iktidardaki siyasi partilerin yönettiğini idia eden varmı acaba???? Cevap nasıl ve ne yöntemlerle verileceğini bilemem ama...Bildiğim tek şey var... Bugün Ülkemizde bu iktidarın yapmaya çalıştığının çok iyi farkındayız... Yıpalan taktik, tamamıyle Humeyninin taktiğidir ve hedef te ayni hedeftir, Bu dersin alındığı yer de demokrasiyi kullanarak Humeyni zihniyetidir... Sonuç olarakparamparça bölünen, İnanılmaz çıkarların rol oynadığı Nurcu tarikatlarının zengin cemaat öncüleri, Maalesef ordu karşıtı rezilane planlarıyla da Türkiye’de İran benzeri bir molla cumhuriyeti kurmak istemektedir. Ülkemizin canı ve kalbi, Laik Cumhuriyet’in yılmaz ve son bekçisi TSK’nin, bu oyunlardan etkilenmemesi, yıpranmaması, hırpalanmaması için çok uyanık davranması gerekiyor... Yoksa çanların kimin için çaldığı bugünden görünmekte ve bu oyunu halk bilinci ve Atasına olan bağlılığı ile net cevabını verecektir... Peki sizin tavsiyeniz nedir Dipnot? Alıntı
Φ SOCRAT Gönderi tarihi: 7 Nisan , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 7 Nisan , 2007 Peki sizin tavsiyeniz nedir Dipnot? Sanıyorum bana sordunuz... Çok iyi biliyorum ki.. Din dipsiz bir kuyudur.. Ve Şunuda çok iyi biliyorum ki dini politikaya alet edenler çıkarları uğruna ve dinin daha da radikalleşmeye gebe olduğudur... Dolayısıyla şeriat asla ülkemize gelmemeli.. Gelme tehlikesi karısında ki bugün o tehlikeyi az da olsa görüyorum... Hiç tasvip etmesemde... Kesinlikle Ordu'dur... Alıntı
Φ Efendi Türkler Gönderi tarihi: 7 Nisan , 2007 Gönderi tarihi: 7 Nisan , 2007 SERIATLA YÖNETILMEYEN ÜLKE VARMI Benim Anlamadigim.,. ISLAM Aleminde Seriatla yönetilmeyen kac Ülke var.,.BELKiDE YOK GiBI ..,,.Oralarda Neler var Seriatla yönetilen Ülkeler Neden Ülkesini.,.Koruma cesaretini vede.,kalkinma.,.basarisini gösteremiyor.,Engel nedir Cesareti gösteremeyipte .,.genede Dini ic siyasete katip,..,ucuz yoldan yönetim tarzindanmi Seriatin kendisimi,.,yoksa bulundugu cografyada hedef oldugu icinmi.,. Gercekten sorunlar nerde basliyor,,Neden ve nicin Neden.., her konuda Din ön plana cikartiliyor bunun cikartilmasinda kendi Ülkelerin sucu yokmu .,.bunu encok ic siyasette kullananlar kim yapamadiklarinin yerine bir kilifmi Ariyorlar Dersiniz ÖYLEYSE BIZ TÜRK ULUSU OLARAK SAYGINLIGIMIZ,.bugüne kadar EN ÜST DÜZEYDEYDI Bugünü sormayin,.,Nasil yönetildigimizi., Bugün yavas yavas siritiyor,,öyleyse düne kadar Biz kimlerle bu basariya kavustuk,, Sirri nedir.,.Cünkü yilardir birtürlü SERIATTAN SIYRILAMADIKTA.,.!!!! Onun icin soruyorum.,??? Bizim basarimiz ATAMIZMI,, Ordumuzmu,., Tabii buda ilginc bir soru., Saygilar yamyam frankfurt Alıntı
Misafir aslan34 Gönderi tarihi: 7 Nisan , 2007 Gönderi tarihi: 7 Nisan , 2007 'şeriat'mi? ordu mu? nasıl bir şeriat ya da ordu tanımı? modern dünya, özgürlüklerin dünyası oldugunu söylüyoruz. bu bir kabul, geleneksel dindarların oldugu bir dünyada geleneksel modernlerde vardır. nedir modern dünya ; insanlıgın ulaştıgı en son evre. insanlık tarihinin en son halkası oldugumuz malum, bunu yadsımak ne mümkün. tamam da, hadi 'şeriat' denilen kavramsal çerçevenin sundugu hayat 'kötü', 'öcü' diyoruz. iyide modern dünyanın 'iyi' ve'olması gereken' oldugunun garantisi nedir. nedir yani 'modern dünyanın' üstelik demokrasi gibi bir sistemde kendisinin, yalnız kendisinin 'hakikat' olarak sunmasının dayanakları. modern düşüncenin ürettigi fikirlerin insanlıga ne kazandırdıgını ya da kaybetirdiklerinin neler oldugu alt alt sıralanmalı degil mi? Adaletli bir dünya mı sunuyor? hakça paylaşımı mı temel hedefi kılmış ? insanların kendi kendilereni yönetmesinin yolunu gerçekten açmış mı? insanoglu daha mı özgür? dahamı merhametli olduk sizce? dünya insanının refahı artmaktamıdır? daha az savaş, daha az vahşet mi yaşıyoruz? açlık ortadan mı kalktı? (halbuki bu medeniyetdir ki aç ülkeler yaratan) her gün durmadan yücelttigimiz kavramların bize vaadi nedir? insanlar nasıl bir 'medeniyetde' yaşadıgını bilmek zorundadırlar. bir insanın ortaya çıkıp benden başka dogru söyleyen yok demesi ne kadar absürtse, herhangi bir sistemin ortaya çıkıp benden başka herşeyin tarihi geçmiştir demesi de aynı absürtlüktür. degilse delili nedir? Hadi herşeyi bir kenara bırakalım ve bizim tanıdıgımız en demokratik ülkelerin hangisinde 'ordu' göreve diyecek tıynetde insanlar vardır, ordulardan medet umacak kim vardır. Avrupa 'ordu'ların siyaset üzerindeki gücünün acılarını çok çekti. Ülkemizdeki rejimin sahiplerinin en büyük çelişkisi, yıllardır milleti çagdaşlaştırmak için kendilerine seçtikleri 'yönlerinin' tam zıddı yerlere savrulmalarıdır. nevi şahsına münhasırlıgıda buradan gelir. Neden demokrasi mi ? ordu mu? diye sormuyorlar da 'şeriat'ı öne alıyorlar. 'üç duble rakı' için bir ülke bu kadar gerilmez ki? ordumu? şeriat mi? sanki iki kıytırık hareketle 'şeriat' gelirmiş gibi .... emin olun şeriat dedikleride, sarık, içkinin haramlıgı ve zinanın tabi, sakal bilemediniz cüpbe....bundan öte şeriat tanımlarıda yoktur. çogu sözde türk aydınının dilinden üç beş sloganı alın (laiklik, cumhuriyet, şeriat, dinci vb.), bakın bakalım artık düşünüp bir şeyler yazabiliyor mu?. hiç sanmıyorum. yıllardır aynıdır, çünkü vazifesi vardır. Alıntı
Φ sysylg Gönderi tarihi: 7 Nisan , 2007 Gönderi tarihi: 7 Nisan , 2007 hep kafamı karıştıran sorulardan birisi olmuştur.bu ülkede sosyolizmi savunanlarda rejim değiştirmek istiyorlar şeriati isteyenler de.fakat gelin görün ki birtek şeriat isteyenler ön plana çıkartılıyo.ikisi de rejime yönelik bir tehlike ise neden sadece şeriatçiler ön planda?çünkü nerde bir sosyalist varsa o atatürkçülük kisvesi altında kendini gösteriyor ve bu onu koruyor.işte çifte standartlar diyarı ülkem. Alıntı
Φ DİPNOT Gönderi tarihi: 7 Nisan , 2007 Gönderi tarihi: 7 Nisan , 2007 hep kafamı karıştıran sorulardan birisi olmuştur.bu ülkede sosyolizmi savunanlarda rejim değiştirmek istiyorlar şeriati isteyenler de.fakat gelin görün ki birtek şeriat isteyenler ön plana çıkartılıyo.ikisi de rejime yönelik bir tehlike ise neden sadece şeriatçiler ön planda?çünkü nerde bir sosyalist varsa o atatürkçülük kisvesi altında kendini gösteriyor ve bu onu koruyor.işte çifte standartlar diyarı ülkem. Biraz daha dikkatli düşünce belirtiyor olmuş olsan bunun sosyalizm değil kominizm olduğunu gayet iyi açıklayabilirdin... Ya da anlatmaya çalıştığın düşüncenın ise ne olduğunu anlayabilmenin temelinde de çifte standartlar ülkesinin tam merkezinde bulunduğunu en azından görebilirdin... Şerihat isteyenler humeyni maskesini, Sosyalizm isteyenler ise Atatürk maskesini kullanıyormuş... Her ikisinden birini terci edin derseler... Ben sosyalizme yakın bir rejim meydana getiren Atatürk'ü terci ederdim... En azından emperyalizme karşı vermiş olduğu mücadele bile takdire şayan... Kalın sağlıcakla... Alıntı
Misafir gelincik Gönderi tarihi: 8 Nisan , 2007 Gönderi tarihi: 8 Nisan , 2007 İkisine de hayır diyorum.Şeriatla ilgili konularda birçok başlıkta çeşitli şeyler yazıldı .Bu yüzden son zamanlarda özellikle düşünülen asker konusu üzerinde bir şeyler yazmak istiyorum. 27 Mayıs 1960 süreci ile başlayan askeri darbeler bu ülkeye ne kazandırdı.ne kaybettirdi öncelikle bunların tahlilini yapmak gerekir. 1960 darbesi yapıldı bunun sonucunda 3 lider asıldı ancak sonradan demokrat partinin devamı olan AP iktidara geldi. 1962-63 te iki darbe girişimi başarısız oldu ve sorumluları idam edildi. 1971 yılına gelindiğin de amaç kardeş kavgasını önlemek olarak açıklansa da aslında çok daha büyük kardeş kavgalarına zemin hazırlanıp nerdeyse ülke bir iç savaşın eşiğine getirildi. 12Eylüle gelindiğinde ise amaç bu kaosun engellenmesi olarak gösterilse de şeriatçı düzenin oluşturulması yönünde atılmış başarılı bir adımdır aslında . 1997 yılına gelindiğinde ise Tansu Çİllerin desteği ile iktidara taşınan islamcı oluşum ve ardından bu oluşumu pasifise etmek amacıyla yapılan 28 şubat süreci.Temelde islamcı oluşumlara dur demek olan bu süreç (ya da bize öyle yutturulan) 5 yıl sonra islamcı bir partinin iktidara gelmesini engellememiş ve bugün tartıştığımız nokta ise Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olsun mu olmasın mı ? Cumhuriyetimize sahip çıkalım mitingler düzenleyelim noktasıdır. Şimdi buradan şu sonuçları çıkarmak mümkün .-Askeri darbeler kime ve neye hizmet etmişlerdir? . -Bize ezberletilen şeyleri korumak adına yapılan bu askeri darbeler aslında başka amaçlar mı taşıyorlardı? - Belki bazı arkadaşlar bu konuda bana kızacaklardır ama kendimi bunu söylemek zorunda hissediyorum.Şu an mitingler yaparak cumhuriyeti koruma sevdasına düşen aydın arkadaşlar bütün bunlar olurken uyudukları ve halkı bilinçlendirmedikleri için hiç vicdan azabı duyuyorlar mı ve bu konuda kendilerine çıkarttıkları sorumluluk payı nedir? -Bir ülkenin aydını bile bütün bunlar olurken uyuyor ise ne yapmak gerekmektedir.Yoksa bana sorarsanız" ordu derim"diyenler gibi yine bizim dışımızda kotarılan ,pişirilen ve yememiz gerektiği bilinci aşılanan insanlar olarak "ordu gelsin " mi demeliyiz. Alıntı
Φ sysylg Gönderi tarihi: 8 Nisan , 2007 Gönderi tarihi: 8 Nisan , 2007 Biraz daha dikkatli düşünce belirtiyor olmuş olsan bunun sosyalizm değil kominizm olduğunu gayet iyi açıklayabilirdin...Ya da anlatmaya çalıştığın düşüncenın ise ne olduğunu anlayabilmenin temelinde de çifte standartlar ülkesinin tam merkezinde bulunduğunu en azından görebilirdin... Şerihat isteyenler humeyni maskesini, Sosyalizm isteyenler ise Atatürk maskesini kullanıyormuş... Her ikisinden birini terci edin derseler... Ben sosyalizme yakın bir rejim meydana getiren Atatürk'ü terci ederdim... En azından emperyalizme karşı vermiş olduğu mücadele bile takdire şayan... Kalın sağlıcakla... merak etmeyin komünizm mi sosyalizm mi olduğunu iyi biliiyorum.sosyalizm komünizmin bir alt evresidir.sosyalizm isteyenler atatürk maskesini kullanınca haklı durunma geliyor bu ne kadar saçma bişeydir.ben sizin kendi görüşünüzü sormadım ayrıca bir seçim yapın deseler bende ŞERİAT ı isterdim çünkü müslümanım.ayrıca emparyilizme şeriatçilerin destek verdiğini de nerden çıkardınız?ayrıca atatürk şeriatçilerle birlikte emperyalizme destek vermiştir Alıntı
Φ DİPNOT Gönderi tarihi: 8 Nisan , 2007 Gönderi tarihi: 8 Nisan , 2007 bir seçim yapın deseler bende ŞERİAT ı isterdim çünkü müslümanım.ayrıca emparyilizme şeriatçilerin destek verdiğini de nerden çıkardınız?ayrıca atatürk şeriatçilerle birlikte emperyalizme destek vermiştir ADIM ADIM ŞERİAT... (YORUMSUZ) 1) Önce küçücük bireysel özgürlüklerimizi ayaklar altına aldılar. Günlük yasantimizda ayirtina bile aramadigimiz o kücücük özgürlüklerimizi cignediler. "Mümin kadını başını örter" dediler, "birer eşarp örteriz" diye düşündü pek çok kisi. Ne çıkardı bundan? Eğreti birer eşarp örtüveriyorlardı sokağa çıkarken. 2) Üç - bes gün, belki birkaç hafta böyle geçti. Alışmıştı pek çok kişi. Ancak, unuttuklari bir nokta vardı, vidayi yavaş yavaş, diş diş sıkarlar, çekiçle çakmazlar! Birkac molla fetva verdi bir gün, "kısa kollu giysiler mümin kadınlar için uygun değildir!" dileyen uydu, dilemeyen kısa kollu giysilerini yine giymeyi sürdürdü.... Ancak, sadece birkac gün. 3) Sokaklarda yüzlerine, kollarına kezzap atılınca, yüzlerini tükürülüp saçlarından yerlerde sürüklenince, onlar da fetvaya uymak zorunda kaldilar. 4) Gün geldi, giysilerinin üzerine bir de manto giymekle yükümlü kılındı. 9 yaşını geçmis erişkin (!) tüm kadınlar (!) yine de bir seçenek daha tanınmıştı onlara: kara çarşaf..... Doğaldır ki artık başörtüleri eğreti takılamazdı. Saçının bir tek teli bile görünmemeliydi. Hem, daha gecenlerde İran Radyo-TV Kurumu Baskani Ghodbzadeh (Kurtbzade) dememis miydi "kadınların saçlarındaki ışıltı, insanda sehevi duygular uyandirir" diye. 5) Bundan böyle dogum günü partilerinde, dügünlerde kadın - erkek bir arada eglenmek haram, böyle fesat yuvası haline gelen evleri basmak, caizdi. Ruhani lider de buna uygun olarak "aglayiniz, aglayiniz ki günahlarınızdan arınasınız. Ağlamak imaninizi tazeler" demisti bir gün. (Bir an Fethullah Hoca efendinin (!) ayni tümceyi kullandigini animsadim da .....). 6) Özgürlükleri küçücüktü, minicikti, güçsüz ve çelimsizdi. Bir gün avuçlarının içinden kayıp yitince ayırtına varıyorlardı değerinin. 7) Hıncahınc dolu bir stadyumda kaybolan minik cocuklar gibi ayaklar altinda eziliyor, yobazligin pencelerinde can veriyordu. 8) Tek tek, sessizce yok edildiler. Sabah işyerine gidip, bir daha evlerine dönemediler. 9) Vedalaşma şanslari bile olmamıştı sevdikleriyle, kardeşleri, anası, babası, ya da eşiyle. Yarının koynundan koparıldı yine pek çoğu, bir gece vakti. Onlar bir daha asla evlerini göremediler. 10) Yüzler, binler, onbinler bir sabah ezanında kursuna dizildiler. Evin zindanlarindan çıkan kamyonların kasalarına üst-üste yığıldılar. En altta kalın süngerler döşeliydi, kanlar yollara sızmasın, yolları kirletmesin diye. Hepsi birbirinin sevgilisiydiler, kimi ana-babasinin, kimi yavrusunun, kimi yavuklusunun..... 11) Bir sabah "Lanetabad"a sessizce gömüldüler. "İktidara kanlı mı girecegiz, yoksa kansız mi?...." diyenler bunları çok iyi bilirler, hesapları bunun üzerinedir. 12) Bağımsızlık-özgürlük söylemleri ile yürüdüler, demokrasi istiyoruz diyerek geldiler. 13) Sol’ dan bu söylemlerle geniş bir destek aldılar. Ancak, Şah devrilince önce demokrasinin üzerine yürüdüler. 14) Daha yeni yeni filizlenen demokrasi çiçeğini eze eze, yok ettiler. 15) Öyle ya demokrasiye iktidara gelinceye kadar gereksinmeleri vardi. İktidara gelince demokrasi ayak bağı olacaktı. 16) Düne kadar, yanlışlıkla ayaklarına bassanız, demakrasi diye feryat eden mollalar, iktidara gelince demokrasinin ne kadar gereksiz oldugunu, din devletinde yeri olmadığını şıp diye kavradılar. 17) "Düşünce ayrılığı olamaz, biz hepimiz hizbullah (Allahın partisi) üyesiyiz" diyerek konuyu netlestirdiler. Sanki ana babasına sırtını dönen bir arsız evlat gibi, bir kaşık suda degil, demokrasiyi kan gözyaslarinda bogdular. 18) Bitmedi, bir gün geldi rejim aleyhinde konutan kitilerin ihbar edilmesi istendi Radyo-TV'lerden. Sizlerin de henüz belleklerinde olan "sayin muhbir vatandaslar" türü bildirilerle. 19) Baktılar yine de bitiremiyorlar, özgürlük isteyen sesleri çabucak boğamıyorlar, bir fetva patladi kulaklarda. Atom bombasi gibi bir yikici gücle.....: "Küfr içinde olanın katli -kaçarken, sırtı dönükte olsa, yaralı, hasta döşeğinde de olsa, hatta aman bile dilese- vaciptir." 20) Kisisel anlasmazlik sonucu bir arkadasini bicaklayarak öldüren o igrenc yaratigin savunmasina tanik oldum "rehberimize, ruhullaha küfedince dayanamadim, beni tahrik etti." 21) Sonuç: bir madalya takmadiklari kaldi o igrenc yaratiga (Sivas'ta yakilan canlarimizi ve sonrasi gelisen olaylari animsadiginizdan eminim). 22) Öyle ya öldürülen zaten rejim taraftarı değildi, oysa öldüren devrim muhafızıydı. Tanrının temsilcisine küfreden, tanrıya küfretmiş olmaz mı? Buyurun size bir tahrik nedeni. Emin olun ne bu anlattığım olay ilkti, ne de Sivas son olacak. Yobazlar her zaman bir tahrik nedeni bulacaklar. Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 9 Nisan , 2007 Gönderi tarihi: 9 Nisan , 2007 Durum bu kadar vahim olduğuna göre, anti-demokrasinin dibini bulalım bari... Ordu yönetime el koyarak şeriat devletini kursun... Ne o ne bu hem o hem bu oldu hem de harika oldu, kimseyi dışarda bırakmadık. Şakayla karışık bu yönetim demokrasiye daha mı uygundur nedir? Yani bizim demokrasimize... Alıntı
Misafir aslan34 Gönderi tarihi: 9 Nisan , 2007 Gönderi tarihi: 9 Nisan , 2007 Akif 'in komitacılara karşı Asım'ın nesline verdiği öğütler. Anayasal düzeni ve demokrasiyi koruması gereken kurumların, meşruiyet anlayışından uzak cuntacı ve komitacı anlayışı, bu işin sivil ayağını da tahrik ediyor. Tarih, ibret alınmadığı için tekerrür ediyor Tarih, ibret alınmadığı için tekerrür ediyor. Toplumsal meseleler karşısında kanun yolu dışına çıkılarak, sokakta ve şiddet marifetiyle çözüm arayışına girilmesi şeklindeki komitacılık, cuntacılık eski bir hastalıktır. Geçtiğimiz günlerde Sultan Abdülaziz'in ortaya çıkan kanlı gömleğiyle Türkiye'deki ilk darbe örneği olan hadise yeniden hatırlandı. Bu darbeden ders alınmadığından ordu, yeniden “kazan kaldırdığı” için söndürülen Yeniçeri Ocağı'na döndü. Siyasete karışan subaylar ve onların komitacılıkları yüzünden hem II. Meşrutiyet'te kazanılan hürriyet hem de Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı, gitti. 14 Mayıs 1950'de başarıya ulaşan çok partili demokratik hayatımız da, ordudaki cuntalar yüzünden 27 Mayıs darbesiyle son buldu. Başbakan Menderes ile bakanlar Zorlu ve Polatkan'ın alçakça katledilmeleri, milli vicdanda hâlâ kanayan bir yaradır. 27 Mayıs'tan sonra ordudaki cuntacı ve komitacı hizipleşmeler ise hâlâ demokrasiyi tehdit ediyor. 28 Şubat rezaletine ilişkin tartışmaları görüyoruz. 28 Şubat işi, siyasî kısmıyla bırakmayarak toplumsal kutuplaşmayı arttırmak için milli ve manevi değerlere fütursuzca saldırmayı da iş edinmişti. Bu cümleden olarak İstiklal Marşımız'ın yazarı ve Türkiye'deki hemen her görüşün üzerinde ittifak ettiği bir sembol olan Mehmet Akif Ersoy'a da saldırılmıştı. Üstelik üzerinde İstiklal Marşı'nın ithaf edildiği “kahraman ordumuza” ait üniforma olan bir general tarafından. Bu hususta, şimdiye kadar Türk milletinden ve Akif'in aziz ruhundan “kurumsal” olarak özür dilenmemiş olması ve telafi edecek hiçbir hamlenin yapılmaması ayıbı büyütmektedir. “Kurumsal” görüş bildirmekte oldukça cömert olanların, bu konudaki suskunluklarını bilhassa kaydetmeliyiz. Bu vesileyle Akif'in komitacılık karşısında Asım'ın nesline verdiği öğütleri hatırla(t)mak, ona hakarete yeltenenlere en güzel cevap olacaktır. ÇANAKKALE'NİN SEBEBİ İTTİHATÇI CUNTADIR 12 Mart'ta kabul edilişinin yıldönümü kutlanan İstiklal Marşı'nın müellifinin, İstiklal Marşı'nın dışarıya karşı bağımsızlığının yanısıra, içeride de özgürlükçü bir nizam taraftarı olduğunun bu şekilde yeniden vurgulanması elzemdir. Keza 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi dolayısıyla yaşanan kutlamalarda, Osmanlı'nın Birinci Dünya Savaşı'na niçin ve nasıl katıldığının sorgulanmaması, Çanakkale'ye giden yolu hazırlayan 1913 İttihatçı cuntasının unutulması Türkiye'nin Akif'i, Çanakkale'yi yeniden ve başka bir çerçevede düşünmesi “farz” haline getiriyor. Bu “akıl tutulması”ndan kurtulmak, şehitlere ve onların ahfadı olan vatandaşlarımıza yapabileceğimiz en büyük hizmet olacaktır. Çanakkale deyince cuntadan bahsetmemek ise, Asım'ın yeni nesline hikayeyi eksik anlatmak olacaktır. Anayasal düzeni ve demokrasiyi koruması gereken kurumların, meşruiyet anlayışından uzak cuntacı ve komitacı anlayışı, bu işin sivil ayağını da tahrik ediyor. Son günlerdeki çeteler ve Hrant Dink cinayeti işin kesbettiği vahameti gösteriyor. Türkiye, bu komitacılık anlayışından demokrasi, hukuk ve kamu düzeninin bozulması bakımından ciddi zararlar görmüştür. Toplumsal meselelerin gerçekçi tasvirini ve tenkidini yapan Mehmet Akif Ersoy'un yaşadığı devrin bu temel meselesini ihmal etmesi düşünülemezdi. Nitekim Mehmed Akif Ersoy, Safahat'ın altıncı kitabında İkinci Meşrutiyet'ten Birinci Cihan Harbi'nin sonuna kadar olan dönemi anlatır. Bu dönem, Akif'in hiç sevmediği II. Abdülhamid istibdadını takip eden hürriyet atmosferinin, fırkacılık, komitacılık ve cuntacılık yüzünden ortadan kalkmasının hikayesidir. Balkan Harbi'yle başlayan on yıllık savaşta, Osmanlı İmparatorluğu da dağılacaktır. Akif, gerçekçi toplumsal tasviriyle bu dönemin oldukça sert eleştirisini yapacaktır. Eski nesilden ümidini kesmiştir. Yeni nesli ise Asım'ın nesli temsil etmektedir. Bu yüzden Akif'in tasvir ve tenkidi, Asım'ın nesline yönelir. Asım'ın nesli, biraz da genç İttihatçılardır. Müthiş bir dinamizmle sağa sola hücum eden bu nesil, kendine de cemiyete zarar vermektedir. İyi niyet yetmemektedir. Bir tür komitacılıkla toplumsal meseleleri düzelteceğini zanneden Asım ve nesli çıkmaz bir yola girmiştir. Bir başka deyişle Akif'in de eleştirdiği rezail-i içtimaiye karşı yönelen bu reaksiyon, onun kadar büyük bir rezail-i siyasiye yaratmıştır. Rezail-i içtimaiye karşı efelik, güzel görünse de çözüm getirmeyecektir: “-Efelik, çok güzel amma, sonu çıkmaz bu yolun” Asım çıkmaz bir yola girmenin ötesinde, kendisine de zarar verecektir: “-Asım, bana bak! / Yol yakınken geri dön, nafile çıkmaz bu sokak, / Koşuyorsun, be çocuk, çarpacak alnın duvara, / Dağılır sonra kafan, etme, çekil bir kenara.” Sonra Asım'ın yaptığı efelikler, rezail-i içtimaiyeyle beraber sıralanır: “Sen o meyhaneyi basmakla mükellef miydinı / Ya kumarbazları mânâsı nedir tehdidinı / Toplanıp cümbüş ederken elin evladı, gece, / Hangi bir hakla gidip hepsini dövdün deliceı / Nara atmış gibi sarhoşları tut sen, kovala... / Bari git bekçi yazıl, aylık alırsın, budala! / Niye cebren ayırırsın kocasından kadınıı / Komşular, baksana, “kel kahya” komuşlar adını!” Asım mücadelesinde tamamen haksız değildir... Cemiyette sahiden rahatsız olunacak meseleler, hastalıklar vardır. Lakin mücadelenin yolu, efelik değildir. Kanun dışında bir güç aranması cemiyeti, millet olmaktan sürü haline getirir. Akılla kanunla değil hisle hareket edilirse, memleketin kurtarılması bir yana batmasına yol açılacaktır. Bu yola tevessül eden hükümet de, yer altına çekilecek, meşruiyet krizine girecektir. “Biz , Asım, ne şunun yumruğu lazım, ne bunun, / Birinin pençesi ister yalınız. Kanunun. / Ver bütün kudreti kaanuna ki vahdet yürüsün... / Yoksa millet değil, ancak dağınık bir sürüsün!.. / Memleket zaten, ayol, baksana: allak bullak, / Sen de hissinle yürürsen batırırsın mutlak. / Ya kuzum, zaptiye ruhuyla hükümet sürenin, / Yeri altındadır, üstünde değil kürenin!” Asım'ın nesli, bu tür efelikler yerine cephede savaşırken şehit düşse, ana babalar bunu kabul edebilirler. Zaten Akif'in Çanakkale şehitleri için yazdığı o anıtvari şiir de, bu bağlamda yazılmıştır. Akif aynı zamanda Çanakkale'deki bu sarsılmayan imanı, milletin köklerine, Mecnun'un Leyla'sı gibi gördüğü yarınına umudun bir karinesi olarak görmektedir. O yüzden asla “Korkma”yacaktır. Bu onun aynı zamanda gayri meşru yollara ve ümitsizliğe kapıları kapayışıdır. Fakat efelik yolunda ölür veya öldürülürlerse, aileler bunu nasıl kabul edebilirı “Hem gazâ, hem de şehadet, ne saadet bu!” derim / Ciğerim yansa da söndürmek için cehd ederim. / Ama “kaatil” deseler oğlumu, yahut “maktul”, / O zaman işte benim akıbetim pek meçhul.” Akif de toplumsal meseleleri çözmek için radikal bir yol aramakta, “inkılap” istemektedir. Mamafih onun inkılap anlayışı, efelik, Babıali basmak ve adam asmak değildir. İttihatçı komitacılığın yaptığı bu yanlışları tasvip etmediğini açıkça söyleyen Akif, Asım neslini de bu yanlıştan kurtarmak ister. Onları siyaset ve savaş yüzünden tamamlayamadıkları tahsillerini tamamlamaya çağırır... KOMİTACILIK DEĞİL İNKILÂP “İnkılab istiyorum, ben de, fakat, Abdu gibi.../ Yoksa, ellerde kör alet efeler tertibi, Babıali'leri basmak, adam asmakla değil. / Çek bu işten bütün ihvanını kendin de çekil. / Gezmeyin ortada, oğlum sokulun bir sapaya, / Varsa imkanı, yarın avdet edin Avrupa'ya” Milleti ve memleketin geleceği için eğitimini tamamlaması gereken Asım'ın nesli, medeniyeti ihtiva eden marifet ve ahlakı ihtiva eden faziletle mücehhez olmalıdır: “Hadi tahsilini ikmale tez elden, hadi sen! / Çünkü milletlerin ikbali için, evladım, Ma'rifet, bir de fazilet...İki kudret lazım.” Bunun için Asım'ın nesli derhal eğitimini tamamlamalı ve yurda dönmelidir. “Bir gün evvel gidiniz, bir saat evvel dönünüz! / Şark'ın âgûşu açıktır o zaman işte size; / O zaman varmanın imkanı olur gayenize; / O zaman dinlerim artık seni, Asım, bol bol... -Yarın akşam gideriz. / - Öyle miı Berhudar ol.” Mehmet Akif, İkinci Meşrutiyet'te büyük ümitlerle başlayan hürriyet döneminin komitacılık yüzünden sona ermesini, kanun ve ilim yolundan sapılmasının getirdiği yeni istibdatı, toplumda her alanda ortaya çıkan yoksulluğu ve yeni neslin bu yolda heder olmasını eleştirir. Asım'ın nesline meselelerin kanun yolu dışında çözülemeyeceğini, vurdu kırdılı kolay çözümlerin mümkün olmadığını, inkılabın ancak marifet ve fazilet kazanmanın yolu olan eğitimle gerçekleşebileceğini anlatır. Asım'ın neslini cephelerde perişan eden ve tahsillerini yarım bıraktıran süreç, 1913'te Mahmut Şevket Paşa'nın katlini takiben 1913 İttihatçı cuntasının iktidara gelmesiyle başlayacaktır. Bir sene içinde parlamentoyu bırakın, hükümete bile sormadan Birinci Dünya Savaşı'na girme faciasına ve sorumsuzluğuna imza atanlar, Çanakkale, Sarıkamış ve daha birçok cephede Asım'ın neslinin yok oluşuna yol açacaklardır. Bu itibarla bugün Akif'in Çanakkale Destanı'nı okuyanlar, komitacılığı ve cuntayı hicvini de okumalılar... Çünkü Akif tarih tekerrür etmesin diye, ders almak için Safahat'ı yazmış, sebep-sonuç ilişkileri kurarak analitik bir bütünlük ortaya koymuştur. Yoksa Akif, bir hamasetin şairi değildir. Çanakkale'deki şehitlerden bahsedenler, Türkiye'yi bu felaketlere sürükleyen cuntadan bahsetmiyorlarsa ne tarihten ders alınmış ne de Safahat tam okunmuştur. İstiklal Marşı'nın yazarı Mehmet Akif, yeniden bir İstiklal Harbi yaşanmaması için istikbal neslini bu şekilde uyarır. Son dönemlerdeki hadiseler, bize, Akif'in ne kadar haklı olduğunu yeniden hatırlatıyor. Akif'in geçmişte rezail-i içtimaiye karşı yaptığı mücadelenin bugün bilhassa rezail-i siyasiyenin bir şubesi olan komitacılara karşı yürütülmesi gerekiyor. Siyasî ihtirasları için İstiklal Marşı'nın yazarına dahi dil uzatabilen komitacıların ismi bugün hatırlanmazken, Mehmet Akif'in “temiz -Tahir” ismi yurdumuzdaki sönmeyen ocaklarda ebediyen anılacaktır. Siyaset Bilimci DR. MURAT YILMAZ Alıntı
Φ Efendi Türkler Gönderi tarihi: 9 Nisan , 2007 Gönderi tarihi: 9 Nisan , 2007 ORDU CÖP ATARMI Koskocaman Ortadoguyu ,,Seriatla karanliklara gömülen Halkimi mafvediyor,.,!!! Yoksa Ordusumu.,., Dünyada en kötüsü.,.,Halkin kendisi.,,evinin önüne,.,.Cöp Atmasi Sanki birileri gelip o cöpü yok edecek.,,veya buharlasip yok olacak cünkü O Cöpün Dogada nasil bir islem gördügünü Hic bir zaman,da ögrenemeyecek Bilime dogaya inanmadigi Müddetce Saygilar yamyam frankfurt Alıntı
Φ Efendi Türkler Gönderi tarihi: 9 Nisan , 2007 Gönderi tarihi: 9 Nisan , 2007 ADIM ADIM ŞERİAT... (YORUMSUZ)1) Önce küçücük bireysel özgürlüklerimizi ayaklar altına aldılar. Günlük yasantimizda ayirtina bile aramadigimiz o kücücük özgürlüklerimizi cignediler. "Mümin kadını başını örter" dediler, "birer eşarp örteriz" diye düşündü pek çok kisi. Ne çıkardı bundan? Eğreti birer eşarp örtüveriyorlardı sokağa çıkarken. 2) Üç - bes gün, belki birkaç hafta böyle geçti. Alışmıştı pek çok kişi. Ancak, unuttuklari bir nokta vardı, vidayi yavaş yavaş, diş diş sıkarlar, çekiçle çakmazlar! Birkac molla fetva verdi bir gün, "kısa kollu giysiler mümin kadınlar için uygun değildir!" dileyen uydu, dilemeyen kısa kollu giysilerini yine giymeyi sürdürdü.... Ancak, sadece birkac gün. 3) Sokaklarda yüzlerine, kollarına kezzap atılınca, yüzlerini tükürülüp saçlarından yerlerde sürüklenince, onlar da fetvaya uymak zorunda kaldilar. 4) Gün geldi, giysilerinin üzerine bir de manto giymekle yükümlü kılındı. 9 yaşını geçmis erişkin (!) tüm kadınlar (!) yine de bir seçenek daha tanınmıştı onlara: kara çarşaf..... Doğaldır ki artık başörtüleri eğreti takılamazdı. Saçının bir tek teli bile görünmemeliydi. Hem, daha gecenlerde İran Radyo-TV Kurumu Baskani Ghodbzadeh (Kurtbzade) dememis miydi "kadınların saçlarındaki ışıltı, insanda sehevi duygular uyandirir" diye. 5) Bundan böyle dogum günü partilerinde, dügünlerde kadın - erkek bir arada eglenmek haram, böyle fesat yuvası haline gelen evleri basmak, caizdi. Ruhani lider de buna uygun olarak "aglayiniz, aglayiniz ki günahlarınızdan arınasınız. Ağlamak imaninizi tazeler" demisti bir gün. (Bir an Fethullah Hoca efendinin (!) ayni tümceyi kullandigini animsadim da .....). 6) Özgürlükleri küçücüktü, minicikti, güçsüz ve çelimsizdi. Bir gün avuçlarının içinden kayıp yitince ayırtına varıyorlardı değerinin. 7) Hıncahınc dolu bir stadyumda kaybolan minik cocuklar gibi ayaklar altinda eziliyor, yobazligin pencelerinde can veriyordu. 8) Tek tek, sessizce yok edildiler. Sabah işyerine gidip, bir daha evlerine dönemediler. 9) Vedalaşma şanslari bile olmamıştı sevdikleriyle, kardeşleri, anası, babası, ya da eşiyle. Yarının koynundan koparıldı yine pek çoğu, bir gece vakti. Onlar bir daha asla evlerini göremediler. 10) Yüzler, binler, onbinler bir sabah ezanında kursuna dizildiler. Evin zindanlarindan çıkan kamyonların kasalarına üst-üste yığıldılar. En altta kalın süngerler döşeliydi, kanlar yollara sızmasın, yolları kirletmesin diye. Hepsi birbirinin sevgilisiydiler, kimi ana-babasinin, kimi yavrusunun, kimi yavuklusunun..... 11) Bir sabah "Lanetabad"a sessizce gömüldüler. "İktidara kanlı mı girecegiz, yoksa kansız mi?...." diyenler bunları çok iyi bilirler, hesapları bunun üzerinedir. 12) Bağımsızlık-özgürlük söylemleri ile yürüdüler, demokrasi istiyoruz diyerek geldiler. 13) Sol’ dan bu söylemlerle geniş bir destek aldılar. Ancak, Şah devrilince önce demokrasinin üzerine yürüdüler. 14) Daha yeni yeni filizlenen demokrasi çiçeğini eze eze, yok ettiler. 15) Öyle ya demokrasiye iktidara gelinceye kadar gereksinmeleri vardi. İktidara gelince demokrasi ayak bağı olacaktı. 16) Düne kadar, yanlışlıkla ayaklarına bassanız, demakrasi diye feryat eden mollalar, iktidara gelince demokrasinin ne kadar gereksiz oldugunu, din devletinde yeri olmadığını şıp diye kavradılar. 17) "Düşünce ayrılığı olamaz, biz hepimiz hizbullah (Allahın partisi) üyesiyiz" diyerek konuyu netlestirdiler. Sanki ana babasına sırtını dönen bir arsız evlat gibi, bir kaşık suda degil, demokrasiyi kan gözyaslarinda bogdular. 18) Bitmedi, bir gün geldi rejim aleyhinde konutan kitilerin ihbar edilmesi istendi Radyo-TV'lerden. Sizlerin de henüz belleklerinde olan "sayin muhbir vatandaslar" türü bildirilerle. 19) Baktılar yine de bitiremiyorlar, özgürlük isteyen sesleri çabucak boğamıyorlar, bir fetva patladi kulaklarda. Atom bombasi gibi bir yikici gücle.....: "Küfr içinde olanın katli -kaçarken, sırtı dönükte olsa, yaralı, hasta döşeğinde de olsa, hatta aman bile dilese- vaciptir." 20) Kisisel anlasmazlik sonucu bir arkadasini bicaklayarak öldüren o igrenc yaratigin savunmasina tanik oldum "rehberimize, ruhullaha küfedince dayanamadim, beni tahrik etti." 21) Sonuç: bir madalya takmadiklari kaldi o igrenc yaratiga (Sivas'ta yakilan canlarimizi ve sonrasi gelisen olaylari animsadiginizdan eminim). 22) Öyle ya öldürülen zaten rejim taraftarı değildi, oysa öldüren devrim muhafızıydı. Tanrının temsilcisine küfreden, tanrıya küfretmiş olmaz mı? Buyurun size bir tahrik nedeni. Emin olun ne bu anlattığım olay ilkti, ne de Sivas son olacak. Yobazlar her zaman bir tahrik nedeni bulacaklar. Alıntı
Φ --doğan-- Gönderi tarihi: 13 Nisan , 2007 Gönderi tarihi: 13 Nisan , 2007 pardon da şeriatı kim getiriyo Türkiye laik bi devlet hiç kimsenin böyle bir şeye niyetide yok görmek istediğiniz gibi görüyosunuz hatta siz bile inanmıyosunuz Alıntı
Φ NewYorkTaner Gönderi tarihi: 13 Nisan , 2007 Gönderi tarihi: 13 Nisan , 2007 Ne seriat gelsin ne de ordu. Demokrasi gelse nasil olur. Bu ulke zaten asirlardir hic gormedi Demokrasi denen sistemi. Hala en kucuk seyde ordu herseye karisiyor. Lutfen artik bu u lke halkini kendisi yonetsin. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.