Φ bekir Gönderi tarihi: 9 Temmuz , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 9 Temmuz , 2009 Statüko Direniyor Ama Evet, statüko direniyor. Son siyasi olayların kısa tercümesi bu. Diyeceksiniz ki: ‘Bundan daha tabii ne olabilir? Statüko güçleri her yerde değişime karşı direnç gösterir.’ Öyle ama, sanki bunu bilmiyormuş gibi yine de şaşırıyorsak bir sebebi olmalı. Belki de Türkiye’deki durumun kendine has bazı özellikleridir bizi şaşırtan. ‘Bu kadarı da olmaz!’ dedirten... ‘Bu işte Türkiye’ye has olan nedir?’ derseniz... Meselá, şu büyük sermayenin durumuna bakın. Soyut demokrasi söylemi söz konusu olduğunda ‘mangalda kül bırakmayan’ büyük sermayenin sözcüleri iş ciddiye binince nasıl da kem küm etmeye başladılar! ‘Sivilleşme iyidir ama bunu ağır aksak yapın’ diyorlar. ‘Hukuk devleti olsun ama askerler onay vermediği sürece siviller askeri mahkemelerde yargılanmaya devam etsin. Sivilleri anayasal düzene karşı suçlardan dolayı yargılayalım ama askerleri bundan muaf tutalım, onlar bu işleri kendi aralarında halletsinler.’ Demek ki, büyük sermayenin ‘bu düzen’in devamında çıkarı var. Aksi halde böyle tutarsız ve acınası duruma düşmezlerdi. Peki ama, statükonun devamında ‘hür medya’nın ne çıkarı olabilir? Yoksa var mı?... Türkiye’nin kendine özgü gerçekleri arasında belki de en tuhaf olanı işte o ‘hür medya’nın ana akımının durumu. Bunların da herkesçe malum geçmiş sicilini bir yana bırakıp bugüne bakalım. Bu kesimin son Milli Güvenlik Kurulu toplantısı arefesinde ve esnasındaki tutumlarını hatırlayın. Kendilerini nasıl da yeni bir ‘28 Şubat’ havasına sokmuşlardı! Heyhat, o toplantıdan bekledikleri gibi bir sonucun çıkmaması onları yine de normale döndüremedi. Nitekim, hemen o gün ve ertesinde yeni bir kampanya başlattılar 26 Haziran tarihli o mütevazi sivilleşme adımını bloke etmek için. Cumhurbaşkanının malum kanunu geri göndermesini sağlamak için ne de şevkle gayret gösteriyorlar! Acele sivilleşmenin ‘zararları’na dair ne kadar da dil döküyorlar! Bu kanunun ‘sakıncaları’na bizi ikna edebilmek için ‘en sağlam’ kaynaktan delil getiriyorlar! Genelkurmay karargáhından yani. Sivil otoriteye karşı gönüllü karargáh sözcülüğü yapmak ‘özgür medya’ya ne de yakışıyor!... En acı olanı da, açıkça askeri vesayetten yana tavır aldıkları durumda bile sureti haktan görünmeleri. Malum ya, ‘uzlaşma’dan, ‘diyalog’dan bahsediyorlar. Peki kim kiminle uzlaşacak? Sivil otorite emri altındaki üniformalı memurlarla uzlaşacak! Oysa, bırakalım demokrasiyi, yürürlükteki anayasa açısından bile parlamento ve hükümet ile askeri bürokrasi arasındaki ilişki biçimini tanımlamak için uygun bir söz müdür bu?... Peki ya hangi ‘sözde’ buluşulacak dersiniz? Öyle ya, uzlaşma ‘aramızda doğru olan söze gelmek’ değil midir? Peki, Anayasasına göre ‘insan haklarına saygılı demokratik bir hukuk devleti’ olan Türkiye Cumhuriyeti için ‘doğru olan söz’ (yani, ilke) askeri vesayetin devam etmesi, askeri ayrıcalıkların sürmesi midir?... Anayasal iddiası bu olan bir rejim, hükümetin askeri iradeye boyun eğmesinde veya ‘tabii hakim’ ilkesinin reddinde mi uzlaşacaktır? Askerlerin ‘istemezük’çülüğünün parlamentonun iradesini felç etmesini kabullenmekte hangi demokrasi uzlaşabilir?... Evet, bugün statüko direniyor, yarın da direnmeye devam edecek. Bu çok normal. Mesele, demokratik siyasetin ve bütün bir toplumun buna nasıl karşılık vereceğinde. Birkaç yıl önce yine böyle bir vesileyle ‘Statükonun Direncini Kırabiliriz’ diye yazmıştım. Bugün bu bakımdan daha iyi bir noktadayız. Evet bu direnci kırabiliriz ve kırmalıyız. Aksi halde, özgürleşme ve demokratikleşme yolunda gelecekte atacağımız her yeni adımın yeni dirençlerle karşılaşması mukadder olacak. Bugün atılacak bir geri adımı bir daha teláfi etmek mümkün olmayabilir. Tecrübe bunu söylüyor. Mustafa ERDOĞAN-Star (gazete olan) Konuya birebir bir uymuyor ama idareten devam edelim... Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 9 Temmuz , 2009 Gönderi tarihi: 9 Temmuz , 2009 despot İng. Despot 1. Bir ülkeyi zora ve baskıya dayanarak yöneten kişi. 2. despot Fr. despote 3. (I) a. 1. Bir ülkeyi zora ve baskıya dayanarak yöneten kimse. 2. mec. Her istediğini ve dilediğini yaptırmak isteyen kimse, tiran. 3. sf. Zorba. Konuda bazı cümleleri hiç alakası yokmuş gibi olsa da bile isteye kullanıyorum. Bunlardan bir tanesi teferruatla biten cümleydi. Bir tanesi oligarşi ile biten cümle. Bir tanesi jakobenlikle ilgili cümleydi. Despotizm, jakobenizm, Machivelizm. Despotu yerleşik tanımının dışında biraz daha genişleterek bir tanıma tabii tuttuğum söylenebilir. Ülke menfaati, devletin geleceği gibi retorik bazda bazı kavramlar bu tanımlamamda önem arzediyor. Gerek ülke menfaati gerekse devletin geleceği gibi (kardeş katlinden de bahsedilmişti) kavramların dile pelesenk olduğu bu kavramların kökeni için her yolu mübah sayan ve caiz gördüğü bu şeyler için hareket eden gücün yapmış olduğu hukuk dışılıkları despotizm olarak gördüm. Buradaki öngörüde zor, baskı nerde denilebilir. İkinci tanımda her istediğini, dilediğini yaptıran kimse diye de bir açıklama var ama bu bahsi diğer. Baskı nerede. Konu içerisinde bir şeye daha gönderme yaptım. Açık oy gizli sayım. Ona şimdi bir şey daha ekleyelim ve DP kurulduktan kısa bir süre sonra seçim kararı alınmış olmasına rağmen bu oylamaya, bu oylama yöntemine niye gidilmiştir. Böyle bir seçim sistemini öngörecek kuvvet kimin elindedir. Milli Şef mi Milli Meclis mi…Pekiyi hemen yukardaki meseleyi söyleyip de ondan sonra da İnönü Despotizmini tek tek olaylar üzerinden tartışmak istemiyorum demek ne olaki? Kişinin zihni yapısını bir eylem ortaya koyabilir gerisi ise teferruatta boğulmak olur. Pekiyi; tartışmamızda İsmet Paşa’nın gerçekleştirmiş olduğu despot tavırların tek tek eleştirilmesi veya onlara getirilecek antitezler ile yok bunlar despotizmin örneği değildir denilmesi arasında bizim kazanacağımız ne var? Kazanacağımız pek bir şey yoksa ben acaba; İsmet Paşa’nın doğrudan (hiçbir tartışmaya girmeden) despot olarak kabul görülmesini nasıl bir saç.ma düşünceyle istiyorum. Burada da başka bir sorun ortaya çıkar ki o da; İsmet İnönü’nün bazı davranışlarının despot olduğunu bazılarının ise despotlukla alakası yok denilebileceği bir durumda hangisine itibar edilecektir. Bence; tartışmanın İsmet Paşa’nın yapıp ettiklerinin tek tek sayılıp dökülmesinden ziyade; Kemalist beyaz Türk, bürokratik oligarşi paralelinde bir tartışmaya evrilmesi (başından beridir asıl istediğim bu) daha uygun olacaktır. Bunun içerisinden de bid,on kafalı insanlara haddini bildirmekte mahir olan zevatın “zaman” ı okuyamayarak kendi camialarını güç durumda bırakıp bırakmadıkları sorunsalına değinmek istiyorum. Dostum bunu bir tavsiye olarak al naçizane. Sürekli "İsmet Paşa despotizmi" vurgusu yapıp, "İsmet Paşa despotizmi" nin ne olduğu sorusuna bu tarz cevap verirsen, "yazdıklarım neden çarpıtılıyor" sorun havada kalır. İsmet Paşa bir masal kahramanı, bir mit, ya da binlerce yıl önce yaşamış bir tarihsel aktör değildir. İsmet Paşa'da, O'nun dönemi de yakın tarihimizdir. Olan biten, yapılan edilen ortadadır. Despotizm olarak adlandığın uygulamalar, eylemler neyse bunları ortaya koymalısın. Yoksa, bizzat sen kişiler hakkında ortaya koyduğun ithamların altını doldurmazsan, başkalarının senin için ortaya attığı ithamlar için nasıl açıklama bekliyebilirsin ki ? Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 9 Temmuz , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 9 Temmuz , 2009 Dostum bunu bir tavsiye olarak al naçizane. Sürekli "İsmet Paşa despotizmi" vurgusu yapıp, "İsmet Paşa despotizmi" nin ne olduğu sorusuna bu tarz cevap verirsen, "yazdıklarım neden çarpıtılıyor" sorun havada kalır. İsmet Paşa bir masal kahramanı, bir mit, ya da binlerce yıl önce yaşamış bir tarihsel aktör değildir. İsmet Paşa'da, O'nun dönemi de yakın tarihimizdir. Olan biten, yapılan edilen ortadadır. Despotizm olarak adlandığın uygulamalar, eylemler neyse bunları ortaya koymalısın. Yoksa, bizzat sen kişiler hakkında ortaya koyduğun ithamların altını doldurmazsan, başkalarının senin için ortaya attığı ithamlar için nasıl açıklama bekliyebilirsin ki ? Naçizane tavsiyenizi aldık CYRANO... Fark ettiysen bir önceki iletimin sonunda İsmet Paşa despotizmiyle ilgili bir cümle kurduğumu ve aynı cümlenin tekrarlanarak alıntılanmak zorunda kaldığımı belirtmiştim. Hasılı İsmet Paşa despotizmi benim açımdan ve konu açısından çok ehemmiyet kesbeden bir bölüm değildi. Yani ki sürekli İsmet Paşa Despotizmi vurgusu yapmak gibi bir mesele hasıl olmadı. İsmet Paşa despotizminin ne olduğu sorusuna alternatif birçok cevap verilebilir... Deniyor ki; İsmet Paşa bir masal kahramanı değildir. Sevgili CYRANO, bu sözü söylediğimizde; ben İsmet Paşa şunu yapmış dediğimde kabul edilmesi gerekir değil mi? Yapmıştır veya yapmamıştır. Bunda bir sorun yok...Ama daha önceki mesajımda yapıp yapmadıkları meselesi değil neyin despotizm olarak kabul göreceğini belirtmiştim. Benim için despotça olan bir davranışa gerekçeler uydurulabilinir. Demokrat Partinin gazetelere uyguladığı sansür için bazıları çıkıp kışkırtmalar vardı ondan yapmışlardı diyebiliyorlar mesela... Bütün bunlara rağmen ben yine de bir örnek verdim ve gizli oy açık sayım, erken seçim dedim... Neyse sonra görüşürüz işler biraz yoğun... Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 9 Temmuz , 2009 Gönderi tarihi: 9 Temmuz , 2009 Dün kü Cem Uzan'in sözcüsü bugün Erdogan'in sözcüsü olmus ve demokrasiden bahsediyor.Yani yarisi kaybeden attan inip daha güclü olan bir ata bi nmek diye buna denir. Statüko dedigi ise,AB'nin emriyle hareket ederek,her demokratik ülkede oldugu gibi bizde de söz hakki olan askeri saf disi birakmak,askeri kislaya hapsetmek,AB'nin emirleriyle askerin agzina kilit vurup,ülkenin milli degerlerini ortadan kaldirmak,cobansiz köy bulanlar gibi dolasmak,ülkeyi pazarlamak ve bunun adina "bizi halk secti biz herseyi yapariz"sloganini ilave ederek,nasil olsa kral biziz anlayisi ile hükmedebilme imkanlarinin yaratilmasidir. Askerin görevi nedir,asker hangi durumlarda söz söyleme hakkina sahiptir.Asker ülkede olan biten her olumsuzluga ülkenin ucuruma sürüklenmesine sessiz kalmakla mi yükümlüdür.O zaman kaldiralim ordu denen kurumu,ne geregi var ki,eger ülkeye demokrasi getirecegiz diyerek ülkeyi satisa cikaranlara kimse müdahale edemiyecekse,ne geregi var öyle bir kurumun?PKK ile müzakereler baslatiliyor,Ülkede bölücüler istedikleri gibi at kosturuyor ama demokrasi geliyor diye Orduya pranga vurmak birilerini baya bir sevindiriyor. saygilarla Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 10 Temmuz , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 10 Temmuz , 2009 Dün kü Cem Uzan'in sözcüsü bugün Erdogan'in sözcüsü olmus ve demokrasiden bahsediyor.Yani yarisi kaybeden attan inip daha güclü olan bir ata bi nmek diye buna denir. Statüko dedigi ise,AB'nin emriyle hareket ederek,her demokratik ülkede oldugu gibi bizde de söz hakki olan askeri saf disi birakmak,askeri kislaya hapsetmek,AB'nin emirleriyle askerin agzina kilit vurup,ülkenin milli degerlerini ortadan kaldirmak,cobansiz köy bulanlar gibi dolasmak,ülkeyi pazarlamak ve bunun adina "bizi halk secti biz herseyi yapariz"sloganini ilave ederek,nasil olsa kral biziz anlayisi ile hükmedebilme imkanlarinin yaratilmasidir. Askerin görevi nedir,asker hangi durumlarda söz söyleme hakkina sahiptir.Asker ülkede olan biten her olumsuzluga ülkenin ucuruma sürüklenmesine sessiz kalmakla mi yükümlüdür.O zaman kaldiralim ordu denen kurumu,ne geregi var ki,eger ülkeye demokrasi getirecegiz diyerek ülkeyi satisa cikaranlara kimse müdahale edemiyecekse,ne geregi var öyle bir kurumun?PKK ile müzakereler baslatiliyor,Ülkede bölücüler istedikleri gibi at kosturuyor ama demokrasi geliyor diye Orduya pranga vurmak birilerini baya bir sevindiriyor. saygilarla Orduya pranga vurmak derken askeri kışlaya hapsetmek mi esas alınıyor acaba... Sahi size göre askerin yeri mesela Meclis olabilir mi? Ya da mesela asker bir siyasi parti kurarak seçime girse iyi olmaz mı? Bir de askerin ağzına kilit vurulması durumunda milli değerler ortadan kalkıyormuş...Bak bak bak...Ülkenin milli değerleri nedir yahu...Asker oldu milli değer... Çobansız köy de iyi olmuş... Gelelim şimdi teferruata... Bir ülkenin kendini korumasında asker olmazsa olmazdır. Hele hele bulunduğumuz coğrafyada güçlü bir askeri varlığınız bulunmazsa yutulursunuz. Asker herşeyden önce ve sadece ülkenin güvenliğinden sorumludur. Siyasi meseleleri siyasi partiler yerine getirir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt savunmasına hazırlanmasından sorumlu olan yer belli olduğu gibi Genel Kurmay Başkanının da kime karşı sorumlu olduğu bellidir. Asker söyleyeceği sözü Genel Kurmay Başkanı tarafından doğrudan Başbakana iletebilir. Daha teferruatlı tartışmaları ise bildiğiniz gibi MGK'da söyleyebilir. Konu güvenlik meselesi olduğunda konuşmaların da kapalı kapılar ardında yapılması daha uygundur. Ordunun "ülkeye demokrasi getireceğiz diyerek ülkeyi satışa çıkaranlara" müdahale edeceği yöntem nedir? Evet şimdi soruyorum bu tespiti neye göre yaptığınız değil önemli olan. Ordu ülkeyi satışa çıkaran adamlara karşı hangi önlemi almalıdır? Gelelim başka bir meseleye...Ülkeyi satışa çıkaranlara (ki böyle biri varsa) müdahaleyi halk yapar. Ondan başka müdahale edebilecek bir kuvvet yoktur. Tarihimizde darbe gerekçeleri uydurulmuş, olgunlaştırılmıştır. Herhangi bir şekilde başka çare olmadığı için ordu yönetime el koydu cümlesini meşru görürsek ordunun yönetime el koyması için bizi çaresizliğe atacak çok fazla kuvvet vardır. Belki okursunuz diye de sağcı ve solcuyu öldüren silahın aynı olduğunu bu yüzden söylemiştim... İnsanları da ordu düşmanlığı ile nitelemekten vazgeçin. Biz, Türk ordusunu sizden on kat fazla seviyor olabiliriz. Ancak, bu ordunun içerisinden çıkmış kendi görev alanını bilmeyen, şahsi ihtiraslarının kurbanı olmuş kişilerden nefret ediyoruz o kadar...Bunları birbirine karıştırmayın. Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 10 Temmuz , 2009 Gönderi tarihi: 10 Temmuz , 2009 Orduya pranga vurmak derken askeri kışlaya hapsetmek mi esas alınıyor acaba... .. . . İnsanları da ordu düşmanlığı ile nitelemekten vazgeçin. Biz, Türk ordusunu sizden on kat fazla seviyor olabiliriz. Ancak, bu ordunun içerisinden çıkmış kendi görev alanını bilmeyen, şahsi ihtiraslarının kurbanı olmuş kişilerden nefret ediyoruz o kadar...Bunları birbirine karıştırmayın. Önce,siz Türk ordusunu benden daha cok sevemezsiniz, sizin Ordu hakkinda yazdiginiz yorumlar sevginizin derecesini de ispat etmektedir. Ben mecliste henüz bir asker görmedim ama PKK'lilari görüyoruz,yoksa inkarmi edeceksiniz?Eger siz mecliste ki PKK'liya meclise henüz girmemis ve asla girme niyeti olmayan askerden daha cok deger veriyorsaniz bu da sizin ordu sevginizi göstermekte bir skaladir. Halk uyutulmustur,uyutanlar ise 85 yildir bu ülkede Atatürk ve Cumhuriyete,Laiklige karsi olan güclerin iktidarlari ve yandaslari sayesinde.Ve siz bu halkin asla müdahale etmeyecegini bile bile hala halk diyebilmektesiniz.Bence halk,Romanya halkidir,Macar halkidir,Polonya halkidir,Ukrayna halkidir,söke söke iktidari alasagi eden ülkeyi peskes cekenlere hadlerini bilidiren.Sabah aksam yarabbi sükür diyen halktan hangi müdahaleyi bekliyorsunuz?Birakin bu sakalari. saygilarla Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 13 Temmuz , 2009 Gönderi tarihi: 13 Temmuz , 2009 Bir daha okuyun. Bir yasaktan filan bahseden var mı? Var. Siz değil ama; Aşağıdaki alıntı da güzel. diyerek alıntıladığınız metinde kemalizmi tartışmanın yasaklanarak dikte edildiği şekliyle dayatıldığından yakınılıyor. Beğenerek alıntıladığınız için, üstelik beğendiğiniz kısımları aldığınızı belirttiğiniz için, bu yakınmaya katıldığınızı varsaymakta haksız olamam. Zaten de: Ama illaki eleştiri konusunda bir yasak var mı yok mu soruyorsanız? Atatürk'ün cenaze namazı kılınmamıştır deyip arkasından özür dilerim yanlış biliyormuşum Atatürk'ün cenaze namazı kılınmış diyen adamın aldığı hapse ne cevap verilir... diyerek yasak olduğunu ima ediyorsunuz. Hiç kimse "Atatürk'ün cenaze namazı kılınmadı" dediği için kovuşturmaya uğramaz. Bu olayın öncesini sonrasını araştırmak gerek. Mutlaka görülecektir ki dinsizlik vurgusu yapmış ve bu yolla hakaret etmeye çalışmış, ondan takibata uğramıştır. Din edinmek kötü falan dediğimiz de yok. Lütfen dürüst olun. "Kemalizm dindir, Atatürk tanrı, peygamber yerine konuyor" vesair dendiği zaman, "batıl din" vurgusu yapılmaya çalışılıyor. Yani bir "hak din - batıl din" ayrımı yaratmaya çalışılıyor. Bunu kabul etme dürüstlüğü ve erdemini göstermeniz gerek. Tabii ki "din kötüdür" demekle suçlamıyorum, iddiaların bu kapıya çıktığını belirterek ortaya dökülen çelişkiyi gözler önüne sermeye çalışıyorum. Bunun oyun sergilemekle ilgisi yok. Siz rahatça eleştiriyor ama eleştiriye tahammülsüzlük gösteriyorsunuz... Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 16 Temmuz , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 16 Temmuz , 2009 Var. Siz değil ama; diyerek alıntıladığınız metinde kemalizmi tartışmanın yasaklanarak dikte edildiği şekliyle dayatıldığından yakınılıyor. Beğenerek alıntıladığınız için, üstelik beğendiğiniz kısımları aldığınızı belirttiğiniz için, bu yakınmaya katıldığınızı varsaymakta haksız olamam. Zaten de: diyerek yasak olduğunu ima ediyorsunuz. Hiç kimse "Atatürk'ün cenaze namazı kılınmadı" dediği için kovuşturmaya uğramaz. Bu olayın öncesini sonrasını araştırmak gerek. Mutlaka görülecektir ki dinsizlik vurgusu yapmış ve bu yolla hakaret etmeye çalışmış, ondan takibata uğramıştır. Lütfen dürüst olun. "Kemalizm dindir, Atatürk tanrı, peygamber yerine konuyor" vesair dendiği zaman, "batıl din" vurgusu yapılmaya çalışılıyor. Yani bir "hak din - batıl din" ayrımı yaratmaya çalışılıyor. Bunu kabul etme dürüstlüğü ve erdemini göstermeniz gerek. Tabii ki "din kötüdür" demekle suçlamıyorum, iddiaların bu kapıya çıktığını belirterek ortaya dökülen çelişkiyi gözler önüne sermeye çalışıyorum. Bunun oyun sergilemekle ilgisi yok. Siz rahatça eleştiriyor ama eleştiriye tahammülsüzlük gösteriyorsunuz... Bahse konu "Kemalizm dindir" söylemini konu içerisine taşımanızın gerekçesini islama bindirme yapmaya çalıştığınız yazınızla beraber değerlendirdiğim için kabul etme dürüstlüğü veya erdem gibi kelimeleri barındıran cümlelerinizin ne kadar ehemmiyet kesbettiğine girmiyorum. Gelelim "Atatürk'ün cenaze namazı kılınmadı" söylemi ve bundan dolayı yargılamaya ve mahkümiyete mesned olan iki yazıya... Atatürk’ün cenaze namazı, gazeteciye 15 ay hapis cezasına mal oldu Sefa Kaplan Gerçek Hayat Gazetesi muhabiri Hakan Albayrak, Atatürk’ün cenaze namazının kılınıp kılınmadığı tartışması yüzünden 15 ay hapis cezasına çarptırıldı. Cezası Yargıtay 11. Dairesi tarafından onanan Albayrak, hapse girmeye hazırlanıyor. İşin ilginç yanı, Albayrak’a söz konusu ceza, ‘Atatürk’ün cenaze namazı kılınmadı’ dediği için değil, ‘Özür dilerim, meğerse kılınmış’ dediği için verildi. Albayrak’ın yazısı, 28 Haziran 2000’de Milli Gazete’de yayımlanmıştı. Gazeteci Hakan Albayrak, 20 Haziran 2000 tarihinde, o zamanlar çalıştığı Milli Gazete’de bir yazı yazmış ve Prof. Mina Urgan’ın cenaze namazından yola çıkarak, ‘Bilindiği gibi Mustafa Kemal Paşa cenaze namazı kılınmadan defnedildi’ demişti. Ancak, bu bilginin yanlış olduğunu öğrenen Albayrak, yine Milli Gazete’de ‘Faka Bastım’ başlıklı bir yazı kaleme alarak, ‘Bir meseleyi doğru dürüst araştırmadan kulaktan dolma bilgilerle yazdım. Ve faka bastım. Okurlarımı yanılttığım ve kötülerin eline koz verdiğim için özür dilerim’ dedi. Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi, ilk yazıdan değil, özür beyan eden ikinci yazıdan sonra, 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu’na muhalefetten Albayrak hakkında dava açtı. Albayrak, yargılama sonucunda, savcının beraat talebine rağmen 15 ay hapis cezasına çarptırıldı. Üç yıllık temyiz süresinden sonra ceza Yargıtay tarafından onandı. Albayrak, Necmettin Erbakan’ın hapse girmemek için gösterdiği çabaları eleştirdiği için, cezasını erteletmek için herhangi bir teşebbüse de geçmiyor. Önümüzdeki günlerde hapse girecek olan Albayrak, toplam altı ay hapis yatacak. - http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2004/04/21/446534.asp - Yukardaki hürriyetin haberi... Galiba bazen, kendimizi her şeyin yolunda gittiği konusunda biraz fazla motive ediyoruz. Ülke, demokrasi ve özgürlükler yolunda heyecan verici bir değişim eksenine girdi ve birtakım tabular yıkılıyor ama kendimizle başbaşa kaldığımızda o eski rüzgarların şiddeti hissediliyor. Böylelikle, insan rüyadan da uyanıyor! İşte o rüzgar, bugünlerde Hakan Albayrak üzerinden esiyor. Hayatta, kimsenin ne maddi ne de manevi şahsiyetine hakaret ettiğine şahit olmadığım Hakan; Atatürk`ün manevi şahsiyetine hakaret etmekten suçlandı, 15 ay ceza aldı. Yakında cezaevine girecek cezanın infazı olan 6 ayı orada geçirecek. Akıl alır bir iş değil… Dört yıl önce Milli Gazete`deki köşesinde, edebiyatçı Mina Urgan`ın cenaze namazının kılınması üzerine bazı arkadaşlarının bunu eleştirmelerini değerlendiren bir yazı yazdı. O yazının sonunda Mustafa Kemal`in cenaze namazının kılınmadığını söyleyiverdi. Yanlıştı… Atatürk`ün cenaze namazı tabii ki kılınmıştı. Bu bilgiyi edinir edinmez de hatasını, `Faka Bastım` başlıklı bir yazıyla düzeltti ve özür diledi. Kaç yazar yaptığı bir hatayı böyle içtenlikte tekzip eder, orası ayrı mesele ama Hakan`ın Atatürk`e hakaret kastı taşımadığı en azından bu davranışıyla tescillenmişti. Ama, eğer ilk yazıyla kalsa belki başına iş almayacaktı. Çünkü, bu tekzip yazısı üzerine Hakan Albayrak hakkında dava açıldı! Olayın bundan sonrasını kendi kaleminden, Gerçek Hayat`ın 9 Nisan 2004 tarihli sayısında yazdıklarından kısaltarak aktaralım: `Bu (ilk) yazıyı yazdıktan hemen sonra seçimleri izlemek için Bosna`ya gittim. Ben oradayken burada bazı gazeteler aleyhimde yayın yapmışlar… Derin devlet memuru bir yazar da konuya el atmış, beni bir güzel hedef göstermiş. Neyse. Oturdum, belgeleri inceledim ve kendi kendimi tekzip mahiyetinde bir yazı yazdım. `… mezkur yazının son bölümünde, `Bilindiği gibi Mustafa Kemal Paşa cenaze namazı kılınmadan defnedildi` demiştim... Birçok gazete ve televizyon kanalı, bu `bilgi`nin yanlış olduğunu belgelerle ortaya koydu… Bir meseleyi doğru dürüst araştırmadan kulaktan dolma bilgilerle yazdım ve faka bastım. Okurlarımı yanılttığım ve kötülerin eline koz verdiğim için özür dilerim. Hakkınızı helal edin` Benim için mesele kapanmıştı. Ne var ki, `Faka Bastım` başlıklı yazım Milli Gazete`de çıktıktan birkaç hafta sonra Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi`ne çağrıldım. Basın Savcısı, Adalet Bakanlığı`nın emriyle hakkımda soruşturma açacaklarını, `Mustafa Kemal Paşa cenaze namazı kılınmadan defnedildi` dediğim için `Atatürk`ün manevi şahsına neşren hakaret`ten yargılanabileceğimi söyledi. (Atatürk`e karşı işlenen suçlar`ı konu alan 5816 sayılı kanundan ancak Adalet Bakanlığı`nın emri veya izniyle dava açılabiliyor.) Gerçekten de dava açıldı. Hem bana, hem Milli Gazete`nin o günlerdeki Yazı İşleri Müdürü Mehmet Terzi`ye. İlk duruşmada şöyle bir konuşma yaptım: `… Bir yazımda böyle bir ifade yer almışsa da, o ifadeyi, hakkımda hiçbir soruşturma açılmadan, ikinci bir yazıyla düzelttim. Buna rağmen hakkımda dava açıldı. Aslında, cenaze namazı kılınmadığı iddiasında ısrar etseydim bile dava açılmamalıydı. Laik devlet, `Cenaze namazının kılınması esastır. Kılınmaması yanlıştır, kötüdür, ayıptır` diyemez; ama diyor işte…` Yanlış hatırlamıyorsam üç duruşma yapıldı. Üçüncü duruşmada savcı, suç unsurunun oluşmadığını belirtti ve beraatimizi istedi. Hakimin cevabı: 15 ay hapis! Yaklaşık üç yıldır temyizde olan dava bir-iki ay önce sonuçlandı; Yargıtay 11. Ceza Dairesi, Mehmet Terzi`ye verilen hapis cezasının para cezasına çevrilmesini isterken, bana verilen hapis cezasını onadı. Önümüzdeki günlerde (veya haftalarda) `içeri` girmem gerekiyor.` Hakan bu yazısının sonuna da tam kendisinden beklenen ve onu Hakan Albayrak yapan yüksek karaktere mütenasip bir not düşmüş: `15 ay hapis cezasının infazı 6 aymış, Bir şey değil yani. Cenab-ı Allah, siyasi kimliklerinden ötürü 10 yıl, 20 yıl `ceza` alan dostlara ve onların ailelerine sabır ihsan etsin.` Söylenecek çok şey var ama, önce bu işe el atmak zorunda olanları bekleyelim… Yine de şu kadar ipucu verelim.. Bu dava en az ucu AB`ye dokunan dosyalar kadar önemli bir hak ve özgürlük meselesine tekabül etmektedir. Mustafa Karaalioğlu Hakan Albayrak'ın iki yazısını da bulamadım açıkçası şu an. Yazıların ikisini de okumuştum daha önce. Burada dikkat edilmesi gereken 2. ci yazısından dolayı mahkumiyet kararı verildiği yönündeki hürriyet gazetesi haberinin eksik olduğudur. ikinci yazı dolayımında konudan haberdar olanlar dava açılması yolunda izin vererek mahkumiyetle sonuçlandırmışlardır meseleyi... Neyse bunun da konumuzla o kadar alakası yok...Söylediğiniz için özel olarak açıklama gereği hissettim... Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 16 Temmuz , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 16 Temmuz , 2009 Önce,siz Türk ordusunu benden daha cok sevemezsiniz, sizin Ordu hakkinda yazdiginiz yorumlar sevginizin derecesini de ispat etmektedir. Ben mecliste henüz bir asker görmedim ama PKK'lilari görüyoruz,yoksa inkarmi edeceksiniz?Eger siz mecliste ki PKK'liya meclise henüz girmemis ve asla girme niyeti olmayan askerden daha cok deger veriyorsaniz bu da sizin ordu sevginizi göstermekte bir skaladir. Halk uyutulmustur,uyutanlar ise 85 yildir bu ülkede Atatürk ve Cumhuriyete,Laiklige karsi olan güclerin iktidarlari ve yandaslari sayesinde.Ve siz bu halkin asla müdahale etmeyecegini bile bile hala halk diyebilmektesiniz.Bence halk,Romanya halkidir,Macar halkidir,Polonya halkidir,Ukrayna halkidir,söke söke iktidari alasagi eden ülkeyi peskes cekenlere hadlerini bilidiren.Sabah aksam yarabbi sükür diyen halktan hangi müdahaleyi bekliyorsunuz?Birakin bu sakalari. saygilarla Konunun PKK'lılarla alakası yoktur. Ben meclisteki PKK'lıya da Meclise girme hevesindeki postallıya da itibar etmem. Böyle saçma sapan bir akıl yürütmeyi de yapmanızı anlıyorum. Beni önce PKK'lılara sempati duyan biri gibi gösterip ardısıra askere laf söylemeye hakkın yok konumuna sürüklemeye çalışıyorsunuz. Konuyla hiç alakası yok ama PKK'dan nefretimi daha önce izhar ettim ben. Benim açımdan böyle bir örgüt ve o örgütün mensubunun katli vaciptir. Hukuk nazarından bunu konuşmuyoruz bin insan, bir vatansever olarak konuşuyoruz bunu. Biz mecliste çok asker gördük. Meclisi kapatan askerler de gördük. Benim ordu hakkında yazdığım olumsuz bir metin yoktur. Ben, bazı işgüzar generaller hakkında yazı yazabilirim. Türk ordusu generallerden ibaret değildir. Türk ordusu benim kardeşlerimden güc alan bir ordudur. Ordunun ne olduğu Kurtuluş Savaşında, Çanakkale'de görülmüştür. Sevgimin derecesini ordu hakkındaki sözlerim ispat ediyormuş. Siz ordu derken generalleri ve bunun içinden darbecileri anlıyor ve bunları bizler eleştirirken de böyle karşı çıkıyorsanız ne yapalım... Ordu sizin bildiğiniz şey değildir. Ordu o dağlarda canını veren gençlerdir. Bayraktepe'de, Aktütün'de canını veren çocuklardır ordu. Hergün duyduğumuz şehitlerdir ordu. Haaa, ordunun içerisinde rütbeliler olmazsa olmaz değil mi? Olmaz olmaz da rütbeli de askerleri için canını vermeyi göze almışsa adamdır bizim için. Oynadığı golfü dahi bırakmayan adamlar ordudan sayılmazlar bizim için... Türk ordusunu sizden on kat fazla seviyorum durun 100 kat fazla seviyorum. Bunu nasıl ispatlayacaksınız. Ben, cümleyi yazarken İnsanları da ordu düşmanlığı ile nitelemekten vazgeçin. Biz, Türk ordusunu sizden on kat fazla seviyor olabiliriz. Ancak, bu ordunun içerisinden çıkmış kendi görev alanını bilmeyen, şahsi ihtiraslarının kurbanı olmuş kişilerden nefret ediyoruz o kadar...Bunları birbirine karıştırmayın demişim. O zaman -ebilmek gibi bir fiil kullanmıştım. Şimdi kaldırıyorum. Sizden bin kat fazla seviyorum Mehmetçiği. Size de hayırlı postallar diliyorum... Halk uyutulmuştur diyenler de konuya cuk oturuyor hatırlatılır... Madem halk ayaklanmıyor onun adına ben birşeyler yapayım diyenlere de selam olsun...Bu arada Cumhuriyet Mitinglerine katılan halk bu uyuyanların uyanıkları mıydı acaba...Neyse; ilkokul seviyesinde tartışmaya döndü iş yine... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 16 Temmuz , 2009 Gönderi tarihi: 16 Temmuz , 2009 Sayın bekir, ilginç bir olaymış... Albayrak'ın bu makalelerinin tamamını bir elde etmeye çalışayım bakayım işin aslı nasılmış. Mutlaka Atatürk'ün dinsiz olduğu yönünde konu işlemiş ve dolayısıyla dini ayrımcılık yapmıştır. Bu tür ayrımcılıklar çok tehlikelidir, üzerinde durulması ve cezalandırılması gerekir. Kimse dinli dinsiz diye sınıflandırılamaz ve birbirine düşman edilemez... Alıntı
Φ godzilla Gönderi tarihi: 16 Temmuz , 2009 Gönderi tarihi: 16 Temmuz , 2009 micheal jackson un saçlarının yandığı anın videosu çıktı meydana bugün...Hürriyet te bu yanık olayından dolayı yapılan ameliyatlardan sonra vücudunun renginin bile değiştiği söyleniyo Bu yanık sonrasında Jackson'ın hayatı değişmeye başlıyor. Bitmek tükenmek bilmeyen ameliyatlar başlıyor. Sonraları Michael Jackson vücut rengini bile değiştiriyor. şimdi bizim beyaz türkler de mi böyle oldu acep... ben yanmazsam sen yanmazsan nasıll olcekkk ? "beyaz" yakıştırması bizi bozar abii ... 1 Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 17 Temmuz , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 17 Temmuz , 2009 Sayın bekir, ilginç bir olaymış... Albayrak'ın bu makalelerinin tamamını bir elde etmeye çalışayım bakayım işin aslı nasılmış. Mutlaka Atatürk'ün dinsiz olduğu yönünde konu işlemiş ve dolayısıyla dini ayrımcılık yapmıştır. Bu tür ayrımcılıklar çok tehlikelidir, üzerinde durulması ve cezalandırılması gerekir. Kimse dinli dinsiz diye sınıflandırılamaz ve birbirine düşman edilemez... İllaki olayı dinli dinsiz olarak okuma taraftarısınız. Yok böyle birşey. Ayrımcılık filan da yok. Kemalizm Terakkiye Manidir'de olması gerekiyor bahse konu yazılar. Birkaç gün içerisinde ben hallederim merak etmeyin...Atatürk'ün dinsiz olduğu yönünde konu işleseydi emin olun halkı kin ve düşmanlığa sevk etmekle de yargılanırdı başka şeylerle de...Ve en az 10 yıl yerdi... Pekiyi bizim meselemiz Atatürk'e hakaret ettiği varsayılıp da yargılananlar mı? Nasıl bir dogma saplantınız var anlamadım. Biri, Atatürk'ü koruma kanunu dolayısıyla hapis cezasına çarptırıldıysa mutlaka böyle birşey yapmıştır değil mi? Pekiyi Savcı dahi beraat isterken mahkeme hapis kararı veriyorsa ne olur? Neyse saçma bir soruydu... Araştırmayın ben hallederim...Merak etmeyin...2000'li yıllarda yazılmış iki yazı Milli Gazete'nin internet sayfasından ulaşılmıyor bahse konu kitap da şu an elimde yok. Elinde yoksa niye bu kitapdan sürekli bahsediyorsun diyenler olabilir...Ben, kitabı daha önce okudum ve süper bir kitap. Herkese de okumayı tavsiye ederim...Ufuk açıcı bir kitap. Haaa, hala bulamazsam büyük ihtimal Hakan Ağabeyle iletişime geçip yazıların birer nüshasını talep ederim. O da olmadı milli gazeteden isterim. O da olmadı, bu kadar aksilik varsa "Hayır sandığınız şeyde şer, şer sandığınız şeyde hayır olabilir, Siz bilmezsiniz Allah bilir" der geçerim... Godzilla'ya teşekkürü borç bilir; kendini olmadığı birşeye dönüştürmeye çalışanların hakkından "Hakk" gelir derim. Daha kötüsü olmadığı birşeye dönüşmek isteyenin kendisini bir de o sanmasına buruk tebessümler taltif ederim. Ha bir de; "Beyaz" yakıştırması derken sahi bunlara niye beyaz deniyor ki, tenlerinin rengi hakikaten beyaz mı diyenler olabilir. Bunlar öyle pek tarlada güneş altında kavrulmazlar, kapalı kapılar ardında güneşten uzakta planlar yaparlar ya...Bu yüzden beyazdırlar. Yok daha neler...Vallahi 19 yaşına gelene kadar adım "karabekir" di. Günlük güneşin altında 5 saaate yakın basketbol, bahçe tarla, balık-yüzme derken beyaz ten diye birşey kalmıyordu. 9-10 yıllık memuriyet hayatı dolayımında farkedildi ki; ben "karabekir" değilim. Yani ki asıl rengim kara değil. Yani ki zenci değilim. Zenci değilim de yine de arada sırada bahçe işleri, balık işleri dolayısıyla rengimde kahverenginin tonlarının ağır bastığı dönemler oluyor. Buna renkten renge girme diyenler olabilir. Kimisi çıkıp bukalemun yeşile dönüşse de asla bitki olamaz deyip bana zenci veya beyaz olmamın mümkün olmayacağını söyleyebilir. Çok renklilik iyidir gibi bir safsatayı mı kafaya doladım şimdi acep... Doğuştan beyazlar, sonradan beyazlar; doğuştan zenciler, sonradan esmerler... Bu ikisi arasındaki bariz fark fiziki bir renk farklılığını mı ihtiva eder yoksa annemi babamı bidon kafalı olarak görenler sonradan mı beyazlaşırlar...Ya da beyaz oldukları için mi bu tarz görme ayrıcalığına sahip olurlar... Kafanız karışmasın. Godzilla'nın kafasının karışmayacağına eminim... Espriler için teşekkürler... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 17 Temmuz , 2009 Gönderi tarihi: 17 Temmuz , 2009 İllaki olayı dinli dinsiz olarak okuma taraftarısınız. Ben okumuyorum, konu bu. Adam resmen Atatürk dinsizdir demeye çalışmış, hakkı olan cezayı da almış. Her önüne gelen her önüne geleni dinsizlik, imansızlık, münafıklık, zındıklıkla suçlamaya kalkışırsa işin sonu nereye varır? Bir insanın hırsız olduğunu iddia eder, ya kanıtlar, ya kanıtlayamazsınız. Bir insanın dinli dinsiz, imanlı imansız olduğunun ne kanıtı vardır, ne bir şey. Ama bilhassa dogmatik toplumlarda bu suçlama hırsızlıktan bin beter bir suçlamadır. Mürtedin katline fetva veren bir kültürden bahsediyorsak, ötesin ne sen sor ne ben söyleyeyim. Tüm argümanı dogmalarla mücadele olan bana, çevirip bu yaftayı yapıştıramazsın. O yaftayı ters yüz eder, geri çeviririm... Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 17 Temmuz , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 17 Temmuz , 2009 Ben okumuyorum, konu bu. Adam resmen Atatürk dinsizdir demeye çalışmış, hakkı olan cezayı da almış. Her önüne gelen her önüne geleni dinsizlik, imansızlık, münafıklık, zındıklıkla suçlamaya kalkışırsa işin sonu nereye varır? Bir insanın hırsız olduğunu iddia eder, ya kanıtlar, ya kanıtlayamazsınız. Bir insanın dinli dinsiz, imanlı imansız olduğunun ne kanıtı vardır, ne bir şey. Ama bilhassa dogmatik toplumlarda bu suçlama hırsızlıktan bin beter bir suçlamadır. Mürtedin katline fetva veren bir kültürden bahsediyorsak, ötesin ne sen sor ne ben söyleyeyim. Tüm argümanı dogmalarla mücadele olan bana, çevirip bu yaftayı yapıştıramazsın. O yaftayı ters yüz eder, geri çeviririm... Kimseye yafta yapıştırdığımız yok elhamdülillah..Mürtedin katlinden de bahsetmiyoruz kimseyi dinsiz olarak suçlamaklatan da...Adam, bahse konu iki yazısının neresinde Atatürk dinsizdi demeye çalışmış. Hem nedir yahu bu saçmalık demeye çalışmak gibi...Ya dersin ya demezsin...Demeye çalıştığın için al sana hapis...Haaa; bu arada yeni bir şey daha öğrenmiş olduk...Birinin dinsiz olması hakaretten sayılıyor. Neymiş; Türkiye gibi bir ülkede (buna dogmatik toplum denilmiş) AHA BU ATEİST'TİR DEDİĞİNİZDE ONA HAKARET ETMİŞ OLUYORSUNUZ VE HAKİM DE CEZAYI BASIYOR HA... Gözünü sevdiğimin hakimleri Atatürk'e dinsiz diyenleri idam ederler saçmalamayalım... Argüman kelimesi de dogmalarla mücadele kısmına tam uymamış diyelim...Yaftalamak kimlerin harcı biliniyor çok şükür... Konu tekrarla dinli dins.iz meselesi değil. Kemalistler beyazlar arasında dindar yok mu...Elhak vardır. Karşı cenah diyebileceğimiz eğitimsiz kitle/kütle/kalabalık arasında dins.iz olan yok mudur? Olmaz mı... Kitap Adana yok, sipariş verdim 5-6 gün sürecek gelmesi. Yazıları kaç defa aradıysam internette bir türlü bulamadım...Emin olun bulduğumda tamamını hiç kırpmadan yayınlayacağım... Vesselam... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 17 Temmuz , 2009 Gönderi tarihi: 17 Temmuz , 2009 Bekir kardeş sen herhalde anlamak istemiyorsun. Sen şimdi bana elli kere dinsiz de, ateist de. Ne kızarım, ne mahkemeye filan veririm. Ama basın yayın yoluyla bu ülkenin kurucusunu dinsizlikle itham ettiğin zaman toplumu kamplaştırmış, kin ve düşmanlığa tahrik etmiş olursun. Aynı şeyi bir parti propagandasında bir partili karşı partililer için söylerse o da aynı suçu işlemiş olur. Toplumun bir kesimine birilerini dinsiz ateist diye hedef gösterir, kin ve düşmanlığa tahrik edersen de aynı suçu işlemiş olursun. Burada mesele bir kişiye dinsiz minsiz demek değil. Bunu kullanarak hedef göstermek, toplumu kamplaştırmak! Lafı kuyruğundan anlayana laf anlatmaya uğraşmam ben. Sana mürtedin katli vacip dedin diyen var mı? Bu kültürde bu var dedik. Bunu aşamayan bir kültürde bu tür kamplaştırıcı suçlamaların tehlikesinden bahsettik. İstemez makaleyi filan istemiyorum. O gazeteyi ve yazarlarını yeniden mi öğreneceğiz. Ne yaptıklarını, ne yapmaya çalıştıklarını adımızdan daha iyi biliyoruz. Biz şurada okumadığımız bir makale hakkında nezaketli konuşalım dedik yoksa! Gazete dedikleri kağıt parçası da kalsın, yazarlarının topu da, kara kara karaladıkları tüm makaleleri de... Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 20 Temmuz , 2009 Gönderi tarihi: 20 Temmuz , 2009 1. si araştırmayı işime gelip gelmeyen şeylere göre yapmam. Birşey araştırmaya değiyorsa yaparım. ATSIZ'ın düşüncelerini araştırmamda araştırmaya değecek bir yan yoktu... '' Sizin hepinizden daha fazla Türk'üm, dolayısıyla Türk'e düşman olamam '' diyen birinin aynı şeyleri söyleyenlerin ne olarak adlandırıldığını araştırmaya değer bulmaması ne ile izah edilir, diyelim geçelim. wikipedia'dan konuya ulaşılabileceğini de gösterdikten sonra; resim niye yapıştırılmış, ayrıca altı okla ilgili bilgi niye verilmiş, kemalizmin tarihi dökümüne niye gidilmiş merak uyandır"mı"yor... '' Kemalizm İsmet İnönünün icadıdır '' mealinde bir şeyler iddia eden birisi nedeniyle olabilir mi ? Kapitalizm, komünizm, sorosçuluk giydirmeleriyle işim yok. Giydirme demeyelim de tespit diyelim, kişisel fikrim diyelim daha doğru olur. Yine alakasız konu. Ufak tefek bilgi sahibi olunulan bir konuyu hemen bakın ben bunu biliyorum diyerek öne serme. Abdülhamit meselesi. Konuyla alakası yok. Kişi karşısındakinin birikimini neden küçümseme yoluna gider acaba ? Abdülhamit alakasızmış. O zaman onu deviren İttihatçıların komitacılığı da alakasız. Sanki Abdülhamit döneminde demokrasi varmış da, İttihatçılar darbeciymiş, demokrasiyi ortadan kaldırmışlar gibi bir alaka kurmak kolay olmuştu değil mi? ABD köleliğine filan da girmenin bir manası yok. Laikliği kaldırmanın da. Fransa gibi yorumlayalım yeter. Sahi Fransız laikliği bize uyar mı? Yok canım nev'i şahsına münhasır bir ülkede yaşıyorsak nev'i şahsına münhasır bir anlayışa sahip olmaklığımız gerektir. İş bu böyle biline...Şimdi de hemen denecek ki; aha başından beridir laikliği tartışmak istiyordun sonunda konuya geldin. Heeeççç alakası yok. Başından beridir bürokratik oligarşiyi tartışmak istiyordum. Ama konu bir türlü oraya giremedi/gelemedi... Fransanın laikliği mi ? Uyar, uyar...Yorumlamaya Fransa'daki türban yasağından başlasak mesela arkasından Sarkozy'nin resmi ziyarette bulunan Papa ile yakınlaşmasının iç siyasette kınanmasından devam ederiz, ne dersin ? Ha, yok Sarkozy'nin anlayışının Fransa anayasasında yazılı olduğu iddia ediliyorsa başka tabii... Bürokratik oligarşiye gelince, bunu tartışmayalım diyen yok ki. Konuya gelemememiz, tamamen ''Kemalist Beyaz Türkler = Bürokratik Oligarşi '' eşitliğinin kurulmak istenmesinden kaynaklandı. Bu yargıyı kabul etmemiz mi gerekiyor yani konuya gelmek için ? O zaman hiç tartışmayalım. Kendin çal, kendin söyle. Gelelim Politika'ya. Kardeşim, forumda 6 cümleyle aynı minvalde yazılmış bin tane yazı yazmışsın. Şaka. Tam sayıyı bilmiyorum. 3-4-5-6-7 olabilir. Aynı minvalde belki binden de fazladır. Yeter...Ne zaman slogan gibi yazı yazmayı bırakıp da; kişilerin serdettiği görüşlerin yanlışlığını ispatlamak için tek tek cümlelere, paragraflara cevap vereceksin. Biri bir tez ortaya attığında bu tezin yanlışlığı antitezle ortaya konulur. Başından; bu yanlıştır doğru değildir deyip kestirip atmakla değil. Yanlışının yanlışlığının sebepleri ortaya konulur... Sahi artık yetmez mi? Vallahi bıktırıcılıktan başka bir anlamı yok yazdıklarının. Bunun bir manasının olmadığı sarahate kavuştuğuna göre tamam cevap vereceksen de en azından antitez şeklinde olsun. Senin yüzünden nerdeyse forumda yazı yazmayı bıracağım ya hu... Selamlar... Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 20 Temmuz , 2009 Gönderi tarihi: 20 Temmuz , 2009 ben İsmet Paşa şunu yapmış dediğimde kabul edilmesi gerekir değil mi? Yapmıştır veya yapmamıştır. Bunda bir sorun yok...Ama daha önceki mesajımda yapıp yapmadıkları meselesi değil neyin despotizm olarak kabul göreceğini belirtmiştim. Benim için despotça olan bir davranışa gerekçeler uydurulabilinir. Sn.Bekir, sigara yasağı yasası hakkında ne düşünüyorsunuz, öğrenebilir miyim ? Hani, '' halka rağmen, halk adına düşünme '' yi çağrıştırmıyor mu biraz ? Recep Akdağ '' bu, halkın desteği ile başarılı olabilecek, toplumsal mutabakat ile sürdürülebilecek bir uygulama '' nevinden bir şeyler söylüyor. Acaba, Atatürk devrimleri de bu paralelde ele alınamaz mı ? Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 20 Temmuz , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 20 Temmuz , 2009 Bekir kardeş sen herhalde anlamak istemiyorsun. Sen şimdi bana elli kere dinsiz de, ateist de. Ne kızarım, ne mahkemeye filan veririm. Ama basın yayın yoluyla bu ülkenin kurucusunu dinsizlikle itham ettiğin zaman toplumu kamplaştırmış, kin ve düşmanlığa tahrik etmiş olursun. Aynı şeyi bir parti propagandasında bir partili karşı partililer için söylerse o da aynı suçu işlemiş olur. Toplumun bir kesimine birilerini dinsiz ateist diye hedef gösterir, kin ve düşmanlığa tahrik edersen de aynı suçu işlemiş olursun. Burada mesele bir kişiye dinsiz minsiz demek değil. Bunu kullanarak hedef göstermek, toplumu kamplaştırmak! Lafı kuyruğundan anlayana laf anlatmaya uğraşmam ben. Sana mürtedin katli vacip dedin diyen var mı? Bu kültürde bu var dedik. Bunu aşamayan bir kültürde bu tür kamplaştırıcı suçlamaların tehlikesinden bahsettik. İstemez makaleyi filan istemiyorum. O gazeteyi ve yazarlarını yeniden mi öğreneceğiz. Ne yaptıklarını, ne yapmaya çalıştıklarını adımızdan daha iyi biliyoruz. Biz şurada okumadığımız bir makale hakkında nezaketli konuşalım dedik yoksa! Gazete dedikleri kağıt parçası da kalsın, yazarlarının topu da, kara kara karaladıkları tüm makaleleri de... Aramızdaki fark da bu işte. Ben hiç anlamayana dahi anlatmaya çaba sarf ediyorum. Hatta bu o kadar bağnaz bir tutuma sahip biri ki; hiç okumadığı bir makale hakkında yaptığı yorumda ; Makalenin yazarının kesin Atatürk'ü dinsizlikle itham ettiğini söyleyebiliyor. Bu kendinden olmayana bakış açısını da büyük bir açıklıkla ortaya koyan cümlelerdir. Birinin Milli Gazete, Yenişafak, Star, Akit gibi bir gazetede yazıyor olması suçlu olmasına yeter. Hakan Albayrak hakkında sanırım pek bir fikriniz de yok ama ne yapalım...Aramızdaki farklardan biri de budur. Biz, bir gazetenin tüm yazarlarını mimlemediğimiz gibi yazıları okuruz sanırım sizin oralarda işiniz yok. Ben size başka ne dedim biliyor musunuz; Eğer bu adam bunu yapmış olsaydı Atatürk'e hakaret değil sadece yukarda saydığınız suçlardan dahi yargılanırdı demiştim...Okumazsanız/okuyup anlamazsanız/bunda ısrar ederseniz böyle oluyor... İnşallah o iki yazıyı bulurum da şu rezillik biter...Kendi adıma diyorum...Çok saçma bir yerlere gitmeye başladı işin ucu... Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 20 Temmuz , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 20 Temmuz , 2009 Sn.Bekir, sigara yasağı yasası hakkında ne düşünüyorsunuz, öğrenebilir miyim ? Hani, '' halka rağmen, halk adına düşünme '' yi çağrıştırmıyor mu biraz ? Recep Akdağ '' bu, halkın desteği ile başarılı olabilecek, toplumsal mutabakat ile sürdürülebilecek bir uygulama '' nevinden bir şeyler söylüyor. Acaba, Atatürk devrimleri de bu paralelde ele alınamaz mı ? Hiçbirşey düşünmüyorum desem olur mu? Her konuda bir görüşüm olmak zorunda değil değil mi? Hele de sigara yasağı ve halka rağmen halk için düşünme paralelinde bir düşünceyi komplike olarak değerlendirmek biraz zor olsa gerek... Bunun dışında; sigaranın kokusundan dahi iğrenen bir adam sigara yasağı hakkında ne düşünür. Evvela bazı şeyleri ayırt edelim. Halkın önemli bir kısmı zaten sigaranın ortak kullanım alanlarında içilmesinden rahatsızdı ve bunu birçok platformda gündeme getiriyorlardı. Dolayısıyla iktidar bu durumu resen dikkate alarak böyle bir düzenleme yoluna gitmiş değil. İktidardan çeşitli defalar bu istenildi. Birçok iktidardan da istenilmiştir. Yani bu halkın yerine düşünülerek halk için yapılmış bir şey değil. Adam Smith'in sistem analizinde hani vardı ya; girdilere iktidarın verdiği/eksik verdiği cevaptır bu yasa. EEE, bakın ben de Adam Smith'ten birşeyler biliyormuşum... Gelelim halkın desteği/toplumsal mutabakat sözlerine. Bu da önemli bir farktır jakoben düşüncenin dışında da Atatürk devrimleri de bu paralelde ele alınamaz mı derken beni sanki farklı bir tartışma ortamına çekme niyetindesiniz gibi anlaşılıyor...Atatürk devrimleriyle ilgili konuşmuyoruz ya neyse... Tekrar geri dönüp halkın desteği/toplumsal mutabakat bahsini ettiğimiz tarzın isteyeceği ancak olmazsa da umursamayacağı bir durumdur. Yani ki; bahse konu tarzı yerine getiren siyasette; halk destek versin veya vermesin, toplumsal mutabakat olsun veya olmasın ehemmiyet kesbetmez yada çok da önemli değildir. Şimdi gelelim sigara yasağının meşruluğu/doğruluğu/acımasızlığına... Uygulanmayan yasaklar bir anlam barındırmaz ama yine de yasak kabilinden olduğu için tartışılması gereklidir. Çalıştığım kurumda 100'ün üzerinde kamu görevlisi var. Bunlardan 30-40 tanesi sigara içiyor. Bizde sigara cezası nasıl kesilir, kim verir, neyle kesilir hala bilinmiyor. Birçok kurum da böyle. Ama ortada büyük bir yasak var. Adam kahvehaneye gidip biraz efkar dağıtıp birkaç-on tane sigara içmek istiyor. Höööössst..Yasssahh hemşerim. O adamın kahvehanede ne işi var artık. Bence AKP'nin en büyük yanlışlarından biridir bu yasak. Kahvehane, kötü ekonomik koşullarda, işsizliğin arttığı zamanlarda iktidarın en önemli sübvansiyonudur. Fubol gibi, üniversite gibi...Bu insanlar bu meşgalelerden uzaklaştıklarında ne kadar kötü bir durumda olduklarının farkına varacak ve buna bağlı olarak da birşey yapmalı diyeceklerdir. AKP'nin kendi aleyhine en büyük hatasıdır bu yasa... Burada naçizane bazı fikirlerimi aktarmış oldum ama yasağın doğruluğuna yanlışlığına değinmedim. Buraya fazla girmemi istemediğinizi biliyorum bu konuyu başka bir amaçla sormuştunuz ama ben yine de yazayım... Kapalı mekanlarda sigara içenler aynı zamanda içmeyenlere de zarar veriyorlar. Lakin, birine de vur denildiyse öldürmenin manasız olduğunu hepimiz biliyoruz. Kahvehaneler ne olacak. Oraya girenlerin yüzde yetmiş-sekseni sigara içen insanlar ve dahası o adamlar oraya sigara içmeye gidiyorlar. Ne yapsınlar duvarları kırıp açık mekan haline mi getirsinler. Bu kadarı zulümdür. Yasa koyucu hakkaniyeti aşmış zulme varan bir yasayı ortaya koymuştur. Ya tahditi olarak bir saymaya gidecekti kapalı mekanlar için veya kapalı mekanlar içerisinde sigara içilebilir ayrı kapalı yerlerin oluşturulması noktasındaki uygulamanın devamı niteliğinde bir takım çözümlemelere gidecekti. Bu yasa doğru değildir ve umarım uygulamada kadük kalmaya devam eder... Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 20 Temmuz , 2009 Gönderi tarihi: 20 Temmuz , 2009 Naçizane tavsiyenizi aldık CYRANO... Fark ettiysen bir önceki iletimin sonunda İsmet Paşa despotizmiyle ilgili bir cümle kurduğumu ve aynı cümlenin tekrarlanarak alıntılanmak zorunda kaldığımı belirtmiştim. Hasılı İsmet Paşa despotizmi benim açımdan ve konu açısından çok ehemmiyet kesbeden bir bölüm değildi. Yani ki sürekli İsmet Paşa Despotizmi vurgusu yapmak gibi bir mesele hasıl olmadı. İsmet Paşa despotizminin ne olduğu sorusuna alternatif birçok cevap verilebilir... Deniyor ki; İsmet Paşa bir masal kahramanı değildir. Sevgili CYRANO, bu sözü söylediğimizde; ben İsmet Paşa şunu yapmış dediğimde kabul edilmesi gerekir değil mi? Yapmıştır veya yapmamıştır. Bunda bir sorun yok...Ama daha önceki mesajımda yapıp yapmadıkları meselesi değil neyin despotizm olarak kabul göreceğini belirtmiştim. Benim için despotça olan bir davranışa gerekçeler uydurulabilinir. Demokrat Partinin gazetelere uyguladığı sansür için bazıları çıkıp kışkırtmalar vardı ondan yapmışlardı diyebiliyorlar mesela... Bütün bunlara rağmen ben yine de bir örnek verdim ve gizli oy açık sayım, erken seçim dedim... Neyse sonra görüşürüz işler biraz yoğun... Dostum sen neyi despotluk olarak adlandırıyorsan onları söyle... İlk çok partili ve tek dereceli seçimin bugünki standartlarda olmasını beklemenin mantıksızlığı bir yana; seçimle iktidarı kaybetmekten korkan ve bunun için iktidar olmanın verdiği avantajları kullanmaya kalkışan bir iradenin buna başvurmasına bile gerek yok. Çok partili sisteme yoğun halk talebi ve baskısı olduğu için geçilmedi. Alıntı
Φ dünyahepimizin Gönderi tarihi: 20 Temmuz , 2009 Gönderi tarihi: 20 Temmuz , 2009 Dün kü Cem Uzan'in sözcüsü bugün Erdogan'in sözcüsü olmus ve demokrasiden bahsediyor.Yani yarisi kaybeden attan inip daha güclü olan bir ata bi nmek diye buna denir. Dün PKK ve Apo'nun sözcüsü olan Yalcin Kücük bugünlerde kendisini ulusalci sözcüsü ilan ederken hic sasirmadiginiz gibi birde savunuyorsunuz. "Yani yarisi kaybeden attan inip daha güclü olan bir ata bi nmek diye buna denir." derken bu söyzleriniz sadece bir kesim icinmi gecerli oluyor, yoksa herkes icinmi gecerli? Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 21 Temmuz , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 21 Temmuz , 2009 Dostum sen neyi despotluk olarak adlandırıyorsan onları söyle... İlk çok partili ve tek dereceli seçimin bugünki standartlarda olmasını beklemenin mantıksızlığı bir yana; seçimle iktidarı kaybetmekten korkan ve bunun için iktidar olmanın verdiği avantajları kullanmaya kalkışan bir iradenin buna başvurmasına bile gerek yok. Çok partili sisteme yoğun halk talebi ve baskısı olduğu için geçilmedi. Dediğim bundan daha ötesi değildi. Benim, despotça gördüğüm birşeyi siz görmeyebilirsiniz. Aynı olay iki farklı bakış açısı. Benim açımdan en büyük despotluk örneği olabilecek bir yaklaşıma gerekçe buluyorsunuz. Daha önceki iletimde de bunu belirtmiştim zaten. Gerekçeler uydurulabileceğinden...Uydurmayı yanlış anlamayın lütfen... İktidarın avantajını kullanmaya kalkışan bir iradenin buna başvurmasına gerek olmasaydı böyle bir davranış tarzına hiç gidilmezdi. Demek ki İsmet Paşa; buna gerek görmüş. Gerek görmeseydi yapmazdı. Madem tarihi böyle bir okumaya tabii tutuyoruz o halde şartları İsmet Paşa'dan daha iyi bildiğimizi söyleyemeyiz değil mi? Vesselam... Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 21 Temmuz , 2009 Gönderi tarihi: 21 Temmuz , 2009 Dediğim bundan daha ötesi değildi. Benim, despotça gördüğüm birşeyi siz görmeyebilirsiniz. Aynı olay iki farklı bakış açısı. Benim açımdan en büyük despotluk örneği olabilecek bir yaklaşıma gerekçe buluyorsunuz. Daha önceki iletimde de bunu belirtmiştim zaten. Gerekçeler uydurulabileceğinden...Uydurmayı yanlış anlamayın lütfen... İktidarın avantajını kullanmaya kalkışan bir iradenin buna başvurmasına gerek olmasaydı böyle bir davranış tarzına hiç gidilmezdi. Demek ki İsmet Paşa; buna gerek görmüş. Gerek görmeseydi yapmazdı. Madem tarihi böyle bir okumaya tabii tutuyoruz o halde şartları İsmet Paşa'dan daha iyi bildiğimizi söyleyemeyiz değil mi? Vesselam... Dostum 8 yıllık İsmet İnönü idaresinde "İnönü despotizmi" olarak 1946 seçimleri mi var yani ? Sen yazılarında 1946 yılı ve sonrasını mı kastediyordun ? Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 22 Temmuz , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 22 Temmuz , 2009 Çok şükür sözümüzü tutabildik... Kitapyurdu'na teşekkürler... Dinazor namıyla maruf eski tüfek komünistlerden Mina Urgan ebediyete intal etti.Toprağı bol olsun, sevenlerinin başları sağ olsun. Mina hanım için cenaze namazı kılınması bazı dava arkadaşlarını üzmüş. Dinsizliği seçen ve bunu çok önemseyen bir insanın dini usullerle uğurlanması doğru değildi onlara göre. Ben de o kanaatteyim. Fakat Flash TV’deki bir açık oturumda “Dinsizlere yönelik baskının bir tezahürüyle karşı karşıyayız. Türkiye’de dindarlara baskı yapıldığı doğru değil. Tam tersine, dinsizlere baskı var” diyen zâta katılmıyorum. Bu zât, Demokratik Mars Cumhuriyeti’nde yaşıyor galiba! Hadi geçmişten haberi yok diyelim… Tek parti diktatörlüğünü yaşamadı, “Allah” lafzını yazmanın yasak olduğu günleri görmedi diyelim… Peki şimdi, burada, burnunun dibinde yaşanan trajedilerden de mi haberi yok? Başörtüsü meselesi diye bir şey duymamış mı hiç? Yüzlerce insanın sırf “Selam Gazetesi abonesi” diye işkencelerden geçirildiğini duymamış mı? Bir insanın basireti bağlanmışsa, o insana geçmiş olsun. Ne desek boş. Unutmadan: Mina Urgan için cenaze namazı kılınması ne devletin, ne toplumun fikriydi. Kendi kızından böyle bir talep gelmeseydi, namaz kılınmazdı. “Türkiye’de hiç kimse cenaze namazı kılınmadan defnedilemez, buna izin vermezler” demekte ısrar edenler varsa, onlara Mustafa Kemal Paşa’nın cenazesini hatırlatırım. Bilindiği gibi Mustafa Kemal Paşa cenaze namazı kılınmadan defnedildi. Ve bundan ne devlet rahatsız oldu, ne toplum. (Bir Cenaze Namazı, Milli Gazete, 20.06.200) İkinci yazı: “Bir Cenaze Namazı” başlıklı yazımla ilgili tepkiler bana çok geç ulaştı. Şimdiye kadar sağır sultan bile duymuştur, ama ben ‘olay’ı bir kere daha hatırlatayım. Mina Urgan’la ilgili mezkûr yazının son bölümünde, “Bilindiği gibi Mustafa Kemal Paşa cenaze namazı kılınmadan defnedildi” demiştim…Birçok gazete ve televizyon kanalı, bu ‘bilgi’nin yanlış olduğunu belgelerle ortaya koydu. Akit yazarı Asım Yenihaber, 24 Haziran 2000 tarihli makalesinde, Ali Osman Eğilmez’in “Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş” adlı eserinden şu satırları nakletti: “10 Kasım günü 15 senelik Cumhuriyet yönetiminin hiç karşılaşmak istemediği bir mesele zorunlu olarak gündeme geldi…Kaçınılmaz son, kaçınılmaz şekilde bir dini hatırlatma ile sonuçlanabilirdi. ‘Yenilmez kumandan’, ‘ebedi’ Atatürk de bütün bu sıfatlarına rağmen ölmüştü. O’nun da sonlu olduğu anlaşılmıştı. Kendisi ebedi olmadığı gibi, kurduğu sistem de ebedi olmayabilirdi. Din dışı (laik) bir sistem kurmuş olmasına rağmen, ölüsü dön dışı bir alanda nasıl tutulacaktı? Bu sebeple Atütürk’ün cenazesi, itirafı mümkün olmayan bir sıkıntı doğurdu. O güne kadar dışlanan, itilen bir sistemin kabul ve avdeti söz konusu olabilirdi. Hele cenazenin İstanbul’da selatin camilerden birinin önüne gelmesi ve burada cenaze namazı kılınması, dini bir galeyanın ortaya çıkmasına yol açabilirdi. Yöneticiler, böyle bir sonucun din karşıtlığı esasına göre kurulmuş sistemi etkileyeceği sıkıntısına kapıldılar.” (TC Tarihine Giri, 211vd.) Asım Yenihaber’in yazısının finali şöyle: “O zamanki hükümet erkânına kalsa idi, başta Başbakan Celal Bayar olmak üzere Atatürk’ün cesedinin gusledilmesine ve cenaze namazının kılınmasına gerek yoktu. Laik tören yeterli. Şimdi Emin’i bülbül gibi konuşturan, zamanın 1. Ordu Komutanı Fahrettin Altay Paşa’dır. Cenaze merasiminin sorumluluğu üzerine verilen bu Paşa, ancak istifa tehdidi ile cenaze namazının kılınmasını sağlayabildi. Namazın büyük bir camide, halkın katılımı ile değil, sarayın avlusunda kılınmasına ve halkın katılmamasına karar verildi. (…) Hakan’ın haklı olduğu taraf şu olabilir: Atatürk, cenaze namazı kapalı devre kılınan il ‘Türk büyüğü’dür! Normali, cenazenin Sultanahmet veya Süleymaniye Camii önüne getirilmesi ve halkın katılması idi” Asım Yenihaber’e desteğinden ötürü teşekkür ederim. Allah (c.c.) razı olsun. Yine de, bu ‘hafifletici sebepler’e sığınarak okurlarıma ve bütün kardeşlerime olan özür borcumu yerine getirmekten imtina edecek değilim. Bir meseleyi doğru dürüst araştırmadan kulaktan dolma bilgilerle yazdım Ve faka bastım. Okurlarımı yanılttığım ve kötülerin eline koz verdiğim için özür dilerim. Hakkınızı helal edin. (Faka Bastım, Milli Gazete 28.06.2000) Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 22 Temmuz , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 22 Temmuz , 2009 Haber 7'de enteresan bir yazı okudum bugün... AYM, Recep Peker’in hayali olan Cumhuriyet Konseyi Mehmet Recep Peker, Cumhuriyet’in tipik asker-bürokrat kurucu isimlerinden biri. 61 yıllık hayatı süresince Cumhuriyet’e şekil veren isimlerden biri oldu. Aslında Recep Peker’i tanımak için, birkaç cümle ile hayat hikâyesine bakmakta fayda var. 1889’da doğan Peker, Harbiye ve ardından Harp Akademisi’ni bitirdi. Libya’da, ardından patlak veren Balkan Savaşları’nda ve eskilerin Harb-i Umumi dedikleri Birinci Dünya Savaşı’nda bulundu. Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Sekreteri Mehmet Recep Peker İkinci Meclis seçiminin ardından 1924’te kurulan Fethi Okyar kabinesinde Dahiliye Vekili (İçişleri Bakanı) oldu. Okyar’ın Şeyh Sait ayaklanmasına karşı yumuşak davrandığı gerekçesiyle protesto için istifa etti. Hayatında hep sertlikten yana bir çizgisi oldu. Cumhuriyet Halk Fırkası’nın dört defa genel sekreterliği görevini üstlendi. Kuruluştan itibaren etkili oldu ise de ülkeye damgasını vurduğu tarih 1930’lu yıllar oldu. Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü’den sonra “üçüncü adam” idi. Daha sonraki yıllarda ise farklı şekillerde kurulan hükümetlerde görev aldı. Partiyi 1935 kurultayına hazırlayan Başvekil İsmet İnönü, parti sekreteri Recep Peker’i iktidardaki partilerin tüzüklerini araştırmak için faşist İtalya ve Hitler Almanyası’na gönderdi. Bu kurultay, hastalığı artık belirginleşmeye başlayan Mustafa Kemal Atatürk sonrası hazırlık oluşturması bakımından İsmet İnönü için hayati öneme sahipti. İnönü ve Peker için 4. Kurultay, aynı zamanda CHP içindeki “Kadro” tabir edilen sol hareketi ve liberal kanadı tasfiye etme açısından bir tasfiye operasyonu olacaktı. Recep Peker, rejimin en etkili organı olarak görülen ve kısaca “Genbaşkur” olarak adlandırılan CHP Genel Başkanlık Kurulu’nda “Atatürk adına” kararlar alabilen ve açıklamalar yapabilen birisi idi. Parlamentoya gidecek milletvekili adaylarının tek belirleyici heyetinde idi. Dahası, tek parti rejiminin ideologu olarak bilindi. Faşist ve Nazi partilerinin tüzüklerini inceleyen Recep Peker, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın, Cumhuriyet Halk Partisi’ne dönüştüğü meşhur 1935 kurultayı için yeni parti tüzüğü hazırladı. İnönü’nün hazırladığı yeni tüzük, onay için "Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Başkanlığı" görevini resmen üzerinde bulunduran Atatürk’ün onayına sunulmak üzere Çankaya Köşkü’ne gönderildi. Bugünkü karşılığı ile Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği görevinde bulunan Katib-i Umumi Hasan Rıza Bey (Soyak) hatıratında, Atatürk'ün böyle bir değişikliğin kendisinin onayına sunulmasına hem kızdığını, hem bozulduğunu anlatır. Hasta Atatürk’ün bu tüzük değişikliğini imzalayacağını düşünen İnönü ve Peker’in hayalleri Çankaya’nın tavrı ile yıkılır. Dosyayı, akşamdan incelemesi için teslim eden Hasan Rıza Bey, sabah geldiğinde sırtında bornozu Atatürk’ün dosyayı incelediğini görür. Atatürk, “Zorbalar” diyor ve ekliyor: “İnanılmaz şey. Ben memleketi hala bir tek parti ile idare etmekte olduğum için utanıyorum. Ama bazı arkadaşlarımız bu hali devamlı kılmak istiyor.” Atatürk’ü çileden çıkaran şey, Nazi ve Faşist partilerin tüzüğünde olan yeni bir kuruluşun ihdası idi. "Yüksek Faşist Konsey" benzeri Büyük Millet Meclisi’nin üzerinde görev yapacak Yüksek Cumhuriyet Konseyi kurulmasına şiddetle karşı çıktı. Atatürk, Hasan Rıza Bey’e sorar: - İsmet bunu görerek mi imzalamış? Atilla İlhan, 22 Mart 2003’te verdiği bir röportajda İnönü-Peker ikilisinin girişimini değerlendirirken şöyle diyor: - Yani, Meclis onların işine gelmeyen bir karar alırsa, o konsey bunu reddedebiliyor. Yani Cumhuriyet fikri, halk hakimiyeti hepsi gümbürtüye gidiyor… Tüzüğün bir kısmını Gazi, Kurultayda değiştirse de tamamı değişmemiştir. Dolayısıyla CHP tüzüğü Nazi ve Faşist tüzüktür. Hiçbir şey de değişmemiştir. Almanya'da da İtalya'da da devletle parti birdir. Bizde de öyleydi. İnönü ve Peker, Yüksek Cumhuriyet Konseyi projelerini hayata geçiremediler. Ama parti-devlet fikrini rejime dahil etme yolunda önemli bir mesafe aldılar. Nitekim Peker, “Türkiye Cumhuriyeti bir parti devletidir” ilanını bu kongrede yaptı. Bu kongreden sonra Recep Peker, Kemalizm’in sol çizgide ilerlemesini sağlamaya çalışan “Kadro hareketi”ni ve liberal açılımları savunan öteki kanadı büyük ölçüde tasfiye sürecini başlatır. Peker, Ülkü dergisi etrafında oluşturmaya çalıştığı Kemalizm ideolojisini topluma benimsetmenin yolunu burada açtı. Topluma Atatürk’ün Nutuk’unu "Türk’ün mukaddes kitabı", Halkevleri ve Çankaya’yı da "mabedine" dönüştürmeye çalıştı. Peker’e göre halkın damarlarında dolaşan “kirli kan” bu mabetlerde temizlenecekti. Her ne ise… O tarafı ayrı bir konu… İnönü, Recep Peker aracılığı ile 1935’te hayata geçiremediği fikrini 1960 ihtilali sonrasında başardı. Adına “Yüksek Cumhuriyet Konseyi” diyemedi Anayasa Mahkemesi dedi. Ünal Tanık - Haber 7 [email protected] Son paragrafın okunmasında Anayasa Mahkemesini sanki İnönü kurmuş gibi bir intibağ oluşabilir. Bu intibaya kapılanlar haklıdırlar... Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.