Φ haksöz Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 Hucurat 12- Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir. Çelişkiye bakın çelişkiye Tahrim 3- Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Peygamber (eşine) bir kısmını bildirmiş bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: "Bunu sana kim söyledi?" dedi. Peygamber "Bilen, her şeyden haberi olan Allah bana söyledi." dedi. İnsanlara arkadan çekiştirmeyen allah,kendi Çekiştiriyor Alıntı
Φ Pantheaa Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 Bakın Bilimselci Arkadaşım... Takdir edersiniz ki, hiç bir "Din" bir "Bilim" değildir... "Din-Bilim"den kastım ise, herhangi bir Dinin, Bilim olduğu değildir... Dini, bir Bilimmiş gibi gösterdiğim anlamını nereden çıkardınız onu da anlamadım... Bakın bilindiği gibi tarihe yön veren şeyler olaylar olduğu gibi, Fikirler ve İnanışlarda Tarihe yön vermiştir... Fikirleri inceleyişimiz bilindiği gibi Felsefenin yani Türkçesi ile Düşün-Bilim'in alanına girer ki bilindiği gibi Düşünmek bir bilim değil bir eylemdir, ancak onun sistematiğini araştıran bilime adını vermiştir... Yine bilindiği gibi Dinlerinde tarihe yön verme gibi bir katkıları olmuştur ve yeryüzünde belli bir gerçekliğe sahiptirler... İbn-i Haldun'a göre, toplumları savaşmaya iten Ekonomik nedenlerdir... Toplum-Bilim açısından bunun gerçekliği yadırganamaz... Ancak öyle ki, dikkat ederseniz, Haçlı savaşları mesela, her ne kadar Ekonomik çıkarlara dayansa da, temelinde Toplumsal ve Dinsel nedenleri de içerir... Özellikle daha geri çağlara gidildikçe Dini nedenler biraz daha ön plana çıkarlar... Özellikle Avrupanın şekillenmesine bakarsanız Mezhep savaşları temelde Ekonomik ve Siyasi nedenlere dayanır, ancak Hıristiyan ahalinin bu savaşlara sürüklenmesinin nedeni ise önemli ölçüde Dini ve anca Ekonomiktir... işte bu gibi olgular, insanların kabullendikleri Dinleri daha iyi anlamaları çabasını doğurmuştur ki Reform hareketleri işte tam olarak bunu kapsar... Burada Avrupa'nın şekillenmesinde Dinin ne kadar önemli olduğunu uzun uzun anlatmıycam, ancak şu var ki, Dinin Toplumlar üzerindeki bu etkisi İlahiyat'ı yani Din-Bilim'i doğurmuştur. Ancak ilk dönemlerde Din-Bilim, kendi dinini öğrenmekle yetinmişken, daha sonraları ise diğer dinlerin araştırılması gereği ortaya çıkmıştır... Mesela Oryantalizm dediğimiz yöntem (yöntem adını uygun gördüm) "Doğu-Bilim" demektir bir nevi... bu dal, Doğu halklarının özellikle ruhsal eğilimlerini inceler... Dini eğilimlerini inceler, ki bunu nasıl kullandıkları Kurtuluş savaşında Sahte İmamlar yaratarak; bunu çok iyi Arapça, Türkçe ve Kürtçe bilen, İslamı iyi bilen ajanlarla çok iyi kullanmışlardır... buda oldukça uzun bi meseledir... buna bir örnek olarak ta bir çok yapılanmanın mistik olarak şekillenmesidir. Mesela Masonluk dediğimiz loca faaliyetleri bu tür bir temele dayanır. Hatta bunun çok uzun bir geçmişe sahip olduğu, dini bir temeli olduğu bir çok masonca ispat edilmeye çalışmış, hatta James Churcwal (kendisi masondur) bu yapılanmanın temelini Eski Mu Kıtası Kavminin dini inançlarına bağlamak için 50 yıl kadar araştırma yapmıştır... neyse, bu konuda çok çok örnek verilebilir... işte bu gibi faaliyetler ve erekler İnsanların Din-Bilimin sahasını genişletmelerine neden olmuş ve bu da, bu bilimin bir Prensip edinmesine neden olmuştur... işte bu yol ve yöntem yani sistem edinme gereği Din-Bilim faaliyetlerini doğurmuş ve Din-Bilim eğitimin sadece kendi dinlerini öğretmesi amacını aşarak, diğer inançlarında araştırılması gereğini doğurmuştur... Bu da "Dinler Tarihi" sonucunu yaratmıştır... Takdir edersiniz ki, Bilim alanında "Dinler Tarihi" ayrı bir dal oluşturur ve tüm İlahiyatçılar (İlahiyatçıdan kastım sadece Müslüman Din-Bilimciler değildir) tüm dinlerin araştırılması gereğini hissetmiştir... bilindiği gibi, Düşün-Bilimde önceleri bir bilim dalı olarak görülmüyordu, ancak düşünceler üretildikçe ve sistemleştikçe Düşün-Bilim/Felsefe bir Bilim olarak sistemleşmiştir. Felsefe Yapmak bilimsel bir faaliyet olmadığı halde; Felsefeyi, Kökenini ve Tarihini araştırmak, Anlamını kavramak Düşün-Bilim/Felsefe'yi oluşturmuştur... İşte Dinlerinde belli bir sistematiğe sahip olması , o Dinleri bilimselleştirmemiş,ancak Dinleri ve Dinlerin kökenini araştıran faaliyetlerin/disiplinlerin Sistemleşmesini ve Prensipler edinmesi sonucunu doğumuştur... Dediğim gibi, nasıl ki Düşün-Bilim'de Karl Marksı anlayabilmek için Das-Kapitali okumak çok çok yetersiz olacaksa ve o dönemi, Marks'ın kişiliğe ile birlikte de ele almamız gerekiyorsa ve kendisine yapacağımız bir eleştiriyi de tüm bunları gözönünde tutarak yapabileceksek, bir Din içinde bu geçerlidir... o Dini ortaya çıkaran şartlar araştırılır, içinden çıktıkları toplumlar incelenir, tebliğ eden kimse yada kimseler analiz edilir, yani konu tüm yönleri ile ele alınır ve bu yönde bir tesbit yapılır... işte Din-Bilim'den kastım İslam dininin yada Hırisityanlığın, Museviliğin bir Bilim olduğu değildir... o Dinleri araştıran disiplinlerin bir Bilim olduğudur... ve bu Bilim kimileri ne kadar kabullenemese, uygulayamasa ve bilmese de belli bir yönteme, yapıya ve düzgüye/sisteme sahiptir. ve hangi Din için olursa olsun bu sistemler uygulanır... Budizmi anlamak isterseniz de bu kanunları uygularsınız, Hıristiyanlığı anlamak istersenizde, Mısır dinini anlamak istersenizde... Bu yöntemleri; tek başınıza, hemde hiç bir Bilimsel kimliğiniz olmadan yadsıyamazsınız, yadırgayamazsınız ve değiştiremezsiniz... Bilimsel bir kimliğiniz olsa da bu sistemlerin zaten dışına çıkamazsınız... Çıktığınız takdirde size gülerler... Haksöz arkadaşımıza tek tavsiyem, yıllarca didinip "Kur'an-daki Çelişkiler" üzerine yaptığı tüm bu tesbitleri kitap halinde toplayıp, yayınlamasıdır... Müslüman olmayan Din Araştırmacıları bile kendisine ve yöntemine güldüklerinde, belki anlar nerede yanlış yaptığını. Çünkü hiç bir akıllı Din-Bilimcinin, Haksöz'ün yaptığı hataları yapmayacağını adım gibi biliyorum. Bakınız ben burada sadece İslam için konuşmuyorum... Haksöz, Tüm Dinler için "Al Birini, Vur Ötekine" demişti... aynı şekilde bir kitabı "Hıristiyanlık" yada "Musevilik" yada herhangibi bir diğer din için de yazsa, yine aynı tepkiyi alacaktır... Ben burada, tüm Dinler ve hatta tüm Felsefeler için konuşuyorum... Ayrıca, her ne kadar bir şeyler öğretmekten ziyade, paylaşma çabasında olsakta Bilimselci arkadaşım, çok net olarak görüyorum ki, en azından Bilimin ne olduğunu az da olsa bilme çabasında olan birisi olarak, bilimden ve bilimsel yöntemden hiç anlamayan kimselere, bunların ne olduğunu öğretmek sorumluluğu hissediyorum... hata ediyorsam eğer kusura bakmayın... Arkadaşımız hala Din-Bilimle uğraşan kimselerin Ruhban sınıfı oluşturduklarına inanıyor. ama öyle ki dediğim giib Ruhbanlık demek, Ruhbanlığı temsil eden kimselerin Masumluğu ve Günahsızlığı demektir, Tanrı adına affedicilikleri demektir... Ki bugün hiç bir Din-Bilimcinin böyle bir kimlikte olduklarına inanılmamaktadır... Arkadaşımız demiş ki "O Yöntemi Açıklasaymışım"... işte, yazdıklarımızı okumadığı buradan belli... daha önce,herhangi bir dini ve bir ayeti neye göre ve nasıl yorumlamamız gerektiğini ve her Bilim adamınında nasıl ele aldığını örnek vererek çokça anlattık... keşke biraz insanların yazdıklarına saygılı olabilseydinde okusaydın... Haksöz arkadaşım, senin kelime kelime aklınca bana cevap verdiğin yazına ben cevap veremicem. çünkü kendince sorduğun soruların, yazdıklarımı dahi hiç mi hiç anlamadığını ispatlıyor... yazımı anlayan anlamıştır... kimseye İslamı sevdirmek gibi bi amacım yok, kimin neye inandığı beni de ilgilendirmiyor... ister Ateist olabilirsiniz, ister Budist... size karışmak benim harcım ve mesaim değildir... Ben sadece sizin yaptıklarınızın herhangi bir tutarlı tarafı olmadığını, hiç bir Bilimsel tarafı olmadığını, hiç bir temele dayanmadığını anlatmaya çalıştım... sizin bir dine Bilim adına Haksızlık yaptığınızı anlatmaya çalıştım... Ancak, sizi de anlıyorum, yıllarca bir dini bırakmak uğruna kabullendiğiniz metodların meğerse yanlış metodlar olmasını bu sefer kabullenebilmek, her babayiğidin harcı değildir... eğer başka bir din içinde, böyle yanlış ve uydurma ve o dinin özünü yanlış yorumlama gayreti ile yapmış olduğunuz yine tutarsız yorumlarınız olsaydı, yine (o dini de bildiğim kadarıyla) sizin karşınızda dururdum... çünkü her dini araştırmak öncelikle saygı ister ve belli metodlara sahiptir... bunu yapmadığınız sürece o dinleri hep yanlış anlamaktan öte gidemezsiniz, tıpkı Şia hakkındaki düşünceleriniz gibi... size Şia hakkında da şöyle esaslı bir ders vermek isterdim ama, gördüğüm ve artık anladığım kadarıyla size ne sunarsak sunalım hiç bir zaman tükürdüğünüzü yalama cesaretini gösteremeyecek ve dürüst olamayacaksınız... Umarım "Din-Bilim"in ne olduğu konusunda yeterince açık olabilmişimdir... Alıntı
Φ Pantheaa Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 Karşınızda alo fetva hattını arayan avam yok Bakın 30 yıldır bu işin içinde olduğunuzu söylediniz... İnandığınız tüm şeyler üzerine sizden rica ediyorum, bana "Avam" kelimesinin ne demek olduğunu açıklar mısınız? Eğer bu kelimenin anlamını tam olarak biliyorsanız, kendinizin de bir "Avam" olduğunuzu da biliyosunuzdur sanırım... Yok eğer bunu bilmiyorsanız, "Avam"ın da ne demek olduğunu bilmiyorsunuz demektir... Ama eğer ki "Avam" değilseniz, ne siniz? Rice ediyorum, 30 yıllık deneyiminizle, beni bilgilendirir misiniz? Siz Alo Fetva Hattını arayan bir Avam olmadığınızı söylüyorsunuz ama; hadi, Avam ben olayımda , siz beni bilgilendirin; bakalım "Alo Haksöz Hattı" bu konuda neler biliyor... Ayrıca Mezhepler konusunda "Birinin Ak dediğine, Diğeri Kara diyor" iddianıza örnek vermenize gerek yoktur... İsterseniz, ben bu konuda size daha bilmediğiniz bir çok örnekte verebilirim...Dediğim gibi, siz sadece Mezhep olsun yada Kur'an olsun, İslama dair tüm bilgiler, sadece yüzelsel ve kulaktan dolma bir şekilde anlayıp yorumluyorsunuz... Bu yüzden mezheperlide nasıl yorumlayacağınızı adım gibi tahmin edebiliyorum... ve şunu söylemek istiyorum ki, sizin iddialarınız karşısında zor durumda kalabilecek olanlar ancak ve ancak, Mezheplerin ne olduğundan zerre kadar haberi olmayan insanlardır. Öyle ki, sizde, biliyorum ki, ancak o insanlara yüklenebiliyorsunuzdur... Oysa ki önce gidin bi bakın Mezhepler tarihine, o mezhepleri ilan eden imamların hayatlarını her yönü ile araştırın ve o mezhepler nasıl, nerede ve hangi ortamlarda ilan edilmişler bi anlayın bakalım... Anladıktan sonra bi tesbit edin bakalım aslında "Mezhep" denen şey ne demekmiş? Ondan sonra da bize "Şu Mezhebin Ak dediğine, Ahanda Bu Mezhep Kara Dedi" diyebilecek misiniz... Alıntı
Φ muta Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 Bravo haksöz son derece güzel değerlendirmişsin. Sevgili muta önce Allah ismini kelime manasına bakman lazım sana faydalı olacağını düşündüğüm bir yazı. Kökenbilimi (Etimoloji) [değiştir] Dilbilimciler, sözcüğün kökünün İlah'tan (el-ilah) ya da (el-laha) dan gelmiş olabileceğini söylerler. Sami dillerinde (En üst ilah) anlamına gelir demişlerdir. Arapça ile akraba olan dillerde de kelime benzer şekillerde seslendirilir. İbranice tanrı anlamına gelen Eloah אלה, Keldanice Alaha laha ya da Aramice Elāhā Süryanice Alāhā İbranca/İbranice Tevrat'taki Yahudiler'e göre anlamı "ilahlar" olan, "eloahim" "אלהמ" sözcüğü de Arapça Kur'an'daki "Allah'ım" anlamına gelen "allahümme" "اللاهم" sözcüğü de birdir, ama nedense Yahudiler bu sözcüğün bu anlamı ile "çoktanrılılık"tan demek olmasına rağmen, sözcüğün İbranca olmadığını kabul etmezler, böylece de Tevrat ile Kur'an'ın bu ortak sözcüğü belki de yanlış anlaşılmaktadır. Bir başka sava göre; Lat adlı tanrının adının artikel/harf-i tarif ile yazılışı Al-Lat sözcüğünün yazılışında sonundaki t ت harfinin Sami dilleri Semitic languages'ndeki h ه harfine dönüşen t ة harfi olarak yazılışı sanılmasıdır. Buna göre Al-Lat ile Al-Lah sözcüğü ayni sözcük olur. Öte yandan gene bu; h ه harfine dönüşen bu t ت harfi, Sami dilleri Semitic Languages'nde "dişilik eki"dir. Araplar'ın Kur'an'dan önce yazılı kaynakları bulunmadığından Allah sözcüğünün Kur'an'dan önceki Arapça yazılı metinlerde izini süremiyoruz. Sayın logonuzdaki isminizi unuttum bana ansiklopedik bilgi vereceğinize ALLAH kelamının etimolojik bilgisine başvurmanıza gerek yok temel sorulara cevep vermek yeterli arapların yazılı kaynağı yok demek ucuzculuk olur en azından alfabeleri var ve belağat ta çok ileri idiler entellektüel (havas) görüne bilmek için detaya gerek yok az laf ile çok şey söylemek esastır çarpıtmadan. Alıntı
Φ muta Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 49-Hucurat Suresi Mekke'de nazil olmustur. 18 âyettir.Adini, dördüncü âyette yer alan "odalar" anlamina gelen "hucurât" kelimesinden alir. 1 - Ey iman edenler! Allah'in ve Resulünün huzurunda öne geçmeyin. Allah'tan korkun. Süphesiz Allah isitendir, bilendir. 2 - Ey iman edenler!Seslerinizi Peygamber'in sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinize bagirdiginiz gibi, Peygamber'e yüksek sesle bagirmayin. Öyle yaparsaniz, siz farkina varmadan amelleriniz bosa gider. 3 - Allah'in elçisinin huzurunda seslerini kisanlar, süphesiz Allah'in kalplerini takva ile imtihan ettigi kimselerdir. Onlara magfiret ve büyük bir mükâfat vardir. 4 - (Resülüm!) Sana odalarin arkasindan bagiranlarin çoklari, akli ermez kimselerdir. 5 - Eger onlar, sen yanlarina çikincaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Bununla beraber Allah çok bagislayan, çok merhamet edendir. 6 - Ey iman edenler! Eger fasikin biri size bir haber getirirsen onun dogrulugunu arastirin. Yoksa bilmeden bir topluluga satasirsiniz da sonra yaptiginizdan pisman olursunuz. 7 - Hem bilin ki, içinizde Allah'in elçisi vardir. Sayet o, birçok islerde size uysaydi, sikintiya düserdiniz. Fakat Allah size imani sevdirmis ve onu kalplerinize zinet yapmistir. Küfrü, fasikligi ve isyani da size çirkin göstermistir. Iste dogru yolda olanlar bunlardir. 8 - Bu, Allah'tan bir lütuf ve nimettir. Allah herseyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir. 9 - Eger müminlerden iki grup birbirleriyle vurusurlarsa aralarini düzeltin. Sayet biri ötekine saldirirsa, Allah'in buyruguna dönünceye kadar saldiran tarafla savasin. Eger dönerse aralarini adaletle düzeltin ve (her iste) adaletli davranin. Süphesiz ki Allah, adil davrananlari sever Sayın hak söz Hucurat Suresini 9 Ayet e kadar yazdım Arapçasını da iyice okudum sizin dediğiniz gibi (esvat asvat sav) diye bir şey yok arapça karşılığı latincede yazacağım neden çarpıtıyorsun doğru yaz ki gerçek anlaşılsın böyle çarpıtma ilemi çelişki arıyorsun ayıp eğer biraz sağduyu sahibi isen hakikata gelirsin konuları olduğu gibi yaz devam edecek . Alıntı
Φ haksöz Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 Sayın Panthea; Ben avam kelimesi özellikle kullandım ve tahmin ettiğim gibi beklediim tepkiler geldi.Zira sizin tasavvufi duruşunuzu biliyorum. Halkın aşağı tabakası ya da .......mış halk tabakası,insanlarin geneli, çoğunluğu olusturan sürü ve bu sürünün bir ferdi anlamında olan avamdan biri olarak beni gördüğünüz , ve dolayısıyla benim gibi bir avamın sizin gibi havas, belkide havassulhavas,a (yüksek halk kesimi -aristokrasi-rafine, ilme, ariflige yakın) dini konularda kök söktürmesi, anlaşılan karizmanızı oldukça yaralamış gibi görünüyor Böyle olduğu şu cümlenizden net bir şeklide anlaşılıyor Eğer bu kelimenin anlamını tam olarak biliyorsanız, kendinizin de bir "Avam" olduğunuzu da biliyosunuzdur sanırım Ayrıca demişsiniz ki; ... Ama eğer ki "Avam" değilseniz, ne siniz? Size hesap vermek, veya dini konularda sizden yetki belgesi almak gibi bir zorunluluğum olmadığını hatırlatmak isterim Lütfen kişiliğimle uğraşmayı bırakın Alıntı
Φ muta Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 Ali, imran-159. 159 - Sen (o zaman), sirf Allah'in rahmetiyle onlara karsi yumusak davrandin. Eger kaba, kati yürekli olsaydin, onlar senin etrafindan dagilip giderlerdi. Artik onlari sen bagisla, onlar için Allah'dan magfiret dile. (Yapacagin) islerde onlara da danis, bir kere de azmettin mi, artik Allah'a dayan. Muhakkak ki Allah kendine dayanip güvenenleri sever Şura-38. 38 - Onlar, Rablerinin davetini kabul ederler ve namazi dosdogru kilarlar. Onlarin isleri de kendi aralarinda bir istisare iledir. Kendilerine verdigimiz riziktan onlar Allah yolunda harcarlar. Sayın hak söz nerede peygamber (a.s.v.) efendimiz haşa yakarım çıranızı diyor çarpıtmalar açığa çıkacak. devam edecek. 65 - Nihayet kullarimizdan bir kul buldular ki, biz ona katimizdan bir rahmet vermis ve tarafimizdan bir ilim ögretmistik. 66 - Musa ona: "Allah'in sana ögrettigi ilim ve hikmetten bana da ögretmen için sana tabi olabilir miyim?" dedi. 67 - (Hizir) dedi ki: "Dogrusu sen benimle asla sabredemezsin. 68 - "Içyüzünü kavrayamadigin seye nasil sabredeceksin?" 69 - Musa: "Insaallah beni sabirli bulacaksin ve senin hiçbir isine karsi gelmeyecegim" dedi. 70 - (Hizir) dedi ki: "O halde bana tabi olacaksin; ben sana sirrini anlatmadikça, hiçbir sey hakkinda bana soru sorma!" 71 - Bunun üzerine ikisi beraber yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman, o kul (Hizir) gemiyi deldi. Musa, ona söyle dedi: "Geminin içindekileri bogmak için mi deldin? Dogrusu çok kötü bir is yaptin." 72 - (Hizir:) "Sen benimle asla sabredemezsin, demedim mi?" dedi. 73 - Musa dedi ki: "Unuttugum seyden dolayi beni suçlama ve bu isimden dolayi bana bir güçlük çikarma." 74 - Yine gittiler. Nihayet bir erkek çocuga rastladiklarinda Hizir hemen onu öldürdü. Musa: "Kisas olmadan masum bir cana nasil kiyarsin? Dogrusu sen çok fena bir sey yaptin" dedi. 75 - Hizir dedi ki: "Dogrusu sen benimle asla sabredemezsin demedim mi sana?" 76 - (Musa) dedi ki: "Eger bundan sonra sana bir sey sorarsam bana arkadas olma! Hakikaten benim tarafimdan ileri sürülebilecek son mazerete ulastin. 77 - Bunun üzerine yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkina varip onlardan yemek istediler. Ancak köy halki onlari misafir etmekten kaçindilar. Derken orada yikilmak üzere olan bir duvar buldular. Hizir hemen onu dogrulttu. Musa: "Isteseydin elbet buna karsi bir ücret alirdin" dedi. 78 - Hizir dedi ki: "Iste bu, seninle benim aramizin ayrilmasidir. Simdi sana o sabredemedigin seylerin içyüzünü haber verecegim." 79 - "Gemi, denizde çalisan bir kaç yoksula aitti. Onu kusurlu kilmak istedim, çünkü onlarin ilerisinde her saglam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardi." 80 - "Oglana gelince, onun ana-babasi mümin kimselerdi. Çocugun onlari azginlik ve inkâra sürüklemesinden korktuk." 81 - "Istedik ki Rabbleri onun yerine kendilerine ondan temizlikçe daha hayirli ve daha çok merhamet eden birini versin." 82 - "Duvar ise, o sehirde iki yetim oglana ait idi. Duvarin altinda onlarin bir hazinesi vardi. Babalari da iyi bir kimse idi. Onun için Rabbin istedi ki o iki çocuk erginlik çaglarina ersinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çikarsinlar. Ve ben bunlarin hiçbirini kendiligimden yapmadim. Iste senin sabredemedigin seylerin içyüzleri budur." Sayın hak söz Kehf Suresinin 80- 81. Ayet ini alıyorsun çarpıtmak için bak ben 65 den alıp 82. Ayet e getir- diğim vakit olay nasıl anlaşılıyor birde "korktuk" demek lafzen akılda tutulmalıdırki, haşiye fiili bu birincil an- lamının dışında bazan " korku yahut kaygı verici buldu" buradan yola çikarak diyebilirki "Bilge" kişinin ifade ettiği "korku yada kaygı" harici belirtiler yoluyla yahut iç sezgi yoluyla (ki 82. Ayetin ikinci paragrafında geçen "bütün" bunları ben kendiliğimden yapmadım sözünün de gösterdiği gibi pozitif bilgiylede eş anlamlıdır. devam edecek. 56- De ki: "Allah'tan başka, ilâh olduğunu sandığınız şeyleri çağırın, size yardım etsinler. Onlar, ne sizden sıkıntıyı kaldırabilirler, ne de değiştirebilirler. 57- Onların yalvardıkları da, Rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar. Ve O'nun merhametini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur. 58- Hiç bir şehir (halkı) yoktur ki, kıyamet gününden önce biz onu helak etmeyelim, yahut şiddetli bir azab ile azablandırmayalım. Bu, Kitap'ta (Levh-i Mahfuzda) yazılıdır. 56-58- Buradaki kitaptan maksat Levh-i Mahfuzdur. Meâl-i Şerifi 59- Bizi, âyetler (mucizeler) ve peygamber göndermekten alıkoyan şey, ancak öncekilerin onları yalanlamış olmalarıdır. Semûd'a, açık bir mucize olarak o dişi deveyi vermiştik de ona zulmetmişlerdi (deveyi boğazlayarak kendilerine yazık etmişlerdi). Oysa biz, o mucizeleri ancak korkutmak için göndeririz. 60- Vaktiyle sana şöyle vahyettiğimizi hatırla: "Şüphesiz Rabbin insanları kuşatmıştır." (İsrâ gecesi) sana açıkça gösterdiğimiz o temâşâyı ve Kur'ân'da lanet edilen ağacı da, yalnız insanlara bir imtihan için yapmışızdır. Biz onları, korkutuyoruz, fakat bu onlara ancak büyük bir taşkınlıktan başka bir sonuç vermiyor. 59- O âyetlerle (mucizelerle) peygamber göndermekten bizi hiçbir şey alıkoymuş değil, ancak onları öncekiler yalanlamış oldular. Ve bundan dolayı tamamen imha ve yok edildiler. Âyetler, yani Allah'ın kudretine delalet eden alâmetler üç kısma ayrılır. Bir kısmı herşeyi kapsar. "Her şeyde onun (Allah'ın) bir âyeti vardır ki, bir olduğuna delalet eden." Âlimlerin düşüncesi bu âyettedir. Bir kısmı gök gürültüsü, güneş tutulması gibi alışılagelmiş âyetlerdir. ******* düşüncesi de bundadır. Bir kısmı olağanüstüdür. Ki peygamberlerin mucizeleri, velilerin kerametleri bu çeşittendir. Mucizeler arasında inadına istek ve ısrar edilen bir kısım vardır ki, bunlara "âyât-ı mukteraha" denilir. Bunlar, gösterildiği zaman (Peygambere) inanmayanlar, Semûd kavmi gibi köklerini kesecek bir azab ile derhal yok edilmişlerdir. Buradaki belirli bir şeye delalet eden belirleme edatı "lâm-ı ahd" ile, işte bu cinsten "âyât-ı mukteraha"ya işarettir ki, Kureyş müşriklerinin inadına olarak istedikleri âyetler (mucizeler) demektir. Nitekim biraz sonra "Dediler ki: Biz sana asla inanmayız tâ ki bizim için şu yerden bir pınar akıtırsın." (İsrâ, 17/91) diye açıkça ifade edilecektir. Halbuki biz bu âyetleri ancak korkutmak için gönderiyoruz. Yani ey Muhammed! Sana gönderdiğimiz âyetleri azab ve yok etmek için değil, ahiret azabından korkutmak için gönderiyoruz. Bundan dolayı onların inat ederek istedikleri mucizelerin gönderilmemesi Allah'ın kudretine karşı bir engel bulunduğundan dolayı değil, Hz. Muhammed'in ümmeti hakkında Semûd kavmi gibi hepsinin kökünü kesecek bir azab Allah'ın maksadı olmadığından dolayıdır. Bu âyetin iniş sebebinde İbnü Abbas'tan yapılan rivayete göre, Mekke halkı Safa tepesinin altın yapılmasını ve Mekke etrafındaki dağların ortadan kaldırılıp ekilebilir bir arazi haline getirilmesini istemişlerdi. Resulullah (s.a.v) bunu yüce Allah'tan dileyince buyuruldu ki: "İstersen yaparım. Fakat şu şartla: Eğer dinden çıkarlarsa önceki kavimler gibi onları da yok ederim." Bunun üzerine: Ya Rabbi! bunu yapmanı istemem. Sabır dilerim." dedi. Ve bunun üzerine bu âyet indirildi. Bu rivayeti, Ahmed b. Hanbel, Nesaî, Hakim, Taberânî ve diğer muhaddisler rivayet etmişlerdir. 60-Buna karşı belki bunlar, (daha sonra) Peygamberi yalanlamazlardı gibi bir ihtimalin hatıra gelmemesi için buyuruluyor ki; Hani hatırlarsın ya, biz sana: Hiç şüphe yok ki Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır demiştik. Yani ilmi ile insanları kuşatmıştır. "Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilendir." (İsrâ, 17/55) buyurulduğu üzere hepsinin içini, dışını, önünü, sonunu tamamen bilir. Bundan dolayı istedikleri mucizeler gönderildiği takdirde, önceki insanlar gibi bunların da Peygambere inanmayacaklarını Allah bilir. Her insanın amelini veya kaderini boynuna bağlayan O'dur. Bir de onların Peygamberi yalanlayacakları şu delilden hareketle de anlaşılır: Baksana: Biz, Mirac gecesi o sana gösterdiğimiz manzaraları, ancak insanları imtihan etmek için sana gösterdik. Rüyayı, bazıları Fetih Sûresi'nde gelecek olan Mekke fethi rüyası, bazıları da Bedir'de müşriklerin ileri gelenlerinden her birinin yıkılacakları yerleri gösteren Bedir'le ilgili rüyadır, demişlerdir. Fakat bu âyet, Mekke'de indiğinden dolayı Medine'de olan o rüyalarla yorumlanması uygun olamaz. Doğru olan görüş, âlimlerin çoğunun açıkladığına göre, bu gösterme ve görmenin, sûrenin başında geçen İsra âyetindeki "Ona âyetlerimizi göstermek için" görmesine işaret olmasıdır. Çünkü orada uzun uzadıya açıklandığı gibi bu olağanüstü Mirac olayı üzerine o müşrikler iman etmek şöyle dursun, iman edenlerden bazılarının bile dinden çıkması gibi büyük bir fitne olmuşlardı. Burada rüya olarak ifade edildiğinden dolayı Mirac'ın uykuda meydana gelen bir rüya olduğunu zannedenler olmuşsa da bu da doğru değildir. Çünkü uykuda görülen rüyada şuraya buraya gitmek, göklere çıkmak herkesin başına gelebilir. Ve açıkça biliniyor ki, böyle bir rüya gördüğünü söyleyen kimseye karşı çıkarak onun bu rüyasını kabul etmemekle de hücum edilmez. Eğer Mirac uykuda görülen bir rüyadan ibaret olsa idi, onun bir fitne yapılmasının anlamı olmazdı. Doğrusu rüya aslında vezninde masdardır. Örfe göre uyku halinde görülen şeylere isim olmuşsa da aslında mânâsı, görmektir, görmek demektir. Bu âyette de bu esas mânâsı üzerine söylenmiştir. Ancak burada buna rü'yet (görmek) denilmeyip de rüya denilmesinin nüktesini düşünmek gerekir. Bunda üç görüş vardır: Birincisi, bu görme geceleyin meydana gelmiş bir görmedir. İkincisi, bu anlatıldığı zaman müşrikler, sen bir rüya görmüşsün demişler. Üçüncüsü, Mirac hadislerinde görüldüğü üzere, o geceki görmeler arasında rüyadaki gibi örnek olarak gösterilmiş kısım da vardı. Mesela cennet ve cehennemi açıkça görürken içlerindeki bütün cennetlikleri ve cehennemlikleri de görmüştü. Halbuki bunların birçoğu henüz dünyaya bile gelmemiş olduklarından bunların, olmadan önce kendilerine benzeyen şekilleriyle görülmüş oldukları anlaşılır. Öyle ise mânânın özeti şu olur: İsrâ gecesi sana gerçekten bizim gösterdiğimiz o Mirac görüşü âyetlerimizden en büyük bir âyet olduğu halde, biz onu inat ederek âyet (mucize) istemekte olan o insanlar için sırf bir fitne ve imtihan vesilesi yaptık. Gösterilen olağanüstü alâmetlere rağmen inanmadılar da inadına yalanladılar. Bundan dolayı Rabbinin bildiği gibi, bu imtihan ile de anlaşılır ki, hangi âyet gösterilse yalanlayacaklardır. Kur'ân'da lanet edilmiş olan ağacı da, aynı şekilde onlar için bir fitne (vesilesi) kıldık. Bu lanetlenmiş ağaçtan maksat, Buharî ve diğer hadis kitaplarında rivayet olunduğu üzere zakkum ağacıdır. Ki Sâffât Sûresi'nde: "Yoksa zakkum ağacı mı? Biz o ağacı zalimler için bir fitne (vesilesi) yaptık O, cehennemin dibinden çıkan bir ağaçtır. Tomurcukları, şeytanların başları gibidir. Onlar, ondan yiyecekler ve karınlarını onunla dolduracaklar. Sonra üzerine kaynar su katılmış bir içki, şüphesiz onlar içindir" (Sâffât, 37/62-67); Duhân Sûresi'nde: "Şüphesiz zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir. Pota gibi karınlarında kaynar. Sıcak suyun kaynaması gibi." (Duhân, 44642-46); Vâkıa Sûresi'nde: "Sonra siz ey doğru yolu kaybetmiş yalanlayıcılar! Mutlaka zakkum ağacından yiyeceksiniz. Onunla karınlarınızı dolduracaksınız. Onun üzerine de kaynar su içeceksiniz." (Vâkıa, 56/51-54) buyurulmuştur. Rivayet ediliyor ki, bu âyetler indiği zaman Ebu Cehil demiş ki: " Muhammed sizi öyle bir ateşle korkutuyor ki, taşları yakarmış. Sonra da diyor ki o ateşte ağaç biter!" İbnü'z-Ziba'ra da: "Biz zakkum diye ancak hurma ile kaymağı tanırız" demiş. Bunun üzerine Ebu Cehil cariyesine emredip hurma ve kaymak hazırlatmış ve arkadaşlarına: "haydi zakkumlanın!" demiş ve bunun üzerine zakkuma aşık olup İslâmiyet'ten çıkanlar olmuştu. Bu *********, deve kuşunun köz ve kızgın demir yuttuğunu ve yeşil ağaçta ateş gizlendiğini gördükleri halde, bunları yapan Allah'ın kudretinin ateşin kökünden cehennemin dibinden çıkaracağı ağacı inkâr etmek ve küçümsemekle ne kötü aldanmışlardı. Bu lanetlenmiş ağaç hakkında birkaç söz daha söylenmiş ise de en güvenilir ve en doğru görüşe göre zakkum ağacı olmasıdır. Bunun bu şekilde bu âyetin sonunda zikredilmesi ise, İsrâ'yı yalanlayan o inatçıların lanete hayranlıklarına işaret eden dehşetli bir uyarıdır. Nitekim buyuruluyor ki ve biz onları korkutuyoruz da o korkutma onlara, büyük bir azgınlıktan başka bir şey artırmıyor. Neden mi? Meâl-i Şerifi 61- (Yine unutma ki) Bir vakit meleklere: "Âdem'e secde edin" demiştik. İblis'ten başka hepsi secde ettiler. O ise: "Ben bir çamurdan yarattığın kimseye mi secde ederim?" demişti. 62- (Yine İblis) dedi ki: "Şu benden üstün kıldığını gördün mü? Yemin ederim ki, eğer beni kıyamet gününe kadar ertelersen, pek azı hariç, onun zürriyetini kendi buyruğum altına alacağım." 63- Allah buyurdu ki: "Haydi git! Onlardan kim sana uyarsa, şüphesiz ki, cezanız cehennemdir, hem de mükemmel bir ceza. " 64- "Onlardan gücünün yettiğini yerinden oynat. Atlıların ve yayalarınla onların üzerine yaygarayı bas! Mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol! Ve onlara vaadlerde bulun." Fakat şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vaad etmez. 65- Doğrusu benim (ihlaslı) kullarım üzerinde senin hiçbir hakimiyetin yoktur. Vekil olarak Rabbin yeter. 61-65- "Benim kullarım" ifadesindeki tamlama şereflendirme içindir. Maksat, ihlaslı kullardır. "Doğrusu şeytanın, inananlar ve yalnız Rabblerine güvenenler üzerinde bir nüfuzu yoktur." (Nahl, 16/99) âyetinde buyurulduğu gibi Sayın hak söz Sure yi sizin gibi 61- 64 değil 56- 65 kadar Ayet, Ayet verdinmi olay meydana çıkar. (İSRA-56-65.) HİCR-23-41. 23- Ve şüphesiz ki biz gerçekten hem diriltiriz, hem öldürürüz. Bu, hiç delile muhtaç olmayan açık bir gerçektir. Fakat amma "Ölünce mal ve mülk varislerimize kalacak mı?" diyecekler. Hayır hepsine vâris de ancak biziz. Bu dünyada yaşarken mülk ve tasarruf iddia edenlerin ve edecek olanların hepsi yok olur. Mecâzî mülkleri, görünürdeki tasarrufları ellerinden alınır, her zaman bakî, kayıtsız ve şartsız herşeyin sahibi yüce şanımızla biz kalırız. 24- Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, geri kalanları da biliriz. Doğuşta, ölümde önde olan, miras bırakmak isteyen önce gelip geçenlerinizi de, geri kalanları, miras almak isteyen sonra gelenlerinizi de veya imanda, kâfirlikte, itaatte, isyanda ön safta bulunmak isteyenleriniz de, geri kalan geri kalmak istiyenleriniz de ezelde ve sonsuza kadar gerçekten bilgimiz dahilindedir. 25- Ve senin O Rabbindir ki, yani seni yaratan ve terbiye edip gönderen o Allah'ındır ki ey Muhammed! Onları mutlaka haşredecektir. Ve önce gelip geçenleri ve sonra gelenleri sonunda mahşere toplayıp hesaba çekecektir. Onun için şimdilik bırak o kâfirler yiyip içip devamlı eğlensinler. O Rabbin gerçekten hikmet sahibidir, çok bilendir. Gerçekten: Meâl-i Şerifi 26- Andolsun ki biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık. 27- Cinleri de daha önce insan vücudunun gözeneklerinden geçebilen güçlü bir ateşten yarattık. 26- Andolsun ki biz insanı bir kuru çamurdan, bir şekillenmiş kara balçıktan yarattık. Yani insan cinsini başlangıçta biz vurulduğunda ses çıkaran kuru bir çiğ çamurdan, değiştirip dönüştürme ile özel bir şekilde yoluna konmuş kokar bir balçıktan yarattık. SALSÂL; "Ses veren yani vurulduğu zaman tıngırdayan, kuru pişmemiş çiğ çamur" ( ) dur ki, pişmiş olursa tuğla, kiremit gibi ses çıkaran kuru bmir çamur olur. Çünkü Rahmân Sûresi'nde "Vurulduğunda testi gibi ses çıkaran kuru bir balçıktan..." (Rahmân, 55/14) buyurulmuştur. HAME': Uzun süre su ile yumuşayıp bozulmuş cıvık kokar çamur, yani balçık demektir. Tekili ölçüsünde dir. MESNÛN: Bunun açıklanmasında tefsirciler birkaç görüş nakletmektedirler: 1- İbnü Sikkît demiştir ki, Ebu Amr'i dinledim "mesnûn, bozulmuş demektir" diyordu. Bunun açıklamasında Ebu Haysem de demiştir ki, denilir ki "bozuldu", demektir. Ve buna delil "henüz bozulmamış" ki, bu kelime dan, yani "yol güzergâhına konulmuş" olmaktan alınmıştır. Çünkü böyle olan herhangi bir şey, bozulur. 2- Denilmiş ki, "mesnûn" sürtülmüş, kazınmış veya bilenmiş demektir ki, taşı taşa sürttükleri zaman "Taşı taşa sürttüm." deyiminden alınmıştır. Çünkü bileğiye ve sürtülürken ikisinin arasından çıkan kazıntıya denilir ve bu da kokar. Bundan dolayı bozulma ve kötü koku bunun da gereğidir. 3- Ebu Ubeyde demiştir ki, "mesnûn" dökülmüş demektir. "Suyu güzelce yüzüne döktü", denilir. 4- Sibaveyh demiştir ki, "mesnûn" bir şekil ve örnek üzere resimlenmiş demektir. Yüzün özel bir şekli olan den alınmıştır. Ve herhangi bir şeyin sünneti deyimi de bu mânâdan alınmıştır ki, üzerine konmuş olan örneği demektir. Bu şekilde insan nevinin şekli için sünnet olan özel bir şekle dökülmüş bir balçık demek olur. Sonra terkibinde de iki ayrı yorum vardır. Birincisi: e sıfat olmasıdır ki "özel bir şekilde tasvir edilmiş, başka bir ifade ile kalıba dökülmüş bir balçıktan meydana gelen bir çiğ çamurdan" demek olur. Böyle olunca salsâl, "hame-i mesnûn"dan yapılmış demek olur. Ebu'l-Bekâ ve Zemahşerî bunu tercih etmişler ise de faydalı bir görüş değildir. Çünkü kuru çamurun yaş çamurdan meydana geldiğini anlatmak gereksiz olduğu gibi, insan hamurunun balçık halinde iken insan şeklinde bulunduğu da genel olarak kabul edilmiş değildir. İkincisi: Bedel olmasıdır ki, salsal'den, bir hame-i mesnûn'dan demek olur. Ebu Hayyân'ın anlattığına göre tefsircilerin çoğu bedel olmasını tercih etmiştir. Biz de bu görüşte ısrar etmek isteriz. Önce salsâl, sonra da ondan özel bir şekilde kalıba dökülüp insan mayasını meydana getiren şekillenmiş, kara balçık yapılmış ve insan ondan düzgün bir şekilde yaratılmış demek olur. Ve şu halde salsâl, su ile karıştırıldıktan sonra süzülüp kuru çamur haline gelmiş bulunan, yeryüzünün rütubetsiz olan tamtakır durumunu gösteriyor ki, tabiat itibariyle bunda hayat düşünülemez. Ve bunun özellikle "salsâl" deyimi ile anlatılması, insanın, yeryüzünden bir tabiat eseri olarak ortaya çıkmasının mümkün olamayacağını tam bir açıklıkla anlatmak içindir. Öyle ya, tamtakır bir kuru çamurun tabiatı, hayata ne kadar zıddır. Tabiata kalsa bunda, insan veya hayvan şöyle dursun, bir otun bitme imkanı bile yoktur. Fakat şu bir gerçektir ki, bundan insan yaratılmıştır. Bu ise doğrudan doğruya Allah Teâlâ'nın kudretinin sanatına, ilim ve hikmetine apaçık bir delildir. Tabiat, kendine bırakılınca hiç değişmemesi gerekirken Allah Teâlâ onu yumuşatıp değiştirerek bir balçık haline çevirmiş ve o balçığa sanat ve hikmeti ile öyle bir sünnet (ilâhî kanun) vermiştir ki bununla insan yaratılışı için ilâhî kanunun meydana geldiği maya ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı diyebiliriz ki; "hame-i mesnûn" insan tohumu olan spermadır. Gerçekten sperma her anlamıyla mesnûn, yani hem değişen, hem sürtülmüş, hem dökülmüş, hem de bir sünnet üzere tasvir edilmiş (şekillendirilmiş) bir balçıktır. Bu şekillenmiş balçığa "yapışkan bir çamur" (Sâffât, 37/11), "dayanıksız bir suyun özünden" (Secde, 32/8), "katışık bir sperma" (İnsan, 72/2) demek de doğrudur. Bu mânâ, insan nevinin bütün fertlerini kapsar. Ancak insanın ilk ferdi olan Âdem, ilk insan olduğu gibi, onun yaratıldığı o şekillenmiş balçık da ilk önce onda sünnet olmuş ilk tohumdur. Özetle Âdem bile, ilk olarak sperma niteliğini almış bir balçıktan yaratılmıştır. "O, insanı bir damla sudan yarattı" (Nahl, 16/4) ifadesi, onun hakkında da geçerlidir. Şu kadar var ki, o spermadan önce bir insan yoktur. Onun seçimi, çocukları gibi bir insanın vücudunda meydana gelmemiştir. Bununla beraber şimdiye kadar bütün insanlar da onun gibi kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir kara balçıktan yaratılmaktadır. Yalnız şu farkla ki, bu şekillenmiş kara balçık, insanın gıda olarak yediği bitkiler ve hayvanların (et ve sütleri ile) bünyelerinden geçerek yine bir insan bünyesinde seçimini bulmaktadır. İşte insan denilen mahluk aslında böyle ******* bir şeydir. Allah Teâlâ'nın ilim ve hikmetini, kudretinin sanatını anlamalı ki, şu kuru topraktan öyle şekillenmiş kara bir balçık yapmıştır. Ve o kokar balçıktan insan yaratmaktadır. 27- Cânnı da, Cin cinsini meydana getiren gizli mahluku da ondan önce şiddetli zehirli ateşten yaratmıştık. SEMÛM: Lugatte ateş alevi gibi esen sıcak rüzgara denilir ki, sam yeli diye ifâde edilir. Ve kendisine harûr (sıcak rüzgar) da denilir. İbnü Cerir'in açıklamasına göre bazı Araplar harûru, gündüz esen rüzgara tahsis etmişlerdir. Bir hadis-i şerifte de: "Semûmun, cehennemin bir harareti olduğu" bildirilmiştir. SÂMM: "Semm" maddesinden fâil, Semûm da onun mübâlağası olan "feûl" kipidir. Sem, zehir, bir de "semmû'l-hıyât" gibi ince delik (iğne deliği) mânâsına gelir. Çünkü vücuttaki terin çıktığı ve havanın nüfuz ettiği gizli deliklere "mesemme", çoğuluna da "mesâm" veya "mesemmât" ve çoğulun çoğuluna da "mesâmmât" denilir. Bundan dolayı sâmm ve semûm, mesâmmâte nüfuz edici veyahut zehirleyici mânâlarını ifade eder. Ve o rüzgarın bu isim ile adlandırılması da bu itibarlardan birisini veya her ikisini gözönünde bulundurmaktan dolayıdır. Cinlerin zehirli ateşten yaratılmış olması, cin ve şeytanın insana gizli deri gözeneklerinden girecek, zehirleyecek, yakacak bir nitelikte olduğuna işaret eder. İbnü Abbas'tan rivayet edilmiştir ki; "Şu bildiğimiz zehirli ateş, cinlerin kendisinden yaratıldığı zehirli ateşin yetmiş parçasından bir parçadır." demiştir. Demek ki insan yaratılmadan önce, cinlerin yaratıldığı sırada yeryüzü çok dehşetli ateşler saçıyormuş. Şimdi o vakti düşün ki: Meâl-i Şerifi 28- Ey Peygamber! Rabbinin meleklere şöyle dediğini hatırla: "Ben, kuru balçıktan, şekil verilmiş kokuşmuş çamurdan bir insan yaratacağım." 29- Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın." 30- Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde ettiler. 31- Yalnız İblis hariç. O secde edenlerle beraber olmaktan çekinmişti. 32- Allah buyurdu ki: "Ey İblis! Ne oluyor sana da, secde edenlerle beraber olmuyorsun?" 33- İblis şöyle dedi: "Kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın bir insana secde edemezdim." 34- Allah şöyle buyurdu: "Öyle ise oradan çık! Sen, artık kovulmuş birisin." 35- "Kıyamet gününe kadar lanet senin üzerindedir." 36- İblis: "Rabbim! Öyle ise insanların kabirlerinden kaldırılacakları güne (kıyamete) kadar bana mühlet ver" dedi. 37- Allah buyurdu ki: "Sen mühlet verilenlerdensin." 38- "Allah katında bilinen vaktin gününe kadar..." 39- İblis şöyle dedi: "Rabbim! Beni saptırdığın için, mutlaka ben de yeryüzünde onlara günahları süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!" 40- "Ancak içlerinden ihlaslı kulların müstesnâdır." 41- Allah şöyle buyurdu: "İşte bana ulaşan dosdoğru yol budur." 42- "Sana uyan azgınlardan başka, kullarımın üzerinde hiçbir nüfuzun yoktur." 43- "Şüphesiz ki onların hepsine vaad edilen yer cehennemdir." 44- "Cehennemin yedi kapısı vardır. O kapıların herbiri için birer grup ayrılmıştır." 45- Allahtan korkanlar, elbette cennetlerde ve pınarların başındadırlar. 46- Onlara: "Selametle güven içinde oraya girin" denir. 47- Biz o cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak sevinç içinde karşılıklı koltuklara otururlar. 48- Orada kendilerine hiçbir yorgunluk gelmeyecek. Oradan çıkarılacak da değillerdir. 28- Rabbin meleklere demişti ki: Şüphesiz ki ben, kuru çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım. 29- O halde ben ona şekil verdiğim, o balçığı tam bir insan yaratılışına, düzgün bir insan kıvamına koyup içine ruhumdan üflediğim zaman, burada tamlaması, bir şereflendirme tamlaması, üfürme deyimi de bir örnektir. Yani maddenin kabiliyetini olgun bir duruma getirip, içine "De ki ruh, Rabbimin işlerindendir..." (İsrâ, 17/85) mânâsına uygun olarak Allah'ın bir işi olan ruhtan feyiz verdiğim vakit siz hemen onun için secdeye kapanın. Allah'ın emrine itaat ederek yere düşün, o ruh olan insana boyun eğin. İşte Allah, o balçıktan yarattığı insanı ruhu ile böyle yükseltmişti. 30-38-Bunun üzerine bak ne oldu. "Hepsi de toptan secde ettiler. Ancak İblis müstesna." (Bakara, 2/34 ve A'râf, 7/11. âyetlerinin tefsirine bkz.) Yani kıyamet gününe kadar değil, Allah katında bilinen vakte kadar ki "Sûr'a üflenince, Allah'ın diledikleri hariç olmak üzere, göklerde ve yerde ne varsa hepsi düşüp ölecektir." (Zümer, 39/68) âyeti ile açıklanan ilk üfürüş günüdür. Ahmed b. Kays'tan nakledilmiştir ki: "O, Medine'ye vardım demiş, maksadım emirü'l-müminin Ömer (r.a) idi. Bir de vardığımda büyük bir cemaat toplanmış, orada Ka'bû'l-Ahbâr insanlara vaaz ediyor ve şöyle diyordu: "Âdem Aleyhisselâm'a ölüm emri geldiği zaman 'Ya Rabbi! Düşmanım İblis, beni ölmüş bir durumda görünce kendisi kıyamet gününe kadar mühlet verilmiş olmakla sevinecek, başıma gelene gülecek' dedi. Ona şöyle cevap verildi: 'Ey Âdem! Sen cennete geri gideceksin, o lanetlenmiş İblis ise öncekilerin ve sonrakilerin sayısı kadar ölüm acısını tatmak için beklemeye bırakılacak. 'Sonra Âdem, Hz. Azrail'e, 'Ona ölümü nasıl tattıracaksın? Niteliğini anlat.' dedi. Azrail onun ölümünü anlattı. Âdem: 'Ya Rabbi, yeter!' dedi. Bunun üzerine insanlar, heyecana geldiler de Ka'b'e 'Ey Ebu İshâk! O nasıl?' dediler. Ka'b, açıklama yapmaktan çekindi, insanlar ısrar ettiler. Bunun üzerine Ka'b dedi ki: 'Yüce Allah, ilk üfürüşten sonra Hz. Azrail'e diyecek ki: 'Sana yedi gök ve yedi yer halkının kuvvetini verdim ve bu gün sana bütün öfke ve gazab kisvesini giydirdim. Öfke ve hücumunla in o taşlanmış İblis'e. Artık ona ölüm acısını tattır. İnsan ve cinlerden önce ve sonra gelmiş geçmişlerin acılarının kat katını kapsayacak şekilde, bütün acıları ve hastalıkları ona yüklet. Beraberinde öfke ve kinle dolgun yetmiş bin cehennem bekçisini, her biri ile de cehennem zincirlerinden, tomruklarından zincirler ve tomruklar bulunsun. Cehennem, kancalarından yetmiş bin kanca ile o lanetlenmişin, kokmuş canını çekip çıkarın. Mâlik'i de (Cehennemdeki meleklerin başkanı) çağır. Cehennemlerin kapılarını açsın.' Bunun üzerine Hz. Azrail öyle bir şekilde inecek ki ona göklerin ve yerlerin halkı baksa dehşetinden derhal ölürlerdi. Azrail, inecek İblis'e varıp, 'Dur, ey pis! Artık sana ölümü tattıracağım, çok ömür sürdün, Allah'a yakın nice kimseleri sapıttın. İşte bu o bilinen vakittir.' diyecek. Mel'ûn doğuya kaçacak, bakacak Hz. Azrail gözlerinin önüde, batıya kaçacak yine gözlerinin önünde, denizlere dalacak, denizler onu kabul etmeyecek, kısacası yerin her tarafına kaçacak, sığınacak kurtulacak hiçbir sığınak bulamayacak, sonra dünyanın ortasında, Hz. Âdem'in mezarı yanında duracak veya doğudan batıya, batıdan doğuya topraklarda sürünerek en son Âdem Aleyhisselâm'ın cennetten atılınca indiği yere varınca yer, bir kor gibi olacak, zebâniler kancaları takıp didikleyecekler de didikleyecekler. "Allah'ın dilediği zamana kadar" can çekişme ve işkence içinde kalacak. O böyle can çekiştirirken Âdem ve Havva'ya da, 'Kalkınız, düşmanınız ölümü nasıl tadıyor, bakınız' denecek. Kalkacaklar, onun çektiği işkencenin şiddetine bakacaklar da 'Ya Rabbi! Bize nimetini tamamladın' diyecekler." 39-O bilinen vakte kadar mühlet müsadesini alan İblis Ya Rabbi! dedi, beni azdırmana karşılık yemin ederim ki veya azgınlığıma hükmetmen sebebi ile; yani Allah katından kovulmuş, iyilik ve rahmetten uzaklaştırılmış bir melûn, böyle bir mühlet müsaadesini elde edince şımarır da onu azgınlığa bir teşvik vasıtası olarak kabul eder. Böyle şımartman hakkı için veya çamurdan yaratılanı küçümseyip secde etmediğimden dolayı benim azgın âsi olduğuma hükmetmenden dolayı mutlaka ben, yeryüzünde onlara süsleme yapacağım. Yani maddelerini bahane ederek o kuru çamuru, o kokar balçığı, onlar için süsleyip insanlığın esas yükselmesine vesile olan ruhtan daha hoş, daha süslenmiş, daha kıymetli göstereceğim. Ve mutlaka hepsini azdıracağım. 40- Ancak içlerinden ihlaslı kulların müstesna, yani yalnız tâatin için seçilmiş, lekesiz özel kulların aldanmazlar. Başlangıçta insanlığın maddesine bakarak mutlaka aşağılığına hükmeden ve onlara zorbalık edebileceğini söyleyen İblis'in, burada bu istisnası (ayırması), şüphe yok ki Allah'ın söyletmesi olan bir itiraftır. Onun için: 41- Allah Teâlâ buyurdu işte bu dediğin, sahiplerini istisna ederek azıtamayacağını itiraf ettiğin o ihlâs ve tevhîd bir cadde, bir kanundur ki bana aitttir. Yani bana varır, yahut ben kefilim dosdoğrudur. Yahut; işte benim üstüme aldığım dosdoğru yol, hak kanunu şudur: Sayın hak söz devam edecek ve hakikat meydana çıkacak. 6 - Peygamber, müminlere kendi nefislerinden önce gelir. O'nun hanimlari da onlarin analaridir. Akraba da Allah'in kitabinda birbirlerine, diger müminlerden ve muhacirlerden daha yakindirlar. Ancak dostlariniza bir maruf (uygun bir vasiyet) yapmaniz müstesnâdir. Bu, kitapta yazilidir Ahzab-6.Ayet. Açıklama. Bu ayet, daha önce iradî ve tercihe dayalı ilişkilerin (kan bağına dayalı yakınlıklardan farklı şekilde) anılması ile bağlantılı olarak, tercihe dayalı manevî ilişkinin en üst tezahürüne işaret etmektedir: yani, Allah'tan vahiy alan Peygamber ile onun izinden gitmeyi özgürce kabul eden kişi arasındaki ilişkiye. Bu konuda Hz. Peygamber'den şu Hadis rivayet edilir: "Beni kendinize babanızdan, çocuklarınızdan ve bütün insanlıktan daha yakın görmedikçe hiç biriniz gerçek mümin olamazsınız." (Enes'den naklen Buhârî ve Müslim ve benzer rivayetlerle öteki Hadis külliyatı.) Bütün Sahâbe, Hz. Peygamber'i toplumun manevî babası olarak görürdü. Bir kısmı -mesela İbni Mes'ûd (Zemahşerî'den naklen) yahut Ubey b. Ka'b, İbni 'Abbâs ve Mu'âviye (İbni Kesîr'den naklen)- yukarıdaki ayeti, "o'nu babaları [olarak] gördüklerinden" açıklayıcı ifadesini eklemeden okumazdı. Tâbi'în'in büyük kısmı da -Mücâhid, Katâde, 'İkrime ve Hasan Basrî de dahil olmak üzere (karş. Taberî ve İbni Kesîr)- aynı şeyi yapardı: bu açıklamayı parantez içinde eklememin sebebi budur. (Yine bu surenin 40. ayetine ve buna ait 50. nota bkz.) Hz. Peygamber'in eşlerinin "müminlerin anneleri" olma konumlarına gelince, bu, Allah'ın Elçisi'nin hayatının en mahrem tarafını paylaşmış olmalarından kaynaklanır. Bunun sonucu olarak onlar, Hz. Peygamber'in ölümünden sonra yeniden evlenemezlerdi (bkz. aşağıdaki 53. ayet), çünkü bütün müminler onların manevî "evlatlar"ı idi. Ahzab-40.40 - Muhammed, sizin adamlarinizdan hiçbirinin babasi degildir. Ama Allah'in Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her seyi hakkiyle bilendir. Mecaz ı nasıl karıştırdığın meydana çıkıyor değilmi sayın hak söz devam ediyor. Sıra Mücadele Sure sinde. Mücadele-Suresi- Ayet-2. 2. Kadınlarına zihâr yapan kimseler yani zıhâr denilen sözle kadınlarından uzaklaşan kimseler. Sırt ve arka mânâsındaki "zahr" kelimesinden alınan zıhâr veya müzâhere: Bir kimsenin karısına "Sen bana anamın sırtı gibisin." demesi veya onun bir uzvunu kendine haram olan kadınlardan birinin karın, bel, ve kasık gibi bakılması haram olan bir uzvuna benzetmesidir ki, helalı haram kılan çirkin bir sözdür.> İlk önce bunun söylenmesi câiz olmayan çirkin bir davranış, bir cinayet olduğu anlatılmak üzere şöyle buyuruluyor. Cahiliyede o sözü söylemeyi âdet haline getirenler bilmelidirler ki, o zıhâr yaptıkları kadınlar onların anaları değildirler. Onların anaları, ancak onları doğurmuş olan vâlideleridir ki "...sizi emziren analarınız..." (Nisâ, 4/23) âyetinde ifade edilenlerle "Peygamber müminlere kendi canlarından üstündür. Eşleri onların analarıdır." (Ahzâb, 33/6) âyetinde zikredilen Peygamber'in zevceleri dahi analar hükmündedir. Ve haberleri olsun ki onlar yani o zıhâr sözünü söyleyenler herhalde münker, yani meşru olmayan, çirkin bir lakırdı ve yalan bir söz söylüyorlardır. Yalandır çünkü kadınları, anaları değildir. Hem de başkalarına zarar veren bir yalan, bir günah, ve kadının gönlünü kıran, hukukunu zayi eden bir şeydir. Bununla beraber çirkin bir sözdür, çünkü zıhâr anasının veya mahreminin (kendisine nikahı haram olan yakınının) bir uzvunu ağzına almak demektir. Ayrıca Allah'ın helal kıldığını haram kılmak gibi bir *****lıkla Allah Teâlâ'nın haklarına tecavüzdür. O halde ağza alınmaması lazım gelen bir cinayet, bir günahtır. Fakat söylenince de hükümsüz kalamaz. Haber vermek yalan olmakla beraber, gereği itibariyle bir haramlığa yol açmaktan da uzak değildir. Öyle ki erkeğin ağzından çıkan bu çirkin söz, kadının hayız zamanındaki eziyete benzer bir haramlık ifade eder. Bununla beraber şu da muhakkak ki Allah, affı çok bir mağfiret sahibidir. Onun için günahkârlara, tevbe ve günahlardan dönmekle o sözü geri alma ve bir keffaret ile o çirkinliği örtüp temizleterek af ve mağfiretine kavuşma yolunu açmış, bunu da şu şekilde öğretmiştir. Sayın hak söz bundan sonra çarpıtmadan yazarsan memnun olurum en azından karşılıklı yazışmamız doğru- lar üzerine olur İslam evrenseldir bütün insanlığa hitap eder öğrenmek istediğin bir konu olursa bana sor hasbelkader aydınlatırım sizi. MUTA. Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 Sayın "Pantheaa", "Bilimselci arkadaşım" diye başladığınız yazıyla daha çok Haksöz arakadaşa hitap etmişsiniz. Bu pek etik olmamış. Bu başlıkla "Din-Bilim" diye nitelediğiniz konuyu benle tartışmanız gerekirdi. Haksöz arkadaşımla tartışacaksan eğer "Haksöz arkadaşım" başlığı açman gerekmezmiydi ? Konular karışıyor aksi takdirde. "Din-Bilim" diye nitelendirdiğiniz deyim doğru bir deyim değil. Anlamıda yok ayrıca. Daha önceki yazımı bir kez daha okursanız eğer, bu deyimin ne anlama geldiğine çok açık yanıt vermiştim. Ama tekrar bize dolaylı olarak dinlerin de bilimsel olarak incelendiğini ispatlamaya çalıştığın; "Düşün-Bilim/Felsefe" yada "Dinler Tarihi" deyimlerinden dinlerin bilimsel olarak incelenmiş olduğunu ispata çalışmışsın. Bu da doğru değil sayın Pantheaa, Aslında bunu da bilecek bilgi birikimine sahipmiş gibi gözüküyorsun. Felsefenin (bilimsel felsefe) ilgilendiği alan, nesel gerçekler ve toplumların bu nesnel gerçeklerle ilişkilerini inceler. Dinler tarihi de, sosyal bir bilim dalı olan tarihin sadece bir konusu olup, dinlerin tarihte toplumların üzerindeki etkilerini inceler. Dinleri, toplumların kültür zenginlikleri olarak addeder. Yoksa dinlerin nesnel gerçeklerle ilgisi olmayan hükümleri, veya kutsallıkları, tarihin yada onun bir konusu olan dinler tarihinin inceleme konusu değildir. Selamlar... Alıntı
Φ haksöz Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 Sayın Muta, Sizin yaptığınız sadece ayetlerin tefsirini buraya kopyalamaktan ibarettir.Bunun kurandaki çelişkiler ile zerre alakası yoktur. Hiç bir yerden alıntı yapmadan sadece kendi bilginizle benim iddiaalarımı çürütün bakalım becerebilecekmisiniz Bakın tek bir örnek vereyim İhlas suresi 1-De ki; O Allah bir tektir. Müminun 14 Sonra nutfeyi alaka yaptık. Peşinden, alakayı, bir parçacık et haline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan haline getirdik. yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir. Saffat 125 Yaratanların en iyisini bırakıp da Ba'l'e mi taparsınız? demişti Bu ayetlerde görüldüğü gibi çoğul bir ifade kullanılarak ''yaratanlar''kelimesi kullanılmıştır. Bir ayette tek ifade ile, başka ayetlerde ki yaratanlar ifadesi % 100 çelşikidir.Şimdi bana bu çelişkiyi çürütebilecek argümanlar getirin Alıntı
Φ muta Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Sayın Muta, Sizin yaptığınız sadece ayetlerin tefsirini buraya kopyalamaktan ibarettir.Bunun kurandaki çelişkiler ile zerre alakası yoktur. Hiç bir yerden alıntı yapmadan sadece kendi bilginizle benim iddiaalarımı çürütün bakalım becerebilecekmisiniz Bakın tek bir örnek vereyim İhlas suresi 1-De ki; O Allah bir tektir. Müminun 14 Sonra nutfeyi alaka yaptık. Peşinden, alakayı, bir parçacık et haline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan haline getirdik. yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir. Saffat 125 Yaratanların en iyisini bırakıp da Ba'l'e mi taparsınız? demişti Bu ayetlerde görüldüğü gibi çoğul bir ifade kullanılarak ''yaratanlar''kelimesi kullanılmıştır. Bir ayette tek ifade ile, başka ayetlerde ki yaratanlar ifadesi % 100 çelşikidir.Şimdi bana bu çelişkiyi çürütebilecek argümanlar getirin Sayın hak söz bu ne yaman çelişki diye bir topik açmıssınız orada kopyacı olduğunuzu belgeledim tekvin tekvir karıştırmışsınız sonra arapçada bilmiyorsunuz bunu da iddia ediyorum Hucurat Suresinden (sav) diye sallamışsınız evet Sure ve Ayet kopya yapıyorum AMA bir farkı var araştırıyorum Arapçasını okuyorum ve en önemlisi okuduğumu anlıyorum ve çarpıtmıyorum bu yazdığınıza da cevap vereceğim. devam edecek. MUTA. Alıntı
Φ Pantheaa Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Sayın Panthea; Ben avam kelimesi özellikle kullandım ve tahmin ettiğim gibi beklediim tepkiler geldi.Zira sizin tasavvufi duruşunuzu biliyorum. Halkın aşağı tabakası ya da .......mış halk tabakası,insanlarin geneli, çoğunluğu olusturan sürü ve bu sürünün bir ferdi anlamında olan avamdan biri olarak beni gördüğünüz , ve dolayısıyla benim gibi bir avamın sizin gibi havas, belkide havassulhavas,a (yüksek halk kesimi -aristokrasi-rafine, ilme, ariflige yakın) dini konularda kök söktürmesi, anlaşılan karizmanızı oldukça yaralamış gibi görünüyor Böyle olduğu şu cümlenizden net bir şeklide anlaşılıyor Ayrıca demişsiniz ki; Size hesap vermek, veya dini konularda sizden yetki belgesi almak gibi bir zorunluluğum olmadığını hatırlatmak isterim Lütfen kişiliğimle uğraşmayı bırakın Arkadaşım, "Avam" kelimesinin anlamını söylemişsiniz ama, benim tasavvufi duruşumu biliyor olsaydınız eğer, bu kelimenin, Tasavvufi manadaki anlamını söylemenizi beklerdim... sizin "Sürü" manasında kullandığınız Avam olarak görmüyorum ben o kelimenin manasını, ki kimseyi böyle "Sürü" olarak nitelelmeye hakkım olduğunu da sanmıyorum... Bizim Avamı kullandığımız manası, Hakk'ı, Öz'ü idrak edememiş, anlayamamış herhangi bir kimsedir... Kur'an Müslüman ve Mü'min ayrımından bahseder... İşte bahsettiği Müslümanlar Avam'dır mesela... Kaldı ki, Müslüman olmayanların da Avam olduğu aşikardır... Yani "Sürü"den ziyade, Allah'ı bilememiş, Hakk'ı, Öz'ü anlayamamış kimselerdir bahsettiğimiz... Bu manayı bilmemeniz ve Avam'ın Tasavvufta "Sürü" mansına geldiğini iddia etmeniz, yine ne kadar anladığınızı gösterir mahiyettedir... Kaldı ki, ben kendimi Havas yada Havas'ül-Havas olarak ta görmüyorum... daha o kadar olamadık ne yazık ki... ayrıca bana kök söktürüyor da değilsiniz... dikkat ederseniz, bişeyleri kabullenmeme çabası veren sizsiniz... Benim sizi Müslüman yapma gibi bir çabam yok, inancınıza yanlıştır yada doğrudur da demedim şimdiye kadar hiç, beni de ilgilendirmiyor zaten... hem öyle ki, yazdığınız saçmalıklara da cevap veriyor değilim ben... yazdıklarınızı ayyuka çıkaran arkadaşlarımız var nasılsa, ben sadece sizin yönteminizi!!! ve tutarsızlığınızı eleştiriyorum, yani yazdıklarınız konusunda bi fikir söylemiyorum pek, ayet yada hadis te vermedim hiç sizin yazdıklarınıza, ki gerek görmedim... yani kök söken sizsiniz aslında ... bana hesap vermek zorunda değilsiniz bende yetki belgesi verebilecek bir kişi değilim zaten... Herkes kendi başında sorumludur, anlatabildim mi? Bilimselci Arkadaşım... ben Dinler Tarihinden bahsetmek istemedim... bakın "Din-Bilim yoktur diyorsunuz ancak, İlahiyat; Din-Bilimdir... Dinler Tarihi yada Bilim, yada Dinlerin Bilim olamayacağı hakkındaki yorumlarınıza katılıyorum... Ancak şu var ki, gerek yabancı olsun, gerek Müslüman olsun her İlahiyat Araştırması veren kurum, diğer dinler üzerine de araştırma yaparlar... mesela bizde Hıristiyanlık üzerine araştırma yapılır ve Hırisitiyanlığın Tarihi değil, direkt olarak Hıristiyanlık anlatılmaya çalışılır kimi zaman... Ha, şimdi bunu Duygularına kapılıp, kötüleme amacıyla yöntemine oturtmayarak yapan, yani anlama çabasında olmayan kimsede vardır (kimileri gibi), ama anlama çabasında olup, bilgi verende vardır, yada bilginin yanında eleştirende vardır... Mesela, Aytunç Altındal'ın Hırisityanlıkla ilgili bir çok kitabı bulunmaktadır... ve genelde Bilgi verip açıklama çabasındadır diye düşünüyorum... Yada dışarda İslamiyetle ilgili kitaplar yazılıyor bu konuda... genel olarak Tarihini ele almakla beraber, Sorboone Üniversitesi Profesörü Caude Cohen'in "İslamiyet" adlı bir kitabı vardır mesela ve Türklerin İslamiyetle ilişkisini anlatan kitapları da vardır... Din-Bilimden kastım budur... Bilindiği gibi Dinler Tarihi, aynen dediğiniz anlamda ele alır bu konuyu, ancak birde Kitapların ve İnançların ele alınışı vardır ki, işte aslında kastettiğim budur... Tevrat'ı, sadece kendisini okuyarak ele almamak gerekir mesela... Bilindiği gibi her bir bölümü farklı zamanlarda ele alınmış ve yazılmıştır... işte o ele alınış dönemlerini, o dönemlerdeki farklılıkları ve yazan kimseyi iyi bilmek gerekir... Mesela Tevratta "İbranilerin Üstün Olduğu" geçer... bunu niçin demiştir Tevrat? bunu anlamak için, o konunun geçtiği dönem incelenmelidir... Düşünün ki İbraniler Mısırdan sürülmüş ve vatansız bir topluluk olarak Asurlular ve Babillilerce dışlanmışlar, sonra dağıtılmışlardır... işte bu eziklik inançlarına bu nüvenin girmesine neden olmuştur... Tıpkı 1nci dünya savaşından sonra ezilen Almanların Irkçılığa yönelmesi gibi... Yada Hırisityanlığı anlamak için sadece İncili okumak yeterli değildir... mesela Pavlos'un Mektupları vardır ve 4 incilin yazılı olduğu bölümler kadar önemlidir bu mektuplar... anladığım kadarıyla da Hırisityanlığın temelini oluşturan bölümlerdir de burası... Ancak Pavlos'un, Hıristiyan olmadan önce!!! Yahudi iken, bir çok Havarinin öldürülmesinde en etkili kimselerden olduğu söyleniyor. Öyle ki Yahudiliğe bu kadar bağlı bir kimse Hırisityan olduktan sonra büyük bir değişim geçiriyor!... İşte İncil'in bu bölümlerine de bu açıdan bakmak gerekir... İslamiyetten örnek verelim mesela... Hanifi Mezhebinin İmamı İmam Hanifi'nin ortaya koyduğu Mezhep, Sünni olarak ele alınır... Sünni Mezheptir... Ancak, İmam Hanifinin, öğrenci olarak 8 sene yanında kaldığı ve kendisi için "O olmasaydı, ben İmam- Azam olamazdım" dediği Cafer es-Sadık'ın mezhebi ise Sünni olarak görülmez... Burada Ele almamız gereken konu ise "Sünnilikle Şiilik birbirine karşıttırlar" demeden önce iki mezhebin inançlarını da bilmemiz kadar, o mezheplerin ortaya çıktıkları koşulları da bilmemiz gerekir... ondan sonra anlayabiliriz ancak niçin birbirlerine karşıtmış gibi göründüklerini... Yada Kur'an-da bir Ayeti açıklamak için, Ayetin indiği İçinde bulunduğu Surenin Tamamı ele alınmalı, o dönemki Koşullar bilinmeli, Hangi olay cereyan ettide o ayet(ler)in indiği bilinmeli vs vs vs... gibi bir çok koşulu vardır bu Ayet açıklama işinin... Bu kuralları kimileri "O Dinin Makyajının Silinmesinden Korkmak" olarak görebilir ki bu onları bağlar ancak, ancak bu yöntemleri uygulamadan, kesinlikle sağlıklı veriler elde edilemez... Ayrıca bir ayet, başka bir ayetle öyle havadan karşılaştırılamaz... Buna, tarihle ilgili "Atatürk" örneğini verdim mesela... Dikkat ederseniz ayetleri öyle kafanıza göre, isteğinize göre yorumlayamayacağınız ve her hangi iki ayeti kafanıza göre birbiri ile karşılaştıramayacağınız Gayet net olarak açıktır... Buna bir örnek olarak ta yine İncilden vermek isterim... Mesela 4 İncil'de de Hz. İsa'nın Dirilmesi olayı ve Dirildiği gün mezarına girenlerle ilgili bilgiler hep farklı farklıdır... Belki bir çelişkidir ama, Çelişki demeden önce, eğer o dini araştırmakta ve anlamada samimi isek, önce 4 İncilin yazarları ele alınmalı, tanınmalı, yaşadıkları dönem bilinmeli ve bu farklılıklar ona göre ele alınmalı ve niçin bu farklılıkların ortaya çıktığı ona göre yorumlanmalıdır... yoksa bir Dine Haksızlık yapmaktan öte gidemeyeceğimiz son derece açıktır... Ben burada temel olarak, Hangisi olursa olsun, bir dini tam anlayabilmekten ve anlamak anlamında hakkını verebilmekten bahsetmeye çalışıyorum... Hatalıysam, kusura bakmayın ancak doğrusunun bu olduğunu biliyorum... Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 ................ Bilimselci Arkadaşım... ben Dinler Tarihinden bahsetmek istemedim... bakın "Din-Bilim yoktur diyorsunuz ancak, İlahiyat; Din-Bilimdir... Dinler Tarihi yada Bilim, yada Dinlerin Bilim olamayacağı hakkındaki yorumlarınıza katılıyorum... Ancak şu var ki, gerek yabancı olsun, gerek Müslüman olsun her İlahiyat Araştırması veren kurum, diğer dinler üzerine de araştırma yaparlar... mesela bizde Hıristiyanlık üzerine araştırma yapılır ve Hırisitiyanlığın Tarihi değil, direkt olarak Hıristiyanlık anlatılmaya çalışılır kimi zaman... Ha, şimdi bunu Duygularına kapılıp, kötüleme amacıyla yöntemine oturtmayarak yapan, yani anlama çabasında olmayan kimsede vardır (kimileri gibi), ama anlama çabasında olup, bilgi verende vardır, yada bilginin yanında eleştirende vardır... Mesela, Aytunç Altındal'ın Hırisityanlıkla ilgili bir çok kitabı bulunmaktadır... ve genelde Bilgi verip açıklama çabasındadır diye düşünüyorum... Yada dışarda İslamiyetle ilgili kitaplar yazılıyor bu konuda... genel olarak Tarihini ele almakla beraber, Sorboone Üniversitesi Profesörü Caude Cohen'in "İslamiyet" adlı bir kitabı vardır mesela ve Türklerin İslamiyetle ilişkisini anlatan kitapları da vardır... Din-Bilimden kastım budur... Bilindiği gibi Dinler Tarihi, aynen dediğiniz anlamda ele alır bu konuyu, ancak birde Kitapların ve İnançların ele alınışı vardır ki, işte aslında kastettiğim budur... ................... Bilim'i Bildiğini İddia Edebilenlere... Ancak anlattığımız gibi, Bilimle azıcık bile Haşır-Neşir olan bir insan Din-Bilimin de bir yönteme sahip olduğunu bilir... bu sistemi bilmek ve bu sistemleri uygulayanlar arasında olmak kimseyi Ruhban yapmaz ve bu insanlar bir Ruhban sınıfı oluşturmaz... Herkes gerekli eğitimi aldığı ve Bilimsel yöntemleri ve o bilimin gereklerini uyguladığı sürece Bilim (ve Din-Bilim) yapabiliyor demektir... ki bunu sizin yapamadığınız apaçıktır Haksöz arkadaşım... Sizin niçin Din-Bilim yapamadığınızı daha önceki yazılarımızda açık açık söyledik ve ispat ettik... Bakın Bilimselci Arkadaşım... ................. işte bu yol ve yöntem yani sistem edinme gereği Din-Bilim faaliyetlerini doğurmuş ve Din-Bilim eğitimin sadece kendi dinlerini öğretmesi amacını aşarak, diğer inançlarında araştırılması gereğini doğurmuştur... Bu da "Dinler Tarihi" sonucunu yaratmıştır... Takdir edersiniz ki, Bilim alanında "Dinler Tarihi" ayrı bir dal oluşturur ve tüm İlahiyatçılar (İlahiyatçıdan kastım sadece Müslüman Din-Bilimciler değildir) tüm dinlerin araştırılması gereğini hissetmiştir... .. Sayın Pantheaa, Din, bilim, metafizik felsefe, felsefe, teoloji(ilahiyat), dinler tarihi bilgi disiplinleri konusunda görüşleriniz pek net değil gibi gözüküyor. Bu yüzden yazılarınızda da çelişkilere düşüyorsunuz. Bu konularda aşağıdaki "anahtar bilgi" yi kullanmanızı öneririm. "Bilim insanlığın düşünme, uygulama metodudur. Ancak, nesnel gerçeğe ve olgulara dayalı, önyargısız, tutarlı, rasyonel ölçülerde bir anlama, bulma, doğrulama metodudur." Bu çerçeve içerisinde olmayan bilgi birikimleri BİLİMSEL OLAMAZ. "Din-Bilim" olarak lanse etmek istediğin dini bilgiler (Teoloji, ilahiyat), bir bilim dalı değildir. Ruhani (fizikötesi) bilgilerdir. Maddeden soyuttur. Alıntı
Φ Pantheaa Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 [/size][/color] [/color][/size] Sayın Pantheaa, Din, bilim, metafizik felsefe, felsefe, teoloji(ilahiyat), dinler tarihi bilgi disiplinleri konusunda görüşleriniz pek net değil gibi gözüküyor. Bu yüzden yazılarınızda da çelişkilere düşüyorsunuz. Bu konularda aşağıdaki "anahtar bilgi" yi kullanmanızı öneririm. "Bilim insanlığın düşünme, uygulama metodudur. Ancak, nesnel gerçeğe ve olgulara dayalı, önyargısız, tutarlı, rasyonel ölçülerde bir anlama, bulma, doğrulama metodudur." Bu çerçeve içerisinde olmayan bilgi birikimleri BİLİMSEL OLAMAZ. "Din-Bilim" olarak lanse etmek istediğin dini bilgiler (Teoloji, ilahiyat), bir bilim dalı değildir. Ruhani (fizikötesi) bilgilerdir. Maddeden soyuttur.[/b] Bakın, o zaman daha basit ve küçük örneklerle açıklamaya çalışayım... Şimdi Maddeden soyut kavramların ispatının bilimle mümkün olamayacağını, Ruhani bilgilerin bilimin alanı olamayacağını, bu yüzden Dini bilgilerin bir bilim dalı olamayacağını söylemişsiniz... Doğru mu anlamışm? evet ise, şöyle açıklayayım, bu konuda haklısınız... Bakın, diyelim ki Melekleri ele alacağız, varlığını ispatlamak için, bunu bilimle açıklayamayız... Cinleri yada Şeytanı ele alacağız varlıklarını ispatlamak için, Bilimle ispatlayamayız... bunlar doğru mudur arkadaşım? doğrudur... yada Günah ve Savap kavramlarını, iyi ve kötü kavramları gibi bile ele alıp açıklayamayız vew ispatlayamayız... bu da doğru... bakın bu açıdan size katılıyorum... Dini bilgi Bilim değildir... bu konuda hem fikir miyiz? buna daa evet ise cevabınız... Bakın ben şunu demek istiyorum... hep te örnek veriyorum gerçi... benim açıklamaya çalıştığım şey, Ruhani Yasaların gerçekliğinin yada varlığının yada Dünya yaşamınz ve Bilime uygunluğu değildir... yazılarımı okursanız eğer, böyle bir iddia da bulunmadığımı, bunu bırakın böyle bir şeyden bahsetmediğimi anlayacaksınızdır... Peki neyden bahsediyorum... şöyle ki arkadaşım, bakın sizin kabul ettiğiniz gibi Din düşünsel çabalar sonucu oluşmuş bir öğedir değil mi? yanıtınız tahminimce evettir... yani Size göre insanlar açıklayamadığı konuları düşünmeye yönelmiş, cevap bulamadığı noktalarda insan ötesi bir varlık yaratmış aklınca... böyle midir düşünceniz... İster böyle düşünün, ister Gerçekten Allah'ın varlığına inanın, benim söyleyeceğim noktalar değişmez... Eğer Dini düşünsel çabaların bir ürünü olarak görüyorsanız, zaten söyleyeceklerim sabittir... Diyelim ki bir filozofu ele alacağız, ki ben hep en sivri örnek olduğunu düşündüğüm için Marks'ı örnek veriyorum... hepte tekrarlıyorum gerçi, skıcı olacak sanırım... Marks'ı anlamak için, ne Das-Kapital'i okumak yeterlidir, ne de onun fikriyatı hakkında yazılmış tüm eserleri okumak yeterlidir... Marks'ın felsefesinin, ürettiği düşüncenin kendi içindeki çelişkileri bulmak istiyorsak eğer, Onun kişiliğine, onu etkileyen faktörlere, hayat şartlarına ve fikirlerini hangi ortamlarda ürettiğine de inmeli ve bunları bir bütün olarak ele almalıyız değil mi? Çünkü Marks, Das Kapital'i yazmakla yetinmemiş, ayrıca yaşamıştırda... Dikkat edin, Marks'ı bu şekilde ele alarak anlama çabası, bizi Marksçı yapmayacağı gibi, Onu daha iyi yargılamamızı sağlayacaktır... Ya da Hitler'i anlamak için... Sadece "Kavgam"ı ve "Siyasi Vasiyetim"i, ve Onun hakkında yazılmış kitapları okumamız yeterli olmayacaktır... onun tüm yaşamını ve Onu destekleyen Alman milletinin 1inci Dünya savaşı sonundan itibaren yaşadıklarını, ortamı, Almanların karakterlerini bilmemiz gerekir ki, Hitler'in kendi içindeki çelişkileri hakkında sağlam kanaatlerde bulunabilelim, öyle değil mi? Yada "Yahudileri Hitler Katletti" demeden önce, mesela Hitler'e destek veren Kapitalist Alman Yahudilerinin miktarının %70 olduğunu göz ardı etmemeliyiz mesela? bu durumda Hitlerin Katl sebebinin Dini olmadığıda ortaya çıkacaktır aslında... ve çelişkilerini bu şekilde daha net ortaya koyabiliriz... Ve ya, bize hep gümüş tepside sunulan, Kurtuluş Savaşımız sırasında 14 Wilson Prensiplerini ele alalım... Başkan Wilson'u tanımadığınız sürece Wilson prensipleri size pek ala toz pembe görünebilir, Ancak Onun Yahudi ve Siyonistlerin en büyük destekçisi ve kendi itiraf ettiği gibi Türklerden nefret ettiğini araştırdığımızda, o 14 Doktrininin gerçek manasını ortaya daha net koyabilir ve çelişkilerini yada çelişkilerimizi daha net anlayabiliriz... Şimdi bunların Dinle ne alakası var diyeceksiniz... Sizce Tanrı yok ise eğer, Dini Bilgi'de İnsan ve Düşünce ürünüdür, tıpkı yukarıda saydığım anlayışlr gibi, öyle değil mi? Sadece Yukarıdaki anlayışlar değil, diğer tüm insan ürünü Düşünceler içinde, o düşünceleri anlamak içinde aynı şekilde yöntemler gerekir... Peki, yine sizce insan düşünce ürünü olan, yani bir felsefe olan Din için niye bu sistemi uygulamıyorsunuz? Ben burada Ruhların, Meleklerin, Allah2ın, Şeytanın, Cinlerin falanın filanın ispatından bahsetmiyorum... Bakın buna çok dikkat edin ve sanırım kaçırdığınız nokta da bu... hiç bir yazımda, Bu Ruhani karakterlerin Bilimle ispatlanabileceğini söylemedim, söyleyememde... tek söylediğim, şudur ki; Bilim'in Allah'ı tasdiklediğidir. ancak siz de buna, tasdiklemediği olarak bakabilrisiniz... normaldir... Ancak Bilimle, denyle vesaire ile bu Ruhani Bilgi ve karaketrleri ispatlayamayız... ve benim bahsettiğim şeyde bu değil... Benim Bahsettiğim şey, Bir Ayet ele alınırken, incelenirken, Çelişkileri olduğu varsayımı ile bir ayet incelenirken, belli bir yöntemin olduğudur... Bir ayetin tek başına ele alınıp incelenemeyeceğidir... Bakın yine söylüyorum, Ruhani Bilgilerin ispatlanması değil bahsettiğim şey... Günah, Srvap gibi kavramlarında ispatı değildir... Ben sadece Bir Bilgi (Dini Bilgi yada Felsefi Bilgi) ele alınırken, anlamak içn sadece o bilgini tek başına yeterli olmadığı ve yardımcı materyallere de ihtiyacımız olduğudur... ve bu Hangi Bilgi için olursa olsun aynıdır... Sokrat'ı incelerken, onun yaşadığı çevreyi, kendi hayatını ve hayallerini bile ele alarak incelemek ve ondan sonra ancak varsa çelişkilerini tesbit etmek gerekir. Eğer ki Siz Dinin bir Düşün Ürünü olduğunu düşünüyorsanız ,ki öyle düşünüyorsunuz, diğer Bilgilerin, felsefelerin tesbitinde bu yöntemi kullanırken, Dini Bilgilerin çelişkilerini tesbit edecekken bu yöntemlrei kullanmamak sizin kendi öz çelişkiniz ve art niyetiniz olur kanısındayım... Kaldı ki bu yöntemlri uygulamak, sadece inanmayan kimseler için geçerli değil, inananlar için de geçerlidir... sizi bilemem ama, size bu söylediklerim ikna edici gelmeye bilir, ancak ben hangi inanç ya da felsefe olursa olsun, ki buna ateizmde dahildir, her zaman ön yargılarımdan kurtularak ve bu şekilde ele alarak bilgi edinmeye ve tesbitler yapmaya çalışıyorum ve biliyorum ki bu konuda uzmanlaşan kimselerde bunu uygulamaktadır... şunu unutmayın ki, bu araştırma persfektifinde Din ile Felsefeyi ayırt etmiyorum... olaya bu açıdan bakarak ele alınız ve Ruhani Varlıkların ispatı değildir anlatmaya çalıştığım... Umuyorum ki yeterince açık olabilmişimdir... Saygılarımla... Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 ............. Benim Bahsettiğim şey, Bir Ayet ele alınırken, incelenirken, Çelişkileri olduğu varsayımı ile bir ayet incelenirken, belli bir yöntemin olduğudur... Bir ayetin tek başına ele alınıp incelenemeyeceğidir... Bakın yine söylüyorum, Ruhani Bilgilerin ispatlanması değil bahsettiğim şey... Günah, Srvap gibi kavramlarında ispatı değildir... Ben sadece Bir Bilgi (Dini Bilgi yada Felsefi Bilgi) ele alınırken, anlamak içn sadece o bilgini tek başına yeterli olmadığı ve yardımcı materyallere de ihtiyacımız olduğudur... ve bu Hangi Bilgi için olursa olsun aynıdır... Sokrat'ı incelerken, onun yaşadığı çevreyi, kendi hayatını ve hayallerini bile ele alarak incelemek ve ondan sonra ancak varsa çelişkilerini tesbit etmek gerekir. Eğer ki Siz Dinin bir Düşün Ürünü olduğunu düşünüyorsanız ,ki öyle düşünüyorsunuz, diğer Bilgilerin, felsefelerin tesbitinde bu yöntemi kullanırken, Dini Bilgilerin çelişkilerini tesbit edecekken bu yöntemlrei kullanmamak sizin kendi öz çelişkiniz ve art niyetiniz olur kanısındayım... Kaldı ki bu yöntemlri uygulamak, sadece inanmayan kimseler için geçerli değil, inananlar için de geçerlidir... sizi bilemem ama, size bu söylediklerim ikna edici gelmeye bilir, ancak ben hangi inanç ya da felsefe olursa olsun, ki buna ateizmde dahildir, her zaman ön yargılarımdan kurtularak ve bu şekilde ele alarak bilgi edinmeye ve tesbitler yapmaya çalışıyorum ve biliyorum ki bu konuda uzmanlaşan kimselerde bunu uygulamaktadır... şunu unutmayın ki, bu araştırma persfektifinde Din ile Felsefeyi ayırt etmiyorum... olaya bu açıdan bakarak ele alınız ve Ruhani Varlıkların ispatı değildir anlatmaya çalıştığım... Umuyorum ki yeterince açık olabilmişimdir... Saygılarımla... Sayın Pantheaa, Yüze yüze işin kuyruğuna geldik nihayet. Yöntemli araştırma bilim dallarında olur. Bir dizi, "doğru" yu ispatlama yöntemleri vardır. Geçmişte bunları defalarca vurguladık. Şu anda bunları burda vurgulamak yerine bilimin vazgeçilmez ilkelerinden "şüphecilik" ve "sorgulama" yöntemleri dini bilgilere uygulanabilecekmi, hangisine ? Geriye sadece bizlere yöntem olarak "dini bilgilere bir bütün olarak bakmak gerek" kalıyor. Böyle bakıldığı takdirde "bir bütün olarak mutlak itaat" emredilmekte. Bu bütünlerden bazıları; Ayın ikiye bölünmesi, Denizin yarılıp insanların arasından geçmesi, Bastonun yılan olması, Daha küçükken bu çocuk suçludur öldürülmeli buyruğu, Kuşların savaşmaları, vs. Bütün bunlara bir bütün olarak inanmamız gerekir. Biraz düşünebilen insan için, bizler için bu mümkün değil. Bizler ilk çağlardan beri süregelen hurafelere inanamayız. Sizler devam edin. Sizden tek istediğimiz şey ise hurafelere inanmayanların görüşlerine de saygılı olmanız. Selamlar. Alıntı
Φ muta Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 1 - De ki; O Allah bir tektir. 2 - Allah eksiksiz, sameddir (Bütün varliklar O'na muhtaç, fakat O, hiç bir seye muhtaç degildir 3 - Dogurmadi ve dogurulmadi. 4 - O 'na bir denk de olmadi. İhlas-Suresi. Müminun-14. 14- Sonra nutfeyi bir alaka (embrio) yarattık, derken o alakayı bir mudga (bir çiğnem et parçası halinde) yarattık, derken o mudgayı bir takım kemik yarattık, derken o kemiklere bir et giydirdik, sonra onu diğer bir yaratık olarak teşekkül ettirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah, pek yücedir. Açıklama. Sonra onu bambaşka bir yaratık olarak inşa eyledik. Yani organlarıyla, ruhuyla, kuvvetiyle, boyu posu ile onda öyle güzel bir yaratılış meydana geldi ki, hiçbir mahluka benzemez, bambaşka bir halk, "en güzel surette" dilber bir insan oldu. Şimdi yaratanların en güzeli Allah, çok büyük, çok yüksektir. Yani bütün feyz ve bereketin esası O'nda, her şeyin yaratıcısı o, O'nun yaratmasından sonra vücuda gelen hikmet ve sebeblerin herbiri bir yaratıcı sayılsa ve bu şekilde birçok yaratıcılar farzolunsa Allah, bütün o yaratıcıların en güzeli, en güzel yaratanıdır. Her hilkatin her seçilmişliğin, her tekamülün, her güzelliğin ilk icadı, ilk numunesi ancak O'nun yaratması ve diğerlerindeki yaratıcılığın bütün aslı O'nundur. Mevcut olmayan tabiatları vücuda getiren, vücuda gelen tabiatları dilediği gibi değiştirerek en güzel oluşlar için kıvamına koyan, cansız bir çamurdan çoğalan bir sülâle çıkaran, bayağı bir sülaleden yukarda geçtiği üzere gönülleri alıp götüren bir insan yaratan o Allah, öyle büyük, öyle yüksek ki, ne kadar yaratıcı kabul edilse öyle güzel, öyle güzel yaratan düşünülemez. Saffat-124-125-126- Hani o kavmine: "Siz Allah'tan korkmaz mısınız? Yaratanların en güzeli olan, sizin de Rabbiniz, daha önceki atalarınızın da Rabbi bulunan Allah'ı bırakıp da "Ba'l'e" (Ba'l ismindeki puta) mi yalvarıyorsunuz?" dedi. Açıklama. Ahsenu'l-hâlikîn'in bu şekilde çevrilmesi konusunda bkz. sure 23, not 6. Bal terimi (Avrupa dillerinde geleneksel olarak Baal şeklinde okunur) bütün eski Arapça lehçelerinde -İbranice ve Fenike dilleri dahil- "efendi" veya "ileri gelen" anlamına gelir. Bu terim, özellikle Suriye ve Filistin'de eski Samîler tarafından tapınılan birçok "erkek" putun her birine verilen bir şeref payesi olarak kullanılırdı. Eski Ahid'de bu isim, bazan "putperestliğin" -Kitâb-ı Mukaddes'e göre ilk İsrailoğulları'nın çok sık işledikleri bir günah- genel bir tanımlaması olarak geçer. Sayın haksöz cevabım bu devam edecek. Alıntı
Φ Pantheaa Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Sayın Pantheaa, Yüze yüze işin kuyruğuna geldik nihayet. Yöntemli araştırma bilim dallarında olur. Bir dizi, "doğru" yu ispatlama yöntemleri vardır. Geçmişte bunları defalarca vurguladık. Şu anda bunları burda vurgulamak yerine bilimin vazgeçilmez ilkelerinden "şüphecilik" ve "sorgulama" yöntemleri dini bilgilere uygulanabilecekmi, hangisine ? Geriye sadece bizlere yöntem olarak "dini bilgilere bir bütün olarak bakmak gerek" kalıyor. Böyle bakıldığı takdirde "bir bütün olarak mutlak itaat" emredilmekte. Bu bütünlerden bazıları; Ayın ikiye bölünmesi, Denizin yarılıp insanların arasından geçmesi, Bastonun yılan olması, Daha küçükken bu çocuk suçludur öldürülmeli buyruğu, Kuşların savaşmaları, vs. Bütün bunlara bir bütün olarak inanmamız gerekir. Biraz düşünebilen insan için, bizler için bu mümkün değil. Bizler ilk çağlardan beri süregelen hurafelere inanamayız. Sizler devam edin. Sizden tek istediğimiz şey ise hurafelere inanmayanların görüşlerine de saygılı olmanız. Selamlar. Siz Hurafe olarak görebilisirsiniz... Sizi İkna etmek gibi İlahi bir görevim yok... Biraz düşünebilen insanlar olarak siz bunlara inanmayabilirsiniz, eğer ben hiç düşünmeyen bir kimse isem, ve düşünmek sadece size aitse, tek zeki siz iseniz, size tavsiyem bildiğiniz yolda devam ediniz o zaman, sizi yolunuzdan alıkoymak gibi bir niyetim yok... Benim Vicdanım İslama inanmakla rahattır... Hurafe olarak addettiğiniz Dine inanmayanlara saygısızlık yaptığımı ya da inançlarına saygı duymadığımı nereden çıkardınız bilmiyorum ancak, iyi niyetime rağmen böyle addetmeniz kötü olmuş, bunu bilmelisiniz... Yöntemli araştırmanın ne olduğunu sizin kadar bilebiliyorum, merak etmeyin... Siz hala benim bir dinin gerçek olup olmadığını ispat etmeye çalıştığıma inanıyosunuz sanırım ancak, sizde ne yazık ki, ne demek istediğimi anlamış değilsiniz... Benim İslamın gerçek olup olmadığını ispat etme gibi bir niyetim yok... Benim inanmam benim için kafidir... Ben bir inancın kendi içinde tutarlı olup olmamasından bahsediyorum... neyse, o kadar açıklamama rağmen, hala anlama çabasında bulunmamanız, benim tekrar bir açıklama yapmamı gereksiz kılmaktadır... Ancak şunu söylemeliyim, bildiğiniz gibi, Soru/Sorun ile Cevap/Sonuç arasında sıkı bir ilişki vardır, nitekim sizin yaptığınız yorum, benim söyledikleimle yada anlatmak istediklerimle hiç bir alaka teşkil etmemektedir ve ne cevap olabilmektedir ne de sonuç olabilmektedir... Bu yüzden yüze yüze geldiğimiz yer, sizin en başa döndüğünüz yerdir... Hala siz, bir dine inanıp inanmamak noktasında takılmışsınız, oysa ki ben herhangi bir inancı anlayabilmek ve idrak edebilmekten bahsediyordum... Bir inancı anlayabilmeniz için, illa ki o inanca sahip olmanız gerekmez... Ateizm'i çok iyi anlıyorum ancak Ateizm beni tatmin etmemektedir ve eksik kalmaktadır benim için... Ben bunu hiissedebiliyorum ve anlıyorum, çünkü Ateizm nedir biliyorum, ancak siz benim en basit bir yazımı bile yanlış anlayarak, kininizi kusma derecesine gelebildiğize göre İnanmanın ne demek olduğunu anlamamış olmanız gerek... ve bu tatminsizliğinizi tatmin olacağını sanmıyorum... Ancak şunu söylemeliyim ki, sizin inancınızın bana çok ters düşmesine rağmen, ben sizin ve sizin gibiler için "Batıl" kelimesini dahi kullanmamıştım, çünkü ben her bilginin değerli olduğuna inanırım, ancak sizin hiddetinize yenilip "Hurafe" diyerek aşşağılamanız çok talihsizce olmuş ve objektifliğinizin ne derece berbat bir halde olduğunu ortaya koymuştur... öncelikle bana, inançlara saygılı olmayı öğretirken, öncelikle kendiniz bu erdeme sahip olmalısınız... Yoksa kimse size inanmaz, öyle değil mi? Birde şunu belirtmek istiyorum, bakın hala ya anlamamakta ısrar ediyorsunuz, yada bilerek göz ardı ediyorsunuz, ben Dini bilgilere ulaşmanın yöntemlerinden bahsetmiyorum... siz hala bunu konu ediyorsunuz... rica ederim yazımı tekrar okuyunuz ve ondan sonra da artık anlamazsanız, yapabilecek bir şeyim yoktur... oysa ki açık açık yazdım... Benim size Allah'ı, Melekleri, Şeytanı, Sevabı, Günahı ispat etmek gibi bir niyetim yok ve hiç kimse içinde olmamıştır... o yüzden ben bu gibi Dini bilgilein ispatlanması hakkında konuşmuyorum... yukarıdaki yazımda özellikle vurguladım neyi anlatmak istediğimi, ancak siz bu konuda ne samimisiniz ne de dürüst... öyle ki hala benim yazıma son derece alakasız bir cevap!!! veriyorsunuz... yazık... hemde bunu, Bilim'i bildiğiniz (yada artık bildiğinizi iddia edebildiğiniz) halde yapıyorsunuz (öyle ki Bilimsel anlayışınızdan şüphe etmeye başladım)... yazık olan bu... biraz dürüst olabilirsiniz oysa ki... Saygılarımla... Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Ya siz o Tekliği anlamış olsanız zaten bunları sormazsınız ki... "her can ölümü tadacaktır. Ve sonra dönüşünüz bize olacaktır" Ankebut 57 Bilseniz bu ayetin ne anlama geldiğini, orada ki bizi anlasanız hiç böyle kunuşur musunuz? Evrende Allah'tan ayrı hiç bir şey yok. O "biz"in içindeki tekliği göremiyorsunuz... Alıntı
Φ sedelina Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Hucurat 12- Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir. Çelişkiye bakın çelişkiye Tahrim 3- Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Peygamber (eşine) bir kısmını bildirmiş bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: "Bunu sana kim söyledi?" dedi. Peygamber "Bilen, her şeyden haberi olan Allah bana söyledi." dedi. İnsanlara arkadan çekiştirmeyen allah,kendi Çekiştiriyor çok yakındır ki,Allah size oruç tutun diyor;ama kendısı tutmuyor diyeceksınız bi konu da tartışma olacaksa;tartışılan konu çelişkiler de olsa kendı içinde tutarlı olur efendım bıraz dıkkat Alıntı
Φ kralx Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Tüm yetki ve irade Allahındır.. Yarattıklarına istediği gibi tasarruf etme hakkına sahiptir.. Onun iradesini sorgulayamayız.. Sana yasakladığı birşeyi kendisi pekala yapabilir.. O dilediğini yapandır.. Mesela insan öldürmeyi yasaklar fakat kendisi hem öldürür hem yaratır.. Yani, lütfen çelişki diye önümüze getirdiklerinize biraz daha dikat edin.. Defalarca çelişkinin tanımını yaptık.. Bikere baştan yaratanla yaratılanın mukayesesi yanlış.. Saygılar.. Alıntı
Φ haksöz Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Sadece Avrupa'yı öğrenirken,Avrupa'nın talebesi olmak... Afedersiniz,Kurtuluş Savaşımızı biz,kimden kurtulmak için vermiştik?! Haçlı-Hilal savaşı içimizde artık.. Külliyen kaybeden biziz yani;toptan kazanan başkaları... Ü.M. sedelina Sayın diyemiyorum. Bana karşı yapmış olduğunuz bu çirkin iftiradan dolayı sizleri esefle kınıyorum. Yazılarımın içinde hıristiyanlığı savunan bir tek kelime göstermenizi bekliyorum Bu kadar ucuz senaryolarla kurtuluş savaşının arkasına sığınmanız ise tam bir acziyet. Ulu önder Atatürk kurtuluş savaşını hem haçlılardan hemde köhnemiş hilacilerden kurtulmak için verdi.Eğer sizde onun kadar objektif olabilseydiniz, hilalcilerin tarafında olmazdınız Alıntı
Φ muta Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Hucurat 12- Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir. Çelişkiye bakın çelişkiye Tahrim 3- Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Peygamber (eşine) bir kısmını bildirmiş bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: "Bunu sana kim söyledi?" dedi. Peygamber "Bilen, her şeyden haberi olan Allah bana söyledi." dedi. İnsanlara arkadan çekiştirmeyen allah,kendi Çekiştiriyor Sayın haksöz inan ki sizin kadar çarpıtan insan görmedim burada çekiş- tirme mi var ikazmı var biraz insaf ayıptır çarpıtmanın bu kadar katmer- lisi olmaz şaşırdığın belli inanıyorumki sağ duyu sahibi insanlar da artık size inanmıyor ne diyelim her zaman nerede çarpıtma yaparsan delili ile yazacağım zaten tescillendin çarpıtmanla. (tekvin) (Hucurat) MUTA. Alıntı
Φ haksöz Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Tüm yetki ve irade Allahındır.. Yarattıklarına istediği gibi tasarruf etme hakkına sahiptir.. Onun iradesini sorgulayamayız.. Sana yasakladığı birşeyi kendisi pekala yapabilir.. O dilediğini yapandır.. Mesela insan öldürmeyi yasaklar fakat kendisi hem öldürür hem yaratır.. Yani, lütfen çelişki diye önümüze getirdiklerinize biraz daha dikat edin.. Defalarca çelişkinin tanımını yaptık.. Bikere baştan yaratanla yaratılanın mukayesesi yanlış.. Saygılar.. Allahın iradesini sorgulamıyoruz ki zaten. Elbette biliyoruz Allahınız asar keser,ikiye katlar, dörde biçer. Biz çelşikilerdenden bahsediyoruz efendim.Haddimize mi kalmış allahın iradesini sorgulamak töbeee neuzu billah Alıntı
Φ muta Gönderi tarihi: 2 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 2 Ekim , 2006 Din ahlakından uzak toplumlarda, kişilerin eksikliklerini araştırmak, kusurlarını ortaya çıkarmaya çalışmak çok yaygın bir davranış şeklidir. İnsanların bu yola yönelmelerinin altında yatan sebep ise dünyaya yönelik hırsları ve üstün olma arzularıdır. Bu insanlar karşılarındaki kişilerin hatalarını ortaya çıkarmalarının kendilerine bir üstünlük getireceğine inanırlar. Bunun için sıkça başvurdukları yöntemlerden biri de alaycılıktır. İnsanların kusurlarıyla, acizlikleriyle ya da hatalarıyla alay ettiklerinde, kendi kusurlarının örtüleceğini düşünürler. Bu yüzden cahiliye toplumlarında alay, yaşamın her anında rastlanabilen bir ahlak bozukluğudur. Kuran ahlakına sahip olmayan bu insanlar, sürekli olarak başkalarının alay edebilecekleri yönlerini araştırırlarken, bir yandan da kendileri alaya alınma ihtimalinin tedirginliğini yaşarlar. Dolayısıyla gösterdikleri bu alaycı tavırlarla birbirlerini adeta bir "zulüm ortamı" içinde yaşatırlar. Çelişki dedikleri aslında kendileri dir hayatları boyunca çelişki içinde yaşarlar verdikleri örnekler hep çarpıtma ile doludur kendi kişişel görüşlerini açıklar ken çok biliyormuş havasına bürünürler ama tarihi örnekleri şu an arkeolojik kazılarda karşımıza çıkıyor yani eninde sonunda arkeolog ların uğraş alanına girerler. MUTA. Allahın iradesini sorgulamıyoruz ki zaten. Elbette biliyoruz Allahınız asar keser,ikiye katlar, dörde biçer. Biz çelşikilerdenden bahsediyoruz efendim.Haddimize mi kalmış allahın iradesini sorgulamak töbeee neuzu billah Sayın haksöz bu dünyanın insanların evrenin yaradılışını veya oluşumunu kendi görüşünüze göre tutarlı olarak açıklayın bir incir tohumunun meydana gelişini izah et nasıl edersen et bütün yazdıklarımdan feragat edeceğim. MUTA. Yapılamaz gelmiş geçmiş geçecek bütün ins cin insan bir araya gelse. Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 2 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 2 Ekim , 2006 -Hilal savaşı içimizde artık.. Külliyen kaybeden biziz yani;toptan kazanan başkaları... Ü.M. sedelina Sayın diyemiyorum. Bana karşı yapmış olduğunuz bu çirkin iftiradan dolayı sizleri esefle kınıyorum. Yazılarımın içinde hıristiyanlığı savunan bir tek kelime göstermenizi bekliyorum Bu kadar ucuz senaryolarla kurtuluş savaşının arkasına sığınmanız ise tam bir acziyet. Ulu önder Atatürk kurtuluş savaşını hem haçlılardan hemde köhnemiş hilacilerden kurtulmak için verdi.Eğer sizde onun kadar objektif olabilseydiniz, hilalcilerin tarafında olmazdınız işte bu kadar yanlış anlıyorsunuz, arkadaşın imza olarak kullandığı yazıyı siz kendinize söylenmiş bir söz olarak görüyorsunuz, olaylara nereden baktığınızı anladınız mı? İşte siz Kuran'a da bu yanılgı içinde bakıyorsunuz... (arkadaşlar dikkat edin imzalarınıza haksöz kişisel anlayabilir) komik çok komik Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 2 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 2 Ekim , 2006 Sayın Pentheaa, Anlaşıldı kimin kimi anlamadığını belirtmek için yazılarınıza satır satır cevap vermek mecburiyetinde kaldım. "Siz Hurafe olarak görebilisirsiniz... Sizi İkna etmek gibi İlahi bir görevim yok... Biraz düşünebilen insanlar olarak siz bunlara inanmayabilirsiniz, eğer ben hiç düşünmeyen bir kimse isem, ve düşünmek sadece size aitse, tek zeki siz iseniz, size tavsiyem bildiğiniz yolda devam ediniz o zaman, sizi yolunuzdan alıkoymak gibi bir niyetim yok... Benim Vicdanım İslama inanmakla rahattır... Hurafe olarak addettiğiniz Dine inanmayanlara saygısızlık yaptığımı ya da inançlarına saygı duymadığımı nereden çıkardınız bilmiyorum ancak, iyi niyetime rağmen böyle addetmeniz kötü olmuş, bunu bilmelisiniz..." Burada yanlışın var. Hurafeye takılmış çevresinde dönüp duruyorsun. Halbuki yazından ve kurduğun cümlelerden biligili birisi olduğun da çıkıyor. Ama takıntıların var. Benim eski yaşantım gibi. Karşılıklı anlaşılamadığımızı ifade etmekle bir yere varamıyacağız galiba. Ama bu kez kelimelerin altını çizmeye mecbur bıraktın beni sayın Pantheaa. Doğruluk methodu bilimselliğin, kabul etmediği binlerce inanç ve düşünce var. Hurafe=Boş inanç. Herkes bir diğerinin inancına "boş düşünce" demiyormu ? "Her bilgi benim için kıymetlidir" dediğine göre, batıl demiyorsun ama yanlış yapıyorsun. Çükü bu kez inancına ters düşüyorsun. Aç kitabına bak ne diyor. Ayrıca, kişi olarak inanmayanlara saygısızlık yaptığını söylemedimki. İşte kurduğum cümle çoğul olarak siz inananlardan bahsediyor. İki gün önce birisi de küfürlü konuşma yapmıştı. Sevgili admin sildi ve Sevgili Gecekuşu'da eleştirdi. Dön de geçmiş yazıları kontrol et. Yine aç kitabına bak ne diyor inanmayanlara, senin gibi hoşmu karşılıyor? Hep kişisel bazda alıyorsun sayın Pantheaa. Bende hep genel yazıyorum dikkat et lutfen. Elbette "düşünenler", "az düşünenler" ve "düşünmeyenler/düşünemeyenler" var. Ben hep genel olarak yazdım. Tatmin olman için söyleyeyim; Ben düşünen insanların en gerisindeyim. Yöntemli araştırmanın ne olduğunu sizin kadar bilebiliyorum, merak etmeyin... Siz hala benim bir dinin gerçek olup olmadığını ispat etmeye çalıştığıma inanıyosunuz sanırım ancak, sizde ne yazık ki, ne demek istediğimi anlamış değilsiniz... Benim İslamın gerçek olup olmadığını ispat etme gibi bir niyetim yok... Benim inanmam benim için kafidir... Ben bir inancın kendi içinde tutarlı olup olmamasından bahsediyorum... neyse, o kadar açıklamama rağmen, hala anlama çabasında bulunmamanız, benim tekrar bir açıklama yapmamı gereksiz kılmaktadır... Hep anlamaktan anlamamaktan bahsediyorsun sayın Pantheaa. Karşılıklı samimiyetimiz varsa(ki olduğuna inanıyorum)anlayana kadar devam edelim. Aciz insanlar değiliz. Kaldıki yazılarımızı takip edip anlayanlar var. Yöntemli araştırma sadece bilimsellikte olur. Bunu bahsetmiştik. Sende kabullenmiştin. Ama Allah, kişilerin yöntemini kabul edermi ? O sadece emreder o kadar. Hangi yöntemden bahsediyorsun İzah et bilelim. "Mantık" diyeceksin. Bende yine; bilim ve bilimdışı mantık (boş inanç) diyeceğim. Buradada "tutarlılığa" takılmışsın. Tutarlı olabilmek, bilimsel yöntemlere bağımlı olmakla mümkündür. Ancak şunu söylemeliyim, bildiğiniz gibi, Soru/Sorun ile Cevap/Sonuç arasında sıkı bir ilişki vardır, nitekim sizin yaptığınız yorum, benim söyledikleimle yada anlatmak istediklerimle hiç bir alaka teşkil etmemektedir ve ne cevap olabilmektedir ne de sonuç olabilmektedir... Bu yüzden yüze yüze geldiğimiz yer, sizin en başa döndüğünüz yerdir... E pes yani alaklı hiç birşey konuşmamışız. Sen öyle diyorsan öyle olsun. Hala siz, bir dine inanıp inanmamak noktasında takılmışsınız, oysa ki ben herhangi bir inancı anlayabilmek ve idrak edebilmekten bahsediyordum... Bir inancı anlayabilmeniz için, illa ki o inanca sahip olmanız gerekmez... Ateizm'i çok iyi anlıyorum ancak Ateizm beni tatmin etmemektedir ve eksik kalmaktadır benim için... Ben bunu hiissedebiliyorum ve anlıyorum, çünkü Ateizm nedir biliyorum, ancak siz benim en basit bir yazımı bile yanlış anlayarak, kininizi kusma derecesine gelebildiğize göre İnanmanın ne demek olduğunu anlamamış olmanız gerek... ve bu tatminsizliğinizi tatmin olacağını sanmıyorum... Ancak şunu söylemeliyim ki, sizin inancınızın bana çok ters düşmesine rağmen, ben sizin ve sizin gibiler için "Batıl" kelimesini dahi kullanmamıştım, çünkü ben her bilginin değerli olduğuna inanırım, ancak sizin hiddetinize yenilip "Hurafe" diyerek aşşağılamanız çok talihsizce olmuş ve objektifliğinizin ne derece berbat bir halde olduğunu ortaya koymuştur... öncelikle bana, inançlara saygılı olmayı öğretirken, öncelikle kendiniz bu erdeme sahip olmalısınız... Yoksa kimse size inanmaz, öyle değil mi? Bak güzel arkadışım, sen anlamakla kabullenmeyi karıştırıyorsun galiba. Kinim falan yok kimseye karşı Benimde anladığım ve kabul etmediğim (batıl gördüğüm) görüşler var. Metafizik bilgilerin bilimselliği hazırlayan görüşleri hariç, tüm inançları "Batıl" olarak görmekteyim. "Batıl demedim" diyorsun. Sıkılmana gerekte yok. Kabul etmiyorsan söyleyebilirdin. Bu açıklık ve dürüst olmanın gereği. Biz alışkınız sözlerinize. Kutsal kitapların hepsi bir diğerine yanlış demiyormuki? İnançlar öyle değilmiki? Kaynaklara iniver lutfen. Birde şunu belirtmek istiyorum, bakın hala ya anlamamakta ısrar ediyorsunuz, yada bilerek göz ardı ediyorsunuz, ben Dini bilgilere ulaşmanın yöntemlerinden bahsetmiyorum... siz hala bunu konu ediyorsunuz... rica ederim yazımı tekrar okuyunuz ve ondan sonra da artık anlamazsanız, yapabilecek bir şeyim yoktur... oysa ki açık açık yazdım... Benim size Allah'ı, Melekleri, Şeytanı, Sevabı, Günahı ispat etmek gibi bir niyetim yok ve hiç kimse içinde olmamıştır... o yüzden ben bu gibi Dini bilgilein ispatlanması hakkında konuşmuyorum... yukarıdaki yazımda özellikle vurguladım neyi anlatmak istediğimi, ancak siz bu konuda ne samimisiniz ne de dürüst... öyle ki hala benim yazıma son derece alakasız bir cevap!!! veriyorsunuz... yazık... hemde bunu, Bilim'i bildiğiniz (yada artık bildiğinizi iddia edebildiğiniz) halde yapıyorsunuz (öyle ki Bilimsel anlayışınızdan şüphe etmeye başladım)... yazık olan bu... biraz dürüst olabilirsiniz oysa ki... İşte böyle sayın Pantheaa.. İnsan isterse ve açık olursa, anlatmak istediğini tek cümlede bile anlatabiliyor. Bak ben anlatayım meramımı tek cümlede. "Bilimselliğin dışında hiç bir bilgi birikimine inanmadığım gibi, inananlarında art niyetli olduğunu savunmuyorum. Sömürü aracı olarak kullanmadığı sürece" Selamlar.. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.