Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

İLHAM ÖYKÜLERİ


Shatin

Önerilen İletiler

AFFETMENİN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

 

Bir lise öğretmeni bir gün öğrencilerine bir teklifte bulunur:

 

“Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?”

 

Öğrenciler, çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. “O zaman” der öğretmen. “Bundan sonra ne dersem yapacağınıza söz verin.” Öğrenciler bunu da yaparlar. Ve öğretmen devam eder:

 

“Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz okula birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!”

 

Öğrenciler, bu işten pek birşey anlamamışlardır. Ama, ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen:

 

“Şimdi, bugüne dek affetmeyi istemediğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.”

 

Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur.

 

Öğretmen, kendisine “Peki şimdi ne olacak?” der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar:

 

“Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde, hep yanınızda olacaklar.”

 

Aradan bir hafta geçer. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikâyete başlarlar:

 

“Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.”

 

“Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf gözlerle bakıyorlar bana artık.”

 

“Hem sıkıldık, hem yorulduk...”

 

Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:

 

“Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkûm ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.”

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 118
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

ŞİMDİ EVLENEBİLİRSİN

 

30.04.2006- Yeni Asya Gazetesi

 

Bir zamanlar, bir genç herkes gibi evlenmek istiyordu. Bu niyetini ailesine açtığında, babası ona şöyle dedi:

 

“Elbette oğlum, elbette evlenebilirsin. Bana kendi alınterinle kazandığın bir altını getirdiğinde, seni hemen evlendireceğim.”

 

Delikanlı babasının bu sözlerine gülümsedi. Ne kadar da kolay bir sınavdı bu böyle. Ertesi gün, istenilen altın lirayı götürüp gururla babasının avucuna koydu. Babası hiçbir şey söylemeden, altını evlerinin yanından akan nehre fırlattı.

 

Çocuk, altının düştüğü nehre şaşkınlıklı bir-iki saniye baktıktan sonra, babasına döndü ve sordu:

 

“Şimdi evlenebilirim, değil mi babacığım?”

 

Babası başını iki yana salladı:

 

“Hayır oğlum. Sana kendi alınterinle ve emeğinle kazandığın bir altını getirmeni söylemiştim. Bu altını sen kazanmamışsın ki!”

 

Genç delikanlı babasının gerçeği nasıl keşfettiğini anlayamamıştı. Sahiden de, parayı bir arkadaşından ödünç almıştı. Ertesi gün, bu defa annesinden bir altın borç aldı ve parayı babasına götürdü.

 

Babası altını aldı ve yine nehre fırlattı. Delikanlı bir kez daha şaşırmıştı:

 

“Bunu niye yapıyorsun baba, anlamadım. Ama sana bir altın getirmiş oldum, artık evlenebilir miyim?”

 

Babası bu defa da izin vermedi oğluna:

 

“Bu altını da sen kazanmamışsın!”

 

Genç, babasının yanından ayrıldıktan sonra uzun uzun düşündü. Başkasından borç alıp getirdiğinde babası parayı yine nehre atacaktı ve bu gidişle evlenemeyecekti. O yüzden, bir iş bulup çalışmaya ve altını kendi emeğiyle kazanmaya karar verdi.

 

Günler geçti ve kazandığı bir altını babasına götürdü. Babası her zamanki gibi parayı nehre atmaya hazırlanıyordu ki, oğlu can havliyle babasının kolunu tuttu ve bağırdı:

 

“Hayır baba! O altını nehre atamazsın! Onu kazanmak için günlerce çalıştığımı ve sırtımın ağrılar içinde kaldığını biliyor musun sen?”

 

Babası, yüzünde ışıltılı bir gülümseme ile, elini oğlunun omzuna koydu ve:

 

“İşte şimdi evlenebilirsin, oğlum” dedi. “Çünkü, emeğinin karşılığı olan bu altının değerini artık biliyorsun ve eminim ki onu akıllıca harcayacaksın.”

 

Biz alın terimizle kazanıyor muyuz? Kazandıklarımızın değerini biliyor muyuz?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

KALBİN KAPISI

 

Onsekizinci yüzyıl İngilteresinin ünlü ressamlarından William Holman Hunt'ın bir tablosu Londra Kraliyet Akademisinde sergileniyordu. Bir Bahçeyi tasvir eden bu tablosuna, Hunt "Kainatın Işığı" adını vermişti. Tablo geceleyin elindeki fenerle bir bahçede duran bilge görünümlü bir adamı resmediyordu. Adam serbest kalan eliyle bir kapıya vuruyor ve içeriden cevap bekler halde duruyordu.

 

Tabloyu inceleyen sanat eleştirmenlerinden biri:

 

"Güzel bir tablo doğrusu" demişti Hunt'a. "Ama anlamını bir türlü kavrayamadım. Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Kapıya tokman takmayı unutmuşsunuz da..."

 

Ressam Hunt bilge bir edayla gülümsedi. Tam da bu soruyu bekler gibiydi.

 

"Adam alelâde bir kapıyı vurmuyor" dedi. "Bahçedeki bu kapı, insanın kalbini temsil ediyor. Ancak içeriden açılabileceği için de, kalbin dışarıdan tokmağa ihtiyacı yoktur."

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Diger Lisan

 

Ben doğduktan üç gün sonra beşiğimde ipekliler içinde yatar ve etrafımdaki yeni dünyayı şaşkın bir korkuyla izlerken annem sütanneme "Bebeğim nasıl?" diye sordu. Ve sütannem cevapladı, "İyi, hanımefendi, bugün üç defa emzirdim; bu kadar küçükken bu kadar neşeli olan bir bebek daha görmedim."

 

Ben kızıp bağırdım, "Bu doğru değil anne; yatağım çok sert, emdiğim süt ağzıma acı ve memenin kokusu burnuma kötü geliyor, çok rahatsızım!" Ama ne annem ne de sütannem beni anladı; çünkü konuştuğum lisan gelmiş olduğum dünyadandı.

 

 

Hayatımın yirmi birinci gününde vaftiz edildiğim sırada rahip anneme, "Oğlunuz bir hristiyan olarak doğduğu için çok şanslı olmalısınız!" dedi. Ben şaşırdım ve rahibe dedim ki, "Öyleyse cennetteki anneniz mutsuz olmalı, çünkü siz bir hristiyan olarak doğmadınız." Ama rahip de lisanımı anlamadı.

 

Yedi ay sonra bir kahin bana baktı ve anneme, "Oğlunuz bir devlet adamı ve büyük bir lider olacak!" dedi. Fakat ben haykırdım: "Bu kehanet yanlış! Çünkü ben bir müzisyen olacağım ve bir müzisyenden başka hiçbir şey olmayacağım." Ama o yaşımda bile lisanım anlaşılmadı; şaşkınlığım çok büyüktü.

 

Ve otuz üç yıl sonra annem, sütannem ve rahip öldü, kahin hâlâ yaşıyor. Dün tapınağın kapısında ona rastladım ve konuşurken bana:

 

"Sizin büyük bir müzisyen olacağınızı her zaman biliyordum. muznoot12kp3.gifHatta siz daha bebekken gelecekte ne olacağınızı söylemiştim." dedi.

 

Ve ona inandım. Çünkü ben de diğer dünyanın lisanını unutmuştum.

 

Birbirimizin ne demek istedigini gercekten anlamamiz dilegi ile... :clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

-1 Çocukluğundan beri sarp kayalıklara tırmanma özlemiyle yanmış tutuşmuştu.

 

-2 DİLENCİ KİM?

 

-3 Biraz sonra okuyacağınız gerçek hikâye Kellog Business School'da (Northwestern Üniversitesi) İş İdaresi master öğrencileri ile Zaman Yönetimi dersi profesörü arasında geçer:

 

-4 Çocukluğumdan beri dar mekânlardan sıkılır ve bu tür yerlerden feryat edercesine uzaklaşırdım.

 

-5 Hali vakti yerinde bir kadın havaalanında bekliyordu. Uçağının kalkmasına da uzun saatler vardı.

 

-6 Bir kral halkı için geniş bir yol yaptırmaya karar verdi. Yapımı tamamlanan yolu halka açmadan önce, bir yarışma düzenlemeye karar verdi.

 

-7 Bayan Siz Zengin Misiniz?

 

-8 Bir küçük oğlancık

 

-9 ÇATLAK KOVA

 

-10 "Dalı bırak!" Oldum olası kendisine güvenen ve bununla gurur duyan birisiymiş o. Çoğu kişiye göre başarılıymış da.

 

-11 "Yollari oldukca uzunmus, yokus yukari gidiyorlarmis, gunes yakiciymis, ter icinde kalmislar, susamislar.

 

***Paulo Coelho'nun, Seytan ve Genc Kadin adli romanindan ***

 

-12 AŞK VE ARKADAŞLIK

 

-13 ENDÜLÜS'TE GARİP ŞEYLER

 

-14 Sultan Kim

 

-15 Kim Fakir?

 

-16 Bu tapınak bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu ve burada geçerli olan incelik,anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti

 

-17 Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı.

 

Onk. Dr. Haluk Nurbaki

 

-18 Bir adam şöyle dedi: Bize kendini bilişden bahset.

 

HALİL CİBRAN

 

-19 CENNET CEHENNEM

 

-20 DAHA KÖTÜSÜ HEP VARDIR

 

-21 VASİYET

 

-22 Hayat bir Maraton

 

-23 Hayır

 

Murat Çiftkaya,

 

-24 YANKI

 

-25 AŞK VE ÇILGINLIK

 

-26 KURSUN SESİ KADAR HIZLI GECER YASAMAK ;

 

-27 SEDEF ÇİÇEĞİ

 

-28 Genç kız feci bir hastalığın pençesinde kıvranıyordu. Yaralı kalbi artık bu dünyaya daha fazla dayanamamaya başlamıştı. Çok zengin olan ailesi...

-29 ÇİÇEKLE SUYUN HİKAYESİ

-30 DOSTLUK VE ARKADASLIK

 

-31 YAŞLI HASTA

 

Allen Klein'den

 

-32 Etme Bulma Dünyası

 

-33 KÜÇÜK EV

 

-34 Eve Dönüs

 

-35 Geçtiğimiz günlerde, havaalanında bir baba ile kızının son dakikalarda

aralarında geçen konuşmaya kulak misafiri oldum.

 

-36 Bebeğimi görebilir miyim" dedi yeni anne. Kucağına yumuşak bir bohça verildi ve mutlu anne, bebeğinin minik yüzünü görmek için kundağı açtı .

 

-37 Yıllarca önce İzmir Kadınlar Hapishanesi’nde mahkum kadınlara akşam dersleri verilmesi kararlaştırılmıştı. Bir gün maarif müdürünün odasına,...

 

Hikmet Feridun Es

 

-38 Bir zamanlar dogmak üzere olan bir bebek varmış. Tanrı ’ya sormus:

 

-39 Bir lise ögretmeni bir gün derste ögrencilerine bir teklifte bulunur. Bir hayat deneyimine katilmak ister misiniz?

 

-40 Uzaklarda kücük bir kasabada genc bir adam kendi isini kurdu bu, iki caddenin kösesinde bir perakendeciydi. Adam dürüst ve dost canlisydi....

 

-41 Yine çok ağır geçeceğe benzerdi kış. Bembeyaz bir örtü kaplamıştı fındıkhçelerini

 

-42 Savasin en kanli günlerinden biri “GELECEGINI BILIYORDUM..”

 

-43 Iki kalp hastasi ayni odayi paylasiyorlardi . Hastalardan biri cam kenarinda , digeri ise duvar dibinde kaliyordu.

 

-44 Bazen insanlari hafife almak icin cocuk gibisin, cocuk gibi davraniyorsun denir ya...

bu hikayeden sonra cocuk gözüyle bakmanin basit olmadigini anliyor insan.

 

-45 Bir genc evlenme hazirligina girismisti. Kendisi, henüz kücükken anne ve babasini kaybetmist. Birakilan bir miktar mülkün geliri ve akrabalarinin

 

-46 İnsan

 

-47 Insanoglu mutlulugu hep hor kullaniyormus

Hep skayetci hep bikkinmis

 

-48 KARDAN ADAMIN GÖZYASLARI

 

-49 İHTİYAR

 

-50 Yaşamdaki 4 mahalle!

 

-51 Ucan Balonlar

 

-52 Arkadaşım

 

-53 Tablonun Değeri

 

-54 Hediye

 

-55 BANA YESILI ANLATIN"

 

-56 Başını öne eğdi. Gözlerinin dolduğunu görmemi istemiyordu. Kısık ve boğuk bir sesle:

Kahvaltımı duvardaki pahalı tablolara bakarak ...

 

Murat ÇİFTKAYA

 

-57 İngiltere de bir gün bir karar açıklanır.

 

-58 BİR BARDAK SÜTÜN HATIRI

 

-59 Buruk Bir Aci

 

-60 Yaşlı bir bey, sabah erken evinden çıkmış, yolda ilerlerken

 

bir bisikletlinin kendisine

 

-61 Yedi ve bir yasinda, cok harekteli iki erkek cocugunun annesi olarak, bazen cocuklarin cok özen gösterdigim evimizi dagitacaklarini düsünür, üzülürüm. Bazen gayet masum...

 

-62 KÜÇÜK YILDIZIN SON BALADI

 

-63 Kelimelerim var cümle olacak

 

Eser Perkins

 

-64 Ön yargılı bir insansanız mutlaka okuyun

 

-65 Bilge, dağlarda gezerken bir derenin içinde değerli bir taş buldu. Ertesi gün,aç bir gezginle karşılaştı. Yiyeceğini onunla paylaşmak için ....

 

-66 DOĞUMDAN SONRA HAYAT VAR MI?

 

(Anthony de Mello’dan)

 

-67 GÖKTEN PARA YAĞSA

 

-68 NEYİ DİNLİYORSUNUZ...

 

-69 NEDEN YOKSULLUK VAR

 

-70 VERMEK ÇOĞALMAKTIR

 

-71 AFFETMENİN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

 

-72 ŞİMDİ EVLENEBİLİRSİN

 

30.04.2006- Yeni Asya Gazetesi

 

-73 bu seferki bir resim ama belki de birçok öyküye bedel bir resim

 

-74 KALBİN KAPISI

 

-75 Diger Lisan

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Bundan sonra öykülerin daha rahat takip edilmesi ve tekrarının yazılmasını bir nebze olsun önlemek için başlık kısmına özen göstermeye karar verdim :)

Umarım bütün arkadaşlar bana yardımcı olurlar bu konuda :clover:

 

ZEHİR

 

 

Uzun yıllar önce, Çin'de Li-li adında bir kız yaşıyordu. Günelr günleri, yıllar yılları kovaladı çoğu genç gibi Li-li de günün birinde bir delikanlıyla evlendi.

Li-li'nin kocası zengin biri olmamasına rağmen, ailesine karşı sorumluluklarına dikkat eden biriydi. O yüzden Li-li evini, kocasıyla birlikte dul kaınvalidesi ile de paylaşması gerekiyordu.

Gelin görün ki, aylar geçtikçe, Li-li kayınvalidesiyle geçinmenin çok zor olduğunu anlamaya başladı. İkisinin de kişiliği çok farklıydı ve bu yüzden sık sık kavga ediyorlardı. Kavgalar gitgide o kadar şiddetlanmıştı ki, konu komşu da evde olup bitenlerden haberdar olmaya başlamıştı.

Birkaç ay daha böyle geçtikten sonra, Lixli bu işin böyle gitmeyeceğinden iyice emin haldeydi. Bu durumun annesi ile eşi arasında kalan kocası için evliliği cehenneme çevirdiğini de görüyor, eşi için üzülüyordu.

Li-li, bir çare bulabilme ümüdiyle, baba tarafından aile dostları olan bir baharatçıya gidip derdini anlattı. Baharatçı, Li-li'ye, bu işin kesin çözümünün kayınvalideyi ortadan kalldırmak olduğunu söyledi. Ama bu işi farkettirmeden halletmesi gerekiyordu. O yüzden, değişik bitkilerden hazırladığı bir ekstreyi Li-li üç ay boyunca azar azar kaynanası için yaptığı yemeklere koyacaktı. Zehir az verilecek, böylece kayınvalidenin öldürüldüğü anlaşılmayacaktı. Yaşlı baharatçı, Lixli'ye, bunun için, zehiri azar azar verdiği üç ay içinde şühpe verici davranışlardan, özellikle kayınvalidesine karşı sert kavgalardan kaçınmasını tavsiye etti. Üç ay için sabredip kayınvalidesine olabildiğince iyi davranmalıydı Li-li.

Baharatçının hazırladığı zehir eksteresini de alarak sevinç içinde eve dönen Li-li, baharatçının önerdiği planını adım adım uygulamaya başladı. Her gün en güzel yemekleri yapıyor, kayınvalidesinin tabağına zehiri azar azar damlatıyor, bu arada ona iyi davranmayı ihmal etmiyordu.

Onun bu iyi muamelesi kayınvalideyi de etkilemiş, gün gün ona daha iy idavranmaya, haftalar geçtikçe de ona kendi kızı gibi sevgi ve ilgi göstermeye başlamıştı. Evde artık barış rüzgarları esiyordu.

Bu durum karşısında, Li-li yaptıklarından utanmaya başladı. Kayınvalidesinin aslında pek de kötü olmadığını, bilakis pekala iyi bir insan olduğunu düşünmeye başlamıştı. Ama, yemeğine azar azar damlattığı zehirler yüzünden onun ölmesi de an meselesiydi artık.

Vicdan azabi içinde kıvranan Li-li, yaptıklarından pişman vaziyette yine bahaatçıya gitti ve bu kez, verdiği zehiri kandan teimizleyecek bir iksir yapması için kendisine yalvardı. Artık yaşlı kadının ölmesini istemiyordu.

Yaşlı baharatçı, Li-li'nin bu yalvarmaları karşısında kahkalarla gülmeye başladı. Li-li ise çok ciddiydi zehirin tesirini vücuddan atacak bir ilaç yapmasını istiyordu ısrarla hala.

"Ah Li-li!" dedi baharatçı, ^sana zehir diye verdiğim şey, vücudu güçlendiren bazı bitki özlerinden bir karışımdı yalnızca. Çünkü, asıl zehir ikinizin kafasındaydı Sen ona iyi davrandıkça zehir dağıldı, yerini sevgi ve anlayışa bıraktı."

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

YANGIN ÇANI

 

 

Bir akşam vakti kasabanın yangın çanı çılgınca çalmaya balşlamıştı. Burası küçük bir kasabaydı ve hemen herkes çanın durmaksızın çalışı karşısında, acaba neresi yanıyor diye kendini sokağa attı. Evlerin tamamı ahşap olan böyle kasabalarda, herhangi bir evde çıkan bir yangın, tüm kasabayı ayağa kaldırıyordu zaten.

Ne var ki, meydana toplanan halk, kısa bir süre sonra herhangi bir yerde yangın olmadığını anlayacaktı. Yangın kulesindeki adam bütün kasaba tarafından tanınan ve sevilen biriydi. Ona ortada yangın yokken neden böyle birşey yaptığını sorduklarında, şu cevabı verdi kendilerine;

 

"Buğün gökyüzündeki harikulâde günbatımı manzarasını gördüm ve kemdimden geçecek kadar keyif aldım. İstedim ki, sevgili dostlarım da bir kerecik olsun lüzümlü-lüzuzmus işlerini bırakıp şu günbatımı manzarasını seyretsinler çanı çalıp sizi buraya toplamam bu yüzdendir."

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Kırmızı elma

1942'de , soğuk bir günde bir Nazi toplama kampının içindeki yalnız, genç bir adam, dikenli tellerin ardından genç bir kızın geçtiğini görür. Kız da ayni şekilde genci görünce heyecanlanır.

Duygularını ifade etme çabasıyla çitin üzerinden kırmızı bir elma atar: appel12vm4.gifbir hayat, umut ve sevgi işareti.

Genç adam eğilerek elmayı alır. Parlak bir ışık onun karanlığını delmiştir. Ertesi gün, bu genç kızı yeniden görmeyi umut etmenin bile çılgınca olduğunu düşünmesine rağmen, çitin ötesine bakmaktan kendini alıkoyamaz. Dikenli tellerin diğer yanındaki genç kız ise, kendisini bu denli heyecanlandıran yüzü yeniden görmeyi arzular. Elinde elma ile hazırlıklı gelmiştir. Tipi ve dondurucu havaya rağmen kız, elmayı dikenli tellerin üstünden uzattığında, iki kalp bir kez daha sıcak duygularla dolar. Bu sahne birkaç gün boyunca tekrarlanır. Tellerin ardındaki iki genç insan, sadece bir an ve sadece birkaç kelime edebilmek için bile olsa birbirlerini görmek için sabırsızlanırlar. Bu iletişim sırasında, her zaman açıklanamaz biçimde sıcak duygular hakimdir.

Bu anlık karşılaşmaların sonuncusunda, genç adam kaşlarını çatarak, " Yarın bana elma getirme, burada olmayacağım. Beni başka bir kampa götürüyorlar," der. Genç adam geri dönüp vedalaşmayacak kadar buruk bir şekilde uzaklaşır. O günden itibaren, kederli anlarında o tatlı kızın yatıştırıcı görüntüsü gözlerinde canlanır. Gözleri, sözleri, nezaketi, kırmızı elması, gece kabuslarını sakinleştirircesine tekrar ve tekrar gözlerinde canlanırdı. Genç adamın tüm ailesi savaşta ölmüştü.

Tanıdığı hayat bütünüyle yok olmuş, sadece bu bir tek anı canlı kalarak kendisine umut vermeyi sürdürmüştü.

10 sene sonra 1957'de Amerika Birleşik Devletleri'nde, her ikisi de göçmen olan fakat birbirlerini tanımayan iki yetişkin arkadaşları aracılığıyla randevulaşırlar. " Savaş sırasında neredeydin?" diye sorar kadın.

" Almanya'da, bir toplama kampındaydım," diye yanıtlar adam.

" Toplama kampındaki bir gence, elma attığımı anımsıyorum, " der kadın.

Adam şaşkınlıkla konuşmaya başlar: " Bir gün o genç sana, ' Artık elma getirme, çünkü başka bir kampa gönderiliyorum, ' dedi mi?"

" Aa, evet," diye yanıtlar kadın " fakat sen bunu nasıl biliyorsun? "

Adam kadının gözlerine bakarak, " O genç, benim, " der.

Kısa bir sessizlikten sonra devam eder: " O zamanlar senden ayrılmıştım ve bir daha sensiz olmak istemiyorum. Benimle evlenir misin?"

Birbirlerini kucaklarken, kadın " Evet " der.

1996 yılının Sevgililer Gününde Oprah Winfrey televizyon şovunun çekimlerinde, ayni adam kırk yıllık eşine beslediği sevgiyi bir kez daha anlattı. " Beni toplama kampında besledin, tüm bu yıllar boyunca beni besledin; artık açlığım, sadece senin sevgine."

 

Yitta Halberstam/ Judith Leventhal / çeviri: Anita Tatlier

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bebek ve Beyaz gül

 

 

Son Yilbasi hediyelerini almak icin aceleyle dükkana girdim. Oradaki insanlara bakip bakip kendi kendime söylendim. "Burada sonsuza dek kalabilirim , oysa yapacak o kadar cok seyim var ki."

 

Noel büyük bir telaseden baska bir sey degildi. Noel süresince uyuyup uyanmayi diledim bir an. Sonra acele acele oyuncak bölümüne dogru yürüdüm.Orada fiyatlari görünce gene kendi kendime söylendim. Acaba torunlar bu oyuncaklarla oynuyorlarmi?

 

Kendimi bebeklerin bulundugu koridorda buldum. 5 yaslarinda bir erkek cocuk elinde bir bebek tutuyordu. Onu izlemeyi sürdürdüm ve bebgin kimin icin oldugunu merak ettim. Sonra bir bayana dogru döndü, ismiyle hitap etti ve dedi ki: "Yeterince param olmadigindan emin misin?"

 

 

Aceleyle yanitladi bayan: "Onun icin yeterince paran olmadigini biliyorsun" Sonra kücük cocuga oradan ayrilmamasini, kendisinin alacak birkac seyi daha oldugunu, birazdan dönecegini söyledi. Ve oradan ayrildi.

 

Cocuk bebegi hala tutuyordu. Derken yaklasip o bebegi kimin icin istedigini sordum.

 

"Bu kiz kardesimin Noel icin cok istedigi bebek. Noel Babanin onu getirecegini biliyordu." dedi.

 

Noel Baba`nin belki de bu bebegi ona getirebilecegini söyledim.

 

"Hayir" dedi Noel Baba kardesimin oldugu yere gidemez. Bunu anneme verecegim, kiz kardesime o götürecek."

 

Ona kardesinin nerede oldugunu sordum.

 

Gözlerinde son derece üzgün bir bakisla bana bakti ve " Meleklerin yanina gitti. Babam yakinda annemin de oraya gitmek zorunda oldugunu söylüyor."

 

Kalbim neredeyse duracakti. Sonra cocuk tekrar bana bakti ve " Babama, anneme daha gitmemesini söylemesini istedim. Ben alis veristen dönene kadar beni beklemesini söyledim."

 

Sonra resimlerini görmek isteyip istemeyecegimi sordu.

 

"Memnuniyetle" dedim.

 

Dükkanin önünde cekilmis resimlerini bana gösterdi. " Anneme bunlari da verecegim, götürmesi icin.... Böylece kiz kardesim beni hic unutmaz. Annemi öyle seviyorum ki, beni terketmesini hic istemiyorum. Ama babam onun kiz kardesimle olmasi gerektini söylüyor.

 

Cocuk basini egdi ve hic konusmadan durdu. O anda cüzdanimi cikardim ve icinden birkac banknot aldim. Sonra cocuga, "Istersen parani bir kez daha sayalim. " dedim.

 

Heyecanlandi ve " Tamam" dedi " Insallah param yeter!"

 

Elimdeki banknotlari farkettirmeden onun paralarinin icine koydum. Elbette simdi bebek icin yeterli parasi vardi.

 

Cok yumusak bir sesle " Tanri`ya bu parayi verdigi icin tesekkür ederim " dedi. Sonra,

 

"Bana yeterince para vermesi icin dua ettim ve benim dualarimi isitti. Simdi annem bu bebegi kardesime görürebilir. Aslinda anneme de bir tane beyaz gül almak isterdim. Ama onun parasi icin dua etmedim. ama bana yine de her ikisini alabilecegim kadar para verdi."

 

Basladigimdan cok farkli bir ruh hali ile alisverisimi bitirdim. Cocugu düsünmeden edemiyordum. Derken aklima birkac gün önce okudugum bir gazete haberi geldi, "Sarhos bir sürücü bir arabaya carpmis, kücük bir kizin ölümüne annesinin ise ciddi bir sekilde yaralanmasina sebep olmustu. Aile annedeki yasam destek mekanizmalarinin cekilip cekilmemesine karar veremiyordu.

 

Bu cocuk o hikayenin icinde olamazdi. Iki gün sonra ailenin karar verdigini ve genc kadinin da öldügünü gazeteden okudum. O kücük cocugu unutamiyordum ve o hikayeyle baglantisini olup olmadigini merak ediyordum. O gün daha sonra kendimi tutamadim ve birkac beyaz gül alip genc kadinin cenaze töreninin yapilacagi eve gittim.

 

Evet! Elinde beyaz bir gül, bir bebek ve birkac resimle tabutta yatiyordu.

 

Göz yaslari icinde oradan ayrildim ve yasamim tümüyle degisti. Cocugun annesi ve kardesine karsi duydugu sevgi olaganüstüydü. Ancak bir saniye icinde sarhos bir sürücü kücücük bir cocugun yasamini paramparca etmisti.

 

Ceviren Dogugül Kan

:clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

EĞER BİR ÇOCUK

 

Eğer bir çocuk kınanarak yaşarsa suçlamayı öğrenir.

Eğer bir çocuk düşmanca davranışlar içinde yaşarsa kavga etmeyi öğrenir.

Eğer bir çocuk alay edilerek yaşarsa sıkılganlığı öğrenir

Eğer bir çocuk utanç içinde yaşarsa suçluluk duymayı öğrenir.

Eğer bir çocuk hoşgörüyle yaşarsa sabırlı olmayı öğrenir.

Eğer bir çocuk teşvik edilerek yaşarsa güvenmeyi öğrenir.

Eğer bir çocuk değer verilerek yaşarsa saygı duymayı öğrenir.

Eğer bir çocuk eşitlik ortamında yaşarsa adaleti öğrenir.

Eğer bir çocuk güven duygusu içinde yaşarsa inanmayı öğrenir.

Eğer bir çocuk beğenilerek yaşarsa kendisinden hoşlanmasını öğrenir.

Eğer bir çocuk kabul ve dostluk yaşarsa dünyada sevgi aramayı öğrenir.

 

Çocukların öğütten çok iyi örneğe ihtiyaçları vardır.

 

Çocuğun aynası anne ve babasıdır.Bu aynadan daima güzel şeyler görmelidir.

Çocuklar, hayat piyangosunun çok pahalı alınmış biletleridir.

Bu bilete büyük ikramiye vurması ya da boş çıkması sizin elinizdedir.

Çocuklar donmamış beton gibidir. Üzerlerine ne düşse iz yapar.

Çocuklara yüz değil, kulak vermeli.

 

Çocuklarınıza vereceğiniz en güzel ve değerli hediye ilgi ve zamanınızdır.

 

ÇOCUK NE ÖĞRENİR

 

Genç anne-babalara

Eğer bir çocuk sürekli eleştirilmişse,

Kınama ve ayıplamayı öğrenir.

Eğer bir çocuk kin ortamında büyümüşse,

Kavga etmeyi öğrenir.

Eğer bir çocuk alay edilip aşağılanmışsa,

Sıkılıp utanmayı öğrenir.

Eğer bir çocuk sürekli utanç duygusuyla eğitilmişse,

Kendini suçlamayı öğrenir.

Eğer bir çocuk hoşgörüyle yetiştirilmişse,

Sabırlı olmayı öğrenir.

Eğer bir çocuk desteklenip, yüreklendirilmişse,

Kendine güven duymayı öğrenir.

Eğer bir çocuk övülmüş ve beğenilmişse,

Takdir etmeyi öğrenir.

Eğer bir çocuk hakkına saygı gösterilerek büyütülmüşse,

Adil olmayı öğrenir.

Eğer bir çocuk güven ortamı içinde yetişmişse,

İnançlı olmayı öğrenir.

Eğer bir çocuk kabul ve onay görmüşse,

Kendini sevmeyi öğrenir.

Eğer bir çocuk aile içinde dostluk ve arkadaşlık görmüşse,

Bu dünyada mutlu olmayı öğrenir.

Bunları Öğretmekte Anne ve Babaya Düşer

Dostça Kalın :clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Rüzgâr ile Yaprak

 

Rüzgâr ile yaprak dost oldular. Artık rüzgâr savurmuyordu yaprağı.

-''Söyle dostum, nereye istersen oraya götüreyim seni" dedi rüzgâr yaprağa.

 

Yaprak düşündü taşındı, aklına hiçbir şey gelmedi. Tekrar sordu rüzgâr:

- Hadi söyle seni istediğin yere taşıyayım.

 

Tekrar düşündü yaprak , aklına yine bir şey gelmedi...

- ''Bilmiyorum rüzgâr kardeş, aklıma hiçbir şey gelmiyor. Sen söyle ?'' dedi.

 

Rüzgâr:

- Gidecegin yeri bilmedikten sonra rüzgâr dostun olsa neye yarar.. Savrulur gidersin!

dedi ve bildigi gibi esti tekrar. Yaprak yine savruldu...

Üstelik de bu sefer savuran dostuydu.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Shatin :clover:cerenimoo :clover:sardunyam :clover:

 

 

Yaşamak, Sevmek ve Öğrenmek

 

Öğretmenin adı bayan Thompson'du ve 5.sınıf öğrencilerinin önünde ayakta durduğu ilk gün onlara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, onlara baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. Bu mümkün değildi, çünkü orada en önde, sırasına adeta çökmüş gibi oturan küçük bir öğrenci vardı.

 

Adı Teddy Stoddard. Bir önceki yıl, bayan Thompson, Teddy'i gözlemiş, onun diğer çocuklarla oynayamadığını; giysilerinin kirli ve kendinin de hep banyo yapması gereken bir halde olduğunu görmüştü ve Teddy mutsuz da olabilirdi.

 

Çalıştığı okulda bayan Thompson, her öğrencinin geçmişteki kayıtlarını incelemekle de görevlendirilmişti ve Teddy'nin bilgilerini en sona bırakmıştı. Onun dosyasını incelediğinde şaşırdı. Çünkü; birinci sınıf öğretmeni: "Teddy zeki bir çocuk ve her an gülmeye hazır. Ödevlerini düzenli olarak yapıyor ve çok iyi huylu... Ve arkadaşları onunla olmaktan mutlu..." diye yazmıştı.

 

İkinci sınıf öğretmeni:

"Mükemmel bir öğrenci, arkadaşları tarafından sevilen, fakat evde annesinin amansız hastalığı onu üzüyor ve sanırım evdeki yaşamı çok zor.." diyordu.

 

Üçüncü sınıf öğretmeni:

"Annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Babası ona yeterince ilgi gösteremiyor ve eğer bir şeyler yapılmazsa evdeki olumsuz yaşam onu etkileyecek." diye yazmıştı.

 

Dördüncü sınıf öğretmenine gelince:

"Teddy içine kapanık ve okula hiç ilgi göstermiyor, hiç arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor." demişti. Şimdi bayan Thompson sorunu çözmüştü ve kendinden utanıyordu. Öğrenciler ona güzel kağıtlara sarılmış süslü kurdelelerle paketlenmiş yeni yıl hediyeleri getirdiğinde kendini daha da kötü hissetti. Çünkü Teddy'nin armağanı

kaba kahverengi bir kese kağıdına beceriksizce sarılmıştı. Bunu diğer öğrencilerin önünde açmak ona çok acı verdi.

 

Bazıları, paketten çıkan sahte taşlardan yapılmış, birkaç taşı düşmüş bileziği ve üçte biri dolu parfüm şişesini görünce gülmeye başladılar, fakat öğretmen, bileziğin ne kadar zarif olduğunu söyleyerek ve parfümden de birkaç damlayı bileğine damlatarak onların bu gülmelerini bastırdı.

 

O gün okuldan sonra Teddy öğretmenin yanına gelerek; "Bayan Thompson, bugün hep annem gibi koktunuz" dedi.

 

Çocuklar gittikten sonra öğretmen yaklaşık bir saat kadar ağladı. O günden sonra da çocuklara okuma, yazma, matematik öğretmekten vaz geçerek onları eğitmeye başladı. Teddy'ye özel bir ilgi gösterdi. Onunla çalışırken zekasının tekrar canlandığını hissetti. Ona cesaret verdikçe çocuk gelişiyordu. Yılın sonuna dek, Teddy sınıfın en çalışkan öğrencilerinden biri olmuştu.

 

Öğretmenin, hepinizi aynı derecede seviyorum yalanına karşın Teddy, onun en sevdiği öğrenci olmuştu.

 

Bir yıl sonra, kapısının altında bir not buldu. Teddy'dendi. Tüm yaşantısındaki en iyi öğretmenin kendisi olduğunu yazıyordu. Ondan yeni bir not alana kadar 6 yıl geçti. Notunda liseyi bitirdiğini ve sınıfındaki üçüncü en iyi öğrenci olduğunu ve bayan Thompson'un halâ hayatında gördüğü en iyi öğretmen olduğunu yazıyordu.

 

Dört yıl sonra, bir mektup daha aldı Teddy'den. O arada zamanın onun için zor olduğunu çünkü üniversitede okuduğunu ve çok iyi dereceyle mezun olmak için çok çaba sarfetmesi gerektiğini yazıyordu. Ve bayan Thompson halâ onun hayatında tanıdığı en iyi öğretmendi.

 

Daha sonra dört yıl daha geçti ve bir mektup daha geldi. Çok iyi bir dereceyle üniversiteden mezun olduğunu ama daha ileriye gitmek istediğini yazıyordu. Ve halâ bayan Thompson onun tanıdığı ve en çok sevdiği öğretmendi.

 

Bu kez mektubun altındaki imza biraz daha uzundu.

Theodore F.Stoddard Tıp Doktoru.

 

İlkbaharda bir mektup daha aldı bayan Thompson. Teddy hayatının kızıyla tanıştığını ve evleneceğini yazmıştı. Babasının birkaç yıl önce öldüğünü, bayan Thompson'un düğünde damadın anne ve babası için ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu. Tabii ki oturabilirdi.

 

Bayan Thompson törene giderken özenle sakladığı birkaç taşı düşmüş olan o bileziği taktı, Teddy'nin ona verdiği ve annesi gibi koktuğunu söylediği parfümden sürmeyi de ihmal etmedi.

 

Birbirlerini sevgiyle kucaklarlarken, Teddy, onun kulağına "Bana inandığınız için çok teşekkürler bayan Thompson, kendimi önemli hissetmemi sağladığınız için ve beni böyle değiştirdiğiniz için de..." diye fısıldadı.

 

Bayan Thompson gözünde yaşlarla ona karşılık verdi: "Yanılıyorsun Teddy... Ben değil,

 

sen bana öğrettin.

Seninle karşılaşıncaya kadar ben öğretmenliği bilmiyormuşum..!!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

BABAM SEYREDİYOR

 

Ortaokulda okuyan ve kısa bir süre önce annesini kaybeden genç, babasıyla birikte yaşıyordu. Babasıyla aralarında çok güzel bir dostluk vardı. Genç, okulun futbol takımındaydı. Takımdaydı ama, ufak-tefek yapısı ve tecrübesizliği nedeniyle hocası ona bir türlü maçlarda görve vermiyordu. Bu yüzden, her maçta yedek kulübesinde oturuyordu. Buna rağmen, babası hiçbir maçı kaçırmaz ve hep ayağa kalkıp tezahürat yapardı.

Liseye girdiğinde sınıfın yine en sıska öğrencisiydi gencimiz. Fakat babası onu hep futbol oynamaya teşvik etti; bununla birlikte, eğer estemezse oynamayabileceğini de belirtti. Delikanlı futbolu seviyordu ve takımda kalmaya karar verdi. Her idmanda elinden geleni yapıyor ve takımın as oyuncularından biri olmaya çalışıyordu. Bütün lise hayatı boyunca hiçbir idmanı veya maçı kaçırmadı. Ama sürekli yedek kulübesinde oturmaktan kurtulamadı. İnançlı babası ise her zamanki gibi tribünlerde yerini alıyor ve oğlunu destekleyeci tezahüratlarda bulunmaya devam ediyordu.

Genç, üniversiteye başladığında futbol onun için önemini kaybetmeye yüz tuttu, ama yine de elinden geleni yaptı. Herkes onun okul takımına giremeyeceğinden emindiyse de bunu başardı. Takımın antrenörü onu listeye dahil ettiğini, çünkü he idmana yüreğini koyduğunu ve takımın diğer üyelerini de şevke getirdiğini itiraf etti. Takıma girebildiği haberi onu o denli heyecanlandırdı ve sevindirdi ki, soluğ en yakın telefon kulübesinde aldı ve babasına müjdeyi verdi. onun bu mutluluğun paylaşan babası, kendisine maçların sezonluk biletlerini göndermesini istedi.

Üniversitedeki dört yıl boyunca hiçbir idmanı kaçırmayan genç, ne yazık ki hiçbir maçta oynayamadı. Futbol sezonunun sonlarına doğru, Büyük bir eleme maçının idmanı için sahaya çıkmaya hazırlanan gencin yanına, elinde bir telgrafla antrenörü geldi. Delikanlı telgrafı okuyunca ölüm sessizliğine büründü. Güçlükle yutkunarak hocasna şunları söyleyebildi. "Bu sabah babam ölmüş. İzninizle bugünkü idmana gelmesem?" Hocası kolunu şefkatle omzuna doladı ve "Bu hafta dinlen evlat" dedi, "Cumartesi günkü maça gelmeyi de aklından geçirme."

Cumartesi geldi çattı, ama okul takımının durumu hiç de iyi değildi. Maçın sonlarına doğru, bir kişi soyunma odasına sessizce girdi, formasını ve futbol ayakkabılarını giyip sahanın kenarına çıktı. Babası ölen ufaklıktı bu! Antrenör ve oyuncular azimli arkadaşlarını bu kadar kısa sürede tekrar aralarında görmekten dolayı son derece şaşırmışlardı.

Hocasının yanına giden genç "Lütfen izin verin oynayayım" dedi. "Bugün oynamak zorundayım." Hocası önce onu duymamış gibi davrandı. Böylesine zor bir eleme maçında takımın en kötü oyuncusunu sahaya çırarmasına imkan olmadığını düşünüyordu. Ama genç o kadar ısrar etti ki, sonunda ona acıyan hocası razı oldu: "Pekala, oyuna girebilirsin."

Gencin oyuna girmesinin üstünden çok geçmemişti ki, hem hoca, hem oyuncular, hem de maçı izleyenler gördüklerine inanamadılar. Daha önce hiç oynamamış olan bu meçhul ufaklığın her hareketi harika, attığı her pas isabetliydi. Karşı takımın oyuncuları onu durduramıyordu. koşuyor, pas veriyor, savunmaya yardım ediyor ve maçın yıldızı olarak parlıyordu. Sonunda gencin takımı aradaki farkı kapattı, nihayet atılan bir golle de beraberliği yakaladı. Ve son Saniyelerde ufaklık topu tek başına sürükleyip herkesi geçti ve galibiyet golünü attı. Maç bitmişti. Okulun taraftarları sevinç çığlıkları atııyor, arkadaşları onu omuzlarında taşıyordu.

Seyirciler tribünleri terkettikten oyuncular duşlarını alıp soyunma odasını boşalttıktan sonra, takımın hocası gencin köşede tek başına sessizce oturduğunu farketti. Yanına gidip "Evlat, inanamıyorum. Bugün bir harikaydın" dedi. "Sana ne odu, bunu nasıl yaptın, anlat bana!"

Genç hocasına baktı, gözlerine yaşlar doldu ve şöyle dedi:

"Babamın öldüğünü biliyorsunuz. Peki onun gözlerinin görmediğini biliyor muydunuz?" delikanlı zorlukla yutkundu, gülümsemeye çalıştı: "Babam bütün maçlarıma geldi, çünkü görmediği halde beni desteklemek istiyordu. Ve ilk defa bugün beni oynarken görebilirdi. Ben de bu fırsatı kullanmak ve oynayabildiğimi ona göstermek istedim.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

BIRAK! KORKMA GİTMEZ

 

 

Küçük bir çocuk bir gün çok değerli bir vazoyla oynuyordu. Elini vazonun içine soktu, ama çıkaramadı. Annesi heşeyi denediyse de çocuğun elini vazodan bir türlü çıkaramadı. Sonunda vazoyu kırmaya karar verdi. Anne son çare olarak oğluna şöyle dedi: "Oğlum elini aç ve parmaklarını ileriye doğru uzat. Bak böyle. Sonra da elini çek."

Fakat Çocuk atıldı:"Olur mu hiç anneciğim? Elimi öyle açarsam, tuttuğum parayı düşürürüm!"

 

:stuart:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

BABAM SEYREDİYOR

 

Ortaokulda okuyan ve kısa bir süre önce annesini kaybeden genç, babasıyla birikte yaşıyordu. Babasıyla aralarında çok güzel bir dostluk vardı. Genç, okulun futbol takımındaydı. Takımdaydı ama, ufak-tefek yapısı ve tecrübesizliği nedeniyle hocası ona bir türlü maçlarda görve vermiyordu. Bu yüzden, her maçta yedek kulübesinde oturuyordu. Buna rağmen, babası hiçbir maçı kaçırmaz ve hep ayağa kalkıp tezahürat yapardı.

 

aslinda bu yazacagim hikayeyi ayin 4`düne yada 6 sina sakliyordum Shatin...
:clover:

 

derwosehenbh4.gifaugeff1.gif

 

GÖRMESİNİ BİLEN GÖZLER

 

 

 

Küçük kız, kendini bildiği günden beri annesinden büyük bir şefkat görmüş ve ondan duyduğu sözlerle, pamuk prensesten daha güzel olduğuna inanmıştı.Ona göre; nur yüzlü ve badem gözlüydü. Bir tanecik yavrusuydu her zaman. Ama ilk okula başlayınca işler değişti. Arkadaşları onun hiç de güzel olmadığını, hatta çirkin bile sayıldığını söylemekteydi. Küçük kız, ilk önceleri onlara inanmadı çünkü herkes birbirini kıskanıyordu. Ama bir kaç yılda gerçeklerle yüzleşti.Annesinin bir pamuğa benzettiği yüzü, çiçek bozuğu bir cilde sahipti. "Badem" dediği gözleri ise şaşıydı.

Vücudu da bir serviyi andırmıyordu. Demek ki, annesi onu aldatmış ve yıllar yılı çekinmeden yalan söylemişti.

 

Genç kızın anne sevgisi, kısa bir süre sonra nefretedönüştü. Evlenme çağına gelmiş olmasına rağmen yüzüne bakan yoktu. Üstelik de gözleri, bütün tedavilere rağmen düzelmiyordu. Genç kız, doktorların gizlice yaptığı konuşmalardan kör olacağını anladığında çılgına döndü

ve kendisini hâlâ çocukluk yıllarındaki ifadelerle seven annesinin bu yalanlarına dayanamayıp evi terk etmeye karar verdi. Fakat annesi, uzak bir yerde iş bulduğunu söyleyerek ondan önce davrandı ve kazandığı paraları bir akrabasına gönderip, kızına bakmasını rica etti.

 

Genç kız bir süre sonra görmez oldu. Karanlık dünyasıyla baş başaydı. Bu arada annesini hiç merak etmiyordu.Yalancıydı annesi, ölse bile bir kayıp sayılmazdı.

 

Bir gün doktorlar, uygun bir çift göz bulduklarını söyleyerek kızı ameliyat ettiler.

 

Ancak o, gözünü açtığında yine aynı yüzü görmekten korkuyordu. Fakat kör olmak zordu. En azından kimseye yük olmazdı. Genç kız, ameliyat sonunda aynaya baktığında, müthiş bir çığlık attı. Karşısında bir dünya güzeli vardı.

 

Gerçekten de harika bir kızdı gördüğü. Yüzündeki bozukluklar tamamen kaybolmuştu. Çok kemerli olan burnu düzelmis, kepçe kulakları normale dönmüş ve yaban otlarını andıran saçları, dalga dalga olmuştu.

 

Genç kız, yanındaki yaşlı doktora sevinçle sarılarak:

"Sanki yeniden dünyaya geldim!" dedi. "Yüzümde hiçbir çirkinlik kalmamış, estetik ameliyatı siz mi yaptınız?"

 

Yaşlı doktor: "Böyle bir ameliyat yapmadık kızım!." diye gülümsedi. Annenin bağışladığı gözleri taktık. Sen, onun gözünden gördün kendini!."

 

 

 

Cüneyd Suavi
:clover:

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bsn3.gif:)

 

bisthiervz5.gif:clover:

 

 

 

 

Ne zaman “bayram” dense

Gizli bir körük yelpazelenir yaram üstünde

Tozu gözümü yakar, közü yüreğimi

Bir yerde sevgiler ağlar benimle

 

Küçücük bir çocuktum o zamanlar. Yedi veya sekiz yaşlarında. Kokusuna doyamadığım, sıcaklığını doyasıya içime sindiremediğim annemi kaybetmiştim. Saçımı okşayacak bir anam yoktu artık. Ne de sırtımı örtecek şefkatli bir el. Amansız bir hastalık dediler adına, çocuk aklım ermedi. Çocuk aklım ermedi anayı yavrusundan ayıran, eti tırnağından söken, sevgileri linç eden, adına “ölüm” denen bu “göç” ü. Geceler benimle ağladı sessiz sessiz... Günler benimle... Sabahlar benimle...

 

Bulutlarda yüzü şekilleniyordu sanki anamın gökyüzünde, her özlediğimde baktığım. Yağmur yağmur iniyordu elleri yüzümü okşarcasına. Yağmurun elleri anam kadar sıcaktı... Bir okadar soğuktum ben, bir okadar ürkek, bir okadar masum ve korunmaya muhtaç. Hani yaprağı titrer ya bir çiçeğin; Bilmez niye... Titrer ya içi bir çocuğun, hüzün iner gözlerine ... Üzülür, üşür ve koynuna sokar ellerini ısınmak için. Bir avuç bulamadığından kendine...

 

Bulutlar ve ben hep aynı yerdeyiz hala. Özlemlerin vuslatında. Kimsesizliğin ayazında...

Bulutlarda bir resim.

 

Elimden tutuşunu hatırlıyorum bir gün babamın,”Hadi gel” deyişini.”Köye gidiyoruz, ninenler bizi bekliyor, seni oraya bırakacağım” Küçücük yüreğimden taşan acılarımla son bir kez daha bakıp odama selamlıyorum bulutları.

 

Yeşilin her tonu, göz alabildiğince, sözleşmişçesine, burada toplanmıştı sanki. Adını bilmediğim dünya kadar böcek ve kuş. Gökkuşaği bir halı gibi serilmişti çiçek çiçek... Toprağın sesi yükseliyordu çıplak ayaklarımın altında. Mutluydum...

 

Bulutlar ve ben hep aynı yerdeyiz hala...

Yaşamımı renklendiren analı kuzuyu orda tanıdım işte, adını Berfin koyduğum. Küçücüktü. Simsiyah gözleri, ağzı ve kulaklarıyla bir sevgi yumağıydı sanki. İçimdeki boşluğu dolduruvermişti bir anda. Hissetmiş miydi ne öksüzlüğümü? Ne zaman dalıp gitsem dünlere, bitiveriyordu yanı başımda türlü türlü oyunlarla.

 

“Al bu kuzu senin olsun, istediğin gibi bak ona” dediler.

Dünyalar benim olmuştu sanki. Bir kuzum vardı artık. Yalnız değildim. Ben, kuzum ve de anası...

Sonradan Serfin’ de katıldı aramıza. Serfin: evimizin haşarı bir o kadar da sevimli köpeği.

Artık, Serfin ve Berfin’in bakımları bana aitti. Bu sorumluluk altında her sabah erkenden kalkıyor ellerimle onları doyuruyordum. Ne güzeldi Berfin’in annesinin peşinden koşması! Annesiyle oyunlar oynaması ne güzeldi! Ama, ne yazık ki uzun sürmedi bu “analı kuzu” mutluluğu. Bir eve bir öksüz yetmezmiş gibi acı bir haber dağlayıverdi yeni baştan çocuk yüreğimi. Kuzucuğumun anası yediği bir ottan zehirlenerek ölmüştü.

 

Ölüm bir kez daha çöreklenmişti kapımıza.

 

Kuzucuğum öksüz kalmıştı. Daha bir sıkı sarıldım sanki bu olaydan sonra Berfin’e. Ona yalnızlığını unutturmam lazımdı. Öksüzlüğünü... Serfin olayların farkında gibiydi. Ya da bana öyle geliyordu. Ne zaman melemeye başlasa Berfin, hemen onun yanıbaşında bitiverip, bir şeyler yaparak onu neşelendiriyordu.

 

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Biz üçümüz üç dost, üç kardeş, üç sırdaş gibiydik. Biraz geç uyansam ikisi birden kapımda bitiveriyordu.

 

Yemyeşil kırlar bizimdi uçsuz bucaksız.

Bir de bulutlar vardı

Mavi bulutlar

Beyaz bulutlar

Bulutlarda şekiller vardı

Bulutlarda iki resim

Yağmur daha çok yağıyordu sanki

Bulutlar ve ben aynı yerdeyiz hala

Bulutlar kuzum köpeğim ve ben

 

Bir tatlı koşuşturmaca başladı günlerden bir gün evin içinde. Bir telaş.

 

Çarşı pazar alışverişleri. “Hadi sana bayramlık alalım” dedi ninem. Hep beraber şehire gidip bir şeyler aldık. Çizgili beyaz gömleğim, mavi pantolonum ve yeni Trabzon derbey lastiklerim çok güzeldi. Gül rengi kırmızı kravat ve kurdele de isterim diye tutturdum. Berfin’e, Serfin’e ve bana. Kırmadılar. Aldılar. “Birazda kına alalım” dedi ninem. “Ellerimize yakarız. Berfin’i de kınalarız” Sevindim.

 

Hayvan pazarı dedikleri yer çok kalabalıktı. Hiç bu kadar insanı bir arada görmemiştim. Meydanlar koyun, kuzu ve danalarla doluydu. Kınalanmıştı kimisi, kimisi renk renk boyanmıştı. Bir anlam veremedim. Çocuk yüreğimin coşkusuyla yarının heyecanı sarıvermişti içimi.

 

Yarın bayramdı... Kurban bayramı...

 

Ne zaman “bayram” dense

Gizli bir körük yelpazelenir yaram üstünde

Tozu gözümü yakar, közü yüreğimi.

Bir yumruk tıkanır genzime, kelimeler titrer

Titrer yüreğim

Bir yerde sevgiler ağlar benimle.

Bulutlar ağlar

 

Kınalar yakıldı ellerime. Berfin’in başına kınalar yakıldı o gece. Anlayamadığım bir fısıltı vardı evin içinde. Sanki duymamı istemiyorlarmış gibi gizli gizli konuşmalar. Berfin ve Serfin çoktan uyumuştu. Ben de uyumalıyım. Yarının heyecanı daha şimdiden sarmıştı içimi. Ayakkabılarımı sildim, ninemin kınalı ellerimi bağladığı bezlerle, parlattım. Bir daha sildim. Şimdi daha parlak olmuştu. Elbisemi kapının arkasına astım. Gözümün önünde dursun diye. Uyandıkça bakarım. Kırmızı kravatım, iki tane de kırmızı kurdele duruyordu başucumda. Biri benim için, biri kuzucuğum, diğerini de köpeğimin boynuna bağlayacağım.

 

Kınalı ellerimin kokusu karıştı bahar kokulu odama. Gece bir başka güzeldi sanki. Perdemi araladım, bulutlar yıldızlara bırakmıştı gökyüzünü. Göz kırptı biri, diğeri yer değiştirdi... Kaydı gitti... Tutamadım..

 

Boğuk bir ulumayla uyandım. Köpeğim, kapımın önünde havlıyordu. Önce ellerimin bağını çözdüm kurumuş kınaları topladım. Kapıyı açar açmaz yatağıma atladı Serfin. Paçamı tutup bir yerlere götürmek istercesine gözlerimin içine baktı. Acı çektiği her halinden belliydi. Daha yataktan kalkmamıştım ki kuzucuğumun acı meleyişini duydum. Birden bahçeye attım kendimi. Kınalı kuzumun gözleri bağlıydı ve sürüklenircesine bir ağacın altına yatırılıyordu. Kocaman bir çukur açılmıştı yanı başında.

 

Hani

titrer içi bir çocuğun,

korkar, üşür, üzülür, ağlar

ve

koynuna sokar ya ellerini,

tutacak el,

sığınacak kucak bulamadığından kendine...

Oradayım işte!

 

Ninemin sesi duyuldu. “Berfin’i kurban ediyoruz. Sana başka bir kuzu daha alırız sonra. Bugün kurban bayramı”

 

Toprak kaydı ayaklarımın altından

Bulutlar kaydı ayaklarımın altına

Sesler çığlıklara karıştı

Kızıla döndü yeşil

Ellerimdeki kına sızladı

Kapının arkasındaki gül rengi kravatım

Çaresizliğim büyüdü kocaman çocuk gözlerimde

Hiç bir şey yapamamanın acizliğiyle yandım

Gök yere indi gürültüsüyle

Şimşek şimşek

Yanağımdaki damla utandı

ışıldadı ıslak gözlerim,

ve...

 

Başımı sokup yorganın altına

Yitip giden sevgilere ağladım...

 

Ne zaman “bayram” dense

Gizli bir körük yelpazelenir yaram üstünde

Tozu gözümü yakar, közü yüreğimi.

Bir yerde sevgiler ağlar benimle.

Bulutlar ağlar

 

Bulutlar ve ben hep ayni yerdeyiz hala

Bulutlarda üç resim

Haykırabilseydim nefreti

Haykırabilseydim sevgiyi

Anlatabilseydim dostluğu

Yapamadım.

 

Kara bir bulut gibi çöreklendi o bayram sabahı küçücük yüreğime.

Kimse anlamadı.

Kimseye anlatamadım .

Bayramları neden sevmediğimi...

 

Nuri CAN

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bisthiervz5.gif:clover:

 

1bz5.gif

 

 

SİHİRLİ YÜZÜK

 

 

Eski bir hükümdarın bir veziri varmış, bu vezir sahip olduğu mal-mülkten dolayı olsa gerek birazcık kibirliydi. Hükümdar, çok sevdiği ama kibirini de hoş görmediği benaya ismindeki bu vezire bir ders vermek istedi ve ona şöyle dedi.

"Benaya, bana getirmeni istediğim bir yüzük var. Onu Çardak bayramında takmak istiyorum. Yani yüzüğü bulman için önünde tam altı ayın var."

"Eğer bu yüzük dünya üzerinde mevcutsa" dedi Benaya, "onu size getireceğim sultanım. Ama onu böyle özel yapan şey nedir?"

"Bu yüzüğün sihirli güçleri var" diye cevap verdi sultan. "ona mutlu bir insan baksa mutsuz olur: mutsuz bir insan baksa mutlu olur."

Sultanın diğer vezirleri böyle bir yüzüğün aslında varolmadığını, sultanlarının malum vezirin kibirini kırmak ve ona tevazu dersi vermek istediğini düşündüler.

Bahar geçti, yaz geldi, ama Benaya yüzüğü nereden bulabileceğini hala bilmiyordu. Nihayet günler birbiri ardına çabucak geçti. Benaya, Bayramdan önceki gece Kudüs'ün en fakir mahallelerinden birisinde yürümeye başladı. aklında, gerçekleştiremediği görev vardı. ne yaptıysa, mutluyu mutsuz, mutsuzu mutlu kılancak o sihirli yüzüğü bulamamıştı. Bunları düşünürken, yırtık pırtık bir halının üzerinde ufak tefek malları satmakta olan yaşlı bir tacirin yanından geçiyordu. Bir an durup yaşlı tacire seslendi.

"Ey yaşlı tacir, mutlu bir adama sevincini unutturan, kalbi kırık bir adama da keder ve üzüntüsünü unutturan bir yüzük duydun mu hiç?"

Yaşlı tacir halısının üzerinden altın bir yüzük aldı ve üzerine bir takım yazılar kazıdı. Benaya yüzüğün üzerindeki yazıyı okuduğunda, yüzüne büyük bir gülümseme yerleşti.

Ertesi gün bütün şehir mutluluk içerisinde bayramı kutladı.

Etrafında diğer vezirleri ve hizmetkarları bulunan sultan, huzuruna gelen benayaya "evet arkadaşım" diye seslende "senden istediğim şeyi getirdin mi?"

Durumdan haberdar olan diğer bütün vezirler gülmeye başladı.

Ama herkesin hayret dolu bakışları altında Benaya cebinden çıkardığı bir yüzüğü sultana uzatıp "Buyrun sultanm" dedi

yüzüğün üzerindeki yazıyı okuduğunda sultanın yüzündeki gülümseme kayboldu

"Aferin, görevini başarıyla yerine getirmişsin" dedi. Bunları söylerken, vezirinde kibirden eser kalmadığının da farkındaydı.

Yüzüğün üzerine bakan diğer bütün vezirler şu yazıyı gördü.

 

"BU DA GELİR GEÇER"

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

YAŞAMAK, SEVMEK ve ÖĞRENMEK

 

Öğretmenin adı bayan Thompson'du ve 5.sınıf öğrencilerinin önünde ayakta durduğu ilk gün onlara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, onlara baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. Bu mümkün değildi, çünkü orada en önde,

sırasına adeta çökmüş gibi oturan küçük bir öğrenci vardı.

Adı Teddy Stoddard. Bir önceki yıl, bayan Thompson, Teddy'i gözlemiş, onun diğer çocuklarla oynayamadığını; giysilerinin kirli ve kendinin de hep banyo yapması gereken bir halde olduğunu görmüştü ve Teddy mutsuz da olabilirdi.

Çalıştığı okulda bayan Thompson, her öğrencinin geçmişteki kayıtlarını incelemekle de görevlendirilmişti ve Teddy'nin bilgilerini en sona bırakmıştı. Onun dosyasını incelediğinde şaşırdı. Çünkü; birinci sınıf öğretmeni: "Teddy zeki bir çocuk ve her an gülmeye hazır. Ödevlerini düzenli olarak yapıyor ve çok iyi huylu... Ve arkadaşları onunla olmaktan mutlu..." diye yazmıştı.

 

İkinci sınıf öğretmeni:

"Mükemmel bir öğrenci, arkadaşları tarafından sevilen, fakat evde annesinin amansız hastalığı onu üzüyor ve sanırım evdeki yaşamı çok zor.." diyordu.

 

Üçüncü sınıf öğretmeni:

"Annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Babası ona yeterince ilgi gösteremiyor ve eğer bir şeyler yapılmazsa evdeki olumsuz yaşam onu etkileyecek.“ diye yazmıştı.

 

Dördüncü sınıf öğretmenine gelince:

"Teddy içine kapanık ve okula hiç ilgi göstermiyor, hiç arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor." demişti. Şimdi bayan Thompson sorunu çözmüştü ve kendinden utanıyordu. Öğrenciler ona güzel kağıtlara sarılmış süslü kurdelelerle paketlenmiş yeni yıl hediyeleri getirdiğinde kendini daha da kötü hissetti. Çünkü Teddy'nin armağanı

kaba kahverengi bir kese kağıdına beceriksizce sarılmıştı. Bunu diğer öğrencilerin önünde açmak ona çok acı verdi.

Bazıları, paketten çıkan sahte taşlardan yapılmış, birkaç taşı düşmüş bileziği ve üçte biri dolu parfüm şişesini görünce gülmeye başladılar, fakat öğretmen, bileziğin ne kadar zarif olduğunu söyleyerek ve parfümden de birkaç damlayı bileğine damlatarak onların bu gülmelerini bastırdı.

 

O gün okuldan sonra Teddy öğretmenin yanına gelerek; "Bayan Thompson, bugün hep annem gibi koktunuz" dedi.

Çocuklar gittikten sonra öğretmen yaklaşık bir saat kadar ağladı. O günden sonra da çocuklara okuma, yazma, matematik öğretmekten vaz geçerek onları eğitmeye başladı. Teddy'ye özel bir ilgi gösterdi. Onunla çalışırken zekasının tekrar canlandığını hissetti. Ona cesaret verdikçe çocuk gelişiyordu. Yılın sonuna dek, Teddy sınıfın en çalışkan öğrencilerinden biri olmuştu.

 

Öğretmenin, hepinizi aynı derecede seviyorum yalanına karşın Teddy, onun en sevdiği öğrenci olmuştu.

Bir yıl sonra, kapısının altında bir not buldu. Teddy'dendi. Tüm yaşantısındaki en iyi öğretmenin kendisi olduğunu yazıyordu. Ondan yeni bir not alana kadar 6 yıl geçti. Notunda liseyi bitirdiğini ve sınıfındaki üçüncü en iyi öğrenci olduğunu ve bayan Thompson'un halâ hayatında gördüğü en iyi öğretmen olduğunu yazıyordu. Dört yıl sonra, bir mektup daha aldı Teddy'den. O arada zamanın onun için zor olduğunu çünkü üniversitede okuduğunu ve çok iyi dereceyle mezun olmak için çok çaba sarfetmesi gerektiğini yazıyordu. Ve bayan Thompson halâ onun hayatında tanıdığı en iyi öğretmendi. Daha sonra dört yıl daha geçti ve bir mektup daha geldi. Çok iyi bir dereceyle üniversiteden mezun olduğunu ama daha ileriye gitmek istediğini yazıyordu. Ve halâ bayan Thompson onun tanıdığı ve en çok sevdiği öğretmendi.

Bu kez mektubun altındaki imza biraz daha uzundu.

Theodore F.Stoddard Tıp Doktoru.

 

İlkbaharda bir mektup daha aldı bayan Thompson. Teddy hayatının kızıyla tanıştığını ve evleneceğini yazmıştı. Babasının birkaç yıl önce öldüğünü, bayan Thompson'un düğünde damadın anne ve babası için ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu. Tabii ki oturabilirdi.

Bayan Thompson törene giderken özenle sakladığı birkaç taşı düşmüş olan o bileziği taktı, Teddy'nin ona verdiği ve annesi gibi koktuğunu söylediği parfümden sürmeyi de ihmal etmedi.

Birbirlerini sevgiyle kucaklarlarken, Teddy, onun kulağına "Bana inandığınız için çok teşekkürler bayan Thompson, kendimi önemli hissetmemi sağladığınız için ve beni böyle değiştirdiğiniz için de..." diye fısıldadı.

Bayan Thompson gözünde yaşlarla ona karşılık verdi: "Yanılıyorsun Teddy... Ben değil, sen bana öğrettin.

Seninle karşılaşıncaya kadar ben öğretmenliği bilmiyormuşum..!!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 7 ay sonra...

hochzeitbf9.gif Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı? Söylediklerine bakılırsa

 

sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin.

 

Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem.

 

Formül dediysem kimya formülü sormuyorum canım. Bende altı yıllık evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim, fakat mutlu değilim. Sürekli kavga ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarptım çıktım. Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz, her şeyimiz var, ama mutlu değiliz. Senin hiçbir şeyin yok, ama mutlusun. Para mı acaba bizi mutsuz eden?

 

Hiçbir şeyim yok mu? Hayır benim her şeyim var. Benim karım her şeyim. Sevgilim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan daha değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada?

Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir şey olan.

 

Öyle deme, şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden şikayet ediyor. Bir de fakir olsam kim bilir ne olur?

 

Altın tasın, kan kusana faydası yoktur beyim. Sen kadın ruhunu hiç anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, hergün çeşit çeşit yiyecekler yediği için mutlu olmaz. Bir kadın, kocasının her şeyi olduğunu bildiğinde ancak mutlu olur.

 

Sizin mutluluğunuzun sırrı bumu ?

 

- Olabilir. Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona benim için ne kadar değerli olduğunu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor.

 

- Bir kadına değerli olduğunu nasıl hissettirilir?

 

- Küçük kızı severek.

 

- Küçük kız mı ? Hangi küçük kız ?

 

- Yaşı kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen bir küçük kız vardır. O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutu edersen, o kadını da o kadar mutlu edersin.

 

- Nasıl yani ?

 

- Küçük kız neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar hep beğenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar. Kendilerine prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep prenses olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. iltifata doymaz küçük kızlar. Öyle değil mi?

 

- Haklısın. Benim dört yaşımda bir kızım var. Adı Aylin. Her akşam boynuma sarılır "babacığım beni ne kadar seviyorsun?" diye sorar. Giysisini değiştirdiği zaman etrafımda "Baba güzel olmuş muyum?" diye

sorar durur. Güzelsin demem de yetmez ona. " Harikasın prenses gibi olmuşsun" demeliyim. Dünyanın en güzel kızı demeliyim.

 

- İşte kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yaşındaki karıma böyle davranıyorum.

 

50a254c46a6772f6950913avy7.gif Ömrümüz olurda seksen, doksan yıl da yaşarsak ben ona böyle davranmaya devam

edeceğim. Ona "bebeğim" diye hitap ediyorum çok hoşuna gidiyor. "Bebeğim bana bir çay yapar mısın?" dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz.

 

- Hiç kavga etmez misiniz siz?

 

- Kavga evliliğin tadı tuzu. Arada biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır. Onunla barışmak için uğraşmak ayrı bir keyif verir bana.

 

- Benim eşim çok ciddi kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda.

 

- Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En ciddi yada en yaşlı kadının bile o küçük kız mutlaka vardır. Yeter ki sen o tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla aldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla bakar. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hem de çabuk kırılırlar. Çok narindir onlar. Hoyrat elleri sevmezler. Yumuşak

dokunuşları severler.

 

- Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum. Bazen işlerim çok yoğun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum.

 

- Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek dünyanın en kolay işi. Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur. Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde karşılığını fazlasıyla alırsın. Artık o seni rahat ettirmek için elinden gelen gayreti gösterir. Karısı mutlu olmayan erkek mutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir. Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuğa çıksan ne kadar mutlu olabilirsin.

 

- Haklısında bende bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum.

 

- Yine para, yine dış sebepler. Evet para önemli ve gerekli ama kadınlar para için erkekleri sevmezler. Para geçici mutluluklar verir. Kadınlar hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama hediyeyle mutlu olmasını bekleme. Hediyenin yanına sevgini katmazsan hediyenin bir anlamı yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük kazandım günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu.

 

Hiçbir zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama her zaman aşk sözleri fısıldadım. Hiçbir zaman boynuna pırlanta gerdanlık alamadım ama hep öpücüklerle sevdim boynunu. Hiçbir zaman ona ipek elbiseler giydiremedim ama kendi bedenimle ipek elbise gibi yumuşacık sardım bedenini ve mutlu ettim onu.

 

Adam ayağa kalktı.

 

- Bana müsaade, artık gitmeliyim, karım merak eder. Sende git evine küçük kızın gönlünü al, belki o küçük kız

 

şimdi evde ağlayıp duruyordur.

 

- Bülent de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı.

 

- Sizi tanıdığıma çok memnun oldum.

 

Elini bıraktı koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi.

 

- Hadi gel eşin için şuradan çikolatalı pasta alalım, dedi.

 

 

Pastayı aldılar. fancycakesbyleslie2wn0.jpg Adam hayatında ilk defa karısına yaş pasta

 

 

götürmenin mutluluğuyla, bin bir teşekkür ederek evginin yolunu tuttu. Bülent de pastanenin yanındaki manavdan karısının en sevdiği meyvelerden aldı.

 

Evine geldiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş su içiyordu. Bülent hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa döküp yıkadı., sonra eşinin önüne koydu.

 

- Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri, dedi.

 

İnci hiç konuşmadı.

 

- Sorsana "niye" diye.

 

İnci kızgın kızgın:

 

- Niye? Diye sordu.

 

- Çünkü dünyanın en güzel ve en tatlı kadının midesine gidecek, dedi gayet ciddi bir ses tonuyla. İnci şaşırmıştı. Bir anda yüzünün ifadesi yumuşamıştı.

 

- Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım.

 

- Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın. Benim hangi meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu beklediğim istediğim bir şeydi. "bak senin sevdiğin meyveleri aldım" Ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü alamazsın.

 

- Özür dilerim seni kırdığım için.

 

Sonra Bülent yere diz çöktü.

 

- Cezam neyse razıyım. Ama bir tek şey istiyorum senden. Seni delice seven bu adamı senden mahrum etme.

 

- Bülent yere çömelmiş, boynu bükük bir vaziyette çok komik görünüyordu.

 

İnci kıkır kıkır gülmeye başladı.

 

- Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin, dedi.

 

Bülent işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı küçük kızı gördü .

Bundan sonra her şey daha farklı olacak diye düşündü.

 

Birbirinizi Sevmeniz Saymaniz Hosgörülü olmaniz ve Nice Mutlu Uzun Yillar Birlikte Yasamaniz Dilegi ile..Shatin..

 

Herzaman Mutlu Olun 3po305099jwzh7fn9.gif sana degil :) esine

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 5 hafta sonra...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.