Zıplanacak içerik

muta

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

muta tarafından postalanan herşey

  1. Hucurat 12- Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir. Çelişkiye bakın çelişkiye Tahrim 3- Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Peygamber (eşine) bir kısmını bildirmiş bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: "Bunu sana kim söyledi?" dedi. Peygamber "Bilen, her şeyden haberi olan Allah bana söyledi." dedi. İnsanlara arkadan çekiştirmeyen allah,kendi Çekiştiriyor Sayın haksöz inan ki sizin kadar çarpıtan insan görmedim burada çekiş- tirme mi var ikazmı var biraz insaf ayıptır çarpıtmanın bu kadar katmer- lisi olmaz şaşırdığın belli inanıyorumki sağ duyu sahibi insanlar da artık size inanmıyor ne diyelim her zaman nerede çarpıtma yaparsan delili ile yazacağım zaten tescillendin çarpıtmanla. (tekvin) (Hucurat) MUTA.
  2. muta şurada bir başlık gönderdi: Dini Konular - Din - Dinler
    Dinsiz olan dine ALLAH a inanmayan neye inanır.Her şeyin kainatın insanın hülasa ne varsa tesadüfen mi olduğuna inanır yoksa başka bir argümanları varmı? mesela milyarlaca yıl evvelinden bahsederler sanki oradaymış gibi birde bilimsel derler milyarlarca yıl evvelini laboratuvara mı koydun inceledin dedinmi teori derler ne dedikleri aslında burada benim yazmamla olmaz varmı bir baba yiğit dinsiz bu soruya cevap versin bekliyorum. "Kainat ta tesadüfe tesadüf edilmez." EFLATUN. MUTA. Dinsiz lerin bu soruya cevap vermeleri mümkün değil neden mi verecek cevapları yokta ondan. MUTA.
  3. Profesör olmak hemde mısır da doğru söylediğine bir kanıt mı haberi yapan Hürriyet gazetesi de olunca yemede yanında yat birde süper market gibi lafı çarpıtmanın dik alası değilde nedir daha bakalım kimlere yaslanıp çarpıtmalara dayanak arayacak çağdaş çarpıtmacılar. İnsan "BÜTÜN"ü tanımadığı, bütün içinde parçanın yerini, fonksiyonunu göremediği için, elinde tuttuğunu da bilinç le tanımıyor. Bizim bilgilerimiz ve gözlemlerimiz daima"parça" lardır. İnsanlar "BÜTÜN" e yönelmezse işte o zaman "bir ön yargıyı ortadan kal dırmak, bir atomu parçalamaktan daha güç" hale gelir. Einstein. MUTA.
  4. Saklı gerçek Atatürk ün bunları söylemediğini kimse iddia etmiyor zaten söylemiştir.Fakat şu anki Türkiyede malumunuz Atatürk ü koruma kanunu var siz ise her türlü kutsala inanca karşı ........ ediyorsunuz Atatürk manevi şahsiyetinin arkasına saklanarak. O zaman şu sorulabilir Atatürk yanilmaz mı idi inandığı (tabiat) bilim DNA yı keşf etti Molekülleri keşf etti Big bang ı keşf etti hiç bir şeyin tesadüfen oluşamayacağını kesf etti ne yapacağız Atatürk dediği gibi (siz öyle yazdığınız için) dinsiz mi olacağız modern bilim aksini söylese bile dinsizliğinize kimseyi kılıf yap- mayın bu arada sizin deyiminizle takiyye bize kimden miras kaldı onuda öğrenmiş olduk.Türkiye dinsizlerin kolhozu olmayacak bu böyle biline.
  5. Sayın haksöz insan gerçekten muamma yazdığım cevab karşı yazdıklarınıza bakıyorum sizi benim ile tartış- acak kadar bilgili görmüyorum neden mi çarpıtmak kadar kolay bir şey yok ama çarpıtmayı düzeltmek bir o kadar zor. Bilirsiniz vakti zamanında koca sinan selimiyeyi yaptığı zaman bir çocuk minarelerden birinin eğri olduğunu söylemiş tabiatıyla herkes şaşırmış selimiyenin mimari ve estetik güzelliğini anlatmaya gerek yok sanırım ama mimar sinan çağırmış insanları eğri denilen minareye koca bir halat bağlatmış ve insanlara çekin demiş bu arada çoçuğa da düzeldimi diye soruyormuş çocuk düzeldi dediği an tamam demiş bırakın insanlar mimar sinan a sormuşlar neden bir çocuğun lafı ile böyle yaptın? çocuk ta olsa biri yanlış bir şey söyledimi o yanlışı düzeltmek lazım sonra başkaları da bilmeden yanlışta ısrar eder. Delil ortada cevap ortada daha hala çarpıtma olsun biz devam edeceğiz . MUTA.
  6. Sayın haksöz Şeref değerli bir kavram taşıması da bir o kadar zordur kimse şaçmalamıyor sizin delil diye sunduklarınıza karşı bende nacizane karşı delil sunuyorum cuveyriye nin baba sının yanındamı idin o kadar kesin konuşuyorsun İslam tarihini iyi okuyup tahlillerinizde objektif olarak yapın. Cüz'i aklın(istidlalin) vehim ile zan afetidir. Mevlana. MUTA.
  7. Bak arkadaş ikide bir çarpıtma yapma etrafa **** ****** bu bir. Sanal da olsa sanal alemde çarpıtma olmaz kahramanlık bizim neyimize sadece saçma sapan söz yazmayız buda 2. Senin veya bir başkasının müslüman veya dinsiz olması kimseyi alakadar etmez ama ben haddim olmayarak senin hiç bir zaman müslüman olduğuna inanmadım zaten çarpıtma yaptığın ve yakaldığından bütün yazdıkların bittabi hükümsüzdür buda üç. ne var yani derken yine çarpıtma yapıyorsun "Tekvin- Tekvir" R harfine bassa idin doğru olurdu N harfi Tekvin in son harfi demekki kopyalamayı da beceremiyorsun bu 4. çarpıtma dolayısı ile (yalan) ı yakalanan kişi en azından çarpıtmada ısrar etmez bu 5. Bir bütün içindeki en basit bilgiyi kavrayacağız ilkin; yada basit bilgileri kavrayacağız. En basit bilgi, mutlak olan bilgidir. Yani kendisinden başka bir şeye indirgenemiyen, kendisinden başka bir şeyle ölçülemiyen, ancak kendisiyle ölçülebilen bilgidir. Matematiksel bir kavrayış içinde, birim de diyebilirsiniz ona. Bir bütünün parçaları doğal bir ölçülebilir ilişki içindedirler. Bir bütün, parçaların gelişigüzel seçilmesiyle ya da birleşmesi- ile kurulmamıştır. Öyleyse önemli olan bu belli doğal ilişkiyi yakalamaktır. Varolan düzeni görmektir. Parçalar arası doğal ilişki, bütünün Ruhudur, anlamıdır. Descartes. Anlamışsındır umarım. MUTA.
  8. 1 - De ki; O Allah bir tektir. 2 - Allah eksiksiz, sameddir (Bütün varliklar O'na muhtaç, fakat O, hiç bir seye muhtaç degildir 3 - Dogurmadi ve dogurulmadi. 4 - O 'na bir denk de olmadi. İhlas-Suresi. Müminun-14. 14- Sonra nutfeyi bir alaka (embrio) yarattık, derken o alakayı bir mudga (bir çiğnem et parçası halinde) yarattık, derken o mudgayı bir takım kemik yarattık, derken o kemiklere bir et giydirdik, sonra onu diğer bir yaratık olarak teşekkül ettirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah, pek yücedir. Açıklama. Sonra onu bambaşka bir yaratık olarak inşa eyledik. Yani organlarıyla, ruhuyla, kuvvetiyle, boyu posu ile onda öyle güzel bir yaratılış meydana geldi ki, hiçbir mahluka benzemez, bambaşka bir halk, "en güzel surette" dilber bir insan oldu. Şimdi yaratanların en güzeli Allah, çok büyük, çok yüksektir. Yani bütün feyz ve bereketin esası O'nda, her şeyin yaratıcısı o, O'nun yaratmasından sonra vücuda gelen hikmet ve sebeblerin herbiri bir yaratıcı sayılsa ve bu şekilde birçok yaratıcılar farzolunsa Allah, bütün o yaratıcıların en güzeli, en güzel yaratanıdır. Her hilkatin her seçilmişliğin, her tekamülün, her güzelliğin ilk icadı, ilk numunesi ancak O'nun yaratması ve diğerlerindeki yaratıcılığın bütün aslı O'nundur. Mevcut olmayan tabiatları vücuda getiren, vücuda gelen tabiatları dilediği gibi değiştirerek en güzel oluşlar için kıvamına koyan, cansız bir çamurdan çoğalan bir sülâle çıkaran, bayağı bir sülaleden yukarda geçtiği üzere gönülleri alıp götüren bir insan yaratan o Allah, öyle büyük, öyle yüksek ki, ne kadar yaratıcı kabul edilse öyle güzel, öyle güzel yaratan düşünülemez. Saffat-124-125-126- Hani o kavmine: "Siz Allah'tan korkmaz mısınız? Yaratanların en güzeli olan, sizin de Rabbiniz, daha önceki atalarınızın da Rabbi bulunan Allah'ı bırakıp da "Ba'l'e" (Ba'l ismindeki puta) mi yalvarıyorsunuz?" dedi. Açıklama. Ahsenu'l-hâlikîn'in bu şekilde çevrilmesi konusunda bkz. sure 23, not 6. Bal terimi (Avrupa dillerinde geleneksel olarak Baal şeklinde okunur) bütün eski Arapça lehçelerinde -İbranice ve Fenike dilleri dahil- "efendi" veya "ileri gelen" anlamına gelir. Bu terim, özellikle Suriye ve Filistin'de eski Samîler tarafından tapınılan birçok "erkek" putun her birine verilen bir şeref payesi olarak kullanılırdı. Eski Ahid'de bu isim, bazan "putperestliğin" -Kitâb-ı Mukaddes'e göre ilk İsrailoğulları'nın çok sık işledikleri bir günah- genel bir tanımlaması olarak geçer. Sayın haksöz cevabım bu devam edecek.
  9. Hak söz bu logo da komik kaçıyor ama olsun evvela insan da tartıştığı veya inanmadığı bir şeye karşı tez anti tez sürerken sentezi de yapmak için kelime oyunu çarpıtma yapmaması vede en önemlisi saygılı davranması lazım peygamber efendimiz(a.s.v.) kiriter koymamıştır ALLAH tan gelen vahiy neticesi KUR,AN ı tebliğ etmiş KUR,AN a göre yaşamış yaptıkları (vucud lisanı) sünnet vahiy dışında söyledikleri de hadis tir yazdığın yazı hiddetini belli ediyor ister inanırsın ister inanmazsın irade senin, senin gibilerden de yoksun kaldığı için islama ve müslümana bir şey olmaz bilakis çok şey kazanır hayatı kin nefret çarpıtma ile geçen birinden kurtulduğu için inanan insanlarını da fitne den korumuş olur. Bundan sonra şahsıma edep dairesinde söz söyleyebilirsin islam ve müslümanlık hakkında çarpıtma yaparsan o topik te yazdığın çuvallamayı Tekvir i Tekvin yaptığın gibi hatırlatırlar akıllı ol (veya ağır ol derviş desinler) yukarıda yazdıklarından ben bir şey anlamadım eleştir- diğin KUR,AN a o kırıterleri ben koymadım lafı sana ağır gelir taşıyamazsın sen kimsin sen evvela benle uğraş ben o KUR,AN ın O KUR,AN ı yollayan ALLAH ın O ALLAH ın vazifelendirdiği MUAMMED in bendesiyim Amettü billah tamammı. tartışma saygılı olması koşulu ile ister çarpıt ister çarpıtma hodri meydan. MUTA.
  10. İnsan sokağa çıkar güneşe bakar güneş orada fakat görmek istemez elleri ile gözlerini kapatır ama fayda etmez çünki güneş orada dır ve ısıtır. Hiç bir şeyin farkına varmadan yaşıyoruz. Unutturuyor yıldızları lambalar !!!!!!!!!! (alıntı) MUTA.
  11. Sayın hak söz bu ne yaman çelişki diye bir topik açmıssınız orada kopyacı olduğunuzu belgeledim tekvin tekvir karıştırmışsınız sonra arapçada bilmiyorsunuz bunu da iddia ediyorum Hucurat Suresinden (sav) diye sallamışsınız evet Sure ve Ayet kopya yapıyorum AMA bir farkı var araştırıyorum Arapçasını okuyorum ve en önemlisi okuduğumu anlıyorum ve çarpıtmıyorum bu yazdığınıza da cevap vereceğim. devam edecek. MUTA.
  12. Sayın hak söz olayları nasıl çarpıttığının kesin bir delilini sunuyorum lütfen dikkatle oku ve insanlara bu yazı ibret olarak sunulmuş olsun.Bir kere başta Tekvin diye örnek verdiğin Tevrat tan yaradılış tır esas TEKVİR suresi Ayet 8-9 u örnek vermek istemişsin yakalandın şimdi onu yazıyorum. 1- Güneş katlanıp dürüldüğünde, 2- Yıldızlar bulandığında, 3- Dağlar yürütüldüğünde, 4- Kıyılmaz mallar bırakıldığında, 5- Vahşi hayvanlar bir araya toplandığında, 6- Denizler ateşlendiğinde (suları çekilip, volkanlar halinde ateş püskürdüğünde), 7- Nefisler eşleştirildiğinde (iyiler iyilerle, kötüler kötülerle bir araya toplandığında), 8- Diri diri toprağa gömülen kıza sorulduğunda, 9- "Hangi günahtan dolayı öldürüldü?" diye. 10- Amel defterleri açıldığında, 11- Gök sıyrılıp açıldığında, 12- Cehennem kızıştırıldığında, 13- Ve cennet yaklaştırıldığında, 14- Herkes ne getirmiş olduğunu anlar. 15- Şimdi yemin ederim o sinenlere (gündüzleri gözden kaybolan yıldızlara), 16- O akıp akıp yuvasına gidenlere, 17- Yöneldiği an geceye, 18- Nefeslendiği (ağardığı) an sabaha ki, 19- Kuşkusuz o Kur'an, değerli bir elçinin sözüdür. 20- O elçi güçlüdür, Arş'ın sahibinin yanında çok itibarlıdır. 21- Orada ona itaat edilir, güvenilir. 22- Arkadaşınızı cin çarpmış değildir. 23- Andolsun o, Cebrail'i açık ufukta gördü. 24- O, gayb hakkında cimri de değildir. 25- O, kovulmuş bir şeytanın sözü değildir. 26- Hâl böyle iken, siz nereye gidiyorsunuz? 27- O, âlemler için öğütten başka bir şey değildir, 28- İçinizden doğru gitmek isteyenler için. 29- Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemeyince, siz dileyemezsiniz. Tekvir,Suresi,29-Ayete kadar. Okadar kopya çarpıtma ile meşgulsünki işte delili Tekviri Tekvin diye yazıyorsun arapça bilmiyorsun latince yazıp burada (sav) var diyorsun(Hucurat suresi) olmayan hadis leri yazıp kaynak göstermeden delil deyip yorum yapıyorsun sana tavsiye doğru yaz doğru üzerine yazışalım bilmediğin varsa sor bilgilendirelim burdan nacizane siteye bu yazıyı lütfen kesmeyin objektif olarak insanlar yorumunu yapsın. MUTA.
  13. Cüveyriye (r.anha) İle Evlenmesi Rasulullah (s.a.v.), Hicri beşinci yılda Beni Mustalık Gazvesi esnasında el Haris bin Ebu Dırar'ın kızı Cüveyriye ile evlendi. Onunla evlenmesi iki sebebe dayanmakta idi. Birisi; babası ile yakınlık sağlamak, diğeri de onun şerefini yükseltmekti. Cüveyriye annemiz Beni Mustalık esirleri arasında idi. Ensardan birisinin hissesine düşmüştü ve Mustalık oğulları reisinin kızıydı. Esir düştüğü efendisinin kendisini fidye karşılığı serbest bırakmasını istedi. Efendisi, onun kabile başkanının kızı olduğunu bildiği için fazla fidye istedi. Babası fidye ile Rasulullah'a geldi ve Rasulullah (s.a.v.) onu serbest bıraktı. Daha sonra Rasulullah'a iman ettikten sonra Müslüman oldu. Sonra kızı Cüveyriye'yi Rasulullah'a götürdü. Babası Müslüman olduğu gibi o da Müslüman oldu. Rasulullah onu babasından istedi. Babası onu Rasulullah ile evlendirdi. Bu evlilik, bir kabile reisinin kızı ile oldu. Ki söz konusu kabileyi esir almış, onların şerefini alçaltmıştı. İşte bu evlilik, bu durumu ortadan kaldırıp kabile reisinin sevgisini celbediyordu. Burada yanlız 1- çarpıtmana cevep verdim kölelik hakkında da cevap yazacağım. Devam edecek. MUTA. Müslümanların giriştikleri cihat sırasında esir edilen veyahut para ile satın alınan kadın ve kızlar. Başkasının mülkü olan köle kadın. "Câriye" sözcüğü denizin üzerinde akıp giden gemiye denir. Câriyeler de efendilerinin emir ve hizmetleri çerçevesinde hareket etmeleri sebebiyle bu ismi almışlardır (Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuku İslâmiyye ve Istılâhâtı Fıkhıyye Kamusu, III, 344). Câriyeliğin kaynağı, savaş esiri kadınlardır. Savaş sonrasında tıpkı erkek esirler hakkında olduğu gibi kadın esirler de ya karşılıksız olarak, ya fidye karşılığı serbest bırakılırlar veya köle olarak gazilere dağıtılırlar. Hiç şüphesiz bu alternatiflerden biri tercih edilirken, karşı tarafın elindeki müslüman esirlerin durumu ve İslâm'ın maslahatı gözetilerek tercih yapılır. Câriyelerin işgal ettikleri mevki ve tesir, köle ve azatlıların mevki ve tesirlerinden aşağı değildir. Bu esirler kim olursa olsun cihada katılan müslüman askerler arasında paylaştırılacak ganimetlerdendir. Câriyelik, kölelik gibi, insanın yeryüzündeki mevcudiyeti kadar eskidir. Tarih boyunca kendisinde bir kuvvet ve kudret gören, bir başkasını hizmetinde kullanmış ve ona tahakküm etmiştir. Bunda kadınla erkeğin farkı yoktur. Köleler gibi câriyelerin de alınıp satılması tabii olarak insanlığın geçirdiği sayısız merhaleden sonra başlamış olması gerekir. Bir zamanlar câriyelerin talim ve terbiyesi pek kazançlı bir iş olduğundan, bu yolla para kazanmak isteyen kişi esir pazarına gider, zekâ ve istidat sahibi bir câriye satın alır, ona şiir ve edebiyat, şarkı ve çalgı, Kur'an okumak, ev idaresi gibi şeylerden birini öğrettikten sonra aldığı fiyatın birkaç katına satardı. Bu câriyelerden bazıları, hanendelik, şiir veya edebiyatta fevkalâde maharet sahibi olmalarından dolayı çok pahalı satılırlardı. Köleler gibi câriyeler de sahipleri tarafından azat edilirlerdi. Esir azat etmek, İslâm nazarında önemli bir sevap olarak kabul edildiği için, müslümanlar köle ve câriyelerini azat ederlerdi. Azat edilen câriye veyahut köleye, efendisi tarafından ıtıknâme yani özgür olduğuna dair bir belge verilirdi. İçlerinden bu ıtıknâmeleri muska gibi boyunlarına takanlar vardı. Câriyeler iyi muamele görürlerdi. Sert efendilere tesadüf eder ve memnun olmazlarsa, diğer birine satılmasını teklif eder; arzusu yerine getirilmediği takdirde kaçarak kendini sattırırdı. Bununla birlikte kıskançlık yüzünden hırpalananlar da olurdu. Ayrıca câriyelere "halâyık" denirdi. İslâm hukukunda câriyeler diğer kadınlardan farklı bir statüye tabidirler. Efendileri nafakalarını ödemek ve iffetlerini korumak mecburiyetindedirler. Onlara iyi davranılması da Kur'an'da emredilmektedir (en-Nisa, 4/36). Efendileri, yediklerinden onlara yedirir, giydiklerinden giydirirler. Azat edilmeleri sözkonusu edilmemiş olan câriyeler alınıp satılabilirler. Ancak azat edilmeleri efendilerinin ölümüne bağlı olanlar, azat edilmeleri karşılığında kendilerinden bir bedel talep edilmiş olanlar ya da efendilerinden çocuk getirmiş olup "Ümmü Veled" statüsünü kazanmış olanlar alınıp satılamazlar. İslâm gerek kölelerin, gerek câriyelerin hürriyetlerine kavuşturulmaları konusunda teşvikte bulunmuş, ayrıca bir çok suça keffaret olarak azâd edilmelerini öngörerek hürriyetlerine kavuşmaları için gerekli yolları çoğaltmıştır. Câriyelik ve kölelik, İslâm adına müslüman olmayan toplumlarla yapılan savaşların ortaya çıkardığı bir kurum olup, bugün için kendiliğinden ortadan kalkmış bulunmaktadır. Bunun için bu konuda teferruata girmek gereksizdir. Sayın hak söz roma lılar asur lular vs saydın iktibas yaptın daha yakın zamana Amerika iç savaşına değinmedin avrupa daki kolonyalist köleci ülkeleri saymadın direk islam ve müslümana olan (şahsi sevginden?) dolayı kölelerin durumunu islam da arıyorsun insan sosyal yapısını insan ın binlerce yıllık kemıkleşmiş kurumlaşmış sorunlarını en basit ve en kolay islam çözüm getirmiştir bana söyleyebilirmisin hangi islami devlet köle için savaş etmiştir dinimiz köle bırakmayı teşvik etmiş peyderpey köleliği kaldırmayı kolaylaştırmıştır. Şu anki dünya da köle kim köleliği teşvik eden kim birde senin inanç açısından sormuyorum kişiselleştirmek te istemiyorum da senin getirmek istediğin düzen yahut yaşam biçimi nedir bakarsın o tarafa döneriz ve yahut bir kaç soru sorarız tamammı. MUTA.
  14. Sayın haksöz bu verdiğin hadis lerin kaynağı sakın bu site olmasın dayanak olarak vereceğin kaynak müşteşrik,oryantalist,şarkiyatçı,ehli sünnet vel cemaat hepsinin de ötesinde hadis ve tefsir ilmi ile uğraşanların umumunun kabul edeceği ve yahut gerçek ilim adamlarının kabul edeceği kaynak olması lazım değilmi ne zaman dan beri bir internet sitesi ve(çarpıtarak yazan biri) kaynak oldu. MUTA. Çarpıtma değil doğru söz.
  15. Sayın haksöz gerçekten sorduğunuz soru mantık dışı ben de size söyle bir soru sorayım ölmeyin ölmenizi engelleyin bütün insanlık bir araya gelin bakalım önleyebilecekmisin. İmtihan zor şey bilene. Muta.
  16. Ali, imran-159. 159 - Sen (o zaman), sirf Allah'in rahmetiyle onlara karsi yumusak davrandin. Eger kaba, kati yürekli olsaydin, onlar senin etrafindan dagilip giderlerdi. Artik onlari sen bagisla, onlar için Allah'dan magfiret dile. (Yapacagin) islerde onlara da danis, bir kere de azmettin mi, artik Allah'a dayan. Muhakkak ki Allah kendine dayanip güvenenleri sever Şura-38. 38 - Onlar, Rablerinin davetini kabul ederler ve namazi dosdogru kilarlar. Onlarin isleri de kendi aralarinda bir istisare iledir. Kendilerine verdigimiz riziktan onlar Allah yolunda harcarlar. Sayın hak söz nerede peygamber (a.s.v.) efendimiz haşa yakarım çıranızı diyor çarpıtmalar açığa çıkacak. devam edecek. 65 - Nihayet kullarimizdan bir kul buldular ki, biz ona katimizdan bir rahmet vermis ve tarafimizdan bir ilim ögretmistik. 66 - Musa ona: "Allah'in sana ögrettigi ilim ve hikmetten bana da ögretmen için sana tabi olabilir miyim?" dedi. 67 - (Hizir) dedi ki: "Dogrusu sen benimle asla sabredemezsin. 68 - "Içyüzünü kavrayamadigin seye nasil sabredeceksin?" 69 - Musa: "Insaallah beni sabirli bulacaksin ve senin hiçbir isine karsi gelmeyecegim" dedi. 70 - (Hizir) dedi ki: "O halde bana tabi olacaksin; ben sana sirrini anlatmadikça, hiçbir sey hakkinda bana soru sorma!" 71 - Bunun üzerine ikisi beraber yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman, o kul (Hizir) gemiyi deldi. Musa, ona söyle dedi: "Geminin içindekileri bogmak için mi deldin? Dogrusu çok kötü bir is yaptin." 72 - (Hizir:) "Sen benimle asla sabredemezsin, demedim mi?" dedi. 73 - Musa dedi ki: "Unuttugum seyden dolayi beni suçlama ve bu isimden dolayi bana bir güçlük çikarma." 74 - Yine gittiler. Nihayet bir erkek çocuga rastladiklarinda Hizir hemen onu öldürdü. Musa: "Kisas olmadan masum bir cana nasil kiyarsin? Dogrusu sen çok fena bir sey yaptin" dedi. 75 - Hizir dedi ki: "Dogrusu sen benimle asla sabredemezsin demedim mi sana?" 76 - (Musa) dedi ki: "Eger bundan sonra sana bir sey sorarsam bana arkadas olma! Hakikaten benim tarafimdan ileri sürülebilecek son mazerete ulastin. 77 - Bunun üzerine yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkina varip onlardan yemek istediler. Ancak köy halki onlari misafir etmekten kaçindilar. Derken orada yikilmak üzere olan bir duvar buldular. Hizir hemen onu dogrulttu. Musa: "Isteseydin elbet buna karsi bir ücret alirdin" dedi. 78 - Hizir dedi ki: "Iste bu, seninle benim aramizin ayrilmasidir. Simdi sana o sabredemedigin seylerin içyüzünü haber verecegim." 79 - "Gemi, denizde çalisan bir kaç yoksula aitti. Onu kusurlu kilmak istedim, çünkü onlarin ilerisinde her saglam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardi." 80 - "Oglana gelince, onun ana-babasi mümin kimselerdi. Çocugun onlari azginlik ve inkâra sürüklemesinden korktuk." 81 - "Istedik ki Rabbleri onun yerine kendilerine ondan temizlikçe daha hayirli ve daha çok merhamet eden birini versin." 82 - "Duvar ise, o sehirde iki yetim oglana ait idi. Duvarin altinda onlarin bir hazinesi vardi. Babalari da iyi bir kimse idi. Onun için Rabbin istedi ki o iki çocuk erginlik çaglarina ersinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çikarsinlar. Ve ben bunlarin hiçbirini kendiligimden yapmadim. Iste senin sabredemedigin seylerin içyüzleri budur." Sayın hak söz Kehf Suresinin 80- 81. Ayet ini alıyorsun çarpıtmak için bak ben 65 den alıp 82. Ayet e getir- diğim vakit olay nasıl anlaşılıyor birde "korktuk" demek lafzen akılda tutulmalıdırki, haşiye fiili bu birincil an- lamının dışında bazan " korku yahut kaygı verici buldu" buradan yola çikarak diyebilirki "Bilge" kişinin ifade ettiği "korku yada kaygı" harici belirtiler yoluyla yahut iç sezgi yoluyla (ki 82. Ayetin ikinci paragrafında geçen "bütün" bunları ben kendiliğimden yapmadım sözünün de gösterdiği gibi pozitif bilgiylede eş anlamlıdır. devam edecek. 56- De ki: "Allah'tan başka, ilâh olduğunu sandığınız şeyleri çağırın, size yardım etsinler. Onlar, ne sizden sıkıntıyı kaldırabilirler, ne de değiştirebilirler. 57- Onların yalvardıkları da, Rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar. Ve O'nun merhametini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur. 58- Hiç bir şehir (halkı) yoktur ki, kıyamet gününden önce biz onu helak etmeyelim, yahut şiddetli bir azab ile azablandırmayalım. Bu, Kitap'ta (Levh-i Mahfuzda) yazılıdır. 56-58- Buradaki kitaptan maksat Levh-i Mahfuzdur. Meâl-i Şerifi 59- Bizi, âyetler (mucizeler) ve peygamber göndermekten alıkoyan şey, ancak öncekilerin onları yalanlamış olmalarıdır. Semûd'a, açık bir mucize olarak o dişi deveyi vermiştik de ona zulmetmişlerdi (deveyi boğazlayarak kendilerine yazık etmişlerdi). Oysa biz, o mucizeleri ancak korkutmak için göndeririz. 60- Vaktiyle sana şöyle vahyettiğimizi hatırla: "Şüphesiz Rabbin insanları kuşatmıştır." (İsrâ gecesi) sana açıkça gösterdiğimiz o temâşâyı ve Kur'ân'da lanet edilen ağacı da, yalnız insanlara bir imtihan için yapmışızdır. Biz onları, korkutuyoruz, fakat bu onlara ancak büyük bir taşkınlıktan başka bir sonuç vermiyor. 59- O âyetlerle (mucizelerle) peygamber göndermekten bizi hiçbir şey alıkoymuş değil, ancak onları öncekiler yalanlamış oldular. Ve bundan dolayı tamamen imha ve yok edildiler. Âyetler, yani Allah'ın kudretine delalet eden alâmetler üç kısma ayrılır. Bir kısmı herşeyi kapsar. "Her şeyde onun (Allah'ın) bir âyeti vardır ki, bir olduğuna delalet eden." Âlimlerin düşüncesi bu âyettedir. Bir kısmı gök gürültüsü, güneş tutulması gibi alışılagelmiş âyetlerdir. ******* düşüncesi de bundadır. Bir kısmı olağanüstüdür. Ki peygamberlerin mucizeleri, velilerin kerametleri bu çeşittendir. Mucizeler arasında inadına istek ve ısrar edilen bir kısım vardır ki, bunlara "âyât-ı mukteraha" denilir. Bunlar, gösterildiği zaman (Peygambere) inanmayanlar, Semûd kavmi gibi köklerini kesecek bir azab ile derhal yok edilmişlerdir. Buradaki belirli bir şeye delalet eden belirleme edatı "lâm-ı ahd" ile, işte bu cinsten "âyât-ı mukteraha"ya işarettir ki, Kureyş müşriklerinin inadına olarak istedikleri âyetler (mucizeler) demektir. Nitekim biraz sonra "Dediler ki: Biz sana asla inanmayız tâ ki bizim için şu yerden bir pınar akıtırsın." (İsrâ, 17/91) diye açıkça ifade edilecektir. Halbuki biz bu âyetleri ancak korkutmak için gönderiyoruz. Yani ey Muhammed! Sana gönderdiğimiz âyetleri azab ve yok etmek için değil, ahiret azabından korkutmak için gönderiyoruz. Bundan dolayı onların inat ederek istedikleri mucizelerin gönderilmemesi Allah'ın kudretine karşı bir engel bulunduğundan dolayı değil, Hz. Muhammed'in ümmeti hakkında Semûd kavmi gibi hepsinin kökünü kesecek bir azab Allah'ın maksadı olmadığından dolayıdır. Bu âyetin iniş sebebinde İbnü Abbas'tan yapılan rivayete göre, Mekke halkı Safa tepesinin altın yapılmasını ve Mekke etrafındaki dağların ortadan kaldırılıp ekilebilir bir arazi haline getirilmesini istemişlerdi. Resulullah (s.a.v) bunu yüce Allah'tan dileyince buyuruldu ki: "İstersen yaparım. Fakat şu şartla: Eğer dinden çıkarlarsa önceki kavimler gibi onları da yok ederim." Bunun üzerine: Ya Rabbi! bunu yapmanı istemem. Sabır dilerim." dedi. Ve bunun üzerine bu âyet indirildi. Bu rivayeti, Ahmed b. Hanbel, Nesaî, Hakim, Taberânî ve diğer muhaddisler rivayet etmişlerdir. 60-Buna karşı belki bunlar, (daha sonra) Peygamberi yalanlamazlardı gibi bir ihtimalin hatıra gelmemesi için buyuruluyor ki; Hani hatırlarsın ya, biz sana: Hiç şüphe yok ki Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır demiştik. Yani ilmi ile insanları kuşatmıştır. "Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilendir." (İsrâ, 17/55) buyurulduğu üzere hepsinin içini, dışını, önünü, sonunu tamamen bilir. Bundan dolayı istedikleri mucizeler gönderildiği takdirde, önceki insanlar gibi bunların da Peygambere inanmayacaklarını Allah bilir. Her insanın amelini veya kaderini boynuna bağlayan O'dur. Bir de onların Peygamberi yalanlayacakları şu delilden hareketle de anlaşılır: Baksana: Biz, Mirac gecesi o sana gösterdiğimiz manzaraları, ancak insanları imtihan etmek için sana gösterdik. Rüyayı, bazıları Fetih Sûresi'nde gelecek olan Mekke fethi rüyası, bazıları da Bedir'de müşriklerin ileri gelenlerinden her birinin yıkılacakları yerleri gösteren Bedir'le ilgili rüyadır, demişlerdir. Fakat bu âyet, Mekke'de indiğinden dolayı Medine'de olan o rüyalarla yorumlanması uygun olamaz. Doğru olan görüş, âlimlerin çoğunun açıkladığına göre, bu gösterme ve görmenin, sûrenin başında geçen İsra âyetindeki "Ona âyetlerimizi göstermek için" görmesine işaret olmasıdır. Çünkü orada uzun uzadıya açıklandığı gibi bu olağanüstü Mirac olayı üzerine o müşrikler iman etmek şöyle dursun, iman edenlerden bazılarının bile dinden çıkması gibi büyük bir fitne olmuşlardı. Burada rüya olarak ifade edildiğinden dolayı Mirac'ın uykuda meydana gelen bir rüya olduğunu zannedenler olmuşsa da bu da doğru değildir. Çünkü uykuda görülen rüyada şuraya buraya gitmek, göklere çıkmak herkesin başına gelebilir. Ve açıkça biliniyor ki, böyle bir rüya gördüğünü söyleyen kimseye karşı çıkarak onun bu rüyasını kabul etmemekle de hücum edilmez. Eğer Mirac uykuda görülen bir rüyadan ibaret olsa idi, onun bir fitne yapılmasının anlamı olmazdı. Doğrusu rüya aslında vezninde masdardır. Örfe göre uyku halinde görülen şeylere isim olmuşsa da aslında mânâsı, görmektir, görmek demektir. Bu âyette de bu esas mânâsı üzerine söylenmiştir. Ancak burada buna rü'yet (görmek) denilmeyip de rüya denilmesinin nüktesini düşünmek gerekir. Bunda üç görüş vardır: Birincisi, bu görme geceleyin meydana gelmiş bir görmedir. İkincisi, bu anlatıldığı zaman müşrikler, sen bir rüya görmüşsün demişler. Üçüncüsü, Mirac hadislerinde görüldüğü üzere, o geceki görmeler arasında rüyadaki gibi örnek olarak gösterilmiş kısım da vardı. Mesela cennet ve cehennemi açıkça görürken içlerindeki bütün cennetlikleri ve cehennemlikleri de görmüştü. Halbuki bunların birçoğu henüz dünyaya bile gelmemiş olduklarından bunların, olmadan önce kendilerine benzeyen şekilleriyle görülmüş oldukları anlaşılır. Öyle ise mânânın özeti şu olur: İsrâ gecesi sana gerçekten bizim gösterdiğimiz o Mirac görüşü âyetlerimizden en büyük bir âyet olduğu halde, biz onu inat ederek âyet (mucize) istemekte olan o insanlar için sırf bir fitne ve imtihan vesilesi yaptık. Gösterilen olağanüstü alâmetlere rağmen inanmadılar da inadına yalanladılar. Bundan dolayı Rabbinin bildiği gibi, bu imtihan ile de anlaşılır ki, hangi âyet gösterilse yalanlayacaklardır. Kur'ân'da lanet edilmiş olan ağacı da, aynı şekilde onlar için bir fitne (vesilesi) kıldık. Bu lanetlenmiş ağaçtan maksat, Buharî ve diğer hadis kitaplarında rivayet olunduğu üzere zakkum ağacıdır. Ki Sâffât Sûresi'nde: "Yoksa zakkum ağacı mı? Biz o ağacı zalimler için bir fitne (vesilesi) yaptık O, cehennemin dibinden çıkan bir ağaçtır. Tomurcukları, şeytanların başları gibidir. Onlar, ondan yiyecekler ve karınlarını onunla dolduracaklar. Sonra üzerine kaynar su katılmış bir içki, şüphesiz onlar içindir" (Sâffât, 37/62-67); Duhân Sûresi'nde: "Şüphesiz zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir. Pota gibi karınlarında kaynar. Sıcak suyun kaynaması gibi." (Duhân, 44642-46); Vâkıa Sûresi'nde: "Sonra siz ey doğru yolu kaybetmiş yalanlayıcılar! Mutlaka zakkum ağacından yiyeceksiniz. Onunla karınlarınızı dolduracaksınız. Onun üzerine de kaynar su içeceksiniz." (Vâkıa, 56/51-54) buyurulmuştur. Rivayet ediliyor ki, bu âyetler indiği zaman Ebu Cehil demiş ki: " Muhammed sizi öyle bir ateşle korkutuyor ki, taşları yakarmış. Sonra da diyor ki o ateşte ağaç biter!" İbnü'z-Ziba'ra da: "Biz zakkum diye ancak hurma ile kaymağı tanırız" demiş. Bunun üzerine Ebu Cehil cariyesine emredip hurma ve kaymak hazırlatmış ve arkadaşlarına: "haydi zakkumlanın!" demiş ve bunun üzerine zakkuma aşık olup İslâmiyet'ten çıkanlar olmuştu. Bu *********, deve kuşunun köz ve kızgın demir yuttuğunu ve yeşil ağaçta ateş gizlendiğini gördükleri halde, bunları yapan Allah'ın kudretinin ateşin kökünden cehennemin dibinden çıkaracağı ağacı inkâr etmek ve küçümsemekle ne kötü aldanmışlardı. Bu lanetlenmiş ağaç hakkında birkaç söz daha söylenmiş ise de en güvenilir ve en doğru görüşe göre zakkum ağacı olmasıdır. Bunun bu şekilde bu âyetin sonunda zikredilmesi ise, İsrâ'yı yalanlayan o inatçıların lanete hayranlıklarına işaret eden dehşetli bir uyarıdır. Nitekim buyuruluyor ki ve biz onları korkutuyoruz da o korkutma onlara, büyük bir azgınlıktan başka bir şey artırmıyor. Neden mi? Meâl-i Şerifi 61- (Yine unutma ki) Bir vakit meleklere: "Âdem'e secde edin" demiştik. İblis'ten başka hepsi secde ettiler. O ise: "Ben bir çamurdan yarattığın kimseye mi secde ederim?" demişti. 62- (Yine İblis) dedi ki: "Şu benden üstün kıldığını gördün mü? Yemin ederim ki, eğer beni kıyamet gününe kadar ertelersen, pek azı hariç, onun zürriyetini kendi buyruğum altına alacağım." 63- Allah buyurdu ki: "Haydi git! Onlardan kim sana uyarsa, şüphesiz ki, cezanız cehennemdir, hem de mükemmel bir ceza. " 64- "Onlardan gücünün yettiğini yerinden oynat. Atlıların ve yayalarınla onların üzerine yaygarayı bas! Mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol! Ve onlara vaadlerde bulun." Fakat şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vaad etmez. 65- Doğrusu benim (ihlaslı) kullarım üzerinde senin hiçbir hakimiyetin yoktur. Vekil olarak Rabbin yeter. 61-65- "Benim kullarım" ifadesindeki tamlama şereflendirme içindir. Maksat, ihlaslı kullardır. "Doğrusu şeytanın, inananlar ve yalnız Rabblerine güvenenler üzerinde bir nüfuzu yoktur." (Nahl, 16/99) âyetinde buyurulduğu gibi Sayın hak söz Sure yi sizin gibi 61- 64 değil 56- 65 kadar Ayet, Ayet verdinmi olay meydana çıkar. (İSRA-56-65.) HİCR-23-41. 23- Ve şüphesiz ki biz gerçekten hem diriltiriz, hem öldürürüz. Bu, hiç delile muhtaç olmayan açık bir gerçektir. Fakat amma "Ölünce mal ve mülk varislerimize kalacak mı?" diyecekler. Hayır hepsine vâris de ancak biziz. Bu dünyada yaşarken mülk ve tasarruf iddia edenlerin ve edecek olanların hepsi yok olur. Mecâzî mülkleri, görünürdeki tasarrufları ellerinden alınır, her zaman bakî, kayıtsız ve şartsız herşeyin sahibi yüce şanımızla biz kalırız. 24- Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, geri kalanları da biliriz. Doğuşta, ölümde önde olan, miras bırakmak isteyen önce gelip geçenlerinizi de, geri kalanları, miras almak isteyen sonra gelenlerinizi de veya imanda, kâfirlikte, itaatte, isyanda ön safta bulunmak isteyenleriniz de, geri kalan geri kalmak istiyenleriniz de ezelde ve sonsuza kadar gerçekten bilgimiz dahilindedir. 25- Ve senin O Rabbindir ki, yani seni yaratan ve terbiye edip gönderen o Allah'ındır ki ey Muhammed! Onları mutlaka haşredecektir. Ve önce gelip geçenleri ve sonra gelenleri sonunda mahşere toplayıp hesaba çekecektir. Onun için şimdilik bırak o kâfirler yiyip içip devamlı eğlensinler. O Rabbin gerçekten hikmet sahibidir, çok bilendir. Gerçekten: Meâl-i Şerifi 26- Andolsun ki biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık. 27- Cinleri de daha önce insan vücudunun gözeneklerinden geçebilen güçlü bir ateşten yarattık. 26- Andolsun ki biz insanı bir kuru çamurdan, bir şekillenmiş kara balçıktan yarattık. Yani insan cinsini başlangıçta biz vurulduğunda ses çıkaran kuru bir çiğ çamurdan, değiştirip dönüştürme ile özel bir şekilde yoluna konmuş kokar bir balçıktan yarattık. SALSÂL; "Ses veren yani vurulduğu zaman tıngırdayan, kuru pişmemiş çiğ çamur" ( ) dur ki, pişmiş olursa tuğla, kiremit gibi ses çıkaran kuru bmir çamur olur. Çünkü Rahmân Sûresi'nde "Vurulduğunda testi gibi ses çıkaran kuru bir balçıktan..." (Rahmân, 55/14) buyurulmuştur. HAME': Uzun süre su ile yumuşayıp bozulmuş cıvık kokar çamur, yani balçık demektir. Tekili ölçüsünde dir. MESNÛN: Bunun açıklanmasında tefsirciler birkaç görüş nakletmektedirler: 1- İbnü Sikkît demiştir ki, Ebu Amr'i dinledim "mesnûn, bozulmuş demektir" diyordu. Bunun açıklamasında Ebu Haysem de demiştir ki, denilir ki "bozuldu", demektir. Ve buna delil "henüz bozulmamış" ki, bu kelime dan, yani "yol güzergâhına konulmuş" olmaktan alınmıştır. Çünkü böyle olan herhangi bir şey, bozulur. 2- Denilmiş ki, "mesnûn" sürtülmüş, kazınmış veya bilenmiş demektir ki, taşı taşa sürttükleri zaman "Taşı taşa sürttüm." deyiminden alınmıştır. Çünkü bileğiye ve sürtülürken ikisinin arasından çıkan kazıntıya denilir ve bu da kokar. Bundan dolayı bozulma ve kötü koku bunun da gereğidir. 3- Ebu Ubeyde demiştir ki, "mesnûn" dökülmüş demektir. "Suyu güzelce yüzüne döktü", denilir. 4- Sibaveyh demiştir ki, "mesnûn" bir şekil ve örnek üzere resimlenmiş demektir. Yüzün özel bir şekli olan den alınmıştır. Ve herhangi bir şeyin sünneti deyimi de bu mânâdan alınmıştır ki, üzerine konmuş olan örneği demektir. Bu şekilde insan nevinin şekli için sünnet olan özel bir şekle dökülmüş bir balçık demek olur. Sonra terkibinde de iki ayrı yorum vardır. Birincisi: e sıfat olmasıdır ki "özel bir şekilde tasvir edilmiş, başka bir ifade ile kalıba dökülmüş bir balçıktan meydana gelen bir çiğ çamurdan" demek olur. Böyle olunca salsâl, "hame-i mesnûn"dan yapılmış demek olur. Ebu'l-Bekâ ve Zemahşerî bunu tercih etmişler ise de faydalı bir görüş değildir. Çünkü kuru çamurun yaş çamurdan meydana geldiğini anlatmak gereksiz olduğu gibi, insan hamurunun balçık halinde iken insan şeklinde bulunduğu da genel olarak kabul edilmiş değildir. İkincisi: Bedel olmasıdır ki, salsal'den, bir hame-i mesnûn'dan demek olur. Ebu Hayyân'ın anlattığına göre tefsircilerin çoğu bedel olmasını tercih etmiştir. Biz de bu görüşte ısrar etmek isteriz. Önce salsâl, sonra da ondan özel bir şekilde kalıba dökülüp insan mayasını meydana getiren şekillenmiş, kara balçık yapılmış ve insan ondan düzgün bir şekilde yaratılmış demek olur. Ve şu halde salsâl, su ile karıştırıldıktan sonra süzülüp kuru çamur haline gelmiş bulunan, yeryüzünün rütubetsiz olan tamtakır durumunu gösteriyor ki, tabiat itibariyle bunda hayat düşünülemez. Ve bunun özellikle "salsâl" deyimi ile anlatılması, insanın, yeryüzünden bir tabiat eseri olarak ortaya çıkmasının mümkün olamayacağını tam bir açıklıkla anlatmak içindir. Öyle ya, tamtakır bir kuru çamurun tabiatı, hayata ne kadar zıddır. Tabiata kalsa bunda, insan veya hayvan şöyle dursun, bir otun bitme imkanı bile yoktur. Fakat şu bir gerçektir ki, bundan insan yaratılmıştır. Bu ise doğrudan doğruya Allah Teâlâ'nın kudretinin sanatına, ilim ve hikmetine apaçık bir delildir. Tabiat, kendine bırakılınca hiç değişmemesi gerekirken Allah Teâlâ onu yumuşatıp değiştirerek bir balçık haline çevirmiş ve o balçığa sanat ve hikmeti ile öyle bir sünnet (ilâhî kanun) vermiştir ki bununla insan yaratılışı için ilâhî kanunun meydana geldiği maya ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı diyebiliriz ki; "hame-i mesnûn" insan tohumu olan spermadır. Gerçekten sperma her anlamıyla mesnûn, yani hem değişen, hem sürtülmüş, hem dökülmüş, hem de bir sünnet üzere tasvir edilmiş (şekillendirilmiş) bir balçıktır. Bu şekillenmiş balçığa "yapışkan bir çamur" (Sâffât, 37/11), "dayanıksız bir suyun özünden" (Secde, 32/8), "katışık bir sperma" (İnsan, 72/2) demek de doğrudur. Bu mânâ, insan nevinin bütün fertlerini kapsar. Ancak insanın ilk ferdi olan Âdem, ilk insan olduğu gibi, onun yaratıldığı o şekillenmiş balçık da ilk önce onda sünnet olmuş ilk tohumdur. Özetle Âdem bile, ilk olarak sperma niteliğini almış bir balçıktan yaratılmıştır. "O, insanı bir damla sudan yarattı" (Nahl, 16/4) ifadesi, onun hakkında da geçerlidir. Şu kadar var ki, o spermadan önce bir insan yoktur. Onun seçimi, çocukları gibi bir insanın vücudunda meydana gelmemiştir. Bununla beraber şimdiye kadar bütün insanlar da onun gibi kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir kara balçıktan yaratılmaktadır. Yalnız şu farkla ki, bu şekillenmiş kara balçık, insanın gıda olarak yediği bitkiler ve hayvanların (et ve sütleri ile) bünyelerinden geçerek yine bir insan bünyesinde seçimini bulmaktadır. İşte insan denilen mahluk aslında böyle ******* bir şeydir. Allah Teâlâ'nın ilim ve hikmetini, kudretinin sanatını anlamalı ki, şu kuru topraktan öyle şekillenmiş kara bir balçık yapmıştır. Ve o kokar balçıktan insan yaratmaktadır. 27- Cânnı da, Cin cinsini meydana getiren gizli mahluku da ondan önce şiddetli zehirli ateşten yaratmıştık. SEMÛM: Lugatte ateş alevi gibi esen sıcak rüzgara denilir ki, sam yeli diye ifâde edilir. Ve kendisine harûr (sıcak rüzgar) da denilir. İbnü Cerir'in açıklamasına göre bazı Araplar harûru, gündüz esen rüzgara tahsis etmişlerdir. Bir hadis-i şerifte de: "Semûmun, cehennemin bir harareti olduğu" bildirilmiştir. SÂMM: "Semm" maddesinden fâil, Semûm da onun mübâlağası olan "feûl" kipidir. Sem, zehir, bir de "semmû'l-hıyât" gibi ince delik (iğne deliği) mânâsına gelir. Çünkü vücuttaki terin çıktığı ve havanın nüfuz ettiği gizli deliklere "mesemme", çoğuluna da "mesâm" veya "mesemmât" ve çoğulun çoğuluna da "mesâmmât" denilir. Bundan dolayı sâmm ve semûm, mesâmmâte nüfuz edici veyahut zehirleyici mânâlarını ifade eder. Ve o rüzgarın bu isim ile adlandırılması da bu itibarlardan birisini veya her ikisini gözönünde bulundurmaktan dolayıdır. Cinlerin zehirli ateşten yaratılmış olması, cin ve şeytanın insana gizli deri gözeneklerinden girecek, zehirleyecek, yakacak bir nitelikte olduğuna işaret eder. İbnü Abbas'tan rivayet edilmiştir ki; "Şu bildiğimiz zehirli ateş, cinlerin kendisinden yaratıldığı zehirli ateşin yetmiş parçasından bir parçadır." demiştir. Demek ki insan yaratılmadan önce, cinlerin yaratıldığı sırada yeryüzü çok dehşetli ateşler saçıyormuş. Şimdi o vakti düşün ki: Meâl-i Şerifi 28- Ey Peygamber! Rabbinin meleklere şöyle dediğini hatırla: "Ben, kuru balçıktan, şekil verilmiş kokuşmuş çamurdan bir insan yaratacağım." 29- Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın." 30- Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde ettiler. 31- Yalnız İblis hariç. O secde edenlerle beraber olmaktan çekinmişti. 32- Allah buyurdu ki: "Ey İblis! Ne oluyor sana da, secde edenlerle beraber olmuyorsun?" 33- İblis şöyle dedi: "Kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın bir insana secde edemezdim." 34- Allah şöyle buyurdu: "Öyle ise oradan çık! Sen, artık kovulmuş birisin." 35- "Kıyamet gününe kadar lanet senin üzerindedir." 36- İblis: "Rabbim! Öyle ise insanların kabirlerinden kaldırılacakları güne (kıyamete) kadar bana mühlet ver" dedi. 37- Allah buyurdu ki: "Sen mühlet verilenlerdensin." 38- "Allah katında bilinen vaktin gününe kadar..." 39- İblis şöyle dedi: "Rabbim! Beni saptırdığın için, mutlaka ben de yeryüzünde onlara günahları süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!" 40- "Ancak içlerinden ihlaslı kulların müstesnâdır." 41- Allah şöyle buyurdu: "İşte bana ulaşan dosdoğru yol budur." 42- "Sana uyan azgınlardan başka, kullarımın üzerinde hiçbir nüfuzun yoktur." 43- "Şüphesiz ki onların hepsine vaad edilen yer cehennemdir." 44- "Cehennemin yedi kapısı vardır. O kapıların herbiri için birer grup ayrılmıştır." 45- Allahtan korkanlar, elbette cennetlerde ve pınarların başındadırlar. 46- Onlara: "Selametle güven içinde oraya girin" denir. 47- Biz o cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak sevinç içinde karşılıklı koltuklara otururlar. 48- Orada kendilerine hiçbir yorgunluk gelmeyecek. Oradan çıkarılacak da değillerdir. 28- Rabbin meleklere demişti ki: Şüphesiz ki ben, kuru çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım. 29- O halde ben ona şekil verdiğim, o balçığı tam bir insan yaratılışına, düzgün bir insan kıvamına koyup içine ruhumdan üflediğim zaman, burada tamlaması, bir şereflendirme tamlaması, üfürme deyimi de bir örnektir. Yani maddenin kabiliyetini olgun bir duruma getirip, içine "De ki ruh, Rabbimin işlerindendir..." (İsrâ, 17/85) mânâsına uygun olarak Allah'ın bir işi olan ruhtan feyiz verdiğim vakit siz hemen onun için secdeye kapanın. Allah'ın emrine itaat ederek yere düşün, o ruh olan insana boyun eğin. İşte Allah, o balçıktan yarattığı insanı ruhu ile böyle yükseltmişti. 30-38-Bunun üzerine bak ne oldu. "Hepsi de toptan secde ettiler. Ancak İblis müstesna." (Bakara, 2/34 ve A'râf, 7/11. âyetlerinin tefsirine bkz.) Yani kıyamet gününe kadar değil, Allah katında bilinen vakte kadar ki "Sûr'a üflenince, Allah'ın diledikleri hariç olmak üzere, göklerde ve yerde ne varsa hepsi düşüp ölecektir." (Zümer, 39/68) âyeti ile açıklanan ilk üfürüş günüdür. Ahmed b. Kays'tan nakledilmiştir ki: "O, Medine'ye vardım demiş, maksadım emirü'l-müminin Ömer (r.a) idi. Bir de vardığımda büyük bir cemaat toplanmış, orada Ka'bû'l-Ahbâr insanlara vaaz ediyor ve şöyle diyordu: "Âdem Aleyhisselâm'a ölüm emri geldiği zaman 'Ya Rabbi! Düşmanım İblis, beni ölmüş bir durumda görünce kendisi kıyamet gününe kadar mühlet verilmiş olmakla sevinecek, başıma gelene gülecek' dedi. Ona şöyle cevap verildi: 'Ey Âdem! Sen cennete geri gideceksin, o lanetlenmiş İblis ise öncekilerin ve sonrakilerin sayısı kadar ölüm acısını tatmak için beklemeye bırakılacak. 'Sonra Âdem, Hz. Azrail'e, 'Ona ölümü nasıl tattıracaksın? Niteliğini anlat.' dedi. Azrail onun ölümünü anlattı. Âdem: 'Ya Rabbi, yeter!' dedi. Bunun üzerine insanlar, heyecana geldiler de Ka'b'e 'Ey Ebu İshâk! O nasıl?' dediler. Ka'b, açıklama yapmaktan çekindi, insanlar ısrar ettiler. Bunun üzerine Ka'b dedi ki: 'Yüce Allah, ilk üfürüşten sonra Hz. Azrail'e diyecek ki: 'Sana yedi gök ve yedi yer halkının kuvvetini verdim ve bu gün sana bütün öfke ve gazab kisvesini giydirdim. Öfke ve hücumunla in o taşlanmış İblis'e. Artık ona ölüm acısını tattır. İnsan ve cinlerden önce ve sonra gelmiş geçmişlerin acılarının kat katını kapsayacak şekilde, bütün acıları ve hastalıkları ona yüklet. Beraberinde öfke ve kinle dolgun yetmiş bin cehennem bekçisini, her biri ile de cehennem zincirlerinden, tomruklarından zincirler ve tomruklar bulunsun. Cehennem, kancalarından yetmiş bin kanca ile o lanetlenmişin, kokmuş canını çekip çıkarın. Mâlik'i de (Cehennemdeki meleklerin başkanı) çağır. Cehennemlerin kapılarını açsın.' Bunun üzerine Hz. Azrail öyle bir şekilde inecek ki ona göklerin ve yerlerin halkı baksa dehşetinden derhal ölürlerdi. Azrail, inecek İblis'e varıp, 'Dur, ey pis! Artık sana ölümü tattıracağım, çok ömür sürdün, Allah'a yakın nice kimseleri sapıttın. İşte bu o bilinen vakittir.' diyecek. Mel'ûn doğuya kaçacak, bakacak Hz. Azrail gözlerinin önüde, batıya kaçacak yine gözlerinin önünde, denizlere dalacak, denizler onu kabul etmeyecek, kısacası yerin her tarafına kaçacak, sığınacak kurtulacak hiçbir sığınak bulamayacak, sonra dünyanın ortasında, Hz. Âdem'in mezarı yanında duracak veya doğudan batıya, batıdan doğuya topraklarda sürünerek en son Âdem Aleyhisselâm'ın cennetten atılınca indiği yere varınca yer, bir kor gibi olacak, zebâniler kancaları takıp didikleyecekler de didikleyecekler. "Allah'ın dilediği zamana kadar" can çekişme ve işkence içinde kalacak. O böyle can çekiştirirken Âdem ve Havva'ya da, 'Kalkınız, düşmanınız ölümü nasıl tadıyor, bakınız' denecek. Kalkacaklar, onun çektiği işkencenin şiddetine bakacaklar da 'Ya Rabbi! Bize nimetini tamamladın' diyecekler." 39-O bilinen vakte kadar mühlet müsadesini alan İblis Ya Rabbi! dedi, beni azdırmana karşılık yemin ederim ki veya azgınlığıma hükmetmen sebebi ile; yani Allah katından kovulmuş, iyilik ve rahmetten uzaklaştırılmış bir melûn, böyle bir mühlet müsaadesini elde edince şımarır da onu azgınlığa bir teşvik vasıtası olarak kabul eder. Böyle şımartman hakkı için veya çamurdan yaratılanı küçümseyip secde etmediğimden dolayı benim azgın âsi olduğuma hükmetmenden dolayı mutlaka ben, yeryüzünde onlara süsleme yapacağım. Yani maddelerini bahane ederek o kuru çamuru, o kokar balçığı, onlar için süsleyip insanlığın esas yükselmesine vesile olan ruhtan daha hoş, daha süslenmiş, daha kıymetli göstereceğim. Ve mutlaka hepsini azdıracağım. 40- Ancak içlerinden ihlaslı kulların müstesna, yani yalnız tâatin için seçilmiş, lekesiz özel kulların aldanmazlar. Başlangıçta insanlığın maddesine bakarak mutlaka aşağılığına hükmeden ve onlara zorbalık edebileceğini söyleyen İblis'in, burada bu istisnası (ayırması), şüphe yok ki Allah'ın söyletmesi olan bir itiraftır. Onun için: 41- Allah Teâlâ buyurdu işte bu dediğin, sahiplerini istisna ederek azıtamayacağını itiraf ettiğin o ihlâs ve tevhîd bir cadde, bir kanundur ki bana aitttir. Yani bana varır, yahut ben kefilim dosdoğrudur. Yahut; işte benim üstüme aldığım dosdoğru yol, hak kanunu şudur: Sayın hak söz devam edecek ve hakikat meydana çıkacak. 6 - Peygamber, müminlere kendi nefislerinden önce gelir. O'nun hanimlari da onlarin analaridir. Akraba da Allah'in kitabinda birbirlerine, diger müminlerden ve muhacirlerden daha yakindirlar. Ancak dostlariniza bir maruf (uygun bir vasiyet) yapmaniz müstesnâdir. Bu, kitapta yazilidir Ahzab-6.Ayet. Açıklama. Bu ayet, daha önce iradî ve tercihe dayalı ilişkilerin (kan bağına dayalı yakınlıklardan farklı şekilde) anılması ile bağlantılı olarak, tercihe dayalı manevî ilişkinin en üst tezahürüne işaret etmektedir: yani, Allah'tan vahiy alan Peygamber ile onun izinden gitmeyi özgürce kabul eden kişi arasındaki ilişkiye. Bu konuda Hz. Peygamber'den şu Hadis rivayet edilir: "Beni kendinize babanızdan, çocuklarınızdan ve bütün insanlıktan daha yakın görmedikçe hiç biriniz gerçek mümin olamazsınız." (Enes'den naklen Buhârî ve Müslim ve benzer rivayetlerle öteki Hadis külliyatı.) Bütün Sahâbe, Hz. Peygamber'i toplumun manevî babası olarak görürdü. Bir kısmı -mesela İbni Mes'ûd (Zemahşerî'den naklen) yahut Ubey b. Ka'b, İbni 'Abbâs ve Mu'âviye (İbni Kesîr'den naklen)- yukarıdaki ayeti, "o'nu babaları [olarak] gördüklerinden" açıklayıcı ifadesini eklemeden okumazdı. Tâbi'în'in büyük kısmı da -Mücâhid, Katâde, 'İkrime ve Hasan Basrî de dahil olmak üzere (karş. Taberî ve İbni Kesîr)- aynı şeyi yapardı: bu açıklamayı parantez içinde eklememin sebebi budur. (Yine bu surenin 40. ayetine ve buna ait 50. nota bkz.) Hz. Peygamber'in eşlerinin "müminlerin anneleri" olma konumlarına gelince, bu, Allah'ın Elçisi'nin hayatının en mahrem tarafını paylaşmış olmalarından kaynaklanır. Bunun sonucu olarak onlar, Hz. Peygamber'in ölümünden sonra yeniden evlenemezlerdi (bkz. aşağıdaki 53. ayet), çünkü bütün müminler onların manevî "evlatlar"ı idi. Ahzab-40.40 - Muhammed, sizin adamlarinizdan hiçbirinin babasi degildir. Ama Allah'in Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her seyi hakkiyle bilendir. Mecaz ı nasıl karıştırdığın meydana çıkıyor değilmi sayın hak söz devam ediyor. Sıra Mücadele Sure sinde. Mücadele-Suresi- Ayet-2. 2. Kadınlarına zihâr yapan kimseler yani zıhâr denilen sözle kadınlarından uzaklaşan kimseler. Sırt ve arka mânâsındaki "zahr" kelimesinden alınan zıhâr veya müzâhere: Bir kimsenin karısına "Sen bana anamın sırtı gibisin." demesi veya onun bir uzvunu kendine haram olan kadınlardan birinin karın, bel, ve kasık gibi bakılması haram olan bir uzvuna benzetmesidir ki, helalı haram kılan çirkin bir sözdür.> İlk önce bunun söylenmesi câiz olmayan çirkin bir davranış, bir cinayet olduğu anlatılmak üzere şöyle buyuruluyor. Cahiliyede o sözü söylemeyi âdet haline getirenler bilmelidirler ki, o zıhâr yaptıkları kadınlar onların anaları değildirler. Onların anaları, ancak onları doğurmuş olan vâlideleridir ki "...sizi emziren analarınız..." (Nisâ, 4/23) âyetinde ifade edilenlerle "Peygamber müminlere kendi canlarından üstündür. Eşleri onların analarıdır." (Ahzâb, 33/6) âyetinde zikredilen Peygamber'in zevceleri dahi analar hükmündedir. Ve haberleri olsun ki onlar yani o zıhâr sözünü söyleyenler herhalde münker, yani meşru olmayan, çirkin bir lakırdı ve yalan bir söz söylüyorlardır. Yalandır çünkü kadınları, anaları değildir. Hem de başkalarına zarar veren bir yalan, bir günah, ve kadının gönlünü kıran, hukukunu zayi eden bir şeydir. Bununla beraber çirkin bir sözdür, çünkü zıhâr anasının veya mahreminin (kendisine nikahı haram olan yakınının) bir uzvunu ağzına almak demektir. Ayrıca Allah'ın helal kıldığını haram kılmak gibi bir *****lıkla Allah Teâlâ'nın haklarına tecavüzdür. O halde ağza alınmaması lazım gelen bir cinayet, bir günahtır. Fakat söylenince de hükümsüz kalamaz. Haber vermek yalan olmakla beraber, gereği itibariyle bir haramlığa yol açmaktan da uzak değildir. Öyle ki erkeğin ağzından çıkan bu çirkin söz, kadının hayız zamanındaki eziyete benzer bir haramlık ifade eder. Bununla beraber şu da muhakkak ki Allah, affı çok bir mağfiret sahibidir. Onun için günahkârlara, tevbe ve günahlardan dönmekle o sözü geri alma ve bir keffaret ile o çirkinliği örtüp temizleterek af ve mağfiretine kavuşma yolunu açmış, bunu da şu şekilde öğretmiştir. Sayın hak söz bundan sonra çarpıtmadan yazarsan memnun olurum en azından karşılıklı yazışmamız doğru- lar üzerine olur İslam evrenseldir bütün insanlığa hitap eder öğrenmek istediğin bir konu olursa bana sor hasbelkader aydınlatırım sizi. MUTA.
  17. 49-Hucurat Suresi Mekke'de nazil olmustur. 18 âyettir.Adini, dördüncü âyette yer alan "odalar" anlamina gelen "hucurât" kelimesinden alir. 1 - Ey iman edenler! Allah'in ve Resulünün huzurunda öne geçmeyin. Allah'tan korkun. Süphesiz Allah isitendir, bilendir. 2 - Ey iman edenler!Seslerinizi Peygamber'in sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinize bagirdiginiz gibi, Peygamber'e yüksek sesle bagirmayin. Öyle yaparsaniz, siz farkina varmadan amelleriniz bosa gider. 3 - Allah'in elçisinin huzurunda seslerini kisanlar, süphesiz Allah'in kalplerini takva ile imtihan ettigi kimselerdir. Onlara magfiret ve büyük bir mükâfat vardir. 4 - (Resülüm!) Sana odalarin arkasindan bagiranlarin çoklari, akli ermez kimselerdir. 5 - Eger onlar, sen yanlarina çikincaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Bununla beraber Allah çok bagislayan, çok merhamet edendir. 6 - Ey iman edenler! Eger fasikin biri size bir haber getirirsen onun dogrulugunu arastirin. Yoksa bilmeden bir topluluga satasirsiniz da sonra yaptiginizdan pisman olursunuz. 7 - Hem bilin ki, içinizde Allah'in elçisi vardir. Sayet o, birçok islerde size uysaydi, sikintiya düserdiniz. Fakat Allah size imani sevdirmis ve onu kalplerinize zinet yapmistir. Küfrü, fasikligi ve isyani da size çirkin göstermistir. Iste dogru yolda olanlar bunlardir. 8 - Bu, Allah'tan bir lütuf ve nimettir. Allah herseyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir. 9 - Eger müminlerden iki grup birbirleriyle vurusurlarsa aralarini düzeltin. Sayet biri ötekine saldirirsa, Allah'in buyruguna dönünceye kadar saldiran tarafla savasin. Eger dönerse aralarini adaletle düzeltin ve (her iste) adaletli davranin. Süphesiz ki Allah, adil davrananlari sever Sayın hak söz Hucurat Suresini 9 Ayet e kadar yazdım Arapçasını da iyice okudum sizin dediğiniz gibi (esvat asvat sav) diye bir şey yok arapça karşılığı latincede yazacağım neden çarpıtıyorsun doğru yaz ki gerçek anlaşılsın böyle çarpıtma ilemi çelişki arıyorsun ayıp eğer biraz sağduyu sahibi isen hakikata gelirsin konuları olduğu gibi yaz devam edecek .
  18. Sayın logonuzdaki isminizi unuttum bana ansiklopedik bilgi vereceğinize ALLAH kelamının etimolojik bilgisine başvurmanıza gerek yok temel sorulara cevep vermek yeterli arapların yazılı kaynağı yok demek ucuzculuk olur en azından alfabeleri var ve belağat ta çok ileri idiler entellektüel (havas) görüne bilmek için detaya gerek yok az laf ile çok şey söylemek esastır çarpıtmadan.
  19. Sayın haksöz senin insanlara bir yaklaşımın var sanki ulema bir kere çarpıttıklarını doğru olarak yazıyorum ondan sonra size yazacaklarım olacak sabret devam edecek daha yeni başladtk yazmaya benim yazdıklarım uzun ha aslında sen kendini belli ettin arapça da bilmiyorsun bekle devam edecek.
  20. '' ya bu (orjinal Greekçesi) kutsal kitap değil... veya biz Hıristiyan değiliz.'' “Either this (the original Greek) is not the Gospel… or we are not Christians.” Thomas Linacre (bilinmiyor. 1460 - Ekim 20, 1524) İsa'nın yaşadığı dönemde, bir kitap yazdırmaması, hatta elimizdeki yazmalara göre kendine bir kitap verildiğini bile ima etmemesi, onu takip etmeye çalışan topluluklar tarafından oluşturulmaya çalışılan kitabın sancılı bir yol izlemesine neden olmuştur. Oluşturulmayan çalışılan kitap aynı zamanda oluşturulmaya çalışılan Hıristiyanlığında sürüvenidir. Günümüz Hıristiyanlığını anlamamız için, kutsalkitabın oluşum aşamasınıda anlamalıyız. Elimizdeki yazmaların İsa'ya gelen bir İncil'in varlığından bahsetmemesine ve diğer insanların İncil diye bir kitabın varlığı ile olan sorularına Hıristiyan kardeşlerimin cevapları ise şöyle olmaktadır. "isa'ya indirilen incil" diye birşey yoktur...zira İsa Mesih e gökten kitap indirilmemiştir İsa'nın kendisi zaten "yaşayan vahiydir" ve hristiyanların inancına göre ve incil de bildirildiği üzere isa "Tanrı'nın sözü" dür.bir bakıma "canlı vahiydir"... Günümüzde toparlanıp kitap haline getirilmiş olan bu mektup ve yazmaların ise 2Tim.3:16 Kutsal Yazıların tümü Tanrı esinidir ve öğretmek, azarlamak, yola getirmek ve doğruluk konusunda eğitmek için yararlıdır. olduğu görüşü hakimdir. Kitabın kendi hakkında olan bu kaynağının belirtisini iyi anlamamız gerekmektedir. Kitap kendisinin İsa tarafından hazırlandığı veya Tanrı tarafından gönderildiği ile ilgili bir iddiası yoktur. Savunması 2Tim.3:16 Kutsal Yazıların tümü Tanrı esinidir... yani birilerinin Tanrıdan esinlenerek, günümüz Türkçesi ile ilham alarak yazdığı dükümanlardır, kutsallaştıran ise bizleriz. 2Tim.3:16 de geçen ''esinidir'' kelimesinin Greekçe kökeni '' theopneustos '' dur ve bizim tesbitimize göre Kitabı Mukaddes denilen bu kitabın başkaca bir yerinde kullanılmamıştır. Fakat elimizdeki bu yazmaların böylesi ilham alınarak yazılmasından daha ileri olan savunma ise Esin.1:1 Bu kitap İsa Mesih'in esinlemesidir. Tanrı, yakın zamanda olması gereken olayları kullarına göstermesi için O'na bu esini verdi. O da gönderdiği kendi meleği aracılığıyla bunu kulu Yuhanna'ya iletti. olarak karşımıza çıkmaktadır. Buradaki anlatıma göre bu esinlenme İsa'ya Tanrı tarafından verilmiş, O'da bunu kendi meleği aracılığı ile kulu Yuhanna'ya iletmiş olmasıdır. Anlatımdan anladığımız esinlenmenin kaynağı Tanrı olmakta, aradaki İsa ile İsa'nın meleği bir aracı konumuna gelmektedir. Esin.1:1 'deki cümlenin içinde geçen ''esinlenmesi, esini'' kelimelerinin Greekçe kökeni ise '' apokalupsis '' dir. '' apokalupsis ''un diğer kullanıldığı yerlerde aldığı anlam ise şöyledir: Eph 3:3 ...bildirdi., 2Th 1:7 ...gelip göründüğü zaman..., 1Cr 1:7 ...görünmesini ..., Rom 8:19 ...ortaya çıkmasını ..., Luk 2:32 ...aydınlatıp ... Esinlenerek yazılan, İncil'in bahsedilmeyen sayfalarını karıştırdığımızda, karşımıza belirtilmeyen bir nokta, kendini sadece yahudilere adamış görünen bir İsa potresi çıkmaktadır. Mark 7:26 Yahudi olmayan bu kadın Suriye-Fenike ırkındandı. Kızından cini kovması için İsa'ya rica etti. Mark 7:27 İsa ona, «Bırak, önce çocuklar doysunlar» dedi. «Çocukların ekmeğini alıp köpeklere atmak doğru değildir.» Yahudi olmayanlara iyilik yapmak istemeyen, onları köpek olarak niteleyen, kendini yanlızca İsrail oğullarının kaybolmuş koyunları için gönderildiğine inanan ve talebelerinede diğer uluslara ait yerlere gitmemeyi öğütleyen bir İsa görmekteyiz. Matta;15-24 İsa, «Ben yalnız İsrail halkının kaybolmuş koyunlarına gönderildim» diye cevap verdi. Matta;10-5 İsa Onikileri şu buyrukla halkın arasına gönderdi: «Diğer uluslara ait yerlere gitmeyin. Samiriyelilere ait kentlerin de hiçbirine uğramayın. Matta;10-6 Bunun yerine, İsrail halkının kaybolmuş koyunlarına gidin. 36 yaşında İsa'nın çarmıha gerildiğini kabul eden Hıristiyan alemi, yaklaşık olarak aynı sene içinde ilk şehidini vermesiyle Paul '' Pavlus '' ile tanışır. Paul başlangıçta Hıristiyanlığa karşı kudurmuşcasına saldıran biri olarak tarihe girer. Fakat Hıristiyan aleminin bir mucize olarak gördüğü Paul'un kendi saflarına katılmasıyla dengeler ve gelecek değişir. Paul'a göre artık İsa'nın mesajıda değişmiştir, bu fikir ile ortaya çıkan Paul yahudiler arasında fazla itibar görmez, o da öğretisini İsa'nın uğramayın dediği diğer uluslara taşır.Nasıl olmuştur bu, E.İşleri;9-(1,2) Saul ise Rab'bin öğrencilerine karşı hâlâ tehdit ve ölüm soluyordu. Başkâhine gitti, Şam'daki havralara verilmek üzere mektuplar yazmasını istedi. Orada İsa'nın yolunda yürüyen kadın erkek, kimi bulsa tutuklayıp Kudüs'e getirmek niyetindeydi. E.İşleri;9-3 Yol alıp Şam'a yaklaştığı sırada,birdenbire gökten gelen bir ışık çevresini aydınlattı. E.İşleri;9-4 Yere yıkılan Saul, bir sesin kendisine, «Saul, Saul, neden bana zulmediyorsun?» dediğini işitti. E.İşleri;9-5 Saul, «Ey efendim, sen kimsin?» dedi.«Ben, senin zulmettiğin İsa'yım» diye cevap geldi. E.İşleri;9-6 «Haydi kalk ve kente gir, ne yapman gerektiği sana bildirilecek.» E.İşleri;9-7 Saul'la birlikte yolculuk eden adamların dilleri tutuldu, oldukları yerde kalakaldılar. Sesi duydularsa da, kimseyi göremediler. E.İşleri;9-8 Saul yerden kalktı, ama gözlerini açtığında hiçbir şey göremiyordu. Sonra kendisini elinden tutup Şam'a götürdüler. Yukarıdaki bu olay Elçilerin İşlerini yazarına göre böyle olmuştur. Yazıdaki anlatım tarzına baktığımızda bunu Paul'un yazmadığı izlenimi vermektedir. Fakat yine aynı yazmaların 22. bölümüne baktığımızda ortaya başka bir anlatım ile beraber olaylarında gelişmesinin değiştiğini görmekteyiz. E.İşleri;22-6 «Ben öğleye doğru yol alıp Şam'a yaklaşırken, birdenbire gökten parlak bir ışık çevremi aydınlatıverdi. E.İşleri;22-7 Yere yıkıldım. Bir sesin bana, `Saul, Saul! Neden bana zulmediyorsun?' dediğini işittim. E.İşleri;22-8 «`Ey efendim, sen kimsin?' diye sordum. «Ses bana, `Ben senin zulmettiğin Nasıralı İsa'yım' dedi. E.İşleri;22-9 Beraberimde olanlar ışığı gördülerse de, benimle konuşanın söylediklerini anlamadılar. E.İşleri;9-7 ...Sesi duydularsa da, kimseyi göremediler. E.İşleri;22-9 Beraberimde olanlar ışığı gördülerse de, benimle konuşanın söylediklerini anlamadılar. böylesine çelişkili bir anlatım ile kendini kabul ettirir ve kendince İsa'nın öğretilerini yaymaya çalışır. Paul'un tarih sahnesine çıkdığı bu dönemin Roma imparatorluğunun güçlü olduğu, insanların köle pazarlarında hayvan gibi alınıp satıldığı bir dönem olduğunu unutmayalım. Rom.13:1 Herkes, altında bulunduğu yönetime bağlı olsun. Çünkü Tanrı'dan olmayan yönetim yoktur. Var olanlar Tanrı tarafından kurulmuştur. Rom.13:2 Bu nedenle, yönetime karşı direnen, Tanrı'nın düzenlediğine karşı gelmiş olur. Karşı gelenler yargılanır. Rom.13:3 İyilik yapanlar değil, kötülük yapanlar yöneticilerden korkmalıdır. Yönetimden korkmamak ister misin? İyi olanı yap, yönetimin övgüsünü kazanırsın. Rom.13:4 Çünkü yönetim, senin iyiliğin için Tanrı'nın hizmetindedir. Ama kötü olanı yaparsan, kork! Yönetim, kılıcı boş yere taşımıyor; kötülük yapanın üzerine Tanrı'nın gazabını salan öç alıcı olarak Tanrı'nın hizmetindedir. Rom.13:5 Bunun için, yalnız Tanrı'nın gazabı nedeniyle değil, vicdan nedeniyle de yönetime bağlı olmak gerekir. Rom.13:6 Vergi ödemenizin nedeni de budur. İşte yöneticiler, Tanrı'nın bu amaç için gayretle çalışan hizmetkârlarıdır. Böyle bir dönemde Paul'un verdiği mesaj ise Rom.13:1 Herkes, altında bulunduğu yönetime bağlı olsun. Çünkü Tanrı'dan olmayan yönetim yoktur. Var olanlar Tanrı tarafından kurulmuştur. deyip, insanların pazarlarda hayvanlar gibi satılmasının Tanrı tarafından kurulmuş bir rejim olduğunu savunması ve insanlardan böyle bir rejime karşı bile, Rom.13:2 Bu nedenle, yönetime karşı direnen, Tanrı'nın düzenlediğine karşı gelmiş olur. Karşı gelenler yargılanır. direnmemesini öğütlemesidir. Hatta böylesi bir düzene bile karşı gelenleri Tanrıya başkaldırı ile aynı kefeye koymuştur. Bu görüş özünde her yeni gelen peygamberin geliş amaçınada uygun değildir. Örneğin İsa'nın dönemindeki yoldan çıkan dindar takımı şayet oraya Tanrı tarafından konulmuşsa İsa'nın onların bu düzenine olan mücadelesi bu açıklamaya göre Tanrının düzenine karşı gelmek değilmidir. Kutsal yasanın yerine getirilmesini ise, Rom.13:10 ...sevgi, Kutsal Yasa'nın yerine getirilmesidir. Rom.13:8 ...Çünkü başkalarını seven, Kutsal Yasa'yı yerine getirmiş olur. bu kadar basite indirgeyebilmiştir. Başınızdaki yönetimin ırkcılığına, zülmüne baş kaldırma ve kutsal yasayı yerine getirmek istiyorsan komşunu sevmen yeterlidir gibi bir öğreti daha önceki peygamberlerin veya İsa'nın yaptığı bir öğreti değildir. Yahudi olmayan topluluklarda yaptığı vaazlarda sünnet olmayı ve domuz eti yeme ile olan yasağı kaldırıp yeni bir din anlayışı getirmeye çalışması Paul'un çalımalarının meyvesini verir ve Paul'un kurduğu Hıristiyanlık orta doğuda, Roma imparatorluğunun kalbinde gelişmeye başlar. Ortaya çıkan bu yeni din sanki zalim yöneticilerin tahtını koruması için çizilmiştir. Rom.13:1 Herkes, altında bulunduğu yönetime bağlı olsun. Çünkü Tanrı'dan olmayan yönetim yoktur. Var olanlar Tanrı tarafından kurulmuştur. Rom.13:2 Bu nedenle, yönetime karşı direnen, Tanrı'nın düzenlediğine karşı gelmiş olur. Karşı gelenler yargılanır. Roma ne kadar zulm ederse etsin, kendini böylesine Tanrıdan seçilmiş olarak gösterilen bu dini: Rom.13:4 Çünkü yönetim, senin iyiliğin için Tanrı'nın hizmetindedir. Ama kötü olanı yaparsan, kork! Yönetim, kılıcı boş yere taşımıyor; kötülük yapanın üzerine Tanrı'nın gazabını salan öç alıcı olarak Tanrı'nın hizmetindedir. Rom.13:5 Bunun için, yalnız Tanrı'nın gazabı nedeniyle değil, vicdan nedeniyle de yönetime bağlı olmak gerekir. Rom.13:6 Vergi ödemenizin nedeni de budur. İşte yöneticiler, Tanrı'nın bu amaç için gayretle çalışan hizmetkârlarıdır. Rom.13:7 Vergi hakkı olana vergiyi, gümrük hakkı olana gümrüğü, korku hakkı olana korkuyu, saygı hakkı olana saygıyı, herkese hakkını verin. tıkır tıkırda dini bir şevk ile vergisini vermeye gönüllü olan bu dini kendi resmi dini yapmaya karar verir. Ortaya çıkan öğretim değişikliklerini bir çatı altında toplamak için ise İ.S 325 tarihinde meşhur iznik konseyi kurulmaya karar verilir. Çağrılanlarlar, ve muhaliflerin karşılaştığı kötü muamele, ortadan delillerin kalkmasından dolayı, biz elimizdeki bulgularla, bu insanların neden toplanıp ne gibi kararlar aldığından yola çıkıp meseleyi anlamaya çalışalım. '' İznik konseyi '' Hıristiyanlığa Rom.13:1 Herkes, altında bulunduğu yönetime bağlı olsun. Çünkü Tanrı'dan olmayan yönetim yoktur. Var olanlar Tanrı tarafından kurulmuştur. anlamında resmi bir din olarak tanıyıp, Hıristiyanlar arasında yönetimine meşruluk kazandırmak isteyen Constantine, o dönemde olan tartışma konusu olan İsa'nın konumuna karar verilmesi için imparatorluk sınırlarının içindeki Hıristiyanlığın ileri gelenlerini masrafları kendi tarafından karşılanmak üzere İznik'e davet eder. Bu davete gelenlerin kaç kişi olduğu üzerine olan rakam genel olarak 318 olarak kabul görmüştür. Diğer önemli nokta ise bu çoğunluğun yunanlılar tarafından oluşturulmasıdır. Çoğunluğa karşı, karşıt görüşte gözüken Arius ise günümüz Beyrut'unun Bishop'u Eusebius 'un görüşlerini savunmaktadır. Mesele aslında özünde İsa'nın doğduğu ve öğretilerini yaptığı bölgedeki hakim olan görüş ile dışarda olan görüşün fikirlerinin mahkemesidir. Aslında konseyde dışarıdakiler çoğunlukta olduğundan buna, dışardakilerin, diğerlerini susturma operasyonuda diyebiliriz Papa nın İslama ve Müslümanlara neden saldırdığı gayet açık değilmi inandığı her şey eriyor tahrif olmamış KUR,AN ve İslam dimdik ayakta ve yayılıyor Panik bundan.
  21. ALLAH ı soruyorsun nerede olduğunu öğrenmek istiyorsun ve müslüman olurum diyorsun.Evvela şunu bilmen gerekmezmi ALLAH ı görmek öğrenmek Akıl la olur his ile olur bilirsinki aklı olmayanın mesuliyeti de olmaz yani bilse de olur bilmese de olur şimdi! senin Aklın varmı varsa aklını görüyormusun soyut moyut a kaçmak yok bilinç in varmı irade nedir hisler nasıl oluşur evvela sen bunlara cevep ver ondan sonra müslüman olup olmamanı tartışırız tabii ki görmenin beyninde nasıl algılandığını neyi görüp neyi nasıl algıladığın da önemli sonuç ta akıl karar verir. Avam zekası ile Havas Aklı ile karar verir.
  22. Cevaplar. 1-ENAM-108- Onların Allah'tan başka yalvarıp sığındıkları [varlıklar]a sövmeyin (92) ki onlar da kin ve cehaletten dolayı Allah'a sövmesinler: zira Biz her topluma kendi yaptıklarını güzel gösterdik. (93) [Ama] zamanı geldiğinde onlar Rablerine döneceklerdir: O zaman Allah onlara bütün yaptıklarını [en doğru şekilde] anlatacaktır. 92 - Başka insanların kutsal saydığı herhangi bir şeye -bu, Allah'ın birliği prensibini ihlal ediyor olsa bile- sövmenin yasaklanması çoğul olarak ifade edilmiştir ve bu nedenle bütün müminlere hitab etmektedir. Böylece Müslümanların, başkalarının yanlış inançlarına karşı çıkmaları istendiği halde, bu inançların temel unsurlarını tezyif etmelerine ve böylece hata yapan insanların duygularını incitmelerine izin verilmemiştir. 93 - Lafzen, "böylece ... güzel yaptık". Bu, kendisine çocukluğundan itibaren benimsetilen ve yetişkinliğinde sosyal çevresiyle paylaştığı inançları tek mümkün ve doğru inançlar olarak görmenin insanın tabiatından doğduğuna işarettir -sonuçta, bu inançlara yönelik bir eleştiri, çoğu zaman düşmanca bir psikolojik tepki doğurur. Bundan sonra diyorki ALLAH sokak kabadayı gibi söver(haşa)Böylece, hakikati inkara şartlanmış olanların durumu, çobanın haykırışını işiten ama onu yalnız bir ses ve çağrı şeklinde algılayan sürünün durumuna benzer. (138) Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler: zira akıllarını kullanmazlar. 138 - Bu, lafzen, şu şekilde ifade edilebilecek olan vecîz (elliptic) cümlenin biraz serbest bir çevirisidir: "Hakikati inkara şartlanmış olanların hali, çığlık ve bağırışdan başka birşey duymayan çığırtkanın haline benzer." Na‘ka fiili, çoğunlukla, çobanın sürüsünü güderken çıkardığı belli bir anlamı olmayan bağırtıları tasvir etmek için kullanılır. Böylece, hakikati inkara şartlanmış olanların durumu, çobanın haykırışını işiten ama onu yalnız bir ses ve çağrı şeklinde algılayan sürünün durumuna benzer. (138) Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler: zira akıllarını kullanmazlar. 138 - Bu, lafzen, şu şekilde ifade edilebilecek olan vecîz (elliptic) cümlenin biraz serbest bir çevirisidir: "Hakikati inkara şartlanmış olanların hali, çığlık ve bağırışdan başka birşey duymayan çığırtkanın haline benzer." Na‘ka fiili, çoğunlukla, Böylece, hakikati inkara şartlanmış olanların durumu, çobanın haykırışını işiten ama onu yalnız bir ses ve çağrı şeklinde algılayan sürünün durumuna benzer. (138) Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler: zira akıllarını kullanmazlar. 138 - Bu, lafzen, şu şekilde ifade edilebilecek olan vecîz (elliptic) cümlenin biraz serbest bir çevirisidir: "Hakikati inkara şartlanmış olanların hali, çığlık ve bağırışdan başka birşey duymayan çığırtkanın haline benzer." Na‘ka fiili, çoğunlukla, çobanın sürüsünü güderken çıkardığı belli bir anlamı olmayan bağırtıları tasvir etmek için kullanılır. çobanın sürüsünü güderken çıkardığı belli bir anlamı olmayan bağırtıları tasvir etmek için kullanılır. Bakara-171. Böylece hakikatı inkara şartlanmış olanların durumu,çobanın haykırışını işiten ama ona yanlız ses ve çağrı şeklinde algılayan sürünün durumuna benzer. OGerçek şu ki, Biz, cehennem için, kalpleri olup da gerçeği kavrayamayan, gözleri olup da göremeyen, kulakları olup da işitemeyen görünmez varlıklardan (143) ve insanlardan çok canlar ayırmışızdır. Hayvan sürüsü gibidir bunlar; hayır hayır, doğru yolu kavramakta onlardan da aşağı: (144) Körcesine dalıp gitmiş olanlar işte böyleleridir.nlar sağırdırlar, dilsizdirler,kördürler;zira akıllarını kullanmaz- lar. (Bu lafzen şu şekilde ifade edilebilecek olan veciz(elliptic) biraz serbest bir çevirisidir;"Hakikat inkara şartlan- mış olanların hali ,çığlık ve bağırtısından başka bir şey duymayan çığırtkanın haline benzer"NA-KA" fiili çoğunlukla çobanın sürüsünü güderken çıkardığı belli bir anlamı olmayan bağırtıları tasvir etmek için kullanılır Devam ediyor ve çarpıtmalar meydana çıkıyor. ARAF.179. Gerçek şu ki biz cehennem için kalpleri olupta, gerçeği kavrayamayan, gözleri olupta, göremeyen, kulakları, olupta işitemeyen görünmez varlıklardan ve insanlardan,çok canlar ayırmışızdır.Hayvan sürüsü gibidir bunlar hayır, hayır doğru yolu kavramakta onlardanda aşağı körcesine dalıp gitmiş olanlar işte böyleleridir. (Lafzen dahada sapıklar"Çünkü hayvanlar sadece iç güdülerine ve tabii ihtiyaçlarının sevkine bağlı olup ahlaki bir tercihte bulunmalarını hem, mümkün, hem zorunlu kılacak bir bilinçtende yoksunlar. devam edecek doğrusuda bu değilmi. Maide-60. Deki "ALLAH bunlardan daha şiddetli bir cezayı hak edenleri size söyleyeyimmi? onlar ALLAH ın gazap ettik- leridir ve şeytani güçlere taptıkları için ALLAH ın maymuna, ve domuza çevirdikleri dir; bunlar durumu en kötü olanlar ve doğru yoldan (küçümser davrananlardan) daha da fazla sapanlardır. (Maymun ve domuza yapılan bu göndermeyi (Mücahid tabiinin büyüklerin den) bu tür günahkarların maruz kalacağı ahlaki bir çöküntünün mecazi bir tanımı olarak açıklar onlar maymunlar gibi önceden ne yapacağı tahmin edilemeyen ve domuzlar gibi şehvet kurbanı olurlar. çarpıtmalara bu bölümde bu kadar örnek yeter devam edecek mecaz müteşabihat ahkam ı nasıl çarpıttığını açıklayacağım. Zilzal-7-8. Kim zerre kadar bir iyilik yapmışsa onun karşılığını görecek. Kimde zerre kadar kötülük yapmışsa onun karşılığını görecektir. NİSA-47-48. Siz ey geçmişte kendilerine vahiy bahşedilmiş olanlar ! şimdi sahip olduğunuz hakikatı tasdik edici olarak indirdiğimiz vahye inanınki ümitlerimizi boşa çıkarmayalımve onları sona erdirmeyelim tıpkı sebt,i ihlal eden o toplumu lanetlediğimiz gibi; zira ALLAH ın irade ettiği şey mutlaka icra edilir. Şüphesiz ALLAH dilediği kimselerin daha hafif günahlarını bağışladığı halde kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz......, zira ALLAH a ortak koşanlar, gerçekten korkunç bir günah işlemiş olur. (KUR,AN da ALLAH ın aşkın birliğinin ve benzersizliğinin sürekli vurgulanması insanın öteki etkilere ve güçlere bağımlılık duygusundan kurtarılmasını ve böylece onun Ruhen yüceltilmesini amaçlar) NİSA-115. Ama kendisine hidayet bahşedildikten sonra peyganber ile bağını koparan ve müminlerin yolundan başka bir yola sapana gelince ,onu kendi tercih ettiğine bırakacak ve ona cehennemi tattıracağız; o ne kötü bir sondur. (Lafzen onu kendisinin döndüğü yere istediği yöne insanın şeçme özgürlüğü irade) NİSA-116. ALLAH, kendisinden başka birine ilahlık yakıştırılmasını asla bağışlamaz ama dilediği kimsenin daha hafif günahlarını bağışlar; çünkü ALLAH ın yanısıra başkasına ilahlık yakıştıranlar şiddetli bir sapıklığa düşmüş kimselerdir. NİSA-117. Onlar, ALLAH ı bırakıp yanlızca cansız sembollere sığınıyorlar; böylece isyankar bir şeytana sığınmış oluyorlar MAİDE-72. Gerçekten "ALLAH meryem oğlu mesihtir" diyenler hakikatı inkar etmiş olurlar; bizzat mesih in "Ey israil oğulları ! yanlızca hem benim rabbim ,hemde sizin rabbiniz olan ALLAH a kulluk edin" dediğini gördükleri halde unutmayın kim ALLAH tan başka bir varlığa ilahlık yakıştırırsa ALLAH onu cennet ten mahrum edecek ve böylelerinin varış yeri cehennem olacaktır;ve böyle zalimler kendilerine bir yardımcı bulamayacaklardır. Buraya kadar yazdığım Sure, Ayet çarpıtılmadan hasbelkader yazdım devam edeceğim ve hepsine inanıyorum.
  23. Bu inanç sızların ağa baba larından biri inanmamasını söyle açıklamış bir zaman, elimdeki süpürgeyi su dolu kovaya soktum o süpürgeyle duvara vurdum duvardaki izlere baktım tesadüfen oluşmuştu demekki her şey bir tesadüf imiş. O izlerin oluşmasının sebebini her şeyi bir tarafa bıraksın yanlız kolunu sallaması tesadüfü ortadan kaldırır bunların kafa yapısı bu ve birde yazdıkları veya iddia ettikleri bir şeyi ya eksik yazarlar yada çarpıtırlar cevap vermesi zor olsun diye hani bir deli kuyu- ya bir taş atmış kırk akıllı çıkaramamış misali bir de salladıklarına kendi- lerinin inanmaları da işin komik yanı hülasa bunlar olacak yamuk olmasa doğru nasıl anlaşılır. Hak söz adlı yazıcı baştan şunu yazayım Sure ve Ayet leri karışık yazmış sın cevap vermesi zor olsun diye Ayetin baş tarafını veya devamını yaz-mamışsın anlam kargaşası yaratmak için buradan şunu yazacağım ben verdiğin Sure ve Ayet lere baktım (bir daha) hiç bir çelişki yok haşa birde namusum ve şerefim üzerine yemin ederimki sen yalan söylüyorsun yalancısın ALLAH ı kan dökücü kabadayı gibi tasvir etmek en azından ayıptır ben KUR,AN da yanlış buldum diyorsun yanlışa sevk- etmek için habire şirk koşanların hakkındaki hükmü yazıyorsun ne yani ALLAH yarattığı insan tarafından tanınmayacak hayatı boyunca inkar edecek kendi benliğini tanrı yerine koyacak tevbe etmeyecek ALLAH adalet sahibidir ceza vermezse doğru yaşayanlar haksızlık olmazmı. Birde iyilik yapanlar niye af olmaz diyorsun ALLAH a şirk koşan af olmaz bütün dünyayı doyursa bile firavun gibi nemrut gibi fakat yazdıklarına cevap vreceğim tek tek ne kadar karışık yazıp iftira atsanda.
  24. muta şurada cevap verdi: kursatotcu başlık Din Felsefesi
    "Sendedir mahzen-i esrar, muhabbet sende Sendedir maden-i envar-ı fünün sende Gizli gizli dahi vardır,nice halet sende Ma,rifet sende, hüner sende, hakikat sende Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen Şeyh Galip. Soru soranlar evvela kendinize bakın kendinizi anlayın sonra Esmaya akıl yürütün. Soru 31: evrim raslantı varyasyonlarla açıklanabilir mi? Kuşkusuz evrim kuramının bugün bile çeşitli noktalarda yetersizliği gösterilebilir. Bilindiği gibi, "canlı" dediğimiz organizma değişik işlevli organlarıyla koordine edilmiş bir bütündür. Bir parçasında oluşan bir aksaklık organizmanın tümünün işleyişini etkiler. Örneğin, görme işlevine ilişkin yapılaşmayı alalım. Görmek için çok sayıda düzeneğin işbirliğine ihtiyaç vardır: göz ve gözün iç düzeneklerinin yanı sıra beyindeki özel merkezlerle göz arasındaki bağıntılardan söz edilebilir. Bu karmaşık yapılaşma nasıl oluşmuştur? Biyologlara göre evrim sürecinde, gözün oluşumunda ilk adım kimi ilkel canlılarda deri üzerinde ışığa duyarlı küçük bir bölümün belirmesiyle atılmıştır. Ancak doğal seleksiyonda bu kadarcık bir oluşumun kendi başına canlıya sağladığı avantaj ne olabilir? Öyle bir oluşumla birlikte beyinde görsel merkez ile ona bağlı sinir ağının da kurulması gerekir. Oldukça karmaşık olan bu birbirine bağlı düzenekler kurulmadıkça "görme" dediğimiz olayın ortaya çıkması beklenemez. darwin varyasyonların rasgele ortaya çıktığı inanandaydı. Öyle olsaydı, görmenin gerektirdiği o kadar çok sayıda varyasyonun organizmanın değişik yerlerinde aynı zamanda oluşup uyum kurması gizemli bir bilmeceye dönüşmez miydi? Bu güçlüğü darwinciler iki yoldan açıklamayı denemişlerdir: İlkin organizmadaki bir değişikliğin herhangi bir noktada sınırlı kalmadığı, organizmanın tümünü etkilediği savına başvurulmaktadır. darwin "korelasyon ilkesi" dediği bu savı kimi örneklerle desteklemeye çalışmıştır. Örneklerden biri mavi gözlü beyaz kedilerin sağır, tüysüz köpeklerin dişlerinin zayıf oluşudur. Ne var ki, kimi eleştiricilerin de belirttiği gibi, bu tür olaylar korelasyon ilkesini değil, olsa olsa birlikte giden değişiklikleri örneklemektedir. Tüyler ile dişlerin gelişimi aynı koşullara bağlıdır; birini aksatan nedenler diğerini de etkiler. Oysa görme için birbirini tamamlayıcı bir dizi değişikliklere ye bunların tam bir uyum ve eşgüdüm içinde çalışmasına ihtiyaç vardır. Bu nedenle görmenin oluşmasını gelişigüzel varyasyonlardan yola çıkan doğal seleksiyonla açıklama yerine, belki de darwincilerin kolayca içlerine sindiremeyecekleri içten gelen yönlendirici bir ihtiyaç ya da eğilime bağlamak daha yerinde olur. Böylece değişik düzeylerdeki organizmaların (örneğin, omurgalılar ile mollusc'ların) görme düzeneklerindeki raslantı sayılamayacak yakın benzerliği de açıklama olanağı doğmaktadır*. Sıradan bir mollusc olan Pecten'in gözünde bizimkinde olduğu gibi retina, kornea ve selüloz dokulu lens vardır. Şimdi evrim düzeyleri bu denli farklı iki türde bir dizi raslantıyı gerektiren bu yapılaşmayı salt doğal seleksiyonla nasıl açıklayabiliriz? Bu soruyu soranlardan biri de Yaratıcı evrim adlı kitabında darwinciliğin mekanik anlayışına karşı çıkan filozof Henri Bergson'dur: Nasıl olur da sonsuz denecek kadar çok birtakım küçük varyasyonlar, eğer bu varyasyonlar salt raslantı ise, evrimin birbirinden bağımsız iki kolu üzerinde aynı planı izlesin? Evet, nasıl olur da tek tek alındığında hiçbir işe yaramayan birtakım varyasyonlar iki kolda da doğal seleksiyonla aynı sıra veya düzende korunarak biriktirilmiş olsun? darwincilerin bu soruya doyurucu yanıt verip vermedikleri tartışılabilir. Bu yazıyı yazan evrimci bir prof tur başka söze gerek yok galiba evrim masaldır diyo.
  25. Önce vatan diyen logon da da Türk bayrağı var sen önce o şanlı bayrakta ki ay ve yıldızın ne anlama geldiğini öğren ondan sonra islamı tartış.Her medeniyetin her milletin inişi çıkışı olur burada ki hata yönetim ilim bilim sanayi toplumuna geçememe vs olur ama islam dedinmi orada dur. Evvela ne biliyorsun derli toplu onu söyle ondan sonra bildiklerini tartışalım tamammı.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.