Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

EN ATATÜRK'ÇÜ VE EN LAİK ÜLKE "SUUDİ ARABİSTAN"... (İnanmıyorsunuz değilmi..?... -Biz mi en çok dini istismar ediyoruz, yoksa Araplar mı?...-)


DİPNOT

Önerilen İletiler

“En Atatürkçü Ve En Laik Devlet Suudi Arabistan!..."

:) (*1)

Körfez’e bağlı Alihocalar köyünde bir yatıra iki yumurta konulunca, çocuğu olmayan kadınların çocuğunun olacağına inanılıyormuş... Kısırlık tedavisi, tüp bebek falan hikaye yani... Yatırlardan, türbelerden; ölülerden medet ummak…

Bu durum, hala cahiliye döneminden kurtulamadığımızın da bir göstergesi.

Fazla söze gerek yok.

İşte yazı. Birçok şeyi anlatıyor…

Tabi anlamak istemeyenler için bu aşamada yapacak bir şey yok.

 

•••

1-) Suudi Arabistan’da türbe, yatır yoktur, yasaktır. Bunlar olmayınca doğal olarak ziyaretleri de yoktur. Ramazan aylarında sözde yatırlara kısmeti açılsın diye genç kızlar, sağlığı için dua edenler, dallara ağaçlara bez bağlayanlar gibi ilkel görüntüler de yoktur. Böyle davranışlar gericilik, “Cahiliye” devrinden kalma putperestlik addedilir.

 

2-) Suudi Arabistan’da Peygamberimize ait olduğu söylenen Sakal-ı Şerif, Hırka-i Şerif, Dendan-ı Şerif gibi ziyaretler yoktur.

Böyle davranışlar gericilik ve şirk (Allah’a ortaklık) addedilir.

 

3-) Suudi Arabistan’da imam, müezzin gibi din görevlileri ülkemizdeki gibi devlet memuru statüsünde değillerdir, devlet bütçesinden bu kişilere maaş ödenmez. Allah için yapılan görevin karşılığında para almak ayıp sayılır ve yasaktır.

 

4-) Suudi Arabistan’da biri çıkıp da “Medyum” olduğunu iddia ederse, o kişinin kellesi hemen gider. Medyumlar Türkiye’de açık oturumlarda konuşuyor, sözde şifa (!) dağıtıyorlar. Gazetelerde sütunları var...

 

5-) Suudi Arabistan’da Nakşilik, Nurculuk, Fethullahçılık vs. gibi Atatürk’ün ölümünden sonra zuhur eden tarikatlar da yoktur, onların şeyhleri de, müritleri de... Cemaatleri de… Neden bu tarikatların şeyhlerinin biri bile o şeriat ülkesine gidip de yerleşmez ?... Yerleşmez değil, hatta oraya hiç uğramamışlardır?

Yoksa kelle korkusu mu?...

 

6-) Suudi Arabistan’da Kız İmam Hatip Lisesi yoktur. Bu, komik bulunur, çünkü İslamiyet’te kadından imam olmaz.

 

7-) Suudi Arabistan’da nazar boncuğu, okunmuş su, nazara karşı geyik boynuzu, üzerlik vs. gibi şeyler de gericilik ve şirk addedilir, yasaktır.

 

8-)Suudi Arabistan’da Cami gibi ibadet yeri kompleksleri altında, bünyesinde market, dükkan vs. bulunamaz. Dinin ticarete alet edilmesi sayılır.

•••

 

Elbette size bir şeriat ülkesinin övgüsünü yapmadım. Sadece bir şeriat ülkesinde bile yasaklanan bazı şeylerin ülkemizde serbestçe nasıl uygulandığını hatırlatmak, güzel dinimizin nasıl sömürüldüğünü vurgulamak istedim

Yukarda yazdıklarımın doğru olup olmadığını Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan sormanız mümkündür.

Netice olarak: Atamızın sağlığında yasakladığı kimi şeyler onun vefatından sonra Türkiye’de serbest, şeriat ülkesi Suudi Arabistan’da yasaktır.

İşte çarpıcı olan da budur.”

 

Biz mi en çok dini istismar ediyoruz, yoksa Araplar mı? :)

Yazıyı okuduktan sonra ne dersiniz?... :unsure:

 

cozumdegilrg8.gif

 

 

DİPNOT_______________________________________________________________________

(*1)Kocaeli’de yayın yapmakta olan Özgür Kocaeli Gazetesi’nin İsmet Çiğit’in, 13 Mart 2007 “En Atatürkçü ve en laik devlet Suudi Arabistan!”

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bu konu hakk?nda ki dü?üncelerin do?ru...yani böyle bir inanç olamaz dinde allah d???nda ölüden yada diriden veya yat?rdan allah d???ndaki ba?ka ?eylerden medet umulmaz..bunu yapanlar zaten ***** insanlard?r konu?maya bile gerek yok..bir istek bir dilek varsa direk cenab? allah(c.c) efendimizden istenir okadar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yatır inancı eski Türk dini Tengrizmden gelir. Tengrizmde "ölüler kültü" olarak adlandırılan inanca göre, ölmüş olan aile büyükleri öldükten sonra da aileyi korumaya devam ederlerdi. Yaşayan aile üyeleri de, ölmüş olan atalara saygılarını belirtmek amacıyla adaklar ve kurbanlar sunarlardı.

 

Bu gelenek hala devam ediyor ve İnsanlar ölmüş olan insanlardan medet umuyorlar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Islam dininde ölüden degil Allah disinda bir kuldan yardim beklemek Allah'a ortak kosmak anlaminda oldugu icin büyük günahlardan sayilir.Maalesef Laik Türkiye'de hala insanlar batil inanclara sarilmislar gercek din ise Kur-anin sahifelerinde yani raflarda kalmis.

Ben sanmiyorum ki baska bir ülkede Türkiye'de oldugu kadar din istismar edilsin.Dini kanallar almis basini gidiyor.Ve hicbiriside gercek dini anlatmiyor hepsinin anlattiklarinin yarisindan fazlasi hurafe.Din bu olmamali bence.

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

 

ufak tefek ayrıntıları saymazsak temelde dini anlamada bu görüşlerin çoguna katılırım.

 

bizdeki anılan ritüellerin çogunun dinde yeri yoktur ve müşriki inancın dışa vurumlarıdır diyebiliriz.

 

hani derler ya ''İslam en iyi Türkiye'de yaşanır diye'' bu bir efsanedir aslında ve uyutmaya yarar uyuyanları ya da uyandırmamaya

 

bizdeki Diyanetse başlı başına bir sorun zaten, neresinden tutsan elinde kalır...

 

 

burdan arap yönetimlerini kabul ediyoruz diye bir anlam çıkmaz tabiki, sadece alıntılanan kısımlara katılırım anlamında sülemek istedim...

:)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Arkadaşlar şu işe bakın:

Çaresiz ama saflığından ötürü her zaman istismara müsait bir vatandaş kendisinin şeker hastası ya da kanser olduğunu söyleyecek, radyoda her derde deva(!) şifa kaynağı programcıdan (!) (radyo sahibinden) canlı yayında hastalığı için bir dua isteyecek, işini bilen bu uyanık programcı da yine canlı yayında çatır çatır bir dua okuyacak, izleyicinin hastalığından eser kalmayacak…

 

Ah benim güzel ülkem ve sevgili halkım!..

AB’ye girmek isteyen Türkiye bu görüntüsüyle mi çağdaş ülkelere topluluğu içerisinde yer alma iddiasında olacak.

Peki vatandaşı bu karanlığa, daha doğrusu gericiliğin girdabına sürükleyenler kim? Evet kim ya da kimler?.

Bence önemle üzerinde durulması ve çekinmeden üzerine gidilmesi gereken bu...

.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Arkadaşlar şu işe bakın:

Ah benim güzel ülkem ve sevgili halkım!..

AB’ye girmek isteyen Türkiye bu görüntüsüyle mi çağdaş ülkelere topluluğu içerisinde yer alma iddiasında olacak.

Peki vatandaşı bu karanlığa, daha doğrusu gericiliğin girdabına sürükleyenler kim? Evet kim ya da kimler?.

Bence önemle üzerinde durulması ve çekinmeden üzerine gidilmesi gereken bu...

.

 

 

vatandaş çocukmu ki, arasın bulsun dogru yolu

 

benim üzüldügüm, birilerinin bu ve bunun gibi bir sürü cahilane ritüellerden yola çıkıp İslamı eleştirdigini sananlar

 

:blushing:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

vatandaş çocukmu ki, arasın bulsun dogru yolu

 

benim üzüldügüm, birilerinin bu ve bunun gibi bir sürü cahilane ritüellerden yola çıkıp İslamı eleştirdigini sananlar

 

:blushing:

 

 

Keşke çocuk olsalardı doğruyu bulmak için zamanları daha çok olurdu.Sizlerin önüne çelişkili kuran ayetleri de konduğunda aynı tepkileri veriyorsunuz neden acaba?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Keşke çocuk olsalardı doğruyu bulmak için zamanları daha çok olurdu.Sizlerin önüne çelişkili kuran ayetleri de konduğunda aynı tepkileri veriyorsunuz neden acaba?

 

 

benim nasıl tepki verdigim ortada. ezbere yazmayalım daha iyi olur

 

çelişki sizin kafanızda, şükür bende yok böyle birşey.

çelişkili olduguna inansam iman etmezdim.

tüm boyutlarıyla düşünerek geliyoruz

ve örnegi yok biz ne yapalım

:sweatingbullets:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Keşke çocuk olsalardı doğruyu bulmak için zamanları daha çok olurdu.Sizlerin önüne çelişkili kuran ayetleri de konduğunda aynı tepkileri veriyorsunuz neden acaba?

Haklısın sevgili gelincik..

Maalesef ülkemizin gençlerini yaşlı gençlerine çevirdiler...

Yani ne yaşlısı ve ne genci maalesef eğitimden gittikçe uzaklaştırılıp öbür dünyanın ürünü olmaya adapte edilip tamamıyle bu dünyadan soyutlandırılıp günümüz gerçeklerine çözümden ve ortak sorunlardan uzaklaştırılmışlardır...

Sonuç beklemek ise neredeyse imkansız hale gelmiş günlük insani sorunlar bile çözümsüzleştirilmiştir...

Sevgi ve saygılarımla..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

“En Atatürkçü Ve En Laik Devlet Suudi Arabistan!..."

:) (*1)

Körfez’e bağlı Alihocalar köyünde bir yatıra iki yumurta konulunca, çocuğu olmayan kadınların çocuğunun olacağına inanılıyormuş... Kısırlık tedavisi, tüp bebek falan hikaye yani... Yatırlardan, türbelerden; ölülerden medet ummak…

Bu durum, hala cahiliye döneminden kurtulamadığımızın da bir göstergesi.

Fazla söze gerek yok.

İşte yazı. Birçok şeyi anlatıyor…

Tabi anlamak istemeyenler için bu aşamada yapacak bir şey yok.

 

•••

1-) Suudi Arabistan’da türbe, yatır yoktur, yasaktır. Bunlar olmayınca doğal olarak ziyaretleri de yoktur. Ramazan aylarında sözde yatırlara kısmeti açılsın diye genç kızlar, sağlığı için dua edenler, dallara ağaçlara bez bağlayanlar gibi ilkel görüntüler de yoktur. Böyle davranışlar gericilik, “Cahiliye” devrinden kalma putperestlik addedilir.

 

2-) Suudi Arabistan’da Peygamberimize ait olduğu söylenen Sakal-ı Şerif, Hırka-i Şerif, Dendan-ı Şerif gibi ziyaretler yoktur.

Böyle davranışlar gericilik ve şirk (Allah’a ortaklık) addedilir.

 

3-) Suudi Arabistan’da imam, müezzin gibi din görevlileri ülkemizdeki gibi devlet memuru statüsünde değillerdir, devlet bütçesinden bu kişilere maaş ödenmez. Allah için yapılan görevin karşılığında para almak ayıp sayılır ve yasaktır.

 

4-) Suudi Arabistan’da biri çıkıp da “Medyum” olduğunu iddia ederse, o kişinin kellesi hemen gider. Medyumlar Türkiye’de açık oturumlarda konuşuyor, sözde şifa (!) dağıtıyorlar. Gazetelerde sütunları var...

 

5-) Suudi Arabistan’da Nakşilik, Nurculuk, Fethullahçılık vs. gibi Atatürk’ün ölümünden sonra zuhur eden tarikatlar da yoktur, onların şeyhleri de, müritleri de... Cemaatleri de… Neden bu tarikatların şeyhlerinin biri bile o şeriat ülkesine gidip de yerleşmez ?... Yerleşmez değil, hatta oraya hiç uğramamışlardır?

Yoksa kelle korkusu mu?...

 

6-) Suudi Arabistan’da Kız İmam Hatip Lisesi yoktur. Bu, komik bulunur, çünkü İslamiyet’te kadından imam olmaz.

 

7-) Suudi Arabistan’da nazar boncuğu, okunmuş su, nazara karşı geyik boynuzu, üzerlik vs. gibi şeyler de gericilik ve şirk addedilir, yasaktır.

 

8-)Suudi Arabistan’da Cami gibi ibadet yeri kompleksleri altında, bünyesinde market, dükkan vs. bulunamaz. Dinin ticarete alet edilmesi sayılır.

•••

 

Elbette size bir şeriat ülkesinin övgüsünü yapmadım. Sadece bir şeriat ülkesinde bile yasaklanan bazı şeylerin ülkemizde serbestçe nasıl uygulandığını hatırlatmak, güzel dinimizin nasıl sömürüldüğünü vurgulamak istedim

Yukarda yazdıklarımın doğru olup olmadığını Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan sormanız mümkündür.

Netice olarak: Atamızın sağlığında yasakladığı kimi şeyler onun vefatından sonra Türkiye’de serbest, şeriat ülkesi Suudi Arabistan’da yasaktır.

İşte çarpıcı olan da budur.”

 

Biz mi en çok dini istismar ediyoruz, yoksa Araplar mı? :)

Yazıyı okuduktan sonra ne dersiniz?... :unsure:

 

cozumdegilrg8.gif

DİPNOT_______________________________________________________________________

(*1)Kocaeli’de yayın yapmakta olan Özgür Kocaeli Gazetesi’nin İsmet Çiğit’in, 13 Mart 2007 “En Atatürkçü ve en laik devlet Suudi Arabistan!”

 

Sevgili Dipnot burada bir mantık hatası olduğunu belirtmeden geçemiyeceğim.

 

Zira, Suudi Arabasitan'ın mezhebi Vahhabiliktir. Bu saydığın sebepler Suudilerin "Peygambersiz islam" diye adlandırılan ve kendi icatları olan Vahhabilik mezhebinin yasaklarıdır.

 

- Diğer tarikatların suudi arabistanda olmama sebebi. Bu tarikata bağlı olanların, ( El kaide, Taliban, Müslüman Kardeşler) sadece diğer dinlere karşıda değil. Kendi dininden olup farklı tarikata bağlı olanlarıda "Kafir" olarak görüp savaşmayı emreder. El kaidenin Irak'ta, Müslüman Kardeşlerin Mısır'da yaptığı gibi.

 

- Din görevlilerine maaş verilmemesinin sebebi Allah için hizmete para ödenmez mantığı değil ( ki suudi arabistan, El Kaide Taliban vs ye sıra gelince, öldürdükleri adam başına ücret eder) Allah haricinde peygamberde dahil hiç bir otoriteyi tanımamalarından gelir.

 

- Türbe ve Yatır yoktur çünkü yine bu mezhebin islam anlayışla ilgilidir. Zira kendileri Peygamberin evinide yıkmışlar ve şu an mezarını otoparka çevirmeyi planlamaktadırlar.

 

Kısacası bu onların ilericilikten gelmez. Aksine İslamın bilinen en geri ve gerçekten korkunç bir yorumu olan Vahhabilik'in emrettikleridir.

 

Vahhabilik mezhebi ise, buna mensup olan Örgütlerinden yaptıklarından da çıkarabileceğimiz üzre ( el kaide, taliban, müslüman kardeşler ve irili ufaklı bir çok örgüt) Şiddet unsurunu en fazla körükleyen, Vahhabi olmayan herkesle Cihadı emreden bir mezheptir.

 

Osmanlı'nın bu mezhebin kurucuları olan ve aynı zamanda suudi prensi olan kişileri İstanbula getirmesinden sonra kaybolan. Fakat İngilizlerin Arabistan'a girmesiyle tekrar yeşertilen bu mezhep en gerici İslam yorumu olmasının yanında. Bu gün Afganistandaki iç savaşın, ıraktaki mezhep çatışmasının, Mısır da on yıllarca süren mezhep çatışmalarının baş sorumlusudur. Tabiki mezhepi icat eden Suud Ailesi ve onların hizmetkarı oldukları Eski İngiltere bugünkü Amerika.

 

elbete bunun bir ironi olduğunun farkındayım. Ama böylesine vahşi ve korkunç bir mezhebin kimi özelliklerini cımbızlayıp sanki ilerici bir misyon adledermiş gibi bir tablo çıkarmak kanımca çok yanlış olur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili Dipnot burada bir mantık hatası olduğunu belirtmeden geçemiyeceğim.

 

 

bilir bilmez rastgele doldurmuşsun be kardeşim.

 

neresinden tutacaksın bu yazılanların.

 

 

cemaatle, tarikatların farklılıgını mı?

yoksa vahhabilikle diger sayılan sözde tarikatlerin arasındaki ilişkileri mi?

 

dipnotda mantık sizin iletinizde de bir sürü yanlış anlama dolu.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

arkadaşım neresinde mantıksızlık görüyorsun veya yanlış olduğunu iddia ediyorsan gösterirsin.

 

Vahhabiler için , müslüman , hristiyan, yahudi vs yoktur. Vahhabi olanlar vardır. Vahhabi olmayanlar vardır. İkincisi kesin düşmandır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

arkadaşım neresinde mantıksızlık görüyorsun veya yanlış olduğunu iddia ediyorsan gösterirsin.

 

Vahhabiler için , müslüman , hristiyan, yahudi vs yoktur. Vahhabi olanlar vardır. Vahhabi olmayanlar vardır. İkincisi kesin düşmandır.

 

 

fıkhi/imani bir tartışma mı?

yoksa siyasi bir tartışma mı?

 

müslüman kardeşlerin Mısır'daki durumu malum ve seçimlere katılan bir oluşum.

 

Taliban ole,böyle Afkanistan'ı yönetmiş bir hareket

 

vahhabilik her şeyden önce bir dini anlayış biçimi ve birilerinin kendi ve uşaklıgını yaptıklarının hizmetine kullanması ayrı, mezhep olarak degerlendirmek ayrı

 

el kaide ise tam bir muamma

 

yani siyasi tartışmaların sonu gelmez, ama imani/fıkhi tartışmalar daha kapsayıcı olur.

 

varolan vakıayı anlamak için yapılacak en ilmi hareket önyargıdan uzak ve karşındakini anlamaya çalışmaktır.

 

ben bunların hiç birini kabul etmiyorum ama bu red onların olmadıgı anlamına gelmiyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

fıkhi/imani bir tartışma mı?

yoksa siyasi bir tartışma mı?

 

müslüman kardeşlerin Mısır'daki durumu malum ve seçimlere katılan bir oluşum.

 

Taliban ole,böyle Afkanistan'ı yönetmiş bir hareket

 

vahhabilik her şeyden önce bir dini anlayış biçimi ve birilerinin kendi ve uşaklıgını yaptıklarının hizmetine kullanması ayrı, mezhep olarak degerlendirmek ayrı

 

el kaide ise tam bir muamma

 

yani siyasi tartışmaların sonu gelmez, ama imani/fıkhi tartışmalar daha kapsayıcı olur.

 

varolan vakıayı anlamak için yapılacak en ilmi hareket önyargıdan uzak ve karşındakini anlamaya çalışmaktır.

 

ben bunların hiç birini kabul etmiyorum ama bu red onların olmadıgı anlamına gelmiyor.

 

Arkadaşım, Taliban, el kaide, Müslüman Kardeşler üçüde vahabi.

 

Vahhabilik Suud ailesi tarafından icat edilen, herhangi bir büyük din adamına falan dayanmayan bir mezhep. Mezhep bile dğeil. İslamın Suudi ailesinin işine geldiği ve çıkarlarına uygun olan şekilde yorumlanması.

 

Osmanlı 19, yy da vahhabiliğinde kurucusu olan 15 suud soylusunu, istanbula getirip idam ettirmişti. Sorna kaybolan mezhep. İngilizlerin arabistanı almasıyla yeniden canlandı.

 

İmanı tartışmamı, siyasi tartışmamı demişsin. Vahhabilik tamamen siyasal amaçlar için kurulmuş bir mezhep zaten. "Kuran'In Müslümanların Türklerle savaşmasını emrettiğini" savunan bir mezhebin imanı bir yönü bulunmaz. Suud ailesinin osmanlı düşmanlığı, Osmanlının halifelik makamına sahip olması. Karşısında, böyle bir argümanla Arabistanda isyan çıkarmak için açık söylüyorum "icat edilen" bir mezhep.

 

daha önce belirttiğim gibi. Bu mezhep üyeleri için , hristiyan, yahudi, müslüman vs yoktur. Vahhabiler vardır, vahhabi olmayan herkesin ortak özelliği vahabi olmamalarıdır ve düşmandır hangi dinden olursa olsun.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili Dipnot burada bir mantık hatası olduğunu belirtmeden geçemiyeceğim.

 

Zira, Suudi Arabasitan'ın mezhebi Vahhabiliktir. Bu saydığın sebepler Suudilerin "Peygambersiz islam" diye adlandırılan ve kendi icatları olan Vahhabilik mezhebinin yasaklarıdır.

 

- Diğer tarikatların suudi arabistanda olmama sebebi. Bu tarikata bağlı olanların, ( El kaide, Taliban, Müslüman Kardeşler) sadece diğer dinlere karşıda değil. Kendi dininden olup farklı tarikata bağlı olanlarıda "Kafir" olarak görüp savaşmayı emreder. El kaidenin Irak'ta, Müslüman Kardeşlerin Mısır'da yaptığı gibi.

 

- Din görevlilerine maaş verilmemesinin sebebi Allah için hizmete para ödenmez mantığı değil ( ki suudi arabistan, El Kaide Taliban vs ye sıra gelince, öldürdükleri adam başına ücret eder) Allah haricinde peygamberde dahil hiç bir otoriteyi tanımamalarından gelir.

 

- Türbe ve Yatır yoktur çünkü yine bu mezhebin islam anlayışla ilgilidir. Zira kendileri Peygamberin evinide yıkmışlar ve şu an mezarını otoparka çevirmeyi planlamaktadırlar.

 

Kısacası bu onların ilericilikten gelmez. Aksine İslamın bilinen en geri ve gerçekten korkunç bir yorumu olan Vahhabilik'in emrettikleridir.

 

Vahhabilik mezhebi ise, buna mensup olan Örgütlerinden yaptıklarından da çıkarabileceğimiz üzre ( el kaide, taliban, müslüman kardeşler ve irili ufaklı bir çok örgüt) Şiddet unsurunu en fazla körükleyen, Vahhabi olmayan herkesle Cihadı emreden bir mezheptir.

 

Osmanlı'nın bu mezhebin kurucuları olan ve aynı zamanda suudi prensi olan kişileri İstanbula getirmesinden sonra kaybolan. Fakat İngilizlerin Arabistan'a girmesiyle tekrar yeşertilen bu mezhep en gerici İslam yorumu olmasının yanında. Bu gün Afganistandaki iç savaşın, ıraktaki mezhep çatışmasının, Mısır da on yıllarca süren mezhep çatışmalarının baş sorumlusudur. Tabiki mezhepi icat eden Suud Ailesi ve onların hizmetkarı oldukları Eski İngiltere bugünkü Amerika.

 

elbete bunun bir ironi olduğunun farkındayım. Ama böylesine vahşi ve korkunç bir mezhebin kimi özelliklerini cımbızlayıp sanki ilerici bir misyon adledermiş gibi bir tablo çıkarmak kanımca çok yanlış olur.

Verdiğin bilgiler için çok teşekkürler sevgili CYRANO...

Eksiklerimizi görmüş olmakla birlikte konuya katkıların benim için çok anlamlı...

Çünkü bilgi ve birikimin önemiyle burdayız...

Eksiklerimizi gösteren arkadaşlarımıza her zaman saygımız sonsuz...

Sevgi ve saygılarımla....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Arkadaşım, Taliban, el kaide, Müslüman Kardeşler üçüde vahabi.

 

 

sevgili arkadaşım ;

 

 

siz selefilik ile vahhabiligi heralde aynı sayıyorsunuz.

 

selefilik bir mezhep degil daha çok 'dini' bir yorumdur-tavır alıştır.

 

söz konusu oluşumlarında vahhabilikle alakaları yoktur, özellikle müslüman kardeşlerin.

 

ben bu meseleyi uzatmanın gereksiz oldugunu söylüyor ve bitiriyorum.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Arkadaşım, Taliban, el kaide, Müslüman Kardeşler üçüde vahabi.

 

Ne olmuş vahabi ise? Vahabide olsalar müslümanlar.

 

Vahhabilik Suud ailesi tarafından icat edilen, herhangi bir büyük din adamına falan dayanmayan bir mezhep. Mezhep bile dğeil. İslamın Suudi ailesinin işine geldiği ve çıkarlarına uygun olan şekilde yorumlanması.

 

Siz islamda afaroz makamını mı temsil ediyorsunuz.Beğenmeyebilirsiniz ama islam dışı ilan etme yetkisini kim size verdi?

 

Sünniliği kim icad etti? Allah mı ?

 

 

Osmanlı 19, yy da vahhabiliğinde kurucusu olan 15 suud soylusunu, istanbula getirip idam ettirmişti. Sorna kaybolan mezhep. İngilizlerin arabistanı almasıyla yeniden canlandı.

 

Kendin gibi düşünmeyenler öldür gitsin.Bumu sizin haklılık deliliniz ?

 

İmanı tartışmamı, siyasi tartışmamı demişsin. Vahhabilik tamamen siyasal amaçlar için kurulmuş bir mezhep zaten. "Kuran'In Müslümanların Türklerle savaşmasını emrettiğini" savunan bir mezhebin imanı bir yönü bulunmaz.

 

Niye yadırgıyorsunuz ki ? Muhammedin öğretilerini savunuyorlar.Adamların dinini onlara senmi öğreteceksin ?

 

 

Suud ailesinin osmanlı düşmanlığı, Osmanlının halifelik makamına sahip olması. Karşısında, böyle bir argümanla Arabistanda isyan çıkarmak için açık söylüyorum "icat edilen" bir mezhep.

 

Osmanlı,sağa sola fetih/cihad adı altında savaş yapıp talan ederken güzel mezheplimi oluyordu ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ne olmuş vahabi ise? Vahabide olsalar müslümanlar.

 

Siz islamda afaroz makamını mı temsil ediyorsunuz.Beğenmeyebilirsiniz ama islam dışı ilan etme yetkisini kim size verdi?

 

Sünniliği kim icad etti? Allah mı ?

Kendin gibi düşünmeyenler öldür gitsin.Bumu sizin haklılık deliliniz ?

Niye yadırgıyorsunuz ki ? Muhammedin öğretilerini savunuyorlar.Adamların dinini onlara senmi öğreteceksin ?

 

 

Osmanlı,sağa sola fetih/cihad adı altında savaş yapıp talan ederken güzel mezheplimi oluyordu ?

 

arkadaşım, öncelikle uslubuna bir dikkat et.

 

hesap mı soruyorsun, sorumu soruyorsun.

 

seni tekrar uyarıyorum başka bir başlıktada uyarmıştım burada "boks ringi" nde değilsin.

 

Ki bu kadar saldırgan olman içinde en azından konu hakkında biraz bilgin olsun. Vahhabiler Hz Muhammed'İn öğretilerini savunmazlar. Aksine "peygambersiz islam" denen bu mezhep. Kuranda yazılan haricindeki hiçbir öğretiye biat etmezler.

 

15 suud soylusunun idam edildiğini söylemişim. İyi olmuş idam edilmişler vs demişmiyim ?

 

artı sunni değilim şafiyim.

 

herkese saldırarak hücüm ederek tartışabileceğin bir platformda bulunmuyorsun.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sevgili arkadaşım ;

siz selefilik ile vahhabiligi heralde aynı sayıyorsunuz.

 

selefilik bir mezhep degil daha çok 'dini' bir yorumdur-tavır alıştır.

 

söz konusu oluşumlarında vahhabilikle alakaları yoktur, özellikle müslüman kardeşlerin.

 

ben bu meseleyi uzatmanın gereksiz oldugunu söylüyor ve bitiriyorum.

 

arkadaşım, Vahhabilik selefiliğin devamıdır. Onun aşırılaştırılmış halidir.

 

Selefi Muhammed Bin Abdül Vehhab'ın öğrencilerine Vahhabi denilmiştir ilk defa.

 

Selefiliğin iki mezhebi vardır, Hanbelilik, Ve 18, yydan sonra ortaya çıkan Vahhabilik.

 

Vahhabiliğin neden ortaya çıkarıldığı aşikardır. Suud hanedanı Osmanlı idaresine karşı isyan tarzı hareketler başlatmak istemektedir. Ancak bunun önündeki en büyük engel, Osmanlı'nın Halife makamına sahip olması. ve müslümanları halifeye karşı isyana teşvik etmenin imkansız olması o çağda.

 

Ancak Muhammed Bin Abdül Vehhab tarafından yayılan bu mezhepin bu konuyla gayet alakalı hükümleri vardır. Allah haricinde hiçbir makama biat edilmemesi ( o kadarki, Muhammed'e salavatı da Allah'a küfür sayarlar) ve İslamın Müslümanlara Türklerle cihadı emrettiğine inanılması.

 

Bu iki noktasına dikkat edince. Halifelik makamı artık isyan için önemsizleşecek, İslamın türklerle cihadı emrettiği hükmüylede isyan kolaylaşacaktır.

 

Ha keza Suud devletinin kurucusu İbni Suud, Muhammed Bin Abdül Vehhab'ın kızıyla evlenmiştir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Selamlar...Ufak bir katkı olsun istedim...

 

VEHHABILIK

es-Seyhu'n-Necdî lakabiyla bilinen Muhammed bin Abdülvehhab'in (d. 1703 Uyeyne - ö.1787 Deriye, Riyad) düsünceleri çevresinde olusan dinî, siyasî hareket. Harekete Vehhabilik adi karsitlarinca yakistirildi. Hareket içinde yer alanlar, kendilerine Muvahhidun (tevhidciler) derler ve Hanbelî mezhebini Ibn Teymiye yorumuna uygun biçimde sürdürdüklerini söylerler. Vehhabilik bir inanç hareketi olarak baslamakla birlikte, kisa zamanda siyasî bir nitelik kazandi. Arap yarimadasinda etkinlik kurarak devlet durumuna geldi. Günümüzde, Suudi Arabistan'in resmî mezhebi durumundadir.

 

Muhammed Ibn Abdülvehhab'in düsünceleri, Deriye Emiri olan Muhammed bin Suud ile tanismasiyla (1744) siyasi bir hareket niteligi kazandi. Ibn Abdülvehhab, Deriye'de düsüncelerini Emir Muhammed'in gücü ile yayarken, Emir Muhammed bu düsüncelerle Arabistan'a hakim olma imkânini kazaniyordu. Çünkü Ibn Abdülvehhab, insanlarin sirk içinde bulundugunu, bunlarin mal ve canlarinin kendisine inanan kisilere helal oldugunu söylüyor, Emir Muhammed bu fetvanin getirdigi ganimet olgusuyla yandaslarini çogaltiyor, gücünü artiriyordu. Ibn Abdülvehhab'in ölümünden sonra hareketin siyasî niteligi daha da agirlik kazandi. Muhammed bin Suud döneminde baslayan toprak kazanma faaliyetleri, ölümünden (1766) sonra oglu Abdülaziz zamaninda da sürdürüldû.19. yüzyilin baslarina gelindiginde (1811) Vehhabilik adina hareket eden Suud Emirligi Haleb'ten Hind Okyanusuna, Basra Körfezi ve Irak sinirindan Kizil Deniz'e kadar yayilmis bulunuyordu.

 

Vehhabilik hareketinin Osmanlilar için önemli bir sorun durumuna gelmesi üzerine II. Mahmud, Misir Valisi Kavalali Mehmed Ali Pasa'yi sorunu çözmekle görevlendirdi. Mehmet Ali Pasa, oglu Tosun komutasindaki orduyla Mekke, Medine ve Taif'i Vehhabilerin elinden kurtardi (181213). Daha sonra bizzat Emir Abdûlaziz'in üzerine yürüdü. Emir Abdulaziz'in ölümü (1814) üzerine Vehhabiler agir bir yenilgiye ugradi. Nihayet Mehmet Afi Pasa'nin kumandani ibrahim pasa, Abdulaziz'in yerine geçen oglu Abdullah ve çocuklarini esir ederek Istanbul'a gönderdi. Bunlarin Istanbul'da asilarak öldürülmeleri (17.12.1819) ile Vehhabilik hareketinin ilk dönemi kapandi.

 

Savas sirasinda kaçarak kurtulmayi basaran Suud hanedanindan Türki bin Abdullah, Necd bölgesinde yeniden faaliyete giriserek 1821'den 1891'e kadar sürecek ikinci Vehhabi devletini kurmayi basardi. Daha sonralari bir takim çekismeler olmussa da Suud hanedanindan Abdülaziz bin Suud, Vehhabi devletini yeniden kurdu (1901). Hindistan Ingiliz yönetiminin de destegini saglayan Abdülaziz bin Suud 26 Aralik 1916 tarihli anlasma ile Ingilizlerce Necd, Hasa, Katif, Cubeyl ve kendisine bagli diger bölgelerin hükümdar olarak tanindi. Bu anlasmaya göre Abdülaziz, bu yerleri kendisinden sonra miras yoluyla çocuklarina birakacak ve kendisinin seçtigi veliaht da Ingilizlere bagli kalacakti.

 

Osmanlilarin yenik düsmesiyle sonuçlanan.1. Dünya Savasi'nin arkasindan Vehhabiler Hail, Taif, Mekke, Medine ve Cidde'yi de ele geçirdiler (1921-1926). Abdülaziz bin Suud, Necd ve Hicaz Krali olarak kabul edildi (1926). 20 Mayis 1927 tarihinde Ingiltere ile yapilan Cidde anlasmasinin arkasindan da tam bagimsizligini ilan etti. Böylece Abdulaziz bin Suud, suudi Arabistan Krali olarak tüm Hicaz'i egemenligi altina alti. Bu devlet, Suudi Arabistan Kralligi adiyla varligini sürdürmektedir.

 

Vehhabiligin din anlayisi, Muhammed bin Abdülvehhab'in üzerinde önemle durdugu tevhid (Allah'in birlenmesi) konusundaki yorumu çevresinde toplanir. Ibn Abdülvehhab'a göre tevhid, kullukta Allah'i bir tanimaktir. Tevhid kelimesini (lâ ilâhe ilallâh) söylemek Allah'tan baska tapinilan seyleri tanimadikça bir anlam tasimaz. Allah kalble, dille ve davranislarla birlenmelidir. Bunlardan birisinin eksik olmasi durumunda kisi Müslüman olamaz. Tevhid üçe ayrilir. Ilki, Allah'i isim ve sifatlarinda birlemek (tevhid-i esma ve sifat), ikincisi Allah'i rablikta birlemek (tevhid-i rububiyet), üçüncüsü de Allah'i ilahliginda birlemektir (tevhid-i uluhiya). Allah'i bu üç biçimde birleme, ancak amellerle mümkündür. Buna göre Kur'an ve Sünnet'in disinda emir ve yasak tanimamak, Hz. Muhammed'in döneminde bulunmayan seyleri ve tevessülü terkederek Allah'i birlemek gerekir. Bu tevhide ameli tevhid denir. Herhangi bir hüküm koyucu tanimak, Allah'tan baskasindan yardim dilemek, Peygamber için bile olsa, Allah disindaki bir varlik için kurban kesmek, adakta bulunmak kisiyi küfre düsürür, can ve mal dokunulmazligini ortadan kaldirir.

 

Bu tevhid anlayisinin getirdigi önemli sonuçlar vardir. Bunlardan birisi, Hz. Muhammet'ten sefaat talebinde bulunulamayacagidir. Sefaat, Allah'a özel bir haktir. Bu nedenle Hz. Muhammet'ten dogrudan sefaat talep etmek, onu Allah'a ortak tutmaktir. Nitekim müsrikler de Allah'i kabul ettikleri halde, melekleri, putlari sefaatçi kabul ettikleri için müsrik olmuslardir. Sefaat inanci gibi yaygin olan tevessül inanci da sirktir. Tevessül inanci, daha çok mutasavviflar arasinda yaygindir. Bir takim seyhlerin, velilerin hem hayatlarinda, hem de öldükten sonra tasarruf sahibi olduklarina inanilmakta, onlarin himmetleri dilenmekte ve araci kilinmaktadirlar. Bu da açik bir sirktir. Çünkü günah'in yaratmada, yönetmede, tasarruf etmede, isleri düzenleme ve belirlemede ortagi yoktur.

 

Vehhabiligi en önemli özelliklerinden birisi de bid'adlar karsisindaki tutumudur. Ibn Abdülvehhab'a göre Kur'an ve Sünnet'te olmayan her sey bid'attir. Bir bid'at çikaran mel'undur ve çikardigi sey reddedilmelidir. Bid'adlarin çogu insanlari sirke düsürmektedir. Bunlarin basinda mezarlar, türbeler ve bunlarin ziyaretleri gelir. Mezarlarda yapilan ibadetler sirktir. Sevap umarak Hz. Muhammed'in kabrini ziyaret bile sirke neden olabilir. Sirke neden olmamalari için, mezar ziyaretleri, türbe yapimi kesin olarak yasaklanmalidir. Ölülere niyaz, tevessül, falcilara, müneacimlere inanmak, Hz. Peygamber'in anisini yüceltmek, hirka-i serif, sakal-i serif ziyaretleri yapmak, Allah'tan baskasina ibadet etmek, sirk kosmatir. Mevfit toplantilari düzenlemek, bu toplantilarda mevlid okumak, sünnet ya da nafile namazlar kilmak yasaklanmalidir. Göz degmemesi için nazar boncugu takmak, muska takinmak, agaç, tas vb. seyleri kutsal saymak, bir hastalik ya da beladan kurtulmak, güzel görünmek vb. için boncuk, ip, hamayi gibi seyler takinmak, sihir, büyü, yildiz fali gibi seylere inanmaz, iyi kisilere, velilere tazimde bulunmak, onlara dua etmek, onlardan yardim dilemek gibi seyler de tamamiyle sirke neden olan bid'adlardandir. Riya için namaz kilmak, sofuluk etmek, iyi insan gibi görünerek çikar saglamak da sirktir. Cami ve mescidlerin süslenmesi, minare yapilmasi da terkedilmesi gereken bid'adlardir.

 

Vehhabiligi olusturan düsünceler, birçok çagdas Müslüman düsünürü etkilemis, onlara esin kaynagi olmustur. Günümüzde ise, önemli ölçüde degisime ugramis biçimde, Suud Kralliginin resmî görüsü olmaktan öte bir anlam tasimamaktadir.

 

Ahmet ÖZALP

 

 

Muhammed Ebu Zehra'nın Mezhepler Tarihi adlı e-kitabını bir türlü bulamadım.Onun bu mezhep hakkındaki açıklaması çok daha teferruatlı idi.

 

 

 

SELEF VE SELEFILIK

 

EBUBEKIR SIFIL

 

Tarih içinde izine rastlanmadigi halde, günümüzde birçok firka ve fikir akimi dikkat çekmektedir. Modernistler, Reformistler, Ehl-i Kur'an (Kur'aniyyun, Mealciler) ve Islâm'in saf haline dönme iddiasinda bulunan Selefîler bunlardan baslicalaridir.

 

Günümüzde ilmin zayiflamasi ve dogru ile yanlisin birbirine karistirilmis olmasi sebebiyle bu tür akimlar, bazi iyi niyetli müslümanlarin aldanmasina, yanlis yollara sapmasina vesile olmaktadir.

 

Bu yazi, son dönemlerde ortaya çikan akimlardan biri olan Selefîligi kisaca tanitmak ve yanlisliklarini ortaya koymak maksadiyla kaleme alinmistir. Bu akimin görüsleri, temsilcileri ve onlarin tenkidi, hakkinda müstakil kitaplar yazilacak kadar ayrintili ve önemlidir. Biz burada sadece konuyu ana hatlari ile ele alacak ve kisa degerlendirmeler yapacagiz.

 

Selef kime denir?

 

Hz. Peygamber s.a.v.'in âEn hayirli nesil benim dönemimde yasayanlardir. Sonra onlari izleyenler, sonra onlarin ardindan gelenlerdir.â (1) seklindeki hadisinde âen hayirli nesillerâ olduklari haber verilen ilk üç kusaga Selef denir.

 

Bu ilk üç kusak, sirasiyla Sahabe, Tabiun ve Tebe-i Tabiîn'dir . Bunlar imanda, ilimde ve amelde bütün müslümanlar için örnek nesillerdir.

 

Sahabe kusagi, Hz . Peygamber s.a.v.'in vefatindan sonra Islâm'in biricik temsilcileri olarak yasamis, gerek Hicaz bölgesinde, gerekse fethedilen yeni bölgelerde Islâm'i hakkiyla teblig etmis, ögrenciler yetistirmislerdir. Kur'an'i, hadis-i serifleri ve Islâmî uygulamalari bütün müslümanlar Sahabe kanaliyla ögrenmistir. Bu sebeple Sahabe'nin Islâm ilim tarihinde oldugu kadar, iman, amel, edep, zühd, vera, takva ve ahlâkta da müstesna bir mevkii vardir.

 

Onlardan sonra gelen kusaga Tabiun denir. Bu kusak da Sahabe'nin dizinin dibinde yetismis, imani, ilmi ve ameli onlardan almistir. Bu kusaga Tabiun (izleyenler, tabi olanlar) denmesinin sebebi, Sahabe'ye uymakta gösterdikleri titizlik, ciddiyet ve özendir.

 

Sahabe'nin önemi, Kur'an'da hayirla yad edilmis olmalari, Hz . Peygamber s.a.v.'in yasantisinin ilk ve en önemli temsilcileri olmalari hasebiyle Islâm'i en dogru sekilde anlayip yasamanin kistasi olmalari... gibi hususlardan kaynaklanmaktadir. Tabiun'un önemi ise temelde su iki noktaya dayanmaktadir:

 

1. Islâm'i, Sahabe kusagindan, yani en dogru sekilde anlayip yasamis olan kusaktan ögrenmis olmalari.

 

2. Sahabe zamaninda rastlanmayan, sonradan karsilasilmis yabanci birçok fikir akimi, kültür ve inanç sekliyle ilk defa onlarin muhatap olmasi.

 

Basta felsefî akimlar ve Mu'tezile , Cebriye, Mürcie gibi bid'at firkalar olmak üzere pek çok kültür, inanç ve cereyan ilk defa Tabiun döneminde Islâm toplumuna girmis ve önemli fikrî ve akidevî sarsintilara sebebiyet vermistir.

 

Iste Tabiun nesline mensup büyük alimler, bu akimlarla mücadele ederek Sahabe'den devralinan sahih Islâm anlayisinin zedelenmeden yasamasina ve gelecek nesillere aktarilmasina sebep olmus ve çok büyük hizmette bulunmuslardir. Dolayisiyla Islâm'in özüne yabanci her türlü cereyan karsisinda nasil bir tavir takinacagimizi, Tabiun neslini örnek alarak tesbit etmekteyiz.

 

Tabiun dönemi, ayni zamanda fikhî mezheplerin temellerinin atildigi ve müstakil mezheplerin ortaya çiktigi dönem olarak da dikkat çeker. Bu dönemde yasamis olan Hasan-i Basrî , Süfyan -i Sevrî , Ibrahim en- Nehaî , Sa'bî ... gibi pek çok büyük alim, birer müçtehid olarak, müstakil mezhep sahibi idiler. Hanefî mezhebinin imami Ebû Hanîfe de bu kusaga mensuptu. (Allah hepsinden razi olsun)

 

Tabiun'dan sonra gelerek onlara ögrencilik etmis olan kusaga da Tebe-i Tabiîn veya Etbau't-Tabiîn (Tabiun neslini izleyenler) denir. Bu dönem de ilmî ihtisaslasmanin ya sandigi, hadis-i seriflerin yaygin olarak müstakil kitaplarda toplandigi, itikadî ve fikhî mezheplerin iyice yerlesip müesseselestigi bir zaman dilimidir.

 

Kisaca tanittigimiz bu üç nesil, gerek Kur'an ve Sünnet'te övgüye mahzar olmalari, gerekse sahih Islâm anlayisinin bize kadar kesintisiz olarak gelmesinde kilit rol üstlenmistir. Bu sebeple, daha sonraki asirlarda devamli olarak merkezî bir yer tutmus ve adeta dogru-yanlis ayriminin ölçüsü olarak algilanmistir.

 

Tarih boyunca Islâm toplumlarinda ne zaman bir sarsilma, gevseme ve bozulma görülmüsse, bu üç neslin temsil ettigi Islâm anlayisina dönüs gayretleri sayesinde toparlanma olmus ve dogru çizgi muhafaza edilmistir

 

Bu sebeple âSelef-i Salihînâ, Islâm Ümmeti için vazgeçilmez bir nirengi noktasi ve ölçü olmustur.

 

Selefîlik nedir?

 

Selefilik, Islâm'i, yukarida tanittigimiz Selef-i Salihîn'in anlayip yasadigi gibi anlayip yasama iddiasinin vücut verdigi bir akimdir. Ilk defa Misir'da Cemaleddin Efganî ve ögrencisi Muhammed Abduh tarafindan baslatilan â Islâmî islahâ hareketi, daha sonra Selefîlik adiyla anilan zümrenin dogmasina kaynaklik etmistir.

 

Asagi yukari ayni dönemde bugünkü Suudi Arabistan'in sinirlari içinde bulunan Necid bölgesinde ortaya çikan ve Misir'daki hareket ile benzer söylemleri dillendiren Muhammed b. Abdilvehhab'in yürüttügü â Vahhabîlik â hareketine de daha sonra Selefîlik denmistir.

 

Bu iki hareket arasinda temelde önemli farkliliklar bulunmamakla birlikte, söz konusu iki akim su noktalarda birbirlerinden ayrilir:

 

1. Itikadî sahada Vahhabîler Kelâm mezheplerini kabul etmezler. Ehl-i Sünnet'in iki büyük kelâm alimi Ebu Mansur el-Maturidî ve Ebu'l-Hasan el-Es'arî Vahhabîler'e göre, saf Islâm akidesini kelamî deliller kullanmak ve akli nakle (ayet ve hadislere) hakem kilmak suretiyle bulandirmislardir. Özellikle mütesabih (2) ayet ve hadislerin Allah Tealâ'nin sanina ve yüceligine uygun olarak tevil edilmesine siddetle itiraz eden Vahhabîler, tasavvufa da ayni siddetle karsi çikarlar.

 

Efganî-Abduh çizgisi ise itikadî sahada kelâm alimlerinin kullandigi metoda temelde itiraz etmez; Felsefe, mantik ve kelâm gibi ilimleri reddetmez ve mütesabih ayet ve hadislerin, Allah Tealâ ile mahlukat arasinda benzerlik kurulmamasi için tevil edilmesi taraftaridir.

 

2. Vahhabîler, fikhî mezhep olarak Ibn Teymiyye ve ögrencisi Ibnu'l -Kayyim'in çizgisini izler. Diger mezhepleri ise istihsan, istislah, mesalih-i mürsele ... gibi delillere yer verdikleri için bid'atçilikle itham ederler.

 

Efganî-Abduh çizgisi ise genel olarak bir tek mezhebe mensubiyeti reddederek, bütün fikhî mezhepleri birlestirme egilimindedir.

 

Aralarindaki ihtilaflari kisaca zikrettigimiz bu iki cereyan, zaman içinde birbirine yaklasarak âSelefîâ diye anilmislardir. Ortaya çikis döneminden günümüze dogru ilerledikçe, Selefîlik akiminin içine baska görüsler de katilmistir. Dolayisiyla â Selefîlik â dendigi zaman akla her ferdinin ayni sekilde düsündügü homojen bir gruptan ziyade, asagida zikredecegimiz görüsleri benimseyen kozmopolit bir kitle gelmektedir.

 

Selefîlerin görüsleri

 

Mütesabih ayet ve hadislerle ilgili görüsleri:

 

Selefîligin en bariz vasiflarindan birisi, mütesabih ayet ve hadisleri lugat anlamini esas alarak oldugu gibi kabul etmek seklinde kendisini göstermektedir.

 

Buna göre Kur'an'da ve hadislerde Allah Tealâ hakkinda zikredilen âel, yüz, gelme, oturma, inme, Ars'a istiva etme, gazaplanma, gülme...â gibi sifatlar, mahlukat hakkinda ne ifade ederse, Selefîler'e göre Allah Tealâ hakkinda da ayni seyi ifade eder.

 

Oysa Kur'an'da yer alan pek çok ayet, Allah Tealâ'nin bu gibi sifatlarini mahlukatin sifatlarina benzetmenin dogru olmadigini ortaya koymaktadir.

 

Her ilim dalinda, o sahanin mütehassislarinin söylediklerine itibar edilecegi açiktir. Bu gerçekten hareketle tefsir sahasinda müfessirler, hadis sahasinda muhaddisler , fikih sahasinda fukaha ve akaid sahasinda kelâm/akaid alimleri ne demisse ona itibar edilir. Ömrünü fikih ilminin meselelerine vakfetmis bir kimsenin akaid alaninda söyledikleri, bir akaid aliminin söyledikleri gibi degerlendirilmez. Yahut yillarini tefsir alaninda çalisarak geçirmis bir alimin, hadis ilminin derinlik ve inceliklerini bir hadis alimi kadar bilmesi beklenmemelidir.

 

Tasavvuf hakkindaki görüsleri:

 

Islâm dünyasinin bazi yerlerinde tasavvuf adi altinda sergilenen birtakim yanlis anlayi s, Selefîler'in tasavvufun özüne düsmanlik beslemesine gerekçe teskil etmistir. Oysa Ehl -i Sünnet ve'l -Cemaat'ten asla ayri düsünülemeyecek olan gerçek tasavvuf, Batinîlik, Hurûfîlik gibi sapik cereyanlardan uzaktir. Ehl-i Sünnet çizginin muhafazasinda ve yayilmasinda son derece büyük katkilari bulunan gerçek tasavvuf ehli, müslümanlarin kalbî ve ruhî hayatinin inkisafinda, ahlâkin güzellestirilmesinde ve erdemli fertlerin yetismesinde Sahabe döneminden itibaren izlenen yolu izlemis ve tamamen onlara uymustur. Gerek itikadî, gerekse amelî sahada gerçek tasavvuf büyüklerinin eserleri ve görüsleri ortadadir.

 

Taklid hakkindaki görüsleri:

 

Bir kisim Selefîler, fikhî meselelerde herhangi bir müçtehid imamin taklid edilmesine de siddetle karsi çikarak, bunun da kisiyi sirke ve küfre götürecegini iddia ederler. Bu iddialarini ispat için de birtakim ayet ve hadisleri delil olarak öne sürerler.

 

Oysa bu ayet ve hadislere yakindan bakildiginda taklidin haramligi iddiasina uygun hale getirmek için zorlama yoluyla tevil edildikleri görülür. Tipki tevessül konusunda oldugu gibi, taklidin haramligi konusunda da bu ümmetin tatbikati Selefîler'in iddialarinin geçersiz oldugunu gösteren en büyük delildir.

 

 

 

Hadis alimleri arasinda ittifakla dile getirilen bir husus vardir: Hadislerin sahih, hasen veya zayif oldugu konusunda hadis alimleri tarafindan verilen hükümler, onlarin kendi içtihadlarinin sonucudur. Dolayisiyla onlardan sonra gelen ve onlarin kitaplarinda yer alan hadisleri delil kabul edenler, onlarin bu hadislerin sihhati konusundaki içtihadlarini taklid etmis olmaktadirlar.

 

 

Bugün bizlerin, bizden bin ikiyüz, bin üçyüz sene önce yasamis hadis ravilerinin ahvalini ve durumlarini bilmemizin bir tek yolu vardir. O da hadis alimlerinin bu konudaki görüslerini bize nakleden kitaplara basvurmaktir. Su halde bizim, herhangi bir hadisin güvenilir olup olmadigi yolundaki degerlendirmemiz, tamamen hadis alimlerinin içtihadina dayanmaktadir ve bu da tamamiyla bir âtaklidâdir. Her hususta Selef'e tabi olduklarini iddia eden Selefîler dahi bu konuda hadis alimlerini taklid eden birer âmukallidâdir.

 

Eger herhangi bir alimin bir görüsünü, delilini bilmeden kabul etmek demek olan taklid haramsa, bu harami Selefîler de islemektedir. Eger hadis alimlerinin hadislerin sihhati-zaafi konusundaki kanaatlerini taklid etmek caiz ise, müçtehid imamlarin fikhî konulardaki içtihadlarini taklid etmek niçin haram olsun?

 

Kiyas konusundaki görüsleri:

 

Günümüzde Selefîler olarak anilan grup içinde, kiyasin ser'î bir delil sayilamayacagini, çünkü kiyasin, âAllah'in dininde sahsi görüs ile hüküm vermekâ oldugunu söyleyenler mevcuttur.

 

Oysa fikih usulü kitaplarinda ayrintili bir sekilde açiklandigi gibi, gerek Kur'an ayetleri, gerekse hadisler, vakia olarak sinirlidir ve insanligin karsilastigi her olayin hükmünün, ayetlerde ve hadislerde zikredilmis olmasi mümkün degildir. Kur'an ve Sünnet konusunda biraz malumati olan herkes bu noktayi kabul ve itiraf eder.

 

Su halde hükmü Kur'an ve Sünnet'te zikredilmeyen olaylar hakkinda yapilabilecek iki seçenek var. Ya bu olaylar hakkinda Islâm'in herhangi bir hükmünün ve açiklamasinin olmadigini söylemek, ya da karsilastigimiz olayin bizzat kendisi olmasa da, benzeri hakkinda Kur'an ve Sünnet'te yer alan bir hükmü, aralarindaki benzerlik dolayisiyla yeni olaya da tatbik etmek.

 

Bu seçeneklerden ilkinin dogru oldugunu söylemek, Islâm'in evrensel oldugunu, bütün zaman ve mekânlarin problemlerine çözüm getirme özelligini haiz bulundugunu inkâr etmek demektir.

 

Kiyas'i inkâr eden Ibn Hazm , bu iddiasi sebebiyle, birakalim bir âIslâm alimiâni, akli basinda siradan bir kimsenin bile gülüp geçecegi seyler söylemistir. Mesela Kur'an ve Sünnet'de domuz etinin haram oldugu zikredilmistir. Ama domuzun yaginin haram olduguna dair ne Kur'an'da , ne de Sünnet'te herhangi bir hüküm yoktur. Sirf bu gerekçeyle Ibn Hazm, domuzun yaginin haram olmadigini söylemistir.

 

Iste kiyasin reddedilmesi sonucunda varilacak komik nokta budur.

 

 

Ehl-i Sünnet ne diyor?

 

Her ne kadar Selefîler, yukarida özetlemeye çalistigimiz görüslerinde Selef-i Salihîn'i örnek aldiklarini söylüyorsa da, bunun sadece bir iddia oldugunu söylemek durumundayiz. Esasinda mesela Imam-i Azam Ebu Hanife Hazretleri de Selef'tendir ve onun gerek itikadî, gerekse fikhî görüslerini benimsemek, gerçek Selefîliktir. Bu söyledigimiz diger büyük imamlar için de söz konusudur.

 

Ebu'l-Muzaffer el-Isferâînî , Ehl -i Sünnet ve'l-Cemaat'in itikadî çizgisini ortaya koyan özellikleri zikrettikten sonra söyle der:

 

â Bilmis ol ki, Firka-i Naciye'nin (kurtulusa eren grubun) akaidinin özellikleri olarak zikrettigimiz bütün bu hususlar, imanin sihhati babinda bilinmesi gereken hususlardir. (...)

 

â Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'in itikadi olarak zikrettigimiz hususlarin hiç birisi hakkinda Safi'î ile Ebu Hanîfe; (Allah her ikisine de rahmet eylesin) arasinda herhangi bir ihtilaf yoktur. Sadece bu iki imam degil, Malik, Evzaî , Davud ez-Zahirî, Zührî , Leys b. Sa'd , Ahmed b. Hanbel , Süfyan es-Sevrî , Süfyân b. Uyeyne , Yahya b. Maîn , Ishak b. Rahuye , Muhammed b. Ishak el-Hanzalî , Muhammed b. Eslem et-Tûsî , Yahya b. Yahya en-Nisaburî , Hüseyin b. Fadl el-Becelî , Ebu Yusuf, Muhammed b. Hasan, Züfer b. Hüzeyl, Ebu Sevr ve Hicaz, Sam, Irak imamlari, Horasan ve Maveraunnehir imamlari gibi Ehl-i Rey ve Ehl-i Hadis'in tümü ile onlardan önce yasamis olan Sahabe, Tabiun ve Etbau't-Tabiîn de bütün bu konularda görüs birligi içindedir. Bu iki firka ( Ehl-i Rey ve Ehl-i Hadis) arasinda bütün bu konularda herhangi bir ihtilaf bulunmadigini tahkik etmek isteyenler, Ebu Hanîfe'nin Kelâm sahasinda yazdigi Kitabu'l-Âlim (ve'l-Müte'allim)'e, el-Fikhu'l-Ekber'e (...) ve Osman el-Bettî'ye yazdigi (...) el-Vasiyye'sine baksin. Keza Safiî'nin yazdigi eserlere baksin. Bu ikisinin mezhebi arasinda herhangi bir farklilik bulamayacaktir.

 

âBütün bu imamlardan, burada zikrettigimiz hususlar ile çelisik olarak nakledilen görüslerin tümü, bid'atçilerin, kendi mezheplerini güzel ve dogru göstermek için uydurdugu yalanlardir. (...) Bu kimseler, Ehl-i Sünnet'in kiliçlarindan korktuklari için kendi habis akidelerini ihtiva eden sözleri Ebu Hanîfe'ye nisbet etmis ve onun arkasina gizlenmislerdir....â (et-Tabsîr fi'd-Dîn, s. 113-114)

 

Bu ifadeler bize sunu göstermektedir: Selefîler'in âSelefâ anlayisi ile gerçek Selef arasinda büyük farklilik var. Dolayisiyla adina Selefîlik denen akim, her ne kadar Selef'in anlayis ve uygulamalarini esas aldigini söylüyorsa da, aslinda Selef'in anlayis ve uygulamalariyla bagdastirilmasi hayli zor olan fikirler benimsemistir. Onlarin reddedici, dislayici, kati ve tekelci anlayisi, ne âEhl-i Sünnet-i Hâssaâ dedigimiz Selef'te, ne de â Ehl-i Sünnet-i Âmmeâ dedigimiz Halef'te görülür.

 

1 Basta Buhârî ve Müslim olmak üzere pek çok hadis alimi tarafindan rivayet edilmistir.

 

2 âAllah Teala'nin eli, yüzü, gelmesi, gülmesi, gazaplanmasi , Ars'a istiva etmesi...â gibi ilk bakista mahlukata ait özellikler ile benzerlik arz eden, ancak mahiyet olarak farkli olan hususlarin zikredildigi ayet ve hadisler.

 

-http://www.semerkanddergisi.com/6010.htm-

 

belki bir okuyan bulunur...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

arkadaşım, Vahhabilik selefiliğin devamıdır. Onun aşırılaştırılmış halidir.

 

 

sevgili dostum;

 

selefilik diye genel anlamda kabul görmüş bir mezhep yoktur.

vahhabiler her ne kadar selefi düşünceden etkilenmişlersede selefi denemez.

ne denir; vahhabi....selef, müslümanların yüzyıllardır önem verdigi bir kesimdir....üç beş sıyrıntının göstergesi olamaz(aslında bu tavırlarda bir çarpıtmadır)(suud kral vb.)

 

müşrik suud kralları kendi çıkarları için vahhabiligi ya da herhangi bir görüşü kullanıyor olmasıda tırnak içinde bu mezhebi nesnel degerlendirmeye tabi tutmıyacagımız anlamına gelmez.

her görüş, her mezhep çıkarlar için kullanılabilir, bu her kesim ve insan için geçerlidir.

bir kısım dogruların olması yanlışlarının olmayacagı demek de degildir.ya da tersi, yanlışlar dogruları götüremez...

 

yok şu selefi, yok bu vahhabi gibi tanımlamalar, genelde dışardan yapılan tanımlamalardır.

bana ne selefiligi nede vahhabiligi veya hangi cemaatin ne oldugunu lütfen acizane anlatmayınız.

bunlar bize uzak olmayan konular.

 

 

önceden dedigim gibi siyasi tartışmaların sonu gelmez, ama mezhep olgusunu akidevi/fıkhi tartışmalarına katılırım, lakin mümkün oldugu kadar fikirleri tartışmak, kişileri degil.....

yoksa dedigim gibi tartışmak gereksiz bana göre...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

arkadaşım, öncelikle uslubuna bir dikkat et.

 

hesap mı soruyorsun, sorumu soruyorsun.

 

seni tekrar uyarıyorum başka bir başlıktada uyarmıştım burada "boks ringi" nde değilsin.

Arkadaşın tepkisi doğal Cyrano,çünkü kendisi vehabi,yani ilk geldiği zaman koyu bir vehabi propagandası yapıyordu sonra nick değişip ateist olarak yazmaya başladı açıkcası neyi savunduğu hiç bir zaman belli olmadı.

 

 

Selamlar...Ufak bir katkı olsun istedim...

 

VEHHABILIK

 

Okudum, benim merak ettiğim bu ingiliz ajan Lawrence (böylemi yazılıyordu) vehabilikle ilgisi nedir?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.