Φ tülvent Gönderi tarihi: 8 Haziran , 2012 Yazar Gönderi tarihi: 8 Haziran , 2012 Sene sonunda öğretmen "sessiz kalmak koşuluyla her şeyi yapabilirsiniz." derdi bazen ve karneleri yazmaya başlardı. Karne elle yazıldığı için yazının belli bir standartı yoktu, hatta yazısı çirkin olan öğretmenlerin sınıfın güzel yazılı kızlarına yazdırdığı bile olurdu. Başarıdan başarıya koşan eş dost çocukları yüzünden olması gerekenden daha fazla anlam yüklenen karne, eskiden heyecan nedeniydi. Aldığımız karneleri de yıllarca hatıra olarak saklardık. Şimdi öyle mi? Haftalar öncesi e-karneden sonuçları gör, eline tutuşturulan bir form ile evin yolunu tut. Karne heyecanı diye bir şey kalmadı artık. Bir çok heyecanın kalmadığı gibi... Alıntı
Φ tülvent Gönderi tarihi: 3 Ağustos , 2012 Yazar Gönderi tarihi: 3 Ağustos , 2012 Okuduğum ilkokulun kantininde simit ve çamlıca gazozu dışında bir şey yoktu, zaten o zamanlar çocuğa haftalık vermek diye bir şey de yoktu. Gene de bakkala gidişlerimde kalan para üstlerini haftalarca biriktirip, tüpte şokella alıyordum. Onca zaman para biriktirilerek alınan ve bitmesin diye gıdım gıdım yenen o tüpte şokellanın tadını hala hiçbir şeyde bulamıyorum. Ben şanslıydım, babam denizciydi. Seyir dönüşleri bana envai çeşit oyuncak getiriyordu Avrupa'dan. Ama o zamanın çocukları bile bir tuhaftı, ben mahalledekilerle paylaşmayınca o oyuncaktan da zevk almıyordum. Hala gazoz kapaklarını taşla düzeltip, bugünün TASO'larına benzeyen şeyler yapıyordum. Dokuztaş, misket, kukalı saklambaç, hele o "en de tura bir iki üç güzellik", unutulur gibi değildi. İnşaatlardan sökülen paslı çivilerle oynanan toprağa çivi saplamaca gibi tamamen yokluğun tetiklediği yaratıcılık örnekleri. Sokaklar bizim, dert yok, tasa yok, oyuncak yoktu, olsa da devir hesap devri alacak para yoktu ve eğlence yaratıcılığımıza kalmıştı. Yaz günleri, sabahtan akşama kadar sokaktaydık. "Sokağa Çıkmak"diye bir deyim vardı. Hayat o kadar güzeldi ki, ilk aşkıma dört yaşında vurulmuştum. Net hatırladığım bir sahne var: AdıYalın. Babası ona iki tekerlekli bisiklet almış ve bana "Yarın seni de bindireceğim" diye söz vermişti. Bindim mi? Hatırlamıyorum, sonra taşındılar mahallemizden. İkinci aşkım, alt katımızda oturuyordu. Bir gün incir toplayacağız diye, Çengelköy sırtlarında kaybolmuştuk birlikte. Diyarbakırlı Kürt bir karpuzcumuz vardı. Salı Cuma karpuz, kavun getirirdi kamyonla. "Kavun ye bal ye" diye bağırırdı. Hakikaten de o kavun bal gibiydi. Hele o zamanın çilekleri, bir reçel kaynadı mı, değil apartman mahalleyi sarardı o nefis çilek kokusu. Reçel yapılacak çilek neredeyse bir gün boyunca beş altı kez suyu değiştirilerek kovalarda bekletilirdi toprağı çıksın diye. Üstelik suya da rengi geçmezdi. Şimdi çilekler toprakta yetişiyor ama toprağa değmeden büyüyor. Belki de o yüzden ne tadı var ne de kokusu. Siyah beyaz ve tek kanallı televizyon, küçücük parmaklarımızın arasında kaybolana dek bıçakla yontulan kalemler -ki kalemtıraş kullanmak israftı, sınıflardaki çöp kovası onu kalem açma kuyruklarını unutan var mı? Plastik ilkel beslenme çantaları ve okula götürülmesi yasak olan muz. Hele iç içe gecen halkalardan oluşan ve her zaman akıtan o plastik bardaklar, kâbusumdu benim. Uçlu kalem geldiğinde memlekete, uzay mekiği gibi bakmıştık ve onun ucu da uzay mekiği fırlatma rampası gibi kavrardı kapkalın kalem uçlarını. Bunların her biri güzel birer anı, 30 lu yıllarını sürenler için. 40 lı yıllarını sürenler için o dönem, terörle özdeş. Zira çoğu Üniversiteyi ya zar zor bitirdi, ya da ayrılmak zorunda kaldı. 50 üzeri için ise hatırlanmak bile istenmeyen günler. Çünkü onlar çocuk okutmak ve yaşam mücadelesi vermek zorundaydı, onca yokluğa, parasızlığa ve kardeş kavgasına rağmen. Sadece çocuklar o yılların tadını çıkardı, sadece çocuklar mutlu ve umarsızdı ve sadece çocuklarda hatırlanası güzellikler bıraktı. O dönemin çocukları, şimdi çocuk yetiştiriyor. Sahip olamadıkları oyuncaklarla dolu çocuklarının odaları. Yedikleri dayakların inadına seslerini bile yükseltmiyorlar çocuklarına. Dizlerinden, dirseklerinden yara kabuğu eksik olmayan o zamanın çocukları, çocuklarından kan alınırken fenalaşıyorlar. Ancak hava karardığında ve babası işten geldiğinde eve giren şimdinin ana babaları, çocuklarını kapı dışarı çıkaramıyorlar, zaman zaman haklı sebeplerle. Annelerinin bir bakışı ile mum kesilen, akşama babana söylerim tehditleri ile büyümüş o çocuklar, bugün kendi çocuklarının psikolojisini bozar diye HAYIR bile diyemiyorlar. O zamanın çocuklarının, şimdiki çocukları doyumsuz, çoğu bilgisayar başında patates cipsi yediği için şişman, hepsi zehir gibi akıllı ama onca imkâna rağmen okulu pek azı seviyor. Çelik çomağı, kukalı saklambacı ve hatta uçurtma uçurtmayı bilmiyor. Onların uçurtmaları marketlerde hazır yapılmış olarak satılıyor ve babayla bir Pazar günü saatlerce uğraşarak uçurtma yapmanın zevkini ve yeşil tepelerde uçurtma uçurmanın tadını bilmiyorlar. Okulun açılacağı haftanın öncesinde önceleri zevkle başlayan ama sonra işkence halini alan, defter kaplamanın ne demek olduğundan habersizler, defterlerin kaplanmaya ihtiyacı yok çünkü. Kâğıt onlar için buruşturulup atılabilecek bir şey, defterden kâğıt koparmanın nasıl olup da YASAK olabileceğini akılları almıyor. Hiç dut silkelemediler, bembeyaz çarşaflara ve hiç incir ağacının ince dalına basıp yuvarlanmadılar komşunun bahçesine. Mutlular mı? Umarım öyleler. Peki, çocukluklarını bizler gibi, özlemle anacaklar mı? Umarım ... (Alıntı) Alıntı
Φ tülvent Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2012 Yazar Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2012 ESKİDEN Çember çevrilir, Su musluktan içilir, Ağaçlara tırmanılırdı. Bebekler bezden, Silahlar tahtadan, Resimler kömür karasından yapılırdı. Kızlara ninelerinin, erkeklere dedelerinin İsimleri konulur, Saatli maarif okunurdu. Komşuda pişen Bize... Bizde pişen komşuya düşerdi. Geceler ayaz, Sokaklar karanlık, Yıldızlar parlak olurdu. Turşu, salça, mantı Evde yapılır, Karpuz kuyuda soğutulurdu. Erik ağacının çiçeği, Pencere camımıza yaslanır, Güz yaprakları bahçemize düşerdi. Kardan adam yapılır, Evlerde soba yakılır, Kış gecelerinde masal anlatılırdı. Merdiven çıkılır, Aidat ödenmez, Yönetici seçilmezdi. Evler badanalı, Sokaklar lambasız, Mahalleler bekçili olurdu. Ajans radyodan dinlenir, Çizgi roman okunur, Defterlere kenar süsü yapılırdı. Hayat, Arkası yarın gibiydi, Kesintisizdi. Her gün yaşanacak bir şey vardı. Herkes kendi düşünü kurar, Kendi hayatını oynardı. ŞİMDİ Şimdi, Herkes Yoğun, Yorgun Ve Tek başına... Can Dündar Alıntı
Φ tülvent Gönderi tarihi: 6 Ağustos , 2012 Yazar Gönderi tarihi: 6 Ağustos , 2012 Öylesine zamanın öğrettiği tek şey yüzümüzde hergün artan çizgiler değil sadece eski fotoğraflardaki bakışlarımızı almış saatler çocukluğumuzdan kalan havadaki koku bu mu? ne kadar çabuk tüketmişiz kendimizi ilklerimizin değeri ne kadarda değersizmiş aslında ilk adımlarımız ilk düşüşlerimiz ilk aşkımız bir filmin ilk sahneleri otobüsün camından dayayıp başımızı geride bir toz bulutu kalan hayatımıza bakmışız hüzünle el sallamak için bile gücümüz yok kendimize unutulduğumuz yerde biçare öylesine kalakalmışız... zamanın öğrettiği birşey var her başlangıç bir bitişin habercisi değirmen taşı gibi öğütmüşüz önümüze geleni dişlerimizin arasında ezip tükürmüşüz hayatın bize verdiği şansları görmezden gelerek haksızlığı aslında hep kendimize etmişiz akşam vakti geliyor artık ömrümüzde hüzünlü loş ışıklardayız şimdi bir ayağımız gitmekte diğeri aynı yerde öylesine kalakalmışız bu hikayede... Alıntı Alıntı
Φ tülvent Gönderi tarihi: 6 Ağustos , 2012 Yazar Gönderi tarihi: 6 Ağustos , 2012 BAŞTAN YAŞAMAK HERŞEYİ Küçüksu çayırı, çocukluğum Mısır kazanları dizi dizi… Dönmedolaplar, salıncaklar Kimi yere yakın, kimi yerden yüksek Çocuk çığlıkları sarmış her yanı Simitçi, baloncu, Kağıt helvacı ve dondurmacı… O günlere geri dönmek, Dönme dolaba, Salıncağa binmek istiyorum Sıkı sıkı tutunmak Eteklerimi dizlerime kıstırıp Kolon vurmak, uçmak Uçmak, uçmak istiyorum Ben, ben baştan yaşamak için her şeyi Çocukluğumu geri istiyorum. Oya Özpoyraz 1 Alıntı
Φ dennise Gönderi tarihi: 6 Ağustos , 2012 Gönderi tarihi: 6 Ağustos , 2012 tulvent ; beni simdi darmadagin ettin Alıntı
Φ tülvent Gönderi tarihi: 7 Ağustos , 2012 Yazar Gönderi tarihi: 7 Ağustos , 2012 Ne güzel cahildik!.. Dışarıda kar... Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki. Kuzinenin üzerinde demir maşa... Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri. Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu... Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli. Ekmek her zaman ekmek gibi... Bir kez olsun kümesten yumurta almamış, bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş merkezlerinin restoran katlarında, boğucu bir gürültü ve havasızlık içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım? Dışarıda kar... İçeride kanaat... İçeride huzur. O beyaz örtünün gelişi sürpriz olurdu. Şimdiki gibi üç günlük hava tahmini, kar yağışı için dakikalı randevu falan yoktu. (Meteoroloji tutturamadığı zaman o kadar seviniyorum ki...) Krize de girmezdik. İran’ı hiç takmazdık. Yakacak bir şeyler olurdu her zaman. Ve kuzine hem ısıtır hem de pişirirdi... Bize kalan kışın ve karın tadını çıkarmaktı... Mumumuz, gaz lambamız vardı. Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı. Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç! Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna râm olurduk. Kestane közlemek büsbütün bir gecenin akıllara seza mutluluğuydu. Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar... Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine, geniş ve besleyici bir masal dünyası... Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi? Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi, sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı. Çay da kokardı... Domates de... Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu. Dışarıda kar... İçeride huzur... Türban krizi, doğal gazın kesilme korkusu, yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi... Kimin umurunda... Ne güzel cahildik. Mutluluğun resmini çiziyorduk... Murat Başaran Alıntı
Φ tülvent Gönderi tarihi: 20 Ağustos , 2012 Yazar Gönderi tarihi: 20 Ağustos , 2012 Ah, O Eski Bayramlar '' Ah, nerde o eski bayramlar... '' diye başlayan bir yazı yazabilecek yaşa gelmeyi epey bekledim. Sanıyorum artık vaktidir. Yaşım müsait. Dedemlerden "rahmetli" diye söz ediyorum nicedir, anneannem "Allahım elden ayaktan düşürmeden al yanına" duasında... Her bayramı bir arada "bayram gibi" kutlayan o koca aile, telefonda bayramlaşıyor kaç zamandır... "Modernleştikçe" uzaklaştık çokları gibi biz de... Tek sobanın etrafına kümelenip sohbet etmeler bitti. Kaloriferle ısı odalara yayılınca, sohbetlerin keyfi de dağılıp gitti. Yer sofrasından masaya terfi edilince tadı kaçtı yemeklerin... Telefonda "görüş"ür olduk, "görüş" mesafesinin dışından... Eski bayramlar, "tatil" oldu. * Herkesin bayram imgeleri vardır. Benimki taş zeminde sabun kokusudur uyanınca burnuma çalan... Bir de coşkulu fasıl sesi, kallavi ahşap radyodan yayılan... Sabah namazıdır, babamın dizi dibinde, dizimde ağrılarla "kılar gibi yaptığım..." Bayram harçlığıdır, annemin elinden kaptığım... Kapıda ramazan davulcusudur; bakkalda Arap kızı sakızı, sokakta laklak ve çatapat... Bilyede " müselles ", " lik "te tumba... Tozlu tarlada tek kale maçtır, " Oğlum daha yeni almadık mı papuçlarını! " nakaratı eşliğinde oynanan... Badem şekeridir bayram; kolalı beyaz mendil ve yandan ayrılmış saçta bir avuç kolonya kokusu... Büyük Sinema'da " Taşa Saplanan Kılıç " tır, bir türlü çıkarılamayan... ya da televizyonda. " Bizim Sokak " ın siyah-beyaz dedesi, oyuncak yapan... Kevser anneannemin bahçesinde silkelenen duttur, Ülkü'yle büyüğünü kapmak için didiştiğim... Abduş dayımla uçurtma uçurmaktır, Mustafa dayımdan para aşırmak... Gülsüm teyzemle eğlenip, Perihan teyzemle dertleşmektir. Öğleyin önce un serpilip yoğrulan, sonra oklavayla açılan hamurun, tencere kapağı marifetiyle yarım aydan çiğ böreklere dönüşmesini merakla izlemek ve içine gizlice konan bakır 5 kuruşa ulaşma umuduyla özenle çiğnemektir. Rahmetli Nuri dedemin kucağında " Mebus olursun inşallah" duasıdır, mebusun ne olduğunu bilmeden dinlediğim... Taşlık sofada yer minderidir, ipten salıncakla inatçı bir sinek vızıltısı eşliğinde deliksiz öğle uykusu... Sonra baba tarafında, Adil Bey'le Saniye Hanım'ın evinde, " ikinci devre..." Bu kez halaların, amcaların kucağında bayram keyfi... Handan haladan şiirler, Sevim haladan ninniler, Fethiye haladan türküler... Kamil amcadan, Aydın amcadan hediyeler... Melih' le, Ateş' le, Atilla'yla, Necati Cumalı’nın deyişiyle " pembe yüzlü çocuklar " dık bayramlarda, " öyle pembe ki burun delikleri yavru tavşanlar gibi..." * Bu sabah, o eski bayramların kokusu geliyor burnuma, tütüyor burnumda... Yaşlanıyorum galiba... O bakırdan 5 kuruşun, peşinde değilim... Mendiller kolalanmasa da olur, saçlar kolonyalanmasa da... Lakin sevgiler ertelenirse olmaz... Sevmenin değer vermek, kıymet bilmek, hatır sormak, yardıma koşmak, kapı çalmak, dua almak olduğunu anladım. En çok ondan özlüyorum geniş aile sofralarını... Ölen eski bayramlar değil aslında; eski duyarlılıklar... Onları yaşatabilsek, bayramlar da yaşar. Bu sabah, elinden tutup oğlumu, yukarıdaki listedeki herkesi gezdirmek istiyorum. Bir kısmı için çok geç kaldım. Geç kalmadıklarımla bari doyasıya bayramlaşayım. Siz de öyle yapın: sevdayı, vefayı başka bayrama ertelemeyin. C. Dündar Alıntı
Φ tülvent Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2012 Yazar Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2012 Eski Bayram Kokuları Ah nerde o eski bayramlar diye başlayan bir yazı yazabilecek yaşa gelmeyi epey bekledim. Sanıyorum artık vaktidir. Yaşım müsait. Dedemlerden "rahmetli" diye söz ediyorum nicedir, anneannem "Allahım elden ayaktan düşürmeden al yanına" duasında... Her bayramı bir arada "bayram gibi" kutlayan o koca aile, telefonda bayramlaşıyor kaç zamandır... "Modernleştikçe" uzaklaştık çokları gibi biz de... Tek sobanın etrafına kümelenip sohbet etmeler bitti. Kaloriferle ısı odalara yayılınca, sohbetlerin keyfi de dağılıp gitti. Yer sofrasından masaya terfi edilince tadı kaçtı yemeklerin... Telefonda "görüş"ür olduk, "görüş" mesafesinin dışından... Eski bayramlar, "tatil" oldu. * Herkesin bayram imgeleri vardır. Benimki taş zeminde sabun kokusudur uyanınca burnuma çalan... Bir de coşkulu fasıl sesi, kallavi ahşap radyodan yayılan... Sabah namazıdır, babamın dizi dibinde, dizimde ağrılarla "kılar gibi yaptığım..." Bayram harçlığıdır, annemin elinden kaptığım... Kapıda ramazan davulcusudur; bakkalda Arap kızı sakızı, sokakta laklak ve çatapat... Bilyede "müselles", "lik"te tumba... Tozlu tarlada tek kale maçtır, "Oğlum daha yeni almadık mı papuçlarını!" nakaratı eşliğinde oynanan... Badem şekeridir bayram; kolalı beyaz mendil ve yandan ayrılmış saçta bir avuç kolonya kokusu... Büyük Sinema'da "Taşa Saplanan Kılıç "tır, bir türlü çıkarılamayan... ya da televizyonda "Bizim Sokak"ın siyah-beyaz dedesi, oyuncak yapan... Kevser anneannemin bahçesinde silkelenen duttur, Ülkü'yle büyüğünü kapmak için didiştiğim... Abduş dayımla uçurtma uçurmaktır, Mustafa dayımdan para aşırmak... Gülsüm teyzemle eğlenip, Perihan teyzemle dertleşmektir. Öğleyin önce un serpilip yoğrulan, sonra oklavayla açılan hamurun, tencere kapağı marifetiyle yarım aydan çiğ böreklere dönüşmesini merakla izlemek ve içine gizlice konan bakır 5 kuruşa ulaşma umuduyla özenle çiğnemektir. Rahmetli Nuri dedemin kucağında "Mebus olursun inşallah" duasıdır, mebusun ne olduğunu bilmeden dinlediğim... Taşlık sofada yer minderidir, ipten salıncakla inatçı bir sinek vızıltısı eşliğinde deliksiz öğle uykusu... Sonra baba tarafında, Adil Bey'le Saniye Hanım'ın evinde, "ikinci devre..." Bu kez halaların, amcaların kucağında bayram keyfi... Handan haladan şiirler, Sevim haladan ninniler, Fethiye haladan türküler... Kamil amcadan, Aydın amcadan hediyeler... Melih' le, Ateş' le, Atilla'yla, Necati Cumalı’nın deyişiyle "pembe yüzlü çocuklar"dık bayramlarda, "öyle pembe ki burun delikleri yavru tavşanlar gibi..." * Bu sabah, o eski bayramların kokusu geliyor burnuma, tütüyor burnumda... Yaşlanıyorum galiba... O bakırdan 5 kuruşun, peşinde değilim... Mendiller kolalanmasa da olur, saçlar kolonyalanmasa da... Lakin sevgiler ertelenirse olmaz... Sevmenin değer vermek, kıymet bilmek, hatır sormak, yardıma koşmak, kapı çalmak, dua almak olduğunu anladım. En çok ondan özlüyorum geniş aile sofralarını... Ölen eski bayramlar değil aslında; eski duyarlılıklar... Onları yaşatabilsek, bayramlar da yaşar. Bu sabah, elinden tutup oğlumu, yukarıdaki listedeki herkesi gezdirmek istiyorum. Bir kısmı için çok geç kaldım. Geç kalmadıklarımla bari doyasıya bayramlaşayım. Siz de öyle yapın: sevdayı, vefayı başka bayrama ertelemeyin. C. DÜNDAR Alıntı
Φ tülvent Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2013 Yazar Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2013 NOSTALJİK NOTLAR 1960' lar, '70' ler, '80' ler http://05338478291.tr.gg/Nostalji-.htm Heyyy, bizim kuşak! Heyecanlanacaksınız ve sevinç, hüzün arası bir duyguyla geri dönmeyecek o zamanları özlediğinizi hissedeceksiniz. Alıntı
Φ tülvent Gönderi tarihi: 13 Ekim , 2013 Yazar Gönderi tarihi: 13 Ekim , 2013 Çocuk Olmak Güzeldi!Çocuk olmak güzeldi. Masallarla uyumak, prens olacak hayaliyle kurbağaların peşinden koşmak, Aladdin' in lambasını aramak güzeldi. Mutlulukla uyanmak güzeldi. Çocukluk umutları güzeldi. Sahip olduğumuz küçük şeylerle havaya uçabilmek, bir elma şekeriyle mutlu olmak güzeldi.Küçük şeylere sahiptik, ama mutluyduk. Stressiz bir hayata sahiptik. Hayaller kurardık ve tüm hayallerin sınırlarını sonuna kadar zorlardık. Hep mutlu olacağımızı sanırdık. Yarın ne olacak diye sorunumuz yoktu. Hiçbir şeyi umursamazdık. Koşar, zıplar eğlenirdik. Bizimle ilgilenmediklerinde avazımız çıktığı kadar bağırır dikkatleri üstümüze çekerdik. Anne babamızın her zaman yanımızda kalacağını ve hep mutlu kalacağımızı sanırdık.Ve yaşanan bunca güzelliklere rağmen hep büyümek istedik. Zaman neden çabuk geçmiyor diye üzüldük. Nedendi bu büyüme özlemi bilmiyorum. Belki de özgür bir hayat yaşamak, istediğin her şeyi yapabileceğini düşünmekti.Büyüyünce hayatın derin karanlıklarında kaybolacağımızı ve çocukluk umutlarımızın, mutluluklarımızın tozlu raflarda kalacağını ve o günleri arayacağımızı zaman ne çabuk geçiyor diye yakınacağımızı, hatta zamanla bile yarışacağımızı bilemedik. Tekrar küçük olmayı isteyeceğimizi BİLEMEDİK! Alıntı
Φ tülvent Gönderi tarihi: 21 Kasım , 2013 Yazar Gönderi tarihi: 21 Kasım , 2013 Çizgi Roman İyidir, Zihin Açar “Günaydın” diye bir gazete vardı ben küçükken. Sol üst köşesindeki siyah üzerine sarı “Günaydın” yazısını hemen görebiliyorum zihnimde. Ne tür bir gazeteydi, ciddi haberler mi yapardı pek anımsamıyorum. Muhtemelen haberlerin başlıklarını okuyup, anlamayıp hemen sevdiğim bölüme geçiyordum. Yok, futboldan ibaret olduğu halde adı “spor” olan sayfalar hiçbir zaman umurumda olmadı. Benim sevdiğim sayfalarda çizgi bantlar vardı. Kara Murat, düşmanlarını korkudan titretip Bizanslı prenseslerin aklını alırdı. Fatoş’ ta anlatılanları her seferinde anladığımı söyleyemem. O yıllarda hemen her evde olduğu gibi asıl çizgi roman günü cuma günüydü çünkü Gırgır dergisi cumaları yayımlanırdı. Dergi evin kapısından girer girmez tüm kardeşler de birbirine girerdi. Herkesin derdi Gırgır’ı ilk okuyan olabilmekti. Öyle bir itiş kakış olurdu ki bazen dergi parçalanırdı. Somurtmalar, küsmeler… Ben zavallı, evin en küçüğü olarak genelde en sona kalırdım. Her bir karikatürü tek tek okusam da çoğunu anlamazdım. Hasbi Tembel Er ise sadece çizgileriyle bile komik gelirdi bana. Yıkanmamaktan çizmeye dönüşen çoraplar, çavuş klişesi gibi Hasbi Tembel Er’de anlatılan şeylerin benzeri durumlarla gerçek yaşamda da karşılaşacağımı bilmiyordum tabii o zamanlar. Hemen herkes gibi ben de Avanak Avni’yi çok severdim. Yaş grubu olmayan bir işmiş Avanak Avni, şimdi anlıyorum. Ve elbette En Kahraman Rıdvan! Rıdvan hepimizin kahramanıydı. Bizim evde bir pazar torbası vardı. Naylon poşet henüz dünyayı ele geçirmemişti, evlerde böyle pazar torbaları olurdu o zamanlar. Neyse işte, bizim pazar torbalarından biri ağzına kadar Teksas, Tommiks, Zagor ve Atlantis doluydu. Mandrake, Tarzan, Swing filan da vardı ama çok değildi onlar. Oturup tekrar tekrar okurdum bunları. Maceralar asla bir ciltte tamamlanmazdı. Gelin görün ki bizim torbadan dizilerin tüm sayıları çıkmıyordu. Maceranın devamını bilememek hiç hoşuma gitmiyordu. Şimdi düşünüyorum da, yarım kalan maceraları kafamda her seferinde farklı bir biçimde tamamlayarak ne çok öykü anlatmışım meğer kendi kendime. Yıldıray Aksoy Alıntı
Φ tülvent Gönderi tarihi: 21 Kasım , 2013 Yazar Gönderi tarihi: 21 Kasım , 2013 Meğerse neler değişmiş ülkemizde, neleri unutmuşuz zamanla. Kent araştırmacısı AKIN KURTOĞLU' nun yazısından elde edilen, Türkiye nostaljisinden kısa notlar ve fotoğraflarla Bir Zamanlar Türkiye... Derleyen: Murat ARİFOĞLU Alıntı
Φ tülvent Gönderi tarihi: 21 Kasım , 2013 Yazar Gönderi tarihi: 21 Kasım , 2013 AÇIK BİSKÜVİLER: Mahalle bakkallarında şimdiki gibi paketlenmiş bisküviler yoktu ya da lüks sınıfına giren birkaç marka da pahalı olduğundan pek tutulmazdı. Hemen her bakkal dükkânının giriş kapısının yanında ortalama 30X30X30 ebatlarında teneke bisküvi kutuları düzenli bir şekilde üstüste oturtulmuş halde dururdu. Bunların üzerinde camdan kapakları olurdu. Kapak, içindeki bisküvilerin bayatlamaması için sürekli kapalı olur, içinde hangi tür bisküvi olduğu görülürdü. Bu kutular, içindekilerin herhangi bir kazaya kurban gitmemesi için zeminden 30 derece kadar yukarı bakacak şekilde meyilli konulurdu. İstenen tür bisküvi, bakkal tarafından kâğıttan bir kese kâğıdına doldurulup tartılarak müşteriye verilirdi. En bilinen markalar ise; Ülker, Eti ve Besler’di. Alıntı
Φ tülvent Gönderi tarihi: 21 Kasım , 2013 Yazar Gönderi tarihi: 21 Kasım , 2013 Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı... Son birkaç aydır masamda bir disket duruyor. Üzerinde "On-line alışveriş" yazılı... Bilgisayarınızın sürücüsüne bu disketi yükleyince çağımızın en son tekniğiyle, ekran başında alışverişe çıkıyorsunuz. Tuşlara basıyor seçenekleri anında ekranda görüyor, gönlünüzce seçiyor, ısmarlıyor ve gönderilmesini bekliyorsunuz. Sokağa çıkmadan, kuyruğa girmeden, yük taşımadan... Sadece birkaç tuşa dokunarak... Ama yine masamın üzerinde duran dosyalar arasındaki bir başka haber engelliyor "on-line alışveriş" keyfimi... Haber şu: "Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, mekanik ve metalik bir hayata neden olduğu gerekçesiyle süpermarketlere savaş açtı. İşsizliğin ve şiddetin tırmanması karşısında modern yaşam tarzının yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini savunan Chirac kafelerin ve küçük dükkânların çok daha huzurlu ve insancıl ortamlar yarattığını hatırlatarak 'eski güzel günler'e dönüş çağrısı yaptı." Habere göre Fransız hükümeti bir yasa çıkararak ülkede yeni süpermarketler açılmasını zorlaştırmış. Bundan böyle 300 metrekareden geniş alana yayılan alışveriş merkezlerinin açılması için özel izin gerekecekmiş. O kararın alındığı toplantıda Chirac, yaşamın insani özelliklerinin yok olmasından yakınmış ve "her gün bir yenisi açılan süpermarketler, kendi halinde küçük alışveriş merkezlerini ezip geçiyor ve komşuluğu öldürüyor" demiş. Ne ilginç: Fransa süpermarketlerden bakkallara dönüş için yasa çıkarırken, biz çocukluğumuzun vefakâr bakkallarını gömüyoruz birer ikişer... Maç aralarında hızlı bir gazoz içip parasını kara kaplı veresiye defterine yazdırdığımız o bakkalların duvarlarında genellikle, manidar bir resim asılı dururdu: Bu resimdeki iki adamdan biri boş kasasına bakıp eli şakağında düşünür, diğeri para dolu kasasının önünde puro tüttürüp gülümserdi. Adamların altında da "veresiye satan... peşin satan" yazıları okunurdu. Sonunda çocuklara veresiye gazoz satanlar yenildiler; parayı görmeden koklatmayanlar ise süpermarket sahibi oldular. Bugün biliyorsunuz, özellikle haftasonları büyük kentlerin süpermarketlerine girmek neredeyse imkansız... Tekerlekli arabalar neşeyle fink atıyor sıra sıra raflar boyunca... Kasa önlerinde uzun kuyruklar oluşuyor. Çılgınca bir alışveriş sürerken herkes gizliden gizliye birbirinin arabasına göz atıyor. İnsanların gözleri doyuyor. Alamasalar da dokunabilmenin hazzını yaşıyorlar. "Neyse ki memleketimizde herşey var" tesellisiyle avunuyorlar.Süperstar dinleyip, süpermen filmleri seyrederek yetişenler, dev süpermarketleri görünce, reklamların da etkisiyle "Süper" diye bağırıyorlar.Artık siyasal rejimlere bile süpermarket gözüyle bakılıyor. Can Kozanoğlu, birkaç ay önce Yapı Kredi'nin Cogito dergisine yazdığı bir yazıda günümüz liberalizmini "süpermarket demokrasisi" olarak tanımlıyordu. Piyasadaki çeşit bolluğu "çoksesliliği" simgeliyor. Tercih hakkınızı ve özgürlüğünüzü kullanarak istediğinizi seçiyorsunuz. İşte size "süper-demokrasi"... Ama seçme özgürlüğünün bütçeyle sınırlı olması kimseyi düşündürmüyor. Üstelik -özellikle ülkemizde- yeni demokrasinin raflarında her tür görüşe rastlanmıyor. Vitrine konulanlar ise tıpatıp birbirine benziyor. Tatmadan seçtiğimiz için çoğu zaman damak tadımıza uymuyor. Lakin bu yeni süpermarketlerde iade mal kabul edilmiyor. Beğenmesek de yiyoruz. Ve tabii Fransa'daki sorun bizde de filizleniyor: Süper demokrasilerin süpermarketlerinde komşuluk ve insancıl ilişkiler ölüyor. Çocuklara veresiye gazoz açan bakkal amcaların yerini alan marketçiler, şimdi izinsiz gazoz açan minikleri ceketinden askıya asıp teşhir ediyorlar. Tezgâhtakiler ya da kasadakilerle muhabbet, yerini mekanik bir alışverişe terkediyor. Giderek süpermarketlerin de on-line alışverişe dönüşmesiyle insanoğlu yalnızlığın kapısını gönüllü çalıyor. "Muhabbetin çağı" kapanıyor.Alışverişi evden yapacağımız bir çağı karşılıyoruz. Sıkılınca bir başımıza bilgisayar oyunları oynuyoruz. 900'lü hatlarla dertleşiyor, internetle haberleşiyoruz. Süper-bürolar kuruldu kurulalı aynı iş yerinde çalıştığımız insanlarla tanışmıyoruz. Bir seyahatte yanımıza düşen yolcu yüzümüze bakıp da "yolculuk ne tarafa" ya da "memleket nere" girizgâhı ile bir sohbet açacak diye ödümüz patlıyor. Yolculuk boyunca saatlerce yanımızda kimse yokmuş gibi davranabiliyoruz. Galiba insanlık tarihinde ilk kez bizim kuşakta, aynı dili konuşan insanlar bütün bir ülkeyi dizdize katettikleri halde birbirleriyle bir çift laf etmeden saatler geçirebiliyorlar. Mallarla birlikte ilişkiler de tüketiliyor. İletişimsizlik tarihte ilk kez bu kadar yoğunlaşıyor. Ve ilginçtir ki; bir "iletişim devrimi" yaşadığımız iddiasını dilimizden düşürmüyoruz. Süper iletişiyoruz. Can DÜNDAR Alıntı
Φ İNTERLOCK Gönderi tarihi: 21 Kasım , 2013 Gönderi tarihi: 21 Kasım , 2013 .. pişkin teyze'yi hatırlayan var mı? ya eşref şefik? celâl ince.. .. 1 Alıntı
Φ tülvent Gönderi tarihi: 22 Kasım , 2013 Yazar Gönderi tarihi: 22 Kasım , 2013 Benim canım Bakkalım! Çocuklar alışveriş yapabilsinler diye,misket, şeker,gazoz bolca bulunurdu. Sattıkları peynir ve zeytin çeşitleriyle ün salanları vardır. Onlar aslında hem bakkal hem de şarküteri sayılırlardı.Bir paket bırakılacaksa, mahale bakkalına bırakılır, çocuk emanet edilecekse, ondan rica edilirdi. Borç isteneceği zaman bile ilk akla gelen kişiler bakkallardı. Veresiye defterleriyle mahalleli onlardan, onlarda mahalleliden pek ayrılamazlardı... Genellikle rutubet kokarlardı, ama biz severdik onların rutubet kokularını. İki bisküvinin arasına bir lokumu sıkıştırdık mı, daha ne isterdik ki... Bisküvi kutuları vardı.İçlerindeki bisküviler üzerindeki camdan görür, hangisini istediğimizi gösterirdik.Tipitip sakızının kokusunu hatırlamayan var mı ? Gazyağını bile bakkallardan alırdık biz.Gaz dolu varili bakkalın bir köşesine koyar,üzerindeki küçük musluktan bize gaz yağı doldurur verirdi. Başınız ağrısa aspirin, dişiniz ağrısa gripin, misafir gelse, kaymaklı bisküvi, fermuarınız bozulsa fermuar, tığ isteseniz tığ, şiş lazımsa şiş bulunurdu.... Aklınıza ne gelirse bulurdunuz bakkallarda. Kocaman tepsilerdeki açık yoğurtları spatulayla alır ve bir kaba koyar, üzerinede bir pelur kağıt örterlerdi. Bakkallar veresiye ile ayakta dururlar, düşük gelirli aileler ise veresiye defterlerini canları gibi saklarlardı. Bakkal kendi defterine yazar, bir de ailenin defterine aynı şeyler eklenir, ay başlarında defterler karşılaştırılır ve borç ödenirdi. Ne ararsanız bulurdunuz bakkallarda. Ekmek, süt, çay, fermuar, gripin, dostluk, sevgi ve ahbaplık. Bakkallık ince işti... Hem ticaret, hem dostluk bir arada yürümeliydi. Bakkallar tükenip gittikçe, içimizden de eskilere dair çok şey tükenip gitmiyor mu ? Soğuk süpermarketlerin, soğuk gri arabaları sizin de içinizi karartmıyor mu ? Kasaya geldiğinizde, paranız yetmezse, elinizdekileri bırakıp çıkıyorsunuz değil mi ? Hiç kimse mahalle bakkalımız gibi, "sonra verirsin kızım" demiyor.. Benim canım bakkalım, hakkını helal et bize. Kocaman arabaları dolduruyoruz da, sana gelince zor da kalırsak iki ekmek alıyoruz senden; ki ekmekle nasıl ayakta kalacaksın hiç düşünmeden... kadinhaberleri.com 1 Alıntı
Φ tülvent Gönderi tarihi: 22 Kasım , 2013 Yazar Gönderi tarihi: 22 Kasım , 2013 ........................................... Ben hiçbirini bilmiyorum, hemen bakıcam Halide Pişkin sahneye ilk kez 1923 yılında Şadi Fikret`in kurduğu "Milli Sahne"`nin İzmir turnesinde, Sevda Hanım Zevcem oyunuyla çıktı. Bu topluluk dağılınca İstanbul Şehir Tiyatroları`na girdi (1925). 1944`te Ses Tiyatrosu``na girdi. Kısa süre sonra tekrar Şehir Tiyatrosu`na döndü ve ölümüne değin burada kaldı. Bir dönem radyoda da çalışan Halide Pişkin, özellikle radyo skeçlerinde canlandırdığı "Pişkin Teyze" gibi sağduyulu, esprili, sözünü esirgemeyen yaşlı kadın tiplemeleriyle dinleyicilerinden büyük ilgi gördü. Yerli tipleri başarıyla canlandıran Halide Pişkin birçok filmde de karakter rolleri oynadı. * Eşref Şefik Atabey, (1894; İstanbul - 1980; İstanbul) Türk gazeteci, radyo spikeri. Osmanlı mebuslarından Şefik Bey'in oğludur. Galatasaray ve İstanbul liselerinde okudu. Fransa'da Siyasi Bilimler okuluna devam etti(1914). Bir süre Londra'da, Sevr Antlaşması'na muhalif oy veren tek Divan-ı Hümayun üyesi olan, amcası Rıza Paşa'nın yanında kaldı. I. Dünya Savaşı'nda Türkiye'ye döndü. Gönüllü olarak Çanakkale Savaşı'na katıldı. İlk İstanbul Radyosu kurucuları arasında yer aldı. Radyo'da genel sekreterlik ve spikerlik yaptı. Gazeteciliğe 1918'de İleri gazetesinde başladı. Tercüman, Son Saat, Milliyet, Cumhuriyet, Akşam gazetelerinde muhabir, fıkra yazarı, spor yazarı, sekreter olarak çalıştı. Bir süre Tan Gazetesi'nin Orta Avrupa temsilciliğini yaptı. Güreş ve boks karşılaşmalarını radyodan naklen anlatmasıyla ün kazandı. TRT radyolarında 60'lı yılarda 'Eşref Şefik ile Beş Dakika' programını sundu. * Celal İnce: 1950lerin ünlü hafif müzik ve tango sanatçısı. 1 Alıntı
Φ tülvent Gönderi tarihi: 26 Kasım , 2013 Yazar Gönderi tarihi: 26 Kasım , 2013 http://youtu.be/4l7sWV-JUBw '' Sevmek, Sadece kelimeler rastgele konuşuluyor,Bir an için, düşünmeden.Bunlar farklı, konuşmadan da hissedilenGülümseyerek, sarılarak da ...aşk aşk aşk SevmekBazen imkansızdır almak.. çünkü çağıramazsın onu, o arar kendini çağıranı,bazen geç çağırırsan, başkası sıranı alır...aşk aşk aşk aşk Bilmez ne sınır ne mesafe ve yer.O da genç. UlaşabilirimKalabalığın içinde kaybolmuş veya bir şarkının içinde, gülmek için, ağlamak içinaşk aşk aşk Bağışlamak, tüm suçları bağışlayıp unutmak ve her şeyi yeniden başlatmak içinve sessizce yürümektir, bir şey söylemeden beklemeksizin, vermektir, fedakarlıktıraşk aşk aşk aşk... '' Alıntı
Φ tülvent Gönderi tarihi: 26 Kasım , 2013 Yazar Gönderi tarihi: 26 Kasım , 2013 Biz mutlu çocuklardık! Sobalı, kuzineli evde büyüyen çocuk; Soba borusundaki çamaşır kurutma tellerine asılı okul önlüğünün kurumasını beklemiş çocuktur… Onlar; Kış sabahları bazen üşümekten yataktan çıkmayı istemeyen, Soba kokusunu seven, Üstünde kaynayan çaydanlığın sesini seven, Üstündeki kestanenin, mandalina ve elma kabuklarının kokusunu tanıyan, seven; Bahçede karda oynadıktan sonra üstüne ellerini tutup ısıtmayı seven, Sobalı odadan öteki odaların soğukluğu nedeniyle çıkmak istemeyen, Kömür kokusu, is, odun kokusu çalı çırpı çıtırtısı, Ateşin gürlemesini bilen çocuklardır. Alıntı
Admin ™ Admin Gönderi tarihi: 26 Kasım , 2013 Admin Gönderi tarihi: 26 Kasım , 2013 Biz mutlu çocuklardık! Evet annem boyle birseyin ustunde ben kucukken kadayif yapardi. Parmaklarimizi yerdik... Boyle bir tarafini pisirir diger tarafini baska bir tepsi ile ceviridi bizde oyle syrederdik... Ne gunlerdi ama... 1 Alıntı
Φ irinçköl Gönderi tarihi: 26 Kasım , 2013 Gönderi tarihi: 26 Kasım , 2013 Sevgili tülvent , güzel şeyleri paylaşmışsınız 70 lerle alakalı. Umarım kızmazsınız ama 70 li yıllarda bunları da yaşadık: KARARTMA Kıbrıs barış harekatı yapıldı 1974'te... Türkiye, ikinci dünya savaşı yıllarından beri görmediği bir uygulamaya tanık oldu: Evler ve otomobiller KARARTILDI. Yunan savaş uçakları ani bir baskın düzenlerse şehirler ve yerleşim yerleri farkedilemesin diye, evlerin pencerelerine kalın siyah perdeler takıldı. Otomobillerin farları da koyu renkli jelatinlerle kaplandı. 6 ay kadar süren bu uygulama, 1970'leri unutamayanların da zihnine kazındı. KUYRUKLAR 1970'ler Türkiye'nin 73 cent'e bile muhtaç olduğu yıllardı. Ülke ihracat yapamıyor, elde döviz olmayınca da en zaruri ihtiyaçlar bile karşılanamıyordu. 1970'leri hatırlayanların en unutamadıkları şeyler, kuyruklardır: Tüpgaz kuyrukları, sana yağı (evet, yağ için bile kuyruğa girilirdi) kuyrukları. 1970'leri yaşayanların zamanlarının büyük bir bölümü kuyruklarda geçti... KURTARILMIŞ BÖLGELER - SOKAKLARDA ÖLÜMLER 12 Eylül'den sonra, 1970'lerin adı, '12 Eylül ÖNCESİ' olarak kaldı. 12 Eylül darbesini yapanlar, 12 Eylül öncesini hiç sevmezlerdi. Şehirler, mahalleler, sokaklar 'siyaseten' bölünmüştü. Bir sürü sol fraksiyon vardı. Bazı günler sokaklara çıkmak, liseye ya da üniversiteye gitmek CESARET isterdi. 1970'ler için, sokaklarda 'ölümün kol gezdiği' yıllar demek abartılı olmaz. DEMİREL - ECEVİT - TÜRKEŞ - ERBAKAN 1970'lerin siyaset tarihi, bu 4 ismin üzerine kuruludur. Demirel, 1965'ten beri siyasetin içindedir ve dönemin en başat siyaset figürüdür. Bülent Ecevit 1973'te CHP'de başrol oyuncusu olmuş ve tüm 1970'leri domine eden iki isimden biri olmuştur. Bir dönem Ecevit için, dağlara taşlara bile 'KARAOĞLAN GELİYOR' diye yazılırdı. Necmettin Erbakan, kendisinden en çok beklendiği gibi sadece Demirel ile 'ittifak' yapmadı, Ecevit'i de iktidara taşıdı. 1970'lerde Türkiye'yi koalisyonlar yönetti ve Erbakan kimin yanındaysa, O, başbakan oldu. (Erbakan'ın partisinin adı MSP, simgesi de anahtar idi...) 1 Alıntı
Φ irinçköl Gönderi tarihi: 26 Kasım , 2013 Gönderi tarihi: 26 Kasım , 2013 Bay Meraklı http://www.dailymotion.com/video/xcdyqk_cizgi-adam-la-linea-di-o-covandoli_fun Pembe Panter http://www.dailymotion.com/video/x9rx6a_pembe-panter-cizgifilm-in_fun Alıntı
Φ irinçköl Gönderi tarihi: 26 Kasım , 2013 Gönderi tarihi: 26 Kasım , 2013 CUMARTESİ OKUL İnanmayacaksınız ama, 1970'lerin başında Cumartesi günleri de okula gidilirdi. 1974'ten itibaren Cumartesi günleri yarım gün okula gitme uygulamsı sona erdirilince öğrenci milleti de bayram etti. LAKLAK Dönemin en ünlü ve en elden düşmeyen oyuncaklarından biriydi. Bir plastik daireye bağlı v şeklinde bir ip ve o ipin iki ucunda plastikten iki top vardı. Amaç, dairesel plastiğe parmağınızı takıp topları bir üstte bir altta hızla birbirine vurdurmaktı. Bu işi ne kadar hızlı yaparsanız, o kadar becerikli sayılırdınız. Oyuncak öyle yaygınlıkla kullanılırdı ki, çocuklar da büyükler de tak - tak - tak (ya da lak lak lak) sesleri eşliğinde beceri yarıştırırlardı. GÜNEŞ TECELLİ VE CENK KORAY En çok hafta sonları televizyon izlenirdi. Ve hafta sonları Türkiye, bu iki ekran figürüyle güne başlar, onlarla günü bitirirdi. Güneş Tecelli, geniş ve kalın kemikli gözlükleriyle, Cenk Koray ise 'soğuk esprileriyle' dönem insanlarının zihinlerine kazındı. Pazar programlarının adı TelePazar (Ya da Stüdyo Pazar) idi, bu programın evlerin hanımları tarafından en sıkıcı bulunan bölümü ise TeleSpor adıyla anılır, maçlardan görüntülere yer verilirdi. 1 Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.