Φ sardunyam Gönderi tarihi: 11 Haziran , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 11 Haziran , 2007 Başucumda Müzik, Kürşat Başar Bazen kendimizi bir hayalin içinde sanırız ama aslında yaşadıklarımız gerçektir. Bazen de herşeyi gerçek sanırken aslında yalnızca hayal gördüğümüzün farkına varmayız. Bu kitapta yazılanların hepsi gerçektir. Ama aynı zamanda hepsi yalandır. Çünkü onu ben yazdım. Hatırlamak güzeldir derler. Hayır, değildir. Anılar bir an için bizi gülümsetse bile hemen sonra elimizi uzatıp tutmaya çalıştığımızda silinip giderler ve ne yaparsak yapalım ancak acı verirler. Siz ne isterseniz düşünün, ben yalanları severim. Hayalleri, düşleri, kimseye zararı olmayan yalanları... İnsan işte böyle bir evin içinde oturup bunca yıldan sonra yalnız gerçekleri düşünse ancak hayatının neden bu denli uzun olduğuna şaşabilir... Canı sıkılır. Hem kim bu hayatın bir rüya değil de gerçek olduğunu söyleyebilir ki? Bazı şeyler unutulmaz. Yanınızdayken bile özlediğiniz, yanınızdayken bile hatırladığınız biri gibi... Ve gerçekten de bazı rastlantılar alınyazısından, hayatın bize beklenmedik bir hediyesinden başka ne olabilir? Peki ama en azından bir yerde oturup, oynadığınız rolü değiştirebilir misiniz? Bu yalnızca cesaretle mi ilgili? Yoksa rastlantıları yönlendirdiğinizi sanırken aslında onlar mı belirliyor rolünüzü? Bu dünya üzerinde sağlam sandığımız hiçbirşey olamayacağını, hayatın hepimizden güçlü döngüsünün içinde savrulup gittiğimizi ve günün birinde farkında bile olmadan o döngünün dışına fırlatılacağımızı düşünüp vazgeçtim. Belki de insanları bir türlü anlamayışımızın, günün birinde en beklenmedik biçimde bizi şaşırtmalarının nedeni, hep bir bütün olarak bize verdikleri görüntüyle yetinip farklı parçalardan oluştuklarını unutmamızdır. Zaten aşk da yaramazlıktan başka nedir ki? (Fuat) Evet sözcükler güçlüdür. Ve eğer kadınların kalbine giden bir yol varsa, inanın bana sözcüklerden geçer. Çünkü biliyor musunuz, insanın neler yaşadığı çok önemli değildir. Önemli olan ne hissettiğidir. Ne olursa olsun hayatını durdurma! Durup hayata bakmaya başladığın zaman yaşamak zordur. Ben o gün anladım ki, iki insanın bedenleri birbirine değdiği zaman ya hemen tutuşan ve sonra sönen saman alevi gibi geçici bir zevk verir ya da ikinizin arasında hiç anlayamayacağınız sonsuz bir bağ kurulur. Sanki bir başkasına, bir yabancıya içinize girmesi, kimsenin gözle görüp elle tutamadığı cisimleşmemiş benliğinize dokunması, orada pervasızca gezip dolaşması için elinizde olmadan izin vermiş olursunuz. Sanki ne sizin ne de bir başkasının asla bilmediği incecik bir aralıktan geçip o gizli bahçeye girersiniz. Hayatta insanın başına gelebilecek en kötü şey, doğruları bilip yanlışları seçmek istemesi midir? Bu dar sokaklarda yürümeyi, eski evlerin pencerelerinde oturan yaşlı kadınlarla selamlaşmayı, balıkçıların pırıl pırıl tezgahlara doldurdukları lüferlerin, uskumruların arkasındaki o neşeli bağırışlarını, geç kalınca evin içinde dört dönmeye, sanki bir aşığın gelmesini bekler gibi pencerelere gidip gelmeye başladığım simitçinin akşamüstü seslenişini, beni uykumun arasında yoklayan anneannemin sesi gibi yakından gelen sabah ezanını, bütün bir gün oturduğunuz yerden yalnızca ışığın değişmesiyle her an yeni bir resme benzeyen manzaraya bakmanın verdiği hayreti, kıyıda oturduğumuz yaz akşamları neredeyse el uzatsak dokunacağımız kadar yakından geçen ve kimbilir nerelere giden o dev gemileri, sessizliğin içinde birdenbire başlayan ve birbirlerine gizemli bir dilde neler anlattıklarını asla bilemeyeceğimiz martıları, ayaklarımızı suya uzatıp oturduğumuz zaman çılgınca akıp giden denizi, bana hayatın ne olursa olsun benzersiz, akıl almaz bir mutluluk olduğunu söyleyen bütün bu görüntüleri, sesleri, kokuları başka hiçbir yerde bulamadım. Peki ama neden? Yalnızca böyle olması gerektiği için mi? Yalnızca başkaları üzülmesin diye mi? Bütün evlilikler mutlu ya da mutsuz sürüp gitmek zorunda olduğu için mi? Yoksa yıkılan şeylerin yerine yenilerini kurmaktan korktuğumuz ve günün birinde pişmanlık duyacağımızı sandığımız için mi? Hayatla tek başına başedemeyeceğimizi düşündüğümüzden mi yoksa? Birdenbire anladım ki, asıl hayal budur ve gerçekleşmesi imkansızdır. Ama ne yazık ki insan ve mutluluğu dünyaya aynı yerde ve aynı anda gelmiyor. İskelede pavurya satıyorlardı. Kalabalığın içinde yürürken İstanbul’u yeniden içime çektim, bütün bu birbirine karışmış kokular, sesler, itiş kakış, gökyüzüne vuran bu kızıllık, denizin üstündeki bakır titreşimleri... Anılar da yıldızlar gibi... Onlara bakarken nasıl aslında çok eski bir görüntülerini görüyorsak tıpkı öyle... Anılar da uzak yıldızlar gibi zamanın bir yerindeki görüntüyü ancak şimdi yollayabiliyor bize... Ben dokunmanın, bir başkasının tenindeki kokunun, dudaklarındaki şehvetin, kulağa gizlice fısıldanan sözlerin, erkekle kadının kendi benliklerinden ayrılarak ikisinden farklı yeni bir ruh haline gelmesini onunla öğrendim. ... sözcükler eskidir, yıpranmıştır, kirlidir. "İnsan bir düşü sevebilir mi?" diye sordu. "Evet", dedim hiç düşünmeden, "bence zaten en çok onu sevebilir, bir düşü..." Ne garip... Birini anlatmak için, birini tanımlamak için, birinin kim olduğunu çizebilmek için sözcükleri kullanıyoruz. Oysa onları asıl oluşturan şeyin sözcüklerle anlatılması imkansız anlar olduğunu bilmiyoruz. Yazık ki insan, hayatın, hızla ileriye sarılan bir görüntüler kuşağı, bir an sonra geriye bir kez daha bakmasına bile izin vermeden bitebilecek bir oyun olduğunu, ona verilmiş bu bilinmez zaman parçasında karşısına çıkan rastlantıların içinde onu en çok mutlu edenleri bulduğu an geriye kalan herşeyi boşvermek gerektiğini bilse de, yapamıyor. Dedim ya hayat işaretler verir diye... Ama okuyabilirseniz... Belki de bu rastlantılar, bu deniz kıyıları, bu bahçeler, bu sessizlikler, bu akşam alacası, bu gökyüzü yalnız kalmasın diye aydınlatan yıldızlar bize bir şey anlatmaya çalışıyordu. Hayatı oluşturan, bizi güçlü, huzurlu, mutlu kılan bir bütünlük var mı gerçekten? Eğer varsa ben onu hiçbir zaman bulamadım. Hepimiz fırtınaların içinde korku ve heyecanla yolculuk etmeyi severiz ama eğer sonunda bir limana sığınabileceimizi biliyorsak... Ve biliyorum ki hayat hep dağılır. Biz onu ne kadar bir düzen içine sokmaya çalışsak, kendimize göre yeniden oluşturmayı denesek de... ...oldum olası gerçekleri sevmedim. Hayatın gerçeği. Başkalarının gerçeği. Ama benim değil. Hem zaten anılar neye yarar ki? Yaşanmış şeylerin artık bittiğini, bir daha yaşanmayacağını, zamanın bir yerinde, ulaşılmaz bir parçasında kaldığını anlamaya mı? Ah, hayır, biliyorum, o makinayı yapamadılar... Alıntı
Φ asi_siyahinci Gönderi tarihi: 17 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 17 Haziran , 2007 slm herkese ben yeni üye hayatı ne anlatırdan çok benim cevabım hayat bir tesadüfen girilen çıkılması istenilmeyen bir oyun Alıntı
Misafir RA_dya Gönderi tarihi: 28 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 28 Haziran , 2007 Hayat Bir Kez Olsun Eğilip Öpsün Alnımızdan... İçimde müthiş bir yaşama isteği var... Kırıldıkça, yaralandıkça, boğuldukça artan bir yaşama isteği... Her gün yeniden, ama ilk kez fark ediyorum bunu... Hemen her gün hayıflanıyorum kendime, neden az sevdim, neden az yaşadım, neden az hissettim diye... Her gün suçluyorum kendimi gitmediğim, görmediğim yerler için... Çukurların içinde bile binlerce şiir var... Öyle bir zamana geldim ki neye dokunsam sonsuz bir gözyaşı, neye dokunsam birikmiş yaşama özlemi... Hep geç kalınmış, hep eksik yaşanmış... Neye dokunsam hep ilk kez yaşanmış... Başka tekrarı yok... Ve tekrarı yoksa yaşadıklarımızın, hata mı yaptığımız hatalar... Çünkü hayatı ne kadar bildiğimizi iddia etsek de hep el yordamıyla ilerliyoruz... Öyle zavallıyız ve ama öyle de güçlüyüz ki... Dünyaya dokunmaya çalıştıkça kendi boşluğunda, kendi soruları içinde boğulan mağrur ve kırılgan bir şiir gibiyiz... CEZMİ ERSÖZ Alıntı
Φ freak Gönderi tarihi: 28 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 28 Haziran , 2007 Hayatı ÖLÜM anlatır. Alıntı
Φ LOTUS Gönderi tarihi: 30 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 30 Haziran , 2007 bence hayat anlatılmaz, yaşanır.. Alıntı
Φ y/k Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2007 Bence Mevlana'nın ilk 18 beyiti yeterince anlatıyor: Dinle, bu ney neler hikâyet eder, ayrılıklardan nasıl şikâyet eder. Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryâdımdan erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir. İştiyâk derdini şerhedebilmem için, ayrılık acılarıyle şerha şerhâ olmuş bir kalb isterim. Aslından vatanından uzaklaşmış olan kimse, orada geçirmiş olduğu zamanı tekrar arar. Ben her cemiyette, her mecliste inledim durdum. Bedhâl (kötü huylu) olanlarla da, hoşhâl (iyi huylu) olanlarla da düşüp kalktım. Herkes kendi anlayışına göre benim yârim oldu. İçimdeki esrârı araştırmadı. Benim sırrım feryâdımdan uzak değildir. Lâkin her gözde onu görecek nûr, her kulakda onu işitecek kudret yoktur. Beden ruhdan, ruh bedenden gizli değildir. Lâkin herkesin rûhu görmesine ruhsat yoktur. Şu neyin sesi âteşdir; havâ değildir. Her kimde bu âteş yoksa, o kimse yok olsun. Neydeki âteş ile meydeki kabarış, hep aşk eseridir. Ney, yârinden ayrılmış olanın arkadaşıdır. Onun makam perdeleri, bizim nûrânî ve zulmânî perdelerimizi -yânî, vuslata mânî olan perdelerimizi- yırtmıştır. Ney gibi hem zehir, hem panzehir; hem demsâz, hem müştâk bir şeyi kim görmüştür Ney, kanlı bir yoldan bahseder, Mecnûnâne aşkları hikâye eder. Dile kulakdan başka müşteri olmadığı gibi, mâneviyâtı idrâk etmeye de bîhûş olandan başka mahrem yoktur Gamlı geçen günlerimiz uzadı ve sona ermesi gecikti. O günler, mahrûmiyyetten ve ayrılıktan hâssıl olan ateşlerle arkadaş oldu –yânî, ateşlerle, yanmalarla geçti - . Günler geçip gittiyse varsın geçsin. Ey pâk ve mübârek olan insân-ı kâmil; hemen sen vâr ol!.. Balıktan başkası onun suyuna kandı. Nasibsiz olanın da rızkı gecikti. Ham ervâh olanlar, pişkin ve yetişkin zevâtın hâlinden anlamazlar. O halde sözü kısa kesmek gerektir vesselâm. Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2007 O zaman bu da Yunus'tan... Isıtın ey yarenler, aşk bir güneşe benzer. Aşkı olmayan kişi misali taşa benzer. Taş gönülde ne biter, dilinde agu (zehir) tüter. Nice yumsak söylese sözü savaşa benzer. Aşkı var gönlü yanar, yumsanır muma döner, Taş gönüller kararmış sarp katı kışa benzer. Ol sultan kapısında hazreti tapısında, Aşıkların yıldızı her dem çavuşa benzer. Geş Yunus endişeden, gerekse bu pişeden, Er'e aşk gerek evvel; ondan dervişe benzer. Alıntı
Misafir katre_a Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2007 Bavulları hep toplu durmalı insanın... Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı... Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vazgeçmeli... İhanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı... Yalnızlığa alışmalı... * * * Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti. Dayanışma... günümüz borsasının değer kaybeden hisse senetlerinden biri artık... Bireyin keşif çağı, geride kırık dökük yalnızlıklar bıraktı. Terörün bile bireyselleştiği çağdayız. Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır. * * * İşte o yüzden alışmalı yalnızlığa... Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan... Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı... Hüzünlü bir şarkıyla paylaşılan gecelerde başım dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli... Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı... Romanlardan yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür duvarlarına... "Yalnızlık paylaşılmaz/ Paylaşmılsa yalnızlık olmaz" dizeleriyle başlamalı güne... Telesekretere "şu anda size cevap verebilecek kimse yok" denmeli, "... belki de hiçbir zaman olmayacak..." Cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı... * * * Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır. Haklılığın onuru yaşatır insanı... Susmanın utancı öldürür. O yüzden en sessiz gecelerde ''doğruydu, yaptım"la teselli bulmalı insan... Feryada komşuların yetişmemesine, soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı... Kendiyle hesaplaşmaya çalışmalı... Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır olmalı... Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, ama hep kalıp savaşacakmış kadar gözüpek olabilmeli... Sessizliği, sese dönüştürebilmeli... * * * Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan... Yollarla barışmalı... Yalnızlığa alışmalı... can dündar Alıntı
Φ dream1907 Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2007 Hayat büyük bir Açık hava Cezaevi herkesin kendini şanslı hissettiği yaşıyorum çünkü ben kazandım diyen aslında kaybettiğini anlamayan insanların oluşturduğu, sahne dekarasyonunda mükemmel olmasıyla farkına varılması zor olan içi dolu gibi gözüken ,büyük bir boşluk kaybetmeden kıymet bilinmezmiş biz ne kaybettik te hayatla cezalandırıldık ??? İyi insanlar fazla yaşamaz ...... İyi halden tahliye Alıntı
Φ crn_ee Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2007 benim hayatım aşkım, OZAN'ımdır...yani tek kelime..ozan..bazen düşünüyorum hayatı anlatmaya tek kelime nasıl yeter diye ama...öyle işte Alıntı
Φ Antonio_McCarty Gönderi tarihi: 4 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 4 Temmuz , 2007 hayatı anımız anlatır ne geçmiş ne de gelecek... Alıntı
Φ delifırtına Gönderi tarihi: 4 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 4 Temmuz , 2007 Neden kırgın düşer yağmur toprağa, Neden ağlamazlar bulutlar sessiz. Ve bir karanlık çöker siyah renginde, Hayat, kadınlara benzer hep savunmasız. Kim hayal etti hayal etmeyi, Kim düşürdü dile yalan sözleri, Ve geçmiş gölgelerin altında yaşar, Hayat, kadınlara benzer ağlar gözleri. Umutsuz insanlar yaşar şehirde, Çürür dar sokaklarda gizemli doğa, Ne zaman bakacak ölen kalbine, Hayat, kadınlara benzer vurulur ağa. Neden esaretin büyüsü kanlı, Bütün demirlerin kaderi aynı, Ölüm basit geçer bütün canları, Hayat, kadınlara benzer öldürür avı. Çalar, St. Petro’nun çanları öğlen, Kilise büyük Şeytanı oynamaktadır, Bazen de benim gibi yanar azizler, Hayat kadınlara benzer kutsanmalıdır, Hayat, kadınlar gibi yaşanmalıdır. Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 23 Temmuz , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 23 Temmuz , 2007 Bence Mevlana'nın ilk 18 beyiti yeterince anlatıyor:Dinle, bu ney neler hikâyet eder, ayrılıklardan nasıl şikâyet eder. Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryâdımdan erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir. İştiyâk derdini şerhedebilmem için, ayrılık acılarıyle şerha şerhâ olmuş bir kalb isterim. Aslından vatanından uzaklaşmış olan kimse, orada geçirmiş olduğu zamanı tekrar arar. Ben her cemiyette, her mecliste inledim durdum. Bedhâl (kötü huylu) olanlarla da, hoşhâl (iyi huylu) olanlarla da düşüp kalktım. Herkes kendi anlayışına göre benim yârim oldu. İçimdeki esrârı araştırmadı. Benim sırrım feryâdımdan uzak değildir. Lâkin her gözde onu görecek nûr, her kulakda onu işitecek kudret yoktur. Beden ruhdan, ruh bedenden gizli değildir. Lâkin herkesin rûhu görmesine ruhsat yoktur. Şu neyin sesi âteşdir; havâ değildir. Her kimde bu âteş yoksa, o kimse yok olsun. Neydeki âteş ile meydeki kabarış, hep aşk eseridir. Ney, yârinden ayrılmış olanın arkadaşıdır. Onun makam perdeleri, bizim nûrânî ve zulmânî perdelerimizi -yânî, vuslata mânî olan perdelerimizi- yırtmıştır. Ney gibi hem zehir, hem panzehir; hem demsâz, hem müştâk bir şeyi kim görmüştür Ney, kanlı bir yoldan bahseder, Mecnûnâne aşkları hikâye eder. Dile kulakdan başka müşteri olmadığı gibi, mâneviyâtı idrâk etmeye de bîhûş olandan başka mahrem yoktur Gamlı geçen günlerimiz uzadı ve sona ermesi gecikti. O günler, mahrûmiyyetten ve ayrılıktan hâssıl olan ateşlerle arkadaş oldu –yânî, ateşlerle, yanmalarla geçti - . Günler geçip gittiyse varsın geçsin. Ey pâk ve mübârek olan insân-ı kâmil; hemen sen vâr ol!.. Balıktan başkası onun suyuna kandı. Nasibsiz olanın da rızkı gecikti. Ham ervâh olanlar, pişkin ve yetişkin zevâtın hâlinden anlamazlar. O halde sözü kısa kesmek gerektir vesselâm. y/k seni görmek hemde bu topicte görmek inan bana çok sevindim... işte bak ikimizin ortak sevgisi Mevlana ve onunla başlamış olmak bu paylaşıma benim için çok önemli... teşekkür ederim... hoşgeldin... O zaman bu da Yunus'tan...Isıtın ey yarenler, aşk bir güneşe benzer. Aşkı olmayan kişi misali taşa benzer. Taş gönülde ne biter, dilinde agu (zehir) tüter. Nice yumsak söylese sözü savaşa benzer. Aşkı var gönlü yanar, yumsanır muma döner, Taş gönüller kararmış sarp katı kışa benzer. Ol sultan kapısında hazreti tapısında, Aşıkların yıldızı her dem çavuşa benzer. Geş Yunus endişeden, gerekse bu pişeden, Er'e aşk gerek evvel; ondan dervişe benzer. Boşig... seni göremedik ama hakkında çok şey öğrendim... burada yazdığın çoğu düşüncende pek çok ortak görüşümüz vardı ve kişiliğin hakkında zaten olumsuz bir fikre sahip olmamıştım... keşke o gün sende aramızda olabilseydin... kimbilir belki başka birgün bu mümkün olur... bu güzel Yunus beyitleri için teşekkür ederim... Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 23 Temmuz , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 23 Temmuz , 2007 İhtimal... Yıldızların o ihtişamlı parıltılarını seyrederken iç geçirdim elimde olmadan... Hiç birine ulaşma imkanımız olmaması ne kötü... Oysa hep gözümüzün önündelerken... Gözünün önünde ama imkansız... Bakıyorsun ama dokunamıyorsun... Görüyorsun ama hissedemiyorsun... Bunları düşünürken bir ihtimal vardı ve o gülümsetti beni... Gözümün değdiği yıldıza, gözünün değmiş olma ihtimali... Şimdi gecenin bir yarısı ve ben radyoda çalan parçalardan fal tutuyorum kendime... Tabi malum elimde sigara... Şuan gözümün önündeki en parlak yıldıza bakıyorum... Belki diyorum sende balkonundan aynı yıldıza bakıyorsundur... Kimbilir? Biliyorum çok düşük bir ihtimal ama beni gülümsetiyor... Ulaşamayacağımız o yıldızlar belki bakışları buluşturuyordur... Kimbilir? Sonsuz saadet diye birşey yokmuş bu dünyada artık çok iyi anladım... Sonsuz iyilik olmadığı gibi... Hepimiz hayatın acılarından nasibimizi alıyoruz... Mutluluklar bir an sürüyor, acılar bir ömür boyu... İyilikler kıymetli madenler gibi hep çok derinlerde ve hep az miktarda... Oysa kötülük heryerde... Çöplükler gibi yığınlarca... Pis kokularıyla burnumuzun dibinde... Malesef... Mutlu olmayı mutluluğu bulmayı umuyoruz hep... Bugün olmadı belki yarın diyerek... Hep umut ederek ama çoğu kez bu ümidi yitirerek... Dün ellerimin arasından akıp gitti su gibi... Bugünde akıyor ve tutamıyorum... Hep yarınlara kalıyor mutluluk ve ihtimaller... Yarınlara ne çok anlam yüklemişiz ne tuhaf... Ne beklediğimizi bilmeden bizi mutlu edecek o bilinmezi bekliyoruz... Bulursak mutlu olurmuyuz ya da ne kadar sürer bilmeden... Sıcak bir Haziran gecesi... Dünleri ve yarınları hangi ruh halinde değerlendirebilirim ki! Elbette biraz melankolik... Hele hele ruhun yüzmeyi öğrenmeden okyanusa düşmüşse ve sen çırpındıkça batacağını biliyorsan... İşte öyle karmaşık bir düşünce biçimi... Tıpkı beni değerlendirdikleri gibi çelişkili... Hemde çokça... Biraz içim acıyarak, biraz korkarak, biraz ümit ederek ve boğulma ihtimalini düşünerek... Düşünüyor ve belkide çok anlamsız şeyler yazıyorum... Hoşgörüye sığınarak... Rüzgar esiyor hissediyorum, yıldızlar parlıyor görüyorum... Kaleme dokunuyor, kağıda yazıyorum... Peki yaşıyormuyum? Yoksa hepsi bir rüyamı? Yalan dünyada olabildiğince gerçekmi herşey...? Tek kazancımızın "gerçek sevgi" olduğunu biliyorum, bu yüzden soyutluyorum kendimi sevgisizlikten... Kendimi ve herkesi affederek... Yanlışlarımın envanterini çıkararak... Koskoca okyanusta küçücük bir damlayım, okyanusunda farkındamıyım? Düşündükçe ufalıyorum... Bir söz var insan suya düştüğü için boğulmaz, çıkamadığı için boğulur... Gelde çık içinden çıkabilirsen...? Hiç kimseyle kavga etmek istemiyorum, sadece okyanusun ve içinde olmanın tadını çıkartmak istiyorum... Bu ihtimal bile bir küçük mutluluk yaşatıyor, keyfine varıyorum... Başkalarının düşüncelerine göre yaşanmıyor bu hayat... Kendimizi kandırıyoruz... Birini yargılarken yada biri bizi yargılarken elimize hiç birşey geçmediğini anlayamıyoruz... En büyük hakim içimizdeki vicdan... Onun sesine kulak vermeye çalışıyor ve çoğunluğun yorumlarından uzak duruyorum... Anladım ki akıntıya karşı kürek çekilmiyor... Bırak nereye akacaksa aksın... Suyun yönünü değiştirmek hiç kolay değil... Razıyım ben vicdanımın yargısına... Ne istediğimi ve ne istemediğimi biliyorum... Ve bundan fazlasınıda bilmiyorum... Bu nehirde karşılaşacaklarımdır benim kaderim... Buradan başka bir yerde akamam, damlamarıma karışanlarla büyümek işte en büyük kazanç... Benden çok şey alıp götürdü bir çok damla ama bende bıraktıkları daha fazla... Su gibi şeffaf olmaya çalıştım... Ve onun kadar kirlenmeye müsait... Temizlerken kirlenip, kirlendikçe temizlenip o son noktaya varana kadar gidiyorum... Gidiyorum damlalarımla beraber... Benimle beraber akan aynı nehrin bütün damlalarına selam olsun... 22,06,2007 SARDUNYAM Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 23 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 23 Temmuz , 2007 Dün ellerimin arasından akıp gitti su gibi... Bugünde akıyor ve tutamıyorum... Hep yarınlara kalıyor mutluluk ve ihtimaller... 22,06,2007 SARDUNYAM çok güzel bir yazı gıcığım.. Alıntı
Φ yesilsu Gönderi tarihi: 23 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 23 Temmuz , 2007 hayatı bazen bir söz bazen bir bakış bazen sevdillerim bazen hayat bazen sizler bazen dinlediğim bir müzik bazen mutluluktan döktüğüm gözyaşlarım.... sevgiyle kalın Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 23 Temmuz , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 23 Temmuz , 2007 Efsane Wimbledon tenis oyuncusu Arthur Ashe AIDS'den ölmekteydi. Dünyanın her kösesindeki hayranlarından mektuplar yagmaktaydı. Bunlardan bir tanesi söyle soruyordu: "Neden Tanrı böylesine kötü bir hastalık için seni seçti?" Arthur Ashe buna su cevabı verdi: "Tüm dünyada… 50 milyon çocuk tenis oynamaya baslar, 5 milyon tenis oynamayı ögrenir, 500,000 profesyonel tenisi ögrenir, 50,000 yarısmalara girer, 5,000 büyük turnuvalara erisir, 50'si Wimbledon'a kadar gelir, 4'ü yarı finale, 2'si finale kalır. Elimde sampiyonluk kupasını tutarken Tanrı'ya "Neden ben?" diye hiç sormadım. Ve bugün sancı çekerken, Tanrı'ya "Niye ben?" mi demeliyim? Mutluluk insanı tatlı yapar Zorluklar güçlü yapar, Hüzün ise insan yapar, Yenilgi mütevazı yapar, Basarı insanı ısıldatır Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 23 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 23 Temmuz , 2007 Boşig... seni göremedik ama hakkında çok şey öğrendim... burada yazdığın çoğu düşüncende pek çok ortak görüşümüz vardı ve kişiliğin hakkında zaten olumsuz bir fikre sahip olmamıştım... keşke o gün sende aramızda olabilseydin... kimbilir belki başka birgün bu mümkün olur... bu güzel Yunus beyitleri için teşekkür ederim... Sayın Sardunyam... Bana karşı olan hisleriniz karşılıksız değil... İstanbul benim ikinci memleketim... Bir süre sonra geleceğim mutlaka, Ve mutlaka görüşeceğiz, merak etmeyin... İzmir'e gelirseniz de, Sizi misafir etmek isterim... Efsane Wimbledon tenis oyuncusu Arthur Ashe AIDS'den ölmekteydi. Dünyanın her kösesindeki hayranlarından mektuplar yagmaktaydı. Bunlardan bir tanesi söyle soruyordu: "Neden Tanrı böylesine kötü bir hastalık için seni seçti?" Arthur Ashe buna su cevabı verdi: "Tüm dünyada… 50 milyon çocuk tenis oynamaya baslar, 5 milyon tenis oynamayı ögrenir, 500,000 profesyonel tenisi ögrenir, 50,000 yarısmalara girer, 5,000 büyük turnuvalara erisir, 50'si Wimbledon'a kadar gelir, 4'ü yarı finale, 2'si finale kalır. Elimde sampiyonluk kupasını tutarken Tanrı'ya "Neden ben?" diye hiç sormadım. Ve bugün sancı çekerken, Tanrı'ya "Niye ben?" mi demeliyim? Mutluluk insanı tatlı yapar Zorluklar güçlü yapar, Hüzün ise insan yapar, Yenilgi mütevazı yapar, Basarı insanı ısıldatır İnanılmaz... Sevgilerimle... Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 24 Temmuz , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 24 Temmuz , 2007 Sayın Sardunyam... Bana karşı olan hisleriniz karşılıksız değil... İstanbul benim ikinci memleketim... Bir süre sonra geleceğim mutlaka, Ve mutlaka görüşeceğiz, merak etmeyin... İzmir'e gelirseniz de, Sizi misafir etmek isterim... İnanılmaz... Sevgilerimle... çok teşekkür ederim sevgili Boşig... umarım kısmet olur ve görüşürüz... ve İzmir'e gelmeyi çok istiyorum, orada Yumotemide ziyaret edeceğim... ve yaz bitmeden gelmeyi ümit ediyorum... görüşmek üzere... selamlar... Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 24 Temmuz , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 24 Temmuz , 2007 Hayat Kavgası... Bir insan ortalama 70 yıllık bir ömür yaşıyor ve her yeni güne girerken takvimlerdeki günler öyle akıp giderken, herşey değişime yenik düşüyorken insanın tek değişmeyeni ruhu oluyor galiba... Rahmetli dedemi 90 yaşında kaybetmiştik... Ve ona sorardım dede, bunca yıl yaşadın peki hayattan ne anladın diye... Dedem bana hep aynı şeyi söylerdi, kızım; gönül kocamaz... İnsan ne kadar yaşarsa yaşasın kendini, ruhunu hep genç sanar... Ama beden ruha ayak uyduramaz... Ebru Gündeş'in şarkısında ki bu sözlerde olduğu gibi... Bir hikaye daha bitti bitiyor Göz göre göre kaçıp gidiyor elden Ne hazindir hayat eksiliyor sabrederken Git gide imkansızlaşıyor Tende vakit geç, canda erken Her insan diyerine benziyor kaybederken Acı günler var önümüzde Kurudu yaşlar gözümüz de Duramadık ki sözümüzde Tarih tekrar ediyor Hayatta başarılar diliyorum Hayatta başarılar diliyorum Laf olsun diye değil samimiyim İyiliğini istiyorum... Hayatta başarılar diliyoruz ya birbirimize... Başarının ölçüsü nedir ben bilmiyorum... Çok kazanmakmıdır, zengin olmakmıdır, en iyi yüksek okulları en iyi derecelerle bitirmekmidir, star olmakmıdır... Nedir? Başarı nedir, ölçüsü nedir, insanlık başarısı kariyerle ölçülebilir mi? Her neyse, çokta umurumda değil... Ruh yaşlanmıyor, eskiyen kalıbına artık sığamasada, gözleri artık bir ihtiyar gibi baksada... İçerideki duygular daima genç kalıyor... Ama o genç ruhuna sahip çıkabilende pek kimse yok... Genelde yine toplumun birey üzerindeki baskısı ağır geliyor... Koskocaman kadın, yaşını başını almış adam yaşına başına, koskocamanlığına göre bir kenarda beklemeli... Son günlerini kendine yaraşır (!) biçimde geçirmeli... Onların artık eğlenmeye, gönüllerinden geçeni yapmaya hakları yokmuş gibi değerlendiriliyor... Bu hiç değişmiyor... Bir zamanlar genç olduğunu unutan ve hoşgörüsünü yitirmiş bir sürüde yaşlı insan tanıyorum... Empati yeteneği olmayan bir toplumuz galiba... Henüz o yaşlara gelmedim ama gelirsem ne hissederim tahmin ediyorum... Sanırım alışılagelmiş yaşlı insan tipine pek uymayacağım... Tabi o kadar yaşamak nasip olursa... Alıntı
Φ delifırtına Gönderi tarihi: 26 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 26 Temmuz , 2007 İnsanın Yedi Çağı Bütün dünya bir sahnedir... Ve bütün erkekler ve kadınlar sadece birer oyuncu... Girerler ve çıkarlar. Bir kişi bir çok rolü birden oynar, Bu oyun insanın yedi çağıdır... İlk rol bebeklik çağıdır, Dadısının kollarında agucuk yaparken... sonra mızıkçı bir okul çocuğu... Çantası elinde, yüzünde sabahın parlaklığı Ayağını sürerek okula gider... Daha sonra aşık delikanlı gelir, İç çekişleri ve sevgilinin kaşlarına yazılmış şirleriyle... Sonra asker olur, garip yeminler eder. Leopara benzeyen sakalıyla onurlu ve kıskanç, Savaşta atak ve korkusuz, Topun ağzında bile şöhretin hayallerini kurar... Sonra hakimliğe başlar, Şişman göbeği lezzetli etlerle dolu, Gözleri ciddi, sakalı ciddi kesmli... Bilge atasözleri ve modern örneklerle konuşur Ve böylece rolünü oynar... Altıncı çağında ise palyaço giysileriyle, Gözünde gözlüğü, yanında çantası, Gençliğinden kalma pantalonu zayıflamış vücuduna bol gelir. Ve kalın erkek sesi, çocukluğundaki gibi incelir. Son çağda bu olaylı tarih sona erer. İkinci çocukla her şey biter. Dişsiz, gözsüz, tatsız, hiç bir şeysiz.. William SHAKESPEARE Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 delifırtına çok güzel emeğine sağlık canım *** Savaş olmaz eğer sen istersen. Eğer sen istersen tozu dumana katarsın, Çaresiz dert, çözümsüz hastalık kalmaz. Silinmeyen derin izler bırakırsın eğer sen istersen… Görüyorum ki istemiyorsun. Gününün yarısını dedikodu ve chat yapmakla, diğer yarısını da magazin programlarını izlemekle geçiriyorsun. Sence hakkını veriyor musun aldığın oksijenin. Sence yakışıyor mu bu sana. “Ben tek başıma ne yapabilirim ki?” diyorsun, sürekli aşağılıyorsun kendini. Bunu yapma ve unutma! Dünyayı daima bir kişi değiştirmiştir. Tarih kitaplarında yazan doğru değil! Parayı Lidyalılar bulmadı. Parayı bir tane zavallı Lidyalı buldu ve dünyayı değiştirdi. Yazıyı da Sümerler bulmadı aslında. Belki de sümüklü bir Sümerli buldu yazıyı … Dünyayı hep bir kişi değiştirdi. Sana, bana benzeyen bir kişi. Şimdi bi daha düşün! Kendini düşün! Sen de bir kişisin, tıpkı Einstein gibi, Newton gibi, hatta Fatih gibi, Kanuni gibi, Atatürk gibi bir kişisin. Seni engelleyen ne peki? Hani sen ezelden beridir hür yaşamıştın, hani kükremiş sel gibiydin, bendini çiğner aşardın, enginlere sığmazdın hani… Hani sana zincir vuracak bir çılgın tanımıyordun. Ne oldu? Sana ne oldu? Kendi kendine zincirler vurdun! “Ben tek başıma ne yapabilirim ki?” dedin, diyorsun! Hadi kendine gel, yeniden hatırla ve sonsuza kadar unutma! Sen “O”sun! Sen dünyanın en akıllı insanısın! Erdal DEMİRKIRAN teşekkürler Geceyağmuru Alıntı
Φ godzilla Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 bu bugünkü herşeyi çoooookkkkk iyi anlatıyor; --------------------------------------- Entelektüelliğin hiçbir değeri yok... Entelektüelliğin hiçbir zaman fazla değeri olmayacak Halkın toplu yargısına göre. Toplama kamplarının kanı bile Memleketimizdeki bir milyon ruhtan Daha net bir yargı çıkartabilmeliydi. Tüm fikirler sahte, bütün tutku yalan Birliğini asırlar önce kaybetmiş Tüm bilgeliğini, özgürleşmek için değil Sadece hayatta kalmak için kullanan bir halkta. Yüzümü göstermem Tek başına ve çocuksu bir ses yükseltmem Tamamen anlamsız. Korkaklık sarmış etrafımızı Diğerlerinin zulüm altında öldüğünü görerek, Garip bir farklılığa hapsolarak Ölürüm ben de işte ve bu bana çok acı verir. Tüketim, kapitalizmin tamamen yeni devrimci bir biçimi. Hedonizmin keşfi, toplumsal düzenin artık fakirleri istemediği anlamına geliyor. O, tüketebilecek olanları, zenginleri ister; iyi yurttaşlar değil, iyi tüketiciler. Tüketicilik İtalya'nın tarihinde yaşadığı ilk gerçek birleşme. Bu oldukça korkutucu. Alternatif ne? İntihar. Aydın intiharı diyelim... Öte yandan bu, bir yanıyla asla kabul edemeyeceğim terörizm ve şantajın bir parçası. Sanatçı, şair, tam da intihar etmeyen, her şeye rağmen yaşayandır. Sanat her şeyden önce canlıdır. Canlılığın olmadığı yerde sanat olmaz. Aydın intiharı... Hayır, intihar etmiyorum. Üzgünüm. Pier Paolo Pasolini Alıntı
Φ r.k.y Gönderi tarihi: 28 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 28 Temmuz , 2007 Yaşadığını hissetmek.. Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 30 Temmuz , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 30 Temmuz , 2007 Aşk'ı Soranlara Bana aşkı soruyorlar ufacık tefecik çocuklar Aşk bütün ufak tefek’leri dev yapandır. Devleri cüce ,boş evleri cennet, meşakkatli nesnedir aşk verdiğini alamaz, aldığını veremezsin. Çok çok bir hayalin aynadan yansımasıdır. Az çok tanıyanlar bilir beni az uyurum konuştum mu saatlerce ama sustum mu da tam susarım….. saatlerce uğraşsanız ilaç için tek kelime alamazsınız ağzımdan. Bu mevsimler biraz düşüyor çenem genelde hani eskiler hazan mevsimi der yapraklar dökülür günler kısalır falan filan şimdi anlıyorum onları daha bir başka bakılıyormuş hayata kırkından sonra hazan mevsimi bütün kaybettiklerinizi hatırlamakmış Yeni kaybetmelere kibar kibar boyun büküp sınırsız ve sonsuz ülkeye hazırlanmakmış…. ama düşündükçe aklıma şu atasözü geliyor ve karnıma gülmekten ağrılar giriyor ‘’ ne verirsen elinle o gelir seninle’’ namaz sonrası cami avlularında yaşlıların sadaka vermek için neden panik olduklarını şimdi daha iyi anlıyorum. Saçlarımı genç gözükmek için uzattığımı sanıyorlar spor giyinmemin nedenini de bu huzura gidişe bir direniş gibi görüyorlar ne gariptir ki şiirlerimdeki endişeye düşüp ruhumun derinliklerinde ki huzursuz yalı çapkını düşlerimi görmüyorlar Aşk her adamın işi değildir öyle ki dağlar yıkılsa üzerine ah etmeyenlerin bir gül goncasına bakıp bakıp göz yaşı dökmeleridir Aşk Unutmaktan çok hatırlamaktır,bulmaktan çok aramak,yaşamaktan çok yaşatmaktır Aşk hayatınızdan aşkın izini silmeye çalışırsanız yaşamaktan yana Allah’ın size verdiği nasibi alamazsınız ve yaşamak gibi aşkında nasibi insan oğluna bir kere verilir Aşk binlerce nasipten bir tanesine razı olmaktır. Tanrının O’na ulaşma yolunda en büyük aracının da aşk olduğunu düşünüyorum düşünmekten çok inanıyor illaki de bunun ispatına talibim varsa inanmayanlar beklesinler görecekler yalnız şartlarına uymak zorundasınız zerre sapınca ne aşk’ı bulursunuz ne de gölgesini gölgeside neymiş diyenlere ilahi aşkın yolunda aşktan öte aşığı görmek bile muhteşem bir hamledir. Bir kere riya olmaz olamaz mümkün değil isteseniz de aldatamazsınız kandıramazsınız bir halka düşünün ortasında siz hayat bu o dairenin içinde iradeniz hadi buyurun bakalım öyle diyor yüce kitabımız gözünü çevir ve bak aleme sonra çevir yine bak göz sana yorgun döner ve onun mülkünün haricinde hiçbir şey göremez. Aşk tüm varlığınla sevgiliye tabi olmaksa sevgilinin tabi olduğuna tabi olmak lazım diye düşündüm hep tebalığın bu kadar şerefli olduğunu bilmemek kadar büyük bir kusurum hiç olmadı hayatta bütün hatalarımın sebebi de budur. Bana Aşk’tan soruyorlar ufacık tefecik çocuklar kocaman yürekleri var belki gördüklerini anlayamıyorlar biliyorum ki zamana ihtiyaçları var , ufacık omuzlarında hayatın yükünü taşımaktan yorgun bitap düşüyorlar bu yüzden biliyorum aşka sırtlarını dönüyorlar ah bilseler ziyandalar ziyan dedim de aklıma çocukluğum geldi çocukluğum deyince dolandığım şehirler anne baba ayrı olunca bir çok memleketin oluyor hadi anne baba’nın üveyini akrabadan saymayı şimdi anlıyorum da ebenin dedenin de üveyinin memleketinin ufacık bir çocuğun git gellerindeki yerini hala çözemiyorum Şehir deyince aklıma bandırma gelir ana caddesinde ki denize uzanan uzunca yol sanki çocukluğumun kurtuluş umuduydu hep ilk gördüğüm yerde dururdu deniz, ne zaman gitsem orada O yıllar Alanya Antalya bodrum Marmaris yok varsa yoksa Erdek , sahile vuran çer çöp sonrası hep Deniz anası o zamanlar mayolar slip haşama bilmiyoruz hattı zatında deniz ne bize irticacı diyor ne de umurunda donla ya da donsuz girmemize hatta inadına çıkarttırır bide üstüne kah kaha patlatırlardı benim akran az varlıklı olanlar illa ki bilir izzet kaptanı kıyıdan tek tek seslenirdi kumsaldakilere ayşe hanım günaydın fatmanım ali bey uyuyor mu daha ve darbuka saz cümbür cemaat göbekler atılırdı İşte ta o yıllar fark etmiştim aşk’ın kıymetini anne kokusuna hasretlikti aşk baba kucağında oturamamaktı aşk , şimdi bana aşkı soruyor ufacık tefecik çocuklar anlatamayabilirim belki yalnızca hasretini yaşadığımız bir şey olmaktan çıkarttığım için aşk’ı sonsuzluğa gidişin biletidir aşk kimbilir geçen hafta ilk okul arkadaşımla karşılaştım cafe’ye gelmişti uzun zamandır görmüyordum hasretle kucaklaştık biraz haset biraz da şakayla karışık lan adi dedi tek beyaz yok saçlarında bende aldım sazı elime vardı da geçen hafta o da karardı diye kaynamaya sonra birden gülen yüzümü asıp şimdi dinle dedim ömrümün en güzel çağlarını sokaklarda geçirdim sen annenin kokusuyla büyürken babanın parası arabası kızlarla gezip dolaşırken benim gece yarılarında evden kovulmalarımı ne çabuk unuttun ben hayata sizden önce başladım çekmedik bi şey kalmadı şimdi semeresini topluyorum başladı bu seferde o gülmeye doğru söylüyorsun kardeşim az çekmedin biz gülüp eylenirken sen hep düşünürdün ben ceza evine düştüğümde anladım hayatı sen erken başladın çok yol aldın hakkını helal et diyince içim yandı başladım şamataya sabret kelliğe filan aldırma yeniden çıkarlar umud et hayat bir kerelik bir şans ve sen hala var’sın sonra saçlarımı toplayıp sinir ettim keyifle kötü fuat’ Bana aşk’ı soruyorlar ufacık tefecik çocuklar cevabını vermekten çok ben onların gözlerinde görüyorum aşk’ı biliniz ki Aşk gerçekten aşk ise cevap vermeye mecbur olmadığınız tek şeydir yüreğinizi hayatın akışına bırakınız çocuklar tüm yollar aşka çıkar hele hele tüm kapıların kapandığında sana sığınırım Rabbim dediğinizde açılmış ve açılabilecek bütün kapıların ardın da mutlaka aşk vardır... şimdi sebepsiz sınırsız yargısız sevmeye var mısınız zamanın ritminde durmadan büyüyen ufacık tefecik çocuklar Hayalayna... Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.