Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

muta

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    52
  • Katılım

  • Son Ziyaret

muta tarafından postalanan herşey

  1. şerefsizin biri

  2. bunu söyleyen muhammed, öldüğünde kaç ton altın miras bıakmıştır ........................................ Sayın haksöz yukarıdaki yazıyı sizden alıntıladım ve yeni gördüm acaba bu söylediğiniz tonlarca altın medine deki mescidi nebevi cami inde mi idi yoksa oralarda bir yerde saklı mı idi kaynak verseniz de anlasak. Çar pıtayım derken insanlar çarpılmasın. MUTA.
  3. Madem beni bağlar siz niye sorun yapıyorsunuz. Bu dünyanın bir sahibinin olduğu bir gerçek hiç bir şeye inanmayıp dosdoğru yaşayanlar kimseyi bağlamıyorsa ozaman inanan lar hakkında forum veya topik açmay- ın inanmayanlar da tesadüfen geldikleri dünyada yaşama sıkı sıkıya bağlı tesadüfler üzerine yaşasın. muta.
  4. Aynı bu şekilde kuranın tamamını değiştirebilirim. Arapça bilseydim Arapçasını da değiştirebilirdim. Kuranı değitirip de dağıtsam tabiki değiştirdiğim ortaya çıkar. Çünkü piyasadaki kuranlarla aynı olmaz. Fakat bu, kuranın değiştirilemeyeceği manasına gelmez. Değiştirileceği fakat sonradan anlaşılacağı manasına gelir. Dolayısıyla değiştirilemez denemez Evrensel den alıntı.ŞİMDİ Dikkat ile yazacaklarımı okuyun evrenselin nasıl kendi kendini tekzip ettiğini görün KUR,AN ın değiştirip dağıtsam tabii ki değiştirdiğim ortaya çıkar fakat değiştireleceği ama değiştirildiğinin an- laşılacağını dolayısı ile sahtesinin her zaman belli olacağını kendi söylüyor bu durumda neyin münakasasını yapıyor kendi yaptığı çarpıtmanın yalanın üzerine bir de başkası sanki cevep vermiş gibi yorum yapıyor. Şimdi çarpıtmanın Elesti bi rabbiküm yani imtihan olayına gelelim madem Ruhlar aleminde her şey biliniyordu neden dünyaya imtihan için gönderildik. ARAF-172. 172- Bir de Rabbin, Âdemoğullarından, bellerindeki zürriyetlerini alıp da onları kendi nefislerine şahit tutarak: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" dediği vakit, "pekâlâ Rabbimizsin, şahidiz" dediler. (Bunu) kıyamet günü "Bizim bundan haberimiz yoktu." demeyesiniz diye (yapmıştık). ......................... Açıklama. Ey Resulüm! Onlara o vakti de hatırlat ki, hani Rabbin, Âdemoğulları'ndan, (şimdikilerden tutunuz da nesilden nesile ta Hz. Âdem'e varıncaya kadar Âdem oğullarının zürriyet sahibi olanlarından zincirleme olarak her birinin) bellerinden zürriyetlerini aldı, yani kudret eliyle seçip ayırdı, vücuda getirdi. "ve onları kendi kendilerine karşı şahit tuttu," şahit yaptı, kendi varlıklarından bile habersiz olan o şuursuz hücrelere "Ben" ve "Ben ötesi" şuurunun, bilfiil mebdeini verdi: Her birine şuhud ve şehadet fıtratını, kendi varlığında hakkın etkisini duymak ve duyurmak, itiraf etmek, tanıklık eylemek yaratılışını, insanlık ruhunu verip, hepsini varlığına ve birliğine şahit kıldı da kılarken Rabbiniz değil miyim? Dedi. Üzerinizde dilediğim gibi tasarruf eden ve etmek hakkı bulunan yegane malikiniz, mürebbiniz, yetiştirip geliştireniniz, yaratıcınız ve hakiminiz olduğuma şahitsiniz, şahitlik edeceksiniz değil mi? diyerek, hitab-ı nefsîsi ile hitap eden ve emanetini yükleyen rablığını ikrar ettirdi. Hepsi de "evet dediler," evet pekala Rabb'imizsin, biz buna şahidiz dediler. Terbiye ve emaneti kabul edip şahitliği taahhüt eylediler. Hasılı insan hiçbir şey değil iken, âlemlerin Rabb'ının, rablığının gereği olarak, bir üreme ve gelişme kanununun etkisi altında yaratmasının ve terbiyesinin eseri olarak şuursuz zerreler halinde meydana çıkarılıp bütün duyguları ve zevkleriyle şuurlu birer insan fıtratına geçtiler, birer insan kimliği ve kişiliği aldılar, hiçbir muhalefette bulunmadan ve bulunamadan ilâhî takdire uydular, o vakit onlarda inkâr, küfür ve inat yoktu, dış dünyadan hiçbir şey tanımıyorlardı. İşte böyle kendileri hiçbir şey değil iken bir zürriyet halinde sulb (bel)den alınıp, ana rahminde döllenme ve büyümeye atılan ve mutlak "Ben" ve "ben ötesi" ilişkisi içinde zaruri bir şahitlik ve görüntü, bir etki-tepki ilişkisinin sonucu olan bir şuur fıtratına girip, mükemmel bir akıl ve idrak, bir anlama ve anlatma, bir irade ve hür seçim hayatının gelişmesine doğru giden, bütün oluşum süreci içindeki faaliyetlerinde yalnızca O'nun emrine, kanununa boyun eğiyor ve ancak O'ndan yardım ve destek alıyorlar. Ve gerektiğinde bunun böyle olduğunu söylemeyi, şahitlik edip dile getirmeyi de bir boyun borcu biliyorlardı. İşte Âdem'in ilk evladından itibaren herkes Rabbinin verdiği ve emrettiği insan fıtratını, O'nun verdiği vücuda şuhudu alıp kabul etmekle Rabb'i ile kendisi arasında böyle bir icap ve kabulün sonucu olan bir fıtri akit (doğal bir sözleşme) altına girmiş ve kendi varlığında Rabb'ine şahitliği ve O'na kulluğu taahhüt etmiştir. İşte bu mukavele ve fıtrî misak, insanlığın dindarlığının başlangıç noktasıdır. Bu nokta dindarlığın olduğu kadar, hukukun, ahlâkın, sosyal hayatın ve medeniyetin de başlangıç noktasıdır, çekirdeğidir. Birçok tefsir âlimi, demişlerdir ki, burada bu şahit tutma ve misak alma olayı, temsili bir mânâdadır. Allah Teâlâ bütün insanları fıtratlarının başlangıcında tevhid inancına ve İslâm'a kabiliyetli olarak yaratmış, objektif ve subjektif delillerle Allah'ın rablığını algılayabilecek şekilde ve İslâm'a yatkın olarak halketmiş olduğunu böyle bir temsilî istiare (sembolik bir ifade) yoluyla tasvir etmiştir. Şöyle ki: Allah Teâlâ'nın beşer varlığına akıl ve basireti yaratılıştan ihsan etmesi ve bunlar için iç dünyada ve dış dünyada bir takım deliller meydana koyması ve böylece onları mükemmel bir şekilde donatıp kendi Rablığını bilmeye, tanımaya yöneltmesi, diğer taraftan insanların da doğuştan gelen bu donanımlarla Allah'ı tanımaya yönelmiş olmaları, Allah Teâlâ'nın onları emir ve hitap yoluyla itirafa sevketmesi, onların da tereddüt etmeden bunu kabul ve icabete koşmaları şeklinde benzetme ve istiare olarak tasvir buyurulmuştur. Nitekim "Daha sonra gök ile yere buyurdu: Her ikiniz de ister istemez gelin, dedi, onlar da isteyerek geldik, dediler." (Fussilet, 41/11) âyetinde de emre icabet böyle bir temsilî yolla ifade buyurulmuştur. Bunda da bilinen şekliyle ve gerçek hayatta olduğu gibi karşılıklı konuşma ve sözleşme şeklinde bir mukavele düşünmek gerekli değildir. Şimdi gelelim çarpıtmanın ikinci merhalesine. AHZAB- 72.72- Biz o emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik, onlar, onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi. O gerçekten çok zalim ve çok cahildir AÇIKLAMA. Öyle ki, onu sınamak için evire çevire yarattık. Yani o insanı öyle yaratıp artık işi bitti diye başıboş bırakıvermek için değil, onu bir takım emanet ve yükümlülüklerle yükümlü tutup kendisine duygular, görevler, zor işler yükleterek imtihana çekmek ve Mülk sûresininin başında "Hanginizin amelce daha güzel olduğunu denemek için ölümü ve hayatı yaratan odur."(Mülk, 67/2) diye açıklandığı ve Kıyame sûresinin sonunda "Bunları yapanın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?"(Kıyamet, 75/40) diye hatırlatma yapıldığı gibi daha ileri bir âlemde yüksek bir hayata geçirmek üzere halden hale evire çevire yarattık. Bu imtihan ve yükümlülükle ileri doğru sonuçlarını kabul etmesi ve verilen emirleri, yapılan irşadları dinleyip önünü ardını görerek ona göre yoluna gitmesi için yarattık da onu işitici ve görücü kıldık. Gerek kendisinde ve gerek kendi dışında işitilecek, görülecek Kur'ân'daki ve kâinattaki âyet ve delilleri işiticek, görecek, kalp gözüyle bilip ona göre bilinçli bir şekilde görevini yapacak yükümlü bir yaratığa çevirdik. İşte daha önce anılan bir şey değil iken sonra insan diye anılmaya başlayan, sonradan yaratılan bu yaratık; zamanın başlangıcından beri nice hallerden geçirilip, söz edilmeye değmez nice şeylerden süzülüp nice katkılarla karıştırılarak meydana getirilmiş karışık bir nutfeden "O sizi aşama aşama yaratmıştır."(Nuh, 71/14) mânâsında evrile çevrile düzgün bir şekilde yaratıldıktan sonra, "Sonra onu bambaşka bir yaratılışla inşa ettik."(Müminun, 23/14) ifadesince bambaşka bir ruhani yaratılışa mazhar kılınmış; işitici, görücü kılınıp ölüm ve hayat geçitleriyle imtihan edilmiş, henüz varacağı gayeye varmamış, ölümden sonra da bir hayata aday ve yolcu bir yaratıktır. Şu halde tam anlamıyla işitici görücü olmayan va Rabb'ına karşı görevlerini düşünmeyen kimseler insan ünvanına layık değildirler. Görülüyor ki insanın bu şekilde tanıtımı, onu "konuşan hayvan" diye tanıtmaktan daha derin ve daha güzeldir. Şimdi soruyorum nerede inanç sızların iddia ettiği gibi tesadüf var kendin yaz kendin kimse görüş bildirmeden görüş bildir görüş bildiren olursada bildirilen görüşleri yine çarpıt KUR,AN ALLAH Kelamıdır tek harfi dahi değiştirilemez ve dahi kimse bir benzerini haşa meydana getiremez getirmeye çalışsa derhal insan kelamı olduğu meydana çıkar.birde link adresi veriyor yine çarpıtmalarına dayanak forum adresi arkadaş bana delil diye kendi çarpıtarak verdiğin yorumlarını değil aslı astarı belli olan bulabilirsen kanıt getir bir de şu evvel emirde benim ile fikir mücadelesi yap benim ileri sürdüklerime cevap ver ondan sonra ilim isteyen konularda fikir yürüt. Şimdi gelelim KUR,AN a ki yine çarpıtarak yok başka KUR,AN varmış yok mervan yok falan filan şimdi verec- eğim örnek objektif olması hasabiyle Vikiped den dir orada ismi geçen sahıslara insanlara iyi bakmak gerek çünki dürüstlüklerine kimsenin lef edemiyeceği şahsiyetlerdir başta H.z ALİ Hz Ebu Bekir H.z ÖMER ve Hz Osman. KUR,AN .Etimoloji (Kökenbilimi) (İştiqaq اشتقاق) [değiştir] Kur'an sözcüğü Arapça ya QRE (qare'e) /kare'e" ("okudu") sözcüğünün sülasi (üç harfli kelime kökü sistemine göre) mastarıdır. "Okumak", "okunan" "okuyuş" "okuma" anlamlarını ifade eder, ya da gene " QRE (qare'e) /kare'e (" birkaç nesneyi biriktirip birbirine kattı-ekledi, derledi" sözcüğünün sülasi mastarından "birbirine katmak, eklemek, derlemek" "birbirine katılmış, eklenmiş" " ekli, katlı-katlanmış, derli" anlamlarını ifade eder. Tanım [değiştir] Kur'an'ın şimdiki durumu ile dizilmiş haline Habeşçe bir kelime ile "Mişhaf >>> Mushaf" denir, bu diziliş Hz. Osman halife iken toplanan Kur'an Hey'eti'nin Kur'an'dan olmayan bütün yazılı nesneleri imha edip, geri kalanını bırakmaları, geri kalanları da Hz Osman'ın vezirinin dizmesinden ibarettir. Bu dizilişe göre Kur'an 114 adet sure bölümden oluşur. Sureler genellikle surenin içerdiği ayetlerin konulardan birine göre verilen Arapça isimlerle anılırlar. Sureler kronolojik bir sırada düzenlenmemiştirler (nüzul/iniş sırası) bunun yerine genelde kabaca uzunluğun azaldığı bir sıraya göre yerleştirilmiştirler. Yaygın hatanın aksine elde bulunan Mushaf Kur'an, 6666 değil, 6346 ayet barındırır. Bu ayetlerin sayısı, Kur'an bir şiir metni gibi yorumlanmasından kaynağı alıp, kafiyeye göre belirlenmiştir.Kur'an içindeki ayetlere göre her şeyin ayrıntılı açıklaması olduğunu yazar. Kur'an'ın bütün metnini ezberleyen ve uygun şekilde (tecvid) okuyabilen kişiye hafız denir. Hz.Muhammed ilk hafız olarak kabul edilir. Kur'an'ı uygun bir şekilde ve güzel bir tutum ve sesle okumaya tilavet denir. Müslümanlar günlük ibadet olan namazı kılabilmek için Kur'an'dan en azından küçük bir kısmı (ayet) ezberlemek, bilmek zorundadırlar. Müzzemmil Suresi 73/20'de "Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun, salatı ikamet edin/namazı kılın " Müslümanlara göre Kur'an son İslam peygamberi Muhammed'in mucizelerindendir. Dil bakımından da Kur'an çoğu akademisyene göre Arapça'nın en güzel örneğidir. Rivayete göre Muhammed SS (Salat Selam)'ın arkadaşlarından (ashabından/sahabelerinden) ilk halife Ebu Bekir hurma yaprakları deri ve kemik üzerlerine yazılı olan Kur'an ayetlerini saklar sonra da toplardı. Bu ayetler bir ciltde toplanırdı. Bunu yine arkadaşlarından ikinci halife olan Ömer'in kızı ve Muhammed SS'ın okuma-yazma bilen tek eşi Hafza/Hafsa muhafaza etmişti. Bu mushaf, Hafza Yesrip'te (Medine) öldüğünde vali Mervan bin Abdilhakem tarafından Hafza'nın evinden aldırtılıp imha edildi. Kısaca Kur'an şöyle tarif edilebilir: Allah, tarafından İslam dininin peygamberi (nebi) ve son peygamber (hatemü l enbiya) Muhammed'e Arapça olarak indirilmiş, bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş, mushaflarda yazılı, Fatiha Sûresi "ikra" ile başlayıp aslında Nasr Sûresi sonu olan ama eldeki Mushaf'a göre Maide Suresi 5/3 içine yerleştirilmiş "Kâfirler bugün sizden dininiz hakkında ümitsizliğe kapılmışlardır artık onlardan haşyet etmeyin, benden haşyet edin. Bugün size dininizi ikmal ettim/kabaca, anahatları ile olgunlaştırdım, size ni'metimi itmam ettim/anahatları ile tamamladım, sizin için bir din olarak islama razı oldum " ile sona eren kelâmıdır. İlk ve Son Ayetleri [değiştir] Kur'ân-ı Kerim'in, Muhammed'in risaletinin başında ilk 'inen' âyetleri şunlardır: "Yaratan Rabbinin adıyla oku, O insanı bir asılıp tutunandan yarattı, oku! Rabbin, kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren en büyük kerem sahibidir, nun/nokta ile kalem/çizgi ve satırladıkları/yazdıkları" (Alak, 96/1-5 Kalem, 68/1). İlk inen âyetlerin inananları okumaya, öğrenmeye, yazmağa ve araştırmaya çağırması ilim için büyük teşvik mesajı taşır. Kur'ân'ın son inen âyeti de şudur: "Kâfirler bugün sizden dininiz hakkında ümitsizliğe kapılmışlardır artık onlardan haşyet etmeyin, benden haşyet edin. Bugün size dinizi ikmal ettim/kabaca, anahatları ile olgunlaştırdım, size ni'metimi itmam ettim/anahatları ile tamamladım, sizin için bir din olarak islama razı oldum " (Mâide, 5/3). İslâm'ın kutsal kitabının özel adı olan Kur'an kelimesi, Allah tarafından 58 âyette kullanılır. Ayrıca "kur'an" "okunan,okuyuş, okuma" "ekli, katlı,derli" anlamında özel ad olmayarak 12 ayette ( Yusuf 12/2, Ra'd 13/31, İsra 17/106, TaHa 20/113, Zümer 39/28, Fussılet 41/3,44; Şura 42/7, Zuhruf 43/3, Cin 72/1, Kıyamet 75/17,18). "Biz var ya Biz onu okuyup akletmeniz için anlaşılır-sade-arı bir okuyuşla/okunuşla indirdik" (Yûsuf, 12/2). "Kur'anı okuyacağında/okuduğunda kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığın (euzü bILlahi mine şe şeytan ir racim) de" (Nahl, 16/98). "Kur'an okunduğunda/okununca onu işitin de durup düşünün ki merhamet olunasınız" (A'râf, 7/204). "Bu Kur'an, insanlara yolu gösterir, o değişmez yoldur, unat-düzgün çalışan-iş yapan inananları onlar için olan kerim bir ecir ile müjdeler."(İsrâ, 17/9). "Kur'an'dan indirir/indiriyor/indirecek olduklarımız, inananlara şifa ve rahmettir..."(İsrâ, 17/82). Ayrıca kimi ayetlerde Kur'an'dan bahsederken "hüve" denmiştir, bu sözcük Arapça'da eril/müzekker/masculine/male tekil üçüncü kişi adılı "o" dur. Kur'an'da "Kur'an" kelimesi özel ad olarak erkek sözcük sayılmıştır. Fıkıh Şeriat İslâm hukukunda Kur'ân için daha çok "Kitap" ismi kullanılır. Birçok âyette "el-Kitâb" kelimesinin Kur'ân-ı Kerîm anlamında kullanıldığı görülür: "Elif. Lâm. Mîm. İşbu içinde kuşku olmayan Kitap'tır müttakiler/Allah'tan korkan başkasından korkmayanlar için bir yol göstericidir" (Bakara, 2/1,2). Bundan başka çeşitli âyetlerde Kur'ân için başka isimler de kullanılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: el-Furkân (Furkân, 25/1), ez-Zikr (Hicr, 15/9), en-Nûr (Nisâ, 4/174), er-Rûh (Şûrâ, 42/52) Kur'an'ın Toplanması [değiştir] Ashab-ı Kiram (Muhammed SS'ın değerli arkadaşları anlamında Arapça bir tamlama), Muhammed'in sağlığında Kur'an'ı yazmamıştır. Muhammed SS'ın öldüğü sırada 100 bin küsür arkadaşları içinde okuma-yazma bilenlerin sayısı yalnızca 33 kişi idi, okuma-yazma oranı 10 binde 4 idi. Hafızların sayısı ise yaklaşık 20 idi. İnen her âyeti bizzat peygamber tarafından okuma-yazma bilen 33 kişi içinde bulunan vahiy katiplerine okunur, onlar da yerlerine yazarlardı. Ancak Hz.Muhammed, nâzil olan âyetlerin ashabı tarafından ezberlenmesini yeterli görmemiştir. Çünkü onları ashabından ne kadar çok kimse ezberlemiş olursa olsun, hafıza, daima unutkanlık illetine maruz kalabilecek olan bir yetenektir ve belirli bir zaman için çok güçlü olsa bile, sonradan bu gücünü ve dolayısıyla güvenilir olma vasfını yitirebilir. İşte bu sebeble Hz.Muhammed, vahyi ezberleyenler yanında, onu bir de yanlışsız olarak yazabilecek kâtipler edinmiş ve kendisine bir âyet nazil olduğu zaman, onu bu katipler aracılığıyla yazdırmıştır. Kur'an-ı Kerim, Hz.Muhammed peygamberin devrinde bizzat vahiy meleği ve nebinin birbirlerine karşılıklı okumaları ve de sahabilerin ezberlemesiyle korunmuştur. Ancak Hz.Peygamber'in sağlığı müddetince devam eden vahyin bütün bir kitapta toplanmasına imkân yoktu. Çünkü vahyin Hz.Peygamberin ölümüne kadar devam ettiği bilinmektedir. Peygamber'in vefatından iki gün öncesine kadar devam eden vahiy Onun vefatıyla son buldu. Böylece Kur'an inen son âyetle tamamlanmış oldu. Kur'an sureleri bazen bir bütün olarak bazen de bölümler halinde indirildi. Bazı sûreleri Mekke'de inmesi dolayısıyla "Mekkî", bazıları Medine'de indirildiklerinden "Medenî" diye nitelendirilmiş ve 22 yılda tamamlanmıştır. Vahyedilen bütün sûrelerin hafızlar tarafından ezberlenmesi, kemik, tahta, papirüs, deri ve kiremit inceliğindeki pişirilmiş tuğlalara vahiy katiplerince yazılmak suretiyle korunmuştur. Hz.Peygamber'in vefatını takip eden Yemâme savaşlarında 70 kadar hafız (kurrâ)'ın şehid düşmesi müslümanları telâşa düşürmüştü. Ashabdan Ömer de hafızların toplanması için dönemin halifesi Ebu Bekir'e başvurarak konunun görüşülmesini istemişti. Bunun üzerine Ebu Bekr, Zeyd İbn Sâbit başkanlığında toplanan Abdullah b. Zübeyr, Sa'd b. Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Haris b. Hişam'ın da bulunduğu büyük bir komisyon tarafından Kur'an sahifeleri bir araya getirildiği iddia edilir. Bu Mushaf, Muhammed'in eşlerinden Ayşe'nin evinde, Ayşe Sıffin Savaşı'nda bu mushafı Amir bin El-As'a verip de o da savaşta bunu mızraklar ucuna takarak heder edinceye dek Ayşa'nın evindeki yüklükte durur. Üçüncü halife Osman zamanında hafız ve vahiy başkatibi olan Yemen'li Arap olmayan Zeyd b. Sâbit, elinde yazılı Kur'an metni olan herkesin bu metinleri getirmesini ve getirirken de ellerindeki metinlerin bizzat Muhammed'den yazıldığına dair iki güvenilir şahid gösterilmesi istendi. Osman toplanan bu kurula "Zeyd ile imlada anlaşamazsanız, Kureyş'e göre yazın" emrini verdi, bu yüzden elimizdeki Mushaf, Mekke-Kureyş şivesinin imlası ile yazılıdır. Böylece bütün metinler toplanarak bir araya getirilmiş ve halife Osman'ın vezirine teslim edilmiştir. Daha sonra vezir ve belirlerdiği kişilerce Kur'an-ı Kerim'in aslî nüshaları devletin 4 eyaletine gönderilmek üzre 4 nüsha yazılmıştır. Zeyd b. Sâbitin katkılarıyla ortaya koyduğu bu aslî nüshaya "İmam Mushaf" adı verilmiştir. Abdullah b. Mes'ûd'un teklifiyle iki kapak arasında "İmam Mushaf" üzerinde yapılan danışma ve görüşmeler sonucunda bunun üzerinde her hangi bir noksanlık görülmemiş ve güvenirliği konusunda ittifak sağlanmıştır. Böylece Kur'an her hangi bir tahrifata uğramadan "Mushaf" haline getirilerek aynı mushaftan çoğaltılan mushafların ana kaynağını teşkil etmiştir. Mushaf adı Yemen'li Arap olmayan Abdullah bin Mes'ud'un teklifi ile Habeşçe Mişhaf kelimesi olarak kabul edilmiştir. Ömer devrinde Kur'an öğretimine hız verildi. Gerek Medine'de gerekse sınırları günden güne genişleyen İslam Devletinin diğer merkezlerinde en sıhhatli kaynak olan hâfiz sahabilerin öğretmen ve gözetmenliğinde pek çok hâfız yetiştirilmiştir. Fakat zamanla fetihlerin hız kazanması ve yeni fethedilen yerlerde ortaya çıkan kavim ve kabilelerin müslüman oluşu farklı şive ve lehçelere göre okuyuş ayrılıklarını ortaya çıkarmıştır. Bu durum M.648'de Ermenistan ve Azerbaycan fethinde Şamlı ve Iraklı askerlerin yan yana gelmesi ile farklı okuyuşların su yüzüne çıkmasını sağladı. Bu tartışma ortamının daha fazla büyümesine engel olmak için Huzeyfe b. Yemân, Halîfe Osman'a başvurarak bu durumun düzeltilmesini, ihtilafın ortadan kaldırılmasını istedi. Bunun üzerine Halife Osman, Muhammed peygamberin diğer ashabı ile de istişare ederek, İslâm dünyasında yalnızca Ebu Bekr'in emriyle derlenmiş olan onaylı Kur'ân mushaflarının kullanılmasını ve bir başka lehçe yahut ağız ile yazılmış tüm diğer nüshaların kullanılmasının yasaklanmasını kararlaştırdı. Osman bir önlem olarak da gelecekte herhangi bir kargaşa yahut yanlış anlamaya meydan vermemek için başka tüm yazılı nesneleri yaktırarak ortadan kaldırma yoluna gitti. Ebû Bekir zamanında yazıları İmam Mushaf, Ömer'in ölümünden sonra kızı ve Muhammed peygamberin hanımlarından olan Hafsa'ya geçmişti. Bu nüsha Hafza ölünce vali Mervan bin Abdülhakem tarafından imha edildi.Osman zamanında çoğaltılan mushafların yedi nüsha olduğu söylenir (Muhammed Hamidullah, a.g.e., II, s.763). Bunlar Medine, Mekke, Şam, Kûfe ve Basra'ya gönderilerek müslümanlar arasında çıkabilecek farklı okuyuşlar önlenmiş oldu. Hatta Ali'nin Osman için "Eğer Osman Kur'an'ın tek kitap halinde toplatılarak çoğaltılması işini yapmasaydı ben yapardım" dediği bilinmektedir. Osman tarafından değişik vilâyet merkezlerine gönderilen nüshalar asırların geçmesiyle kayboldu. Günümüzde halen onlardan bir tanesi İstanbul Topkapı müzesinde; bir diğer tam olmayan nüshası Taşkent'te bulunmaktadır. Çarlık Rus hükümeti onun faksimile ile reprodüksiyonunu (fotoğraf veya fotokopi ile tam kopyasını) yayınlamıştır. Şu anda dünyanın her yanında okunmakta olan Kuran'larla Topkapı ve Taşkent'teki mushaflar arasında Kur'an'ın Osman'ın emri ile Mekke-Kureyş şivesiyle yazılması yüzünden kısmi şive farkları, imla farkları, harflere nokta konması, ünsüzleri okutan ünlüler /harekeler konması dışında fark yoktur. (Muhammed Hamidullah, İslam'a Giriş, Ankara, t.y, s.41; Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, s. 763) Şimdi gelelim yok ben yazarım yok arapça bilmiyorum bilse idim arapçasını da yazardım ama sahte olduğu belli olur evvela kişi yazdığı yazılarda tenakuza düşmeyecek yani kendi içersindede tutarlı olacak kendi yazdığına ters düşmeyecek KUR,AN 1400 seneden beri var Kıyamete kadarda var olacak herkese de meydan okur türkçe olsun arapça olsun onun bir benzerini ortaya kimse koyamaz çarpıtma ile dahi olsa kimse yanına yaklaşamaz vesselam. devam edecek. MUTA.
  5. Dinime dahleden bari müselman olsa diye bir laf vardır yukarıdaki alıntıda aynen öyle şimdi gelelim işin aslına. Her zaman yapılan çarpıtma burdada varit Surenin belirli kısmını al kafandan yorum ekle şimdi Araf Suresini 172-178 e kadar getirdinmi durum anlaşılır. 172 - Bir de Rabbin, Âdemogullarindan, bellerindeki zürriyetlerini alip da onlari kendi nefislerine sahit tutarak: Ben sizin Rabbiniz degil miyim?" dedigi vakit, "pekâlâ Rabbimizsin, sahidiz" dediler. (Bunu) kiyamet günü "Bizim bundan haberimiz yoktu." demeyesiniz diye (yapmistik). 173 - Yahut, atalarimiz daha önce sirk kosmuslardi. Biz onlardan sonra gelen bir nesil idik, simdi o batil yolu tutanlarin yaptiklari yüzünden bizi helâk mi edeceksin, demeyesiniz diye (yapmistik). 174 - Ve iste biz, âyetleri böyle ayrintili olarak açikliyoruz ki, belki dönerler. 175 - Onlara, kendisine âyetlerimizi sundugumuz o adamin kissasini da anlat; âyetlerden siyrilip çikti, derken onu seytan arkasina takti, en sonunda da helak olanlardan oldu. 176 - Ve eger dileseydik onu o âyetlerle yüceltirdik, fakat o alçakliga saplandi kaldi ve kendi keyfinin ardina düstü. Artik onun ibret verici hali o köpegin haline benzer ki, üzerine varsan da dilini uzatir solur, biraksan da solur. Iste bu, âyetlerimizi inkâr eden kavmin misalidir. Bu kissayi iyice anlat, belki biraz düsünürler. 177 - Âyetlerimizi inkâr edip, sirf kendilerine zulmeden o kavmin hali ne kadar kötüdür! 178 - Allah kime hidayet ederse, o hidayete erer, kimi de dalalette birakirsa, iste onlar hüsrana ugrayanlarin ta kendileri olurlar. Şimdide açıklaması. Tutum ve davranışları yalnızca dünyaya bağlı/dünyaya bağlayıcı arzularının ona günübirlik "fayda" ya da "zarar" olarak gösterdiği şeyler tarafından belirlendiği için, bu bölümde anlatılan insan tipi, haricî şartlar ne olursa olsun, daima aklıyla bedensel güdüleri arasındaki çatışmanın ve dolayısıyla içsel huzursuzluğun, hayalî korku ve kuruntuların kurbanı durumundadır. Bunun için de, inanmış bir kişinin inanç yoluyla eriştiği zihnî berraklıktan, ruhî dengeden yoksundur. Alıntı. Anlatılan anlaşılmıştır umarım. MUTA.
  6. Peygamber, Benû Mustalık üzerine gece baskını yaptı. Onlar ansızın yakalanmışlardı. Hayvanları da su başında sulanıyordu. Pey­gamber, savaşabilir durumda olanlarını öldürttü; çocuklarını da tutsak olarak aldı. O sırada Cüveyriye'yi kendine Sayın haksöz yukarıdaki sözlere cevap yazdığım halde yine kanıt diye sunuyorsun kopymi tükendi. MUTA.
  7. Sayın azurenin affına sığınarak haksöz e cevap vermek istiyorum anlıyorumki aydınlatılmaya ihtiyacı var. 1)Yahve ismi özel bir isim değilmiş üçüncü sahıs zamiriymiş deveye demişler neren eğri oda demişki nerem doğru Yahve ismini (ALLAH) tır yahudiler saygıdan ağızlarına almazlar sesli harf te yoktur ibranicede şimdi. yahudilerin asla dile getirmedikleri, yerine adonai dedikleri, tanrinin ismi. sesli harf kullanilmayan ibranicede, yhvh harfleri "yehova" ya da "yahveh" olarak telaffuz edilebilir. Burada şunu soruyorum adam kopya yapıyorsun bari karşılaştırmalı dinler tarihini öğren çarpıtmanın bile bir derecesi var insanı böyle yakalarlar buradan şuda çıkıyor kopyayı çektiği ustasıda bir şey bilmiyor neymiş efendim Yahve özel bir isim değil üçüncü şahıs zamiriymiş o arapçada huve aynı kökten gelirmiş salla salla birde ben ekliyeyim bak nasıl uyuyor KAHVE çağdaş insana yakışmıyor. Sayın haksöz AŞAĞIDA sordukların Sure mi Ayet mi yok yorum ise bir soruyu iki kere niye sordun. Soru 1 Yer, ve gökleri yaratanın,güneşi ve ayı emri ile tutanın,yeryüzünü yağmularla canlanıdıranın, herşeyi bilenin,herşeyi yaratanın allah olduğuna inanan bu insanlar eğer rahman allahın bilinen isimleinde idi ise , hangi sebeple rahmanı inkar ederler ? Soru 2 Eğer rahman ismi gerçekten allahın kendine ait bir ismi ise ve bunda ısrarlı ise ve ceza bile öngörüyorsa, neden başka bir ayette bu ısrarından vazgeçer Ve yahut şöyle sorayım soru 2 deki Rahman ı inkar edenlerin hangi ayette yanlız özel Rahman ı inkar ediyorda nerede de affediliyor kafan mı karıştı bu kopya değil kes kes yapıştır. Sayın haksöz ALLAH haşa Yahudilere İngilizce hitap etse araplara o zamanki geçerli dillerden latince hitap etse bak ha eski hint dini veda ları da türkçe yapsa idi anlaşılması daha kolay olurdu galiba. Biraz oku okuyup anlayamıyorsan sor öğren ama kopya çektiğin ustanında öğrenmesi lazım oda bilmiyor neyse fazla çarpıtma bana sor bilmediklerini. MUTA.
  8. Sayın arkadaşlar bir şeyin karsısında olmak çok doğal hatta insani bir davranıştır sonuçta kimse kimseyi zor- layamaz buna binaen karşı olduğunuz her ne ise ona karşı sunacağınız delil kriter de kendi zamanı ilede kıyaslanmalı kendi neye inanıyorsa inandığı düzen ve yahut yaşam biçiminde tenkid ettiği her ne ise onuda gözlemlemeli dir. Şimdi esas anlatmak istediğim mevzuya gelelim islam da kölelik her ne dersen de bazı insanlar ağzınızla kuş değil havada taş uçsa taşı ağzınızla yakalasanız konuyu çarpıtırlar 1400 sene evvelini anlatıyorsun on binlerce yıllık bilinen en azından yazılı tarihten beri insanlık tarihini kölelik bir kurum yaşam biçimi olmuş islam insan oğlunun sosyal düzeni içinde köleliği kaldırmayı peyderpey teşvik etmiş (aşağıda örneğini vereceğim) bu günün insanı kendi inandığı yaşadığı düzende kriter koyup alaycı bir üslüpta kullanar- ak şeref haysiyet özgürlük naraları atıyor bana şunu kim diyebilirki şu anki yaşadığımız düzende geldiğimiz 21. yüzyılda insanlara tahakküm yok dahası devletlere ve devletlerin kendi içinde bile(bir nevi köle) daha sovyetleri pol potu demir perde ülkelerini unutmadı insanlık aradan 1400 sene de geçmedi şimdi örneklere geçe biliriz. BU-1. Müslümanların da kendilerinden öncekiler gibi; tutsakların toplu öldürülmesini önlemek, köle elde etmek amacıyla savaşlarda gereksiz kan dökülmesinin önüne geçmek ve bazı ekonomik-toplumsal sorunlara yol açmamak gibi nedenlerle köleliliği yasaklamadığı ileri sürülür. Bunun kanıtı olarak da, İslam'da kölelerin durumu gösterilir. Buna göre, İslam kölelere, özgürlere kıyasla eksik de olsa, bazı dinsel ve hukuksal haklar tanımıştır. Köle-özgür farkı olmaksızın tüm Müslümanların kardeş olduğu ilkesi benimsenmiş, kölelere kötü davranılması ya da ağır işlerde çalıştırılması engellenmek istenmiştir. Köle azat etmek en değerli ibadetlerden sayılmış, saygıdeğer bir davranış olarak kabul edilmiştir. Öte yandan, bir kölenin kendi bedelini ödeyerek özgür olmak istemesi durumunda, efendisi bu isteği kabul etmek ve söz konusu bedeli kazanması için kölesine süre tanımak zorundadır. Köleleri belirli bir süre kullandıktan sonra azat etmek sevap sayılır ve azat edilen kölenin çocukları da özgür kabul edilirdi. Köleye verilen özgürlük vaadinden dönülememekteydi. Genellikle uyulmamış olsa da savaş tutsakları dışında insanların köleleştirilmesi doğru bulunmamış, Müslümanların köleleştirilmesi ise kesinlikle yasaklanmıştı. Kölelerin, savaşta ya da başka şekilde esir alınmış gayrimüslimlerden olması zorunluydu. Hanefilerde bir köleyi bilerek öldüren, idamla cezalandırılırdı. Efendisinin kötü muamelede bulunduğu köle, azat edilme hakkına kavuşurdu. "Efendi ile köle arasında yakın bir ilişki olabilir ve bu kölenin özgürleşmesinden sonra da devam edebilirdi. Köle efendisinin kızıyla evlenebilir ya da onun adına işleri yürütebilirdi." BU-2.«İslam» sözcüğü içinde ne bir sülalenin atasının adını taşır, ne de tanrı bilinen bir peygamberin adını. «İslam» bir durumu, huzur içinde olmayı ifade eder. Savaşın, didişmenin bitmesi durumudur. «Teslimiyet» Türkçeye boyun eğme, itaat etme, edilgen duruma geçme olarak geçmiş ve «İslamiyet»le karıştırılır olmuştur. Kulluk ve kölelik arasında bir fark dile getirerek «İslam»a yakıştırılan stoacı hava dağıtılabilir. Lordu köleyi köleleştirir; köle sıradan bir mal gibidir. Stoacılık kölenin sıradan bir nesne, bir mal olduğunu kabul edip, Lordun buyruklarına uyarsa mutlu olacağına değindir. Halbuki İslamda kölelik hoş karşılanan birşey değildir. Öyleyse neden kulluk bu denli önemlidir? Kimse kula kulluk dayatmaz. Kul alınıp satılmaz. Lord kölelerinin eline silah verip yanlarında silahsız duramaz; her ne kadar köle nesneysede, nesneliği sözdedir, çekip silahı lordu vurabilir. Ancak padişahın yanı silahlı kul doludur, bir tanesi de, bir sözüyle kellerini uçurtabilecek padişahın kellesini uçurmaz. Kul ile kulluk ettiği arasında olup bitenleri düşünmeyi temellendirmek açısından, değil köle-lord ilişkisiyle uyuşmak, madde-insan ilişkisiyle bile hiç uyuşmayan, sözde kaldığınca tutarlılık taşıyan, mekanik nesne/özne ayrımının tutulacak bir yanı yoktur. Hayırın ve şerrin belirleyicisi, tek tanrı olduğu düşünülen Allah'ın kulu olduğunu düşünmek ve buna göre davranmak, müslüman olduğunu düşünmektir. Bu kullukla huzura, İslama ulaşılır. İslamın saklısı gizlisi yok 1400 sene dir dimdik ayakta eğer islamı beğenmez iseler kendi bileceklerdir yok eğer alternatif sunacaklarsa sunsunlarda görelim 21. yüzyılda bekara avrat boşamak kolay hangi düzen köleliğe kural koymuş 1400 sene evvelinden bilelim. **************************
  9. Kâinatın ve kâinatta bulunan tüm varlıkların yaratıcısı, koruyucusu olan tek varlık, ibâdet edilmeye lâyık tek Rab, Mevlâ, Huda'ya ait özel isim. En yüce varlık olarak inanılan, bütün kemâl sıfatları şahsında bulunduran ve her türlü noksan sıfatlardan uzak olan gerçek Ma'bud. Varlığı zorunlu olan tek yaratıcıya ait yüce bir isim. Bu isimle çağrılan bir başka varlık olmamıştır, olmayacaktır da. ALLAH (C.C) İsim, ifade ettiği ilâhî manasıyla yalnız Allah'a aittir ve hiçbir kelime bu ismin manasını ve muhtevasını ifade gücüne sahip değildir. Bu isim başkası için de kullanılamaz (Meryem Suresi, 19/65). İsmin, ait olduğu yaratıcı bir olduğundan, ikili ve çoğulu da yoktur. Ancak cinsleri olan varlıkların isimleri çoğul yapılabilir. Cinsleri olmayanın ismi de çoğul yapılamaz. Lisanımızda "şehirler" denilir ancak yine bir şehir olan fakat bir ikincisi olmayan İstanbul için "İstanbullar" denilerek çoğul yapılamaz. Ancak muhtelif lisanlarda Allah'u Teâlâ'nın ayrı ayrı isimleri olabilir. Türkçe'de Tanrı, Farsça'da Hudâ, İngilizce'de God, Fransızca'da Dieu gibi. Ne var ki bu isimler "Allah!' gibi özel isim değildir. ilâh, rab, ma'bud gibi cins isimdirler. Arapça'da ilâhın çoğuluna "âlihe", rabbın çoğuluna "erbâb" denildiği gibi Farsça'da Hudâ'nın çoğulu da "hudâyân" ve lisanımızda da "tanrılar", rablar, ilâhlar, ma'budlar denilir. Çünkü bu isimler gerçek ma'bud -Allah- için kullanıldığı gibi, Allah'ın dışında gerçek olmayan bir nice ma'bud kabul edilen şeyler için de kullanıla gelmiştir. Eski Türklerde gök tanrısı, yer tanrısı; Yunanlılar'da güzellik tanrıçası, bereket tanrısı, vs olduğu gibi. Halbuki "Allahlar" denilmemiş ve denilemez. Manasındaki birlik ve özel isim olması nedeniyle Allah ne tanrı kelimesiyle ne de bir başka kelimeyle tercüme edilebilir. İslâm'ın temel ilkesi olan "Lâ İlâhe İllâllah" tevhid kelimesi, meselâ Fransızca'ya tercüme edildiği zaman "Diyöden başka diyö yok" Türkçe'ye aktarılmasında "İlâhtan başka ilâh yoktur." denir. O zaman da Allah kelimesi "ilâh" kelimesiyle tercüme edilmiş olur. Bu da yanlış bir tercümedir. Çünkü ilâh cins isimdir, Allah ise özel isimdir. Kelime-i Tevhid "tanrı" kelimesiyle Türkçe'ye çevrildiğinde aynı çarpıklık ve yanlışlık ortaya çıkar. "Allah" kelimesinin kökenini araştıran dil bilimcileri bu konuda birçok beyanlarda bulunmuşlarsa da en kuvvetli görüş; bu kelimenin Arapça olup herhangi bir kelimeden türetilmeden aynen kullanıldığı ve has bir isim olduğudur. Allah; kendi iradesiyle evreni yoktan var eden, ona belli bir düzen veren, gökleri ve yerleri ve bunlarda en küçüğünden en büyüğüne kadar canlıları yaratan, onlara hayat ve rızık veren, öldüren-dirilten, dilediğini dilediği şekilde idare ve tasarrufu altında bulunduran, varlığı bir başka etkenle değil, kendinden olan, her şeyi bilen, gören, işiten, yarattıklarında en ufak bir çarpıklık ve dengesizlik bulunmayan, herşeye gücü yeten, bütün mülkün gerçek sahibi, emir ve hüküm koymaya tek yetkili; övülmeye, itaat edilmeye, şükredilmeye gerçek lâyık, bir benzeri daha bulunmayan, bütün varlıkların, güneşin, ayın, gök ve yer cisimlerinin itirazsız itaat ettiği, boyun eğdiği, ismini ululadığı, ibadet edilmeye lâyık Hak mabud. Allah, mabud olduğu için Allah değil, Allah olduğu için mabudtur. Onun İlâh oluşu, ibadete lâyık oluşu, bir başka sebepten değil; kendi 'zat'ının yüceliğindendir. insanlar zaman zaman putlara, ateşe, güneşe, yıldızlara, millî kahramanlara veya hakkında korku ve ümit besledikleri herhangi bir şeye tapınmışlar; bu hâlleriyle de onları ilâh ve mabud edinmişler, bilâhare bunlardan cayarak, onları tanımaz ve tapınmaz olmuşlardır. O zaman da daha evvel mabudlaştırdıkları varlıkların mabudluk vasıfları yok olur. Hülâsa Allah'ın dışındakiler ancak insanların mabudlaştırmalarıyla mabud telâkki edilebildikleri hâlde Allah, bütün beşer ona inansa da, inanmasa da; ibadet etse de etmese de o, zatıyla Allah olduğu için ibadete lâyıktır. Beşerin inkârı onu Allah olmaktan uzaklaştıramaz. Sayın haksöz ALLAH (c.c) İsmi Celali kendine hastır yukarıdaki alıntıda görülüyor. Allah'ın İsimleri O Allah ki O'ndan başka ilah yoktur. Gaybı da, müşahede edebileni de bilendir. Rahman, Rahim olan O'dur. O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddus'tür; Selam'dır; Mümin'dir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cebbar'dır; Mütekebbir'dir. Allah (müşriklerin) şirk koştuklarından çok yücedir. O Allah ki, yaratandır, (en güzel biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 22-24) Sayın haksöz Sure adı veriyorsunuz Ankebut-61-63. Zuhruf-9-87. Aşağıdaki yazı da sizin. Toparlayacak olursak, yer, ve gökleri yaratanın,güneşi ve ayı emri ile tutanın,yeryüzünü yağmularla canlanıdıranın, herşeyi bilenin,herşeyi yaratanın allah olduğuna inanan bu insanlar eğer rahman allahın bilinen isimleinde idi ise ,bu insanlar hangi sebeple rahmanı inkar ederler ve ona secde etmekten kaçınırlar.Bunda bir bit yeniği yokmu". Bu yazılan yazı ile yukarıdaki bağlantı nasıl kurulmuş onu anlamak biraz zor çok zorlama olmuş ama yinede bir bağlantısı yok. Şimdi verilen bir hadis ve ona dayanak yapılan görüş. "El imanu Yemamin"(Iman Yemenli'dir)-Feyz Murtaza Zebiidi,Ehadisul Mutevatire 41-4 Yemen de peygamberlik iddia eden museylimetul kezzap. Muhammed zamaninda Yemen'de cok onemli bir kabile reisi vardir ve peygamberlige soyunmustur. Adi Yemame Rahman'idir. Bu Yemame Rahman'i oldukca kulturlu,zeki ve saygin bir kisidir. Araplar arasinda oldukca nufuzludur. Muhammedin bu kisiyle diyaloglari olmus, ona buyuk saygi duymustur. Hatta onunla iliskisi oyle bir dereceye gelmisti ki, Mekkeli inanmayanlar, "Bize ulasan bilgiye gore,Yemame'deki su adam,Rahman denen kisi ogretiyor sana muslumanligi. Kuskun olmasin ve yemin ederiz ki, biz hicbir zaman Rahman'a inanmayiz."-Siratu Ibn Ishak,Muhammed Hamidullah 180/254- Evet, Rahman insanlar arasinda kullanilan bir isimdi. Ve ilginctir ki, arab dilindeki bircok kelime sankstritcedir, cok tanrili hint bolgesi diline aittir. Evet,mekkeli araplar muhammedin islam kelimesini bile Bu Rahman denen kisiden aldigini iddia ediyorlardi. Bu Yemamli Rahman, peygamberlik savinda bulundugu zamanlar bir diger adi da "Muslim" di. Yani islam olusturulmadan once adamin bir adi da Muslim! Tabii, daha sonra peygamberlik savinda muhammed basarili olunca, muslumanlar alay etmek icin "Mseylime" yani "cok yalanci" anlaminda "Kezzab" ismini de eklerler. Daha sonra da islamin tarihi derlenirken, bu rahman ile ilgili bilgilerin buyuk cogunlugu imha edilmistir, ilerde sorun cikmasin diye. Yine de elde kalabilen bu kadar bilgi bile durumu gayet iyi aciklayabilmektedir. Evet, RAHMAN" denirken kastedilen kisi buydu. Son derece varlikli,bilgili, yardimsever,merhametli,ve oldukca nufuzlu bir kabile baskaniydi. Bu arada iki sahte peygamber daha türemiştir (museylimetul kezzap) haricinde Esved el-ansi, Tüleyha birde şunu eklemekte fayda var (kezap) peygamberimiz (a.s.v.) sağ iken yanına gelip uzun yazmıyacağım islam dinine girmişti. Sayın haksöz peygamberlik zengin olana mı verilir sonra Muhammed hamidullah tan örnek verdikten sonra başka bir kopyayı eklemişsin çarpıtma yapmak için ve yine diyorsunki kezzap ait bilgileri sonraki dönemler-de müslümanlar yok etmiştir o zaman şu sorulabilir örnek verdiğin kaynak(hadis te dahil) nasıl bu zamana gelmiştir? eğer verdiğin hadis doğru ise demekki hiç kimse bir şey yok etmemiştir yok eğer yanlış işe ken-dinden eklediğin kopyalar çarpıtma dır.(başka bir topikte de hadis lerin hepsinin uydurma olduğunu iddia) ediyorsun biz şimdi neye inanalım çarpıtmayamı yoksa duru temiz olan islam tarihi ve hadisleremi. Emanet (guven) Ezd'dedir."-Tirmizi,Sunen,no 3936 Ezd kabilesinden olanlar, allahin ueryuzundeki arslanlaridirlar.Insanlar onlari alcaltmak isterlerken, allah onlari yukseltir. oyle bir zaman gelecektir ki, kisi hep 'keske babam bir Ezd'li olsaydi, keske anam bir Ezd'li olsaydi'diyecek"-Tirmizi,no:3937- Iste bu yuzden, bu Yemen ve Ezd kabilesi sevgisinden Muhammed,"iman Yemenlidir" demistir. Sadece sevgisinden degil tabii, Yemenin o zamanlar bir dinsel merkez olmasi, butun dinlerin kaynagi olan sabiiligin orada merkezi din olmasidir. Evet, Muhammede gore iman dolayisiyla dini olusturan hersey,ibadetlere kadar Yemenlidir, Sabiilik kokenlidir. Rahman Bosuna onemli bir insan degildi Muhammed icin. Sayın haksöz kişiselleştirmemek için büyük gayret sarfediyorum yazı yayınlansın diye dini bütün yemen e bağladın Kudüs Hazreti İbrahim i unuttunuz o zaman Peygamber efendimiz dini yemen de ilan etse idi haşa ve yahut bu museylimetul kezzap her şeyi biliyor idiyse neyi bekliyordu sonra sabii lik ile hanif lik arasındaki farkı insan bilmezmi (sabii liğin merkezi de en yeni bilimsel bulgulara göre kuzey ırak tır.) birde harranda sabii diye geçen pagan kültürlü başka bir kavim vardır. bu arada yemen de bütün dinlerin merkezi bizans bilmiyor yahudiler bilmiyor habeşistan bilmiyor yanlız zamanımızdaki bazı insanlar yemen lilerinde bilmediğini biliyor. Çarpıymanın da bu kadarına pes doğrusu. Sayın haksöz ister ALLAH deyin ister rahman Ayeti yanlız verir birde kendi kişisel yorumunuzu eklerseniz çarpıtma olur KUR,AN a yorum eklemek arap dili ve edebiyatına vakıf olmaz lazim sonra dillerin de filoloji diye bir ilmi var değilmi şimdi İsra Suresini 107- den 111- kadar verdinmi bak bakalım çelişki varmı. 107 - Ey Muhammed! De ki: Ister ona (Kur'ân'a) inanin, ister inanmayin; o daha önce kendilerine ilim verilenlere okundugunda onlar, yüzleri üstü secdeye kapanirlar. 108 - Ve derler ki: Rabbimizi tenzih ederiz. Süphesiz ki Rabbimizin vaadi gerçeklesir. 109 - Ve aglayarak yüzleri üstü secdeye kapanirlar. Hem de bu Kur'ân'i isitmek onlarin Allah'a teslimiyetlerini daha da artirir. 110 - (Sen onlara) de ki: Ister "Allah" deyin, ister "Rahmân" deyin, nasil çagirirsaniz çagirin. En güzel isimler O'nundur. Namazinda sesini pek yükseltme, çok da gizli okuma, orta yolu seç. 111 - Ve söyle de: Hamd o Allah'a ki, hiçbir çocuk edinmedi, mülkte ortagi yoktur, aciz olmayip bir yardimciya da ihtiyaci yoktur. Tekbir getirerek O'nu noksanliklardan yücelt de yücelt. En önemlisi rahman ismi neden incil ve tevratta geçmez? BU soruyu şöylede sorabiliriz neden Tevrat ta şu an yahudilerin elinde olan İsa aleyhi selamın ismi geçmez ve yahut 2000 bin sene evvel israilliler ibrani ce konuşuyordu İSA aleyhi selam arami ce konuşuyordu bilirsinizki incilin ilk yazılanı da grek çe idi o zaman şöyle olamazmı RAHMAN ın arapça karşılığı ibrani arami grek latin dilerinde nasıldır ve yahut bu saydığım dillerde yazılı olan Tevrat, İncil de ALLAH nasıl zikredilir Arapçaya tercümesi nasıl olur. çarpıtma olur ama katmerlisi dil yol yordam bilmedinmi ancak bu kadar olur bir de kopya yapılan kaynakta demekki uydurma insanların daha dikkatli olması lazım itiraz edeceği zaman saygılar. MUTA. eğer unutup yanıtlamadığım varsa sorarlarsa söylerim tekrar saygılar.
  10. 21. yüz yıla girdik ama anlatmak gerekli 1400 sene dir islam var bu zaman zarfında islamın (devletlerin) karsılaştığı bir çok kadim medeniyet devlet var mücadele var onların da dinleri yaşayışları var karşılaştırmalı dinler tarihi var Yüce İslam dinini tebliğ eden peygamber oda bütün insanlığa bu zaman zarfında müşteşrik oryantalist kısaca karsısında ona inanmayıp fikir serdeden var da daha hala bu kadar iddia ile ortaya çıkan Şanlı Nebi evlenmek için(cariye) kocası öldürtecek hani çocuk dese olsun denilsin ki insanlar araştırsın objektif olarak baksınlar İslam taraftar kazansın. Sizin en hayırlınız, ahlakı en güzel olandır. Hadis-i Şerif. MUTA.
  11. İnsanın tek bir hücresinin DNA'sında tam 1 milyon ansiklopedi sayfasını doldurabilecek miktarda bilgi bulunur. İnsan kendi bilgisini okumaya kalkışsa buna ömrü yetmez. Her gün, 24 saat boyunca, hiç durmadan, her bir saniyede insanın DNA şifrelerinden bir tanesi okunacak olsa, bu işlemin tamamlanması için 100 yıl geçmesi gerekmektedir. Çünkü yapılan tespitlere göre, bu dev ansiklopedi yaklaşık 3 milyar farklı şifreye sahiptir. Eğer DNA'daki bilgileri kağıt üzerine yazılı hale getirseydik, kağıtların uzunluğu Kuzey Kutbu'ndan Ekvator'a kadar uzanacaktır. Bu miktar, büyük bir kütüphaneyi fazlasıyla doldurabilecek sayıda, yaklaşık 1000 büyük cilt kitap anlamına gelmektedir. Bundan daha da önemlisi, bu uçsuz bucaksız bilgi deposunun her hücrenin çekirdeğinde bulunmasıdır ki, yaklaşık 100 trilyon hücreden oluşan bir insanda bu kütüphaneden 100 trilyon kopya vardır. ALINTI. Dinsizlerin söylediği gibi bilim de tesadüfe yer yok cevap veremezler. MUTA.
  12. Sayın haksöz islam tarihi muhteşem bir tarihtir ortaya çıktığı coğrafya Dünyaya şekil veren coğrafyadır malumunuz hint ten eski mısır a yunan (antik)dan sumer e yahudi lik ten roma ya vsdaha türk ve islam da taht mücadelesini söylemedim ki hadis ilmi emevi, abbasi, ehli sünnet vel cemaat arasında saltanat için dayanak yapılmış bir konudur(çok önemli- dir) dolayısı ile ince eleyip sıkdokumak lazım saygılar. MUTA.
  13. Ünlü bilimci Dr. İsaac Asımov beynin sahip olduğu üstün yaradılış için şöyle der bir buçuk kg insan beyni bildiğimiz kadarıyla evrendeki en kompleks ve en düzenli şekilde yapılanmış maddedir.İnsan beyni son derece komleks bir yapıdır. Böyle bir yapının evrim teorisinin öne sürdüğü mutasyon ve doğal seleksiyon gibi mekanizmalarla, yani tesadüfler sonucunda gelişmesi kesinlikle imkansızdır. 1015 sayısı elbette algılarımızın üzerinde bir sayıdır. ABD'nin yarı büyüklüğündeki bir arazi düşünün (1 milyon mil kare). Bu bölgede 1 mil kareye 10.000 ağaç düşmektedir. Eğer her ağacın 100.000 tane yaprağı olduğunu kabul edersek, bu bölgedeki yaprak sayısı beynimizdeki bağlantıların sayısına eşit, yani 1015 olacaktır. Fazla yazmaya gerek yok. Devam edecek. MUTA.
  14. Sayın azure gösterdiğiniz medeni cesarete cevep yazdığınız için teşekkür ederim. Bakalım benim yazdığım karşı cevab yayınlanacakmı ? evvela teleskop dediniz malumunuz Hubble ile big bang kanıtlandı doğru söze ne denir dinsizlerin hazır bir cevapları yok habire uydur uymaz ise yenisini verelim yine malumunuz DNA keşf edildi bildiğiniz üzere moleküller de bunları dinciler değil modern bilim buldu dolayısı ile dinsizlerin ileri sürdüğü safsata modern bilim ile yıkıldı burada dine kutsal kitaplara hiç girmiyorum polemik olmasın diye anlayacağınız dinsizlerin insanlığa vereceği hiç bir şey yok üzülmeyesiniz diye fazla yazmayacağım. Saygılar. MUTA.
  15. muta

    Darwin Yanlış Mıydı..?

    Son olarak, insanlarla maymunlar arasında büyük bir genetik benzerlik bulunduğu iddiası çürütüldü. Ünlü bilim dergisi Nature'un son sayısında yayımlanan "Şempanze Kromozomu Şaşkınlığa Sebep Oldu" başlıklı makalede, insan ve şempanze genlerinin bugüne dek sanılandan çok daha farklı olduğu açıklandı.1 Bu konuyu, ABD'nin biyo-kimya alanındaki ünlü isimlerinden biri olan Prof. Michael J. Behe'ye sorduk. Evrim teorisini eleştiren kitap ve makaleleriyle tanınan Prof. Behe, kendisiyle görüşmemizde hayatın gerçekte nasıl var olduğu sorusuna ışık tutan önemli açıklamalarda bulundu: - Sayın Prof. Behe, Nature dergisinde bu yıl yayımlanan ve insanlarla şempanze genlerinin gerçekte çok farklı olduğunu gösteren son ilmî bulgu hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu araştırmayı Tokyo Üniversitesi'nden bir araştırmacı grubu, insan ve şempanzelerin 22 ve 21. kromozomlarının genetik alfabesindeki bütün harfleri karşılaştırarak yaptı. Buldukları sonuç ise, son derece önemli; çünkü iki canlı türü arasında daha önceden kabul edilenden çok daha büyük bir fark olduğu gösterildi. Bu sonuç, en azından insanın menşei açısından, Darwin'in teorisini büyük bir açmaza sokuyor. Aslında genel olarak biyoloji hakkında ne kadar şey öğrenirsek, Darwinizm'in problemleri de o kadar artıyor. Darwinizm, canlılar hakkında ne kadar az bilgiye sahip olursak, o kadar ikna edici olabilen bir teoridir. Çünkü canlıları ne kadar az tanırsak, onu o kadar basit zannederiz ve Darwinizm de bu basit sandığımız sistemleri küçük tesadüfî değişimlerle açıklar. Ama son 30 yılda, hayatın daha önceden hayal bile edemeyeceğimiz kadar karmaşık olduğunu öğrendik. Meselâ; en evrimci taksonomide en basit canlı olarak görülen bakterilerde, hareket etmelerini sağlayan minik ama çok kompleks ve mükemmel biyo-kimyevî motorlar var. Bu detaylı mekanizmaların nasıl oluştuğu sorusuna verilebilecek tek cevap, tabiatüstü bir yaratmadır. -Peki canlıların farklı organlarının, genlerinin veya proteinlerinin birbirine benzer olması ne anlama geliyor? Bunlar, bütün canlıların ortak bir atadan geldiğini savunan Darwinizm için bir delil sayılabilir mi? Hayır. Farklı canlılardaki benzerlikler, öncelikle biyolojinin temel sorusunu cevaplamıyor. Bu soru, farklı canlıların kendilerine has ve son derece kompleks olan organ ve sistemlerin nasıl ortaya çıktığıdır. Darwinizm'in buna verebildiği bir cevap yok. Öte yandan birbirine en uzak olarak kabul edilen organizmalar arasında bile şaşırtıcı benzerlikler var. Meselâ, insanla bakteriler arasında... Soru şu: Bu benzerlikler, Darwin'in teorisine uygun bir tablo oluşturuyor mu? Aslında oluşturmuyor; çünkü evrim teorisine göre birbirine çok yakın akraba olması gereken canlılar, kimi zaman genetik olarak daha farklı çıkıyor. Veya birbiriyle tamamen ilgisiz olması gereken canlılarda çok benzer organ veya genler var. Meselâ insan gözü ile ahtapot gözü neredeyse birbirinin aynısı. Ama bu elbette ahtapotlarla akraba olduğumuz anlamına gelmiyor. Bu iki göz yapısının 'ortak ata'dan değil, 'tek bir Yaratıcı'nın ilminden' kaynaklanan bir dizayn olduğunu kabul etmek, daha mantıklı. -Bu dizayn kavramı, sizin de savunucuları arasında bulunduğunuz 'akıllı dizayn' (intelligent design) teorisinden geliyor sanırım. Sizce bu teori, canlılar arasındaki benzerlikleri daha mı iyi açıklıyor? Evet, bu benzerlikleri dizaynla da açıklayabilirsiniz. Biliyoruz ki pek çok dizayncı veya mucit, farklı sistemlerde pek çok benzer parça kullanır. Meselâ somunlar, vidalar veya kablolar, pek çok farklı cihazda yer alır. Çünkü bunlar, söz konusu mekanik sistemleri yaparken kullanılabilecek en ideal parçalardır. Elbette her ikisi de kablo bulunduran iki makineden biri, diğerinden evrimleşerek ortaya çıkmamıştır. Ayrı ayrı tasarlanmışlardır. Biyolojideki benzerlikleri açıklamak için ortak dizayn kavramını kullanmak da son derece tutarlıdır. -Söz konusu dizayn teorisi Darwinizm'i savunanlar tarafından kimi zaman şiddetli bir biçimde eleştiriliyor ve tartışma dışı bırakılmak isteniyor. Darwinizm'i biyolojinin reddedilemez bir parçası gibi göstermeye yönelik bir eğilim var. Bunun sebebi sizce nedir? Bu sebep ilmî değil, felsefî ve ideolojik bir mahiyete sahiptir. Bazı bilim adamları, kâinatı ve hayatı, sadece tabiî faktörlere dayanarak açıklamak gerektiğe inanıyorlar. Bu inancın temelinde ise, kâinatın ve hayatın zaten sadece fizikî güçlerin ürünü olduğu ön kabulü yatıyor. Peki ama böyle değilse? Bir gözlük gördüğümüzde bile, bunun sadece fizikî güçlerin ürünü olmadığına, akıllı ve sanatkâr bir gözlükçü tarafından yapıldığına hükmedebiliyoruz. Hayat ise, bundan binlerce kere daha kompleks. Dolayısıyla hayatın da yaratılmış olması gerektiği neticesine varıyoruz. Burada önemli olan, ilmî delilleri mümkün olduğunca önyargı olmaksızın değerlendirebilmek. Darwinistler, bilimin, madde ötesi bir gücü kabul edemeyeceği iddiasındalar. Oysa 19. yüzyılın ortalarına kadar bilim adamlarının büyük bir çoğunluğu bir yaratıcı gücü, yani Allah'ı kabul ediyordu. Bilimin materyalist olması gerektiği iddiası, Darwin sonrasında yaygınlaşmış bir görüştür; ancak bu iddia ilmî delillerle giderek daha fazla çelişmektedir. Bilim, hayatın materyalist bir açıklamasını yapmak için değil, doğru açıklamasını yapmak için çalışmalı. Bazı insanların felsefî kabulleri rahatsız edilse de, verilerin peşinden gidilmeli. -’Darwin'in Kara Kutusu’ adlı kitabınız, National Review dergisi tarafından 20. yüzyılın en önemli 100 kitabından biri olarak gösterildi. Bu kitabı bu kadar önemli kılan husus sizce neydi? Bunun sebebi kitapta yer alan yeni ve orijinal bilgiler değil aslında. Sadece okuyucuya, hayatın moleküler seviyesinde çok hassas ve kompleks sistemler bulunduğunu ve bunun da şuurlu bir plânlama ve organizasyona delil oluşturduğunu gösterdim. Çoğu insan hayata sathî bir nazarla baktığında, bitkileri, hayvanları, kuşları veya balıkları müşahede ettiğinde, bunlarda bir plân ve program olduğunu hissedebiliyor. Ama okullarda öğretilen Darwin'in evrim teorisi, tabiattaki bu nizâm ve sistemin, bir Sanatkâr olmadan açıklanabileceğini söylüyor. Kitabımın sanırım en büyük tesiri; Darwinist açıklamanın çok sathî ve yanıltıcı olduğunu göstermek oldu. - Sizce Darwinizm'in karşılaştığı en büyük mesele nedir? Darwinizm'in en büyük problemi, yeni biyolojik yapıların, yeni canlıların nasıl ortaya çıktığını açıklamaktır. Darwinizm, zaten var olan biyolojik yapıların küçük değişmelere nasıl uğrayabileceği konusuna ışık tutabilir. Meselâ Galapagos adalarındaki ispinozların gagalarında küçük farklar doğmasına dair bir açıklama sunabilir. Ama kuşlar ilk başta nasıl ortaya çıktı? Kuş tüyü veya kanadı gibi kompleks organlar nasıl oluştu? Beyin, göz, akan kandaki pıhtılaşma gibi çok fazla parçanın uyum içinde işlemesiyle çalışan hassas organ ve sistemler nasıl var oldu? Darwinizm'in bunları açıklaması imkânsız; çünkü bunların her biri, ancak eksiksiz olduklarında vazife görebilen son derece karmaşık yapılar. Bunların menşeini açıklamanın en tutarlı yolu, şuurlu ve sonsuz kudret sahibi, tabiatüstü bir Yaratıcı'nın müdahalesini kabul etmektir. - Darwinizm’in geleceğine dair bir beklentiniz var mı? Darwinizm yaşayacak mı? İnanıyorum ki, Darwinizm sahneden çekilme yolunda. Hayatın açıklamasının bu teoriyle mümkün olmadığı görülecek ve teori terk edilecek. Bu sonuca giden süreç başlamış durumda zaten. Bunun sebebi de benim tarafımdan veya başka bilim adamları tarafından yapılanlar değil. Hayat hakkında ne kadar çok şey öğrenirsek, onun ne kadar kompleks olduğunu o kadar iyi anlıyoruz. Bilim adamları, bu kadar kompleks yapıların Darwin'in öngördüğü gibi gâyesiz, tesadüfî mekanizmaların ürünü olamayacağını görmeye başlıyorlar. - Bilindiği gibi Darwinizm'i savunanlar genellikle kendilerinin ilmî bir zeminde düşündüklerini, kendilerine karşı çıkanların ise sadece dinî inançlara dayandıklarını söylerler. Sizin tarif ettiğiniz tablo ise bunun doğru olmadığını gösteriyor gibi. Ne dersiniz? Evet, tam da o şekilde. Darwinizm'e karşı geçmişte pek çok insan sadece dinî kaynaklara dayanan itirazlar öne sürerdi. Teorinin savunucuları ise, bugüne kadar bilimin kendi taraflarında olduğunu iddia ettiler. Oysa 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren elde edilen şaşırtıcı ilmî bulgular, tabloyu tersine çeviriyor. Bugün Darwin'e karşı itirazımız, bilmediklerimizden değil, bildiklerimizden kaynaklanıyor. Dogmatik düşünce yolunu seçenler ise artık Darwinistler. Biz onlara, canlılığın plânlı ve programlı yaratıldığını gösteren ilmî deliller sunuyoruz, onlar ise bunları, sadece felsefî ve ideolojik dünya görüşleri sebebiyle reddediyorlar. Zaten ilmî devrimlerin öncesinde, eski teorileri bu şekilde ısrarla savunan bağnazlar olur. Ama sonra bilim, yanlış teoriye karşı galip gelir. Darwinizm'in de yakında başına bu gelecek ALINTI. Kanıtlandı. MUTA.
  16. Sayın haksöz hadislerin oluşumunu anlatıyorsunuz da? siz hadislerden yola çıkıp(örnek verip) eleştirdiğinizde çelişki olmuyormu saygılar. MUTA.
  17. Dini forumlar daki tartışma delil sunma sunulan deliller uydurma veya kendi kişilel görüşünü çarpıtarak mutlak doğru görüş olduğunda ısrar etme en azından sanal da olsa ne kadar ahlaki ne kadar dürüst çe dir. Dini konuların tabiatıyla muhatapları dinsizler olacak hadisleri kabul etmezler hadislerden örnek vererek delil sunarlar madem hadis doğru değil neden delil olarak sunuyorsun dedinmi susar veya ben ozaman müs- mandım şimdi değilim derler KUR,AN dan Sure ve yahut Ayet lerden örnek verirler ya ayeti yanlış yazarlar ve yahut aynı Surenin evvela diyelim 80. Ayetini verirler sonra 6. Ayet ten örnek verirler kafa karışıklığı olsun diye arapça bilmediklerinden ve çoğunlukla kopya yaptıklarından tevrat suresini KUR,AN suresi diye yazarlar farkında olmazlar müslüman dedinmi islam dedinmi dudak bükerler fakat dünyanın oluşumu insanın yaradılışını evren i tesadüflerle izah ederler çoğunluğu insanı maymunla özdeştirir yani kendi oluşumunu insanı tesadüflerle izah eder atası olarak maymunu görür şimdi bu durumda çarpıtmasında ne yapsın 21. yüz yılda bütün ileri sürdükleri tezler yıkıldı darvinin evrim mutasyon masalı darvinistler tarafından da terk edilci evrenin kaos ve tesadüflerlen oluş palavrası big bank la çürütüldü DNA molekül insan beyni göz hepsi ellerin den alındı ellerinde tek bir şey kaldı çarpıtmak ve yine çarpıtmak çünki can çıkar huy çıkmaz bunları kendileri ne sorsan bilimselci dirler çağdaştırlar modern insandırlar fakat dünya görüşleri tesadüflerden ileri gitmez en meşhur beklentileri ise siyasi olarak proloterya diktatörlüğü dür(ondan sonra kominizm) ne zaman olacak dersen burjuvajinin halk hareketi işçi sınıfı tarafından yıkılmasından sonra derler peki proleterya diktatörlük nasıl olur her şeyin tamamen oturması için diktatörlük gerekli derler yani nerden bakarsan bak bunların her şeyi çarpıtma her şeyi tesadüf anlıyacağın bunlara uyup insanlığı maceraya atmamak içim devamlı böyle kişi lerle her zaman her yerde fikirlerini deşifre etmek lazım çünkü çarpıtmakta mahirdirler. MUTA.
  18. Sayın saklıgerçek cevap yazdım açılmasını bekliyorum. Yaradılanı severim Yaradandan ötürü. YUNUS. MUTA. Sayın saklıgerçek tabiki bazende alıntılar yapılacaktır demeniz yeterli. Düşünce fikri üretir düşünüp üretilen fikir kalıcı olur rast gele söylenen alıntılanan söz kalıcı olmaz. Sağlam kafa sağlam vucudda bulunur. Ben sporcunun zeki çevik aynı zamanda ahlaklısını severim. Adalet mülkün temelidir. Köylü milletin efendisidir. Hakımıyet kayıtsız şartsız milletindir. ATATÜRK.
  19. Tabiki bazende alıntılar yapılacaktır. Ancak bence, neredeyse her teist'in yaptığı şekilde, H.Y gibi 7 şizofren raporlu hastalardan alıntı sunmaktansa, Atatürk gibi bir dahiden alıntılar sunmak çok daha akıllıcadır. Sevgilerimle. Sayın saklıgerçek her zaman yaptığınızı (çoğul) kullanıyorum ki hepiniz aynı şeyi yapıyorsunuz benim H.Y den alıntı yaptığımı H.Y nin şizofren olduğunu 7 raporlu söylüyorsunuz benim yapmadıklarımı bana yaptı gibi söyleyerek olayı çarpıtıyorsun. Atatürk Cumhuriyetimizin kurucusudur dahi dir ondan alıntı yapmak size kolay gelebilir fakat Atatürk yanılmaz mutlak doğrumudur? inançsız olarak akla ve bilime inadığınızı deklare ediyorsunuz(dolayısı ile Atatürk ünde siz öyle yazıyorsunuz) 19. yüz yıldan 20. yüzyıla geçerken bilinen pozitivizm öldü haberiniz yok galiba bakın Google klavyede elinin altında şöyle bir uzan bakalım teleskop dünyasına oradan da biyolojiye birde DNA,a Moleküllere ozaman o beğenmediğin H.Y nin yazılarıylada karşıl-aşacsınız şimdilik bu kadar yazın yazayım gerçek meydana çıksın. MUTA.
  20. Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 47) Böyle bir hiper market olmadı olmayacak oluşturalamayacak. MUTA.
  21. Sayın saklıgerçek tapınma ile sevmeyi kasıtlı karıştırıyorsun galiba inanmadığın bir şey için bizim namımıza üzülmene de gerek yok.
  22. YARATILIŞ GERÇEĞİ Evrim teorisinin tüm alanlarda çöküşünün ardından günümüzde, mikrobiyolojinin önemli isimleri, yaratılış gerçeğini kabul etmiş ve herşeyin bilinçli bir Yaratıcı tarafından üstün bir yaratılışla yaratıldığını savunmaya başlamışlardır. Nitekim bu, gözardı edilemeyecek bir gerçektir. “Açık şuurla” olayları değerlendirebilen bu bilim adamları, aralarında (Intelligent Design) "Bilinçli Dizayn" adını verdikleri bir görüş geliştirmişlerdir. Söz konusu bilim adamlarının önde gelenlerinden Michael J. Behe, Yaratıcı'nın mutlak varlığını kabul ettiğini ve bu gerçeği reddedenlerin içine düştükleri çıkmazı şöyle dile getirmektedir: Hücreyi araştırmak için gerçekleştirilen tüm çabalar, çok açık bir biçimde, bağıra bağıra tek bir sonuç veriyordu: "Dizayn!" Bu sonuç o denli belirgindi ki, bilim tarihindeki en önemli buluşlardan biri olarak görülmeliydi... Bu zafer, onbinlerce insanın "Eureka" çığlıklarıyla bu büyük buluşu kutlamalarına yol açmalıydı... Ama hiçbir kutlama yapılmadı, hiçbir sevinç ifade edilmedi. Aksine, hücrede keşfedilen karmaşıklığın karşısında, utangaç bir sessizlik hakim oldu. Konu halka açık bir ortamda gündeme getirildiğinde, çoğu bilim adamı bundan rahatsız oluyorlar. Kişisel diyaloglarda ise biraz daha rahatlar; çoğu keşfettikleri açık gerçeği kabul ediyor, ama sonra yere bakıp başlarını sallıyorlar ve hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam ediyorlar. Peki neden? Neden bilim dünyası keşfettiği büyük gerçeğe sahip çıkmıyor? Neden ortaya çıkan açık dizayn, entellektüel eldivenlerle kenarından tutuluyor. Çünkü bilinçli bir dizaynı kabul etmek, ister istemez Tanrı'nın varlığını kabul etmeyi çağrıştırıyor onlara."73 Bugün pek çok kişi, Allah'a inanmaktansa bilimsel olmak adına bir sürü safsatayı peşinen kabul etmek zorunda kaldığının farkında bile değil. "Seni yoktan Allah var etti" cümlesini yeterince bilimsel bulmayanlar, ilk canlının milyarlarca yıl önce 'ilkel deniz' adı verilen bir sıvı karışıma düşen yıldırımlarla ortaya çıktığına inanabiliyor... Oysa canlılığı oluşturan dengeler, bu kitabın diğer bölümlerinde de ele alındığı gibi, o denli hassas ve sayı olarak da o kadar çoktur ki, bunların "tesadüfen" oluştuklarını ileri sürmek, tümüyle akıl dışıdır. Bu mantıksızlığın içinden bir türlü çıkıp kurtulamayanlar ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, göklerde ve yerde Allah'ın varlığının delilleri apaçıktır ve asla inkar edilemezdir. Allah göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Yaratıcısı'dır. O'nun varlığının delilleri tüm kainatı sarıp kuşatmıştır Alıntı. Modern bilimin büyük buluşların dan biri plastik dir bu plastik sanat değil hani bildiğimiz kap kacak masa sandalye yapımında kullanılan madde yani uzun lafın kısası sentetik hakikisinin sahtesi şimdi derimki düşünce- nin sahtesi varmı ama bu düşünce (yani bir bakıma akıl) üretiyor engel falan tanımıyor dur diyorsun durmuyor gel diyorsun gelmiyor görmek istiyorsun göremiyorsun fakat düşünce işte üretiyor fakat mecaz ya sahte üretiyor ürettiğin herneyse söyle diyorsun anlamını mevcudiyetini bilimsel izahını yapmıyor bir de her devirde ilerici çağdaş geçiniyor ona göre yaradılış farklı evrenin oluşumu farklı bir bakıma kendisi gibi sente- tik yani hani şu bildiğimiz plastik sonradan olma yumru aslının sahtesi bari bu oluşumun bilimsel izahını yap ta aydınlanalım diyorsun onuda yapmıyor habire düşünüyor habire sahte üretiyor fakat bir faydası var sahte ile hakiki nin ne olduğunu bize devamlı üretmekle gösteriyor. MUTA.
  23. Din ahlakından uzak toplumlarda, kişilerin eksikliklerini araştırmak, kusurlarını ortaya çıkarmaya çalışmak çok yaygın bir davranış şeklidir. İnsanların bu yola yönelmelerinin altında yatan sebep ise dünyaya yönelik hırsları ve üstün olma arzularıdır. Bu insanlar karşılarındaki kişilerin hatalarını ortaya çıkarmalarının kendilerine bir üstünlük getireceğine inanırlar. Bunun için sıkça başvurdukları yöntemlerden biri de alaycılıktır. İnsanların kusurlarıyla, acizlikleriyle ya da hatalarıyla alay ettiklerinde, kendi kusurlarının örtüleceğini düşünürler. Bu yüzden cahiliye toplumlarında alay, yaşamın her anında rastlanabilen bir ahlak bozukluğudur. Kuran ahlakına sahip olmayan bu insanlar, sürekli olarak başkalarının alay edebilecekleri yönlerini araştırırlarken, bir yandan da kendileri alaya alınma ihtimalinin tedirginliğini yaşarlar. Dolayısıyla gösterdikleri bu alaycı tavırlarla birbirlerini adeta bir "zulüm ortamı" içinde yaşatırlar. Çelişki dedikleri aslında kendileri dir hayatları boyunca çelişki içinde yaşarlar verdikleri örnekler hep çarpıtma ile doludur kendi kişişel görüşlerini açıklar ken çok biliyormuş havasına bürünürler ama tarihi örnekleri şu an arkeolojik kazılarda karşımıza çıkıyor yani eninde sonunda arkeolog ların uğraş alanına girerler. MUTA. Sayın haksöz bu dünyanın insanların evrenin yaradılışını veya oluşumunu kendi görüşünüze göre tutarlı olarak açıklayın bir incir tohumunun meydana gelişini izah et nasıl edersen et bütün yazdıklarımdan feragat edeceğim. MUTA. Yapılamaz gelmiş geçmiş geçecek bütün ins cin insan bir araya gelse.
  24. Oturduğunuz yerden şöyle bir etrafınıza bakın. Bulunduğunuz odadaki herşeyin "yapılmış" olduğunu göreceksiniz. Duvarlar, döşemeler, tavan, oturduğunuz sandalye, elinizde tuttuğunuz kitap, masanın üstünde duran bir bardak; sayılamayacak kadar çok detay... Tek bir tanesi dahi kendi başına oluşup odanıza gelmedi. En basit görünen bir halı saçağını bile uğraşıp yapan biri vardır; o saçak oraya kendi kararıyla, tesadüfen gelip yerleşmemiştir. Eline bir kitap alan insan da, onun bir yazar tarafından belli bir amaç çerçevesinde yazıldığını bilir. Bu kitabın tesadüfen ortaya çıktığı aklının ucundan dahi geçmez. Aynı şekilde, bir heykele bakan insan, onun bir sanatçı tarafından yapıldığından hiçbir şüphe duymaz. Bırakın sayısız sanat eserinin kendi kendine oluştuğunu düşünmek, üst üste duran iki-üç tuğlayı bile mutlaka planlı bir hareketle o şekle getiren biri olduğunu kimse inkar etmez. Dolayısıyla küçük ya da büyük, düzen olan her yerde, mutlaka bu düzenin bir kurucusunun ve koruyucusunun olması gerekir. Bir gün birisi çıkıp, ham demir ve kömürün tesadüfen çeliği, çeliğin tesadüfen Eyfel Kulesi'ni oluşturduğunu iddia etse, bu kişinin ve ona inananların akıllarından şüphe edilmez mi? Allah'ı inkar etmenin tek yöntemi olan evrim teorisinin iddiası da bundan daha farklı değildir. Evrime göre inorganik moleküller tesadüfen aminoasitleri, aminoasitler tesadüfen proteinleri, proteinler de yine tesadüfen canlıları oluşturur. Oysa, canlılığın tesadüfen kendiliğinden oluşması ihtimali, Eyfel Kulesi'nin aynı şekilde oluşmasından çok çok daha düşük bir ihtimaldir. Çünkü en basit bir hücre bile insan yapımı herhangi birşeyden çok daha karmaşıktır. Doğadaki olağanüstü uyum çıplak gözle dahi açıkça görülürken, bu dengenin tesadüfen veya başıboş meydana geldiği nasıl düşünülebilir? Ayrı ayrı her noktasının, Yaratan'ın varlığını delillendirdiği kainatın, kendi kendine var olduğunu söylemek, olabilecek en mantıksız iddiadır. Bedenimizden başlayıp, akıl almaz büyüklükteki evrenin en uç noktalarına kadar var olan dengenin de bir sahibi olmalıdır. Peki kimdir bu herşeyi ince ince düzenleyip meydana getiren Yaratıcı? O, evrenin içindeki herhangi bir maddesel varlık olamaz. Çünkü O, tüm evrenden önce var olan ve tüm evreni sonradan yaratmış bir irade olmalıdır. Herşeyin kendisinden varlık bulduğu, ama kendi varlığı ezeli ve ebedi olan Yüce Yaratan.... Varlığını akıl yoluyla bulduğumuz Yaratan'ı bizlere tanıtan dindir. O'nun bize din yoluyla ulaştırdığı bilgiye göre O, gökleri ve yeri yoktan var eden, Rahman ve Rahim olan Allah'tır. İnsanların çoğu ise bu gerçekten habersiz yaşarlar. Oysa bu gerçeği kavrayabilecek mantığa sahiptirler. Bir manzara resmini gördüklerinde, ilk önce onun kimin tarafından yapıldığını öğrenmek isterler. Daha sonra da, sanatçıyı ortaya çıkardığı eserden dolayı uzun uzun takdir ederler. Fakat başlarını çevirdikleri her yerde o resmin sayısız gerçeğiyle karşılaştıkları halde, tüm bu güzelliklerin tek sahibi olan Allah'ın varlığını gözardı ederler. Oysa O'nun varlığını anlamak için uzun bir araştırmaya gerek yoktur. Öyle ki, insan doğduğu andan itibaren tek bir odada bile yaşasa, sadece o odada var olan sayısız delil Allah'ın varlığını kavramak için yeterlidir. İnsanın sahip olduğu beden, ciltler dolusu ansiklopediye bile sığmayacak kadar çok yaratılış delili ile doludur. Vicdan kullanarak sadece birkaç dakika düşünmek bile, Allah'ın varlığını anlamak için yeterlidir. Var olan düzen Allah tarafından korunmakta ve O'nun tarafından devam ettirilmektedir. Düşünülmesi gereken yalnız insan bedeni değildir. Dünya üzerinde her milimetrekarede, insanın gördüğü veya göremediği bir yaşam hüküm sürmektedir. Tek hücreli organizmalardan bitkilere, böceklerden deniz hayvanlarına, kuşlardan sürüngenlere kadar tüm canlılar, dünya üzerini tamamen kaplamışlardır. Elinize bir avuç toprak alıp incelediğinizde, içinde birbirinden tamamen farklı özelliklere sahip çeşit çeşit canlı olduğunu keşfedebilirsiniz. Aynı şey soluduğunuz hava için de geçerlidir. Hatta derinizin üzerinde belki de ismini hiç duymadığınız canlılar yaşam sürmektedirler. Tüm canlıların bağırsaklarında sindirim yapmalarını sağlayan milyonlarca bakteri veya tek hücreli canlı yaşamaktadır. Aynı şekilde dünyadaki hayvan nüfusu, insan nüfusunun kat kat üzerindedir. Bir de bunlara bitki dünyasını eklersek; anlarız ki dünya üzerinde hayat olmayan boş bir alan yoktur. Milyonlarca kilometrekarelik geniş bir alanı kaplayan bu canlıların her birinin kendilerine ait vücut sistemleri, yaşantıları, yeryüzündeki dengeye katkıları gibi sayısız özellikleri vardır. Tüm bunların sebepsiz, amaçsız ve tesadüfen var olduklarını iddia etmek ise akla aykırı, saçma bir hezeyandan başka bir şey değildir. Zira hiçbir canlı kendi kararıyla ve çabasıyla yeryüzüne gelmemiştir. Hiçbir tesadüf de bu kadar kompleks sistemler oluşturamaz. Tüm bu delillerin bizi götürdüğü nokta ise evrenin belli bir "bilinç" ile hareket ettiğidir. Peki bu bilincin kaynağı nedir? Elbette evrendeki canlı veya cansız varlıklar değildir; uyumu düzenleyen ve düzeni koruyan onlar olamaz. Allah'ın varlığı ve büyüklüğü kainattaki sayısız delille kendini gösterir. Aslında bu açık gerçeği vicdanen kabul etmeyecek olan tek bir insan bile yoktur. Ancak Kuran'da da bildirildiği gibi, insanların çoğu "vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla" bunu inkar ederler. (Neml Suresi, 14 Evren yaratılmıştır yaratılmış insan için sınırsızdır ALLAH a sınırsız değildir çünkü evreni de yaratan ALLAH tır zamanı nı mekanını da tayin eden odur evrenin mevcudiyeti de ALLAH bağlıdır yani evrenin sınırsızlığı ALLAH ın tasarrufunda sınırlıdır vesselam. MUTA. Gökleri ve yeri(bir örnek edinmeksizin yaratandır. o, bir işin olmasına karar verirse, ona yanlız "ol" der , oda hemen oluverir. Bakara-Suresi-117.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.