Φ İNTERLOCK Gönderi tarihi: 26 Ekim , 2013 Gönderi tarihi: 26 Ekim , 2013 dali-dream Düşün ne olduğuna gelince: Düş, algılayıcı özbenliğin/sensory, kendi tinsel varlığında, olguların biçimlerini bir anda görme durumudur. Çünkü özbenlik tinsel durumdayken olguların biçimleri onda gerçekleşmiş bir haldebulunmaktadır. Diğer tinsel varlıklarda da durum böyledir. Hepsinde..Algılayıcı özbenlik/nefsü'n nâtıka, cisimli maddiobjelerden ve bedensel algı yollarından arındığızaman, başlıbaşına tinsel bir durum alır. O da biranda uyku nedeniyle olur. Uykunun buna nedenyol açtığını anlatacağız. Demek ki algılayıcı özbenlik, uykunun yardımıyla, görüp algılamak için yöneldiği "geleceğe" ilişkin işler konusunda bilgiyi alır ve doğrudan kendi algı merkezlerine iletir.Algılayıcı özbenliğin uyku sırası/düşte bilgi kapışıgüçsüz, algılaması açık ve net değilse-ki düşgücü/imgelemde meydana gelen benzeyişler, benzeyenşeyler yüzünden böyle olabilir-o zaman benzerliğinoluşturduğu karışıklığı gidermek için "düşyorumu/tabir/decode'a" gerek duyulur. Bilgi kapış, daima böyle güçsüz olmaz. Kimi zaman güçlü olur.Böylebenzerliklerin oluşturduğu karışıklıklardan uzak kalır. Uyku sırasındaki bilgi kapış bu durumdaysa, artık alınan bilgiyi netleştirmek için bir "düşyorumu" na gerek duyulmaz. Benzerlikleri ve imgeleri ayıklama diye bir şey sözkonusu olmaz. Onlardan arılanmış durumdadır çünkü.Algılayıcı özbenliğin, geleceğe ilişkin bilgi elde ettiği anı nasıl olur?Algılayıcı özbenliğin tinsel varlığı, "güç/bilkuvve ya da tasavvurî" durumundadır. Bu varlık, "iş/fiil/hâl" durumundaki "salt düşünce/taakul-u mahz/saf akl" niteliğine gelebilmesi için bedenle, bedenin duyusal yollarıyla olgunlaşır ve "iş" durumundaki/bilfiil varlık niteliğine ancak öyle kavuşur. Yetkinliğe ancak öyle ulaşır. Böyle bir duruma ulaştığı zaman ise artık hiç bir bedensel araca gerek kalmaksızın algılayabilen tümüyle tinsel/ruhanî bir varlık olur. Ama yine detinsel varlık olmakta, "en yüce kesim/ufuku'l â'lâ" halkı olan meleklerin türünden aşağı basamaktadır. Şundan dolayı ki; melekler, varlıklarını, ne bedensel duyu yollarıyla ne de başka destekler/inançlar ile olgunlaştırmışlardır.Bedende bulunurken, algılayıcı özbenliğin/sensoryo yetkinliğe ulaşma yeteneği her zaman vardır.Bu yetkinliğin bir "özel/hass/duyucu" su vardır."Veliler" deki bu türdendir.Bir de "genel/amm/communal" olanı vardır.Bu ise genel olarak tüm insanlarda olan türdür.İşte düş/rüya olayı, düş görürken ortaya çıkan algılamaların geçtiği; "an/sınır/telkin/bağlantı hattı/II" budur.İbni HaldunMukaddimeSensory:Algılayıcı/Duyarga.Fiziksel ortam ile endüstriyel amaçlı elektrik/elektronik cihazları birbirine bağlayan bir köprü görevlisi/destek/ikinci. Sensory/Sensör:Endüstriyel proses/industrial process ya daansal aşama süreçlerinde;"kontrol, koruma ve görüntüleme" gibi çok geniş bir kullanım alanına sahiptir. 2 Alıntı
Φ İNTERLOCK Gönderi tarihi: 26 Ekim , 2013 Yazar Gönderi tarihi: 26 Ekim , 2013 Peygamberlerde ise daha başkadır. Onlarda var olan,"insansılıktan sıyrılıp salt melekliğe" geçiş yeteneğidir.Ki, insanlarda bulunan tinselliklerin en üstünüdür bu.Peygamberlerdeki bu yetenek, "vahy" durumlarındayinelenerek belirir. Bedensel algılama yollarının üstüneçıktığı zaman/farklı titreşim boyutlarında iken belirir bu yetenek. O sırada uyku durumundaki algılanana benzer bir algı oluşur. Birçok yönden daha üstün bir basamakta bulunsa bile, uyku durumundaki algıya olan benzerliği açıktır. Bu benzerlikten dolayı "şeriat koyucu Hz. Muhammed" düşten söz ederken, "peygamberliğin kırkaltı cüzünden biri" olduğunu söylemiştir. Bu söz, "..kırküç cüzünden, yetmiş cüzünden.." biridir biçiminde de aktarılır. Ama hiç birinde temel amaç olarak sayı hiç önemli değildir. Çokluk ve aşamalardaki değişiklik anlatılmak istenmiştir..Tüm insanlarda güç durumunda/bilkuvve bulunan algı yeteneği uzak bir yetenektir. İş durumuna ulaşmasına elvermeyen birçok uğraştırıcı ve engelleyici parazitler/şeyler vardır. Bunların en büyüğü de "dış duyular" ya dahiss'lerdir. Onun için Tanrı, duyularının perdesi uykuda kalkabilecek yapıda yaratmıştır insanları. O uyku ki, insanlar için doğal bir olaydır. Algılayıcı özbenlik, perde kalktığı zaman ve hemen bilgi almaya girişir. "Gerçek dünyası" ndan almaya yöneldiği bilgilerden elde etmeye koyulur. Elde eder de kimi zaman.. Bir anlık bir süre içinde.. İşte o zaman, algılayıcı özbenlik, isteğine kavuşmuş olur. Bundan dolayı şeriat koyucu, uyku sırasındaki algıyı, "peygamberliğin müjdeci" lerinden saymıştır. "Peygamberlikten bir şey kalmadı müjde-cilerinden başka." demişti"Ey Tanrı elçisi, anlatmak istediğin hangi müjdecilerdir?" diye sordular. O da:"Demek istediğim temiz düştür. Ki onu temiz insan görür. Ya da o insana görmesi sağlanır." diye karşılık verdi.Şimdi, uyku sırasında "duyuların perdesi" nin nedenkalktığını sana anlatayım:Algılayıcı özbenlik, "cisimli hayvansal ruh" ile algılar veişlevini yerine getirir. Hayvansal ruh, ince "buhar/astral" dir. Ki, merkezi, "kalbin sol iç kesimi" ndedir. Calinus'un ve başkalarının teşrih/anatomi ile ilgili kitaplarında ifadeettiklerine göre böyledir. Hayvansal ruh, küçük-büyükkan damarları/şiryanat ve uruk ile birlikte tüm vücuttadolaşır, duyu, hareket verir, diğer bedensel işlevlerde de bulunur.Hayvansal ruh'un ince/ yoğun olmayan varlığı, beyine/ dimağ'a da yükselir ve ilettiği serinlikle onu dengeye kavuşturur. Beynin içindeki güçlerin ödevlerini eksiksiz yerine getirmelerini sağlar.İşte algılayıcı özbenlik, buhar niteliğindeki ruh aracılığı ile algılar ve düşünür. Bu ruh'a bağlıdır her zaman. İbni HaldunMukaddime Calinus/Galenos:-Pergamon/Bergama'lı,İÖ 129 Bergama-doğumİÖ 199 Roma-ölümDeneysel fizyolojinin kurucusu sayılan, Eski Yunanlı hekim. Eski çağların en büyük hekimlerinden biri olan Galenos'un kuramsal ve uygulamalı tıp alanında etkisi, ortaçağ ve Rönesans boyunca bütün tıp dünyasına egemen olmuştur. Dört Beden:1- Fizik beden: Corps Physique.Kendiliğinden hareket yoktur.2- Esirî beden: Corps Etherique.Hayat kudretlerinin makarrı/merkezi,Fizik bedenin şeklini verir, canlandırır.3- Astral beden: Corps Astral.Mental Merkezin gezegeni/planetary/Hayat menbaı.Hassasiyetin, tahayyülün, ve hayvanî ihtirasların makarrı.Düşünce vardır ve fakat aklî değil, hissibir düşüncedir. Fizik bedene bağlıdır. Fazla uzaklaşamaz.4- Mental beden: Corps Mental.Ansal/Zihinsel/Düşünsel Beden/Cesed.Astral bedeni canlandırır.Diğer üç bedene göre en seyyal olanıdır.Asil ve yüksek düşüncenin, irade ve zeka'nın makarrı.Kazanılmış tüm hatıralar ve bilgiler buradatekerrür eder. Tüm şuurlu hadiseler burada geçer.Taakkul ve muhakemenin yeri.Ruh ve KâinatBedri Ruhselmanİkinci kısım-Birinci bahis 1 Alıntı
Φ binyamin Gönderi tarihi: 26 Ekim , 2013 Gönderi tarihi: 26 Ekim , 2013 brahma tanrısı adına 1 Alıntı
Φ İNTERLOCK Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2013 Yazar Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2013 brahma tanrısı adına ya da; ibrahim.. saniyen; mihrab.. salisen; yazmıyacağım.. söylemiyeceğim işte.. sizin gibi inançlılara.. bilmeden inançlı olanlara.. çakma ateistler sizi.. selâm.. .. Alıntı
Φ binyamin Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2013 Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2013 ya da; ibrahim.. saniyen; mihrab.. salisen; yazmıyacağım.. söylemiyeceğim işte.. sizin gibi inançlılara.. bilmeden inançlı olanlara.. çakma ateistler sizi.. selâm.. .. demek'ki neymiş düştün bal gibi ayağa kaldırayım dur ! erişilmez ikona yardım edeyim artık ihtiyar'i candan bu kadar yani Alıntı
Φ İNTERLOCK Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2013 Yazar Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2013 Böyle bir aracılığa gerek duyulmasının nedeni şudur:"Oluş/yaradılış/tekvin/kün/genesis" yasası, yoğunolmayan/ince bir şeyin, yoğun şeyi etkiliyememesinigerektirir. Bedensel maddeler içinde "hayvansal ruh"incelip yoğunluğunu yitirince, "cisimlilik/organizma/vücud/proje/de, karşıt kesimde olan/mübayin, yanibeyn'i kontrol altında tutan/iletişim kuran ve bilgiyi aktaran bir varlığın etkilerini yüklenen araç/vasıta/enstrüman olmuş olur. Etkilerini yüklendiği o varlık, "algılayan özbenlik" tir. Böylece algılayıcı özbenliğin etkileri de organizma/vücud da hayvansal ruh aracılığıyla oluşabilmiştir.Yukarıda sözünü etmiştik, algılayıcı özbenliğin algısıiki çeşittir: Biri "dış" duyularla algısı. Bu dış duyular beş adeddir. Diğeri ise "iç" duyularla algısı. Bu duyular ise beynin güçleri/kuvve/astral, mental vs.beden'lerin üstündekontrol gücü/check out olmak durumudur. Gerek iç, gerek dış duyularla sağlanan algıların tümü,algılayıcı özbenlik için engelleyicidir. Onu, kendisinindaha üstündeki tinsel varlıklardan/zevat-ı ruhaniyyebilgi algılamaktan alıkoyar. Aksine algılayıcı özbenlik,yaradılıştan bu tür algıya yatkındır, yeteneklidir.Dış duyular cisimli/objective oldukları için, algılarkengüçlük ve sıkıntı çekmeleri yüzünden, uyku ve ağırlıkçöker üstlerine. Epey uğraşıdan dolayı bu ağırlık ruhukaplar. O nedenle tanrı onlara, kendilerini toparlamaisteğini vermiştir. Algının yetkin/mükemmel biçimde soyutlanıp, güçlenmesi için. Bu da ancak, hayvansal ruhun, dış duyulardan/beş duyudan bütünüyle çekilip iç duyuya yönelimi ile mümkündür. İşte bedeni saran gece serinliği o toparlanmaya ve hayvansal ruhun içduyuya yönelmesine yardımcı olur. Gece serinliğinde insanda bulunan doğal sıcaklık, vücudun derinliklerini ister ve onun dışından içine doğru iner. Bundan dolayı biniti olan hayvansal ruhu içe doğru sürüp, götürür. Gece serinliği böyle bir sonuca yardımcı olduğu için de uyku daha çok geceleyin gelir insana. İbni HaldunMukaddime KUR'ANYUSUF-12: 76"Dilediklerimizi derece derece yükseltiriz biz. Her bilgi sahibinin üstünde bir başka bilen vardır. "nerfe'u derecâtin men neşâ'ü ve fevka külli zî'ılmin 'alîm." Vücud mertebeleri muhteliftir. Ve vücud âlemleri ayrı ayrıdır. Ayrı ayrı oldukları için, vücudda rüsuhu bulunan, yani sağlam, sürekli ve bilgisi yeterli bir tabaka-i vücudun bir zerresi, o tabakadan daha hafif bir tabaka-i vücudun bir dağı kadardır ve o dağı istiab eder/içine alır/kaplar.Meselâ: Âlem-i şehadetten olan kafadaki hardal kadar kuvve-i hâfıza; âlem-i mânadan bir kütübhane kadar vücudu içine alır. Ve âlem-i hâricîden olan tırnak kadar bir âyine-i vücudun, âlem-i misal tabakasından koca bir şehri içine alır. Ve o âlem-i hâricîden/dış âlemden olan o âyine ve o hâfızanın şuurları ve kuvve-i icâdiyeleri olsaydı, birzerrecik vücud-u hâricî kuvvetiyle, o vücud-u mânevide ve misâlide hadsiz tasarrufat ve tahavvülât yapabilirlerdi. Demek vücud rüsuh peyda ettikçe, kuvvet ziyadeleşir; az bir şey, çok hükmüne geçer. Hususan vücud rusuh-u tam kazandıktan sonra, maddeden mücerred ise, kayıt altına girmezse; o vakit cüz'î bir cilvesi, sair hafif tabakat-ı vücudun çok âlemlerini çevirebilir. Alıntı
Φ democrossian Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2013 Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2013 Peygamber olduğunu iddia eden birisi için bu iddiasına alet edebileceği en kestirme araç, rüyalardır. Bu yolla değil başkalarını, kendi kendisini bile peygamber olduğuna ikna edebilir. Zamanla bir hayal dünyasına gömülür ve önce rüyalar, sonra halisünasyonlarla zihninde yarattığı bir sanal dünyanın esiri olur. Gerçekleri çarpıtılmış şekilde görür ve kendi dahil, çevresini de bu çarpıtılmış hayallere inandırabilir. Oysa bilim sayesinde biliyoruz ki rüyalar, beynin uykuda faaliyetine devam etmesinden başka hiç bir şeydir. Hiç bir dış gerçeklikle en küçük ilişkisi yoktur ve olamaz. "Düş ürünü" sözü boşuna söylenmemiştir. Uykuda görülen düşlere rüya diyoruz. Giderek hayal dünyasına gömüldükçe kişi uyanıkken de düş görmeye başlar ve buna da halisünasyon diyoruz. Halisünasyonlar tehlikelidir, ruhsal hastalıklara kapıyı açar. Bunlara kapılan paranoyaya kadar gider. Kendini kurtarıcı, mehdi, peygamber, cinlerin efendisi, tüm bilgilerin sahibi gibi nitelemesi sürpriz olmaz. Her tür paranoyaya saplanabilir. Alıntı
Φ democrossian Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2013 Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2013 Sözler Hah! Şimdi foya çıktı meydâne... Hepsi de birbirinden merdâne... Dökülmüş inciler dâne dâne... Tevekkeli bir insanın işi olmaz rüya ile hayal ile... Talebelerinin ağaç dalları arasına koyduğu Barla ekmeğini allah gönderdi zanneden bir meczubun sözlerini okumak işte bu hayal alemlerinde düşlere dalma sonuçlarından başka bir sonuç vermez... 1 Alıntı
Φ İNTERLOCK Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2013 Yazar Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2013 .. işte sevgili @@democrossian tek göz ile evreni seyretmekte.. olduğunun itirafı.. açıkça sormuş olsa idin.. yine açıkça söylerdim.. ve bundan sonra da.. kafana bi şey takıldığında.. peşin hüküm verecek yerde sor.. sana doğruyu söylerim.. burada ifade ediyorum ki.. bendeniz cennet kuşu'nun.. o cemaat ile hiç bir ilişkim olmamıştır.. bir defa ve bir pazar sabahı.. eyüp'te kahvaltıya davet ettiler.. gittim.. o kadar.. ancak şunu söylemek isterim; Said-i Nursî öğretmenimdir.. öğrenicisi olmaktan şeref duyarım.. ara-sıra görüşürüz.. baş başa.. ama aramıza kimesneler giremez.. sokmam.. açıklamak boynumun borcu idi.. çünki sordun.. en azından imâ ettin.. en açık biçimde söyledim.. merhaba.. .. Alıntı
Φ democrossian Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2013 Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2013 E iyi işte ben de onu diyorum. Adam ekmeği allahtan diye yorumluyor. Hepimiz biliyoruz ki o ekmek allahtan filan değil. Normal yurdum ekmeği fırında pişti ve bir talebesi getirip oraya koydu. Çünkü adam "bana yardım mı getirdiniz" diye kızıyor, haşlıyor getireni. Garipler de ancak böyle ekmek getirebiliyorlar. Aynı talebeleri gibi jandarmalar bu yaşlı adama acıyıp kelepçeleri sıkmadan alel usül takıyorlar, namaz vakti gelince allah kelepçeleri açtı diyor. Buna benzer daha neler... Yok mesele ihtar edildi, yok yazdırıldı... Bunlar hayal aleminin halisünasyonları... Öğretmenini bir daha gözden geçir. Doğruyu görecek zekaya sahip olduğuna inanıyorum. Alıntı
Φ democrossian Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2013 Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2013 Ayrıca @@İNTERLOCK dostum, altını dolduracağın iddialarda bulunmalısın. Ben tek göz ile filan bakmıyorum. Ben çok kapsamlı ve dikkatli bakarım. İma ettiğimden bahsediyorsun ama, senin ne ima ettiğin bile anlaşılmıyor. Ben ima falan etmem. Saygı duymadığım adamların reklamını yapmamak için isimlerini söylemem. Reklamın kötüsü olmaz bilirsin. Reklam reklamdır. Bir kişinin adı iyi de kötü de anılsa sonuçta adı çok anılınca reklam olur. Bu yüzden gündem oluşturmak için dalavereci politikacıların ortaya attıklarını bile tartışmıyorum. Bunlar artık dalavereci, tescillenmiş bu. Ne konuşsalar boştur, değerlendirmeye almaya bile değmez. Onların saçmalıklarını gündeme almak bile gereksizdir. Geçende tanık olduk, "abooo" mu "anoooo" mu ne dediği bile anlaşılmayan bir adamın işgal ettiği makam ne olursa olsun, ciddiye alınabilir mi? Adam "anooo, bir giyinmiş" diyor yahu! Bu ağzı köy kahvesinde ahmedağa kullanır yani. Oturup bu adamı eleştirmeye değer mi? Değmez... Aynen böyle işte... Bir de bana değil ama, "çakma ateist" filan diyorsun. Bu tür sözlerin altını doldurmazsan boş laftan öteye gitmez. Şakaya filan getiriyorsun ama, sonuçta itham yani bu tür sözler. Altı doldurulmayınca olmaz. Bundan sonra ateistler çoğalacak. Bunu hazmedeceksiniz. Aslında çok ateist var ama, reklam olmasın diye sessiz kalıyorlar. Haberiniz olsun, sessiz ve derinden bir ateist hareketi uç verdi. Bununla yüzleşmeye hazır olmanız gerekiyor. Baskılar evet şu an ateistleri susturuyor. Ama bu hep böyle gitmeyecek. Yakında bu ülkede müslümanım demek kadar ateistim demek de normalleşecek. Normalleşmek zorunda. Aksi halde inanç özgürlüğünden söz edilemez. Tam bir inanç özgürlüğü sağlamak için dindarların bile ateistim deme hakkını savunması gerekiyor. Baskı filan yok diyebilirsiniz. Ama olduğunu biz biliyoruz. Yaşayan bilir. İlla dövmeye öldürmeye çalışmaları şart değil. Gönül koyarak, üzülerek, hatta ağlayarak duygu sömürüsü yapıyorlar. Ateistliğini dile getirmene ellerinden gelen her yolla engel olmaya çalışıyorlar. Son çare üstü kapalı tehdit ediyorlar. Eğer bir ortam bulsalar neler yapacakları belli değil. Aslında belli. "Müşrikleri gördüğünüz yerde öldürün." Alıntı
Φ İNTERLOCK Gönderi tarihi: 28 Ekim , 2013 Yazar Gönderi tarihi: 28 Ekim , 2013 Ne zaman hayvansal ruh, dış duyulardan çekilip iç duyulara döner, böylece algılayıcı özbenlik, engelve uğraştırıcılıklarından bir ölçüde kurtulup yükünü azaltır ve bellekte var olan biçimlere başvurur, o zaman bileştirme ve çözme yoluyla, bellekteki biçimlerden düşsel biçimler oluşur. Böyle oluşan biçimlerin çoğu yadırganmaz. Çünkü bunlar kısa süre önce algılanmışlardan çıkarılıp yapılmışlardır. Sonra, bu biçimleri, dış duyuların toplayıcısı olan"ortak duyu/hiss-i müşterek" alıp kendine indirir. O zaman dış beşduyu'nun algılaması gibi algılar.Bir an olur ki, algılayıcı özbenlik iç duyu güçleriyle uğraşırken, kendi tinsel varlığına da bir an yönelir.İşte aynı aşamada kendi tinsel varlığının algısıyla doğrudan algılar olur. Çünkü algılayıcı özbenlik,böyle bir algıya yatkın bir yapıda yaratılmıştır.Kendi tinsel varlığıyla algıya geçerken kendisiyleilişkili şeylerin de biçimlerini kapıp alır. Ve sonra düşgücü alır bu biçimlenmiş düşünceleri. İşte bu aşamada düşgücü, bunları, ya gerçekte olduğu gibi ya da benzerlerini, bilinen ve tanınan kalıplar içinde imgeler. Bunlardan bazı benzer olanlarının alınıp betimlenenleri, düşyorum/tabiri gerektiren türüdür. Algılayıcı özbenlik gerekli algılamalarda bulunmadan önce, düşgücünün bellekte bulunan biçimleriyle bileştirme ve çözmeye girişmesi ise, karışık düşleri oluşturur.Sağlam bir hadise göre Peygamber şöyle der:"Düş, üç türlüdür: Tanrıdan olan düş, melekten olan düş ve şeytandan olan düş."Bu açıklama, bizim konuyla ilgili anlattıklarımızauymakta; Bizim "açık düş" olarak ifade ettiğimiz, "Tanrıdan olan"dır. "Benzer görüntüler, yorumugerektiren benzerlikler" dediğimiz de "melektenolan", "Karışık" dediğimiz de, "şeytandan olan"dır. Çünkü şeytan, her türlü boşun ve saçmalığınkaynağıdır.İşte "DÜŞ" ün gerçeği budur.Düşe yol açan, onu hazırlayan "UYKU" da yineanlattığımız biçimde rol oynar bu olayda.Düş olayı, insansal ruhun özelliklerinden biri olarak insanların tümünde vardır. Hiç bir insan bu olay yönünden boş değildir. Her insan, uyanıkken karşılaştığı şeyleri, daha önce düşünde gördüğüne bir çok kez tanık olur. O zaman kesinlikle anlar ki, algılayıcı özbenlik, uykuda bilinmeyene ulaşıp algılayabiliyor. Algılaması da gereklidir.Olay, uykuda gerçekleşince başka durumlarda da gerçekleşmemesine neden yok. Çünkü algılayıcı özbenlik, aynı özbenliktir ve özellikleri, bütün budurumları içine alacak biçimde, her zaman vardır onda.Gerçeğe ulaştıran Tanrıdır.Nimeti ve iyiliği ile..İbni HaldunMukaddime Alıntı
Φ Radya Gönderi tarihi: 28 Ekim , 2013 Gönderi tarihi: 28 Ekim , 2013 Calinus/Galenos: -Pergamon/Bergama'lı, İÖ 129 Bergama-doğum İÖ 199 Roma-ölüm Deneysel fizyolojinin kurucusu sayılan, Eski Yunanlı hekim. Eski çağların en büyük hekimlerinden biri olan Galenos'un kuramsal ve uygulamalı tıp alanında etkisi, ortaçağ ve Rönesans boyunca bütün tıp dünyasına egemen olmuştur. Hemşehrim olur kendisi.. Alıntı
Φ İNTERLOCK Gönderi tarihi: 28 Ekim , 2013 Yazar Gönderi tarihi: 28 Ekim , 2013 @@Radya ne güzel.. 1 Alıntı
Φ democrossian Gönderi tarihi: 28 Ekim , 2013 Gönderi tarihi: 28 Ekim , 2013 .. peki.. .. Abimsin... Derin saygılar... Not: Smiliyi görünce "nasıl da sırıtırsın de mi köftehor" dediğinden eminim... 1 Alıntı
Φ İNTERLOCK Gönderi tarihi: 28 Ekim , 2013 Yazar Gönderi tarihi: 28 Ekim , 2013 Abimsin... Derin saygılar... Not: Smiliyi görünce "nasıl da sırıtırsın de mi köftehor" dediğinden eminim... esasen senin temel kabullerini.. olaylara.. dünyaya bakış açını.. eğitiminden dolayı oluşturduğun felâsifeni eleştirecek.. değişmen için çaba gösterecek felân değilim.. niçün? bikoz bana böyle bi şi yapsalar.. acip bozulurum da ondandır.. @@democrossian dostum.. burada fikir teatileri yapıyos yaw.. inan (yok olmadı! biras geniş bakalım: trust..) eleştirilerini dikkatle okuyorum.. diğerlerine söylediklerini de.. sen bana bi değer vermişsin.. teşekkür ediyorum.. o değerin değerini biliyorum.. vee "kıs kıs sırıtıyorum işte!" va mı bi deycen? hade yallah bakem.. anca gidersin.. neriye? etrafı dağıtmaya.. peşindeyim.. birlikteyim.. bu cenahta bisle başa çıkcak kimesneler yoktur.. by .. Alıntı
Φ democrossian Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2013 Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2013 İbn Haldun, Galenos filan elbette zamanlarının bilginleri ama köprülerin altından çoook sular geçti. Onların zamanındaki bilim düzeyi, bugün ilköğretimin bile gerisinde. O yüzden böyle eski bilginlerin söylediklerinin hiç önemi yok. Çağdaş bilginlerin söyledikleri önemlidir. Günümüz psikanalizi, rüyalara Freud kadar bile önem vermiyor. Değil ki Haldun, Galenos filan ne demiş bir kıymeti olacak. Onlar çoktaaan aşıldı. Haldun mu kaldı, Galenos mu kaldı yahu? Günümüz psikanalizinde hastaya rüyaları pek sorulmaz bile. Çok daha geçerli testler vardır. Rüyalar zaten uykuda beynin çalışmayı sürdürmesinden başka bir şey değil. Beyin uyanıkken yapılan testler daha iyi sonuç verir. Rüyalarda hele hele ruhsal, kutsal bir taraf filan hiç mi hiç yoktur. Rüyanın tek kaynağı beyindir. Hiç bir dışsal kaynak, tanrı, şeytan, melek filan değildir. Bunlar uydurma efsaneler... 1 Alıntı
Φ İNTERLOCK Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2013 Yazar Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2013 Rüyalar zaten uykuda beynin çalışmayı sürdürmesinden başka bir şey değil. Beyin uyanıkken yapılan testler daha iyi sonuç verir. bu konuda tereddüd yok ki zaten.. ve efendim.. bizler uyumakta iken.. beyin uyumuyor ki.. ve hatta.. işine karışan olmadığından kelli.. daha bi rahat.. daha bi hızlı çalışıyor.. dip not: ..gibi gelmektedir bendenize! merhaba.. Alıntı
Φ democrossian Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2013 Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2013 Nasreddin hoca kadı olmuş. Karısı nasıl kadılık yapıyor bir bakayım diye gelmiş. Hoca davacıyı dinlemiş "haklısın" demiş. Davalıyı dinlemiş, ona da "haklısın" demiş. Karısı dayanamayıp "olur mu hoca böyle?" deyince "valla hanım sen de haklısın" demiş! 1 Alıntı
Φ İNTERLOCK Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2013 Yazar Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2013 .. "walla @@democrossian sen de haklısın.." @İNTERLOCK said.. Alıntı
Φ democrossian Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2013 Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2013 Neyse kadılığı yapamayınca bakkallık yapayım demiş. Bir kadın gelmiş. "Yağ var mı" demiş. Hoca "yok" demiş. "Un var mı?" "Yok." "Peki zeytin var mı?" "Yok." "Peynir?" "Yok." "Eee hoca, o yok bu yok, kapat git o zaman dükkanı?" "Ben de aynısını düşünüyorum lakin anahtar da ortada yok!" 1 Alıntı
Φ İNTERLOCK Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2013 Yazar Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2013 .. esasen efendim.. bak-kal ortamında.. yağ, un, zeytin, peynir vardır da.. hoca orada ironi yapmış canım efladım.. sen biçimlere takılıp-kaldığından kelli.. bakıp-duruyon.. heç bi şi çakmıyon yaw.. bak gene seyit'lik/efendi'lik bende kalsın; un, yağ, zeytin, peynir somut olarak var.. emme anlamı/soyut boyutu/görükmeyen tarafı yane "yok" u nirede.. işte bu kelimelerin anlamını açmak içün.. -decode yane- cânım @@democrossian anahtar/şifre çözmek lâzım he mi çucumuz? iş bu kelimeleri.. kavramlaştırıp.. kırpıp kırpıp yıldız yapıyosunuz.. sonra şaşıp kalıyosunuz.. hoca'ya sormuş bi romalı avam; "hoca, eski AY'ları ne yaparlar? deyu.. hoca yapıştırmış: "kırpar kırpar yıldız yaparlar:)) " canımız her bi şeyimiz nasr ed din.. nur içindesin.. biliyoruz.. .. Alıntı
Φ İNTERLOCK Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2013 Yazar Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2013 İbn Haldun, Galenos filan elbette zamanlarının bilginleri ama köprülerin altından çoook sular geçti. Onların zamanındaki bilim düzeyi, bugün ilköğretimin bile gerisinde. O yüzden böyle eski bilginlerin söylediklerinin hiç önemi yok. Çağdaş bilginlerin söyledikleri önemlidir. Onlar çoktaaan aşıldı. Haldun mu kaldı, Galenos mu kaldı yahu? -Dönemler ve yönetimler arasında karşılaştırma yaparak sonuçlara varma eğilimi, insan yardılışında var olan, bilinen bir eğilimdir. -Kimi yanlışlık olmadan başa gelir: Unutursun, bilinçsiz bir şey yaparsın, dolayısıyla doğru çizgiden, temel amaçtan uzaklaşırsın ve böylece yanlışa ve yanılgıya düşmüş olursun. -İşte bu nedenle: Kişi, kimi zaman tarihtekilerle ilgili bir çok haber işitir, durumların değişimlerini, devrimleri gözönünde tutup değerlendirmez ve ilk bakışta aklına ne gelmişse, ne duyup düşünmüşse ona göre bir anlayışa varır, eskileri, gördükleriyle karşılaştırır öyle değerlendirir haberi. Oysa arada birçok değişimler olmuştur, nice başkalıklar vardır. Bunu hesaba katmadığı için yanılgıların arasında bocalar kalır. YANLIŞ DEĞERLENDİRMENİN BİR ÖRNEĞİ: -Bunun bir örneği, (Zâlim) Haccac'la ilgili haberler aktarırlarken, tarihçilerin, onun babasını, (bugün bilinen) öğretmenlerden biriymiş gibi anlatmalarıdır. -Oysa çağımızda öğretmenlik, geçim yolu sayılan uzmanlık dallarından bir meslektir. Soyluların seçmeyi kendileri için küçüklük saymakta oldukları bir meslek. -Öğretmen kökünden kopmuş bir ağaç niteliğinde düşük ve küçük kişidir bugün. -Horgörülen ücretli zanaat adamlarından ve uzmanlardan birçoğu, adamı olmadıkları üst basamaklara adım atmaya yeltenirler. Erebileceklerini sanırlar o basamaklara. Onları bu yeltenişe iten, tutkularının kuruntularıdır. Çoğu kez tutundukları ipler ellerinde koparak yokolmanın, tükenmişliğin çukurlarına düşmüşlerdir böyleleri. Bunlar, ermek istedikleri şeylerin, kendileri için olanaksız olduğunu kavramazlar. -Zamanımızın öğretmenleri işte böyle, geçim yolu olsun diye seçilen birer meslek ve zanaat adamıdırlar. -İlk islâm döneminde, Emeviler'de ve Abbasiler'deyse öğretmenlik böyle değildi, o dönemlerde bilim ve öğretim, tam bir uzmanlık işi, bir meslek durumuna gelmemişti daha. Şeriat sahibinden işitileni olduğu gibi aktarma ve bilinmeyen dinî konuları öğretme niteliğindeydi. O da sadece başkasına iletme, duyurma biçimindeydi. -O zaman toplumu yöneten saygın ve soylu kişiler, Tanrının kitabını, Peygamberin hadislerini halka öğretme görevini de yapıyorlardı. Ama bir uzmanlık niteliğindeki öğretim biçiminde değil, haber iletme, haber duyurma anlamındaydı yaptıkları görev. -Bu görevi de şunun için yapıyorlardı: Öğrettikleri kitap, kendi kitaplarıydı. Peygamberlerine inen ve aracılığıyla doğru yola erdikleri kitaptı. Öğrettikleri islâm da, kendi dinleriydi. Uğrunda savaşmışlar, insanları öldürmüşlerdi. O dinin aracılığıyla toplumlar arasından sivrilip, özel bir yer tutmuşlar, saygınlaşmışlardı. Bu nedenle büyük bir tutkuyla iletiyorlardı onu herkese. Topluma anlatıp duyurma çabası gösteriyorlardı. Büyüklük duygusu, onları alıkoyamazdı böyle bir görevi yapmaktan. Başkaları istediği kadar burun kıvırsın, onları bu çabadan kimse uzaklaştıramazdı. -Buna şu durum bir kanıttır: Peygamber, çeşitli Arap elçileriyle birlikte en büyük, en yakın arkadaşlarını da göndermişti. O elçilerin geldikleri topluluklara islâmın ilkelerini ve dinin getirdiği uygulama alanına giren konularını öğretsin diye. Peygamber önce cennetle müjdelenmiş on arkadaşını, sonra da üstünlük yönünden kimler o on kişiyi izliyorsa onları gönderdi. -Ne zaman ki islâm iyice yayılıp yerleşti, islâm inanırları dal-budak saldı, giderek uzak ülkeler toplumları gelip yönetimi sahiplerinden aldı, geçen zamanla birlikte durumlar değişti, islâm yeni oluşumlar içine girdi, temel kaynaklardan şer'î hükümler çıkarma çabaları çoğaldı- çünkü olaylar ve ilişkiler çoğalmıştı-; işte o zaman, hüküm çıkarma çabalarında yanlışları önliyecek yasa koyma gereği duyuldu. Ve işte o zaman bilim, öğrenim ve öğretimi gerekli kılan bir uzmanlaşma alanı durumuna geldi. Sanatlar, zanaatlar, kafa yorulan meslekler arasına girdi. -Öğretim işi, ayrı bir uğraş durumuna gelince, devlet yöneticileri, hanedan, yalnızca ülkeyi-devleti yönetmekle yetindiler. Bilim ve öğretim işi, başkalarına bırakıldı böylece. Öğretim de geçim yolu sayılan bir uğraş oluverdi. Bilim ve öğretim işi böyle bir durum alınca, parlak yaşam süren soyluların ve devlet adamlarının yukarılarda olan burunları, onların bilime-öğretime girişmelerine engel oldu. Ve bu mesleğe yönelmek, horgörülenlere düştü. Dolayısıyla bu mesleği seçen kimse, soylular, egemenler katında küçük görüldü. -Yusuf Oğlu Haccac'ın babasına gelince: Sakîf kabilesinin ulularından, saygınlarındandı bu kişi. Biliyorsun, Sakîf'in Araplardaki soyluluğu, Kureyş kabilesiyle boyölçüşecek saygınlıktaydı. Ama Yusuf'un Kur'an öğretmesi, çağımızdaki türden bir öğretmenlik biçiminde değildi. Ücrete dayalı bir meslek, bir sanat değildi. -Anlattığımız gibi, islâmın ilk çağlarında nasıldıysa öyleydi onun öğretmesi. Mukaddime-I .. Alıntı
Φ democrossian Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2013 Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2013 O zaman fıkrayı şöyle devam ettireceğiz: "E hoca, madem ne şeker, ne un, ne yağ var, ben gideyim bari..." "Zaten sen de yoksun ki..." "Nasıl yani hoca?" "Zaten ben de yokum ki..." "Sen iyice kafayı yedin hoca... Sen yine medresene dön... Bu işler sana göre değil." "Medrese de yok ki..." "Lâ havle..." "Öyle değil, lâ mevcude..." "İllallah!" "Hayır, illa hû... Yâ hû..." "Sen iyice kafayı yedin." "Hayır, enel hak!" "Nenel bak?" "Nirvana..." "Hay kirvene..." Ayrıca... " islâmın ilk çağlarında nasıldıysa öyleydi onun öğretmesi" önermesi doğruysa kötü... Demek bir arpa boyu yol alamamış. Öğreti zaten kendi çağının bile gerisinde... Orada takılıp kaldıysa çok ama çok kötü... Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.