Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

İslam İsyanı Bize Umut... “İsyan”, hele sınıfsal isyan, İslam ülkelerinin “tabiatında” yoktu!...


Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

onun da fikrini özgürce söyleme hakkı yokmu ? Bu hakkı bir kendinize mi tanıyorsunuz ?

Halktan kişiler ile bir sorumlu mevkide olanların sorumlulukları farklıdır. Bir imam hutbede filan partiye oy verin diyemez. Bir öğretmen sınıfta bu dediğime inanmayan kafirdir, cehennemi boylar diyemez. Bir komutan içtimada filan partiye oy vermeyeni süründürürüm diyemez. Bir siyasi lider, bir vali, bir kaymakam, bir müftü, bir asker, bir öğretmen, açık rey belirtemez. Siyasi liderse dini konularda, dini liderse siyasi konularda, kamu görevlisi ise her ikisinde de tarafsızlığını koruması gerekir.

 

Hatta sorumlu makamda olanların tuttuğu takımı bile açıklamaması iyi olur. Onlar peşlerinde bir kitle olan, o kitleleri birbirine düşürmeme gibi bir sorumlulukları olan insanlardır. Bu bakımdan halktan biri gibi davranamazlar. Ben sıradan, halktan biri kimliğimle her fikrimi söyleyebilirim. Resmi bir sıfat kazanırsam durum değişir. O zaman sorumluluklarımın bilincinde olurum.

 

Eskiden sahiden sorumlu kişiler tuttukları takımı dahi açıklamazlardı, bu ayıp sayılırdı. Şimdi sıra ona gelinceye kadar hiç bir alet edilmedik bir şey kalmadığı için, bu hassasiyetler tarihe karışalı çok oldu. Bazı yandaşlar neredeyse "bize efendimiz hazretleri kemik layık görüp atsa, onu da yalarız efendim" demedikleri kaldı bir!

Gönderi tarihi:

...

Sevsinler ‘Türkiye modelinizi...’ [¹]

Şimdilerde Türkiye’nin egemenleri, diplomalı taife ve bir kısım medya akıllısı, yeni bir misyon keşfetmiş görünüyorlar. Arap halkları için en uygun modelin Türkiye olduğunu söylüyorlar...

Cumhurbaşkanının ve başbakanın uçağından inmeyen bir ünlü gazeteci, sorunun cevabını bulmuş, diyor ki: Arap Dünyası ve Bir bütün olarak Ortadoğu’nun Müslüman halkları için en uygun model Türkiye’dir. Eğer Türkiye modelini benimsemezlerle geriye El Kaide modeli kalıyormuş...

Şu dünyanın haline bir bakın...

Ne kadar da dar bir alana sıkışmış...

Demek ki, ya Türkiye modeli ya da El Kaide...

Başka seçenek yok! Neden? Çünkü Türkiye Müslümanlıkla laikliği ‘bağdaşlaştırmayı’ başarmış ‘tek İslam ülkesiymiş de ondan...

Türkiye ‘Ilımlı İslamın’ timsâliymiş...

Her halde böyle şeyler söyleyebilmek için iktidarın sofrasından kalkmamak, ‘bağımsız’, ‘liberal gazeteci’ olmak gerekiyor, kimbilir...

Velhasıl Müslümün Araplar için Türkiye’den daha iyi bir model yok diyorlar...

Eğer siz Mısırlı, Tunuslu, Cezayirli, Libyalı, Yemenli, vb. olsaydınız Türkiye’nin yarı-otokratik komprador rejimini örnek alır mıydınız? Türkiye tipik bir faili meçhul cinayetler cumhuriyeti olduğu için mi böyle bir tercih yapardınız?

Bizim ülkenin mektepli taifesinin her duyduğuna inanmak gibi iflah olmaz bir zaafı var. Cunta anayasasının dibacesindeki ikinci madde de yazılanı ‘gerçek’ sanıyorlar ve maddenin sonu şöyle: “Türkiye Cumhuriyeti... demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir.” Cunta anayasasına cuntacı generaller böyle yazdıysa her halde bir bildikleri vardır diye düşünüyor olmalılar...

Bir de herhalde ‘demokrasiden en iyi cuntacı generaller anlar’ diye düşünüyorlardır...

kimbilir...

Türkiye Cumhuriyeti elbette bir hukuk devletidir zira her devlet hukuk devletidir ve hukuku olmayan bir devlet mümkün değildir ve olamaz...

Öyle bir hukuk devleti ki, geçerli hukuka uygun olarak binlerce insan faili meçhul denilen, hukuka ve yasalara uygun olarak gerçekleştirilen cinayetlerle ortadan kaldırıla biliyor...

Demokrasiyi seçim ve temsil oyunundan ibaret bir şey sayıyorsanınz o zaman Türkiye demokratiktir de, sosyalliğine gelince, neoliberalizmin fanatik versiyonunun uygulandığı bir ülkede ‘sosyalin’ hâlâ bir kıymet-i harbiyesi olur mu? Aslında farkında olsunlar ya da olmasınlar, bu kendini beğenmişlerin, Arap halklarına hakaret ettikleri kesin. Oysa Arapların Türkiye modeline ihtiyaçları yok ve asla olamaz ve olmamalıdır ama Türkiye’nin başka bir modele ihtiyacı olduğu kesin...

 

 

 

[¹]-Fikret Başkaya...

Gönderi tarihi:

Yılmaz kardeş, konuyu kişisel düşünmemeye çalış. Bizler sadece bu forumdaki etkileşimlerle düşünüp konuşmuyoruz. Toplum içinde yaşıyor ve etkileşiyoruz.

 

 

 

Şu forum da toplumun bir parçası, benim etkilendiğim gibi her gün bu yazıları okuyan insanlar da etkileniyor ve onlar da tepki veriyor. Biz burada bir, iki defa belki yapmamamız gereken inanç eleştirisi yapmış olabiliriz ama o kadar yani herkesin inancına saygı göstermemiz gerektiğini kabul ettik ve eleştirmiyoruz. Aynı hassasiyetin de karşı taraftan gösterilmesini bekliyoruz. Devamlı kimsenin inancına karışılmaz sözleri dolaşılıyor ama mütemadiyen eleştirmekten de geri kalınmıyor. Burada gerçekten bir samimiyet yok, aynı bu meşhur davalar gibi, orada da ' masumiyet karinesi var ama' diye devam ediyorlar.

Gönderi tarihi:

Eleştirinin saygısızlık olmadığını defalarca söyledim. Eleştiri olmadan hiç yol alınamaz. Eleştiri olmasaydı her şey aynı kalır, bir değişiklik ve ilerleme olmazdı. Her insanın farklı inançları olabileceğinin bilinmesi, inanca kalıp, standart, biçim tayin edip buna herkesin uymasının zorunlu olduğunu zannetmek diye bir şeyin olamayacağının, dinin bir gönül işi ve bireysel olduğunun anlaşılması ve kabul edilmesi kesin bir zorunluluktur.

 

Hiç bir gerekçe ile inanç özgürlüğü kısıtlanamaz, savsaklanamaz, gözardı edilemez. Aksi halde insanlık kültürü diye bir şeyden söz etmenin bir yolu olamaz, kesinlikle bir inancı serbest bırakıp bir başka inancı susturmaya kalkışamazsınız. Biter yani, insanlık biter, yok olur. Bu en temel insan hakkıdır. Aç kalmamış, açıkta kalmamışsın ama inandığını ifade edemiyorsun! Neye yarar? Ağılarda yaşayan koyunlar da aç değiller, açıkta değiller!

 

Kesinlikle ve kesinlikle inanç özgürlüğü sonuna kadar savunulacaktır. Başka yolu yoktur...

Gönderi tarihi:

Eleştirinin saygısızlık olmadığını defalarca söyledim. Eleştiri olmadan hiç yol alınamaz. Eleştiri olmasaydı her şey aynı kalır, bir değişiklik ve ilerleme olmazdı. Her insanın farklı inançları olabileceğinin bilinmesi, inanca kalıp, standart, biçim tayin edip buna herkesin uymasının zorunlu olduğunu zannetmek diye bir şeyin olamayacağının, dinin bir gönül işi ve bireysel olduğunun anlaşılması ve kabul edilmesi kesin bir zorunluluktur.

 

Hiç bir gerekçe ile inanç özgürlüğü kısıtlanamaz, savsaklanamaz, gözardı edilemez. Aksi halde insanlık kültürü diye bir şeyden söz etmenin bir yolu olamaz, kesinlikle bir inancı serbest bırakıp bir başka inancı susturmaya kalkışamazsınız. Biter yani, insanlık biter, yok olur. Bu en temel insan hakkıdır. Aç kalmamış, açıkta kalmamışsın ama inandığını ifade edemiyorsun! Neye yarar? Ağılarda yaşayan koyunlar da aç değiller, açıkta değiller!

 

Kesinlikle ve kesinlikle inanç özgürlüğü sonuna kadar savunulacaktır. Başka yolu yoktur...

 

Sayın demirefe...

İnanılmaz bir kalemin, beynin ve kalbin var...

Sizden kişilerin takıntısından öte konuların derinliğine ışık olacağına yürekten inandığım (ki eminim forumuzda sizi okuyan binlerce insan da öyle) düşüncelerinizden faydalanmak isteriz...

Üzgünüm ve belki haddime değil ama maalesef bunu belirtmek istedim...

Saygı ve sevgilerimle dostum...

Gönderi tarihi:
Bir taraf neden dinin siyasetle ilişkili olduğunu savunmaya çalışıyorlar, ben ise neden dinin siyasetle ilişkili olmadığını anlatıyorum. Aramızdaki fark bu. Diğer taraf sıklıkla dini siyasetle ilişkilendirdikçe, ben de bunun olamayacağını anlatmak zorunda kalıyorum. Din ile siyasetten aynı ileti içinde birlikte söz etmemin tek gerekçesi bu.

 

Bilindiği gibi ülkemizde laikliğin bir türlü gerçekleştirilemediği söyleniyor ve bu doğru. Amacım bunun gerçekleşmesi. Yani birileri laikliği aşındırmak, sulandırmak ve etkisizleştirmek, sonunda da ortadan kaldırmak için din ile siyaseti bir araya getiriyor, ben bir araya getirilmiş bu ikisini ayırmaya çalıştığım için ikisinden de bahsetmek zorunda kalıyorum.

 

Ha, ama diyelim ki laiklikle ilgili, dinin siyasete alet edilmesi ile ilgili hiç bir sorun kalmadı. Farzı muhal. Yani olmaz, mümkün görünmüyor ama oldu diyelim. Evet, ben bu konuda konuşmayı bırakırım. Etki olmayınca tepki de oluşmaz.

 

O zaman siyasetle bağlantı kurmadan salt olarak din üzerinde tartışma olur. Ona da pek girme gereği duymam. Bana dayatılmadıktan sonra niye değerlendirme yapayım ki üzerinde? Gerek olmaz.

 

İktidarın tutumu yüzünden dine cephe aldığım algısından rahatsız olmuyorum, böyle düşünülmesinin benim açımdan sakıncası yok. Öyle bir şey yok, ama isteniyorsa öyle algılansın. Bence hiç sakıncası yok.

 

Keşke öyle yapıyor olsanız sayın demirefe, dinin siyasetle ilişkili olduğunu savunmaya çalışanlara, keşke, yalnızca, neden dinin siyasetle ilişkili olmadığını anlatıyor olsanız.

 

Ve hani gerine gerine '' dinciler var diye, AKP var diye dini eleştirdiğiniz '' iddiasını kabul etmemiştiniz, noldu şimdi efendim, bu dalgalanma da neyin nesi ?

 

Eğer, yukarıda yeni söylediklerinizde samimi iseniz zaten aynı fikirdeyiz demektir, tartışacak bir şey de kalmaz. Çünkü, bakın daha önce ne demişim ;

 

'' Ben, mesela ılımlı İslamı savunan biri gelip, size, işte İslam ve demokrasi sentezi martavallarından söz ettiğinde, sizin çağdaş düşünceli bir insan olarak, buna'' din ile demokrasi farklı kategorilere ait kavramlardır. Onun için ne karşılaştırılabilir ne de bir sentezinden söz edilebilir '' i anlatacağınız yerde, tutup şu ayet bu ayet diye karşınızdakinin iddiasını çürütmeye çalışmanızı eleştiriyorum.

 

Ve ayrıca, bunu yaparken, emperyalistlerce üretilen '' İslam Şiddet ve Terör dinidir '' yalanını ( bana göre ) kullanıp, yine onlarca yetiştirilip ortalığa salınan ( mecazi ), yani ılımlı İslamı savunan birini ikna etmenizin mümkün olmadığını aksine kendi duruşunu sağlamlaştırmasında katkıda bulunduğunuzu söylüyorum. ''

 

 

'' Efendim, biz size, Türkiye'nin rejiminin dönüştürülmesi sırasındaki kontrol edilen iç dinamiklerle yapılan sivil darbenin meşrulaştırılma mekanizmalarını anlatmaya çalışıyoruz.

 

Daha basiti, sizi tenzih ederek söylüyorum :

 

Bölücüler var diye Ulusalcıların bazıları Türkçü söylemle ( siyasete etnik kimlik karıştırmak )savunma yapıyorlar. Buna dayanarak Ulusalcılığı Irkçı gösteren birileri Ulus bilincini aşındırıyor.

 

Dinciler var diye Laiklerin bazıları Din karşıtı söylemle ( siyasete inançsal kimlik karıştırmak )savunma yapıyorlar. Buna dayanarak Laikliği Dinsizlik/Ateistlik gösteren birileri Laiklik bilincini aşındırıyor.

 

Size gelince, zaten her konuyu dini dogmalara bağlamanız yanlış analizler sunuyor. Bu benim size yönelik kişisel eleştirim. Siyasi bir konuda '' hop hadi bakalım ayet tartışalım '' tavrı dinciler gibi. Olacak şey mi bu efendim ?

 

Çağdaş düşünceli bir insan, her olayı tek bir sebebe bağlamaz. Bağlayanlara karşı da Aydınlanma değerlerini özümsemiş biri olarak kavramlarının doğrusunu karşısındakine anlatarak olayların doğru analiz edilmesinin yolunu gösterir. ''

 

.............

 

 

Ilımlı İslam portakalsa, Ilımlı İslam siyasi projesi "vaşinkton" portakalıdır. Mandalina ile portakal bile değildir. Elma ile armut hiç değildir.

 

Anlatmak istediğim bu konuyu ısrarla anlamama çabanızdan gerçekten '' Ilımlı İslam '' rejiminin ne olduğu konusunda kafalarımızda farklı anlamalar olduğunu görüyorum. En iyisi şöyle yapalım; siz kendinize göre şu '' Ilımlı İslam '' rejiminin bir tanımını yapın, o tanıma bir bakalım, aynı kavram mı var ikimizin kafasında görelim ve mevcut tanımla bir karşılaştıralim.

 

Bu önerime itiraz edeceğinizi de sanmıyorum. Çünkü, bakın burada ne demişsiniz :

 

Kavram alışverişini önemsiyorum ve anlayabilmek, anlaşılabilmek istiyorum. Bir başkasıyla "kelebek etkisi" ni tartışmıştım. Bu örnek ise tam tersi. Benim kafamdaki kelebek etkisi ile onun kafasındaki bambaşka şeylerdi. Birbirimizi bir türlü anlayamıyorduk. Bu adla gösterilen bir filmden bahsediyordu. Ne dediğini ancak filmi izleyince anladım. Benim anladığım kelebek etkisi ile pek ilgisi yoktu, daha doğrusu temelde aynıydı ama film bunu çok fantastik bir formata sokarak işlemişti. Filmdeki gibi kelebek etkisinin zamanda mekanda yolculuk yaptıracak bir etki olduğu şeklinde acayip bir şeye inanmam düşünülemezken, böyle bir şeyi tartışmıştık ve ben bilimsel olarak öne sürdüğüm bir konunun buraya gelmesine anlam verememiş, ancak filmi izleyince anlayabilmiştim.

 

Çok uzattım galiba ama, aynı kavramları yakın biçimlerde oluşturabilmemiz ve neyi anlattığımız, neyi anladığımızdan emin olmamız gerekiyor diyorum...

...............

 

 

Benim "dogmaysa dogma, her şey kanıtlanabilir olmak zorunda değil, kanıtlanamıyor diye inanmamak zorunda da değilim" diyen dindarla hiç ama hiç sorunum olmamıştır. Benim sorunum dogmayı kanıta ihtiyaç duymadan kendiliğinden kanıtlı sayan ve inanmanın kesin bir zorunluluk olduğunu dayatanlarla...

 

Efendim, öncelikle şunu belirteyim; dogma( nas ) ile iman farklı kavramlardır. Peygamberi referans göstererek dine inanma( dogma ) farklıdır, asla kanıtlanamayacak bir şeye iman edip dini akla uygun hale getirerek Peygamberi tasdik etmek farklıdır.

 

Yani, bilimden örnek verirsek, Aristo dedi diye bilimin konusu olan bir olgu hakkındaki bir açıklamayı doğru kabul etmek ile, bu açıklamayı irdeleyip, akılla test edip doğruluğunu kabul ederek, akla dayandırarak Aristoyu tasdik etmek farklıdır.

 

Sonra elbette herkesin ne konuda olursa olsun kendi fikrini kabul ettirmeye çalışması insan doğasında olan bir şeydir. Kimse, benim fikrim kesin yanlış demez. Hayat zaten budur. İnsanlar arası ilişkilerin temelinde ikna etme çabası vardır. İnsanın kendi fikrini kabul ettiremeyince de karşı tarafa kızgınlık veya soğukluk duyması da doğaldır. Olgun bir insan bunu abartmaz mesele bu.

 

Yukarıda da dediğim gibi, sizin dini eleştiriyor olmanızda bir sorun görmüyorum. Benim sorun olarak gördüğüm mevzu siyasi konularda eleştirdiğiniz yaklaşımı gösterenlerle aynı davranışı gösteriyor olmanız.

 

 

Saygılar sunarım.

Gönderi tarihi:
Halktan kişiler ile bir sorumlu mevkide olanların sorumlulukları farklıdır. Bir imam hutbede filan partiye oy verin diyemez. Bir öğretmen sınıfta bu dediğime inanmayan kafirdir, cehennemi boylar diyemez. Bir komutan içtimada filan partiye oy vermeyeni süründürürüm diyemez. Bir siyasi lider, bir vali, bir kaymakam, bir müftü, bir asker, bir öğretmen, açık rey belirtemez. Siyasi liderse dini konularda, dini liderse siyasi konularda, kamu görevlisi ise her ikisinde de tarafsızlığını koruması gerekir.

 

Hatta sorumlu makamda olanların tuttuğu takımı bile açıklamaması iyi olur. Onlar peşlerinde bir kitle olan, o kitleleri birbirine düşürmeme gibi bir sorumlulukları olan insanlardır. Bu bakımdan halktan biri gibi davranamazlar. Ben sıradan, halktan biri kimliğimle her fikrimi söyleyebilirim. Resmi bir sıfat kazanırsam durum değişir. O zaman sorumluluklarımın bilincinde olurum.

 

Eskiden sahiden sorumlu kişiler tuttukları takımı dahi açıklamazlardı, bu ayıp sayılırdı. Şimdi sıra ona gelinceye kadar hiç bir alet edilmedik bir şey kalmadığı için, bu hassasiyetler tarihe karışalı çok oldu. Bazı yandaşlar neredeyse "bize efendimiz hazretleri kemik layık görüp atsa, onu da yalarız efendim" demedikleri kaldı bir!

 

Efendim, elbette laik bir devlette İmam, Müftü gibi kamu görevlilerinin siyasal konularda, Komutan, Öğretmen, Vali, Kaymakam gibi kamu görevlilerinin de dinsel konularda fikir beyan etmeleri laikliğe aykırıdır.

 

Fakat, siyasi liderler kamu görevlisi değildir efendim. Nereden çıktı bu ?

 

Klasik liberal demokrasi de şiddete yönelik olanlar dışında her türlü fikir savunulabilir.

 

Dolayısıyla, kendinize tanıdığınız hakkı, Osman Pamukoğlu'na tanımamanız yada sahip olduğu bu hakkı kullanmıyor oluşunu övmeniz çelişkilidir.

 

Sosyal demokraside ise siyasiler tarafından etnik ve dini kimlikler siyasi rant konusu edilemeyeceğinden ve zaten çağdaş değerlerle düşünen bir kişi, somut olgu ve olayların irdelenmesini etnik veya dini yaklaşımlarla yapamayacağından söylediğiniz şekilde davranması gerekir.

 

Aslına bakarsanız da zaten, tüm dünyada klasik liberal demokraside, ekonomik liberalizmi savunan sağ partilerin, artı değer üreten sermaye sınıfına karşı çalışan sınıfın haklarını perdeleme amacıyla kitlelerin dini ve etnik hassasiyetleri ile oynadıklarını görüyoruz.

 

Fakat, çağdaş bir insan olarak yanlış bulduğumuz bu politikaları eleştirmenin yolu, dini veya etnik hassasiyetleri olan kitlelerin bu hassasiyetleri ile ne olumlu ne olumsuz yönde oynamamak varken, olumsuz yönde oynayıp, ekonomik liberalizmi savunan sağ partilerin kurdukları bu tuzağa düşerek, onları kitlelerin gözünde haklı duruma geçirmek, böylece artı değer üreten sermaye sınıfına karşı çalışan sınıfın haklarının perdelenmesine '' kişisel takıntılarla '' katkıda bulunmak olmamalıdır.

 

 

Saygılar sunarım.

Gönderi tarihi:

Bu kadar uzun yazmaya gerek yoktu, ben hâla tavrımda en küçük dalgalanma filan göremiyorum. Ben çok gerçekçiyimdir, böyle bir şey olsa başta ben kendimi çok acımasız yargılarım. Başkasının yargılamasına gerek bile kalmaz. Ben takiye yapamam, torbada başka yüzüm ve gizli ajandam yok. Bu kadar.

 

Bir siyasi lider başbakanlığı amaçlar. Yarın başbakan olmak isteyen bir insan, kamu görevlisinden de daha dikkatli olmak zorundadır. Yarın tüm ulusun başına geçip yönetecek. Her fikirden, her inançtan her insanın başbakanı olacak. Bana kalsa tuttuğu takımı bile açıklamamalı!

 

Bırak başbakan olmasını, olamasa bile yine açıklayamaz. Etnik kökenini öne süremez, inancını öne süremez... Bunları bahis konusu bile ettirmez. Bu böyledir. Çünkü her görüşten, her inançtan üyeleri olan bir partinin lideri. Partiler kapsayıcı olmalı, her inançtan, her görüşten kişileri barındırabilmeli. Aralarına nifak girerse dağılırlar.

 

Ama ben halktan biriyim. Kimse bana bakıp "haa, bu parti deterministlerin partisi" diyemez. Osman Pamukoğlu'ya "partiniz determinist bir parti mi?" diye sorulsa herhalde gülmekten bir hal olurdu. Böyle bir şey olamaz. Parti kapsayıcı, kucaklayıcı ve bütünleştiricidir. İçinde her inançtan ve görüşten üye olması o partinin gurur kaynağıdır. Lider buna köstek nasıl koyabilir?

 

Bu ellibirinci olsun: Siyasi görüşüm inancımdan bağımsızdır!

Gönderi tarihi:

Bakın ben her inançtan, her görüşten insanla anlaşabilirim. Bana inancını görüşünü dayatmadığı sürece. Ben kimseye inancımı görüşümü dayatmıyorum. Dayatan, din fanatikleri. Yok öte dünyada yanarsın, yok oy kaybederiz, yok şu, yok bu. Dayatmanın elli türlü versiyonu. Bana dincinin feriştahı olsun, beş vakit namaza beş de kendi eklesin, en küçük rahatsızlık duyarsam ne olayım. Hiç rahatsız olmam. Ama gelip "sen de bir vakit bari kıl, yoksa cehennemde yanacaksın" dedi mi buz keserim. Dayatmaya fena halde zıt giderim. Ben ne yapıp ne yapmayacağımı dogmatiklerden öğrenecek değilim. Yok, gerek duyarsam namaz da kılarım, hiç abartmıyorum, çok samimiyim. İçimden gelir, gerek hissedersem dincinin feriştahından âla namaz kılabilirim. Ne çıkar, Japonun Şinto tapınağına da giderim. Kilise ayinine de katılırım. Benim inancımın ateist olmadığını kaç kez, sayısını benim de unuttuğum kadar tekrar ettim. Bakarsın tutar, namaz da kılarım. Hiç sürpriz olmaz. Benim anladığım teizmin ne olduğunu bir kaç kez açıklamaya çalıştım.

 

Yahu ben böyle anlıyorum, dokuz köyden de kovulsam böyle anlayacağım! Kimse hiç bir nedenle benim inancıma ambargo koyamaz! Bitti! Bu bu kadar! Kim ne hakla benim görüşüme ambargo koyuyor yahu? Bunu benim aklım, havsalam almıyor!

 

Neye yahu? Neye dayanarak? Daha önce de sordum: Fincancı katırları mı ürker, inciler mi dökülür, ne olur ben inancımı dile getirirsem yahu? Kıyamet mi kopar? Dincilere bakarsan kopar onları ayırıyorum da, sosyal demokrat filan olduğunu iddia edenlerin fincanlarından, incilerinden bahsediyorum. Kırılır mı, dökülür mü, ne olur?

 

Aydının en birinci asli görevi dogma ile savaşmaktır. Bundan kaçınan, aydın değildir, ağzıyla kuş da tutsa olamaz!

Gönderi tarihi:

Birand gibi sözüm ona yabancı dil bilen, araştırmacı, dünya liderleri ile ropörtajlar yapan, kimilerinin aydın sayabildiği bir kişi. Bence zerre kadar değeri olan bir aydın mı? Hayır değil. Çünkü İnsanlık anıtı konusunda şöyle diyor: Bu heykelin yıkılacak olması dini nedenlerle değilmiş! Başbakan yanlış anlaşılmış! Tüm dünya heykel yıkılırsa Taliban gibi algılayacakmış, bu algının başbakana maledilmesi aydın! gazeteci hazretlerini üzüyormuş!

 

Yok Kars'a gidip harakiri marakiri, yanıbaşında öte başında karıştıran klondu, kopyaydı, cindi, halisünasyondu! Bu kadar apaçık bir gerçeğin tam tersi nasıl ağza alınabilir, hiç mi utanılmaz, hiç mi sıkılınmaz, hiç mi içinden bir kıpırtı "ben alenen yalan söylüyorum" diye dürtmez yahu? Hiç mi bunu okuyan kişi "bu adam alenen yalan söylüyor" demez? Bu kadar mı dogmadan ürktük, bu kadar mı tırstık, bu kadar mı sindik yahu?

 

Bu nasıl bir dogmaya teslimiyet, bu nasıl bir inançsızlık, bu nasıl bir kişilik yitimi, ben zerre kadar anlamıyorum. Kesinlikle anlamıyor ve aydınlığın bu tür kişilerin ne yanında, ne yöresinde dolaşmasının bile söz konusu edilemeyeceğini çok iyi biliyorum...

Gönderi tarihi:

Solgun Bir Halk Ayaklanması

 

1970’lerde Enver Sedat öncülüğünde ‘infitah’ olarak bilinen ‘açılım’ politikalarıya iktisadi reforma başlayan Mısır, özellikle 1990 - 1991 döneminde IMF’yle imzalanan Yapısal Uyum Programı ile kırsal kesimdeki toplumsal ilişkileri dönüştürmeyi hedeflemiş ve 1992’de tarımsal kiraları serbest bırakmıştı.

 

Sedat AYBAR Kadir Has Üniv. Ortadoğu ve Afrika Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü

 

Arap dünyasında milyonlarca insanın baskıcı rejimler karşısında kendilerine güvenlerini nasıl kazandıklarını ve diktatörlere karşı korkularından nasıl sıyrıldıklarını televizyon ekranlarından izliyoruz. Şimdi de Libya, Yemen ve Körfez ülkelerindeki diktatörlükler halk tarafından tehdit ediliyorlar. Bunlar demokratikleşme açısından olumlu gelişmeler elbette. Fakat kendiliğinden ve toplumun en kenarından başlayan bu hareketlerin, hedeflerindeki belirsizlik, önderliklerinin dağınık ve zayıf olması yüzünden kalıcı kazanımlar elde edip edemeyecekleri müphem.

 

Mısır’daki yönetici kesim yönetim erkini kaybetmedi. Mısır devletinin kendisini yeniden üretmesinde önemli olan aktörler yerlerini koruyorlar. Bunlardan ordu, ulusal ve uluslararası düzeyde geliştirdiği iktisadi ve siyasi ilişkilerle Mısır kapitalizminin kendini yeniden üretmesinin önemli bir aktörü olmaya devam ediyor. O halde, bu ilişkiler ağı içinde ordu ne tarafsız olabilir ne de iddia edildiği gibi halkın ordusu.

 

Otuz senedir ülkeyi demir yumrukla yöneten Hüsnü Mübarek’in geri plana çekilmesi, Mısır’daki rejimin halka görünen yüzünü değiştirdi ama rejimin özü, en azından şimdilik, pek değişmedi. Ordu kontrolü ele geçirir geçirmez, grevleri ve gösterileri yasakladı. Gerçekleşen bugeçişindoğasını anlamak, anti-demokratik rejimin bir rastlantı sonucu ortaya çıkmadığını görmekten geçiyor.

 

Analitik çerçeve

Arap dünyasında olup bitenlerin anlaşılması için bize epeydirdayatılanbir analitik çerçeve var. Sokaklara dökülen halkın diktatörlerden kurtulmak istemi içinde oldukları, demokratik, özgür bir ortam beklentisiyle harekete geçtikleri söyleniyor. Mutlaka halk ayaklanmasının bu boyutları da vardır ve halk özgürlüklerin arttırılmasını beklemektedir. Ancak olup bitenin bu çerçevede değerlendirilmesinin tatmin edici ve yeterli olmadığı da açık.

 

Küresel kriz

Mısır’da olup biteni anlamlı bir şekilde değerlendirmek, bu toplumsal dönüşüme hâkim olan dinamiğe siyasi ve ekonomi alanlarının bütünlüğü perspektifinden bakmamızı gerektirmektedir. Yani, olanlar dayatıldığı gibi yalnızca siyasi değildir. Pek üzerinde durulmasa da yaşananların iktisadi boyutu da vardır. Son gösteriler, aslında Mısır’da son üç senedir küresel krizle bağlantılı olarak sürmekte olanların bir uzantısı niteliğindedir. Bu bağlamda son küresel krizin Mısır’ı nasıl etkilediğini analiz etmek önem arz ediyor.

 

Küresel kriz, Mısır’ı ve bölgeyi birkaç iktisadi kanaldan etkiledi. İhracatı ağırlıklı olarak Avrupa’ya yönelik olan Kuzey Afrika’nın, kriz nedeniyle düşen talep sonucu ihracat gelirleri azaldı.

 

Böylece kriz bölgeyi ilk olarak dış ticaret kanalı üzerinden olumsuz etkiledi. İkinci olarak, gönderilen işçi dövizlerindeki azalma, aileler için fakirliğe karşı tampon olarak kullanılan bu ek gelirin ortadan kalkması bölgede huzursuzluğun artmasına neden oldu. GSMH’sinin yüzde beşi işçi dövizlerinden oluşan Mısır’ın, Körfez bölgesinde inşaat sektöründe çalışan vatandaşlarının işten çıkarılmaları yüzünden işçi dövizi gelirleri ciddi oranda azaldı. Son olarak gıda ve enerji fiyatlarının artışı Mısır’daki geniş yığınları ve çalışanları olumsuz etkiledi, bu da huzursuzlukları tetikleyen önemli bir iktisadi boyuttu.

 

Bu kanallar üzerinden küresel krizin olumsuz etkilerinin bu kadar ciddi olmasının ardında yatan ise Mısır’da son otuz senedir uygulanmakta olan iktisadi politikaların ülkeyi krize karşı kırılgan yapmış olması. Reformlar, hızlı bir iktisadi büyümeyi sağlarken, bir yandan da gelir dağılımını bozmuş, zenginliğin küçük bir azınlığın elinde toplanmasına neden olmuştu.

 

Mısırlıların yüzde kırkının günde iki doların altında bir gelirle yaşamasına neden olan reform sonucu resmi işsizlik oranı yüzde dokuza çıkarken, çalışanların yüzde ellisinden fazlasını kayıt dışına taşıdı. Bunların istihdam durumlarıyla ilgili istatistik ise yok. Önemli olan, bu kesimlerin eğitim, sağlık ve genel toplumsal refah kriterlerine uygun olan toplumsal provizyonlara artık ulaşamıyor olmaları.

 

1970’lerde Enver Sedat öncülüğündeinfitaholarak bilinen açılımpolitikalarıya iktisadi reforma başlayan Mısır, özellikle 1990 - 1991 döneminde IMF’yle imzalanan Yapısal Uyum Programı ile kırsal kesimdeki toplumsal ilişkileri dönüştürmeyi hedeflemiş ve 1992’de tarımsal kiraları serbest bırakmıştı.

 

Yasa toprak ağalarına, kiralarını beş sene içinde ödemedikleri takdirde, toprak işgalcilerini topraklarından atma hakkı verirken, toprak kiralarını kısa sürede üç katına çıkardı.

 

Böylece Mısır’ın tarımı ihracata yönelik üretime geçti ve yüz binlerce çiftçi topraktan geçimlerini sağlayamaz hale geldiler.

 

Başta Kahire olmak üzere büyük şehirlere göç arttı ve kayıt dışı sektörlerde çalışanların sayısı patladı.

 

Düşük ve niteliksiz yatırımlar yüzünden bir türlü ücretli emekçi saflarına katılamayan bu kesim, bir yanda şehirler üzerindeki hizmet baskısını arttırırken bir yandan da huzursuzlukların kaynağı olmaya başladı. Avrupa’dan ihracata olan talebin düşmesi de tarım kesiminde çalışanları sıkıntıya soktu.

 

İşsizlik sorunu, IMF’yle yapılan antlaşmalar çerçevesindeki özelleştirme politikalarıyla daha da kötüleşti. Bu politikalar kapsamında 2005 senesi itibarıyla toplam 314 kamu kuruluşundan 209’u özelleştirildi.

 

1994 - 2001 yılları arasında bu şirketlerde çalışan işgücü yarı yarıya azalırken, özelleştirmeler Mısır’daki işgücünün durumunun daha da kötüleşmesine ve çalışan kesimlerin daha da fakirleşmesine neden oldu. Özelleştirmeler, Mısır’ın şehirlerini karakterize eden kayıt dışı sektörün büyümesine katkı yaptı.

 

Zenginliğin ufak bir elitin elinde toplanması sonucu bir grup holding; Osman, Bahgat ve Orascom Holding gibi şirketler inşaat, dış ticaret, turizm, konut ve finans sektörlerinde faaliyetlerini genişlettiler.

 

Bu holdingler baskı altında tutulan ücretlerden, ucuz işgücünden, hükümet ihalelerinden ve devletin aktarım mekanizmalarından yararlandılar. Devletle iç içe geçen bu kesimin Mısır’da olup bitenin asli nedenleri arasında oldukları yadsınamaz. Daha başka bir ifade ile Mısır’da olup bitenin arka planında Mısır devleti ile bu kesimlerin uluslararası kapitalizm bağlamında geliştirdikleri ilişkiler bulunuyor. Var olan gösteriler bu karmaşık ilişkilerin siyasi boyuttaki ifadesi.

 

Bu yüzden olup bitenleri, Mısır’a has bozuk kapitalist ilişkiler (crony capitalizm), rüşvet, iyi yönetişim eksikliği vs. bağlamında anlayıp, ne idüğü belirsiz bir demokrasi talebi çerçevesine oturtmak sürecin anlaşılmasını tamamıyla ıskalamaya neden olabilir.

 

Uygulanan bu politikalara çalışan kesimler, 2006 - 2008 arasında sendikalar öncülüğünde bir dizi grevle karşı çıktı ve 2006’da yapılan 220 greve binlerce işçi katıldı. Bu, Mısır’ın son zamanlarda gördüğü en yaygın grevdi. Bu grevler diğer köylü hareketleriyle bağlantılandı. Son zamanlarda bu ittifaka katılanlar ise şehirlerin marjininde yaşayan kayıt dışı kesim çalışanlarıydı. Belki de bu lümpen unsurun ittifaka katılması sayesinde Mısır devriminin içi boşaltılabildi, solgunlaştı.

 

Başta ordu olmak üzere yönetici sınıf, yönetemez hale gelmedi.

Gönderi tarihi:
Bu kadar uzun yazmaya gerek yoktu, ben hâla tavrımda en küçük dalgalanma filan göremiyorum. Ben çok gerçekçiyimdir, böyle bir şey olsa başta ben kendimi çok acımasız yargılarım. Başkasının yargılamasına gerek bile kalmaz..

 

Buyrun efendim kısa yazalım o zaman, dalgalanma burada, buyrun '' acımasızca '' yargılayın kendinizi :

 

İktidarın tutumu yüzünden dine cephe aldığım algısından rahatsız olmuyorum, böyle düşünülmesinin benim açımdan sakıncası yok. Öyle bir şey yok, ama isteniyorsa öyle algılansın. Bence hiç sakıncası yok.

 

Ha, ama diyelim ki laiklikle ilgili, dinin siyasete alet edilmesi ile ilgili hiç bir sorun kalmadı. Farzı muhal. Yani olmaz, mümkün görünmüyor ama oldu diyelim. Evet, ben bu konuda konuşmayı bırakırım. Etki olmayınca tepki de oluşmaz.

 

 

 

Ben takiye yapamam, torbada başka yüzüm ve gizli ajandam yok. Bu kadar.

 

Bir siyasi lider başbakanlığı amaçlar. Yarın başbakan olmak isteyen bir insan, kamu görevlisinden de daha dikkatli olmak zorundadır. Yarın tüm ulusun başına geçip yönetecek. Her fikirden, her inançtan her insanın başbakanı olacak. Bana kalsa tuttuğu takımı bile açıklamamalı!

 

Bırak başbakan olmasını, olamasa bile yine açıklayamaz. Etnik kökenini öne süremez, inancını öne süremez... Bunları bahis konusu bile ettirmez. Bu böyledir. Çünkü her görüşten, her inançtan üyeleri olan bir partinin lideri. Partiler kapsayıcı olmalı, her inançtan, her görüşten kişileri barındırabilmeli. Aralarına nifak girerse dağılırlar. .

 

İşte bir kavram karıştırması daha.

 

Madem etnik kökeni veya inancı öne sürmek, bir partinin kapsayıcı olmasına, her inançtan, her görüşten kişileri barındırmasına bir engel, bu durumda etnik kökeni, inancı ne olursa olsun Osman Pamukoğlu için de takiyye yapıyor diyemez miyiz ? Etnik kökenini öne sürerse, inancını öne sürerse belki partisi kapsayıcı olamayacak, her inançtan, her görüşten kişileri barındıramayacak.

 

İnanç konusunda nötr tavır göstermek, açıklamamak, siyasete karıştırmamak takiyye değildir. Karşı taraf sömürü için bir inancı kullanıyor diye, sizin de paylaşmasanız bile bir inancı sömürü için kullanmanız takiyyedir.

 

Fakat, sizin övdüğünüz Osman Pamukoğlu'un yaklaşımı gibi inancını açıklamamak, siyasete karıştırmamak takiyye değildir, çağdaşlıktır.

 

 

 

Ama ben halktan biriyim. Kimse bana bakıp "haa, bu parti deterministlerin partisi" diyemez. Osman Pamukoğlu'ya "partiniz determinist bir parti mi?" diye sorulsa herhalde gülmekten bir hal olurdu. Böyle bir şey olamaz. Parti kapsayıcı, kucaklayıcı ve bütünleştiricidir. İçinde her inançtan ve görüşten üye olması o partinin gurur kaynağıdır. Lider buna köstek nasıl koyabilir? .

 

Halktan biri olmanız ileride başbakan olmanıza engel değildir. Dini inançlar kişiye özeldir. Hiç kimse inancını açıklamak zorunda olmadığı için, kişinin inancını kendi isteği ile açıklaması özel dünyasının kapılarını açmakla eşdeğerdir. O nedenle insanlar genelikle yakınlaştıkları insanlarla böyle paylaşımlar yaparlar. Bu platform kamuya açık olduğu için de böyle özel bir ortam da değildir.

 

Dolayısıyla O.Pamukoğlu için takdir ettiğiniz tavrı sizin de göstermeniz tutarlılık gereğidir.

 

 

Bu ellibirinci olsun: Siyasi görüşüm inancımdan bağımsızdır! .

 

Madem siyasi görüşünüz inancınızdan bağımsız, o halde neden siyasi tartışmalara inancınızı karıştırıyorsunuz ?

 

Kimse size takiyye yapın demiyor.

 

Dini konularda din ile ilgili eleştiriler de yapabilirsiniz.

 

Size kimse ambargo koymuyor, koyamaz da, koymaya hakkı da yoktur da.

 

Fakat, siyaset konuşurken inancınızı dışarda tutarak objektif yorumlar yapmanın aydın olma gereği olduğunu, çağdaş olma gereği olduğunu da artık anlamanız gerekir.

 

Bu sadece bir eleştiridir, dikkate alınır alınmaz kişi kendi bilir.

 

Saygılar sunarım.

Gönderi tarihi:

Ben hâla tavrımda en küçük dalgalanma veya kıpırtı bile göremiyorum. Oradan nasıl böyle göründüğüne ise hayretler etmekteyim. Evet etki olmazsa tepki oluşmaz, evet isteniyorsa öyle algılansın! Bu ikisi arasında ne gibi bir çelişki var, ne anlayabildim, ne görebildim?

 

Ben başbakan olacak olsam herhalde bir partiye genel başkan olurdum. Diyelim yarın olmaya karar verdim. Ne yani, genel başkanların şeceresini çıkarıp "bakın bakın, gençliğinde şöyle inanıyormuş, böyle inanıyormuş" mu diyecekler? Neyse nedir, genel başkan olduğu andan itibaren her sözü partisini bağlar. Tekrar ediyorum: Bir partiyi parti programı bir, genel başkanın ağzından çıkan söz iki, bağlar! Aslında Kılıçdaroğlu ordu eleştirisi konusunda bu ilkeyi söylemek istedi ama tam olarak ifade edemedi veya anlaşılamadı. Böyle sözleri net ve kesin duymak için Pamukoğlu'yu dinleyeceksiniz. Onun sözleri net ve kesindir. Hiç bir kıvrılma, eğilme bükülme içermez.

 

Konu ile nedensellik bağlantısı varsa, her konuya değinilir. Ambargo konulamaz. Ben bunu ayrıntılı açıkladım. Din konusunda felsefenin bağlantısı vardır, ama dini bırakıp felsefe tartışmaya geçemeyiz dedim. Bu demek değil ki dinin felsefe ile bağlantısını hiç gündeme getirmeyeceğiz! Böyle saçmalık mı olur? Ben anlamıyorum yani, ambargo koyan yok lafı ile dini karıştırma lafı dalgalanma olmuyor, çelişki olmuyor. Nasıl olmuyor?

 

Dinin siyasetle ilişkisini kuranlar olduğu sürece ben de bu ilişkiyi eleştiririm. Benim amacım dini siyasetle ilişkilendirmek değil. O ilişkiyi kırmak. Benim amacım budur. Din siyasette kullanılırsa şöyle kötü olur, böyle kötü olur. Çünkü din şöyle dogmatiktir, böyle dogmatiktir. Anlaşıldı mı? Anlatımım bu!

 

Eleştiri tabii ki göz ve başım üstüne. Ama mantıklı, haklı bulursam. Bunu bulmadım. Bulmadığım gibi tam tersini benimsiyorum. Tam tersine dogma savaşı bir insanlık görevidir. Hiç bir mazeret ile savsaklanamaz, geçiştirilemez, gözardı edilemez. Biz dogmalar karşısında pustuğumuz, takiyye yaptığımız ve tırstığımız için bu haldeyiz.

 

İnsanlığın en büyük sorunu tırsaklık, suskunluk, durağanlıktır. En büyük düşmanı ise dogmadır. Dogma insan fikrinin, özgürlüğünün, bilimin, kültürün, ilerlemenin can düşmanıdır...

Gönderi tarihi:

Benim inancımın ateist olmadığını kaç kez, sayısını benim de unuttuğum kadar tekrar ettim.

 

Anladık canım a-teist. Sizin bizim inancımıza ambargo koymaya kalktığınız kadar, sizin inancınıza ambargo koymaya kalkan oldu mu?

Gönderi tarihi:

 

]Arap dünyasında milyonlarca insanın baskıcı rejimler karşısında kendilerine güvenlerini nasıl kazandıklarını ve diktatörlere karşı korkularından nasıl sıyrıldıklarını televizyon ekranlarından izliyoruz. Şimdi de Libya, Yemen ve Körfez ülkelerindeki diktatörlükler halk tarafından tehdit ediliyorlar. Bunlar demokratikleşme açısından olumlu gelişmeler elbette. Fakat kendiliğinden ve toplumun en kenarından başlayan bu hareketlerin

 

Hani bu olaylarda ABD parmağı vardı, görüş mü değiştirdiniz?

Gönderi tarihi:
ben derim!

:D Yani, tabii ki, elbette! Benim "diyemez" demem kastı aşan bir ifade olmuş. İsteyen tabii ki der. Ama deyin istiyorsanız, determinist olmak kötü bir şey olmak değil! :D

 

Ben denmemesi gerekir demek istedim tabii ki, yani denmesi doğru olmaz. Mesela ülkemizde Yezidiler var biliyorsunuz. Bunlar herhalde bir partiye oy veriyorlardır. Kimsenin oy verdikleri partiye "Yezidilerin partisi" diyeceğini sanmıyorum.

 

Kaldı ki düşünüyorum da anket yapsanız kendisini determinist olarak tanımlayan kaç kişi çıkar? Bir elin mi desem, iki elin mi desem parmakları kadar, hangisini tercih edeceğimde kararsızım. Ama daha fazla olmadığı kesin. Bu kadar ender bulunan bir şeyden bir partide de nümunelik bulunuversin, ne çıkar? :D

 

Determinizm öyle bir fikirdir ki, çok kişi deterministtir ama, farkında değildir. Çok reel, pratik bir şeydir. Örnek vereyim, Nasreddin Hoca mükemmel bir deterministtir. Onun kadar mükemmel bir determinist pek de bilmiyorum. Yani adam süper determinist ya! Farabi ve İbni Sina zaten determinist, ama öyle olduklarını söylememişlerdir, çünkü İslam dünyasında determinizmin adı konmamıştır.

 

Batı dünyasında da determinizmin adı her gün anılmaz. Yani bence bu kadar önemli bir şeyin her gün her yerde tekrarlanması gerekirdi. Yeterince geçmiyor! Bana öyle geliyor! Koskoca bilim determinist ilke ile çalışır. Yani determinizm bir akımmış, tartışmaya açık bir ekol, farklı, özel bir tavırmış, marjinalmiş gibi ele alınmadığından sanırım.

 

Sonuç olarak "deterministim" demek özellikle ülkemizde ender bir durum. Yani, ben de sıradan biri değilim sanırım! B) Laf aramızda bundan biraz gurur duymuyor değilim. :wub:

 

Çok görmeyin bana, deterministim işte. Bu da iyi bir şey...

Gönderi tarihi:
Ben hâla tavrımda en küçük dalgalanma veya kıpırtı bile göremiyorum. Oradan nasıl böyle göründüğüne ise hayretler etmekteyim. Evet etki olmazsa tepki oluşmaz, evet isteniyorsa öyle algılansın! Bu ikisi arasında ne gibi bir çelişki var, ne anlayabildim, ne görebildim?

 

Sayın demirefe, aslında buradan söylediklerimi anlıyor da anlamazdan geliyor gibi görünüyorsunuz.

 

Aynı zaman diliminde, önce, iktidarın tutumundan yani dini siyasete karıştırıyor olmasından dolayı dine cephe almadığınızı, dine yalnızca hobi olarak eleştirel tutum takındığınızı söylüyorsunuz, daha sonra dini siyasete karıştıranlar yüzünden din eleştirilerinizi siyasete taşıdığınızı söylüyorsunuz.

 

Olmuyor yani, tutarsız.

 

 

Ben başbakan olacak olsam herhalde bir partiye genel başkan olurdum. Diyelim yarın olmaya karar verdim. Ne yani, genel başkanların şeceresini çıkarıp "bakın bakın, gençliğinde şöyle inanıyormuş, böyle inanıyormuş" mu diyecekler? Neyse nedir, genel başkan olduğu andan itibaren her sözü partisini bağlar. Tekrar ediyorum: Bir partiyi parti programı bir, genel başkanın ağzından çıkan söz iki, bağlar! Aslında Kılıçdaroğlu ordu eleştirisi konusunda bu ilkeyi söylemek istedi ama tam olarak ifade edemedi veya anlaşılamadı. Böyle sözleri net ve kesin duymak için Pamukoğlu'yu dinleyeceksiniz. Onun sözleri net ve kesindir. Hiç bir kıvrılma, eğilme bükülme içermez.

 

Ben de onu diyorum ya efendim ne gençliği ne seceresi. Siz burada Osman Pamukoğu'nun fikirlerini savunarak ister istemez kendi kendinize bir misyon yüklemiş durumdasınız ve bize tavsiyeniz sizin için de geçerli olmalı. Ve siyaset konularında onun beğendiğiniz, çağdaş bulduğunuz ilkeleri ile de harekete etmek sorumluluğunda olmalısınız. Zira burası bir dost meclisi değil, kamuya açık bir tartışma platformu.

 

 

 

Konu ile nedensellik bağlantısı varsa, her konuya değinilir. Ambargo konulamaz. Ben bunu ayrıntılı açıkladım. Din konusunda felsefenin bağlantısı vardır, ama dini bırakıp felsefe tartışmaya geçemeyiz dedim. Bu demek değil ki dinin felsefe ile bağlantısını hiç gündeme getirmeyeceğiz! Böyle saçmalık mı olur?

 

Bakın bu cümlelerinize tamamen katılıyorum.Şimdi, aynı cümlelerinizde, Din yerine Siyaset koyup, Felsefe yerine Din koyarak tekrar okuyalım cümlelerinizi. ( yerine koyma metodu ):

 

'' Din ( Siyaset ) konusunda felsefenin ( Dinin ) bağlantısı vardır, ama dini ( Siyaseti ) bırakıp felsefe ( Din ) tartışmaya geçemeyiz dedim. Bu demek değil ki dinin ( Siyasetin ) felsefe ( Din ) ile bağlantısını hiç gündeme getirmeyeceğiz! ''

 

 

 

Ben anlamıyorum yani, ambargo koyan yok lafı ile dini karıştırma lafı dalgalanma olmuyor, çelişki olmuyor. Nasıl olmuyor?

 

Efendim, onu da tekrar anlatalım, tekrar gösterelim o zaman.

 

Ambargo koymuyoruz, '' dini karıştırma '' da demiyoruz.Yukarıdaki katıldığım cümleniz gibi ''dini ( Siyaseti ) bırakıp felsefe ( Din ) tartışmaya geçemeyiz '' diyoruz.

 

 

 

Dinin siyasetle ilişkisini kuranlar olduğu sürece ben de bu ilişkiyi eleştiririm. Benim amacım dini siyasetle ilişkilendirmek değil. O ilişkiyi kırmak. Benim amacım budur. Din siyasette kullanılırsa şöyle kötü olur, böyle kötü olur. Çünkü din şöyle dogmatiktir, böyle dogmatiktir. Anlaşıldı mı? Anlatımım bu!

 

Efendim, dogmatikse dogmatik, sonuçta adam bunu doğru bulduğu için dini kullanıyor. Din dogmatik olmasa, siyasette kullanılabilir olur diye bir kural mı var ki, dinin dogmatik olduğu anlatılarak kullanılması önlensin, aralarındaki ilişki kırılsın ?

 

Üstelik, Dogma ile İmanın farklı olduğunu size anlatmıştım. İmanlı olup dogmatik olmadan bir dinin algılanabileceğini de göstermiştim.

 

Yani, dogmatik olarak algılanmasa bile herhangi bir dinin siyasette kullanılmasının yanlış olduğu da ortada.

 

 

 

Eleştiri tabii ki göz ve başım üstüne. Ama mantıklı, haklı bulursam. Bunu bulmadım. Bulmadığım gibi tam tersini benimsiyorum. Tam tersine dogma savaşı bir insanlık görevidir. Hiç bir mazeret ile savsaklanamaz, geçiştirilemez, gözardı edilemez. Biz dogmalar karşısında pustuğumuz, takiyye yaptığımız ve tırstığımız için bu haldeyiz.

 

İnsanlığın en büyük sorunu tırsaklık, suskunluk, durağanlıktır. En büyük düşmanı ise dogmadır. Dogma insan fikrinin, özgürlüğünün, bilimin, kültürün, ilerlemenin can düşmanıdır...

 

Sayın demirefe, dogmaya karşı buyrun beraber savaşalım. Ama dogmaya karşı savaşmak demek, inanca karşı savaşmak demek değildir efendim.

 

Daha önce de yazmıştım. Siyaset yazarken, inanç eleştirisi yapmamak takiyye değildir. Takiyye, inanılmayan bir olguya çeşitli çıkarlar gereği inanırmış gibi yapmaktır.

 

İnanç konusunda nötr tavır göstermek, açıklamamak, siyasete karıştırmamak takiyye değildir. Karşı taraf sömürü için bir inancı kullanıyor diye, sizin de paylaşmasanız bile bir inancı sömürü için kullanmanız takiyyedir.

 

 

 

Saygılar sunarım.

Gönderi tarihi:

:D Yani, tabii ki, elbette! Benim "diyemez" demem kastı aşan bir ifade olmuş. İsteyen tabii ki der. Ama deyin istiyorsanız, determinist olmak kötü bir şey olmak değil! :D

.

.

.

Determinizm öyle bir fikirdir ki, çok kişi deterministtir ama, farkında değildir. Çok reel, pratik bir şeydir. Örnek vereyim, Nasreddin Hoca mükemmel bir deterministtir. Onun kadar mükemmel bir determinist pek de bilmiyorum. Yani adam süper determinist ya! Farabi ve İbni Sina zaten determinist, ama öyle olduklarını söylememişlerdir, çünkü İslam dünyasında determinizmin adı konmamıştır.

.

.

. :wub:

Çok görmeyin bana, deterministim işte. Bu da iyi bir şey...[/font]

 

:lol: Yani, sayın demirefe, ateistim demek neden bu kadar zor geliyor size, utanıyor musunuz yoksa ? Bir determinist olarak neden-sonuç ilişkilerini ortaya koyarak bi zahmet açıklayabilir misiniz bize lütfen. Teşekkkürler.

 

 

 

Saygılar sunarım.

Gönderi tarihi:

Kimsenin oy verdikleri partiye "Yezidilerin partisi" diyeceğini sanmıyorum.

 

Kaldı ki düşünüyorum da anket yapsanız kendisini determinist olarak tanımlayan kaç kişi çıkar?

 

Siz burada herhangi biri değilsiniz, bana göre HEPAR ın temsilcisisiniz, yani numunesiniz. :lol:

İnanç bağlamında değil ama konuya göre her insan deterministtir. Meydana gelen bir olayın nedenini, niçinini kim sorgulamaz ki?

Mesela ben düşünüyorum, yahu bu demirefe bizim dinimizden ne istiyor, niye bu kadar saldırgan diye? :angry:

Gönderi tarihi:

Sayın Canraşit ve Sayın yılmaz... Sizin benden ne talep ettiğinizi çok samimi söylüyorum anlamıyorum. Ne istediğinizi bilmediğim için ne yanıt vereceğimi de bilmiyorum. O yüzden bende bir değişiklik olmayacak, kusura bakmayınız...

Gönderi tarihi:

Sayın Canraşit ve Sayın yılmaz... Sizin benden ne talep ettiğinizi çok samimi söylüyorum anlamıyorum. Ne istediğinizi bilmediğim için ne yanıt vereceğimi de bilmiyorum. O yüzden bende bir değişiklik olmayacak, kusura bakmayınız...

 

Dini değil, dincileri eleştirmenizi...

Gönderi tarihi:

Dini değil, dincileri eleştirmenizi...

İşte bu bir ambargodur, bana neyi eleştirip neyi eleştirmeyeceğimi dayatamazsınız ki? Neyi doğru buluyorsam eleştirmem, neyi eğri görüyorsam eleştiririm. Eleştiriden muaflığı olan herhangi bir nesne, kavram, olgu göremiyorum ve zaten de yok...

Gönderi tarihi:

İşte bu bir ambargodur, bana neyi eleştirip neyi eleştirmeyeceğimi dayatamazsınız ki? Neyi doğru buluyorsam eleştirmem, neyi eğri görüyorsam eleştiririm. Eleştiriden muaflığıu olan herhangi bir nesne, kavram, olgu göremiyorum ve zaten de yok...

 

Ambargonun bir yaptırımı olur, maalesef bizim öyle bir şansımız yok bu nedenle de dayatma da söz konusu olamaz bu olsa olsa bir reca olur.

Gönderi tarihi:
dayatma da söz konusu olamaz

 

:D Valla öyle ısrar ettiniz ki dayatma gibi oldu! Hatta gibisi fazla, resmen bu bir dayatma. Sizden pek görmedim ama Sayın Canraşit sinir bozmaya yönelik cümleler filan sarfetti, yok işte hiç anlamayan, dürüst olmayan gibi ifadelerle polemiğe kışkırtma çabasına girdi. Yok tabii boşa uğraşıyor, benim sinirim filan bozulmaz, dolmuşa binmem de, ama bu tavırlar dayatmadır.

 

Yok ben gerçekten anlamıyorum, samimiyim benden ne isteniyor, nerde yanlışım var anlasam, mantıklı bir insanımdır, anlayışlı olduğumu rahatlıkla iddia edebilirim. Ben ne bir şeyi çarpıtıyorum, ne değiştiriyorum, ne yanlış yorumluyorum. Olan neyse onu söylüyorum. Olmayan bir şeyi söylemem.

 

Ayrıca inançlar deklereye bağlıdır. Bir insan ne olduğunu deklere ediyorsa odur. Ne olduğunu deklere etmemişse o değildir. İlla "ateist olduğunu itiraf et, hadi utanma" türü ifadeler çok çirkin ve ayıptır. İnsanlık onuruna sığmaz ve yakışmaz. Benim ateist olmadığım özellikle yapılmış bilinçli bir tercihtir. Madem açığımı aramak için eski yazılarımı araştırmış, bunu da görseymiş madem. Ben ametal diye bir şeyin olması için metal diye bir şey olması gerektiğini, bunun gibi ateizm diye bir antitezin var olabilmesi için teizmi bir tez olarak kabul etmek gerektiğini söylerim. Teizmi bir tez olarak kabul etmediğim için ateizmi de gereksiz görüyorum.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.