Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

İlk yaşandığında trajedi dediklerimiz,daha sonra bir komediye dönüşür,belki de sadece bu cümle tüm olanları özetler.Komedi mi?Sıradanlıkta,alışkanlıkta bir komedidir.

İşkence,insanlığın en büyük ayıplarından biri.Bu kadar büyük bir ayıpken,maalesef ülke gerçeği.Tam bunları yazarken,aklıma Ebu Garip'te uygulanan insanlık dışı uygulamalar geldi,verilen işkence görüntüleri ve tüm bunları okurken içimizde ki ''lanet olası'' duygusunun verdiği öfke,sonra mı...?Engin Ceber,o Irak'ta değil,yasaların ve hukukun olduğu bir ülkede işkencenin bugünlük görünen kurbanı;diğerleri mi...?Onlar gündeme gelmediği sürece yokturlar.Doğru ya başbakanımız;''gözünüzü kapatırsanız sorun kalmaz'' demişti.Buyrun konu hakkında ki ayrıntılara...

 

''İşkencede ölüm doktor raporunda

 

Engin Ceber’in, cezaevinde işkenceden öldüğü iddialarıyla ilgili soruşturma başlatıldı

 

Gözaltı nasıl başladı?: Engin Ceber’in ölümüyle sonuçlanacak olay 28 Eylül 2008’de başladı. Temel Haklar Federasyonu üyeleri, Sarıyer’de 7 Ekim 2007’de Bahçelievler’de ’Yürüyüş’ dergisi satarken polisin açtığı ateş sonucu felç kalan Ferhat Gökçek olayını protesto için yürüdüler. Yürüyüş sırasında dernek üyeleri Engin Ceber, Özgür Karakaya, Cihan Gün, Aysu Baykal ve Gözde Buldu ’Yürüyüş’ dergisi dağıttı. Polis, aralarında Engin Ceber’in de bulunan 5 kişiyi ’polis memuruna mukavemet’ suçlamasıyla gözaltına alındı.

 

Birinci doktor raporu: Şüpheliler İstinye Karakolu’na götürüldü. Doktor kontrolü için İstinye Devlet Hastanesi’ne götürülerek rapor alındı. Ceber için hazırlanan raporda şöyle dendi: “Üst dudağında sıyrık, sol üst gözkapağında kızarıklık, sağ diz ve dirseğinde cilt soyulması ve kafasının arkasında 4x5 santimlik şişlik.”

 

İkinci rapor: İlk geceyi İstinye Polis Karakolu’nda geçirdiler. Mahkemeye çıkarılmadan önce rapor alınması için tekrar İstinye Devlet Hastanesi’ne gidildi. Rapordaki ifadeler şöyle: “Sağ üst göz kapağında 5x5 santimlik ezilme, sol üst gözkapağında 1x1 santimlik sıyrık, sağ şakak ve alında şişlik. Baş ağrısından şikâyetçi olan hastaya NRŞ (beyin cerrahisi konsültasyonu) istendi. Sağ dizde sıyrık. Tekme sonucu olmuş olabilir.”

 

Üçüncü rapor: Avukatları raporu inceledikten sonra savcılığa başvurarak Ceber’in Şişli Etfal Hastanesi’ne naklini istedi. Savcılık bu talebi uygun bularak Ceber’i Şişli Etfal’e sevk etti. Burada üçüncü rapor hazırlandı. Bu raporda ise ifadeler kullanıldı: “Alın ve şakakta şişlikler tespit edilmiştir.” Şüphelililer, çıkarıldığı mahkemede tutukladı.

 

İşkence iddiası: Ceber’in Metris Cezaevi’ne götürülmesinden sonra yaşadıklarını, birlikte gözaltına alındığı arkadaşı Cihan Gün şöyle anlattı: ”Kabul bölümünde jandarma arama için tüm elbiselerimizi çıkarmamızı istedi, kabul etmeyince copla vücudumuza ve kafamıza vurdu. Salı sabahı koğuş sayımında sıraya girmediğimiz için infaz memurları plastik sandalyeyle vücudumuza, salı akşam aynı gerekçe ve aletlerle infaz memurları darp etti. Çarşamba sabahki sayımda 15 infaz koruma ekibi aynı aletlerle 30 dakika...

 

Avukatlar devrede: Ceber ile avukatı 6 Ekim’de görüştü. Ceber’in avukatı Taylan Talay yaşananları şöyle anlattı: “Ceber ’Durumumuz çok kötü, işimiz yaş, buradan çıkamayabiliriz’ dedi. Ertesi gün, İTO ve ÇHD’ye bilgi vererek heyet oluşturulmasını talep ettik. Daha sonra heyetle Metris’e gittik. Ceber ile görüşmek istediğimizi söyledik. Bizi hapishane müdürüne götürdüler. Müdür ise bize ’Kötü haberimiz var, vefat etti’ dedi. Ceber bir gün önce Şişli Etfal Hastanesi’ne kaldırılmış. 10 Ekim’de hayata gözlerini yumdu.”

 

Müfettiş görevlendirildi

 

Adalet Bakanlığı, Ceber’in, ‘cezaevinde işkenceden öldüğü’ iddialarıyla ilgili soruşturma başlattı. Bakanlık, bir müfettiş görevlendirdi. Müfettiş, Metris Cezaevi’ne gönderildi.

 

Gül: Gereken tedbir alınır

 

Cumhurbaşkanı Gül: “Reformların en önemli parçalarından biri Türkiye’deki şeffaflıktır. Şeffaflık ortamı içinde bir yanlış yapılabilirse, bunlar artık saklanamaz. Ne gerekirse her türlü tedbir alınır.”(VATAN)''

 

ve tanıklar!tıklayın.

 

Web Siteme Git

 

Lütfen doktor raporlarına dikkat edelim;değişimleri de işkence gibi sistematik :excl:

 

 

 

Gönderi tarihi:

Engin Çeber'in Ölümü: İstinye’den Metris’e “Münferit” Orantılı GüçHem Metris’te hem de İstinye’de yaşananların sistematik bir soruna işaret ettiği açıktır. İstinye’de yaşananlara ilişkin etkin soruşturma yapılmadığı sürece, Metris’te yaşananlar da kaçınılmaz olacaktır.

 

“[İ]şkenceyi zalimane, insanlıkdışı ve aşağılayıcı muameleden ayıran kesin ölçü[t], […] çekilen acı veya ızdırabın yoğunluğu değil davranışın amacı ve mağdurun çaresizliği[dir]” (Manfred Nowak, BM İşkence Özel Raportörü, UN Doc. E/CN.4/2006/6, para. 39)

 

Hatırlanacağı üzere, 1990’larda sıkça karşılaşılan sistematik işkence iddialarına verilen resmi yanıt, “münferit birkaç olayın sistematik işkence olarak yorumlanmaması gerektiği” şeklinde oluyordu. Gerçi çok sayıda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararı yanı sıra Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite (1) ve Avrupa Konseyi’nin İşkenceyi Önleme Komitesi (2) açıkça o dönemde Türkiye’de sistematik işkence yapıldığını duyurmuşlardı ama bu durum Türk yetkililerce hiçbir zaman resmen tanınmadı.

 

 

Avrupa Birliği süreciyle mevzuatta yapılan değişiklikler ve uygulamadaki iyileştirmelerle birlikte, kapatma mekânlarında işkence uygulandığına dair iddialar büyük ölçüde azaldı. Bu sayede işkence ve kötü muamelenin “münferit” olduğunu söyleyenler kendilerini daha rahat hissedebilir hale geldiler.

 

Ceber vakası münferit mi?

 

Engin Ceber, eski dönemden farklı olarak gerçekten de kapatma mekânlarında geleneksel kötü muamele araç ve yöntemlerine nispeten az başvurulan bir dönemde hayatını kaybetti. Ceber’in hayatını kaybetmesine yol açan olaylar, gazete haberlerine göre şöyle gelişti:

 

 

“Temel Haklar Federasyonu üyeleri, Sarıyer Derbent Mahallesi’nde açıklama yapıp ‘Yürüyüş’ dergisi dağıttılar. Açıklama, 7 Ekim 2007’de Bahçelievler’de Yürüyüş dergisi satarken polisin açtığı ateş sonucu felç kalan 17 yaşındaki Ferhat Gerçek’e ilişkindi. Gerçek’i sakat bırakan polisler görevden alınmadığı gibi, Gerçek’e 15 yıl dört ay, polislere dokuz yıl hapis istenmişti. Dernek üyeleri Engin Ceber, Özgür Karakaya, Cihan Gün, Aysu Baykal ve Gözde Buldu, dergiyi dağıtırken polis müdahale etti. Dövülerek gözaltına alındılar ve İstinye Karakolu’na götürdüler.”

 

 

Yine basının aktardığına göre, Ceber önce karakolda daha sonra da Sarıyer Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanıp gönderildiği Metris Cezaevi’nde uygulanan şiddet sonucu hayatını kaybetti. Metris’te de direnme ve güç kullanma vardı:

 

“Kabul bölümünde jandarma arama için tüm elbiselerimizi çıkarmamızı istedi. Kabul etmeyince astsubay rütbeli kısa saçlı, renkli gözlü şahıs ahşap copla vücudumuza ve kafamıza 2-3 dakika vurdu. Elbiselerimiz zorla çıkartıldı... Salı sabahı koğuş sayımında ayağa kalkıp sıraya girmediğimiz için 4-5 infaz memuru su doldurma maşrapası, kapı açmakta kullanılan demir kol, plastik sandalye, tekme tokatla vücudumuza 5 dakika; salı akşam yoklamada aynı gerekçe ve aletlerle 15 infaz koruma memuru 15 dakika darp etti. Çarşamba sabahki sayımda 15 infaz koruma ekibi aynı aletlerle 30 dakika...”

 

Adalet Bakanlığı, olay sonrasında soruşturma başlattığını açıkladı.

 

 

Soruşturmanın sonunda, Engin Ceber’in gözaltında ve tutukevinde yediği dayaklar sonucunda öldüğü iddiasının doğru olduğu ortaya çıkarsa, muhtemelen bunun “münferit” bir olay olduğu ve gerekenin yapılacağı ifade edilecek. Sorun sadece kapatılma mekânlarında kullanılan klasik işkence araçları açısından değerlendirilirse, 1990’lardan farklı olarak, muhtemelen de doğru bir saptama olarak kayıtlara geçecek.

 

 

“Orantılı güç kullanma” sorunu

 

Ne var ki, doğada olduğu gibi sosyal hayatta da var olan şeyler bu kadar kısa süre içerisinde yok olmuyor. Ama bunu anlamak için bazen olaylara farklı bir gözlükle bakmak gerekiyor.

 

Ceber yaşasaydı, büyük ihtimalle tutuklanmasına neden olan görevi yaptırmamak için direnme suçundan hapis cezasına çarptırılacak, vücudunda oluşan yaralanmaların ise polisin mukavemet karşısında uyguladığı orantılı güç sonucu oluştuğu sonucuna ulaşılacaktı.

 

Bu tezi bilimsel olarak kanıtlamak artık imkânsız. Ceber öldü, kendisi ile birlikte gözaltına alınan ve sonrasında tutuklanan kişiler hakkında yürütülecek dava da, sıradan bir dava olmayacak.

 

 

Ancak, resmi istatistikler öngörümüzü büyük ölçüde doğruluyor. Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü rakamlarına göre, Türk Ceza Kanunu’nun 265. maddesinde düzenlenen görevi yaptırmamak için direnme suçundan 2006 yılında toplam 11 bin 959 dava sonuçlandırılmış. Bu davalarda toplam 10 bin 207 kişi mahkûm olmuş, 4 bin 133 kişi beraat etmiş, diğer kararlarla birlikte 18 bin 33 kişi hakkında karar verilmiştir. Bu kararların kaçının güvenlik güçlerine, kaçının diğer kamu görevlilerine mukavemet nedeniyle verildiği açıklanmamakla birlikte daha önce yapılan çalışmalar ışığında çoğu kararın birinci gruba dâhil olduğunu tahmin etmek güç değildir.

 

Aynı yıla ilişkin güvenlik güçleri hakkında verilen istatistikler de dikkat çekicidir. 2006 yılında, zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçuna ilişkin (256. madde) 223 dava karara bağlanmış, anılan davalarda 116 mahkûmiyet ve 338 beraat kararı yanında diğer kararlarla birlikte toplam 520 kişi hakkında karar verilmiştir. Direnme suçuna ilişkin mahkûmiyet/beraat oranı 2.46 iken bu oran zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçunda 0.34’tür. Bu durumda, ilk suça ilişkin olarak verilen mahkûmiyet/beraat kararlarının yüzde 71’i mahkûmiyet şeklinde çıkarken, bu oran zor kullanma yetkisinin aşılması suçunda yüzde 25’tir. İki suç arasındaki mahkûmiyet oranı ise 1/88’dir. Yani orantısız güç kullandığı saptanan her bir güvenlik görevlisi karşısında, direnç gösterdiği için 88 kişi mahkûm olmuştur.

 

Önemli olan bir diğer nokta ise kapatma mekânlarında işkence ve kötü muamele şikâyetlerinin azalmasıyla görevi yaptırmamak için direnme suçundan mahkûm olanların sayısı arasındaki ters orantıdır. 1996 istatistiklerine göre, eski TCK’nın konuyu düzenleyen 258. maddesinden toplam 1549 mahkûmiyet verilmişken, 2006 yılında bu rakam yaklaşık 7 kat artarak 10207’e çıkmıştır. Aynı zaman dilimi içerisinde yine eski yasadaki kötü muameleye ilişkin 245. maddeden verilen mahkûmiyet sayısında ise ciddi bir artış olmamıştır. 1996 yılında 245. maddeden 278 kişi mahkûm olurken, 337 kişi beraat etmiştir. 2005 yılı istatistikleri, bu suçtan mahkûmiyetlerin çok az bir artışla 364’e, beraatların ise 824’e yükseldiğini göstermektedir.

 

 

Bu istatistiklerin kendisinde bir oran sorunu olduğu açıktır. Üstelik bu veriler, 2006 Terörle Mücadele Yasası ve 2007 Polis Vazife ve Salahiyetleri Yasası değişiklikleri yürürlüğe girmeden önce verilen kararlara ilişkindir. Bununla birlikte, 2006 yılında açılan dava sayıları orantının daha da bozulduğunu ortaya koymaktadır. 2006 yılında görevi yaptırmamak için direnme suçundan toplam 18 bin 92 kişi hakkında 11 bin 782 dava açılırken, zor kullanma yetkisinde sınır aşılmasına ilişkin toplam 232 kişi hakkında 93 dava açılmıştır.

 

İlk suça ilişkin olarak açılan dava sayısı aynı yıl sonuçlandırılanlarla hemen hemen aynıyken, ikinci suçtan açılan dava sayısı aynı yıl karara bağlananların yarısından da azdır. Mukavemet suçundan açılan dava sayısı yetkide sınır aşılması suçundan açılan dava sayısının tam 126 katıdır. Yukarıdaki mahkumiyet/beraat oranları dikkate alındığında, 2006 yılında açılan davalarda iki suç arasındaki mahkumiyet oranın 1/150 olacağını tahmin etmek abartı olmayacaktır.

 

 

Şüphesiz sorun sadece yukarıda verilen sayılarla sınırlı değildir, aynı zamanda bir başka yazıda açmayı düşündüğümüz gibi nitelikseldir. Yine de bu veriler karşısında hem Metris’te hem de İstinye’de yaşananların sistematik bir soruna işaret ettiği açıktır. İstinye’de yaşananlara ilişkin etkin soruşturma yapılmadığı sürece, Metris’te yaşananlar da kaçınılmaz olacaktır. (KA/EÜ)

 

* Kerem Altıparmak, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, İnsan Hakları Merkezi.

Gönderi tarihi:

Engin Ceber, İstanbul, Sarıyer'de Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm İçin Yürüyüş dergisinin tanıtımını yaparken gözaltına alınmış ve tutuklanmıştı.

 

Önce karakolda, daha sonra da tutuklu bulunduğu Metris hapishanesinde, gördüğü işkenceler sonucu beyin kanaması geçirdi. Şişli Eftal Hastanesi yoğun bakımına kaldırıldı. Orada her an beyin ölümünün gerçekleşmesi bekleniyor. Tepkileri yayınlıyoruz:

 

 

ENGİN CEBER İŞKENCEYLE KATLEDİLDİ; KATİLİ AKP İKTİDARIDIR!

 

 

"İşkenceye sıfır tolerans"ın olduğu ülkemizin, 5 yıldızlı otel diye gösterilen hapishanelerinden işkenceyle katledilenlerin tabutları çıkmaya devam ediyor.

 

Engin CEBER bundan birkaç hafta önce Bağımsızlık, Demokrasi, Sosyalizm İçin YÜRÜYÜŞ Dergisinin dağıtımını yaparken dört arkadaşıyla birlikte sokak ortasında AKP polisleri tarafından işkence yapılarak, yerlerde sürüklenerek gözaltına alınmıştı. Gözaltı boyunca karakolda ağır işkenceye maruz kalmış, Özgür KARAKAYA ve Aysu BAYKAL işkence sonucu hastaneye kaldırılmışlardı. İşkence karakolla sınırlı kalmamış tutuklanarak götürüldükleri Metris Hapishanesinde de devam etmiştir. Ve günlerce devam eden işkenceler sonucu Engin CEBER beyin kanaması geçirip, kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti.

 

Bundan 1 yıl öncede, yine YÜRÜYÜŞ Dergisinin dağıtımını yaparken 17 yaşında ki Ferhat GERÇEK polis tarafından sırtından vurularak felç bırakmış, olayla ilgili açılan davada ise vurana değil vurulana ağır cezalar istenmişti. Ferhat GERÇEK'e 15 yıl ceza istenirken O'nu felç bırakan polise 9 yıl ceza istenmişti.

 

Yine ülkemizin değişik illerinde Yürüyüş Dergisinin dağıtımını yaparken birçok dergi dağıtımcısının önü polis tarafından kesildi, işkencelerle keyfice gözaltına alındılar.

 

Bütün bu tahammülsüzlükler gerçekler anlatılmasın, AKP'nin işbirlikçi yüzü ortaya çıkarılmasın diye. Bütün bunlar AKP daha rahat sömürsün, daha rahat vatan toraklarını satsın, daha rahat efendilerine uşaklık etsin diye yapılıyor. İşte bunlar için AKP polisi gerçekleri anlatanları kurşunluyor, felç bırakıyor, gözaltına alıp işkence yapıyor, katlediyor.

 

Çivili sopalarla Buca'da, Ümraniye'de, Ulucanlar'da işkenceyle, 19 Aralıklarda yakarak gazlarla katletmeye alışkın olanların pervasızlıklarının arkasında Susurluklarda açığa çıkan devlet gerçeği vardır. Ve bu gerçekleri anlattıkları için Engin CEBER' ler katledilmiştir.

 

Ama tüm katliamlara, baskılara karşın gerçeklerin anlatılmasının önüne geçemeyeceklerini bir kez de bizler buradan dile getirelim. Her şeye rağmen Enginlerin, Ferhatların Yürüyüşü sürecektir....

 

ENGİN CEBER ÖLÜMSÜZDÜR!

İNSANLIK ONURU İŞKENCEYİ YENECEK!

Gönderi tarihi:

İşkencede öldürülen Engin Çeber’in arkadaşlarının 97 polisle yüzleşmesi karakoldaki dehşetin ayrıntısını ortaya çıkardı. Aysu Baykal yüzleştiği kadın polisin İstinye Karakolu’nda taciz edip “*********” dediğini anlattı

 

26trfs13taniklar.jpg

 

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma kapsamında Metris Cezaevi’nde işkenceden ölen Engin Çeber ve onunla birlikte gözaltına alınan arkadaşlarının Sarıyer ve İstinye’deki polis merkezlerinde uğradıkları işkence ve tacizin ayrıntıları ortaya çıkmaya başladı. Önceki gün 97 polis ile yüzleştirilen Cihan Gün, Aysu Bakkal ve Özgür Karakaya, tek tek teşhis ettikleri polislerin kendilerine uyguladığı kötü muamele, taciz ve işkenceyi ayrıntılarıyla anlattığı öğrenildi. Aysu Bakkal’ın, gözaltına alındıktan sonra götürüldüğü İstinye Karakolu’nda görevli kadın polis memuru A.U’nun defalarca arama bahanesiyle cinsel organına dokunarak kendisini taciz ettiğini, “***********, o zaman maaşımı hak ederim“ diyerek psikolojik şiddet uyguladığı yönünde ifade verdiği kaydedildi.

 

LİNÇ TEHDİDİ • Sarıyer Derbent mahallesinde Yürüyüş dergisi satarken polis tarafından gözaltına alınan Engin Çeber, Cihan Gül, Özgür Karakaya ve Aysu Baykal’ın tutuklanana kadar poliste her aşamada dövüldükleri, hakarete ve cinsel tacize uğradıkları önceki gün yapılan teşhiste ortaya çıktı. Alınan bilgiye göre yapılan teşhiste Çeber’in arkadaşları kendilerine en çok M.P isimli polisin dayak attığını belirtmiş. Kendilerine işkence yapan biri kadın 17 polisi teşhis eden Gül, Karakaya ve Baykal polislerden M.K’nin İstinye Devlet Hastanesi’ndeki muayene sırasında “Sizi halka terörist diye lanse edip linç ettiririm” diyerek tehdit ettiğini belirtmiş. Her üç arkadaş, gözaltına alınma anından itibaren yaşadıklarını ayrıntılarıyla anlatmış.

 

DAYAK, HAKARET, TACİZ • Sarıyer’de gözaltına alınan sanıklar ilk dayağı burada polis aracına bindirilirken yedi. Araçta kelepçelendikten sonra tahta joplarla kafalarına vuruldu. İstinye Karakolu’nda polislerin dayağı ve hakaretleri devam etti. Aysu Baykal’ın teşhisine göre E.C isimli polis dayakla yetinmeyip Engin Ceber’in kafasının arkasını karakolda bulunan çelik dolaplara defalarca vurdu. Kadın polis A.U tarafından üst araması yapılan Baykal, polis tarafından ağır hakarete uğradığı gibi cinsel tacize de uğradı. Kadın polis defalarca Baykal’ın apış arasına baktı. Bu arada Cihan Gün de nezarete atılırken kendisine cinsel tacizde bulunan polisi teşhis etti. Gün’ün Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı’ndaki teşhisteki iddiasına göre üst aramasını yapan H.İ.U ceplerini aradıktan sonra poposunu sıkmaya başladı. Bu eyleme bir süre devam eden polis memuru H.İ.U hakaret ve küfür edip Gün’ü nezarete attı. Cinsel taciz ve dayak karakolda bitmedi.Yine tekme tokat ve hakaretlerle nezaretten alınan sanıklar Sarıyer Asayiş büroya parmak izi alınması için getirildiler.

 

***** MISIN? EVET AMA KORKMA • Asayiş büroda da dayak yiyen sanıklardan Aysu Baykal’ a İ.C.K isimli polis 20-25 dakika süreyle tacizde bulundu. Kendisine tacizde bulunan polisi savcılıkta teşhis eden Baykal, “Parmak izi alınma işlemi sırasında İ.C.K isimli polis kol, baş,boyun ve sırt bölgemi 20-25 dakika süreyle okşadı. Dayanamayıp kafamı çevirdim. Kendisine sen ***** mısın dedim. Bana ‘evet ama abartılacak bir şey yok’ diyerek cevap verdi” diyerek polisi teşhis etti.

17 POLİS TEŞHİS EDİLDİ • Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı’nda önceki gün yapılan teşhiste polislerden M.K, M.Y, O.C, A.B, S.K, A.S.E, M.K, İ.C.K, M.P, H.E.G, O.K, H.T, S.T, Ü.R.A, L.B, T.A, Ö.D, ve A.U teşhis edildi.

 

 

 

Taraf/TUNCER KÖSEOĞLU - Istanbul - 26.10.2008 [/b]

Gönderi tarihi:

AKP Genel Merkezi önünde hükümeti protesto etmek için oturma eylemi yapan Halkevleri üyesi grubuna müdahale eden polis 4'ü kadın 27 kişiyi gözaltına aldı.

 

Bugün öğle saatlerinde AKP Genel Merkezi önünde toplanan Halkevleri üyesi bir grup, `AKP demokrasi yalanına son ver', `İşkenceci Tayyip istifa', `İnsanlık onuru işkenceye son verecek', `Engin Çeber neden katledildi' pankartları açarak, hükümet aleyhine slogan atıp, genel merkez binasına yürümek istedi. Çevrede geniş güvenlik önlemi alan polis, barikat kurarak grubu daha fazla yaklaştırmadı. Polis çemberine alınan grup, burada basın açıklaması okuduktan sonra oturma eylemi başlattı.

 

 

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan veya AKP'den bir yetkiliyle görüşmek istediklerini dile getiren eylemciler, istekleri yerine getirilmeden oturma eylemlerine son vermiyeceklerini söyledi. Bunun üzerine polis, megafonla eylemcilere yaptıklarının kanunsuz olduğunu belirterek, dağılmaları için ikazda bulundu. Ancak ikazlara rağmen dağılmayarak eylemlerini sürdüren Halkevleri üyelerine polis müdahalede bulundu. Kısa süreli yaşanan arbedenin ardından 4'ü kadın 27 kişilik grubun tamamı gözaltına alındı.(vatan)

Gönderi tarihi:

Çeber olayına yayın yasağı 28 Ekim 2008

 

 

Esma ÇAKIR - Eray Erollu / İSTANBUL

 

 

 

İstinye Muhsin Bodur Polis Merkezi, ardından Metris Cezaevi’nde işkence gördükten sonra hayatının kaybeden Engin Çeber’in ölümüyle ilgili soruşturmaya yayın yasağı kondu.

 

Bakırköy Cumhuriyet Savcısı Cevdet Doğan, soruşturmayla ilgili daha önce gizlilik kararı almıştı. Savcı Doğan, soruşturmanın selameti ve bilgi kirliliği yaşanmaması için ayrıca basına yayın yasağı da koydurdu. Dün ise TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Zafer Üskül başkanlığında, MHP’den Başkanvekili Mehmet Ekici, DSP İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş, AKP Bursa Milletvekili Mehmet Ocaktan ve CHP İstanbul Milletvekili Çetin Soysal, işkenceden ölen Engin Çeber ve arkadaşlarının kötü muamele gördükleri iddia edilen İstinye Karakolu’nda incelemelerde bulundu. Bazı milletvekilleri ilk etapta çevresinde konut ve işyerleri arasında bulunan karakolun fiziki şartlarının gözaltındakilere kötü muamele yapmaya elverişli olmadığı izlenimi edindi. Kesin kanaat için Çeber ve arkadaşlarının gözaltında bulundukları süre içindeki görüntüler izlenecek.

Gönderi tarihi:

Çeber'in avukatına kulak verin

 

 

30/10/2008

 

 

ANKARA - "İşkence ve kötü muamele" sonucu hayatını kaybettiği iddia edilen Engin Çeber’in Avukatı Taylan Tanay, "Ölümünden 20 gün geçmesine rağmen, elimizde olanlar bir yayın yasağı, bir gizlilik kararı ve henüz hiçkimsenin suçlanmamış oluşu" dedi.

 

Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığının Hakimevi’nde düzenlediği "İşkence ve Kötü Muamele ile Mücadele" toplantısı öncesinde, Çeber’in ölümüyle ilgili CHP Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir, Çeber’in avukatı Tanay ve babası Ali Çeber, basın mensuplarına açıklamalarda bulundu. Özdemir, İnsan Hakları İnceleme Komisyonu olarak olayın incelenmesi amacıyla bir alt komisyon kurduklarını ve İstanbul’da incelemelerde bulunduklarını söyledi. Çeber’in avukatı Tanay ile baba Ali Çeber’in, soruşturmayla ilgili yayın yasağı konulması, soruşturmanın uzaması ve şu ana kadar herhangi bir kişinin göz altına alınmamış olması dolayısıyla endişeli olduklarını ifade eden Özdemir, bu endişelerini dile getirmek üzere kendisini ziyarete geldiklerini kaydetti.

 

Özdemir, TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyesi olmasına rağmen, bugün yapılan toplantıdan haberi olmadığını belirterek, "Giderek büyüyen, giderek yoğunlaşan bu kötü muamele ve işkence konusunda diliyor ve umuyorum ki, bu toplantıda objektif konular gündeme getirilir" dedi.

 

 

 

-KENDİMİZİ DAVETLE SAYDIK-

 

Avukat Tanay ise toplantının yapılacağını basından öğrendiklerini, kendilerine ulaşan resmi bir davet olmadığını dile getirdi. Tanay, şunları kaydetti: "Her ne kadar Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı ve Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığını yapan Hasan Fendoğlu, bizim de ailenin de avukatların da burada olmasının iyi olacağını ifade etmişse de bize herhangi bir davet ulaşmadı. Ama biz kendimizi davetli saydık. Bu meselenin konuşulduğu yerde, elbette ki Engin Çeber’in konuşulması gerektiğini düşünüyoruz. Çok yakında 29 yaşında gencecik bir insanı yitirdik. Soruşturma, adil, tarafsız sürdürülmüyor. Bu konuda endişelerimiz söz konusu. Ölümünden 20 gün geçmesine rağmen, elimizde olanlar bir yayın yasağı, bir gizlilik kararı ve henüz hiç kimsenin suçlanmamış oluşu"

 

 

 

-İŞKENCECİLER CEZALANDIRILMALI-

 

Yayın yasağından sonra durumu endişeyle takip ettiklerini ifade eden Tanay, "İşkenceye sıfır tolerans temasıyla yapılan bu toplantıda, sıfırdan değil 1’den haberliyiz. Engin’den haberliyiz ve bunu burada can kulağıyla dinlemeye geldik. Adalet istiyoruz. Engin’i işkencede katledenler, ona 10 gün boyunca kesintisiz işkence yapanlar mutlaka cezalandırılmalıdır" diye konuştu. Burada toplantıya katılacak hükümet üyeleri ve yetkililerin Türkiye’de işkence ve kötü muamelenin ortadan kalkmasını taahhüt edecek şeyler söylemelerini beklediklerini belirten Tanay, bu nedenle toplantıyı takip etme kararı verdiklerini, soruşturmanın kötü ilerlediğini, kamuoyunun baskısının giderilmeye çalışıldığını öne sürdü.

 

-TELEFONLA ÖZÜR YETMİYOR-

 

Engin Çeber’in babası Ali Çeber, "Sayın Adalet Bakanı’nın bana telefon edip özür dilemesi yetmiyor. Suç işleyenlerin, benim oğlumu katledenlerin muhakkak cezalandırılmasını istiyorum" dedi. Bir gazetecinin "Bugün toplantıda ne söyleyeceksiniz?" sorusu üzerine Çeber, "Toplantıda söz hakkı verip vermeyecekleri belli değil. Davet edilmedik. Oğlumun katillerinin bulunmasını, adaletin yerini bulmasını istiyorum. Demokrasiyle yönetilen bir ülkedeyiz. ’Hukuk devleti’ deniyor. Nerede?" yanıtını verdi. Adalet Bakanı Şahin’in sözlerinin yeterli olup olmadığı yönündeki bir soruya ise Çeber, yeterli olmadığı karşılığını verdi. Çeber, "Adalet Bakanı kadar suçlu olan bir de İçişleri Bakanı var. İçişleri Bakanı’nın herhangi bir şeyi yok" dedi. (aa)

 

İŞKENCE İNSANLIK AYIBIDIR...SUSMAYIN!

Gönderi tarihi:

ALPER ERDİK

 

Bugüne dek ne bir ülkücü gözaltında kaybedildi ne de bir İslamcı dergi satarken kurşunlandı. Bu işler hep devrimci, muhalif insanların başına geldi

 

Yürüyüş dergisi satan 19 yaşındaki Ferhat Gerçek’i vuran ve felç olmasına sebep olan polisin bir yıl sonra bile hâlâ tutuklanmamasını 28 Eylül’de protesto edenlerden Engin Çeber’in “emniyet mensupları, jandarma ve gardiyanların” işkenceleri sonucu yaşamını yitirmesinin ardından, “olayın medyada fazlaca yer alması üzerine”, Çeber’le birlikte tutuklanan üç kişi serbest bırakıldı. Engin Çeber gibi işkence görenlerden Özgür Karakaya, polislerle ilgili şunları söyledi: “(Karakolda) Engin ile kelepçelediler. 10-12 polis tekme tokat vurdu. Bir memur copu göstererek ‘kı... sokacağım’ dedi. Bir polis enseme oturdu. Yere yatırdı. Aysu Bakkal bayılınca ara verdiler.” İşkenceci polislerden biri de, “Çeber ve Karakaya’nın ‘İnsanlık onuru işkenceyi yenecek’ diye slogan atarak direndiklerini, bunun üzerine ‘kademeli ve orantılı’ güç kullandıklarını” söyledi. Elleri kelepçeli insanlara “kademeli ve orantılı” güç nasıl kullanılır acaba? Gerçekten çok “ilginç”. Ki zaten “ilginç” olduğu için Çeber hayatını kaybetti.

 

İyi ama çok soyut

Ferhan Şensoy’un kulakları çınlasın, Mehmet Ali Şahin “devleti ve hükümeti” adına Engin Çeber’in yakınlarından özür diledi. Bu Mehmet Ali Şahin ki, Almanya’da görülen Deniz Feneri e.v. davasının ardından Alman yargısının, asıl suçluların Türkiye’de olduğunu söylemesine rağmen, “Bana ne Deniz Feneri’nden?” diyen adalet bakanıdır. Hal böyleyken, bu özür bir ifade ediyor mu sizce? Bence etmiyor, zaten de etmemeli. Bu bir “önyargı” olarak görülmesin. Zira bunun böyle olmadığı, AKP’nin iktidar olduğu dönemde, konuyla ilgili verilere gözatınca anlaşılacaktır. 16 Ekim tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanan bilgilere göre, Türkiye’de gözaltında veya cezaevinde, 2003’te 22, 2004’te 38, 2005’te 16, 2006’da 11, 2007’de 10, 2008’de 29 kişi ölmüş. Adalet Bakanı’nın özrü, ne Engin Çeber’i ve daha önce işkence sonucu yaşamını yitirenleri geri getirir ne de bunların tekrarlanmayacağına dair bir işaret teşkil eder. Bu yüzden bu özür fazlasıyla soyuttur.

Engin Çeber’in ölümüne dair yazanlardan Can Dündar, “Reform süreciyle bir süre sopasını gizleyen sistematik işkence, sürecin kesilmesiyle sopabaşı yapıyor” şeklinde bir yorumda bulundu. Bu reform süreci denen şey, sol liberallerin de AKP’yi desteklerkenki en büyük dayanağıdır. Oysa hem bu söylemin gerçeklikten uzak olduğu hem de “dertlere derman” olacak şeyin AB olmadığı, yukarıdaki sayılarla dahi anlaşılacaktır. Buna ek olarak, Sungur Savran’ın 15 Haziran’da Radikal İki’de, Baskın Oran’a cevaben yaptığı, “İşçi hareketinin ‘kölelik yasası’ olarak andığı” İş Kanunu bu dönemde geçti. Erdoğan bu dönemde “Kürt sorunu yoktur” dedi. ABD Irak Savaşı’nda kullandığı yakıtının yüzde 70’ini bu dönemde İncirlik’ten temin etmeye başladı. Gerçekten “çok iyi bir performans!” hatırlatmalarını da gözönünde bulundurursak, sanırım bu konu daha da netleşecektir.

Adalet Bakanı’nın özür “jest”ini değerlendirdikten ve yukarıdaki tespitleri yaptıktan sonra söyleyebileceğimiz şey şudur: “Bu ülkede işkenceler, yargısız infazlar, faili meçhul cinayetler, suikastler; kişiler ve dönemlere göre, niceliksel anlamda değişiklik arz etse de, nitelik açısından hiçbir fark teşkil etmiyor” Şöyle ki, bugüne dek bir ülkücü asla gözaltında kaybedilmedi. Hiçbir İslamcı genç, dinci bir dergiyi satarken kurşunlanmadı. Bu işler her zaman devrimci, sosyalist, muhalif insanların başına geldi. Ve bu olaylar o kadar çok yaşandı ki, birisi devlet adına tüm bu kişilerin yakınlarından özür dilemekle görevlendirilse onun dili damağı kurur, gücü tükenir, tez zamanda istifa eder. Zaten yukarıda söylediğim gibi, bu özürler hiçbir anlam da ifade etmez. İşte bu yüzden de isteğimiz, devletin pardon demesi değil, pardon diyeceği şeyleri yapmamasıdır. Yazıyı, belki de en başta söylenmesi gereken şeyi, işkencenin nedenini, bu ayki Tavır dergisindeki bir yazının başındaki Karl Marx alıntısıyla özetleyerek bitirmek istiyorum: “Burjuva düzeninin uygarlık ve adaleti, bu düzenin köleleri ne zaman efendilerine karşı başkaldırsa, kendi korkunç yüzlerini açıkça gösterirler. O zaman bu uygarlık ve adalet, maskesiz yabanıllık ve yasasız öç alma olarak ereklerini açığa vurur.”

 

RADİKAL GENÇ...

 

Kelimesi kelimesini de katılmasamda güzel bir yazı...lütfen okuyun!

Gönderi tarihi:

Gözaltında dayak, sokakta linç..

 

demirayoral.jpg

 

Demiray Oral

 

Kimi zaman yazmak ne kadar zor ve saçma.

 

 

Birkaç kere başlayıp sonra hepsini sildim yazdıklarımın.

 

 

Bilgisayarın başında oturup, uzun uzun dışarıyı seyrettim.

 

 

Ne söylersem söyleyeyim kelimelerin kifayetsiz kalacağını düşünerek.

 

 

Ancak mutlaka anlatmam lazım duyduklarımı, bilmeniz lazım yaratılan nefret ikliminin sonuçlarını.

 

 

Öfkeli ve utanç içindeyim (Sonuna “yine” eklemeliyim bir de).

 

 

Çünkü karakollarda, cezaevlerinde gençler öldürülüyor. Yine.

 

 

Ve “ölmesinler” demek artık sorgusuz sualsiz vatan hainliğine giriyor haberiniz ola.

 

 

İnanmıyorsanız, size anlatacağım İstanbul’un göbeğinde yaşanmış, taze bir linç girişimi hikâyesini dinleyin.

 

 

Çok eski bir arkadaşımın başına gelenleri...

 

 

 

 

XXX

 

Arkadaşım ve eşi, 16 yaşındaki kızlarını da alıp evlilik yıldönümü kutlaması için müdavimi oldukları Boğaz’daki meyhaneye giderler.

 

 

Pazar gecesi olduğu için mekânda sadece üç dört masa doludur.

 

 

Hepsi “çağdaş” görünümlü, genç kadın ve erkekler.

 

 

Yenilip içilir, saatler ilerler ve her zamanki gibi bir müzisyen gitar çalıp şarkı söyler.

 

 

Bir süre sonra müzisyen tanıdığı ve güzel şiir okuduğunu bildiği arkadaşımı yanına çağırır.

 

 

O da eşine evlilik yıldönümü hediyesi olarak Cemal Süreya’nın bir şiirini okur gitar eşliğinde.

 

 

Şiir, “Ne zaman hürlüğün barışın sevginin aşkına / Bir cigara atmışsak denize / Sabaha kadar yandı durdu” dizeleriyle biter.

 

 

Arkadaşım, şiirin sonunda da canını birkaç gündür acıtan bir mevzuyla ilgili iki satır konuşur.

 

 

Engin Ceber adlı gencin önce karakol ardından cezaevinde işkence görmesi sonucunda ölmesinden sözeder.

 

 

Mikrofondan “Bu son olsun, gençler artık gözaltında da savaşlarda da ölmesin” der.

 

 

Hepsi bu kadar.

 

 

Masasına dönüp, eşi ve kızının arasına oturur.

 

 

Ancak yanlarındaki kalabalık masadan önce laf atmalar, ardından hakaretler edilmeye başlar.

 

 

Üstelik tacizci grup öyle mahallenin milliyetçi bıçkın delikanlıları filan değil, son derece “çağdaş” görüntüdeki tiplerdir.

 

 

Tatsızlık çıkmaması için susar arkadaşım.

 

 

Bunun üzerine 30 yaşlarındaki bir kadın ayağa kalkıp, “Burası Türkiye, sen her gün askerimizi öldüren teröristleri anamazsın burada” diye başlayıp galiz küfürler eder.

 

 

Ardından masadaki diğer erkek ve kadınlar da ayağa kalkıp (hepsi acayip çağdaş görünümlüdür) aynı minvalde saydırmaya başlarlar.

 

 

Eşi ve kızının yanında gururu kırılan arkadaşım kalkmak için hemen hesabı ister.

 

 

İşte o sırada önce kendisine, ardından araya girmeye çabalayan eşine karşı tam bir saldırı başlar.

 

 

Garsonlar ayırana kadar, kalabalık gruptan dakikalarca tekme-tokat dayak yerler, kızlarının gözü önünde.

 

 

Diğer masalarda oturanlar ise kıllarını bile kıpırdatmadan olayı seyrederler.

 

 

 

 

XXX

 

Kavga ayrıldığında arkadaşım hemen polis çağrılmasını ister.

 

 

O sırada eskiden beri tanıdığı bir garson “Abi emin misin polis istediğinden” diye sorar.

 

 

Ağzı burnu kan içindeki arkadaşım “Ne demek emin misin yahu” diye tepki gösterince garson kulağına eğilip “Abi bu bölge İstinye Karakolu’na bağlı” der.

 

 

Bizimki duruma o zaman uyanır.

 

 

Engin Ceber’in dayak yediği yerin o karakol olduğunu okumuştur gazetede.

 

 

Hadi bakalım, yiyorsa çağır polisi, şikayetçi ol!

 

 

Şöyle mi diyeceksin: “Şey memur bey, ben sizin gözaltında iki gün boyunca dayak attığınız doktor raporuyla belgelenen Engin Ceber adlı gencin ölümünü şey etmiştim ama arkadaşlar yanlış anladı galiba. Vallahi billahi kimseden şikâyetçi değilim. Arkadaşlar elleri dert görmesin zaten bizi eşek sudan gelene kadar dövdü, lütfen siz yorulmayın...”

 

 

 

 

XXX

 

Arkadaşım, olayın ertesi günü hâlâ İstanbul’un göbeğinde karşısına çıkan bu linç kültürünün şokunu yaşıyordu.

 

 

Ailesinin başına geleceklerden korktuğu için hiçbir şey yapamamanın ezikliği ise ayrı koyuyordu.

 

 

“Yaşadığım ülkeden utanıyorum” dedi.

 

 

Ama hepsinden çok, kızının sorularına cevap verememek kahrediyordu onu.

 

 

Bana, “Sence nasıl açıklamalıyım kızıma” diye sordu.

 

 

Hiçbir şey diyemedim o anda.

 

 

Şimdi düşününce, galiba yapılacak şey özür dilemek.

 

 

Bu ülkeyi yönetenler adına utanıp, tüm çocuklardan özür dilemek.

 

 

Onlara böyle bir ülke bırakacağımız için...

 

Demiray Oral - 14.10.2008 - Taraf

Gönderi tarihi:

Engin Çeber soruşturmasında 6 tutuklama

 

Engin Çeber’in Metris cezaevinde işkence ile ölmesiyle ilgili açılan soruşturma kapsamında 6 infaz koruma memuru tutuklandı

 

Bulut MÜLHİM - Ramazan EĞRİ

 

İSTANBUL'da polis merkezi ve cezaevinde gördüğü işkence sonucu hayatını kaybettiği belirtilen Engin Çeber’in ölümüyle ilgili açılan soruşturma kapsamında ihmali bulunduğu gerekçesiyle 6 infaz koruma memuru tutuklandı.

İstinye Muhsin Bodur Polis Merkezi ve ardından konulduğu Metris Cezaevi’nde hayatını kaybeden Engin Çeber’in işkence gördüğü iddiaları ile ilgili soruşturmayı yürüten savcı Cevdet Doğan’ın talimatıyla, 6 infaz koruma memuru bugün saat 16.00 sıralarında Bakırköy Adliyesi’ne ifade vermeye geldi. Nöbetçi mahkemede ifadeleri alınan Metris Cezaevi'nde görevli infaz koruma müdürü 38 yaşındaki Fuat K., ‘Görevi ihmalden ölüme sebebiyet verme’ suçundan, diğer infaz koruma memurları 52 yaşındaki Selahattin A., 46 yaşındaki Yavuz U., 46 yaşındaki Murat C., 37 yaşındaki Sami E. ve 43 yaşındaki Nihat K. ‘Ölüme sebebiyet verecek şekilde kasten yaralama’ ve ‘Yaralanmaya sebebiyet verecek şekilde kişiye eziyet etme’ suçlarından tutuklanarak Paşakapısı Cezaevi'ne gönderildi.

Soruşturma kapsamında Engin Çeber ile gözaltına alınan 3 arkadaşının 24 Ekim 2008 tarihinde Bakırköy Adliyesi’nde 97 polis memuruyla yüzleştirilmesine raporlu oldukları için katılamayan 5 polis memuru daha adliye geldi. Çeber’in üç arkadaşıyla savcının odasında yüzleştirilen polis memurları teşhis edilemedi.

Tekstil işçisi Engin Çeber, 29 Eylül günü Sarıyer’de Yürüyüş Dergisi dağıtırken polise mukavemet ettiği gerekçesiyle tutuklanmıştı. Engin Çeber, Metris Cezaevi’ne konulduktan sonra koma halinde 6 Ekim’de Şişli Etfal Hastanesi’ne kaldırılmıştı. Yoğun bakıma alınan Çeber, 4 gün sonra hayatını kaybetmişti.(dha)

Gönderi tarihi:
Engin Çeber soruşturmasında 6 tutuklama

 

Engin Çeber’in Metris cezaevinde işkence ile ölmesiyle ilgili açılan soruşturma kapsamında 6 infaz koruma memuru tutuklandı

 

Bulut MÜLHİM - Ramazan EĞRİ

 

İSTANBUL'da polis merkezi ve cezaevinde gördüğü işkence sonucu hayatını kaybettiği belirtilen Engin Çeber’in ölümüyle ilgili açılan soruşturma kapsamında ihmali bulunduğu gerekçesiyle 6 infaz koruma memuru tutuklandı.

İstinye Muhsin Bodur Polis Merkezi ve ardından konulduğu Metris Cezaevi’nde hayatını kaybeden Engin Çeber’in işkence gördüğü iddiaları ile ilgili soruşturmayı yürüten savcı Cevdet Doğan’ın talimatıyla, 6 infaz koruma memuru bugün saat 16.00 sıralarında Bakırköy Adliyesi’ne ifade vermeye geldi. Nöbetçi mahkemede ifadeleri alınan Metris Cezaevi'nde görevli infaz koruma müdürü 38 yaşındaki Fuat K., ‘Görevi ihmalden ölüme sebebiyet verme’ suçundan, diğer infaz koruma memurları 52 yaşındaki Selahattin A., 46 yaşındaki Yavuz U., 46 yaşındaki Murat C., 37 yaşındaki Sami E. ve 43 yaşındaki Nihat K. ‘Ölüme sebebiyet verecek şekilde kasten yaralama’ ve ‘Yaralanmaya sebebiyet verecek şekilde kişiye eziyet etme’ suçlarından tutuklanarak Paşakapısı Cezaevi'ne gönderildi.

Soruşturma kapsamında Engin Çeber ile gözaltına alınan 3 arkadaşının 24 Ekim 2008 tarihinde Bakırköy Adliyesi’nde 97 polis memuruyla yüzleştirilmesine raporlu oldukları için katılamayan 5 polis memuru daha adliye geldi. Çeber’in üç arkadaşıyla savcının odasında yüzleştirilen polis memurları teşhis edilemedi.

Tekstil işçisi Engin Çeber, 29 Eylül günü Sarıyer’de Yürüyüş Dergisi dağıtırken polise mukavemet ettiği gerekçesiyle tutuklanmıştı. Engin Çeber, Metris Cezaevi’ne konulduktan sonra koma halinde 6 Ekim’de Şişli Etfal Hastanesi’ne kaldırılmıştı. Yoğun bakıma alınan Çeber, 4 gün sonra hayatını kaybetmişti.(dha)

Bizler ülkemizde yasanan ve uygulanan iskenceyi sadece bazi görevlilerin yanlis tutumu olarak algilarsak bir yere varamayiz. Bu kadar iskencede ölen güya sözde demokratik ülke olan Türkiye'nin disinda baska bir demokratik ülke gösterinki orada da aynen bizde oldugu gibi tutuklular iskencede öldürülsün ve orada da genel yargi iskencecilerin basit birer görevli ayibi diye algilansin. Malesef ülkemizde devlet yerlerine bile güvenemiyorsun artik. Ama yanlis bilmiyorsam en azindan bu defa devlet büyükleri, yani bakan, iskenceyi kabul etti ve iskencecilerin yargilanmasini istedi. Eskiden tüm iskenceciler korunurdu. Evet demokratik ve özgür bir ülkede yasiyoruz, ama bu demokrasi ve özgürlük genelde iskenceciler icin galiba. Polis sadece gösteri yapiyor diye tutuklayabiliyor, bunun örnegi sadece Türkiye gibi demokratik bir ülkede olur, ama o tutukladigi insanin can güvenligini saglayamiyor. Diger taraftan ise polisler Hrant Dink'in katili ile Türk bayragi önünde poz vererek hatira fotografi cekebiliyorlar, cünki o katil degil vatankurtaran sayiliyor. Engin Ceber devrimci ve ilerici oldugu icin olsa olsa Ermeni dostu olur, Kürt hayrani olur, vatanhaini olur ve öldürülmesi yerindedir gibi mantik yürütülüyor.

Gönderi tarihi:
Bizler ülkemizde yasanan ve uygulanan iskenceyi sadece bazi görevlilerin yanlis tutumu olarak algilarsak bir yere varamayiz. Bu kadar iskencede ölen güya sözde demokratik ülke olan Türkiye'nin disinda baska bir demokratik ülke gösterinki orada da aynen bizde oldugu gibi tutuklular iskencede öldürülsün ve orada da genel yargi iskencecilerin basit birer görevli ayibi diye algilansin. Malesef ülkemizde devlet yerlerine bile güvenemiyorsun artik. Ama yanlis bilmiyorsam en azindan bu defa devlet büyükleri, yani bakan, iskenceyi kabul etti ve iskencecilerin yargilanmasini istedi. Eskiden tüm iskenceciler korunurdu. Evet demokratik ve özgür bir ülkede yasiyoruz, ama bu demokrasi ve özgürlük genelde iskenceciler icin galiba. Polis sadece gösteri yapiyor diye tutuklayabiliyor, bunun örnegi sadece Türkiye gibi demokratik bir ülkede olur, ama o tutukladigi insanin can güvenligini saglayamiyor. Diger taraftan ise polisler Hrant Dink'in katili ile Türk bayragi önünde poz vererek hatira fotografi cekebiliyorlar, cünki o katil degil vatankurtaran sayiliyor. Engin Ceber devrimci ve ilerici oldugu icin olsa olsa Ermeni dostu olur, Kürt hayrani olur, vatanhaini olur ve öldürülmesi yerindedir gibi mantik yürütülüyor.

 

Evet değerli arkadaşım,bizde işkence sistematik...üstelik yanlış bir zihniyettin gelenekselleşen ürünü...haklısınız!

 

Nedense...

 

A yada B partisi için rantlaşan bizler, işkenceye ısrarla kulaklarımızı tıkıyoruz.

Gönderi tarihi:

sokakta yasal bir dergiyi satan 17 yaşındaki Ferhat Gerçek polis tarafından sırtından vuruldu ve felç oldu. Ferhat Gerçek'in vurulmasını, vuranların cezalandırılmamasını protesto eden gençlerden Engin Çeber, gözaltına altına alındı. Karakolda işkence gördü. Cezaevinde işkence gördü ve öldü.

 

Metris cezaevinde işkence yapan gardiyanlar tutuklanırken, istinye karakolunda yapılan işkenceyle ilgili tutuklama olmadı.

 

İşkenceci gardiyanlara açılan davada isnat edilen suçlar zaten işkenceyle mücadeleden ne kadar uzak olunduğunu gösteren isnatlardır

 

"Ölüme sebebiyet verecek şekilde kasten yaralama"

 

"Yaralanmaya sebebiyet verecek şekilde kişiye eziyet etme"

 

bir insanı işkence yaparak öldürmek, cinayettir. Oysa bakıyoruzki yine kıytırık isnatlar.

 

Yine görüyoruzki başbakanın "isyan" etmesi için. mağdurların türbanlı olması gerekiyor. AKP'nin demokratlığı bu kadardır. Hırsızlığı mahkeme kararlarıyla aşikar olanları "mağdur" diye cansiperane savunup. İşkencede öldürülen bir gencin adını dahi ağzına almayan bir demokrat başbakan.

Gönderi tarihi:

Selamlar...

 

Bazı şeylerin karıştığı kanaatindeyim.

 

İşkence;

 

TCK_İŞKENCE

 

Madde 94 - (1) Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi...

 

Bu maddede işkence kısmen tanımlanmıştır.

 

“Sanıkların cinayeti işlemek suçuyla gözaltına alınan mağdurlara, suçlarını söyletmek için ‘darp, aç, susuz bırakma, hayalarını sıkma, hakaret ve küfür etme, soyma, ayakta tutmak’ biçiminde zalimâne, haysiyet kırıcı ve gayr-ı insanî muamelelerde bulunduklarının sabit olduğu ve mahkemece de suç bu şekilde nitelendirildiği halde, iş ve güçten kalma süresinin azlığı gerekçe gösterilerek dairemizin sürdürülen uygulaması ile de çelişir biçimde TCK nun 243/1. madde ve fıkrası yerine aynı yasanın 245 maddesine aykırılıktan hüküm kurulması, bozmayı gerektirmiştir.” (Y 8. CD 30.09.1998 tarih ve 10513/12029 sayılı kararı). Bu kararda suçun niteliğine etki eden suçun mağdurlarının, karakola sanık olarak getirilmesidir. Zira TCK md. 243 kapsamına giren suçun mağdurlarının başında sanıklar gelmektedir. Bunlara yapılan, anılan türden işlemler işkence suçunu oluşturmaktadır.

 

Uygulamada işkence olarak genelde kişiye suçunu söyletmek için yapılan fiili ve psikolojik (fiilide dahi zor karar verilebilirken psikolojik baskılar konusunda iş daha da çığırından çıkmaktadır) baskılar işkence kapsamında telakki ediliyor; buna karşılık mağduru öylesine dövmek işkence olarak telakki edilmiyor. Buruda bir suç delilini bulmak için başvurulan yol veya bir suçun ikrarı çabası için yapılan hareketler işkence olarak değerlendiriliyor. Ancak; bu doğru bir yaklaşım tarzı değildir. Nihayetinde Yeni TCK'da bu suç için "Özel Kast" tanımlanmamıştır.

 

Eski TCK-Madde 243 - (Değişik: 5/1/1961 - 235/2 md.)

(Değişik birinci fıkra: 26/8/1999-4449/1 md.) Bir kimseye cürümlerini söyletmek, mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimserin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikayet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikayet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden

 

Hala; bu eski TCK'nın etkilerinin devam ettiğini görüyoruz. Artık; Yeni Türk Ceza Kanunu; mağdura karşı gerçekleştirilen bireysel hadiseleri dahi, bırakın sistematik bir ezayı, işkence kapsamına almıştır.

 

Yine Yeni Türk Ceza Kanununun işkenceyi düzenleyen maddesinde NETİCESİ SEBEBİYLE AĞIRLAŞMIŞ İŞKENCE/Kasten yaralama değil saçmalamanın anlamı yok başlıklı kısmında (4) İşkence sonucunda ölüm meydana gelmişse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.

 

diyerek işkencenin önünü kesmek istemiştir. Akıl karışıklığını gidermek babında söyledik. Pekiyi; haberlerde belirtilen ve işkenceden tutuklanan kişiler nasıl olur da neticesi nedeniyle kasten yaralamadan sorumlu tutulabilirler. Burada bir karışıklık var. Bugün baktığım bazı yayın organları işkenceden dolayı tutuklanıldığını belirtiyor. İşkenceden dolayı tutuklama varsa kasten yaralama suçu oluşmaz. Oluşur da oluşmaz yani oradaki suç artık başka vasıflı bir suçtur kasten yaralama değil. Dolayısıyla ya gazeteciler ve basın yanlış aktardı veya ortada amma garip bir durum var.

 

İkinci mesele polisler niye tutuklanmadı meselesi; Bu bir ispat sorunudur. Yüzleştirilenler tanıyamamışlar. Kaldı ki; büyük ihtimal Engin Çeber polis merkezine getirildiğinde ona işkence etmeyen yoktur ve polisler birbirini korurlar. Hepsi hiçbir şey görmemiştirler. Zaten polis bu tipleri sevmez. Bu tipleri derken beni yanlış anlamayın sadece polisin tip anlayışı açısından olaya yaklaşıyorum. Eee, işkence yapılmış ama kim yapmış. Siz savcısınız diyelim bunun cevabını nasıl bulursunuz. Mağdurlardan hareketle. Mağdurlar gerekli bilgiyi veremiyor zira bir öldü diğerleri de yüzleştirmede başarısız oldular. Tanıklardan hareketle; tanıklar da her ne kadar ayrı bir suç olsa da bildiklerini gizlemek bu konuda üç maymunu oynuyorlar. Ne kaldı geriye; Geriye aslında Çobanın gönlü olsa tekeden teleme çalar meselesine geliriz.

 

Savcı isterse o, olayın failleri çıkar ortaya da; Savcı ister mi? İnanın Engin Çeber'i bir de savcı döverdi dersem yeridir. Başbakan bu konuda konuşmalı mıdır? Her konuda konuşuyor bu konuda da konuşsa iyi olur...Neyse konuşmanın da benim nezdimde bir önemi yok; önemli olan icraat...Yoksa yürekleri olanlar daha çok özür dilerler, olmayanlar da yok öyle birşey demeye devam ederler. Ondan sonra da ilgili yerlere rötuş çekmeye devam ederler...

 

Bir de şu başlıkta soy ismi birileri düzeltirse memnun olacağım...

 

 

-http://www.amnesty.org.tr/yeni/index.php?option=com_content&view=article&id=204-

Gönderi tarihi:

 

 

Devletin çatısı altında, devlet görevlisi olmanın gücüne dayanarak Engin Çeber’i dövenler, işkence değil, ‘sert dayak atmak’tan tutuklandı

 

Engin Çeber’in önce poliste sonra cezaevinde dövülerek öldürülmesine ilişkin olarak biri cezaevi müdür yardımcısı beşi gardiyan altı kişi tutuklandı. Çeber’in avukatıysa uyardı: “Tutuklamalar TCK’da işkence suçunu düzenleyen maddeden değil, kasten adam yaralama ve bu şekilde ölüme sebebiyet vermeden yapıldı.”

Yani, ‘dava daha ilk adımda, işkence davası olmaktan çıktı.’

Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin 14 Ekim günü kameraların önüne çıkıp Çeber’in ölümüyle ilgili olarak ‘hükümeti adına’ özür diledi. Özür ve ardından gelen soruşturmalar, devletin, devlet çatısı altında ve devlet görevlisi olmanın gücüne dayanarak uygulanan şiddetle yüzleşmesi konusunda umut doğurdu.

Ama bu özürden sadece 21 gün sonra gelen ilk tutuklamalar, daha doğrusu tutuklama nedenleri ‘yüzleşmenin derinliği’ konusunda şüphe yarattı.

 

Sanki sokakta adam dövüldü

Çeber’in öldürülmesiyle ilgili yürütülen soruşturmada, Metris Cezaevi’nin o günkü sorumlu müdürü Fuat Karaosmanoğlu, gardiyan Yavuz Uzun ve Murat Cise ‘kasten yaralamak suretiyle öldürmeye sebebiyet vermek’; Selahattin Apaydın, ‘kasten yaralamak suretiyle adam öldürmek’; Sami Ergazi ve Nihat Kızılkaya ise ‘kasten yaralamaya yardım etmek’ suçlarından tutuklanarak Paşakapısı Cezaevi’ne gönderildi.

Çeber Ailesi’nin avukatı Taylan Tanay’a göre tutuklular hakkında, ‘işkence’ suçunu düzenleyen TCK’nin 94. maddesinden işlem yapılması gerekiyordu, yapılmadı. Eğer yapılsaydı, yani sanıklar TCK 94’ten (işkence) tutuklansaydı, haklarında üç-12 yıl arasında hapis istenecek; olay Çeber’in ölümüyle sonuçlandığından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası öngörülecek ve sanıkların ağır ceza mahkemesinde yargılanmaları gerekecekti.

Ama böyle yapılmadı. Avukat Tanay’ın yorumuna göre şu durumda, gardiyan Apaydın için sekiz-12 yıl, diğer beş sanık için ise iki-beş yıl hapis cezası istemiyle dava açılabilir. İki-beş yıl hapis istemiyle yargılanan sanıklar, ‘suçlu bulunsalar bile’ eğer alt sınırdan ceza alırlarsa, iki yıllık cezaları da ertelenebilir.

 

İşkence dediğin karakolda olur!

Çeber ailesinin avukatı Tanay’a göre tutuklama kararıyla ‘İşkence yok’ hükmü peşinen verildi: “Savcılar işkence olmadığına kanaat getirmişler. Tartıştık. Bana ‘İşkence ancak karakolda yapılır’ dediler. Hapishanede yapılırsa değil mi? Bu sadece polisin işlediği bir suç değildir. Maddeye bakıldığında, bu işkence maddesi değil. Zamanaşımı, ertelemesi ve ceza miktarı açısından farklılıkları var. Hukuk bilgisinin zayıflığı mı desem, zamanaşımından kurtarmak mı...”

 

Cezaevi halleri

Başgardiyan Yılmaz Aydoğdu, Engin Çeber’le B-8 koğuşunda kalan dört adli tutuklu, birlikte tutuklandığı ve geçici koğuşta üç gün geçirdiği Cihan Gün ve Özgür Karakaya’nın ‘ifadelerine göre’, tutuklanma eylemleri şöyle:

Selahattin Apaydın: İddiaya göre 7 Ekim’de B-8 koğuşuna girip iki gardiyanla birlikte Çeber’i dövdü. İki-2.5 dakika süren dayak sırasında Çeber’in ensesine vurdu, boğazından tutup darp etti. Çeber’i suratından tutarak kafasını duvara vururken gördü.

Nihat Kızılkaya: İddiaya göre 7 Ekim’de B-8 koğuşunda iki gardiyanla birlikte Çeber’i dövdü; o avucunun içiyle yüzüne vuruyordu. 30 Eylül ve 1 Ekim’de geçici koğuşta Çeber’in sırtına vurdu.

Sami Ergazi: İddiaya göre 7 Ekim’de Çeber’in kafasına vurdu. Çeber’e bir kaç kez yerde vurduktan sonra sürükleyerek koğuş bahçesine çıkardı. Diğer gardiyanların müdahalesi sırasında Çeber’e bir de tekme salladı.

Yavuz Uzun: İddiaya göre 1 Ekim’de Çeber henüz geçici koğuştayken, Çeber’e yumrukla vurdu. Çeber ve arkadaşlarını su doldurduğu maşrapayla beş-altı kez ıslatarak tahta sopayla ‘20 dakika’ boyunca vurdu.

Murat Çise: İddiaya göre 30 Eylül tarihinde geçici koğuşta kapı açma demiriyle Engin Çeber’in kafasına ve beline, bir başka tutuklunun da sol bacağına vurdu.

 

İşkenceyle yüzleşme ilk adımda kayaya çarptı(İsmail Saymaz...Radikal)

 

 

Gönderi tarihi:
diyerek işkencenin önünü kesmek istemiştir. Akıl karışıklığını gidermek babında söyledik. Pekiyi; haberlerde belirtilen ve işkenceden tutuklanan kişiler nasıl olur da neticesi nedeniyle kasten yaralamadan sorumlu tutulabilirler. Burada bir karışıklık var. Bugün baktığım bazı yayın organları işkenceden dolayı tutuklanıldığını belirtiyor. İşkenceden dolayı tutuklama varsa kasten yaralama suçu oluşmaz. Oluşur da oluşmaz yani oradaki suç artık başka vasıflı bir suçtur kasten yaralama değil. Dolayısıyla ya gazeteciler ve basın yanlış aktardı veya ortada amma garip bir durum var.

 

Ne gazeteciler yanlış aktarıyor dostum. ne de ortada kafa karışıklığı var. işkenceciler korunuyor. evet kendilerine isnat edilen suçlar tam olarak bunlar.

 

"Ölüme sebebiyet verecek şekilde kasten yaralama"

 

"Yaralanmaya sebebiyet verecek şekilde kişiye eziyet etme"

 

tek tek sanıkların hiçbirinede işkence ile adam öldürme isnadı getirilmemiş.

 

bahçede dövmek, ıslatıp dövmek gibi kıytırık ithamlar.

 

Bak Çeber ailesinin avukatı Taylan Tanay güzelce açıklamış durumu hukuki olarak.

 

İkinci mesele polisler niye tutuklanmadı meselesi; Bu bir ispat sorunudur. Yüzleştirilenler tanıyamamışlar. Kaldı ki; büyük ihtimal Engin Çeber polis merkezine getirildiğinde ona işkence etmeyen yoktur ve polisler birbirini korurlar. Hepsi hiçbir şey görmemiştirler. Zaten polis bu tipleri sevmez. Bu tipleri derken beni yanlış anlamayın sadece polisin tip anlayışı açısından olaya yaklaşıyorum. Eee, işkence yapılmış ama kim yapmış. Siz savcısınız diyelim bunun cevabını nasıl bulursunuz. Mağdurlardan hareketle. Mağdurlar gerekli bilgiyi veremiyor zira bir öldü diğerleri de yüzleştirmede başarısız oldular. Tanıklardan hareketle; tanıklar da her ne kadar ayrı bir suç olsa da bildiklerini gizlemek bu konuda üç maymunu oynuyorlar. Ne kaldı geriye; Geriye aslında Çobanın gönlü olsa tekeden teleme çalar meselesine geliriz.

 

bu ispat sorunuda değil. peki tek başına engin çeber gözaltına alınsaydı ve karakolda ölseydi ne olacaktı. ölü olduğu için Engin Çeber tanıklık yapamayacağına göre dava dahi açılmayacak mıydı ? İşkenceye karşı net bir irade olsaydı. O gün karakolda görevli olan polislerin tümü uzman sorgu teknikleriyle sorgulanır ve aralarından hangilerinin işkence yaptığı açığa çıkarılırdı. Yani birer devlet görevlisi olarak değil. normal bir cinayet davasını soruşturur gibi.

 

Savcı isterse o, olayın failleri çıkar ortaya da; Savcı ister mi? İnanın Engin Çeber'i bir de savcı döverdi dersem yeridir.

 

O zaten ayrı bir konu. Müdahele eden polislerin amirlerini aradıklarında "bırakın sattıkları dergi izinli ve yasal bir dergi" cevabı aldıkları halde, dergi satanlardan Ferhat Gerçek'i vurup sakat bırakan polislere 9 yıl isteyen savcı. Ferhat Gerçek'e 15 yıl istemiş.

 

Başbakan bu konuda konuşmalı mıdır? Her konuda konuşuyor bu konuda da konuşsa iyi olur...Neyse konuşmanın da benim nezdimde bir önemi yok; önemli olan icraat...Yoksa yürekleri olanlar daha çok özür dilerler, olmayanlar da yok öyle birşey demeye devam ederler. Ondan sonra da ilgili yerlere rötuş çekmeye devam ederler...

 

Her konuşmasında "demokrasi" dersi veren. Ne kadar "demokrat" olduğunu anlatan, ödül törenine türbanlı olarak alınmadığı için türbanlı bir gençkızın ailesini telefonla arayan, konuşmalarında bu duruma isyan eden bir başkanın. Devlet görevlilerin yaptığı işkence ile ölen bir gencin adını dahi anmaması önemlidir. Zira o kişinin demokrasi ve insan hakları anlayışını ortaya koyar. Bir ülkede demokrasi ve insan hakları herkes için değilde sadece kendinden olanlar için isteniyorsa ve layık görülüyorsa benim çokça bahsettiğim gibi bu demokratlık değildir.

Gönderi tarihi:

Polis insan haklarının teminatı olmak zorundadır.

 

Polis insan haklarının teminatı olmak zorundadır. Bu, hukuk devleti olmanın zorunlu bir sonucudur. Hukuk devleti ile insan hakları arasındaki bağlantı ancak yargı faaliyetinde polis faaliyetinin net bir biçimde ayrılması halinde mümkün olabilecektir.

 

Polisin faaliyeti aslında salt idari bir faaliyettir. Gerçekten, idarenin faaliyetleri içerisinde en önemli ve en temel faaliyet polis faaliyetidir. Bu, en genel anlamda, kişi güvenliğinden mülkiyetin korunmasına, halkın ahlakından beşeri toplulukların esenliğinin sağlanmasına kadar olan alanı kapsayan kamu düzeninin korunmasına ilişkin faaliyetlerdir.

 

Kamu düzeninin korunması, bir yerde polisin varlık nedenidir. Yatağımızda rahat uyuyabiliyorsak, bunun nedeni, kamu düzeninin korunmasıdır. Polisin suçları önleme görevi, idarenin düzenleyici işlemleriyle ya da kanunla sağlanabilir. Ancak, hukuk devletinde esas olan, polisin görevinin kanunla sağlanmasıdır. Bu, polis faaliyetinin kaynağının kanun olması demektir.

Gönderi tarihi:
Ne gazeteciler yanlış aktarıyor dostum. ne de ortada kafa karışıklığı var. işkenceciler korunuyor. evet kendilerine isnat edilen suçlar tam olarak bunlar.

 

"Ölüme sebebiyet verecek şekilde kasten yaralama"

 

"Yaralanmaya sebebiyet verecek şekilde kişiye eziyet etme"

 

tek tek sanıkların hiçbirinede işkence ile adam öldürme isnadı getirilmemiş.

 

bahçede dövmek, ıslatıp dövmek gibi kıytırık ithamlar.

 

Bak Çeber ailesinin avukatı Taylan Tanay güzelce açıklamış durumu hukuki olarak.

 

bu ispat sorunuda değil. peki tek başına engin çeber gözaltına alınsaydı ve karakolda ölseydi ne olacaktı. ölü olduğu için Engin Çeber tanıklık yapamayacağına göre dava dahi açılmayacak mıydı ? İşkenceye karşı net bir irade olsaydı. O gün karakolda görevli olan polislerin tümü uzman sorgu teknikleriyle sorgulanır ve aralarından hangilerinin işkence yaptığı açığa çıkarılırdı. Yani birer devlet görevlisi olarak değil. normal bir cinayet davasını soruşturur gibi.

 

O zaten ayrı bir konu. Müdahele eden polislerin amirlerini aradıklarında "bırakın sattıkları dergi izinli ve yasal bir dergi" cevabı aldıkları halde, dergi satanlardan Ferhat Gerçek'i vurup sakat bırakan polislere 9 yıl isteyen savcı. Ferhat Gerçek'e 15 yıl istemiş.

 

 

 

Her konuşmasında "demokrasi" dersi veren. Ne kadar "demokrat" olduğunu anlatan, ödül törenine türbanlı olarak alınmadığı için türbanlı bir gençkızın ailesini telefonla arayan, konuşmalarında bu duruma isyan eden bir başkanın. Devlet görevlilerin yaptığı işkence ile ölen bir gencin adını dahi anmaması önemlidir. Zira o kişinin demokrasi ve insan hakları anlayışını ortaya koyar. Bir ülkede demokrasi ve insan hakları herkes için değilde sadece kendinden olanlar için isteniyorsa ve layık görülüyorsa benim çokça bahsettiğim gibi bu demokratlık değildir.

 

 

CYRANO, dediklerinde kısmen haklısın.

 

Benim söylediğim akıl karışıklığı şudur. Bir haberin başlığını işkenceden dolayı tutuklandılar diye koyarsanız içerikteki tutuklama nedeninin de işkence olması gerekir. Neticesi nedeniyle ağırlaşmış kasten yaralama (eski adıyla müessir fiil) olmaz. Dolayısıyla burada bir akıl karışıklığı vardır.

 

Yani ki; gazeteciler yanlış aktarıyor. Gazetecilerin doğru aktaracağı haber şöyle olabilirdi. İşkenceciler alakasız şekilde kasten yaralama suçundan tutuklandı" . Başlık bu olabilirdi. İşkenceden dolayı tutuklandılar dediğinizde iş içinden çıkılmaz hal alır...

 

Ortaya çıkarma meselesine ben değinmiştim sen de değinmişsin. Ancak; ortaya çıkarmak istemedikleri yönünde ikimiz de bir fikre sahibiz. Mesele şu ki; polisler konusunda yüzleşmeden birşeyler çıksaydı savcının işi iyice zorlaşacaktı ancak şimdi eli hafifledi. İşi kolaylaştı yani Polisleri koruma babında eli hafifledi.

 

Başbakan'ın o meselede farklı bu meselede farklı tavır almasını ise kendine demokrat olmaktan ziyade iki konunun farklı vecheleri vardır diye geçiştirmek istemiyorum. Ama o konuda büyük bir yara var ve o yara sürekli gündeme bir şekilde getiriliyordu. O açıklamayı yapması şarttı. Arkanızdayım tavrıydı bu. Ancak; Engin Çeber vakıasında da çıkıp polislere arkanızda değilim demeliydi. Her ne ise; ulaşmam gereken bir yer sonra devam ederiz inşallah...

 

Saygılar...

Gönderi tarihi:
Başbakan'ın o meselede farklı bu meselede farklı tavır almasını ise kendine demokrat olmaktan ziyade iki konunun farklı vecheleri vardır diye geçiştirmek istemiyorum. Ama o konuda büyük bir yara var ve o yara sürekli gündeme bir şekilde getiriliyordu. O açıklamayı yapması şarttı. Arkanızdayım tavrıydı bu. Ancak; Engin Çeber vakıasında da çıkıp polislere arkanızda değilim demeliydi. Her ne ise; ulaşmam gereken bir yer sonra devam ederiz inşallah...

 

Saygılar...

 

Pardonda dostum. işkence konusundada büyük bir yara var. Ve bu yara türban sorunundan çok daha ağır bir yara. ve sürekli gündemde bir şekilde. Kıyas yaparsak bir gencin işkenceyle öldürülmesi, ile türbanlı olduğu için ödül törenine alınmaması da kıyaslanamaz . Birisi onur kırıcı, küçük düşürücü bir davranış uygulama iken. Öbürü ağır bir insanlık suçu, bir insanın vahşice öldürülmesidir.

 

İdarenin başındaki bir insan olarak. İdarenin personelinin işlediği insanlık suçunun mağdurunun adını bile ağzına almamak kendi taraftarlarına gelince iki lafın birinde "demokrasi" den dem vuran birisi için elbette demokratlık ölçütüdür.

Gönderi tarihi:

Dünyada hiçbir görüş yok olmaz. Devletlerin görüşleri yok etmek gibi bir misyonuda yoktur zaten. Ancak görüşlerin bir toplumda nasıl savunulacağı ve taraftarlarının görüşlerini nasıl dile getireceği devletlerin şekillendirebildiği bir unsurdur.

 

Radikal düşünceler her zaman olacaktır. Bunları insanlara şiddet uygulayarak savunmaktan vazgeçirme yoluyla yok etmekte mümkün değil. Ancak devlet içinde insanlık suçu barındırmayan görüşlerin, yasal ve demokratik ortamda savunulabilmesinden sorumludur. Her türlü siyasi görüşün kendini yasal ortamda, yasaların denetiminde savunabilmesinin yolunu açmalıdır. Aksi görüşleri yok etmez. Sadece illegal yapıya büründürür.

 

Gençlerin evrensel olarak radikal görüşlere yatkınlığı vardır. Medeni devletler gençlerin bu görüşlerinide illegal yöntemlere başvurmadan, yasaların denetleyebileceği bir ortamda dile getirmelerini, propagandasını yapabilmelerini sağlar.

 

Ancak Türkiye gibi ülkelerde, gençlerin sahip oldukları fikirlerini en barışçıl yöntemlerle yayma faaliyetlerine dahi silahla, işkenceyle, baskıyla, şiddetle cevap vermek. O görüşe sahip gençleri illegal yöntemlere sevkeder. Zira yasal yollarla dahi görüşlerini yaymaya çalışmaları karşısında devlet düşman olarak karşılarına çıkarsa. Bu 68 gençliği içinde geçerlidir. Engin Çeber'in işkenceyle öldürülmesi içinde. Ferhat Gerçek'in vurulması içinde.

 

Sahip oldukları görüşleri, yasal ve savcılık basın bürosunun izniyle dağıtılan bir derginin satışını yapmak şeklinde yaymaya çalışan bir genci silahla vurarak. Silahsız, şiddetsiz bir basın açıklamasıyla duyurmaya çalışan bir genci işkenceyle öldürerek. Devlet yapması gerekenin tam tersini yapmaktadır. Zira tam aksine devlet bu yöntemlerin önünü açmalı ve tüm görüşlere sahip gençleri bu yöntemlere sevketmelidir. Kendilerini yasal, demokratik alanda özgürce ifade edebilen gençler aynı oranda, silah, şiddet ve illegal orgötülenmlelerden uzaklaşır. Tıpkı tüm medeni devletlerin yaptığı gibi.

 

Bu iki örnektede gördüğümüz gibi. Yasal yollarla fikirlerini yaymaya çalışan gençler. İnsanlık suçu muamele ile karşılaşmış. ve devletin organları mağdur gençlerin değil suçluların yanında yer almışlardır.

Gönderi tarihi:

Birileri polisin "şu veya bu şekilde" şartsız arkasında olması neticesinde bu olaylar artacaktır, artıyor da nitekim.

Bu destek artmaya başladığında İzmir'deki gibi dur ihtarına durmayanı da başından vururlar, Beyoğlu'nda gözaltındaki Fettus Okey'i de öldürürler, Antalya'daki gibi kaçanı da boynundan vururlar, Çeber gibi insanları da duvarlar arkasında kaybederler.

(Polis kaçanı vurur diyerek temelsizce cevap yazacak olanlara "polis her kaçanı "başından" vuramaz, silah kullanma yetkisi bu değildir" diyerek bir ES payı bırakayım)

 

Demokrasi, seçimlerin oyunudur. Kimisi insanı seçer, kimisi oy potansiyelini, kimisi kömürü, kimisi faşizmi. RTE kendi demokrasi anlayışı ile kendine uygun olanı/olanları seçmiştir.

Gönderi tarihi:

Geçen gün İstanbul Eminönü meydanında balık ekmek yerken, tezgahın kenarında duran eski bir gazetenin balık yağlı, soğan taneli yüzeyinde bir cümle dikkatimi çekti. "Genellemeleri seven bir toplumuz" diye yazıyordu, kime ait olduğunu bilemediğim köşe yazısı. "Genellemeleri seven" kısmı tamam da "toplumuz" kısmına itirazım var. Genellemeleri eleştirmek üzere yazdığınız bir yazıda tüm toplumu genelleyen bir tutum takınmak, ne oluyor? Diye sormadan edemedim. Sonra da çuvaldızı önce kendime batırmam gerektiğini düşünerek geçmiş yazılarıma baktım. Ne yazık ki, ben de aynı hataya düştüğümü gördüm. Ama "bu hataya düşmeyen var mı şu dünyada?" diye bir kez daha sormadan edemedim.

Nedir bu genelleme denilen şey!

Türkçe sözlükte; toplum bilimi olarak genelleme; "Bir işlemin sonucu olan genel kavram, yargı, bilim yasası veya kuram." Olarak açıklanmaktadır. İTÜ Sözlük'te ise, "Bir kavrama ilişkin mikro düzeydeki bir örneklemeyi homojen olmayan bir şekilde makro düzeye endekslemedir." Ya da, "Sarışınlar akılsızdır, metal dinleyenler satanisttir, reklamcılar ******, bilgisayarcılar dolandırıcıdır, mankenler ******, vs şeklinde örneklerini bol bol gördüğümüz kavram olarak aktarılmaktadır. Ekşi Sözlük'te ise, "Genelle-me! Her şeyi genelleyen kimseye yönelik emirdir." ve "Ben akılsızım" demeden öyle olduğunu ortaya koyan davranış biçimidir" diye yazmakta.

Genellemeden önyargıya- Önyargıdan genellemeye

Genelleme ve önyargı gerçeğin önündeki iki engeldir. Birbirini üreterek var olurlar. Örneğin Batı toplumlarında Türklere yönelik önyargılar genellikle çok olumsuzdur. O kadar olumsuzdur ki, Türk arkadaşı, eşi ve tanıdığı olan batılılar kimi zaman yakın çevrelerine karşı kendilerini "Fakat o Türk'e pek benzemez" ya da " O bildiğiniz Türklerden değildir" diye savunmak zorunda kalabilmekteler.

 

Bu yargıyı anlayabilmeniz için size şu örneği vermek isterim. Biricik evladınızın evleneceği kişiyi size tanıştırmaya getireceğini duyduğunuzda eğer normal biriy-seniz, mutlu olmanız gerekir! Batılı anne-babalar da bu haberi aldıklarında bizim gibi sevinirler, ancak her iki tarafın anne ya da babasının kulağına birileri "Sizin gelin adayı Türk" ya da "Sizin damat adayı Alman" diye fısıldadığı zaman her iki genç için de zor anlar başlar! "Ama baba o bildiğin Türklerden değil", "Ama anne o bildiğin Almanlardan değil" der dururlar. Türkleri ve Almanları yüzyıllar boyunca olumsuz genelleyen kültürlerin olumsuz bir sonucudur bu önyargılar!

Hataları itiraf ederek,

doğruya ulaşmak!

Samimiyetle yazdığım bu satırların inandırıcı olması için on altı yaşındayken Sonolay Gazetesi'nde, on sekiz yaşındayken Eskişehir Gazetesi'nde yaptığım hataları itiraf etmem gerekir. Örneğin Eskişehir'de tek belediyenin olduğu o yıllarda "Halk belediyeden şikayetçi" diye masa başında bir haber yapmıştım. Haberimi süslemek için de arşivden ağzına kadar dolu bir çöp bidonu fotoğrafı koymuştum. Eskişehir Gazetesi'nde ise sayfanın boş kalan yerine uygun bir fotoğraf klişesi bulup, pudralanmış klişeye bakarak bazı kamu kuruluşlarına yönelik genellemecilik yapmıştım. Rahmetli Hicri Sezen masa başı haberimi ciddiye alıp, benimle özel söyleşi yapmak durumunda kalmıştı. Pişman mıyım? Bilemiyorum çünkü bugün bile kaçak ev yapan, çöpünü ortalığa atan insanlar şikayet etmeye gelince "Belediyeleri" suçlamıyorlar mı? Benim muhabirlik döneminde kendimizi halkın yerine koyup onun ağzından genelleme yapıyorduk! Dolayısıyla bugünün bazı gazeteleri ve bazı gazetecileri gibi kendimizi hükümetin ya da işadamlarının sözcüsü yerine koyup yıkama, yağlamacılık yapmamaya özen gösteriyorduk. Evet hep olumsuzu ve eksiği gündeme getiriyorduk, hatta bununla da kalmıyor duruma göre bunu masa başında bile üretiyorduk çünkü o dönemler bu tür kurguların haber değeri vardı. Benim ve dönemimdeki bazı gazetelerin yaptığı doğrudur diyemem ama, eğer gazeteciliği halk adına yapıyorsanız; bugün yapılanlarla kıyaslandığında sanki o dönemler daha masumdu gibime geliyor.

Bazıları kötüdür, Herkes iyidir!

Çocukluğumun unutulmaz tekerlemesi; "Dört beş altı Polonya battı, Yedi sekiz dokuz Alman Domuz, On on bir on iki İtalya tilki, On üç on dört on beş Ruslar kalleş, On altı on yedi on sekiz ortada kaldı Portekiz. Bilmem bugünün okul bahçelerinde yine söyleniyor mu? Yeni nesiller daha mantıklı ve sosyal oldukları için bugün bu tekerlemenin söyleneceğini sanmıyorum. Ama polisler, askerler, siyasiler, tüccarlar, gazeteciler, memurlar, öğretmenler ve aklımıza gelen gelmeyen çeşitli meslek ve görevler hakkında yapılan türlü türlü genellemeleri konuşurken, yazarken hepsinden de kötüsü düşünürken devam ediyor. Peki bu yanlışlardan nasıl kurtulacağız?

 

Genellemelerin ve önyargıların bazıları kötüdür, bazıları da iyidir! Nasıl mı şöyle; "Bazı polisler işkencecidir." ama "Polislerin çoğu güvenilirdir." Burada "Polisler işkencecidir" olumsuz yargısının başına "BAZI" sıfatını getirdiğimizde; tüm polisleri suçlamamış, hepsini zan altında bırakmamış dolayısıyla da doğru yapmış olu-yoruz. Bazı, birtakım, kimi gibi girişler ile yapılacak suçlamalar toplama oranlandığında az olan kısmı ifade ettiği için genele haksızlık yapılmamış olacaktır.

Eskişehirliler güzeldir!

Örneğin "ESKİŞEHİRLİLER GÜZELDİR!" diye bir genelleme yapsak, bunun kime ne zararı var! Bir yerden çıkıp ama ben "çirkinlerini de tanıyorum" diye eleştiri yapan olursa onu kim dinler? Kaldı ki, bu ifade kısmen doğru da olabilir, çünkü yüzyıl boyunca herkes "Eskişehirliler Güzeldir!" diye söylesin, yazsın, anlatsın dededen, toruna olumlu bir önyargı yaratılmaz mı? İtiraz eden yoktur umarım; yoksa tüm olumsuzluklarını görüp, doğrudan yaşamamıza rağmen bugün bile "Avrupa yaparsa iyi yapar!", "Avrupalı güzeldir" ya da seçim kampan-yalarında "Avrupa kenti Eskişehir" falan, filan denilmesini nasıl açıklayabilirsiniz?

 

Olumsuz genellemeler ve önyargılar kişilerin, grupların ya da toplumların alnının ortasına vurulan bir damgadır. Yapıştığı yerde mutlaka iz bırakıp, nesiller boyu bir leke gibi taşınır. Bu nedenle kişi, grup ve toplumlara yönelik olumsuz eleştirilerde haksızlık yapmak istemiyorsak BAZI veya KİMİ ya da BİRTAKIM gibi sihirli sıfatlar kullanmaya dikkat etmeliyiz. Kamuya yönelik yazı yazanlar, söz söyleyenler buna özellikle dikkat etmelidirler.

 

Olumlu ifadeler ve methiyelerde ise ne kadar geniş bir genelleme yaparsanız o kadar iyi; Örneğin ÖĞRETMENLER MELEKTİR, ASKERLER İSE YİĞİT, POLİSLER GÜVENİLİRDİR, MEMURLAR İSE ÇALIŞKAN diyebilirsiniz. Yine farklı kültürlere yönelik yazı ve söylemlerde de aynı kural geçerlidir. Örneğin Bazı Almanlar ****** gibi olabilirler ama ALMANLAR ÇALIŞKANDIR, DİSİPLİNLİDİR! Alinti

Gönderi tarihi:

İşkence bir insanlık suçudur;hiçbir şekilde meşrulaştırılamaz.

 

Hele demokrasi naralarının ardında verilen ''olabilirlik'' tepkileri ne kadar da gülünç bir hale gelir.

 

''Engin Çeber,karaokalda değil hapishanede işkenceye uğramış,efendim bundan dolayı bu şu olur...''şeklinde istenilen kisvelere oturtulan,meşrulaştırmaya çalıştırılan işkence size ne anlatıyor?

 

Bana sadece bir kişi açıklanmayan,sitematikleşen,gelenekselleşen bir ülke gerçeğini de anlatıyor.

 

12 Eylül'ler de,işinize gelinmeyen yerlerde verilen gözdağı olarak geliyor.

 

Diyarbakır cezaevleri geliyor,işkence de öldürülenler geliyor,işkence sonrası yaşanan tramvalar geliyor.

 

Devletin kabul ettiği işkence;bakın hele!Kabul edilmese ne yazar ki?Bilmeyen mi var bu işkenceleri.

 

Sayın Başbakanımız,demokrasi,insan hakkı diyor alanlarda,diğer partilere ben halkım diyor;diyorda diyor...

 

İşkenceye gelince;durun bakalım ordan!

 

Hangi demokrasi...geçin ya!

 

Aynı başbakan,2006 yılında Diyarbakır'da yaşanan olaylarda,kadın ve çocuk demeden ezeriz dedi,zaten 11(13 de olabilir) çocuk ezildi.

 

Orantılı güç diyen,askeri,polisi ile vatandaşını aynı terazide ölçen.Kutlarım!

 

Genelleme yapmayalım değil mi?Bir kişi yapmıştır,devlet bundan habersiz,üstelik suçlular cezalandı :excl: ne güzel kandırmaca...alın bakalım kesmece!

 

Ve bir devlet,farklı düşünenleri eğer bu şekilde bertaraf etmeyi doğru buluyorsa,bi zahmet demokrasi önadını kaldırsın lügatında!

 

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.