Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

TÜRKİYE'DE KADIN OLMAK


about.me

Önerilen İletiler

İşte resmi rakamlar:

Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü'nün (KSGM) hazırladığı ''Türkiye'de Kadının Durumu'' raporuna göre, Türk kadınının eğitim seviyesi son 10 yılda artış göstererek, yüzde 76,9 olan okuryazarlık oranı yüzde 80,4'e ulaştı. Ancak, Türkiye'de okuryazar olmayanların yüzde 75,5'ini kadınlar oluşturuyor.Hâlâ 5 kadından biri, yani yaklaşık 5 milyon 732 binkadın, okuma yazma bilmiyor. Bunun yanında,kadınların yüzde 21,5'i okuryazar ama herhangi bireğitim kurumundan mezun değil, yüzde 37,2'si ilkokul, yüzde 7,4'ü ortaokul ve dengi okul, yüzde 10,6'sı lise ve dengi okul ve sadece yüzde 3,9'u yüksek okul ve fakülte mezunu.

Türkiye'de 3-5 yaş grubunda okul öncesi eğitimprogramına katılan 2,5 milyon çocuğun yüzde 48'ini kızlar oluşturuyor. İlköğretim kademesinde 2007-2008 öğretim yılında okullulaşma oranı yüzde 97,4 iken bu oran erkek çocuklarda yüzde 98,5, kız çocuklarda yüzde 96,1 olarak gerçekleşti. İlköğretimin zorunlu olmasına rağmen, okul terki oranı yüzde 13,5. Okul terkleri kızlarda erkeklere göre daha yüksek görülürken bu özellikle beşinci ve altıncı sınıflarda yoğunlaşıyor.

Orta öğretim kademesinde 1997'de yüzde 41,4 olan okullulaşma oranı, 2007-2008 öğretim yılında yüzde 58,6'ya ulaştı. Bu oran erkeklerde yüzde 61,2 ve kızlarda yüzde 55,8 olarak gerçekleşti.Güzel sanatlar liselerinde kızların, fen ve spor liselerinde erkeklerin katılımının yüksek olması,''toplumsal cinsiyet ayrımı'' olarak değerlendiriliyor.

İş gücü piyasasına ara eleman yetiştiren mesleki ve teknik liselere devam eden öğrencilerin yüzde 41,1'ini kızlar oluşturuyor. Ticaret ve Turizm Öğretimi Genel Müdürlüğüne bağlı okullarda iseerkeklerin oranı yüzde 57, kızların ise yüzde 43.

Üniversite eğitimi alanların yüzde 43'ünü kadınlar oluşturuyor. Kadınlar daha çok diş hekimliği, eczacılık, edebiyat, dil, tarih ve coğrafya, fen, eğitim, güzel sanatlar, ilahiyat ve mimarlık fakültelerini tercih ediyor.

Yaygın eğitim kapsamında, mesleki kursları bitirenlerin yüzde 54,2'sini, sosyo-kültürel kursları bitirenlerin yüzde 53'ünü ve okuma-yazma kurslarını bitirenlerin de

yüzde 67,5'ini kadınlar oluşturuyor.

 

Kız Teknik Eğitim Genel Müdürlüğüne bağlı okullar aracılığıyla yaygın eğitimden 2007-2008 öğretim yılında, 83 bin 481'i kadın olmak üzere toplam 103 bin 742 kişi yararlandı. Kursa devam edenler ve bitirenler arasında kadınların oranı, yaygın eğitimin özellikle yetişkin kadınlar için önemini ortaya koyuyor.

''Kadınlar karar alma mekanizmalarında yok"

Eğitim düzeyine göre iş gücüne katılım oranı, yüksek öğretim mezunu kadınlarda yüzde 70, lise altı eğitimlilerde ise yüzde 22 olarak gerçekleşiyor. Türkiye'deki öğretim elemanlarının yüzde 39'unu, profesörlerin, doktor ve operatörlerin yüzde 29'unu, mimarların yüzde 37'sini, avukatların ise yüzde 33'ünü kadınlar oluşturuyor.

İlköğretimde çalışan kadın öğretmenlerin oranı yüzde 49, orta öğretimdeki kadın öğretmenlerin oranı yüzde 41 iken, okul müdürlerinin sadece yüzde 8,8'i, müdür yardımcılarının ise yüzde 11kadın. Bu oran kırsal kesimde daha da düşük.

Karar alma mekanizmalarında kadın yönetici oranı Türkiye'de yüzde 6 iken, bu oran ABD'de yüzde 46, Rusya'da yüzde 39, Almanya'da yüzde 36, İngiltere'de yüzde 33, İtalya'da yüzde 29,Yunanistan'da yüzde 26.

Parlamentoya katılım oranı ise Türkiye'de yüzde 9, İsveç'te yüzde 47, İspanya'da yüzde 36,Almanya'da yüzde 32, İngiltere'de yüzde 20, ABD'de yüzde 16, Yunanistan'da yüzde 14. calisan-kadin.png

''Genç kadınlar daha çok aile içi şiddet görüyor"

Aile mahremiyetinin bir unsuru olarak görülerek gizlenen, bu sebeple de mücadele edilmesi ve önlenmesi güç bir olgu olarak ortaya çıkan aile içi şiddete, daha çok genç kadınlar maruz kalıyor. Şiddete uğrayan kadınların yüzde 15.2'si 12-16, yüzde 11.4'ü 17-20, yüzde 3.9'u 21-30, yüzde 5.2'si 31-40, yüzde 2.5'i 41-50, yüzde 1.3'ü ise 51-60 yaş arasında.

Aile içi şiddet, çekirdek ailelerde daha sıklıkla görülüyor. Kadınlara yönelik şiddet eylemlerinde daha çok ateşli silahlar ve kesici aletler kullanılırken, bu tür olaylar daha çok gece gerçekleşiyor.

Kadınlara yönelik şiddet eylemlerinin en belirgin nedeni, toplumda kabul gören genel ahlak ve namus anlayışı. Bu anlayışa uymadığı iddia edilen kadınlar, şiddetle cezalandırılıyor. Yaralama ve öldürme gibi ağır şiddet eylemleri toplumsallaştırılıyor, geleneksel ahlak ve namus anlayışıyla meşrulaştırılıyor.

Kadınların yüzde 39'u ''yemeği yakma'', ''kocasına karşılık verme'', ''parayı lüzumsuz yere harcama'', ''çocukların bakımını ihmal etme'' ve ''cinsel münasebette bulunmayı reddetme''yierkeklerin kadınları dövmesi için haklı bir neden olarak görüyor.

Şiddeti kabullenme durumu kadının eğitimine göre büyük farklılıklar gösteriyor. Eğitimi olmayan ya da ilkokul bitirmemiş kadınların yüzde 62'si, lise ve üzeri eğitim almış kadınların ise yüzde 8,8'i fiziksel şiddet için belirtilen nedenlerden birini haklı buluyor. Ev ve iş yaşamını uzlaştıramıyor

Belli iş ve mesleklerin kadınlara uygun görülmemesi, görev dağılımında adil davranılmaması,ekonomik kriz dönemlerinde önce kadınların işten çıkarılması, özellikle kayıt dışı sektörde ücretlerindüşük tutulması gibi ayrımcılık örnekleriyle karşılaşan kadınlar, daha düşük statülü ve ücretli işlerde çalışmaya razı oluyor.

Süreli ve geçici çalışma, sosyal güvencesizliği beraberinde getirirken, ev kadınlarına isteğe bağlısigortalılık olanağı ise primlerin yüksekliği, prim ödemede eşe bağımlı olma ve yeterli bilgi sahibi olmama nedeniyle sınırlı kalıyor.

Ev ve iş yaşamını uzlaştırma konusunda sorun yaşayan kadınlar, çalışma yaşamlarını kısa sürede bitiriyor ya da kariyerde yükselme doğrultusunda tüm potansiyelini ortaya koyamıyor. Çocuk, yaşlı ve hasta bakımı gibi yükümlülüklerle de baş etmek durumunda kalan kadın, kreş, gündüz bakımevi gibi sosyal destek kurumlarının da yeterli sayıda olmaması nedeniyle sıkıntı yaşıyor.

5 gebeden biri doğum öncesi bakım almıyor

Yaşam kalitesiyle ilgili göstergelerden biri olan doğuşta beklenen yaşam süresi, Türk kadınları için artmakla birlikte, bu süre her iki cinsiyetin de eşit hizmet aldığı gelişmiş ülkelerden düşük. Kadınlar için doğuşta beklenen yaşam süresi Türkiye'de 74. Kadın sağlığı çalışmaları, ağırlıklı olarak kadının doğurganlık yönünü araştıran çalışmalardan oluşuyor.

Toplam doğurganlık hızı düşme, gebeliği önleyici yöntem kullanım oranı artma eğilimi gösteriyor.Kadınların erken yaşlarda çocuk doğurma eğiliminde oldukları dikkati çekerken, yaşa özel en yüksek doğurganlık hızının 20-24 ve 25-29 yaş gruplarında olduğu gözleniyor.

Evli kadınların yüzde 71'i gebeliği önleyici yöntem kullanırken, bunların yüzde 42,5'i modern, yüzde 28,5'i geleneksel yöntemleri tercih ediyor. Doğum öncesi bakım alma oranı artmasına rağmen, hâlâ 5 gebeden birinin doğum öncesi bakım almadığı görülüyor.

İş gücüne katılmama nedeni "ev kadını" olmak

Türkiye'de kadın istihdam oranı 2007 verilerine göre yüzde 22,2 olarak gerçekleşti. Bu oran AB'yeüye ilk 15 ülkede yüzde 59,7, AB üyesi 27 ülkede 58,3. İstihdama katılan kadınların yüzde 47,3'ü tarım, yüzde 14.2'si sanayi, yüzde 38,5'i ise hizmetler sektöründe çalışıyor.

Kadınların yüzde 13'ü kendi hesabına ve işveren konumunda, yüzde 49'u ücret ya da yevmiye karşılığında, yüzde 38'i ise ücretsiz aile işçisi olarak çalışma yaşamında yer alıyor.

Köyden kente göçün yoğun olarak yaşandığı Türkiye'de, köyde iş gücünde yer alan kadın, kentte yeterli eğitim ve mesleki beceriye sahip olmadığı için kent iş gücü piyasasına giremiyor. İş gücüne katılmayan 100 kadından 63'ü neden olarak ''ev kadını'' olmalarını gösteriyor. Gelir azlığı nedeniyle çalışmak zorunda olanlar ise sosyal güvencesiz düşük statülü-gelirli işlerde istihdam ediliyor.

Kadın iş gücünün en çok istihdam edildiği hizmetler sektöründeki iş alanlarından bazıları özellikle''kadınlar için uygun alanlar'' olarak toplumsal kabul görüyor.

 

Sanayi sektörü, özellikle imalatsanayi, halen kadın iş gücünün sınırlı olduğu sektör özelliğini koruyor. Aynı sektördeki tekstil, gıda, hazır giyim gibi emek yoğun sanayi dalları için kadınlar tercih ediliyor.

İstihdamda yer alan kadınların yüzde 64'ü herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna kayıtlı olmaksızın çalışırken, bunların da yüzde 59'unu ücretsiz aile işçisi kadınlar oluşturuyor. Ücretli veya maaşlı çalışan kadınların yüzde 22'si, yevmiyeli kadınların yüzde 94,5'i, işveren kadınların yüzde 29'u, kendi hesabına çalışan kadınların yüzde 92'si herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna bağlı değil.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

kadin008ps2.jpg

 

 

Türkiye'de kadın hakları konusu, Batı dünyasındaki gelişmelere paralel olarak 19. yüzyıl ortalarından itibaren gündeme gelmiştir. Türkiye'de kadınların başlıca sorunlarını birkaç başlık altında toplayabiliriz.

  • Aile içi şiddete ve kabadayılığa maruz kalmak
  • Toplumsal ve kültürel baskı.
  • Eğitim-öğretim imkanlarından yoksun bırakılmak.
  • Çalışma hakkından yoksun bırakılmak.
  • İş yerinde ayrımcılık ve gelir adaletsizliği.

Yukarıda anılan konularda halen birçok zorluk ve zorlamalarla karşılaşan kadın kişi hak ve hürriyetlerini gerektiği gibi kullanamadığı gibi şiddet, baskı, ayrımcılık ve bir takım haklarından yoksun bırakıldığı halde yasal haklarını kullanamamakta bu işleyişe karşı gelememektedir. Ekonomik özgürlüğünü eline alan kadın daha özgür ve kendinden emin hareket etmekte zorluk ve zorlamalara boyun eğmemektedir. Eğitimin her alanda şart olduğu ülkemizde kız çocuklarının eğitim ve öğretimine büyük önem verilmeli ve buna yönelik sosyal sorumluluk projeleri geliştirilmeli, var olan çalışmalara hız verilmelidir.

Aile içi eğitim programları düzenlenerek kadına uygulanan şiddetin önüne geçilmeli ve aynı zamanda yasalarla korunmalıdır.

Kadınların her alanda daha aktif olduğu, daha bilinçli olduğu bir toplum anlayışı özlemiyle yakından takip ettiğim bu konu hakkında umarım daha iyi haberler alırım.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

türkiyede bu arap ve islam kültüründen kurtulmadığı sürece kadın hep ikinci sınıf olacaktır kadının erkekle eşit görüldüğü bir toplum istiyorsak halkı bilinçlendirmeli hatta bu konuda okullarda dindersi yerine insan hakkı ve kadın erkek eşitliğini betimleyen bir ders vermeliyiz ama bu derin dünya devletinin işine gelmiyor tabi orası ayrı ama din derslerinin okutulması her nedense insan hakkından önemli oluyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE TÜRK KADINI VE

ATATÜRK

Vahap SAĞ

Cumhuriyet Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü

Özet

“Tarihsel Süreç İçerisinde Türk Kadını ve Atatürk” konusunda hazırlanan bu

makale, giriş kısmının dışında “İslamiyet’ten Önce Türk Kadını”, “İslamiyet ve

İslamiyet’ten Sonra Türk Kadını”, “Kurtuluş Savaşı ve Sonrasında Türk Kadını ve Atatürk”

olmak üzere üç temel başlık altında ele alınmış olup, tarihsel süreç içinde incelenmiştir.

Atatürk eline geçen her fırsatta gerçekleştirdiği reformlarla tek bir amaç güdüyordu.

Bu amaç, Türk ulusunu, çağdaş dünyada layık olduğu konuma yükseltmek ve Türkiye

Cumhuriyeti’ni sarsılmaz temeller üzerinde her geçen gün daha güçlendirmekti.

Cumhuriyetin kurulması ile birlikte ciddi bir biçimde ele alınan kadın hakları

1924’te başlatılan çalışmalarla hız kazanmış, 1926’da kabul edilen “Türk Medeni Kanunu”

ile sonuçlandırılmıştır.

Tarihi perspektiften bakarsak kadınlar, kentleşme, artan öğrenim ve istihdam

olanakları ile birlikte özgürlük kazanmışlardır. Günümüzde kadınlar sıkıcı ev işlerinin

monotonluğu sebebiyle çalışmaktalar ve ev kadınlığının düşük statüsünden kurtulmak,

ekonomik bağımsızlık kazanmak, benliğini gerçekleştirmek ve yeni çevrelerde ahbaplık

kurmak gibi güdülere sahiptirler. Kadınlar, erkekler izin verdiği için değil fakat böylesi

onlar için bir yaşam tarzı haline geldiği için çalışmaktadırlar.(Ekin, 1990:67)

1. Giriş

Çağımızın güncel tartışmaları arasında “kadın hakları” ve “kadın-erkek

eşitliği” önemli bir yer tutmaktadır. Gelişmiş ülkelerde hatta bazı gelişmekte olan

ülkelerde kadın ve erkek, içinde doğup büyüdükleri, yaşamlarını sürdürdükleri

toplumda eşit hak ve sorumluluk taşıyan bireyler olarak yerlerini almışlardır. İş

yaşamının her kademesinde, her alanda ve her meslek dalında kadınlar erkeklerle

yan yana, yarışırcasına çalışmakta, diretmekte, dolayısıyla başarılı olacağını

göstermektedir. Buna rağmen kadının toplumda ikinci sınıf vatandaş statüsünde

bulunduğu doğrultusundaki görüşün, gösterilen tüm tepkilere rağmen, güncelliğini

koruduğu gerçeği ile karşı karşıyayız.

Hızla değişen ve evrimleşen çağdaş toplumlara damgasını vuran özelliklerin

başında, daha fazla eşitlik ve özgürlük arayışlarıyla birlikte, bireyler ve kategoriler

arası farklılaşma ve bu farklılaşmaya karşı hoşgörü gelir.

Tüm toplumlarda kadının rolü çok yönlü ve çok boyutludur. Bu nedenle

kadının iş olanaklarını arttırmaya, düzeltmeye yönelik düzenleme ve politikaların

başarılı olabilmesi için aynı zamanda aile içi rol ve ilişkilerin yeniden tanınması,

yeni koşullara uymayan, gelişme ve uyumu zorlaştıran köhnemiş değer yargılarıyla

mücadele edilmesinin yanısıra, gerek kadın gerekse erkeğin eğitiminde ve

sosyalleşmesinde köklü değişikliklere gidilmesi gerekmektedir. Bu eşitliğe yöneliş

içinde cinsiyete göre belirlenmiş geleneksel işbölümü yerine, cinsiyeti ne olursa

olsun her bireyin yeteneğine göre işbölümünde yer alacağı yeni bir toplumsal

düzende, gerek kadın gerekse erkek, kişiliklerinin çeşitli yönlerini geliştirerek en

üst düzeyde verimli olabileceklerdir. (Özden,1990:19)

Günümüzde bir çok ülkede, mevcut aktif nüfusun bir kısmını oluşturan

kadınlar, kalkınmanın dayandırabileceği insan kaynakları içinde kabul

edilmektedir. Öte yandan kadınlar, yapısal düzenlemenin sonuçlarına da iştirak

etmektedirler. Aktif nüfus ve istihdam içinde kadın ve erkeklerin yer ve rolleri

önemli farklılıklar arz etmektedir. Bu nedenle, özel bir öneme sahip kadınların

durumu, yapısal düzenlemelerin olumsuz etkilerinden çalışanların korunmasına

yönelik politikalar kapsamında önemle ele alınmalıdır. Bu duruma koşut olarak,

bütün nüfusa yönelik ve insan kaynaklarından potansiyel olarak en iyi şekilde

yararlanma amacı taşıyan politikalar kadınların tüm kapasitelerinin sınırları

ölçüsünde ekonomik faaliyetlere etkin şekilde katılmalarını ve mesleksel isteklerini

gerçekleştirmelerini sağlayacak özel koşulları içeren bir şekilde oluşturulmalıdır. C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 1

Doç.Dr. Feramuz AYDOĞAN’ın Anısına

11

Türkiye’de kadınların konumu incelenirken perspektiflerden birinde kamusal

alana ağırlık verilip Cumhuriyet döneminin hukuki, siyasi ve kurumsal reformları

gözönüne alınabilir. Cumhuriyet öncesi dönemde ve Orta Doğu’ nun diğer

toplumlarıyla karşılaştırıldığında bu reformların, kadınların kamusal katılımının

giderek artmasındaki yansımaları gerçekten olağanüstüdür. 1926 yılında dinsel

kanunlar külliyatı olan Şeriye’ den medeni hukuka; çok eşlilikten tek eşliliğe;

boşanma, mülkiyet, çocukların yönetimi konularında eşit olmayan hukuki

haklardan eşit hukuki muameleye; siyasi katılımsızlıktan 1930’da yerel seçimlerde,

1935’te de genel seçimlerde olmak üzere tam seçme hakkına geçilmesi gibi hukuki

reformlar çok önemlidir. Bu reformlar, kadınların, kanun tahtında cinsiyet olarak

ayrı tutulup eşit olmayan muamelelere maruz bırakılmalarının sona erdirilmesinin

resmi kalıplarını oluşturdu. (Kağıtçıbaşı, 1990:103)

“Kadın” ve “kadınlık” herşeyden önce bir niteliktir. İnsanın cinsiyetini

belirleyen, fizyolojik bir farkla başlayıp yaşamı boyunca kişiliğinin ayrılmaz bir

parçası olarak, onun gelişmesi ile bütünleşen bir özelliktir. Kadınlar kendilerini

herşeyden önce anne ve eş olarak görmek üzere yetiştirilirler. “Kadın dışarıda

çalışan erkeğin rahatını sağlayan, aile ahlak değerlerine bekçilik eden bir varlık

olarak algılanmaktadır.” (Türk Aile Ans.,1991:537)

Öte yandan “ekonomide, üretim sürecinde kadın emeği daha fazla

sömürülüyor. Toplumun yaşantısında asıl yerinin ailesi, evi olduğu yaygın görüşü

yüzünden eğitim olanaklarından daha sınırlı yararlanıyor. Meslek seçim alanı,

çalışma olanakları daralıyor, herşeye rağmen çalışma hayatına katılabildiği zaman

ne ücret ve değer haklar açısından ne ilerleme olanakları açısından eşit koşullarda

yer alabiliyor.” (Tekeli,1998:9)

Devletin ve milletin devamı açısından çok önemli olan aile kurumunun en

iyi şekilde sürdürülmesi görevi de kadının omuzlarına yüklenmiştir.

Bu kısa girişin ışığında “Atatürkçü Düşünce Sisteminde Kadın” konusunun

daha iyi anlaşılmasının sağlanabilmesi için kısa bir tarihçeden sonra Atatürk

döneminde Türk kadınları ile ilgili görüş ve düşüncelerin bir sentezi yapılmaya

çalışılmıştır.

Konu ile ilgili olarak başvurulan kaynakların bir çoğunda kadın konusu

tarihsel süreç içinde ele alınırken genellikle “İslamiyet’ten önce”, “İslamiyet’ten

sonra” ve “Cumhuriyet Dönemi’nde Kadın” olmak üzere üç temel başlık altında

incelenmektedir. Bu araştırmamızda da konunun aynı sistem içinde incelenmesinin

uygun olacağı düşünülmüştür.

2. İslamiyet’ten Önce Türk Kadını

Türkler’in tarihte göçebe bir yaşam tarzı sürdürmüş oldukları bilinen bir

gerçektir. Bu yaşam tarzlarına rağmen Türklerin doğal ve geleneksel ulusal

kültürlerinin kadına kazandırdığı kişilik canlı ve hareketlidir. 12 Vahap SAĞ

İslamiyet’ten önceki Türklere ait bilgiler M.Ö. 4000 yıl gerilere kadar

gitmektedir. Bu köklü bilgiler arasında kadının temel nitelikleri “Ana” lık ve

“kahramanlık” tır. Kadın ata binme, silah kullanma, savaşabilme gücü ile de

değerlendirmeye tabidir. (Savcı,1993:107)

Türkler tarihleri boyunca kadına hep değer vermişler ve onu yüceltmişlerdir.

Özellikle Oğuz Kağan Destanı kadına çok yer vermiştir. Sekizinci Yüzyıl Orhun

Kitabeleri’nde Türk kadınından saygı ile bahsedilmekte ve Oğuz prenseslerinin

sosyal ve siyasi alanlardaki çalışmalarına da değinilmektedir. Bu dönemde kadın

savaşta, siyasi toplantılarda ve sosyal ilişkilerde her zaman kocasının yanında yer

alırdı.(Gündüz, 2000:135))

Türklerin İslamiyet’e girmelerinden önceki mitolojik çağda ve daha sonraki

“yazılı eser” döneminde çok ilginç bir yaşam tarzı vardır... “Totemcilik ilk

Türklerde de görülmektedir. Yine en ilkel toplum sayılan “klan” hayatını yaşayan

atalarımızda “klan” mensupları arasında evlenme yoktur. Erkek evleneceği kızı

başka klanlardan seçmeye mecburdur. Exogamı (dışardan evlenme) zorunluluğu

aile yaşamına bazı özellikler getirir.” (Kafesoğlu, 1980:9) Türklerin totemi “Kurt”

tur. O’ nu “Ata” sayarlar, ona taparlar. (Göksel,1993:105)

Totemcilikten sonra Türklerin girdikleri din Şamanizm’dir. Bu dönem

“Tanrı” ve “Tanrıça” lara inanma devridir. Türklerin en fazla inandıkları ve güçlü

buldukları Tanrı’nın adının “Ana Tanrıca” olması gerçekten ilginçtir. Doğum,

iyilik ve aşk gibi “güzel” olan her konunun üzerinde bir “Tanrıça” ismi, buna

mukabil hastalık, ölüm ve savaş gibi “fena” konularda olan bir “Tanrı” nın gücü

geçer. Eski Türk inanışlarına göre, evrenin yaradılışında Ulu Tanrı’ya “Dünyayı

yaratan fikri”ni veren “Akana” da bir “Tanrıça” dır. Dişidir. (Göksel,1993:105)

Şamanizm’ de eşitlik temel kuraldır. Kadın güçlü, kişilikli ve etkilidir.

(Doğramacı,1989:132)

Türk Halk İlmi (Folklor) nin en değerli belgesi sayılan “Dede Korkut”

kitabında “kadının erkeği tanımlayan saygıdeğer kişiliğinden” sık sık söz edilir.

Dede Korkut’ ta kadının aile yapısındaki yeri konusunda kendine özgü bir

sınıflandırma vardır. Aile her bakımdan kadının yönetimindedir. (Öztelli,1976:106)

Eski Türklerde kadın konusunda bilgilerin yer aldığı diğer bir yapıt Yusuf Has

Hacip’in 1069 yılında yazdığı “Kutadgu-Bilig” adlı eserdir. Bu eserde de kadın ve

kızın değerinden “nadir” deyimi ile söz edilir. Yine Türk Moğol inanışlarına göre

Yer Ana Tanrıçası “Ötüken” de dişidir. (Göksel,1993:106) Ziya Gökalp’in

“Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde de İslamiyet’in kabulünden önceki Türk

kadınının konumu ayrıntılı bir biçimde incelenmiştir. Bu eserde yer alan bilgilere

göre eski Türklerde ana ve baba soyu değerce birbirine eşit tutulmuştur. Ayrıca ev

yalnız kocanın malı olmayıp, karı ve kocanın ortak malıdır.Bu nedenle evin

erkeğine “ev ağası” denildiği gibi, evin hanımına da “ev hanımı” denirdi.

(Unat,1982:7) Gökalp adı geçen eserinde Türkler’in tarihin her döneminde aile

yaşamı açısından demokrat ve feminist bir görüşe sahip olduklarını ifade ettikten C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 1

Doç.Dr. Feramuz AYDOĞAN’ın Anısına

13

sonra totemizmin etkisiyle erkeğin, Şamanizm’in etkisiyle de kadının

kutsallaştırıldığını belirtmektedir. Bu nedenle tüm aile uygulamalarında kadın ve

erkeğin birlikte bulunması zorunluluktu. “Velayeti amme Hakan ile Hatunun her

ikisinde müpteseken tecelli ettiği için bir emirname yazıldığı zaman “Hakan

Emrediyor ki” ibaresiyle başlarsa kabul olmazdı. Kabul olması için, “Hakan ve

Hatun Emrediyor ki” sözleriyle başlaması gerekirdi. Ayrıca Hakan tek başına bir

elçiyi huzuruna kabul edemezdi. Elçiler ancak sağda hakan ve solda hatun

oturdukları bir zamanda, ikisinin birden huzuruna çıkarlardı. Şölenlerde,

kenkaşlarda, kurultaylarda, ibadetlerde ve ayinlerde, harp ve sulh meclislerinde

hatunda mutlaka hakanla beraber bulunurdu.”(Gökalp,1958:112) Görüldüğü gibi,

eski Türk toplumlarında, devlet hizmetlerinde bile erkeğin egemenliğinin olmadığı,

devlet yönetiminin “karı-koca”, “Hatun-Hakan” ekibinin ortak sorumluluğu ile

yürütüldüğü bir gerçektir. Hatta yukarıda görüldüğü gibi, “yasa” mahiyetindeki

“Emirname”ler her ikisince imzalanmazsa yürürlüğe konulmamaktadır.

(Taşkıran,1978:13) Tarihte “Devlet Başkanlığı” yapan ilk kadınlarda Türklerdir.

Mesela Delhi Türk Devleti’nde Raziye Sultan, Kirman’da Kutluk Türk Devleti’nde

Türkan Hatun gibi. Türklerde örtünme (tesettür) yoktu.İslamiyet’in getirdiği daha

çok büyük kentlerde özellikle İstanbul’ da gelişen “kaç-göç adeti” köy ve

kasabalarımızda pek etki yapmamıştır. Daha yakın tarihimizde kadının erkeğin

sorumluluklarını hep paylaştığı görülür. Atilla, gelenekleri sürdürür, elçileri

karısıyla birlikte kabul ederdi.(Göksel, 1993:109) Eski Türklerde evlilik

kurumunda, “tek kadın – Monogami” esastı. Ailede mal-mülk tümüyle ortaktır.

Çocuklar üzerinde velayet hakkı da birleşiktir. (İnan,1969:9) Görüldüğü gibi

tarihsel gelişim sürecinde Türk toplumunda kadına gereken değer verilmiştir.

Çeşitli Türk devletlerinde kadının önemli ve saygın bir konuma sahip olduğunu

görmekteyiz. Yine Türk toplumuna her dönemde yön veren kadın olmuştur. Bu bir

Türk yaşam tarzıdır. Bunu bir milletin dilinde, edebiyatında ve sanatında görmek

mümkündür. Türk devletlerinde kadın yalnız ev içinde değil, tarlada, pazarda ve

hatta devlet işlerinde eşinin yardımcısı olmuş, özellikle sosyal etkinliklerde ön

planda yer almıştır. Kadının meclislere katılması, kaç-göç olmaması, yaşlı kadının

söz sahibi olması,tek eşlilik modelinin yaygınlığı kadının taşıdığı değeri ortaya

koymaktadır. (Erkal, 1987:101)

3.İslamiyet ve İslamiyet’ten Sonra Türk Kadını:

İslamiyet öyle bir toplumun içinde öylesine kötü bir ortamda doğmuştur ki,

her manevi anlayışın düştüğü ve ahlak kurallarının sıfıra indiği bir dönemdir.

Kuran-ı Kerim ve diğer dini kitaplar, bu kapkara devre “cahiliye devri” adını

verirler. (Göksel,1993:113)

İslamiyet Arap ülkelerinde doğmuştur. Arabistan’da İslamiyet doğduğu

zaman kız çocukları diri diri toprağa gömülüyor ve öldürülüyorlardı. Kız çocuğu

doğuran kadınlar cezalandırılıyorlardı. Kadın bir sürüden farksızdı. Bir erkek

istediği kadar kadınla evlenebiliyordu, kocası ölen kadın başka birine miras olarak 14 Vahap SAĞ

devredilebiliyordu ve erkeğin mutlak egemenliğindeki Arap kadınının hukuki

yönden durumu erkeğin çok aşağısında idi. (Tozduman, 1984:28)

İslamiyet doğduğu ortamın etkisiyle, önce o yöre için kurallar getiriyordu.

Kızların öldürülmesi yasaklanıyor, evlenme ve boşanma yasal kurallara

bağlanıyordu. İslamiyet ile birlikte ilk kez miras hakkı ve mal edinme hakkı kadına

tanınmış, kadına kocasına itaat zorunluluğu konurken, kocada karısına iyi

davranma yükümlülüğüne bağlanmıştır. Kadın ve erkek Kur’an da eşittir.Ana ve

baba saygı açısından denktir. (Doğramacı, 1989:133)

Bu açıklama gösteriyor ki, İslamiyet evlilik, eş sayısı, boşanma, miras hakkı,

mal-mülk edinme, insanca muamele görme, cinsiyet ayrımı gözetmeme gibi

konularda kadın ve erkeği aynı düzeyde görmektedir.

Türkler İslamiyet’e girişleriyle birlikte, bir taraftan kendi örf ve adetlerini

muhafaza etmeye çalışırken, Arap ve istila ettikleri yerlerdeki Fars, Bizans ve

Avrupa ülkelerinin kültürünün de etkisi altında kalmışlardır. Bu kültür karışımı

içerisinde elbette ki Türk kadınının statüsünde de değişmeler olmuştur. Daha sonra

Anadolu’ da doğan tarikatlar da Türk kadınının durumunu etkiler olmuştur. Bunlar

arasında özellikle Mevlevilik ve Bektaşilik sayılabilir. Orta Asya’ da ki Türk

kadınının üyesi olduğu ailenin durumu hiçbir zaman babaerkil (Pederşahi –

patriarkal) olmamıştır. (İnan,1969:19)

Selçuklular’ ın X. Yüzyılda Anadolu’ya gelişlerine kadar, İslamiyet’in

tesirlerine rağmen, Türk kadını aktiftir. Günlük yaşamda erkekle beraberdir. Eve

kapatılmamıştır. “Harem” henüz bilinmemektedir. Selçuklu egemenliği 300 yıl

kadar sürer. Bu dönemde kadının sosyal durumu hayli değişikliğe uğrar. Bununla

beraber erkekten yine kopmamıştır. Sanat ve kültür hareketleriyle ilgilidir.

Kadınlar adına Medrese, Hastane ve Kütüphaneler yapılmaktadır. İran’ın Kirman

şehrinde Kutlu Türkan Hastanesi (1271), Kayseri’de bugün adına Tıp Fakültesi

kurulan Gevher Nesibe Şifahanesi (1206), Divrik’te Turan Melek Hatun

Kütüphanesi (XIV.yy) gibi. (Göksel, 1993:129)

Osmanlı toplumunda, özellikle İmparatorluğun ilk dönemlerinde

medreselerin, tarikatların etkisiyle, kısmen kadına da dini inanışlarına göre sosyal

hayatta bir yer tanınmış ise de bu durum gitgide kaybolmuştur. Osmanlı

toplumunda kadının “harem”e kapatılarak toplum yaşantısının dışına itilmesinin

İstanbul’un alınışından sonra Osmanlılar’ ın köleci Bizans devlet yapısından

etkilenmesiyle başladığı sanılmaktadır. (Çağlar, 1992:49)

Osmanlı toplumunda, kadının önceleri sahip olduğu yerini kaybetmesinin

nedeni, İslamiyet’in kabul edilmesiyle birlikte, Arap geleneklerinin ve kültürünün

etkisi altında kalmasının bir sonucu olduğu öne sürülmektedir.

İslam dininin kabul edilmesiyle kadın toplumdaki yerini kaybetmiş, eve

kapanmıştır. Diğer bir görüşe göre Türk kadınının toplumdaki yerini kaybetmesine C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 1

Doç.Dr. Feramuz AYDOĞAN’ın Anısına

15

neden olan temel etken, Osmanlı Devleti’ nin kuruluş aşamasından başlayarak

Bizans kurumlarının etkisinde kalması ve kadının hareme kapanmasıdır. Bu

açıklamaların ikisi de kadının Osmanlı toplumunda ki yeri konusunu çözümlemede

geçerli olduğu açıktır. (Doğramacı,1989:2) Özellikle Osmanlıların ilk

dönemlerinde büyük şehirlerde medreselerin ve tarikatların tesiriyle, nispeten

kadına da dini inançlarına göre sosyal hayatta bir yer tanınmış ise de, bu durum

gitgide kaybolmuştur. Osmanlı haremli kadınların kendi aralarında ve yalnızca

ailelerinde erkeklerle temas halinde yaşadıkları ve kadının temel toplumsal işlevini

çocuk doğurmak yetiştirmek ve erkeklere hizmet ve cariyelik olarak belirleyen bir

kurumdur. Yani bir anlamda haremde yaşayan kadınlar hukuken olmasa da

toplumsal ilişkiler bakımından köle durumunda idiler. Bir kurum olarak “harem”

Engels’in kadının “evcil köleliği” olarak tanımladığı durumun tipik bir örneğidir.

(Tekeli,1982:377) Ancak Osmanlı toplumunda kent kadınları tümüyle eve kapalı

bir biçimde kurumsallaşmış kadınlık uğraşını sürdürürken kırsal kesim kadınının

üretimde yer aldığı bilinmektedir. Ayrıca bu dönemde yönetici sınıf kadınlarının

dışında kalan halk sınıfı kadınlarının kimi uğraşlara girdikleri padişah

fermanlarından anlaşılmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman ve Üçüncü Selim

dönemlerinde halk sınıfından kimi kadınların çalışma yaşamına girdikleri

bilinmektedir. Örneğin, bu dönemlerde kadınların pratik hekimlik yaptıklarına

ilişkin belgeler bulunmuştur. Kanuni döneminde evden eve dolaşan bohçacı

kadınlar, çalışan kadınlar sayılmaktaydı. (Çiftçi, 1982:81) Kentlerdeki her türlü

mesleksel etkinliklerin kadına yasak oluşu onu, kocasına ya da çocuklarına

tümüyle bağımlı kılmıştır. Onları terketmesi, yoksulluğa düşmesi ya da ölümü

halinde sefaletin kucağına iter. (Caporal, 1982:61) Giyim konusunda da bu

dönemde kadınlara bir takım kısıtlamalar getirilmiştir. Kadınların giysileri

feracelerin boylarına kadar belirlenmiş olup, bayramlarda bile dışarı çıkmaları, gezi

yerlerine gitmeleri konusunda, çok az sayıda kadının ev dışına çıkmayı

başarabilmesine karşılık bu sınırlı uğraşlar bile fermanlarla yasak edilmiştir.

Gerek Selçuklular gerekse Osmanlı kadınını “Saraylı kadın” ve “kırsal

alandaki emekçi kadın” olmak üzere ikiye ayırarak değerlendirmek gerekir. Her

ikisi de temelde erkeğe bağımlıdırlar. Saraylı kadın tam bir tüketici olduğu halde,

kırsal alandaki kadın üreticidir. Saraylı kadın örneğinde özellikle Valide

Sultanların padişah nezdindeki etkilerini anımsamak gerekir. Sarayda özel bir yeri

olan Valide sultanları özellikle yükselme devrinden sonra politik bir nitelik

kazanmıştır. (Tunç,1981:108) Tanzimat dönemine kadar Türk kadını ile ilgili

kısıtlamalar birbirini takiben fermanlarla devam etmiştir. Fakat bu yaşamın ilginç

bir yönü de vardır. Türk kadınının bu baskıya tam anlamıyla boyun eğdiği

söylenemez. Özellikle giyim – kuşamda padişah fermanlarının yerine “moda”

cereyanları kadınları etkilemiştir. Kıyafetlerde değişme hareketleri kendini

göstermeye başlar.

Osmanlı Devleti’nde kapsamlı bir toplumsal değişmeye yol açan ilk önemli

gelişme, Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla başlayan yeni tarihi dönemdir. Batı16 Vahap SAĞ

dünyasında tanık olunan pek çok gelişmenin sonuçta Osmanlı bürokrasisini de

etkilemesinin yanısıra batılı devletlerin Osmanlı devletini yönlendirmeye dönük

politikalarının da etkisiyle ilan edilen bu ferman, Osmanlı Devleti’nin sosyal

yapısında ciddi değişmelere neden olmuştur. Bu değişmelerin niteliği ve boyutu,

yüzyıllar boyunca Osmanlı Devleti’nin tarihsel gelişimi ile karşılaştırıldığında daha

iyi anlaşılacağı gibi, etkileri açısından o denli derin ve şiddetli olmuştur ki, bunun

sonucunda yaşanan kurum, kavram ve kurumsal değişmeler, sonraki önemli

değişmelerin de nedeni haline gelmiştir. Bu önemli tarihsel evreyi, önce kazanılan

özgürlüklerin geriye doğru gidişi demek olan istibdat rejimi, ardından da daha ciddi

bir toplumsal dönüşüm olan II. Meşrutiyet hareketi izlemiştir. (Kırkpınar,1998:13)

Bu döneme gelinceye kadar her türlü haktan yoksun olan kadın statüsünün durağan

hali Tanzimat hareketiyle hızla değişmeye başlamıştır.

Tanzimat hareketiyle birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nda Avrupa’dan

esinlenen bir dizi reformun gerçekleştirildiği görülmektedir. Batı uygarlığına

gerçek yöneliş ve alıştırmaları da bu dönemde başlamıştır. Avrupa’ da ortaya çıkan

her ideolojik hareket, er yada geç, kısmen birbiri üzerine binerek kısmen de eski

İslam görüşünün yerini alarak, yeni bir etik görüşün oluştuğu Osmanlı

İmparatorluğu’nda yankılanmasını buluyordu. (Caporal, 1982:52)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Tanzimat’la başlayan çağdaşlaşma hareketi çerçevesinde Türk kadını gerek

düşünce alanında, gerekse doğrudan doğruya siyasi ve toplumsal haklar yönünde

ciddi adımlar atabilmiştir. Bu gelişmeler ancak, söz konusu dönemlerin düşünce

yapılarının ve ideolojik kalıplarının kendine özgü kalıpları içinde anlam

kazanabilmektedir.

Batıya yönelme hareketlerinin en önemlisi kuşkusuz eğitim ve öğretim

alanında başlamıştır. Askeri okullarımızda Türk ordusu Tanzimat’tan önce

başlayan batılılaşma hareketi ile eğitim sistemimize öncülük yapar. Askeri

okullarımız arasında Rüştiye (Ortaokul), İdadi (Lise) ve 1773’te Mühendishane-i

Bahri-i Hümayun (Deniz Harp Okulu), 1793’te Mühendishane-i Berr-i Hümayun

(Kara Harp Okulu), 1826’ da Tıphane-i Amire (Askeri Tıbbiye), 1836’da Mızıkayı

Hümayun (Saray Bandosu ve Askeri Mızıka Okulu) gibi modern eğitim

müesseseleri açılmış ve mezunlarını vermeye başlamıştır. (Göksel, 1993:133-134)

Öte yandan toplumsal gerilemenin nedeni olarak kadınların cehaletini ve geriliğini

gören “batıcı” aydınlar, kadınların eğitilmesi gereğini kabul ederler. Kızlarımız için

ilkokul ve ortaokulların eğitimine 1858’ de başlanır. Meslek okulu olarak ilk önce,

1842’ de Askeri Tıbbiye’ye bağlı olarak ilk “Ebe Okulu”, 1869’ da İnan Sanayi

Mektebi (Kız Sanat Okulu), 1870’de Darülmuallimat” (Kız Öğretmen Okulu)

açılır. (Göksel, 1993:134) Böylece Türk kadınının ev dışında, okulda yetiştirilmiş

olarak ilk mesleği olan Ebelik ve Öğretmenlik meslekleri için okullar açılmış oldu.

Kuşkusuz bu modern kurumlardan yararlanabilen üst tabakalara mensup ve

büyük kentlerde yaşayan kadın sayısı çok azdı. Bu okur-yazar kadınlar, yine de 19

yüzyıl sonlarında gazetelerde kadın sayfalarının yer almasına ve hatta kadınlar için, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 1

Doç.Dr. Feramuz AYDOĞAN’ın Anısına

17

yazarları da kadın olan gazete ve dergilerin yayınlanmasına zemin oluştururlar.

(Mukadderat, Şukufezar, Hanımlara Mahsus Gazete) gibi. II. Meşrutiyet

Dönemi’nde aydın kadınlar, kadın statüsünün değerlendirilmesi amacıyla Teali-i

Nisvan, Müdafaa-i Hukuku Nisvan, Asri Kadınlar Cemiyeti gibi dernekler

kurulmuştur. Bu dönemde kadınları ilgilendirip de gündeme gelen tek konu evlilik

statüsüdür. 1917 kararnamesi, evliliği yasal bir çerçeveye bağlarken, kadınlara ilk

defa boşanma hakkını verir.... Çok karılı evliliği karının rızasına bağlayarak

sınırlandırır. (Tekeli, 1983:1192)

Tanzimat döneminin reformcu havası içinde Namık Kemal, Şemseddin

Sami, Abdülhak Hamit Tarhan gibi düşünürler, dönemin gazete ve dergilerinde

kadın konusu üzerinde durmuşlardır. Batıdaki feminist hareketlerin etkisiyle Türk

kadınının çeşitli mesleklere girmesini teklif etmişler, görücü usulüyle evlenmenin

zararlarını belirtmişler ve Türk kadınının geçirdiği sarsıntıya işaret etmişlerdir.

(Taşkıran, 1982:24)

Birinci Dünya Savaşı Osmanlıların yenilmesi ve ardından başlayan Kurtuluş

Savaşı, kadınların gerçek yaşamlarında hukuki statülerini zorlamasına imkan veren

değişikliklere yol açar. Çok sayıda kadın cepheye giderek, erkeklerin yerine işçi ve

memur olarak çalışma hayatına girmiş, ilk işçi hakları kadın işçilerle ilgili olarak

tanınmıştır.

Sonuç olarak teokratik bir yapıya sahip olan Osmanlı İmparatorluğunda

Tanzimat’tan birinci dünya savaşı sonuna kadar geçen dönemde kadın sorununa

ilişkin gelişmelerin temel niteliği, bu gelişmelerin temel niteliği Oya Çiftçi’nin

belirttiği gibi (Çiftçi, 1982:29) kapsayıcı değil, büyük kent kadınlarının çok sınırlı

bir kesimine yönelik olmasıdır. Bu dönemde kadınların büyük bir bölümü tarımda

çalışırken, büyük kentlerde çok az sayıda bir kadın grubu öğrenim olanaklarından

yararlanabilmekte, işçi kadınlarda fabrikalarda çok düşük ücret karşılığı

çalışmaktaydı. Evlenme ve boşanma konularında şeriat hükümleri yürürlükteydi.

Kentli seçkin bir kadın kesiminin örgütlenme çabasında olmasına karşın, Batılı

kadınların yürürlükteki eşit haklar mücadelesine benzer bir mücadeleyi

sürdürememiş ve sorunların çözümünü yöneticilerden beklemişlerdir. Görüldüğü

gibi İslam dininin etkisi altında kalan Osmanlılarda, hiçbir hak ve yetkisi olmayan

Türk kadınlarının bu hak ve yetkilerine kavuşmalarının ilk adımı Tanzimat

döneminde atılmıştır. Özellikle edebiyatçıların ve aydınların kadının toplumsal

statüsünü eleştirmeleri ve kınamaları kadınlar için beklenen olumlu sonuçların ilk

adımları olmuştur.

4.Kurtuluş Savaşı ve Sonrasında Türk Kadını ve Atatürk

Tanzimat’tan sonra düşünce dünyasında ve siyasal yaşamda kimi geriye

dönüşler olmakla birlikte , imparatorluk sosyal yaşantısında, dünyada gelişen yeni

siyasal akımlarında etkisiyle özellikle II. Meşrutiyet döneminde radikal kırılmalar

görülmüştür. Kadın sorunları açısından ilk ciddi gelişmeler bu dönemde 18 Vahap SAĞ

yaşanmıştır. Kadının toplum içindeki etkinliği arttıkça, kadınla ilgili olarak

toplumda oluşturulan rol de önem kazanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nde siyasal

teoriler açısından tepeden inme ve devlet merkezli bir zorlama olarak görülse de,

kadının radikal nitelikli hak kazanımlarına bu dönem adeta bir zemin hazırlamıştır.

Söz konusu dönemde yaşanan deneyimler ve bu deneyimlerle ortaya konulabilen

birikim, Cumhuriyet Türkiyesi’ne aktarılan önemli bir mirastır. (Kırkpınar, 1998

:14)

Cumhuriyet döneminde Atatürk devrimleri ile kadınların toplumsal

durumları önemli bir değişimin ve gelişimin içine girmiştir. Yasalarda kadın-erkek

eşitliği büyük ölçüde gerçekleştirilmiştir. Kadın, boşanma hakkında, seçmeseçilme, eğitim, meslek seçimi, kamu görevleri yapma haklarına kavuşmuştur.

Gerçek anlamda modern bir toplumu oluşturan bütün sektörlerde en ciddi atılımlar

bu dönemde gerçekleştirilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk gibi karizmatik bir

önderin bunda belirleyici bir rol oynadığını söylemek gerekir. Gerçekte Atatürk’ün

düşünce dünyasının oluşumunda Tanzimat’la birlikte yaşanan batılılaşma çabaları

etkili olmakla birlikte, Atatürk’ün yalnızca yakın çevresinden gelen etkileyici

faktörlerin yanısıra, dünya klasiklerine olan yakın ilgisi ve yoğun okuma

tutkusunun çok daha fazla yönlendirici olduğu söylenebilir. Bu nedenle, Türkiye’

de ki kadın konusundaki fiili gelişmeleri yakından görüp anlayabilmek için O’nun

düşünce dünyasında yer alan kadın konusu ve bu konu ile ilgili öngörüleri

önemlidir.

Bu anlatılan ve açıklananların yanı sıra, Cumhuriyetin kuruluşundan bu

yana, gerek toplumsal yaşantı içinde kadının yeri gerekse hızla gerçekleştirilen

sanayileşme, kentleşme sürecinde kadının aldığı yeni statü ve hukuksal kazanımlar,

adeta yakın Türkiye tarihinin canlı bir panoraması niteliğindedir.

(Kırkpınar,1998:14) Toplumun yaşantısını belirleyen temel faktörler gittikçe içiçe

girip karmaşık ve girift bir durum alırken, kadının statüsü de aynı süreci yaşamıştır.

Böylelikle 1950’li yıllardan bu yana, Türkiye’ de gerek ekonomik sektörlere, gerek

kültürel yapılara, gerek dini kalıplara, gerekse sosyal yaşantı biçimlerine göre

kadın grupları arasında ilişkiler yönünden bir yakınlaşma değil, adeta bir

uzaklaşma ortaya çıkmıştır. Bunun sonucunda ise başta fırsat eşitliği olmak üzere

her alanda olumsuz göstergeler ortaya çıkmaya başlamıştır. Çalışan kadınlar

arasında şaşılacak kadar derin farklılıklar söz konusu olmuştur. Çalışmayan

kadınlar arasında da, gerek sosyal statü, gerek dinsel taassubun dayatmaları ve

gerekse diğer normlar açısından benzer farklılıkları görmek mümkündür. Toplumu

oluşturan katmanlar arasında olduğu gibi her bir katmanda yer alan guruplar

arasında da ciddi farklılaşmalar söz konusudur. Bu farklılık ve anlam derinliği,

bütünüyle Cumhuriyet döneminin benimsediği yeni felsefeden ve uygulamadaki

yöntem farklılığından kaynaklanmaktadır. Kadının gerçek toplumsal statüsünde,

gerekse bizzat kendisinin, kendi bedensel ve ruhsal yapısının algılayışında ve

tanımlayışında geçmiş dönemlerle kıyaslanamayacak farklılıklar ortaya çıkmıştır.

Bu farklılığı yaratan başta kültürel ve eğitimsel alanlarda olmak üzere, teknolojide, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 1

Doç.Dr. Feramuz AYDOĞAN’ın Anısına

19

sanayileşmede, tarımda ve bürokraside yaşanan gelişmeler... Toplumun her

kesiminde olduğu gibi kadın konusunda da yeni algılamalara ve statü edinme

süreçlerine yol açmıştır. Kısaca Cumhuriyet kadını, bölgeler ve kültürler arasındaki

farklılıklara ve yaşanan yoğun çelişkilere rağmen önceki dönemlerden

kıyaslanamayacak ölçüde farklıdır. Bu farklılık yalnızca kadının dış görünüşünde

değil, toplumsal statüsünde, kültürel yapısında, kişilik tanımlamasında tanık olunan

çok yönlü bir farklılıktır. Bu değişmeler, hiç kuşku yok ki, ülkede yaşanmış olan

ekonomik, toplumsal, kültürel alandaki yoğun değişmelerle paralellik

göstermektedir. (Kırkpınar,1988:14-15)

Kadının başta eğitim olmak üzere, hukuk, çalışma, siyasal katılım, toplumsal

yaşamda ve aile yaşamında eşit haklara sahip olarak yerini alması için gereken tüm

atılımlar yapılmış ve mümkün olan kısa zaman içinde gerçekleştirilmiştir.

Daha Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç yıllarında gerek hazırlık aşamasında

gerekse savaş sırasında Türk kadınının yapmış olduğu hizmetlerin önemi tartışma

götürmez ölçüde büyüktür.

Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı verirken güç aldığı, yardımını gördüğü Türk

kadınını hiç unutmamıştır. Vefa duygusunu her fırsatta belirtmiştir. Cumhuriyet

dönemi boyunca kadın haklarına öncelik tanınması veya çok önem verilmesinde bu

duygunun etkisi vardır. (Gül, 1998:79)

Atatürk, Türk kadınına kendine özgü bir anlayışla gereken önemi vermiş ve

bunu çeşitli nedenlerle yapmış olduğu yurt gezilerinde açık bir dille ifade etmiştir.

Daha 23 Mart 1923’ te kadınlara Konya’da söylediği şu sözler önemlidir.

“Son senelerin inkılap hayatında hummalı fedakârlıklarla mahmul mücadele

hayatında, milleti ölümden kurtararak hulâsa ve istiklale götüren, azm-ü faaliyet

hayatında her ferdi milletin mesaisi, gayreti, himmeti, fedakarlığı sebkeylemiştir.

Bu meyanda en ziyade tebcil ile yâd ve daima şükran ile tekrar edilmek lazım gelen

bir himmet vardır ki, o da Anadolu kadınının ibraz etmiş olduğu çok ulvi, çok

yüksek, çok kıymetli fedakarlıktır.... Kimse inkar edemez ki, bu harpte ve ondan

evvelki harplerde milletin kabiliyeti hapyatiyetisini tutan hep kadınlarımızdır. Çift

süren, tarlayı eken, ormandan odunu, keresteyi getiren, mahsullâtı pazara götürerek

paraya kalbeden, aile ocaklarının dumanının tüttüren, bütün bunlarla beraber,

sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla, yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak

demeyip, cephenin mühümmatını taşıyan hep onlar, hep o ulvi, o fedakâr, o ilâhi

Anadolu kadınları olmuştur.” (Caporal, 1982:180)

Yine bir yurt gezisi sırasında daha açık ve seçik sözcüklerle Mustafa Kemal

şöyle demektedir.

“Türk kadını savaş sırasında ülkeye çok büyük yardımda bulundu; herkes

gibi o da acı çekti. Bugün o özgür olmalıdır, eğitim görmeli, okullar kurmalı, 20 Vahap SAĞ

ülkede erkeklere eşit bir konuma sahip olmalıdır. Buna hakkı vardır.”(Caporal,

1982:180)

Atatürk, Ocak 1923’te İzmir’de yaptığı bir konuşmada özellikle kadın ve

erkeğin kalkınmada birlikte yer almaları gerektiği konusundaki düşüncelerini şöyle

dile getirmektedir:

“Şuna inanmak gerekir ki, yeryüzünde herşey kadınlar tarafından

yapılmıştır. Bir toplum onu oluşturanlardan yalnız birinin ihtiyaçlarının

kazanılması ile yetinirse, o toplum yarıdan çok güçsüzlük içinde kalır... Bir millet

ilerlemek ve uygarlaşmak isterse, özellikle bu noktayı temel alarak benimsemek

zorundadır. Kadınlarımız da bilgili olacak ve erkeklerin geçtiği tüm öğretim

derecelerinden geçeceklerdir. Sonra kadınlar, toplumsal hayatta erkeklerle birlikte

yürüyerek birbirlerinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır. Memleketimizde

cahillik varsa bu yaygındır.Yalnız kadınlarımızı eğil, erkeklerimizi de

kapsamaktadır... Son olarak diyorum ki, bizi analarımızın adam etmesi gerekirdi.

Onlar edebilecekleri kadar etmişlerdir. Ancak bu günkü seviyemiz, bu günün

gerektirdiği zorunluluk ve ihtiyaçlara yeter değildir. Başka zihniyette, başka

olgunlukta adamlara ihtiyacımız var. Bunları yetiştirecek olanlarda bundan sonraki

annelerdir.”(Gül, 1998:79)

Bu konuşmalar açıkça, Atatürk’ün kadınlar yararına açtığı aktif mücadelenin

başlangıcını ifade eder. Artık kadınlar hakkında halkın kafasında bulunan olumsuz

fikirleri yok etmek için hiçbir fırsatı kaçırmadı. 1924 yılında yaptığı konuşmada

şöyle diyordu:

“Uygarlıktan söz ederken kesinlikle açıklamalıyım ki, aile hayatı gelişmenin

temeli ve güç kaynağıdır. Kusurlu bir aile yaşamı, sosyal, ekonomik ve siyasal

zayıflıklara yol açar. Aileyi oluşturan erkek ve kadın unsurların doğal haklarından

yararlanmaları ve ailede ki ödevlerini yerine getirecek şartlar içinde bulunmaları

çok gereklidir.”(Genel Kur. Baş.,1988:331)

Görüldüğü gibi Atatürk, daha Cumhuriyet edilmeden önce kadın hak ve

statülerinden her fırsatta söz etmiştir. Bu anlamda İnebolu’da yaptığı konuşmada

ciddi bir muhakemeye dayanmadan kadınlara yüklenen bütün adetleri bırakmak

gerektiğini açıkça ifade etmiştir.

Türkiye’de kadın hakları ile ilgili ciddi gelişmeler Cumhuriyet ile birlikte

başlamıştır. 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet’ in ilanı ile birlikte Türkiye yeni

devrim ve reformlara sahne olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk Türk

kadının toplumsal statüsünü değiştirmek için çok sayıda reformlara girişmiş ve

hepsinde başarılı olmuştur. Özellikle 1925- 1926 yılları kadın haklarının sık sık

konuşulduğu yıllar olmuştur. Atatürk 28 Ağustos 1925’te İnebolu konuşmasında,

giyim, şapka ve Türk kadınından söz etmiştir. Ülkenin esenliği ve çağdaşlığını

kadınların dünyaya açılmasında gördüğünü ifade etmiştir. 30 Ağustos 1925 günü

Kastamonu konuşmasında yine kadın hakları üzerinde duran Atatürk; C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 1

Doç.Dr. Feramuz AYDOĞAN’ın Anısına

21

“Bazı yerlerde görüyorum ki kadınlar, yüzünü gözünü gizliyor ve yanından

geçen erkeklere karşı ya arkasını çeviriyor veya yere oturarak kapanıyor. Bu tavrın

anlamı nedir? Efendiler medeni bir milletin anası, millet kızı bu garip şekle son

vermelidir.... Şüphe yok ki ilerleme adımları, iki cins tarafından beraber, arkadaşça

atılmak ve ilerleme yeniliklerle birlikte, merhaleler aşmak lazımdır. Böyle olursa,

inkılap başarılı olur. Herhalde daha cesur olmak lüzumu açıktır.” (Gül,1998:80)

demiştir.

Atatürk, kadın hakları konusunu, öteki gelişmelerin bir parçası olarak

görmüş, birbirinin tamamlayıcısı ve destekleyicisi yaklaşımıyla hareket etmiştir.

Genel olarak, devrimlerin başarıya ulaşabilmesi için Türk kadınının çağdaş

dünyadaki yerini almasının gerektiğini kesin ve kararlı ifadelerle vurgulamıştır.

Atatürk, kadının kıyafeti ile ilgili konuya eğilirken, kuşkusuz kadının, erkeğin

yanında toplumsal yaşantı ile bütünleşmesinin tek engelinin yalnızca kıyafet ile

ilgili olmadığını biliyordu. Bunun yanında bir çok kuralların da aynı şekilde

değiştirilmesini istemiştir.

Kadın hak ve statüleri konusunda en önemli gelişmelerden biri de 17 Şubat

1926 günü kabul edilen “Türk Medeni Kanunu” dur. Bu kanunla Türk vatandaşları

ayrım yapılmaksızın diğer uygar ülkelerin vatandaşları gibi eşit haklara

kavuşmuşlardır.

Bu yasa ile kadın, öncelikle anne ve eş olarak değerlendirilmektedir.

Atatürk’ten güç alan Türk kadını, her sahada kendini yenilemiştir... Poligami

önlenmiş, evlilikte tek eşlilik gündeme gelmiştir. Kadına kocasından ayrılma hakkı

tanınmış, tanıklıkta cinsiyet farkı ortadan kaldırılmıştır.(Gündüz, 2000:238)

Atatürk bu gelişmelerin ardından, kadınlarımızın ekonomik hayattan sonra

eğitimde ve siyaset alanında da gerekli yerini almalarının önemi üzerinde

durmuştur. Atatürk çok iyi biliyordu ki, kadının toplumda yerini alabilmesi

eğitimle mümkündür. 1924 yılında kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu

(Öğretim Birliği Yasası) ile kadın ve erkeklerin eşit öğretim imkanlarından

yararlanması sağlanmıştır.

Atatürk, hareketinin başından beri kadının eğitimine ve eşitliğine büyük

önem vermiştir. Atatürkçü eğitim sistemi, laik bir niteliğe sahip olarak gelişip

yaygınlaşırken, çağdaş uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Bu arada kadınlarımızın

eğitim, sağlık, ekonomik faaliyetler vb. de yer ve görev almaları ile ülke

kalkınmasına da katkıları artmaktadır. Ülke kalkınmasını kadın-erkek eşitliği ile

bilimsellikte gören Atatürk, gelişmelere bu anlayış ile yön vermiştir.(Gül, 1998:83)

Türk kadını çok kısa bir zaman içinde çalışma alanlarının her dalında başarı

ile görev yapabilme durumuna gelmiş ve pek çok Avrupa ülkesinde bile yasal ve

yasa dışı olarak uygulanan ücret farklılıklarından uzak olarak emeğinin karşılığını

alabilmiştir.(Doğramacı, 1989:136) 22 Vahap SAĞ

Kadının toplumsal konumunun değişmesinde en önemli haklardan biri de 3

Nisan 1930’da tanınan Belediye Meclislerine seçme ve seçilme hakkıdır.(Arat,

1986:127) Türk kadınları bu haklarını 1933’te kullandılar. 5 Aralık 1934’te de

milletvekili seçme ve seçilme hakkıyla birlikte Türk kadınlarına eşit yurttaşlık

hakları tanınmış oluyor... Atatürk bu konudaki düşüncelerini şöyle dile getiriyor:

“Bu kararla Türk kadınları siyasal ve sosyal alandı pek çok batı ülkesindeki

kadınlardan daha üstün bir durum kazanmışlardır. Bundan sonra peçe altında, kafes

altında kadın kalmayacaktır. Türk kadınları bugün en önemli haklarını

kazanmışlardır. Bundan ötürü ben bu kararı en önemli reformlarımızdan biri

sayıyorum.”(Arat, 1986:126-127)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.