Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

ULUSA ÇAĞRI

I. HEDEF:

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, egemenliğini ve ulus esasına dayalı üniter yapının bütünlüğünü koruyarak,Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmış, güçlü ve müreffeh bir ülke yapmak.

 

II. DURUM TESPİTİ:

Politika ve Ulusal Güvenlik

Türkiye’de iç politika,Atatürk’ün ölümüyle başlayan süreçte,hızla dış yönlendirmelerin etkilerine açılmıştır.Soğuk Savaş sonrasının yeni koşullarına rağmen dış koşullandırmanın yörüngesinden kurtulamamıştır.Son dönemde özellikle küreselleşme çerçevesinde Türkiye’ye dayatılan ekonomi politikaları sonucunda, iç siyasal yapı gittikçe halktan kopmuştur. Bu tablo, Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye’nin iç politikaya mirası olan halkçılık unsurunu ve bağımsızlığı ortadan kaldırmıştır.

 

İç politikada bu görünümü derinleştiren ve süreklileştiren temel etken, dış politika ve yeni ekonomi-politik etkileşimdir. Nitekim, Soğuk Savaş sonrasında Türkiye’nin iç politikası geçmişin bağımlılık çizgisini sürdürürcesine bir yandan Avrupa Birliği sürecine kilitlenmiş, öte yandan ABD’nin Avrasya stratejisinin etkilerine ve yönlendirmelerine açılmıştır.

 

Türkiye’nin Batı’yla Soğuk Savaş yıllarında süren ittifakıyla çelişen bir dizi yeni gelişmeler ortaya çıkmıştır. Gerek Avrupa Birliği, gerekse ABD, Soğuk Savaş döneminde görülmeyen bir ısrarla; ayrılıkçı hareket, sözde Ermeni soykırımı, Kıbrıs, Ege, Ruhban Okulu, Patrikhane, Irak’ın kuzeyinde kukla devlet, Pontus gibi konuları Türkiye’nin gündemine taşımışlardır. Bütün bunlara rağmen Türkiye,Soğuk Savaş bitmemiş gibi davranarak, AB ve ABD ile ilişkilerini tek taraflı dayatmalar ve bağımlılıktan uzak, yeni bir eksene oturtabilme becerisini gösterememiştir.

 

Türkiye,tam üye olmadan çok olumsuz koşullarla Gümrük Birliği’ne girmeyi kabullenmiş, daha sonra da diğer aday ülkelere dayatılmayan koşulları içine sindirmiştir. Bu durum AB’nin Türkiye’yi içine almadan, kendine bağımlı kılmasının zeminini hazırlamıştır. Böylece Türkiye, Gümrük Birliği nedeniyle sadece ekonomik olarak değil, siyasi ve hukuki yönden de tek yanlı olarak AB’ye bağlanmıştır. Nitekim bugün AB süreci, Türkiye’yi Kıbrıs’ta Türk varlığının yok edilmesine, 2004’te Ege’nin kaybedilmesine doğru sürüklemektedir. Bu durum, Türkiye’nin milli reflekslerinin köreltilmesinin, dengeleyici yeni ilişkiler kuramamasının, öncelikle bölgesinde kişilikli bir aktif bölge gücü gibi davranamamasının hem nedeni, hem de sonucudur.

 

Üstelik bütün bu yaşananlar Türk halkından gizlenmiştir. Gerçeklerle halkın arasına perde çekilmiştir. Büyük sermaye ve güdümündeki medya yanlış bilgilendirme ve yönlendirmelerle bu zeminin yaratılmasına neden olmuştur. AB Türk halkına, bir zenginleşme projesi olarak sunulmuş; tek kurtuluş yolu olarak gösterilmiştir. Üstelik bu süreç halka, AB’nin Türkiye’yi bugün olmasa da yarın içine alacağı şeklinde yansıtılmıştır. AB fikri sürekli olarak canlı tutulmaya çalışılmıştır. Tek taraflı bağlanmanın kalıcılaştırılması için yoğun çaba harcanmıştır ve harcanmaya da devam edilmektedir. Dar bir çevrenin siyasal ve ekonomik gücü tekelinde tutması, gerçeklerin halktan gizlenmesine olanak tanımıştır. Bu noktaya gelinmesinin ana nedeni, sivil siyasetin bütün Türkiye yerine bu dar çevreyi temsil etmesidir. Oysa gerçek Türkiye geniş halk kitleleridir. Ne yazık ki, bugün gerçek Türkiye dağınıktır ve toplumsal demokrasiden yoksun bırakılmıştır. Bu dağınıklık sayesinde bu dar çevre ulusallığı köreltmeye yönelebilmiştir. Ayrıca Soğuk Savaş koşullarının etkisi ile Türkiye bağımsız politikalar üretme alışkanlığını yitirmiştir. Türk toplumunun ve devletinin bağımsızlık bilincini güçlendirecek politikalar hayata geçmemiştir.Böylece hedefleri ve özgüveni olmayan bir toplum yaratılmaya çalışılmıştır.

 

Dünyadaki gelişmeler ulus devletin önemini artırırken,ulus devletin tüm dünyada meşruiyet krizi yaşadığı iddiası bir gerçekmiş gibi zihinlere yerleştirilmeye çalışılmıştır. Halkın ortak çıkarlarının bütünleştirilmesi, devletin etkin ve sistemli bir organ olarak çalışması engellenmiştir.

 

Ekonomiden kültüre, hukuktan siyasete, kapsamlı ve etkin, Türkiye’nin kendi tehdit algılamasıyla şekillenmiş bir ulusal güvenlik stratejisi geliştirilememiştir.

 

Ekonomi

 

Türkiye sanayileşmede ilk adımları attığından bu yana, Batı ülkeleri bu alandaki gelişmeleri engellemeye çalışmışlardır.Batı sermayesinin denetimindeki Dünya Bankası,1950’den itibaren her zaman Türkiye’ye ağır sanayi sevdasından vazgeçmesini, Avrupa’nın kasabı ve manavı olmasını önermiştir. Türkiye uzun süre bu önerileri dinlememiş ve özellikle 1960’larda başlayan planlı kalkınma döneminde sanayileşmede anlamlı mesafeler almıştır.

 

Ancak 1980’lerden itibaren ekonomi yönetimi büyük çapta Dünya Bankası ve IMF’nin güdümüne bırakılmıştır. Buna bağlı olarak ekonomide ülkemizin ve halkımızın çıkarları doğrultusunda kalkınma, sanayileşme, ekonomik bağımsızlık hedefleri terk edilmiş; bu hedeflerin yerini, ekonomide güçlünün zayıfı, büyük sermayenin küçük sermayeyi, gelişmiş ülkenin azgelişmiş ülkeyi ezmesi anlamına gelen liberalizm, serbest piyasacılık ve finansal operasyonlar yolu ile rant sağlama düzenlemeleri almıştır.

 

Planlı kalkınmanın terk edilmesi, ithalatın kolaylaştırılmasıyla ekonomik kalkınmanın temeli olan sanayileşme tökezlemeye başlamıştır. 1996’da Gümrük Birliği’ne girilmesi ise Türkiye sanayiini gerileme sürecine sokmuştur. Bu süreç üç yönlüdür: Birincisi, mevcut sanayi tesisleri, özellikle KOBİ’ler kapanmaktadır; ikincisi, üretimine devam eden sanayi kuruluşlarında ithal girdi kullanımı çok yükselmekte, böylece Türkiye ucuz emek sömürüsüne dayalı, düşük katma değerle çalışan bir fason imalat ülkesine dönüşmektedir; üçüncüsü, Gelişmiş ülkelerin dev Çok Uluslu Şirketlerinin rekabeti karşısında Türk sanayi şirketleri ortaklıklar ve satın almalar yoluyla yabancı sermayenin eline geçmektedir. Bütün bunlar, hem sanayileşme hamlesinin durması, hem de mevcut sanayi varlığının Batı sermayesinin eline geçmesi anlamında Türkiye’nin sanayisizleşmesi demektir.

 

Türk sanayiinin ağırlıklı bölümünü hâlâ sanayileşmede ancak ilk basamağı ifade eden tekstil sektörü oluşturmaktadır. Sanayileşmenin ikinci aşamasında iki önemli sektörden biri olan beyaz eşyada kısmi bir başarı sağlanmış, diğer sektör olan otomotivde 25 yıllık çaba başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Sanayileşmenin üçüncü aşaması olan elektronik teknolojisi ise sıfır noktasındadır.Türkiye sanayileşme düzeyi olarak son 20 yılda yerinde saymıştır. Sanayideki bu manzara son 20 yılın liberal, küreselleşmeci ekonomi politikalarının iflasını tescil etmektedir.

 

Sanayi ve hatta perakendecilik dahil büyük ölçekli ticaretin Batı sermayesinin eline geçmesinin toplumsal ve siyasal sonuçları da son dönemde çok belirginleşmiştir. 1980 sonrasında, Türk büyük sermayesi, yalnız ekonomik faaliyetlerinde Batı büyük sermayesinin dümen suyuna girmekle kalmayıp, aynı zamanda kültürel, ideolojik ve siyasî olarak da hızla Batı’nın bir acentasına dönüşmüştür. Özellikle 1990’lardan itibaren büyük işadamlarının, büyük sermaye örgütlerinin, Kıbrıs konusu, Türk-Yunan ilişkileri başta olmak üzere hemen hemen her “millî davada” Türk Devleti ve Türk Milleti’nin görüşlerinden farklı görüşler savunması, hatta Brüksel veya Washington ağzıyla Türkiye’yi itham etmesi rutin bir olay haline gelmiştir. Türkiye’nin ve Batı’nın taraf oldukları herhangi bir uluslararası sorunda Türk büyük sermayesinin Türk tezini savunmasına ise adeta rastlanmaz olmuştur. Bütün bu gelişmeler, Atatürk’ün “ekonomik bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlığın olamayacağı” şeklindeki tespitinin yaşayan birer örneğidir.

 

Cumhuriyet’in ilânından sonra onbeş yıl içinde Türkiye’nin dünyada gıdada kendine yeterli yedi ülke arasına girmesi, Cumhuriyet’in en büyük başarılarından biri olmuştur.1980 sonrasının liberalizmi ise on yıldan da kısa sürede Türk tarımını çökme noktasına getirmiştir. IMF ve Dünya Bankası’nın yönlendirmesiyle Türk tarımı yavaş yavaş her türlü devlet desteğinden yoksun bırakılmıştır. Oysa hem AB, hem de ABD kendi tarım sektörlerini yüksek düzeyde korumaktadırlar. Tarım sübvansiyonları AB’de yılda 50 milyar dolara, ABD’de ise yılda 30 milyar dolara ulaşmıştır. AB ve ABD Türk tarımını çökertme politikaları, kendi ülkelerinde uyguladıkları büyük tarımsal destekleme sonucunda ortaya çıkmış olan dev gıda stoklarının eritilmesine yönelik genel bir stratejinin Türkiye’ye yansımasıdır. Tütünde “kaçakçılığa son verme” yaftası altında iç piyasanın dış tröstlere açılması sonucunda tütün ürünlerinde 1990’da % 20 olan yabancı menşeli ürün payı, 2001’de % 60’a yükselmiştir. Tarım ıslah istasyonları gerekçesiz olarak kapatılmış, devlet üretme çiftlikleri büyük ölçüde işlevsizleştirilmiş, Et Balık Kurumu ve Süt Endüstrisi Kurumu tasfiye edilmiştir. Sonuçta Türkiye kendini besleyemeyen, tahıl, et ve süt ürünlerinde ithalatçı bir ülke haline gelmiştir. Son dönemdeki IMF programları içerisinde yer alan şeker fabrikalarının ve Tekel’in özelleştirilmesine, tarım birliklerinden kamu desteğinin çekilmesine yönelik düzenlemeler de Türk tarımının tasfiyesine yönelik son adımlardır.

 

1980’lerde Türk ekonomisinin liberalizme geçiş adı altında IMF ve Dünya Bankası’na teslim edilmesi, Türk bankacılık sistemini de çökertirken, kamu maliyesini de borç batağına sürüklemiştir.Üstelik Türk ekonomisini müzmin borç batağına sürükleyen politikalardan hesap sorulmamıştır.1980’lerde ABD ve AB, ekonomilerindeki yapısal tıkanmayı aşmak için, dünyanın geri kalan ekonomilerinin mal ve finans piyasalarında egemenlik kurma kararını vermiştir. Küreselleşme adıyla sunulan bu strateji, gelişmekte olan ülkelere IMF ve Dünya Bankası tarafından dayatılmıştır. Türkiye de, 1980’lerin sonuna doğru bu yönlendirme doğrultusunda bütçe açığını iç borçlanmayla karşılamaya başlamış, sermaye hareketlerine serbestlik tanımış, döviz cinsi mevduata izin vermiş, faizler ve bankacılık üzerindeki denetimi gevşetmiştir.

 

Bu uygulamalarla 12 yıl içinde,

 

-Bütçe vergi gelirleri, bütçenin faiz ödemelerini zorlukla karşılar hale gelmiştir.

-Türkiye’nin dış finansman bulmasını güçleştirecek boyutta bir kamu borç stoku oluşmuştur.

-Ekonomi büyük ölçüde dolarize olmuş; banka mevduatlarının yarıdan fazlası döviz hesabı olarak kemikleşmiştir. Dolarizasyonla sermaye serbestisinin bir araya gelmesi ekonomik bir saatli bomba yaratmıştır.

-Sermaye serbestisi ve kamunun aşırı borçlanması sonucu bankacılık gerçek bankacılığı terk ederek, büyük ölçüde spekülatif faaliyetlere yönelmiştir. Bu yönelim çerçevesinde bankacılık gittikçe artan boyutta kur ve faiz riski almış ve bunun sonucunda her krizde dalga dalga gelen iflâslarla batık bir sektör olmuştur.

 

Son dönemde Türk ekonomisine vurulan büyük bir darbe de, 1996’da başlayan Türkiye-AB arasındaki Gümrük Birliği’dir.Altı yıl içinde Türkiye’nin Gümrük Birliği sebebiyle uğradığı dış ticaret kaybı 70 milyar doları aşmış, üçüncü ülkelerle yapacağı dış ticarette manevra imkânlarını tamamen kaybetmiştir. Türkiye Makedonya ve Azerbaycan ile AB izin vermediği için serbest ticaret anlaşması yapamamıştır.Böylece Gümrük Birliği nedeniyle Türkiye,üçüncü ülkelerle ticaretini ve mevzuatını Avrupa’nın denetimine bırakmıştır. Türkiye’nin sanayi ve ticaret sektörlerinin perakendecilik dahil önemli bir bölümü AB sermayesinin eline geçmiştir. Gümrük Birliği öncesinde 5 ila 10 milyar dolar arasında seyreden Türkiye’nin dış ticaret açığı, Gümrük Birliği sonrasında yıllık 15 ila 20 milyar dolar seviyesine çıkmıştır. 2000 yılında Gümrük Birliği yüzünden ortaya çıkan rekor dış ticaret açığı IMF’nin yanlış reçetesiyle birleşince, Türkiye 2001’de devalüasyona ve ekonomik krize sürüklenmiştir. Türkiye’nin Gümrük Birliği içinde geçirdiği yedi yıla sanayileşme, teknolojik gelişim, sermaye birikimi, gelir dağılımı, dış ticaret ve döviz kurları gibi çeşitli açılardan bakıldığında, Gümrük Birliği’nin Türkiye için herhangi bir faydasını saptamak olanaksızdır.

 

Kültür-Eğitim

 

Özellikle 1980’lerden sonra gerek ekonomide gerekse politikada derinleşen dışa bağımlı yapının bir yansıması da kültür alanındadır. Küreselleşmenin belki de en yıkıcı etkisi kültürel alanda hissedilmiştir.

 

Milli kültür unsurları ve mili kimliğimiz, küreselleşmenin yok edici kültürel etkileri karşısında adeta savunmasız bırakılmış, kültür ticari kalıplara sokularak, tüketimin bir parçası haline getirilmiştir. Milli değerler zaafa uğratılmış, genç nesil milli değerlerden koparılmış, benlikli ve kimlikli, milli değerlerine sahip çıkan, evrenselliğe milli kimliğiyle katılabilen bir neslin yetişmesinin önüne set çekilmiştir.

 

Bu yıkıcı süreçte, özellikle küreselleşme merkezlerinin denetimine giren medya ve gittikçe ağırlık kazanan yabancı dille eğitim veren öğretim kurumları büyük rol oynamıştır.

 

Bu sürecin önemli bir parçası da, Türkçe’nin Türkiye’nin toplumsal hayatındaki ağırlığının azalarak, buradan doğan boşluğun başta İngilizce olmak üzere Batı dilleri tarafından doldurulmasıdır. Bu durum Türkçe’nin gelişme sürecini sekteye uğratmış, Türk milli kültürünün temeli olan Türkçe, bir yozlaşma dönemine itilmiştir. Tüm bu yaşananlar karşısında, Avrasya’nın ve özellikle Anadolu’nun yüzyıllardır biriktirdiği değerlerle yoğrulmuş, Türkiye’nin bugününe ve yarınına yanıt verebilen, milli dayanışmayı ve milli birliği sağlayan ve Cumhuriyetin yarattığı ulusal kültür bileşimi, Mustafa Kemal Atatürk ‘ten sonra devamlılığını ve etkinliğini kaybetmiştir. Ulusal kültür değerleri,yabancı kültürlerin tahrip edici etkilerine ve dayatmalarına karşı korunmasız bırakılmış, gelinen bu noktada halkından ve toplumsal değerlerinden kopuk aydın kimliği de rol oynamıştır.

 

III. NE YAPMALI?

 

Politika ve Ulusal Güvenlik

 

İç siyasal sistemde yaratılmış olan bozulmayı, toplumsal demokrasiyi egemen kılarak aşmak, demokrasi adı altında “dar bir çevrenin” bütün siyasal güce ve ekonomik kaynaklara hakim olmasını engellemek, siyasi sistemi insana, halka, topluma odaklamak, öncelikli hedef olmalıdır. Esasen demokrasi; insanlığa, insana, halka hizmet ettiği, “toplumsal mutluluğu” yükselttiği oranda işlevini görmüş olur. Bu yönüyle toplumsal demokrasi, halkın ve milletin ortak çıkarlarına dayalı sistemin adıdır, iç dengeleri bozan “dışarıdaki güç odaklarına” karşı mücadelenin adıdır. Toplumsal demokrasi, geniş halk kitlelerinin çıkarlarını koruyacak siyasal örgütlenmenin yaratıldığı, bu örgütlenmenin kaynak dağılımını ve kullanımını yönetebildiği gerçek şeffaflaşmanın adıdır. Toplumsal demokrasi, toplumsal kalkınmanın, toplumdaki üretimin, paylaşımın ve siyasetin şeffaflaştırılmasının ve dengelenmesinin adıdır. Toplumsal demokrasi, siyasi temsilde, ekonomide ve kültürel yaşamda toplumsal çıkarları korumanın adıdır.

Türkiye,dış güdümlü çıkar odakları tarafından yönlendirilen siyasal koşullandırmadan koparılmalıdır. Bugün Türkiye’nin dış politikasını, iç siyasal yapısını, çelişkilerini ve sorunlarını sağ-sol ayrımlarıyla algılamak ve anlamlandırmak artık imkansız hale gelmiştir. Türkiye’de günümüzde, ekonomiden siyasete, kültürden eğitime, birçok alanda temel çelişki,”Milli-Gayri Milli” ayrımına odaklanmıştır.

Gönderi tarihi:

DEVAMI...

 

 

Sorun, Türkiye’ye ve Türkiye’nin meselelerine nereden bakıldığıyla ilgilidir. Özellikle Avrupa Birliği-Türkiye ve ABD-Türkiye ilişkilerinde yaşanan bazı gelişmelerle (örneğin Karen Fogg olayı ve Irak gibi ) milli cephe ile gayri milliler, siyah ile beyaz gibi ayrılmıştır. Tıpkı Kurtuluş Savaşı sırasında olduğu gibi...

Milli/Ulusal olmanın iki temel unsuru vardır. Birincisi, ulusun büyük çoğunluğunun yararına olması gerekir. İkincisi, ulusun geniş katılımıyla ortaya çıkması gerekir. Türkiye’de ulusallığın temelleri bu çerçevede ele alınarak etkin kılınmalıdır. Ekonomik, siyasal, kültürel kararlar ulusun geniş katılımı sağlanarak, ülkenin milli çıkarları doğrultusunda alınabilmelidir (tıpkı demokrasinin iyi işlediği ülkelerde olduğu gibi). Bu yapı egemen kılınırsa meclisler ve hükümetler, reel ücretleri düşüren politikalar izleyemezler. Çünkü halkın kararlara geniş katılımı bu tür politikalara izin vermez. Kısacası ulusallık, geniş halk kitlelerine daha fazla refah, daha fazla mutluluk demektir.

 

Politikada ulusallık, ulusun çıkarlarını dış dünya karşısında koruyabilmek demektir. Ezmemeyi, ama kendini de ezdirmemeyi egemen kılmak demektir. Dış dünya ile ilişkileri, karşılıklı çıkarları koruyarak dengelemek demektir.

Türkiye’nin vakit kaybetmeksizin ulusal bağımsızlığını kazanması, toplumsal demokrasiyi işletmesi ve böylece ulusallığı egemen kılması bir zorunluluktur. İçeride ve dışarıda belirli güç odaklarının kendi çıkarları doğrultusunda kararlar vermesi durdurulmalıdır. İşçi, memur, esnaf, çiftçi, küçük ve orta işletmeler karar mekanizmalarına sokulmalıdır.

 

Ulusal çıkarlarını koruyamayan gayri milli durumdaki Türkiye görüntüsüne son verilmelidir. Bunun için çözüm milli/ulusal politikaları hakim kılacak siyasal örgütlenmelerdir. Gerçek Türkiye’nin iradesini egemen kılmak için, bütün milli güçlerin ve bugünkü durumdan zarar görmekte olan çevrelerin toplumsal demokrasi için örgütlenmeleri gerekmektedir. Halk gerçeklerle buluşturulmalıdır. Bilinçli bir şekilde çekilen sis perdesi, halkın önünden kaldırılmalıdır. Bilginin bilince dönüşmesi için yoğun çaba harcanmalıdır. Gerçek Türkiye’nin ayağa kalkması, bu gidişe son verilmesi gerekmektedir. İşçinin, çiftçinin, memurun, esnafın, ayağı ve kafası bu topraklarda olan iş çevrelerinin, üniversitelinin, öğretmenin, yani halkın, yani gerçek Türkiye’nin iktidar olması gerekmektedir. Dar bir çevrenin, kendi çıkarları doğrultusunda temsil ettiği Türkiye’nin, gerçek Türkiye’ye karşı dışarıdaki güç odaklarıyla yaptığı işbirliğini etkisiz kılmak, dayanışmayı sağlamak, gerçek demokrasiyi, cumhuriyeti, bağımsızlığı, milli devleti, halkın çıkarını, gerçek uygarlığı savunmak esas olmalıdır.

 

Gerçek Türkiye’nin iradesini hakim kılacak, politik bütünleşme sağlanmalıdır. İç politik yapılanmanın dışa bağımlı ve yapay bölünmelerden beslenen mekanizmasına karşılık, milli dayanışma, milli çıkarda ortaklaşma sağlanmalıdır. Bunun yanı sıra geniş halk kitlelerinin ulusal çıkarlar doğrultusunda aydınların ve halk önderleriyle el ele bilinçlendirilmesi önemlidir. Bu alanda başarı için görsel ve basılı kitle iletişim araçlarının oluşumu hedeflenmelidir.

 

Türkiye, çok seçenekli dış politika anlayışını egemen kılarak, Avrupalı kimliğini Asyalı kimliğiyle dengeleyerek, coğrafi konumunun zorunlu kıldığı çok boyutlu ilişki zeminini aktifleştirerek, orta ve uzun dönemli stratejik öngörüye zenginlik ve derinlik kazandırarak, bugün içine düştüğü dış politika çıkmazından kurtulmalıdır.

 

Türkiye coğrafi konumunu doğru okumalıdır. Türkiye, Doğu ile Batı arasında edilgen bir köprü konumundan çok, üst ölçekte kıtalar arasında (Avrasya ve Afrika), alt ölçekte havzalar ve bölgeler (Karadeniz, Akdeniz, Hazar, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu) arasında bir merkez konumundadır.Bu konum, dünya adasının(Asya-Avrupa-Afrika)menteşesi,kilidi ve anahtarı değerindedir.Bu özelliği öne çıkartılmalıdır.Buna göre Türkiye, bölgesinde barış kuşağı yaratmayı öncelikli hedef sayan, yeni işbirliği ve ilişkiler zemini kurabilen, kalıcı, köklü, dengeleyici, çok boyutlu ve seçenekli ilişkiler üretebilen, sözü dinlenen, kendine güvenen ve sorunlara ulusal çıkarları temelinde ödünsüz bakabilen “aktif bir bölge gücü” olmalıdır. Türkiye bu kimliği taşıyarak, değerlerini tüketerek değil, üreterek, yeni sentezler yaparak, günü yaşayan değil, geleceği tasarlayabilen bir stratejik zenginlik ve derinlik kazanmalıdır. “Ulusal Bağımsızlık” ve “Ulusal Egemenlik” temeline dayalı bir Türkiye tasarımının gelecek öngörüsü, ulusal bilgi, bilinç, strateji ve politikanın üretilmesinden geçmektedir. Bu boyut, Türkiye’nin evrensellikle kimlikli, benlikli ve eşit olarak buluşmasının temel koşuludur.

 

Bu şartlar altında Türkiye, “içe kapanarak değil, dışa açılarak”, ulusal çıkarlarını öncelikli kılarak evrensel buluşmayı olanaklı kılabilmelidir. Ancak, bunu başarabilmesi için Türkiye’nin, bugünkü görüntüsünü oluşturan “dış güdümle kendini dışa açan” ülke konumundan uzaklaşması gerekmektedir. Bunun yerini “kendi iradesiyle dışa açılan” bir Türkiye görüntüsü almalıdır.

Bütün bunların başarılabilmesi için Türkiye, AB’ye ve ABD’ye tek yanlı bağımlılıktan kurtulmalıdır. Yeni işbirliği ve dayanışma zemininin oluşmasını engelleyen, kendisini tek seçenekli dış ticaret ve dış politika zeminine sıkıştıran Gümrük Birliği belgesinin giderek ekonomik temelli bir ulusal güvenlik sorunu olduğunu kabul etmeli ve gereğini yapmalıdır.

 

AB süreci içinde bugün statükoya dönüştürülmeye çalışılan tek yanlı bağlanmanın, üstelik yeni bedeller karşılığında sürdürülmesi kabul edilemez. Bugün Kıbrıs’ın, yarın Ege’nin ve diğerlerinin (Ermeni Tasarısı, Ruhban Okulu, Patrikhane, azınlıklar konusu ve hatta Pontus) Türkiye’ye dayatılması, tüm bunlara karşı AB’nin çeşitli yöntemlerle oyalayarak, adaylık statüsünü kalıcı bir bağımlılığa, hatta siyasi tutsaklığa dönüştürmek istemesi, kabul edilemez. Bugün olduğu gibi, ileride de içine almayacağı Türkiye’yi kendisine bağımlı bir pazar, hammadde, güvenlikli turizm alanı olarak denetimi altında tutması, kabul edilemez.

 

Türkiye, ABD’nin Avrasya stratejisinin zorunlu kıldığı dayatmalara, kimlikli ve benlikli, bağımsız bir ülke niteliğiyle, Batı’nın taleplerini dengeleyecek bir Avrasya işbirliği zemini yaratarak ve ulusal çıkarlarını ödün vermeden savunarak cevap vermelidir. Soğuk Savaş döneminin edilgen, bağımlılığı yansıtan görüntüsünden kurtulmalıdır. Unutmamak gerekir ki, Soğuk Savaş sonrasında bütün dünyada ulusal çıkarlar ve ulusallık öne çıkmıştır. Ortak diplomasiye, stratejiye ve politikaya dayanmayan “stratejik ortaklık” yakıştırmalarına bağlanarak, bugün ve gelecek adına ulusal çıkarla ve arzulanan stratejik ve politik konumla çelişen tercihlerden uzak durulmalıdır. Türkiye,Irak ‘a saldırı gibi görünen,ama kendisini de hedef aldığı açıkça belli olan bu süreci tersine çevirebilmelidir.

 

Türkiye, ulusal güvenlik stratejisini ekonomiden kültüre, hukuktan siyasete geniş bir çerçevede yeniden ele almalıdır ve buna dayanarak kendi tehdit algılamasını somutlaştırmalıdır. Türkiye merkezli bir dünya algılamasıyla tüm gelişmeleri ve yönelişleri derinlemesine irdelemelidir.

 

Ekonomi

 

Türkiye, spekülatif finans sermayesinin, sıcak paranın oyun alanı olmaktan çıkarılmalıdır. Spekülasyon amaçlı para hareketleri, yasal denetim altına alınmalı, finans sektöründe yapılacak köklü bir reformla, sektörün sıcak paracı olmaktan çıkıp, Türkiye’nin kalkınmasını finanse edecek yapıya kavuşması sağlanmalıdır.

 

Ekonominin bütün kaynaklarını rantiyelere ve ülke dışına yönlendiren, ekonomik büyümenin, kalkınmanın ve adil gelir dağılımının önünde büyük bir engel oluşturan kamu iç ve dış borç ödemeleri yeniden yapılandırılmalıdır. Temel amacı Türk ekonomisini borç tahsilatına yönlendirmek olan IMF programının kamu maliyesi için öngördüğü, dünyanın hiç bir ülkesinde görülmemiş ağırlıktaki faiz dışı fazla hedefinden uzak durulmalıdır.Türkiye,IMF ve Dünya Bankası politikalarından yakasını kurtarmalıdır.

 

Türk ekonomisine zararları giderek boyutlanan Gümrük Birliği konusunda Avrupa Birliği’yle yeniden görüşmeler başlatılmalı,Türkiye’nin karar mekanizmasında yer alması gibi ulusal çıkarları doğrultusunda yeni bir düzenleme yapılmalı,sonuç alınamazsa Gümrük Birliği’nden çıkılmalıdır.Dış ticarette komşu ülkelerin ve Asya’nın payı arttırılmalı, AB’nin bu alandaki ağırlığı dengelenmelidir.

 

Türkiye, kalkınmasının finansmanı için iç kaynaklara yönelmeli, özellikle kamunun borç ödemek için yeni dış borçlanma yapmasına son verilmelidir. Aksi takdirde milli gelirin % 67’sine ulaşmış olan dış borç stokunun artışı frenlenemeyecek, bu da IMF’nin yeni bir Düyun-u Umumiye İdaresi olarak Türkiye’nin mali yönetimini doğrudan ele alınmasının ve yabancılara imtiyazlar sağlanmasının önünü açacaktır. Zaten Gümrük Birliği sorununun çözülmesi ve sıcak paranın denetim altına alınmasıyla Türk ekonomisinin dış finansman ihtiyacı çok azalacak, hatta ortadan kalkacaktır.

 

Türkiye, terk ettiği planlı kalkınma sürecine DPT’nin teknik öncülüğünde geri dönmeli, sanayileşme ve çöken tarımın yeniden canlandırılması hamleleri başlatılmalı, kaynaklar finansal spekülasyon ve rant ekonomisinden, sanayi ve tarıma kaydırılmalıdır.

 

IMF ve Dünya Bankası’nın reçetelerine göre belirlenmiş olan özelleştirme stratejisinden Türkiye’nin sanayi ve tarımda güçlü olma hedefi ve millî güvenlik ihtiyaçları dikkate alınarak, uzak durulmalıdır. Kamu işletmelerinin ne pahasına olursa olsun satılması anlayışı terk edilmelidir.IMF ve Dünya Bankası politikalarına derhal son verilmelidir.

 

Stratejik nitelikli, entegre ve büyük katma değerler yaratan kamusal nitelikli sanayi, finans, tarım kuruluşları ile yer altı zenginliklerimizin işletmeleri Türk ulusunun ekonomik kaleleridir. Küresel ortamda direnç gücüdür. Bugün içinde bulunduğumuz borç sarmalından kurtuluşumuzu sağlayacak kaynaklardır. Bunların özelleştirilmeleri, hele yabancılara satılmaları Türkiye’nin gelecekte dışa bağımlılığını arttıracaktır. Dış baskılara karşı direncini azaltacaktır. Bu kuruluşlar ve kaynaklar özelleştirileceğine, geliştirilmeli ve sağladıkları olanaklar tüm ulusun çıkarlarına tahsis edilmelidir.

 

Ulusal teknoloji üretiminin öncelik kazanması, buna ilişkin araştırma-geliştirme çalışmalarının ulusal planlama kapsamında desteklenmesi ve ulusal savunma sanayinin geliştirilmesi vazgeçilmez hedefler arasında yer almalıdır.

 

Ulusal enerji politikası ve stratejisi geliştirerek, bu alandaki yanlış yönlendirmelerden sıyrılmalı, öz kaynaklar önceliğinde dengeli bir enerji üretimini etkin kılmalıdır. Özellikle sahip olunan değerli madenlerin (Bor,Toryum gibi) gerçek kıymetini bilerek, ulusal çıkarlar doğrultusunda kullanılması sağlanmalıdır.

 

Kültür-Eğitim

 

Öncelikle Mustafa Kemal Atatürk’ün hedeflediği ve ısrarla savunduğu “ulusal kültür bileşiminin”, toplumsal yaşamımızın vazgeçilmez unsuru olduğu hatırlanmalıdır. Yabancı kültürlerin tahrip edici etkilerinden uzak, kendi tarih ve coğrafya birikiminin bir eseri olarak, ekonomiden siyasete tam bağımsızlık ilkesine dayanan “ulusal kültür bileşimi”, yabancı kültür dayatmaları karşısında etkinliğini yeniden kurmalıdır. Unutulmamalıdır ki tarih boyunca Anadolu, uygarlıkların birikim mekanı olmuş, kaynaşmanın, iç içe geçmenin, karışımın oluşmasına tanıklık etmiştir. Bu boyutuyla Türkiye, toplumsal değerler açısından bir mozaik değil alaşım ülkesidir. Cumhuriyet, bu birikimin harmanlandığı, kimliklendirildiği nihai noktadır. Esas olan bu bilinci yansıtan ve Anadolu’nun özü olan “ulusal kültür bileşiminin” halkla bütünleşebilmesidir.

 

Bu çaba; ülkenin toplumsal değerleriyle barışık, halkına tepeden bakmayan, Batı hayranlığını tek varlık nedeni saymayan, benlikli ve kimlikli, eşit koşullu evrensel buluşmadan yana bir aydın kimliğiyle başarılmalıdır. Bu kimlik halkla bütünleşerek yaşamalı ve halkın uçlar arasında savrulmasını, ülkenin tarihsel ve kültürel değerlerinden uzaklaşmasını engelleyecek düzeyde etkin olmalıdır.

 

Ticarileşmiş, egemen ve kozmopolit bir kültürün sürekli baskısı karşısında milli kültürün yıkıma uğratılması engellenmelidir. Zihinleri tutsak ederek, egemen imajlar yaratarak (tüket ve mutlu ol), milli değerlere ve onun kültür ürünlerine yaşama hakkı tanımayarak, öncelikle çocuk ve gençleri tutkulu ve bağımlı kılarak, tüketerek mutluluğun yakalanabileceğini (sürekli satın alarak ya da almaya çalışarak yakalanan mutluluğu da süratle tüketerek) aşılayarak yaratılan egemen kültür ortamına, milli kültürle dur demek gerekmektedir.

 

Ulusal bilincin gelişmesi, “ulusal kültür bileşiminin” etkin kılınması için eğitim sistemi milli karakterini köklü ve etkin biçimde yeniden kazanmalıdır. Yabancı dille eğitim yanlışından vazgeçilmelidir. Türk dilinin ve kültürünün gelişimini sağlayarak, yaygın ve etkin bir eğitim sistemi kalıcılaştırılmalıdır. Kültür alanında kendi ürettiklerinin değerini bilen, onu yücelten ve gelecek kuşaklara aktarma bilincini taşıyan nesiller yetiştirecek bir eğitim sistemi yeniden egemen kılınmalıdır. Vatan ve millet bağlılığını sarsılmaz biçimde oluşturabilecek, coğrafya, tarih ve kültür bilinci kazandıracak bir milli eğitim sistemi oluşturulmalıdır. Evrenselliğe, milli değerlerine sahip çıkarak, milli kimliğiyle katılabilen bir neslin yetiştirilmesi temel hedef olmalıdır. Bu hedefin temel dayanağı,”Ulusal Kültür Bileşimi” dir.

 

“Ulusal Kültür Bileşimi“;bağımsız, kimlikli ve benlikli olmanın, ortak tasada, ortak hedefte birlikte olmanın, buluşmanın adıdır. Bu amaç, bu ülkenin tüm değerleriyle yoğrulmuş her bireyin arzusudur.

Zaman, Türkiye’nin aleyhine işlemektedir. Bir an önce harekete geçilmesi,bütün milli/ulusal güçlerin,her türlü görüş ayrılıklarını geride bırakarak,güçlerini birleştirmeleri,bütün varlığını bir noktada toplamaları zorunluluk haline gelmiştir.Kuvayı Milliye ruhuyla yeniden topyekün bir Milli Kurtuluş duyarlılığı ve stratejisi yaratılmalıdır.Ve Cumhuriyet yeniden “bilhassa kimsesizlerin kimsesi” olmalıdır.[/color]

Gönderi tarihi:

bu metni hazırlayanlar

 

Prof. Dr. Erol Manisalı

(E)Korg. Suat İlhan Attila İlhan

Prof. Dr. Şükrü Sina Gürel

(E)Tuğ.Halil Şimşek

Sadettin Tantan

Prof. Dr. Anıl Çeçen

(E) Tuğ. Servet Cömert

Sinan Aygün

Prof.Dr.Tolga Yarman

(E) Tuğ.Sedat İlhan

Turgay Tüfekçioğlu

Celal Ülgen

Prof.Dr.Mustafa Erkal

Mustafa Başoğlu

Doç.Dr.İ.Yaşar Hacısalihoğlu

Yakan Cumalıoğlu Doç.Dr.Emin Gürses

Yıldırım Koç

Doç.Dr.Cüneyt Akalın

Dr.Mehmet Atay

Doç.Dr.Hüner Tuncer

Kemal Özden

Yrd.Doç.Dr.Elif Hatun Kılıçbeyli

Arslan Bulut

Yrd.Doç.Dr.Servet Karabağ

Selim Somçağ

Yrd.Doç.Dr.Şamil Ünsal

Birol Başaran

Yrd.Doç.Dr.Yaşar Onay

Barış Doster

Metin Aydoğan

Gönderi tarihi:

Türkiyeyi, Türk halkını, halkın mutluluğunu düşünerek birkaç yurtsever insanın hazırladığı bildiriyi ibretle okudum...

 

Bildiride, cumhuriyetten bu tarafa belli bir mutlu azınlığın ve onun denetimindeki siyasetin, milli değerleri bilinçli olarak dış egemenliğe bağlayıp, bu değerlerimizin bilinçli olarak zayıflatıldığı vurgulanmakta...

 

Milli değerlerimizin en başında gelen ekonomi ve kültürümüzün dış mihraklar tarafından bilinçli olarak zayıflatılıp sömürülmesi, son yıllarda halkın refah seviyesini ve mutluluğunu önemli ölçüde azalttığı vurgulanmakta...

 

Vakit kaybetmeksizin ulusal bağımsızlığını kazanılması, toplumsal demokrasinin işletmesi ve böylece ulusallığın egemen kılınması vurgulanmakta...

 

İçeride ve dışarıda belirli güç odaklarının kendi çıkarları doğrultusunda kararlar vermesi durdurulmalıdır. İşçi, memur, esnaf, çiftçi, küçük ve orta işletmeler karar mekanizmalarına sokulmalıdır denilmekte...

 

“ulusal kültür bileşiminin”, toplumsal yaşamımızın vazgeçilmez unsuru olduğu hatırlatılmakta, yabancı kültür dayatmaları karşısında etkinliğini yeniden kurulması istenilmekte...

Bunu da dabenlikli ve kimlikli, eşit koşullu evrensel buluşmadan yana bir aydın kimliğiyle yapılmasını vurgulamakta...

 

Elbette Milli değerlermizi ön plana çıkarıp, halkın mutlluluğunu sağlayacak bu ACİL taleplere katılMAmak mümkün değil...

 

Bu olmazsa olmaz taleplerin ,Sadece örgütsüz yurtsever bireylerce, belkide sadece sanal ortamda, yine bireylere hitaben hazırlanmış bu acil ve gerekli bildirinin, ne kadar etkili olacağı...

 

Bu atlılımları gerçekleştirecek bir siyasi örgütlenmenin oluştuşturulamamış, sesini duyuramamış olması, halka, kitlelere öncülük yapamaması, bu nedenlede yıllar boyu çok geç kalınmış olunması ayrıca eleştirilecek bir konu...

Gönderi tarihi:

Yukarıda sardunyam'ın bize yollamış olduğu yazı, inanın türkiyenin tam olarak bilinmeyen yada bilindiği halde halka hiç bir şekilde anlatılmayan unsurlardır..

 

keşke bu yazıyı buraya giren herkez okusada neler olup bittiğini ve neler yapılmak istendiğini, Türkiye üzerinde nasıl dolapların çevrildiğini azda olsa öğrense.. Ama bizim insanlarımızın yazı okuma adına fazla çaba sarfetmediği bir ortamda, böyle uzun ve içerisinde türkiyenin gerçeklerini yansıtan bir yazıyı okumamakta direnen insanlar olacaktır...

 

Elimizde olsada bu yazıyı Türkiyede mail adresi kullan, yüzbinlerce insana ulaştıra bilsek, ve insanların Türkiye'in ne durumda olduğunu ve neler yapılmak istediğini öğrense.....

 

 

teşekkürler sardunyam böyle bir gerçeği bizlerle paylaştığın için.

 

 

saygılarımla

Gönderi tarihi:

Bu bildirinin altına imzamı atıyorum.

Sanırım metnin büyük kısmı Metin Aydoğan'ın "Bitmeyen Oyun" kitabından alıntılanmış. Bu konuları derinlemesine örneklerle insanın kafasına kakıyor resmen Metin Aydoğan.

Tespitler güzel, neler yapılması gerektiği açık...Ancak; çoğu insanın haklı olarak sorduğu "nasıl?" sorusuna tatmin edici bir cevap veremiyor.

Bu vatanda kendinde sorumluluk hisseden herkes şapkasını önüne alıp düşünmeli, aktif olarak çalışmalı. Yıllarca yapılan yanlış politikalar günün gerçeklerine göre tekrar yorumlanmalı. Değişim zınk diye olamayacak, ama insanlar yeterli iradeyi gösterirse, zamanla bu ülke düze çıkar. Biz küllerinden doğan bir ulusuz, kendi kaderimizi kendi ellerimize almanın zamanı geldi :excl:

Gönderi tarihi:

yazı uzun ama çok önemli noktalara temas ediyor. lütfen zahmet edip okuyun. gerçeklerle yüzleşeceksiniz. bize hayalperest gözü ile bakanlar hayal görmediğimizi bir nebze anlarlar ümidindeyim...

Gönderi tarihi:

Türkiyenin gerçeklerini tam anlamıyla ifade edilmiştir..

 

bunu yazanlara arkadaşların hepsine teşekkürler, insanlarımızın bunu okuyup gerçekleri tam anlamıyla görmesi ve bu ülkeyi nerelere getirmek istendiğini bilmeleri gerekmektedir.

 

arkadaşımın dediği gibi mutlaka tam anlamıyla okunması gerekmektedir.

Gönderi tarihi:

Sardunyam yazini okudum.Bunlar Türkiyenin su anda yüzyüze oldugu hayati gerceklerdir.Bunlari insanlara kabul ettirmek deveye hendek atlatmaktan dahada zor bir gercek.Sizler veya bu gercekleri ifade edenler hayalperest degillerdir nevarki bunlari söyleyenler hep hayalperest olarak adlandirilmis veya paranoyak yerine konulmuslardir.Türkiye üzerinde oynanan oyunlar 85 yil önce bozuldu fakat sinsi düsman icimizdeki isbirlikcileride kullanarak bu oyunu yeniden düzenledi baska isimlerle Türkiyenin milli ve üniter yapisi tartisilmaya baslandi,ve bu tartismalar hergecen gün dahada kritik ve icnden cikilmaz bir sonuca dogru gitmektedir.Avrupa birligine girme ugruna verilen en büyük taviz Gümrük birligi Türkiyenin ekonomisine vurulmus cok büyük bir darbedir.Gümrük birligi Türkiye disinda hicbir ülke ile gercektirilmemistir.Avrupa birligine girebilmemiz icin ileri sürülen 35 maddenin bir kismini sen zaten yazinda belirtmissin.Ha acaba bizi bütün bunlara ragmen Avrupa birligine alacaklarmi ve acaba Avrupa bizi gercekten istiyormu.Hep iddia edilirki Türkiye büyük bir ülke oldugu icin Avrupa birlginin dengesini bozar diye zorluk cikartiyorlar.Karar alma mekanizmalarinda Türkiye hepsinden güclü olacagi icin bu bazi ülkelerin isine glmiyor diye fikirler ortaya atilir hep.Bunlar sadece gercegin önünü örtmeye yönelik asli olmayan sözlerdir.Türkiye ne kadar güclü olursa olsun sonucta 20 küsür ülkeye karsi duracak hali yoktur heralde.Avrupanin Türkiyeye ekonomik yönden ihtiyaci yoktur.Kaldiki Avrupa her istedigi ürünü Türkiyenin en ücra ösesine kadar gönderip sattirabiliyorken Türkiyeyi neden aralarina alsinlar.Gümrük birligini imzalayanlar bu gercegi göremedilermi görmedilermi bilmiyoruz fakat bunun zararini bile bile bugünlerekadar tasinmasinin sucu kimlere aittir.Türkiyede bu iktidar döneminde 3000 e yakin ibadethane gayrimüslimler icin acilmistir.Gayri müslimin olmadigi bölgelerde bile ibadethaneler acilmistir.Buna karsin Avrupada politikacilar ve hattayönetimler cami yapilmasina karsi halki kiskirtmaktadirlar.Türkiyeden istenilen hicbir sey Avrupada gercek anlamda uygulanmamaktadir.Kibris resmen Avrupa birligi ugruna Rumlara peskes cekilerek Yunanistan ve Rum önetiminin gözüne girmeye calisan bir Türkiye konumuna düsürülmüstür ülkemiz.Devlet politikalari kolay kolay degismez,devlet politkasinin degisbilmesi icin cok önemli ve saglam degisimlerin olmasi gereklidir.Ege konusunda devlet poliikasinin degisebilmesi icin Yunanistanin Ege ile ilgili bütün amac ve isteklerinden vazgecmesi gereklidir.o zaman Türkiye üzerine düseni yapmakta bir sakinca görmeyecektir.Sadece bunlarmi daha birsürü maddeden olusan ve sadece Türkiyeyi degilde komsu ülkeleide ilgilendiren konularda Avrupa birligi hernedense uyusma sartini sadece Türkiyeden istemistir. Ve bizim sayin yöneticilerimizde cözümsüzlük cözüm degildir isgüzarligi ile Devletin politikasini feda etmislerdir.

Gercek aydinlarimiz bu tehlikelei ve yanlisliklari her firsatta dile getirerek ilgili kurumlarin cok dikkatli olmalari uyarilarinda bulunmalarina ragmen maalesef bizi yönetenler halk bizi secti biz bildigimiz gibi yapariz aymazligiyla politika yapmaya devam etmektedirler.Ülke gerceklerinden kopuk saksakci bazi basin kuruluslarininda destegini alarak bu yanlislara hergecengün baska bir yanlis ilave ederek bakalim nereye varacaklardir.Bekleyip görecegiz.

Saygilarla

Gönderi tarihi:

Uzun bir irdemele ve sonuç yazısını buraya taşıyan sardunyama teşekkürler.

Ancak,

Bu yazının içeriğine baktığınızda,Yıllarca iktidara gelen sivil ve askeri yönetimlerinin birilerinin taşaronluklarını üstlendiğini,bunu sistematik ve bilinçli bir şekilde yaptığını soguk savaş ve sonrasında bu ülkenin karar verici tüm noktalarının kapatıldığını iktisadi ve siyasal kuşatmanın olduğunu ve içinden nasıl çıkılacağının mesajını vermektedir.

Ben bu açıklamayı resmen reddediyorum.

Bu siyasi bir oluşumda bizde varız şeklinde bir beyandır.Bu ülkeyi hedeflemesi de mümkün değildir.Zira imzaların tümü eleştirdikleri kurumdan geçinen insanlardır.Sadece onun yerine kimi koyalım sorusuna aranılan yanıta sıkılan bir göz kırpmadan başka birşey değildir.

Bu ülkede demokrasının bile ne anlama geldiğini yıllarca saklayanlar kalkmış demokrasi eksikliğinden bahsederken,onların ne denli dürüst olduklarına inanmak güçtür.

Sevgili prof'larımız bu kadar ince ve ileri görüşlerini yıllarca saklayarak bugün mü ortaya çıkarmak lüzumu hissettiler?

Kendi okullarında hangi ögrenci sorunları çözebildiler acaba?

Hangi bilimsel çalışmalarda bu ülkeyi ileriye taşıyacak projelerde imzaları var?

O listede isterdim ki inanan üreten ciddi iş adamlarımızın da imzaları olsun

yoksa böyle çıkışlarla bu ülkenin akıllı insanlarını etkileyemezler ancak onları iktidara taşıyacakları etkilerler

Tıpkı bundan evvel oldugu gibi.

gerçekleri anlatmak marifet değildir.Onları milyonlarca insan biliyor.

Bu sebepleri yaratanları yargılamalıyız diyebiliyormusunuz?

Bu ülkenin en güzel körfezlerine kimyasal fabrikalar kurulurken,güzelim kıyılar tahrif edilirken neden sesiniz çıkmadı?

Bırakın kitabı okuduğumuz gazeteden bile yargılanma sebepleri bulunduğu dönemde siz nerede idiniz?

Ne çabuk hemen birkaç günde tablolar hazırlayıp çözümler üretebiliyorunuz?

Ben o bildirinin binlerce büyüğünü ve binlerce çözümünü yazarım.

Ülkede benim yazacaklarım gibi binlerce kişi yazabilir.

O.welles harika bir nokturn sunar;

"o sıradan insanlar varya işte dünya o sıradan insanların varlığı ile ayakta duruyor"

Ben o sıradan ınsanlardan olmayı onur sayarım.

Bu forumda da böyle düşünen bircok gercek hümanist aydın insanın varlıgına inanıyorum.

Herkese sevgilerimle

Gönderi tarihi:

Uzun bir irdemele ve sonuç yazısını buraya taşıyan sardunyama teşekkürler.

Ancak,

Bu yazının içeriğine baktığınızda,Yıllarca iktidara gelen sivil ve askeri yönetimlerinin birilerinin taşaronluklarını üstlendiğini,bunu sistematik ve bilinçli bir şekilde yaptığını soguk savaş ve sonrasında bu ülkenin karar verici tüm noktalarının kapatıldığını iktisadi ve siyasal kuşatmanın olduğunu ve içinden nasıl çıkılacağının mesajını vermektedir.

Ben bu açıklamayı resmen reddediyorum.

Bu siyasi bir oluşumda bizde varız şeklinde bir beyandır.Bu ülkeyi hedeflemesi de mümkün değildir.Zira imzaların tümü eleştirdikleri kurumdan geçinen insanlardır.Sadece onun yerine kimi koyalım sorusuna aranılan yanıta sıkılan bir göz kırpmadan başka birşey değildir.

Bu ülkede demokrasının bile ne anlama geldiğini yıllarca saklayanlar kalkmış demokrasi eksikliğinden bahsederken,onların ne denli dürüst olduklarına inanmak güçtür.

Sevgili prof'larımız bu kadar ince ve ileri görüşlerini yıllarca saklayarak bugün mü ortaya çıkarmak lüzumu hissettiler?

Kendi okullarında hangi ögrenci sorunları çözebildiler acaba?

Hangi bilimsel çalışmalarda bu ülkeyi ileriye taşıyacak projelerde imzaları var?

O listede isterdim ki inanan üreten ciddi iş adamlarımızın da imzaları olsun

yoksa böyle çıkışlarla bu ülkenin akıllı insanlarını etkileyemezler ancak onları iktidara taşıyacakları etkilerler

Tıpkı bundan evvel oldugu gibi.

gerçekleri anlatmak marifet değildir.Onları milyonlarca insan biliyor.

Bu sebepleri yaratanları yargılamalıyız diyebiliyormusunuz?

Bu ülkenin en güzel körfezlerine kimyasal fabrikalar kurulurken,güzelim kıyılar tahrif edilirken neden sesiniz çıkmadı?

Bırakın kitabı okuduğumuz gazeteden bile yargılanma sebepleri bulunduğu dönemde siz nerede idiniz?

Ne çabuk hemen birkaç günde tablolar hazırlayıp çözümler üretebiliyorunuz?

Ben o bildirinin binlerce büyüğünü ve binlerce çözümünü yazarım.

Ülkede benim yazacaklarım gibi binlerce kişi yazabilir.

O.welles harika bir nokturn sunar;

"o sıradan insanlar varya işte dünya o sıradan insanların varlığı ile ayakta duruyor"

Ben o sıradan ınsanlardan olmayı onur sayarım.

Bu forumda da böyle düşünen bircok gercek hümanist aydın insanın varlıgına inanıyorum.

Herkese sevgilerimle

 

Sayin gugukcuk,düsüncelerine saygi duyarim da neyi anlatmaya calistigini ben sahsen anlamadim neye ve kime ,karsi oldugunu azcok anlar gibi oldumsada yinede tam olarak tatmin etmedi beni.Adi gecen aydinlar bu ülkedeki yanlislari ülkenin nerelere sürüklendigini herdem dile getirmis olan gercek aydinlardir.Sadece bir prof.sayin Erol Manisali ülkenin üniter yapisini bozmaktan gencleri birbirine kirdirmaktan öte hicbir görevi olmayan bircok sahte aydindan kat kat üstündür.Ne yaptilar diye sormussun ne yapabilirdiler diye soruyorum bende.Sen o aciklamayi reddedtigini söylüyorsun o zaman o aciklamanin icerdigi hicbir seyide kabul etmiyorsun demek olmuyormu.Benim anladigim kadari ile sen bu aciklamaya siyasi bir boyut kazandirmaya calismissin.Yani aydinlar sustular sustularda simdi konusmaya basladilar demendeki ince manayi cikaramadim.o aydinlar demokrasiden hep bahsetmisler Atatürk ve Cumhuriyeti hep savunmuslardir.Belki onlarin savundugu demokrasi baska birilerinin umduklari renkte olmamistir.onlar atatürkün modern Türkiyesinde olmasi gereken demokrasiyi hep savunmuslardir.

Neyi söylemek istedigini biraz daha acar neye ve nicin karsi oldugunu daha anlamli bir tarzda ifade etmis olsan belkide seninle ayni görüsü paylasmamiz bile mümkündür.

Saygilarla

Gönderi tarihi:

elbette herkesin bu görüşlere katılmayacağı malumumuz. gerçeklerle yüzleşemeyenler ve kabullenemeyenler, ancak suçlayacak birilerini bulup kendi sorumluluklarını hafifletmek isterler. bu metinde yazandan daha fazla sorunları var bu ülkenin. bu ancak bir kısmı. bunu reddetmek Türkiye gerçeğini reddetmektir ama demokraside bunada hakkınız vardır.

 

bireysel beklentiler, toplumsal beklentiler çeşit çeşit... herkesin öncelikli önemli sorunu farklı oysa, Türkiye'nin en büyük problemi şuan "bölünme".... bu bölünmeden ötürü bir araya gelemeyenler elbette sorunları çözemezler. toplumun psikolojisinde şu var "kim çözmüş ki biz çözeceğiz" ... aslında kimse çözmeye çalışmadı ki, tam tersi her gelen yeni bir ayrımcılık getirdi. ve kimse karşısındakine el uzatamadığı ve birlik kurulamadığı için halkın iradesi ortaya çıkamıyor. halkın iradesinin olmadığı yerde demokraside yavaş yavaş köreliyor. halk kendi elinde ki gücü bilmiyor, milletvekillerine hesap soramıyor, oysa halkın egemenliği hesap sormasını sağlar. ancak malesef halkımız bundan bihaber. hesap sormaya kalkanlarada olanlar malum zaten.

 

selamlar

Gönderi tarihi:

elbette herkesin bu görüşlere katılmayacağı malumumuz. gerçeklerle yüzleşemeyenler ve kabullenemeyenler, ancak suçlayacak birilerini bulup kendi sorumluluklarını hafifletmek isterler. bu metinde yazandan daha fazla sorunları var bu ülkenin. bu ancak bir kısmı. bunu reddetmek Türkiye gerçeğini reddetmektir ama demokraside bunada hakkınız vardır.

 

bireysel beklentiler, toplumsal beklentiler çeşit çeşit... herkesin öncelikli önemli sorunu farklı oysa, Türkiye'nin en büyük problemi şuan "bölünme".... bu bölünmeden ötürü bir araya gelemeyenler elbette sorunları çözemezler. toplumun psikolojisinde şu var "kim çözmüş ki biz çözeceğiz" ... aslında kimse çözmeye çalışmadı ki, tam tersi her gelen yeni bir ayrımcılık getirdi. ve kimse karşısındakine el uzatamadığı ve birlik kurulamadığı için halkın iradesi ortaya çıkamıyor. halkın iradesinin olmadığı yerde demokraside yavaş yavaş köreliyor. halk kendi elinde ki gücü bilmiyor, milletvekillerine hesap soramıyor, oysa halkın egemenliği hesap sormasını sağlar. ancak malesef halkımız bundan bihaber. hesap sormaya kalkanlarada olanlar malum zaten.

 

selamlar

 

 

daha bundan ötesi varmı tam anlamıyla açıklamışşsın sardunyam eline ve gönlüne sağlık.... :clover:

Gönderi tarihi:

HALKA ÇAĞRI

 

DURUM TESPİTİ ; Ey halk durum çok kötüye gidiyor, fırlama dolar yine yaptı yapacağını, borsa çöktü, avromudur nedir o da çıktı senin tepene , gerçi senin bunlarla bir ilgin yok ama sonuçta bunlar senin ekmeğine yansıyacak. EEE kaçyıldır komşunu bakkalı, çakkalı kazıklaya kazıklaya artık onlarda da birşey kalmadı. yani durum çok vahim, ciddi, hatta fecaat. Bu durumda paran kalmadığı için mayo alamican, donla denize girecen bu da faşistleri rahatsız edecek, sonra paran olmadığı için iyi korunamayacan ve bir sürü çocuk yappacan böylece iyice fakirliyecen. yani anlican ey halk mıçtın.... o yüzden bak sana hedefler veriyorum bunları iyi yap...

 

Hedef I ; derhal karından kurtul ve antalyaya git orada kendine illaki 80lik bir alman biraz daha şanslıysan 70lik ingiliz falan bul ve bu ülkeden kaç. Biraz sık dişini sonunda kazan sen olacaksın

 

Hedef II ; derhal bol bol Cumhuriyet gazetesi al, tirajı arttır, onlar bu ülkeyi bataklıktan kurtaracak birşeyler illaki yapar sen de yazın donunla denize girersin iyi mi.

 

hedef III ; Ulusalcı bir örgüt kur. Adı şöyle öztür4kçe olsun Atalı matalı birşey, yani bak işte tarihten bulursun Halk delirtmme beni. Sonra da vazifeye atılmak için bekleme hemen atıl. Atıl atıl.

 

Hedef 4 ; Anıtkabire git orada deftere birşeyler yaz, san ayazdırnmazlarsa çocuğun harita metotunu götür orada yaz. hükümeti filan şikayet et, irticaya küfret, mutlaka ses getirecektir, belki ünlü filan da olursun, ya ne bilim işte yap bişeler ey halk.

 

Hedef 5 ; hiçbir şey yapmicaksan bar,i çocuk yap, çocuklarına ahmet mehmet ali gibi banal dinci isimler yerine Tan, tanıl, Toygar gibi ince isimler koy ve hepsini doğar doğmaz Cumhuriyete aboıone yap . yani şimdiden rejime sahip çıksınlar.

 

Ey halk bu yazı okunduktan 5 dakika sonra bi tarafında patlayacaktır, endişeye kapılma, hiçbirşey olmamış gibi davran, bu sandığın gibi bir osuruk falan değil halk. Neyse şimdilik bu kadar halk bak sana adam gibi seslendik laf dinle.

 

bozan

Gönderi tarihi:

sayın bozan

 

hakikaten isminiz gibisiniz. size söyleyecek söz bulamıyorum. Bir don muhabbetidir gidiyor. Sizce ülkenin en büyük sorunu sanırım donla denize girememek. Mayo icad oldu mertlik bozuldu sanırım size göre, ne kadar yanlış değil mi, oysa insanlar iççamaşırlarıya denize girebilmeliler değil mi? Ne gibi bir sakıncası olacak ki?

 

 

Bravo, tebrik ediyorum epey zahmet etmişsiniz bunları tespit ederken...

Gönderi tarihi:

HALKA ÇAĞRI

 

DURUM TESPİTİ ; Ey halk durum çok kötüye gidiyor, fırlama dolar yine yaptı yapacağını, borsa çöktü, avromudur nedir o da çıktı senin tepene , gerçi senin bunlarla bir ilgin yok ama sonuçta bunlar senin ekmeğine yansıyacak. EEE kaçyıldır komşunu bakkalı, çakkalı kazıklaya kazıklaya artık onlarda da birşey kalmadı. yani durum çok vahim, ciddi, hatta fecaat. Bu durumda paran kalmadığı için mayo alamican, donla denize girecen bu da faşistleri rahatsız edecek, sonra paran olmadığı için iyi korunamayacan ve bir sürü çocuk yappacan böylece iyice fakirliyecen. yani anlican ey halk mıçtın.... o yüzden bak sana hedefler veriyorum bunları iyi yap...

 

Hedef I ; derhal karından kurtul ve antalyaya git orada kendine illaki 80lik bir alman biraz daha şanslıysan 70lik ingiliz falan bul ve bu ülkeden kaç. Biraz sık dişini sonunda kazan sen olacaksın

 

Hedef II ; derhal bol bol Cumhuriyet gazetesi al, tirajı arttır, onlar bu ülkeyi bataklıktan kurtaracak birşeyler illaki yapar sen de yazın donunla denize girersin iyi mi.

 

hedef III ; Ulusalcı bir örgüt kur. Adı şöyle öztür4kçe olsun Atalı matalı birşey, yani bak işte tarihten bulursun Halk delirtmme beni. Sonra da vazifeye atılmak için bekleme hemen atıl. Atıl atıl.

 

Hedef 4 ; Anıtkabire git orada deftere birşeyler yaz, san ayazdırnmazlarsa çocuğun harita metotunu götür orada yaz. hükümeti filan şikayet et, irticaya küfret, mutlaka ses getirecektir, belki ünlü filan da olursun, ya ne bilim işte yap bişeler ey halk.

 

Hedef 5 ; hiçbir şey yapmicaksan bar,i çocuk yap, çocuklarına ahmet mehmet ali gibi banal dinci isimler yerine Tan, tanıl, Toygar gibi ince isimler koy ve hepsini doğar doğmaz Cumhuriyete aboıone yap . yani şimdiden rejime sahip çıksınlar.

 

Ey halk bu yazı okunduktan 5 dakika sonra bi tarafında patlayacaktır, endişeye kapılma, hiçbirşey olmamış gibi davran, bu sandığın gibi bir osuruk falan değil halk. Neyse şimdilik bu kadar halk bak sana adam gibi seslendik laf dinle.

 

bozan

 

Bunları düşünmek normal birşey değil, normal olmadığı gib tipkı yazanın ütopik yaklaşımına uygun özlemler ama onları gerçekleşmeyecekleri kadar gerçek ve tamamıyla bozgun türevi yaklaşımlar olabileceğini düşünoyorum. Yorum tabiki forum izleyicisinin...

Sevgiler..

.

Gönderi tarihi:

Sevgili Sardunyam'ın ve eleştiri yazan politika'ya teşekkür ederim.Tan vakti ise bu göndermenin yerine ulaşabildiğini görememiş.Ama bunlar önemli değil ben asıl bakılması gereken yerin bakılan yer olmadığını anlatmaya çalıştım.Politika rumuzlu arkadaşımız kelimeler arasındaki kara mizahı yakalayabilmiş.

Erol Manisalı deger verdiğim bir iktisatcıdır.Hocamızın bu listede yer alması konunun derinliğine özel bir katkı saglamaz.

Benim algılayamadıgım tek şey bilimsel kariyerleri olan kişilerin, en buhranlı zamanlarda radikal çözümler üreterek sanki birilerinin onayını istiyormuşcasına politik itibar havuzuna dalmalarıdır.

Sardunyam öyle güzel bir cümle yazmış ki beni eleştrirken iki kimliği mi var ikilemine girdim.

 

"halk kendi elinde ki gücü bilmiyor, milletvekillerine hesap soramıyor, oysa halkın egemenliği hesap sormasını sağlar. ancak malesef halkımız bundan bihaber. hesap sormaya kalkanlarada olanlar malum zaten."

Asıl anlatmaya çalıştığımı yakalamış.

Konunun ciddi bir mesaj verdiğini yeni bir başlık olarak "demokrasi nedir"tartışmasını açmış.

Evet asıl hararet "Demokrasi nedir?"bölümünde oluşacaktır.

Tepkilerinize teşekkür ederim

Gönderi tarihi:

Sevgili Sardunyam'a sadece mizahi bir soru sormak istiyorum

Fes ile şapka ikiside erkeklerin kafasına has bir örtünme şekli ise neden şapka devrimi yapıldı?Medeniyet şekilcilikte midir?Yoksa şapkanın özel bir sihiri mi var?

 

Don muhabbetine yeni bir yorum katmak istedim de.Mazur görün lütfen :)

Gönderi tarihi:

Bunları düşünmek normal birşey değil, normal olmadığı gib tipkı yazanın ütopik yaklaşımına uygun özlemler

 

ama onları gerçekleşmeyecekleri kadar gerçek ve tamamıyla bozgun türevi yaklaşımlar olabileceğini düşünüyorum.

Yorum tabiki forum izleyicisinin...

sayın bozan

Bravo, tebrik ediyorum epey zahmet etmişsiniz bunları tespit ederken...

 

 

Yorum elbette forum izleyicisinin...

 

Sayın yazarın edebi ve fikri denemelerini dikkat, hayret ve kaygıyla okuyor.

 

Şu donun nerelere gideceğini merakla bekliyoruz..?

Gönderi tarihi:

Sevgili Sardunyam'a sadece mizahi bir soru sormak istiyorum

Fes ile şapka ikiside erkeklerin kafasına has bir örtünme şekli ise neden şapka devrimi yapıldı?Medeniyet şekilcilikte midir?Yoksa şapkanın özel bir sihiri mi var?

 

Don muhabbetine yeni bir yorum katmak istedim de.Mazur görün lütfen :)

Sevgili Gugukçuk,izin verirseniz Sardunyamın yerine bir yorum yapayım!

Neden şapka devrimi yapıldı?İnsanların çağa ayak uydurmalarını sağlamak için!Osmanlının hemen her açıdan dünyaya kabul ettirebileceği ne gibi bir yenilik vardı?Muasır medeniyeti,çok sayıda savaş ve anlaşmazlıklardan sonra kimler oluşturabilmişti?6.yüzyılda laik eğitimin temellerini kiliselerden ayırarak studium generale olarak adlandırılan başlangıç üniversitelerini kuranlar kimlerdi?Batılılardı!

Medeniyet şekilcilikte midir?Laik eğitimi batılılar evrensel ölçülere taşımışlarsa,şekilci olmaları normaldir.Çünkü emperyalist düzende iyi bir eğitim adeta zenginlere sağlanmıştır.Ne zaman ki 18.yüzyılda burjuva eğilimleri ortaya çıkmaya başlamış,o zaman fakirlere de eğitim sağlanmaya çalışılmış ve çalışılmaktadır.Özetle,medeniyet maalesef şekilciliktedir!Giyimin ortamın koşullarına uygun olmazsa,dışlanırsın,hepsi bu!

Şapka,sihirden ziyade,Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında batıya açılan bir simgeydi,bir pencereydi.Kurtuluş savaşı sonrası batıya açılmasak ne yapacaktık ki?Bugün Osmanlı ve onun devamı Türkiye Cumhuriyeti kurulabilirmiydi?Kurulamazdı,yıkılır giderdi!

Cumhuriyetimizi binbir zorluklarla kurduktan,bunu devam ettirebilmek adına 1950 ye kadar İngiliz bankalarına olan borcumuzu ödedikten sonra,IMF ve Dünya Bankasından borç para aldık mı? Aldık!ABD'nin Marshall planını kabul ettik mi? Ettik!Yeraltı kaynaklarımızı 50 yıl boyunca kullanamayacağımızı da kabul ettik mi?Ettik!

Aydın kesimin tümü,bunun farkına 1960'dan sonra varabildi mi?Varamadı!Aydın kesimin 1850'de General Eisenhower'in Rockefeller'e yazdığı mektuptan o tarihte haberi oldu mu?Hayır!Ne zaman bu mektuptan haberi oldu?Yaklaşık 140 sene sonra Cumhuriyet gazetesi buna ulaşabildi!Bu gizli bilgiye gazetenin bu kadar geç ulaşması,Cumhuriyet gazetesinin suçu mudur?Hayır!

(Sorunun esas sebebini,geniş kitlelerin değişik gazeteleri okumaması,okumayı sevmemesinde aramak gerekir.İnternet evimizde olmasa bile,kafelerde yok mu?Var!Hadi ne duruyoruz öyleyse;internetten değişik gazeteler aracılığıyla günlük gelişmeleri takip edelim!Kitapları da okumayı ihmal etmeyelim!Ah,uf of şeklinde hayıflanmak birey olarak bizlere ilerde ne kazandırır ki?)

Türk aydınlarının bu ABD gizli mektup bilgisine bu kadar geç ulaşması,onları kamuoyu önünde suçlu yapar mı?Hayır!

Viyana'yı fethedemediğimiz için yaşadığımız depresyonu ne zaman üzerimizden atacağız?Doğrusu çok merak ediyorum!

"ABD'nin üzerimizdeki baskıyı azalttığını varsayarak,bundan sonra kendimizi bilerek ve eğitim-öğretimde bütçe payını %10'un üzerine çıkararak,vatan-millet-din bağlamında birleşelim ve batı ülkelerini örnek alarak kendi ülkemizi geliştirelim"

İşte don muhabbetinin geniş bir yorumu! Başka ne dememi beklersiniz ki?

İnanın,insanlara faydalı olabileceğimi düşünerek forumda birşeyler yazıyor ve de mutlu oluyorum!

 

Saygı ve Sevgilerimle,

Gönderi tarihi:

Sevgili Sardunyam'a sadece mizahi bir soru sormak istiyorum

Fes ile şapka ikiside erkeklerin kafasına has bir örtünme şekli ise neden şapka devrimi yapıldı?Medeniyet şekilcilikte midir?Yoksa şapkanın özel bir sihiri mi var?

 

Don muhabbetine yeni bir yorum katmak istedim de.Mazur görün lütfen :)

Sayın Gucukçuk!

 

İnsanlar gelişir, zaman değişir, kıyafetler değişir, düşünceler değişir, biz değişiriz ama bazı kafalar değişmez, değişemez. çünkü onlar herşeyi tabulaştırmışlardır, özgür iradeleriyle düşünemezler, kendilerine empoze edilmiş ve sadece bunun müsade ettiği yere kadar düşünebilirler. Medeniyet hem şekildedir, hem beyindedir, hem insanın kendisindedir, eğer medeniyet şekilcilik değilse o zaman taş devrindeki gibi giyinelim ne olur ki?

 

Ayrıca iki kişiliğim yok, tek kişiliğim olduğu için özgürce fikrimi söylüyorum, sizin katılmanızı beklemiyorum. Sadece Mevlana'nın bir sözü ile noktalayacağım. "Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler" Malesef biz sizinle aynı duyguları paylaşmıyoruz.

 

saygılar

Gönderi tarihi:

Fesini de al şapkanı da.

 

Ey tarih bilmez halk güruhu. Ey dedik tutmaz, laf dinlemez, faşist bürokratlar ve de köylü dinciler. Sizler donla denize girme meraklıları ve sizler halkı terbiye etmeyi kendisine vazife bilmiş Türk gençliği, Ey sahilde Donlu avına çıkmış medya, Ey milletin efendisi köylü şimdi bana kulak ver.

Fes de en az şapka kadar gürültüyle girmiştir bu topraklara. Yunan milli takkesi olan fes Osmanlı devletinde resmi kyafet ilan edildiği zaman Köylü dinciler buna çok karşı çıkmıştı, sonun da sözle olmasa da sopayla anladı halk Fes giymenin gerekliliğini. Giydi de ne mok oldu muassırlaştı mı ? ( hadi Soldanca söyleyelim Çağdaşlaştı mı ? ) Köylünün sopayla imtihanın ardından halk fesi öyle benimsedi ki bu sefer de şapkaya alışamadı. Sonra bir müddet de şapkaya karşı direnen halk en sonun da iyice sapıttı ve her türlü kasketi attı başından.

Şimdi ne oldu halk takkesiz kaldı, kel göründü, tıpkı donun göründüğü gibi.

Ey modern çağdaşlaştırıcılar, eyyyy bu bitli milleti tımar etmek gibi bir düşünceyle kemalizm üstü sosisli marks üzerine dinci kola içen halk sapıtma artık. Bence yapman gereken şey çok basit ; Madem kafana ne geçirmeye çalışsalar önce ona tepki gösteriyorsun sonra da onu çıkarmamak için tepiniyorsun o zaman kafana bir saksı geçir. hem çiçek beslersin hem de çevreci bir denyo olursun. Gırin pise falan da üye ol adam sansınlar. Ne bilim işte sen ne yapacağını iyi bilirsin halk.

 

bozan

Gönderi tarihi:

Fesini de al şapkanı da.

 

Ey tarih bilmez halk güruhu. Ey dedik tutmaz, laf dinlemez, faşist bürokratlar ve de köylü dinciler. Sizler donla denize girme meraklıları ve sizler halkı terbiye etmeyi kendisine vazife bilmiş Türk gençliği, Ey sahilde Donlu avına çıkmış medya, Ey milletin efendisi köylü şimdi bana kulak ver.

Fes de en az şapka kadar gürültüyle girmiştir bu topraklara. Yunan milli takkesi olan fes Osmanlı devletinde resmi kyafet ilan edildiği zaman Köylü dinciler buna çok karşı çıkmıştı, sonun da sözle olmasa da sopayla anladı halk Fes giymenin gerekliliğini. Giydi de ne mok oldu muassırlaştı mı ? ( hadi Soldanca söyleyelim Çağdaşlaştı mı ? ) Köylünün sopayla imtihanın ardından halk fesi öyle benimsedi ki bu sefer de şapkaya alışamadı. Sonra bir müddet de şapkaya karşı direnen halk en sonun da iyice sapıttı ve her türlü kasketi attı başından.

Şimdi ne oldu halk takkesiz kaldı, kel göründü, tıpkı donun göründüğü gibi.

Ey modern çağdaşlaştırıcılar, eyyyy bu bitli milleti tımar etmek gibi bir düşünceyle kemalizm üstü sosisli marks üzerine dinci kola içen halk sapıtma artık. Bence yapman gereken şey çok basit ; Madem kafana ne geçirmeye çalışsalar önce ona tepki gösteriyorsun sonra da onu çıkarmamak için tepiniyorsun o zaman kafana bir saksı geçir. hem çiçek beslersin hem de çevreci bir denyo olursun. Gırin pise falan da üye ol adam sansınlar. Ne bilim işte sen ne yapacağını iyi bilirsin halk.

 

bozan

 

 

oyun_bozan senin nekadar azın bozuk öyle anlamadım ne dediğini sen bile bilmiyorsun gelmiş bizlere burda bişşeyler anlatıyorsun... dediklerinden eminim sen bile bişey anlamıyorsundur. dona takıldın kaldın..

 

zaten bu ülke senin gibi düşünen zihniyetlerden dolayı bu hallerde hala ama sizler bir türlü bunu anlamamakta direniyorsunuz nedense...

 

aslında sana cevap yazmayı bile gereksiz buluyorum çünki vakit kaybından başka bir şey olmadığını anladım yazılarından.

 

bu ilk ve son kaale alınacak biri olmadığına karar verdim sana hayatında başarılar ve yazları denize donla girmeler ...

Gönderi tarihi:

Fesini de al şapkanı da.

 

Ey tarih bilmez halk güruhu. Ey dedik tutmaz, laf dinlemez, faşist bürokratlar ve de köylü dinciler. Sizler donla denize girme meraklıları ve sizler halkı terbiye etmeyi kendisine vazife bilmiş Türk gençliği, Ey sahilde Donlu avına çıkmış medya, Ey milletin efendisi köylü şimdi bana kulak ver.

Fes de en az şapka kadar gürültüyle girmiştir bu topraklara. Yunan milli takkesi olan fes Osmanlı devletinde resmi kyafet ilan edildiği zaman Köylü dinciler buna çok karşı çıkmıştı, sonun da sözle olmasa da sopayla anladı halk Fes giymenin gerekliliğini. Giydi de ne mok oldu muassırlaştı mı ? ( hadi Soldanca söyleyelim Çağdaşlaştı mı ? ) Köylünün sopayla imtihanın ardından halk fesi öyle benimsedi ki bu sefer de şapkaya alışamadı. Sonra bir müddet de şapkaya karşı direnen halk en sonun da iyice sapıttı ve her türlü kasketi attı başından.

Şimdi ne oldu halk takkesiz kaldı, kel göründü, tıpkı donun göründüğü gibi.

Ey modern çağdaşlaştırıcılar, eyyyy bu bitli milleti tımar etmek gibi bir düşünceyle kemalizm üstü sosisli marks üzerine dinci kola içen halk sapıtma artık. Bence yapman gereken şey çok basit ; Madem kafana ne geçirmeye çalışsalar önce ona tepki gösteriyorsun sonra da onu çıkarmamak için tepiniyorsun o zaman kafana bir saksı geçir. hem çiçek beslersin hem de çevreci bir denyo olursun. Gırin pise falan da üye ol adam sansınlar. Ne bilim işte sen ne yapacağını iyi bilirsin halk.

 

bozan

 

 

Sevgili Tan vakti ya yazımı okumamışsın ya da pek fazla ön yargılısın. Bedava tarih dersi veriyoruz daha ne istiyorsunuz

 

bozan

Gönderi tarihi:

Sevgili Tan vakti ya yazımı okumamışsın ya da pek fazla ön yargılısın. Bedava tarih dersi veriyoruz daha ne istiyorsunuz

 

bozan

senin vereceğin tarih dersisende kalsın sen tarih öğreneceğime tarihi hiç bilmemek daha iyi bence. :D

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.