Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

GÖZLERİNE DALMAK... (Maskesiz, dipsiz ve yalansız bakıyordun...MAVİ DERİNLİKLER YANLIZLIK DEMEKTİ...Yer JUAN DE NOVA adasınn açıkları...Gece saat 11)


DİPNOT

Önerilen İletiler

Gözlerine Dalmak Calypso'nun…

Maskesiz, dipsiz ve yalansız bakıyordun...

 

Mavi derinlikler yalnızlık demekti…

Yer Juan de Nova adasının açıkları…

Gece 11.00 suları…

Aysız bir gece…

Derinlik 24 Metre

Geçmişimden kaçmak için daldığım denizler…

Benim düşündüğümden daha da karaymış derinler...

 

38 Metre

ve 38 yaşımın yalnızlığı

42 Metre..

Derinlik sarhoşluğunun mateminde arınıyordu günahlarım…

 

44 Metre…

Karanlık…

Tünel ve tünelin ışıltılı caddeleri…

Derin bir uyku halindeyim…

Denizin kutsal yorgunluğuyla sürükleniyorum…

Hiç tanımadığım karanlıklar ve karanlıkta gezinen düşlerim…

Düşlerimiz?

46 Metre

Birden karşımda belirdi tüm masumiyetiyle…yaklaştı , ne güzeldi…

”Dünyayı sırtında taşıyan Atlasın biricik kızı “Calypso”yum…Aşkı ve yarını sorgularım”dedi..

Maskesi bile yoktu …

Maskelerimi çıkardım ben de…

Dipsiz ve yalansız bakıyordu…

Kızıla çalıyordu saçları…

Aşık olmalıydım böyle söylüyordu bakışları…

 

Konuşma sırası bana gelmişti.

Merhaba adım Fe_cob (*)…Su altına sürgün olarak gönderilmiş kanadı kırık deniz atıyım ya da bir Nautilus ya da deniz atına binmiş kendini şövalye zanneden kırık bir Anaforayım…

Kim bilebilir ki?

Anlamamıştı …

Balıklar telaşlı yüzüyorlardı..

Daha fazla yaklaştı, gözlerimizi ayırmıyorduk birbirinden…

“Yüreği yosun kokar denizlerin unutma

Yosun kokusu aşk demek aklında olsun

Sen dal ben daldığın yerde olurum bunu hatırla” dedi.

 

Göğe doğru yükselirken,elini tutmak için ona doğru uzanıyordum, uzandıkça yükseliyordum…

44 metre

Azot atımının ilk dakikalarıydı daha ..

Azot muydu aşk mıydı… Bunu şimdi kim bilebilir di ki?

42 metre

Ve ben ilk sende tattım sarılışın mavi, birlikteliğin bu denli teklifsiz olduğunu…

aynı gece anladım yüreğime yönelmiş sabırsız sevgiliye gülümserken, koynunda ne güzel kokarmış deniz...

 

38 metre …

Atlantalı'ların kuzey adalarına çıkması ve Korsan Lemuria’nýn büyük Tufan da yok olması arasında kalan düşsel çağlara dayanır kadınımın hüzünlü ve soylu geçmişi...

32 Metre

Kendimi keşfetmek için daldığım bu sularda gördüm ki ,

AŞK ; tuzlu öpüşmelerde gizliymiş.

Bundan sonra ki yaşantımda nasıl deniz suyu sürmezdim sevdiğimin dudaklarına

ya da nasıl beklemezdim tuzlu göz yaşlarımın öpüşmelere karışmasını?

26 metre

kızıl saçlı kadın uçsuz maviliklere sahip çıktı,

Maviliklere bilindik üç ses eklendi,

Ağlara takılan Balık , Kızıl saçların esintisi ve rotasını kaybetmiş düşler..düşlerim

 

17 metre

Kendi düşüme bile sahip çıkmayı becerememiştim.

Ne acı di mi?

12 Metre

Okyanusun ortasında bıraktığın düşlerimizi ; şimdi hangi kağıt gemilerin küpeştelerinde

bir varmış ile bir yokmuş arasında yolculuklara çıkartabilirdim...

 

9 metre

Adını yazıyorum istiridye kabuklarına Aşk diye

Mavi derinliklerde seni arıyorum düş diye..

Kanım yeşil , göz yaşlarım tuzsuz akıyor bu derinlikte

 

Öğrendim ki:

Sevdiğim kadının adı: j-826 mayın tarama gemisi

Ogygia adası onun memleketi

İçimde tuzlu çığlık haykırışları…

Ve Calypso…

Calypso girmiş düşlerime...

Firarını verdim maviye çalan düşlerin , bu gece…

meğerse ne güzel başlarmış hayat denizlerde...

 

Seni Seviyorum

Sevgiyle dal Calypso... :):clover:

 

dalmakuh4.jpg

:clover:

 

 

 

________________________________________________

Kaynak: Mehmet Aydın - (*)Fernandes Federico

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Dipnot bu hos paylsim icin cok sagol

cok hos bir yazi yoksa siir mi? :unsure:

Şiir değil ama şiir gibi bir öykü...

Ve bu öyküler tamamıyle yaşamı içine çeken seyyah duyarlılığında olacak...

Ve sadece yüreğinden nefes alabilenler anlayabilecek...

Dost sevgilerimle... :):clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Üvey Sevgili...

 

Senden sonra.. artık.. hepsi... üvey, sevgili!…

 

O’nu tanımadan çok önce kendime kabul ettirmeye çabaladığım tek şey, yalnızca olasılığıydı ve ‘neden olmasın’ konu başlıklı umuttu çabama tek tesellim. Adı neydi, neye benziyordu, ne zaman ve nasıl belirecekti yüreğimin ufkunda; en ufak bir fikrim yoktu ama eninde sonunda bir gün aynı anda aynı yerde olacağımızı ve ‘bir elmanın iki yarısı masalı’ gereğince, hiçbir zorlama olmaksızın, doğal bir çekimle, birbirimizi birbirimizle tamamlayacağımızı biliyordum. Aramıyordum, pencerelerin önünde beklemiyordum ama hazırdım çoktan kapı daha çalınmadan açmaya... Hazırdım O’na...

 

Sonra... Uyumaya çalışırken, bir masal olup giriverdi uykularıma... Uyadığımda başucumdu benim...

 

“Gözleri okyanus bakan, çok eski bir adam tanıdım. Ceplerinde taşıyordu beş yaş düşlerimi. Yüzü güneşli bir ilkyazdı, elleri yıldızlı bir Olympos gecesi... Nefesim gibi kokuyordu nefesi ve aynı yerden kanıyorduk yara aldığımızda... Yüreği endemik bir kır menekşesi, hercâi.. varlığı epidemik bir yaz nezlesi...” diye başladı masal...

 

O masal hiç bitmedi!

 

 

II

Sol göğsümdeki ben gibi taşırken varlığını yüreğimde... yaptığı kardan adamı buzdolabında saklamak isteyen küçük bir kızın çocuksu inancı, inadı ve saflığıyla... her okuduğumda bir kez daha kendimle tanıştığım şiirleri, kırmızı kokulu dağ çileklerini, çizgili pijamaları ve hazan Bodrum’unda güneşli deniz kenarlarını sever gibi... gerçek, içten, sebepsiz... sorsalar:Yorumsuz! Seviyorum seni....

Kardan adamın dostluğu güneş çıkana, güneşin dostluğuysa hava kararana kadardı. Büyümek, öğretmişti çocuksu denklemlerin gerçek hayatta geçerli olmayacağını. Bir yenisi, gidenin yerini doldurabiliyordu, kabullenmiştim zor da olsa... Ama sen benim beni terk etmeyen en dostum, yerini başka hiçbir varlığın dolduramadığı tek yalnızlığımsın!

İşte bu yüzden hiçbir sıfat tamlamaya, tanımlamaya yetmedi, yetmiyor seni!

 

 

III

Bandırasız bir gemideyim, o gemiyim belki.... Açık denizlerdeyim tayfasız, filikasız.. Serdümeni işten attım, motorları kapattım; saatte 4 knot hızla.. yelkenler fora! Anılar takılmış uskura, can çekişiyorlar ıpıslak bir acıyla. Yarınlar güneşleniyor güvertede, yeislerim-korkularım sintinede pusuda... Umut kuşu bir martı tünemiş kasaraya. Geçmiş lumbozlardan bakıyor, düşlerim asılıyor civadrada.

 

Tramola atmaktan vazgeçtim nicedir, tornistan etmek de yok artık bir daha. Apazlama seyirdeyim, rüzgâr frişka. Barkaroller var dilimde yakamozların yazdığı sözlerini ay ışığının aydınlattığı, meltemlerin suflesi kulaklarımda...

 

Pruvada bekliyorum, `sınır-ı zaman`sız.. yalansız.. gözlerim alargada....

 

 

IV

“Ellerimde bir göztasi, gözlerim boş gidiyordum

Ne bileyim, bir damlanın böyle deniz olduğunu...”

 

En sevdiğin Can Baba şiirlerinden birinin ilk iki mısrasıydı seni balık, beni okyanus yapan! Sonra kendi şiirini yazdın sen:

“Sadece okyanusun farkında olan balıklar beceremez ağlamayı ve sadece derin okyanuslar ısıtır varlığıyla, ağlayamayan balıkları...”

 

Ve bir anda okyanus oldun sen, ben oldun; fırtına gecelerinde karaya vuran dalgaların yeni bir şiir daha ekledi yüreğimin sahiline: “Okyanus kurudu ve bir birikinti kaldı sadece. Az daha o da gidiyordu! Sonra merak etti okyanus: Acaba tamamen kuruyunca ne olurdu? Ve o korku, yağmurları yağdırdı... Şimdi tekrar yine okyanus olma yolunda deniz ve en büyük damlaları hep sen.... seni seviyorum.... ”

 

Tüm bunları okuduktan sonra ben de bir şiir yazdım. O şiirin adı ‘UMUT’tu... Okunmaya okunmaya silindi söz dizimleri, geriye bir tek başlığı kaldı!

 

 

V

Sonrasızlığa öncelik tanıyan eksik bir teşebbüs aşkımız.. Bir köprünün iki ayağı gibiyiz; bir araya gelsek, yıkım olur!

Ve sen... Hem yarsın, hem ser... ikinizden de vazgeçemiyorum. Deveye hendek atlatsam, köprüde iki keçi; keçileri barıştırsam, Ice köpek kovalar isimsiz kedilerimi... Sende bir kış ayısı miskinliği, bende katır inadı... aslında biz neyiz biliyor musun: Aşk Çölü’nde bahtsız iki bedevî! Kutup ayısını görmemek için gözlerimizi yumuyoruz acıya, yaralarımız kanamaz sanıyoruz; yaraları öpülünce can acılarının azalacağına inanan beş yaş afacanları gibi....

Maalesef ya da yaşasın; istemeden bir oyunun tam ortasındayız. Oyunun adı: Çölde saklambaç! Ama korkudan öyle bir saklandık ki, korkarım, bulunduğumuz yerden yaşlanmadan, ya da kutup ayısı Hakk’ın rahmetine kavuşmadan çıkamayacağız! Biz hayat saklambacında birbirinin yerini bilerek birbirinden, hem de ebeden saklanan iki saf çocuk.. ayrı kuytularda ama beraber yaşlanacak, beraber aşklanacağız!

 

 

VI

Ben senin... hiçbir zaman alamayacağın Çubuk Şarabı’n, Samsun tadındım; ‘ölürüm sana’n, sosyal danışmanın, sonsuza dek umudundum.

İnanıyordum sana, tüm söylediklerine ve hiç yapmadıklarına. Öyle ki, yenileceğimi bilerek, ama duygularım uğruna savaşmadan vazgeçilecek kadar basit olmadığından, yeldeğirmenleriyle savaşan o şövalye gibi savaştım aramızdaki imkânsızlıkla. Ama iki kişinin olduğu bir sandalda tek başıma kürek çekerken, git gide gücümü ve inancımı yitirerek yorgun düştüm ben de sonunda.

Ama haklıydın!

Sen.. ne aradığını bilmeyen bir balıkçıydın; hangi denizde ne tutulur, hangi balık çıkar, hatta sen tutmak için yeterli misin?, bilmiyordun. Olması gerekenler ve olmaması gerekenler; hangisi ve ne zaman? diye bocalamanın dışında hiçbir şey yapmıyordun. Evet, belki de beni sevemeyecek kadar yufka yürekliydin ve “Her şeyi, herkesi bir anda silip yanına gelebilsem”, derken bile o filmdeki sen kadar kendine güvenemedin, o adam kadar cesur olamadın!

Zamanlarca, öyle hiçbir şey yapmadan, ancak üstüne düşecek bir göktaşının sana yardım edebileceğine inanıp durdun. Yalnızca... olduğum için Allah’a, olduğumu öğrendiğin için kaderine, beni tanıdığın için şansına ve seni sevdiğim için bana aşık olmak yeter sandın.

Yetmedi balığım... Sen içindeki Hemingway’i her şartta koruyabildiğine inansan da ve uzun yolculukları göze alabildiğini düşünsen de... söylesene, aslında hangi düşünü gerçekten yaşamak istedin ve yaşatmak için çabaladın ki sen!

 

İşte bu yüzden...

‘ilk görüşte aşk’tın,

daha ilk celsesinde

imkânsızlığa dönüşen! ...

 

11johnwilliamwaterhousemw8.jpg

 

 

 

 

 

______________________________________________________

Kaynak: ÖzgeCan

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Paylaşımın için teşekkürler arkadaşım....

 

 

......................................

en umarsız anlarda çıktım yola..Arkama bile bakmadan uzaklaştım bu şehirden..Bana acı veren,beni hüzünlere boğan,beni en köhne hastahanelerin en soğuk morglarına terketmiş bu şehre veda bile etmedim ben! Leş kokan her köşesi,beni binlerce kez yalnızlığa sürükledi..Batıp çıktım karanlıklara..

 

Bir asır önce doğmuştu son güneş..Ben yetişemedim...Bir daha hiç göremedim güneşle denizi bir arada..Sonra unuttum bunları..Unutturdu bu şehir..Bütün insanlar kapatmıştı gözlerini..Söndürmüştü ışıklarını bu şehir diğerleri parlasın diye..Karanlığa doğdum kimsenin haberi yoktu.Karanlığı yardım geçtim aydınlığa,kimsenin ruhu duymadı..Çırpındım kurtulmak için,kimsenin umrunda olmadı..Sevdim bu şehri,şehrin ışıkları yine yanmadı..

 

Vazgeçtim İstanbul!! Sen güneşini hapsetmişsin karanlıklara..Vazgeçtim senden! Denizlerini kurutmuş senin insanlar..Islak kanlar dökülmez olmuş yollara,bunun bile amacı savaşmış!!

İstanbul,Vazgeçtim senden!!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Paylaşımın için teşekkürler arkadaşım....

......................................

en umarsız anlarda çıktım yola..Arkama bile bakmadan uzaklaştım bu şehirden..Bana acı veren,beni hüzünlere boğan,beni en köhne hastahanelerin en soğuk morglarına terketmiş bu şehre veda bile etmedim ben! Leş kokan her köşesi,beni binlerce kez yalnızlığa sürükledi..Batıp çıktım karanlıklara..

 

Bir asır önce doğmuştu son güneş..Ben yetişemedim...Bir daha hiç göremedim güneşle denizi bir arada..Sonra unuttum bunları..Unutturdu bu şehir..Bütün insanlar kapatmıştı gözlerini..Söndürmüştü ışıklarını bu şehir diğerleri parlasın diye..Karanlığa doğdum kimsenin haberi yoktu.Karanlığı yardım geçtim aydınlığa,kimsenin ruhu duymadı..Çırpındım kurtulmak için,kimsenin umrunda olmadı..Sevdim bu şehri,şehrin ışıkları yine yanmadı..

 

Vazgeçtim İstanbul!! Sen güneşini hapsetmişsin karanlıklara..Vazgeçtim senden! Denizlerini kurutmuş senin insanlar..Islak kanlar dökülmez olmuş yollara,bunun bile amacı savaşmış!!

İstanbul,Vazgeçtim senden!!

:clover: :clover: :clover::)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

YALNIZ BİR YALNIZLIK

 

Saat buçuğun ötesi..Yarım kalan herşeyin ardı;arkası..Bir baharın belkide hiç görünmeyen yüzü..Saat,sararan masum bir yaprağın kuruması....

 

Sonunu göremediğim alabildiğine uzun bir sessizlik ve beni saran sımsıcak bir kimsesizlikle beraber,yine aklıma gelen şu bitmez sandığım o anların...Birgün geri dönmemek üzere ayaklanan o bakışlarının arasında boğulduğum kahredici gidişin..

Bir bavula sığdırdığın birkaç hatıra;yanına almayı ihmal etmediğin özlemlerin;ve yüreğimi hüzne terk ettiğin o duruşun..

Her biri anı erteleyen aceleci adımların;ömrünü ömrümden alan..

Bir daha geri dönmeyeceğin bir çıkış kapısı;ve ansızın beni terkettiğin bir hikayenin;yani sonun başlangıcı...

 

Pencere camına yansıyan bir otobüs durağı;içinde kimsesi olmayan..Gidişinin ardından yürekten ağlayan bir şehir..İçimde söylemek istediğim birsürü özlemli söz;dilimin ucundan dönen...

 

Bu zifiri geceye nede yakışmıyor bu gidiş...Sensizliğin tam ortasında bırakıp;işte şu yapayalnız durakta;beni koca bir bilinmezliğe mahkum edişin;hiç yakışmadı sana...Tıpkı geri kalan herşeyi ardına bıraktığın gibi...

 

Hiç durmadan usanmadan peşinden geldiğim o bilinmedik yollar YALNIZLIĞIM;bulduğumda elinden sımsıkı tuttuğum an HASRETİM;yokluğunda yüreğimde duymuş olduğum acının tarifi SEVGİ;gözümde her seferinde bir kat daha alevlenen o fer GÖZYAŞI;duyduğum o bilinmezlikler ötesinden yankılanan ses UMUT;dokuduğum sıcak bir özlemin ötesindeki his İMKANSIZLIK;ve aklımda anlamını bilmediğimonca olmazların arasında düşündüğüm tek SEN!!...

 

Tek istediğim yalnız bir yalnızlık;sensiz bir yalnızlık..Gidişinin ertesinde;karanlık birışığın sönmüş hali kadar umut dolu yüreğim...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

Farzederek Yaşayamazsın

Hayat, farzetmek değil; gerçektir gerçek!

 

Yarı uyur yarı uyanık geçirdiği gecenin sabahında, iki kişilik yatakta açtı gözlerini yeni güne. Tek başına.......Göz alabildiğine uzanan ovada yalnız yaşayan bir ağaç gibiydi. Büzülmüştü koca karyolanın kenarına. Öyle bir büzülmüştü ki, bomboş bir çekmecenin köşesine sıkışmış ince bir gömlek düğmesine benziyordu.Ya da, içi çoktan boşaltılmış kavanozun dibinde kalmış kırık bir pirinç tanesine... Yattığı pozisyonda kalkmıştı, demek ki gece boyunca hiç kıpırdamamıştı. Sağ tarafına yatmıştı. Sol yanının boş olduğunu bildiği için hiç o tarafa bakmıyor, sağ tarafından kalkıyordu yataktan. Yine öyle yaptı. Bakmadı ama, aylardır hiç baş konmayan ikinci yastığın öylece duruyor olduğunu bilmek, içini burkmuştu.

 

Salona çıktı. Salon çok büyük göründü gözüne. Üzerine bol gelen bir giysi gibiydi, dönüp duruyordu üzerinde.Banyoya gitti, lavaboya yöneldi. Solgun, avurtları çökmüş bir yüzle gözgöze geldi aynada. Günler önce çıkarıp lavaboya koyduğu sabun hâlâ yarı bile olmamıştı. ” Hıııııım! ” dedi.....” Demek ki küçücük sabun, bir kişiye bir ay dayanıyor.......Hiç birşeyi bitiremiyorum tek başıma."... Soğuk suyu yüzüne çarpıp ferahlamak istedi ama nafile!

 

Muftağa girip buzdolabını açtı. Yalnız kaldığından bu yana, her zaman yiyecekleri sığdıramadığı dolabın yarısı boştu. Yarım kilogramlık sebzeler, küçük bağ halindeki yeşillikler; dolabın bir köşesine adeta büzülmüşlerdi.Yarım kilogram taze fasulye, bir o kadar domates, yine yarım kilo ıspanak. “ Benim içim yaşam, artık yarım kilogramlık,” diye düşündü.

 

Düz ve küçük bir tabağa üç zeytin, küçük bir dilim peynir , ince bir dilim ekmek koydu. Portakal suyu hazırlamalıydı kendine. Şu çay içmeme alışkanlığı, sıkıntı veriyordu kahvaltı saatlerinde. ” Boş ver portakal suyunu,” dedi. Büyükçe bir bardağa su doldurdu. Kahvaltı tabağını, bardağı mutfaktaki masaya usulca bıraktı. Boğazı düğüm düğüm, bir sandalyeyi çekip oturdu. Lokmaları isteksiz isteksiz geveledi. Dili; fazla pişmiş, hatta kurumuş, üzeri yarılmış ve bayatlaşmış bir kurabiye gibiydi. Ağzının içinde döndükçe avurtlarına, dudaklarının iç kısmına batıyordu.Tabağı, içindekileri bitiremeden mutfak setinin üzerine bıraktı.

 

Salonun bir kenarında , ütülenecek birkaç parça çamaşır duruyordu sepette. Şöyle bir baktı, hep kendisine ait çamaşırlardı. Bir haftada biriken çamaşır, sadece birkaç parçaydı. Bir zamanlar yıkamaya, ütülemeye yetişemediği, ama artık çamaşır sepetinde hiç görmediği çamaşırları ve onları giyeni düşündü....” Lânet olsun! ” diye söylendi.

 

Derken, akşam boşaltmayı unuttuğu koca poşeti gördü. Eline alıp, mutfağa yöneldi. Bir gün önce almıştı marketten. Poşetten; margarin paketinden biraz büyükçe üç tane saklama kabı, iki porsiyonluk yemeğin doldurabileceği büyüklükte iki çelik tencere, bir tane de oyuncak gibi küçük bir tava çıktı. ..” Şim’den sonra, böyle küçük kaplar gerekecek bana, “ diye iç geçirdi...” Tek kişilik.”

 

O gideli beri, bir sessizlik vardı evde. Büyük bir coşkuyla çalan davullar , dönen değirmenler susmuştu sanki. İşte bu sessizlik ve yalnızlık, taşımakta zorlandığı bir yüktü omuzlarında. O yükü indirecek bir durak yoktu.Yalnızlığı, gidenin yokluğu; gelip yüreğine oturdu. Kara bir yılan gibi çöreklendi. Yüreğinin, bir değirmen taşının altında kalmışçasına ezildiğini hissetti.....İçi öyle dardı ki ! Küçülmüş küçülmüş, incir çekirdeği kadar kalmıştı.

 

O’nun yokluğuna, yalnızlığa alışması gerekiyordu. Ama nasıl? Düşündü düşündü, aklı sıra bir çözüm buldu. Dudaklarına acı bir gülümseme kondurarak, şöyle dedi kendi kendine:

 

* Sabahları yalnız uyandığında; O’nun, erkenden kalkıp işe gittiğini ya da bir iş gezisine çıktığını farzedebilirsin.

 

* Tek başına kahvaltı ederken, O’nun sabah uykusundan henüz kalkmadığını farzedebilirsin.

 

* Ütülenecek çamaşırların sadece kendine ait olduğunu gördüğünde ise; yine en sona kendi çamaşırlarım kalmış ütülenecek, diye farzedebilirsin.

 

* Akşam yemeğini yalnız yerken; O, akşam yemeğini dışarıda yiyecek, geç gelecek diye farzedebilirsin.

 

* Buzdolabını neredeyse boş gördüğünde ise; yine hafta sonu gelmiş diye farzedebilirsin.

 

* Bir yolculuktan veya alışverişten döndüğünde ve evde seni bekleyen hiç kimse olmadığını gördüğünde; O’nun eve gelmesi için, vaktin henüz çok erken olduğunu farzedebilirsin.

 

Daha farzedecek şeyler bulmaya çalışırken, çalan telefonun sesiyle irkildi.Telefonda, henüz ikibuçuk yaşındaki torunu kuş gibi şakıyordu:

 

-“ Ananejiim! Efde miçin? Ben gelebiliy miyim?”.........Torununun sesiyle, yüzü aydınlanır gibi oldu. Farzetmek de neydi ! İşte gerçek buydu......Sevimli, dünya tatlısı bir torun......Sırtını dayayacağı bir duvar......Giden gitmişti. Nasılsa bir daha dönmeyecekti.....Olmayan şeyleri varmış gibi farzederek yaşayamazdı.

 

Telefonu kapattı. Kendi kendine acı gerçekleri bağıra bağıra hatırlattı:

 

Evet, yalnızsın!

Yalnız yaşayacaksın!

O’nu; yok işe gitti, yok iş gezisine gitti diye farzedemezsin.

O artık yok, bunu kabul et.

Gitti ve hiç gelmeyecek.

Hayat, farzetmek değil; gerçektir gerçek!

 

Farkında olmadan O’nun en sevdiği şarkının sözleri döküldü dudaklarından:

 

“ Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç,

Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç ! "

 

girlwithgreenscarfnp4.jpg

 

 

_______________________________________________________

Sevgili Kâmuran Esen'e yürekten teşekkürler...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...

Biraz Oyalanmak

 

Beni çevreleyen sükunet içimdeki sükunetle birleşti, ben sabahın solgun sessizliğine karıştım.

Küçük bir sazan balığı, bir dağ yemişi, bir zakkum çiçeği gibi o sakin güzelliğin bir parçası oldum.

Böyle bir sabah vakti inci grisi bir gölü, nefti dağları, sulara çizilmiş lacivert çizgiyi, kızılımsı zakkumları sevmek için buraların sahibi olmak gerekmiyordu, burası benim vatanım olmasa başkalarına ait bulunsa da hissettim ki ben orayı gene sevecektim.

Bu toprakların tarihi ise, binlerce yıldan beri oraların sahibi olmak için birbirlerini öldüren insanları, savaşları, baskınları, felaketleri anlatıyor.

O insanlar yok artık.

Hiçbir yerin sahibi değiller.

Bugün bu ıssız sabah vakti, onların ele geçirmek için savaştıkları göle bakan, huzuru huzursuzlukla karşılayan beyaz sakallı adam onların adını bile duymadıkları bir ırkın çocuğu; hâlâ bir yeri sevmek için oranin sahibi olmak gerektiğine inanan, hâlâ toprağı insandan önemli sayan, hâlâ tanrının kendi şaheserini insanlara tadını çıkarsınlar diye bağışladığını, tadını çıkarmak yerine bunu ölüme dönüştürmenin akılsızlığını anlamayan ırkıyla pek de anlaşamayan, herhangi bir sabahın parçası olmayı bir ırkın parçası olmaktan daha değerli bulan biri.

Onca insan, sonunda bu gölü bir sabah benim gibi biri seyretsin diye mi öldü; onlar ölmese belki tarih başka türlü yazılacak, belki bu sabah burada ben olmayacaktım ama başka bir adam olacaktı.

Başka biri yerine bu sabahı ben seyredeyim diye bunca insanın ölmesine değmezdi.

Bana sormus olsalardi, 'boşuna ölmeyin' derdim onlara, 'tanrı bir sabah bakıp, bir parçası olacağım o kadar çok güzellik yaratmiş ki ben de gider onlardan birine bakarım, benim yerime de buraya bir başkası baksın.'

Yeter ki gördüğünü sevsin.

Kendini oranın sahibi değil de bir parçası gibi hissedebilsin.

Vakti geldiğinde herkes gibi görmüş olduklarından, yaşamış olduklarından minnettarlık duyarak buralardan ayrılacağını, yerini bir başkasına bırakacağını, kimsenin hiçbir yerin sahibi olmayacağını bilsin.

Seyrettikleriyle o seyrettiklerinin ardında duran tarihin birbirine değdiği anda Yunus Emre'den bir dize hatırlasın, bu hayata 'biraz oyalanmaya' geldiğini farketsin.

Yunus'un 'oyalanmak' dediği hayatın kısacık bir parçasını inci grisi bir gölün kıyısında geçirdim.

Ahmet Haşim'in dilediği gibi 'bu dem göllerde kamış' oldum.

Hiçbir şeyin sahibi değilim, ne toprağım, ne vatanım, ne ırkım var.

Bir sabah göle bakarım.

Minnettar bir sazan balığıyım.

 

 

Ahmet Altan

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 ay sonra...

İNSAN ve DÜNYA...

 

Bir haftanın yorgunluğundan sonra pazar sabahı kalktığında tüm haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini aldı ve tüm gün miskinlik yapıp evde oturacağını düşündü. Tam bunları düşünürken çocuğu koşarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini sordu. Baba çocuğuna söz vermişti, o hafta sonu sinemaya götürecekti ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu. Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve çocuğuna eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni sinemaya götüreceğim dedi sonra düşündü;

 

"Oh be kurtuldum, en iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez."

 

Aradan on dakika geçtikten sonra çocuk babasının yanına koşarak geldi ve

 

"Baba haritayı düzelttim artık sinemaya gidebiliriz" dedi. Babası önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de halen hayretler içindeydi ve bunu nasıl yaptığını sordu.

 

Çocuk; "Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı" dedi...

 

İNSANI DÜZELTTİĞİM ZAMAN, DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELMİŞTİ...

 

c140100bo8.jpg

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

NE SEN NE BEN

 

SIMDI GERI DÖNÜSÜ OLMAYAN BIR YOLDAYIM

ICIM HEP SENDEN YANA OLSADA

ICIM HEP KAN AGLASADA

BIR TARAFIM ASLA DER GIBI

BÖLER BENI IKIYE

AN GELIR HAYKIRMAK ISTERIM SENI DELI GİBİ SEVDİĞIMİ

HALA UNUTAMADIGIMI

AN GELIR YAPTIKLARIN GEÇER GÖZÜMÜN ÖNÜNDEN FILM SERIDI GIBI

SU AN NE YAPTIGINI BILMEM, DUYMAM, GÖRMEM

SORARIM KENDIME

BEN ONA BIR SEYLER YAZARKEN

ACABA GELIR MIYIM AKLINA

O DA BENIM GIBI ÇARELER ARAR MI

HER TELEFON ÇALISINDA ICI ACIR MI

BENZETIR MI BASKALARINI BANA

BENIM ONU BENZETTIGIM GIBI

ARTIK GERI DÖNÜS YOK BILIRIM

EKSIKLIGINI HISSETSEMDE

ÖZLEMEYI SAYENDE ÇOK IYI BILSEMDE

UNUTMAK YERINE ISTEMEDEN, ÇARESIZCE KABULLENSEMDE

BILIRIM ARTIK ÇOK GEÇ

NE SEN DÖNEBILIRSIN GERI NE DE BEN GEL DIYEBILIRIM SANA.........

 

.........seni seviyorum tek diyebildigim bu......

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.