Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Siyasiyim...mülteciyim...açım...YENİ DÜNYA DÜZENİ!


mavi olmayan gökyüzü

Önerilen İletiler

BM'ye bağlı Dünya Gıda ve Tarım Örgütü'nün (FAO) başkanlığına yeniden seçilen Jacques Diouf, dünyada 852 milyon insanın açlık çektiğini belirterek, örgütte reform çağrısı yaptı.

BM basın merkezinden verilen bilgiye göre Diouf, açlık çeken insanların ihtiyaçlarına daha hızlı ve daha iyi cevap verebilmesi için FAO'nun yeniden yapılandırılması ve daha fazla yardımda bulunmaları konusunda örgüt üyesi 189 ülkeye çağrıda bulundu.

Gelişmekte olan ülkelerde milyarlarca dolarlık verimlilik ve gelir kaybına da yol açan açlık trajedisini durdurmanın vaktinin geldiğine işaret eden Diouf, Binyıl Kalkınma Hedeflerine ulaşmada diğer BM kurumlarıyla işbirliğini artıracak şekilde FAO'nun yeniden yapılanmasının bir gereklilik olduğuna vurgu yaptı.

Diouf, FAO'nun 2004-2005 bütçesinin bir önceki yıla göre nominal anlamda artırılmasına rağmen, 749,1 milyon dolarlık bu bütçenin gerçek anlamda bir önceki yıla göre 51 milyon dolarlık bir azalmayı ifade ettiğini belirtti.

açlık.jpg

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Mültecilere Destek Programı

 

‘İstenmeyen Misafirler’: 'Yabancı Misafirhaneleri'nde Tutulan Mülteciler raporu yayınlandı / 02.04.2008

 

Helsinki Yurttaşlar Derneği Mülteci Savunuculuk ve Destek Programı'nın Türkiye’nin çeşitli illerindeki “yabancılar misafirhanelerinde” gözetim altında tutulma deneyimi yaşamış 40 “mülteciyle” Ekim 2006 – Eylül 2007 tarihleri arasında yaptığı görüşmelere dayanarak hazırladığı "İstenmeyen Mülteciler: Türkiye'de 'Yabancı Misafirhaneleri'nde Tutulan Mülteciler" başlıklı raporda, mültecilerin bu tutulma yerlerinde tabi oldukları koşullar, muamele ve haklara erişim konusunda karşılaştıkları sorunlar inceleniyor.

 

Raporun çerçevesi

Uluslararası hukuka göre zulüm ve savaştan dolayı ülkelerini terketmek zorunda kalmış kişiler “mülteci” kabul ediliyor; devletler bu durumdaki kişilere minimum bazı güvenceler ve haklar sağlamakla mükellef. Türkiye’de sığınma başvurusunda bulunmak isteyen yabancılar Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) ve İçişleri Bakanlığı tarafından yürütülen bir prosedüre tabi.

 

Ama coğrafi olarak dünyanın savaş ve yoksulluk yaşanan bölgeleriyle güvenli ve müreffeh Avrupa ülkeleri arasında köprü konumunda bulunan Türkiye hem savaş ve zulümden kaçanlar için, hem de daha iyi bir hayat arayanlar için bir geçiş ülkesi. Dolayısıyla ülkeye yasal olmayan yollardan girerken ya da çıkarken yakalanan, ya da Ege Denizi’nde boğulduğunu duyduğumuz insanların arasında, “düzensiz göçmen” tabir edilen umut yolcularının yanısıra, savaş ve zulümden kaçan “mülteciler” de var.

 

Bu “mültecilerin” bir kısmı, ‘kaçak’ durumda iken yakalanıp, “Yabancılar Misafirhanesi” denen tutulma yerlerine kapatılıyor. Yabancılar misafirhanelerinde tutulan bütün ‘yabancıların’ insan olmaktan gelen hakları var. Ama Türkiye devletinin “mülteci” durumunda bulunan kişilere karşı ayrı bir dizi yasal sorumluluğu sözkonusu. Bunların başında da bu kişileri zulüm görecekleri ülkelere geri göndermemek geliyor. Helsinki Yurttaşlar Derneği-Mülteci Destek Programı’nın hazırladığı rapor, - resmen Türkiye’deki sığınma prosedürüne girebilmiş olsun ya da olmasın - “mülteci” durumunda bulunan kişilerin, “misafirhane” tabir edilen tutulma yerlerinde karşılaştıkları koşullar, muamele ve “mülteci” olmaktan gelen haklarına erişimlerinin önüne konan engellerle ilgili.

 

“İçinde bulunduğumuz zor durumdan ötürü içimizden biri kafasını duvara vurarak kendini öldürmeye kalktı… Polis ona saldırdı ve hepimizin gözü önünde bayılıncaya dek dövdü. Birçok jandarma saldırıp sopalar ve tekmelerle adamı dövdüler. Sonra da banyoya götürüp elini yüzünü temizlediler.”

 

İzmir civarında bir alıkonma yerinde tutulmuş olan Moritanyalı bir mülteci

 

 

 

Bu sözler, Helsinki Yurttaşlar Derneği-Mülteci Destek Programı’nın (hYd - MDP) yayımladığı “İstenmeyen Misafirler: Türkiye’de ‘Yabancı Misafirhaneleri’nde Tutulan Mülteciler” başlıklı raporda yer alan tanıklıklardan yalnızca bir tanesi. Türkiye’nin çeşitli illerindeki “yabancılar misafirhanelerinde”[1] gözetim altında tutulma deneyimi yaşamış 40 “mülteciyle”[2] Ekim 2006 – Eylül 2007 tarihleri arasında yapılan görüşmelere dayanılarak hazırlanan rapor, mültecilerin bu tutulma yerlerinde tabi oldukları koşullar, muamele ve haklara erişim konusunda karşılaştıkları sorunları inceliyor.

 

“Görüştüğümüz kişilerin işaret ettiği en ciddi sorunlardan biri polisin tutumu ile ilgili” diyen hYd - MDP koordinatörü Özlem Dalkıran, polislerin genelde ‘misafirhanelerde’ tutulmakta olan kişilerin gerek sığınma başvurusunda bulunma, gerekse temel ihtiyaçlarıyla ilgili taleplerine kulak tıkadıkları, kaba davrandıkları, hatta bir kaç olayda fiziksel şiddet uygulandığına dair ciddi iddiaların dile getirildiğini ifade etti. Şiddet iddiaların en vahimi, 15 Mayıs 2007 tarihinde Kırklareli Gazi Osman Paşa Misafirhanesi’nde patlak veren bir kavganın ardından en az sekiz kişinin ağır biçimde dövüldüğü, hatta bazılarının falakaya yatırıldığı iddiası.

 

Anlatımlara göre, olaylar Somalili bir kadının ücretsiz süt ricasına hakaretle cevap veren mahalle bakkalının çırağına misafirhanedeki bazı erkeklerin müdahale etmesi sonucu patlak vermiştir. Olayların bir saat içinde bastırılmasından sonra, misafirhanede tutulan kişiler gruplar halinde sorguya alınmış, ve iddialara göre neredeyse tamamı şiddete maruz kalmıştır.

 

HYD’nin görüştüğü “mülteci” bireylerin ‘misafirhane’ koşullarıyla ilgili dile getirdikleri şikayetler arasında aşırı kalabalık, hijyen koşullarının kötülüğü, ısınma sorunları, dışarıyla iletişim önündeki engeller, ve temizlik malzemeleri, yemek ve su gibi ihtiyaçların dışarıdan fahiş fiyatlara temin etmek zorunda kalmaları bulunuyor.

 

Raporda ‘misafirhanelerde’ sağlık sorunu olan kişilerin doktor ve ilaca erişiminde ciddi sorunlar yaşandığına dikkat çekiliyor; bunun nedenleri arasında polisin talepleri dikkate almaması, tedavi ve ilaç masraflarının yüksek olması ve çevirmen eksikliği öne çıkıyor.

 

Uygulamaya ilişkin en önemli sorunlardan biri ise, “mülteci” durumunda olan ve sığınma talebinde bulunmak isteyen kişilerin, gerek Türkiye’deki sığınma prosedürüyle ilgili güvenilir bilgiye erişimi, gerekse dile getirilen sığınma taleplerinin işleme konması önündeki ciddi engeller. Sığınma talepleri işleme konmayan “mülteciler”, sınırdışı edilme ya da hayatlarının tehlikeye girebileceği bir ülkeye geri gönderilme riskiyle karşı karşıya kalıyor. ‘Yabancılar Misafirhanelerinden’ yapılan sığınma talepleri nadiren de olsa işleme konabiliyor; ancak havaalanlarındaki “transit bölgelerde” tutulan kişilerin sığınma talepleri hiçbir biçimde dikkate alınmıyor. Ayrıca bu kişilerin ne BMMYK, ne avukatlar, ne de sivil toplum örgütü temsilcileriyle görüşmelerine olanak tanınmıyor.

 

‘Misafirhanelerde’ tutulan mülteciler, neden orada tutulduklarını, ne kadar kalacaklarını bilmiyorlar; Alıkonmalarının kanuni olup olmadığını sorgulayacak etkin bir yargı denetimine erişimleri yok. Aylarca süren bu belirsizlik nedeniyle, zaten korku ve endişe içinde, zor koşullarda yaşamaya çalışan bu kişilerin birçoğunda depresyon ve umutsuzluk duyguları hakim oluyor” diyen Özlem Dalkıran, “mülteci” durumunda bulunan kişilerin çok zorunlu haller dışında gözetim altında tutulmamaları gerektiğini, tutulmaları halinde kendilerine durumları ve haklarıyla ilgili bilgi verilmesi gerektiğini ifade etti.

 

“Hazırladığımız raporda genel tavsiyeler dışında, ”mülteci” durumunda bulunan kişilerin ulusal mevzuat ve uluslararası standartlar ışığında sahip olmaları gereken prosedürel haklar ve misafirhanelerdeki tutulma koşullarıyla ilgili yaptığımız tavsiyeler yer alıyor. Bu tavsiyelere uygun davranıldığı takdirde, ülkemizde sığınma arayan mülteciler kendilerini ‘istenmeyen misafirler’ gibi hissetmeyecektir.”

 

Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin tavsiyeleri arasında, tutulma yerlerinin bağımsız denetlenmesine olanak veren İşkenceye Karşı Sözleşmenin Seçmeli Ek Protokolü’nün onaylanarak yürürlüğe girmesi, İl İlçe İnsan Hakları Kurullarının misafirhaneleri denetlemesi ve Emniyet ‘Yabancılar Şubeleri’ ve ‘misafirhanelerde’ görevli personelin eğitimine devam edilmesi yer alıyor.

 

Not:

Helsinki Yurttaşlar Derneği, raporu yayımlanmadan önce görüşlerini almak üzere Emniyet Genel Müdürlüğü Yabancılar Hudut İltica Daire Başkanlığı ile paylaşmıştır. Derneğe gelen gayrı resmi yanıtta, raporun “mülteci/sığınmacı, yasadışı göçmen ve yasa dışı konuma düşen yabancı ayrımı yapılmadan kaleme alındığı”[3] ,ve “bu alanda çalışan görevliler tarafından, gözetim altında tutulan yabancılara sözlü ve fiziksel kötü muamelede bulunulduğuna dair iddiaların... raporda yer alması ve gösterilmesi kabul edilemez durumlardır” denmiştir.

 

Dipnotlar:

[1] “Yabancılar misafirhaneleri”, Türkiye’de çeşitli sebeplerle (suç teşkil ettiği iddia edilen fiiller, ülke sınırlarından yasadışı giriş çıkış yapma, geçici sığınma sistemi koşullarına uymama gibi) gözaltına alınan yabancıların savcılık ve mahkeme prosedürlerinin tamamlanmasının ardından, haklarındaki idari işlemlerin daha sağlıklı yürütülebilmesi gerekçesiyle idari olarak gözetim altında tutuldukları kapalı mekanlardır. ‘Kaçak’ durumda iken yakalanıp ülkeden çıkarılmasına karar verilen yabancılar da, sınırdışı işlemleri devam ederken bu yerlerde

 

[2] Görüşülenler 17 farklı ülkeden gelmekte ve çoğunlukla erkektir. Görüşülenler görüşme sırasında, ya Türkiye’deki sığınma prosedürü içinde olan ya da gözetim altında tutuldukları sırada sığınma talebinde bulunmuş kişilerdi. Görüşülen kişilerin çoğu (27 kişi) İstanbul’daki tutulma yerlerinde alıkonmuştu. Diğer alıkonma yerleri Van (1), Hatay (1), Ankara (2), İzmir (4), Edirne (4), Kırklareli (7).

 

[3] 1951 Mültecilerin Statüsüne İlişkin Sözleşme’de mülteci şöyle tanımlanmaktadır: "Irkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düsünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku tasıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişi". Helsinki Yurttaşlar Derneği de raporunda bu tanımdan yola çıkarak, Türkiye’deki karar merciileri olan BMMYK ve/veya İçişleri Bakanlığı’na “mültecilik”/sığınma statüsü için başvuruda bulunmayı amaçlayan, bu başvuruyu yapan ya da başvurusu kabul edilen kişileri tariflemektedir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İşgalin 55. Yılı ve Filistinli Mülteciler Gerçeği

17 Mayıs 2003 Cumartesi

 

 

İsrail'in kurucularından Ben Gurion (ortada göğsünde çarpı işareti olan) Polonya'da siyonist ideolojiyi benimsemiş arkadaşlarıyla birlikte. 55 yıl önce bu devletin kurulmasıyla birlikte bir savaş patlak verdi. Çünkü bu devlet, dünyanın değişik yörelerinden çeşitli entrikalarla göç eden veya ettirilen insanların kendilerine ait olmayan bir toprak parçası üzerinde kurdukları bir işgal devletiydi. Bu devletin kurulduğu toprak parçası Filistin'di.

 

Filistinlilerin göçe zorlanması sebebiyle 531 köy tamamen boşaltılmış bunların da % 90'ı işgal devletinin askeri güçleri tarafından tamamen yıkılmıştır. Göçe zorlanan Filistinliler gittikleri yerlerde de rahat edememişlerdir. 1948'de henüz işgal edilmiş olmayan Batı Yaka ve Gazze bölgesine yerleşen mülteciler 1967 Haziran Savaşı'ndan sonra sık sık saldırılara uğramış, katliamlara maruz kalmışlardır.

 

Bugün Filistin topraklarına yerleştirilen yahudilerin kullandığı araziler kesinlikle satın alma yoluyla değil, sahiplerinin tehcire zorlanması sebebiyle işgalcilerin eline geçmiştir. İşgal güçleri 1948 savaşında birtakım hainlerle de işbirliği yaparak Filistinlileri göçe zorladılar. Sonra sahipsiz arazilerle ilgili bir kanun çıkardı, göçe zorlananların arazilerini bu kanun vasıtasıyla göçmen yahudilere dağıttılar. Netice itibariyle bugün mülteci kamplarında yaşayan 5 milyon Filistinliye ait arazi 154 bin yahudiye dağıtıldı.

Filistin toprakları üzerinde "İsrail" adıyla bir işgal devletinin kuruluşunun ve bu devletin BM tarafından resmen kabul edilişinin üzerinden 55 yıl geçti. 55 yıl önce bu devletin kurulmasıyla birlikte bir savaş patlak verdi. Çünkü bu devlet, dünyanın değişik yörelerinden çeşitli entrikalarla göç eden veya ettirilen insanların kendilerine ait olmayan bir toprak parçası üzerinde kurdukları bir işgal devletiydi. Bu devletin kurulduğu toprak parçası Filistin'di. Ancak o zaman emperyalizmin politikalarını meşrulaştırma amacıyla kurdurulmuş ve daha önce aynı fonksiyonu icra eden Milletler Cemiyeti'nin yerine geçmiş BM tarafından resmen tanındı. Kurulan devletin adı "İsrail" olduğundan, BM tarafından hakimiyetine verilen topraklara da "İsrail" denildi. Oysa o zaman "İsrail" olarak gösterilen topraklar da Filistin'di. O topraklar bugün hala Filistin'dir ve Filistin olarak kalacaktır.

 

İşte emperyalist güçlerin çeşitli entrikaları sonucu Filistin toprakları üzerinde "İsrail" adı verilerek kurdurulan bu devletin üzerinden 55 yıl geçti. Bu devlet bir işgal ve gasp devleti olduğundan kuruluşunda olduğu gibi ayakta kalma çabalarında da sürekli entrikalara, şiddete ve savaşlara başvurdu. İnsanlık tarihini araştırdığınız zaman hiçbir devletin 55 yıllık süre içine bu kadar çok savaşı, bu kadar çok cinayeti, bu kadar çok tehciri, bu kadar çok şiddeti sığdırdığını göremezsiniz. Biz de sizlere İsrail işgalinin üzerinden 55 yıl geçmesi münasebetiyle bu işgalin en önemli dışa yansımalarından biri olan, bugün sözde "barış (!)" görüşmelerinin de en çetrefil konuları arasında yer alan tehcir olayı ve Filistinli mülteciler hakkında bazı önemli bilgileri aktarmak istiyoruz:

 

Bugün dünya üzerinde Filistinlilerin sayısı 9 milyonu bulmuştur. Bu nüfusun sadece 4 milyonu Filistin toprakları içinde yaşamaktadır. 5 milyonu ise Filistin toprakları dışında onların da çoğu mülteci kamplarında yaşıyorlar. Filistin içinde yaşayanların yarıdan fazlasının da asıl mekanları değiştirilmiş, mülteci kamplarına yerleşmek zorunda bırakılmışlardır. Yani Filistin halkının % 75'ine yakın bir kısmı ikamet ettikleri yerlerden silah zoruyla ve şiddet yoluyla çıkarılmışlardır. Bu vakıa siyonist işgalin sebep olduğu tehcir gerçeğini gözler önüne sermektedir. Oysa uluslararası anlaşmalar, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve savaş suçlarıyla ilgili sözleşmeler şiddet yoluyla tehciri yasak etmekte, savaş suçlarından saymaktadır. Filistinli mültecilerin yaşadığı kampları gezenler o insanların ne gibi kötü şartlarda hayatlarını sürdürmek zorunda olduklarını göreceklerdir. Bu insanların kendi istekleriyle yurtlarını terk edip buralara geldiklerini düşünmek akıl nimetinden mahrum olmayı gerektirir. Bu insanların kendi topraklarını satarak böylesine kötü şartlarda yaşamayı kabul ettiklerini iddia etmek de çok farklı olmasa gerek. Ne var ki BM başta olmak üzere söz konusu anlaşmaları, beyannameleri uygulamakla yükümlü kılınan uluslararası kuruluşların hiçbiri siyonist işgalcileri söz konusu tehcir uygulamasından dolayı herhangi bir şekilde cezalandırmıyor; yurtlarından çıkarılan Filistinlilerin geri dönebilmeleri için hiçbir yaptırıma başvurmuyor. Hatta bunun da ötesinde sözde "Ortadoğu barışı (!)"nın temin edilebilmesi için Filistinlilerin yurda dönüş haklarından vazgeçmelerini istemek suretiyle işgalci siyonistleri gözetmekte, Filistinlilere baskı uygulamaktadırlar.

Tehcir hadisesinin bir başka yönü de siyonistlerin tarihi ve gerçekleri saptırmasıyla ilgilidir: Ne kadar ilginçtir ki siyonistler Amerikan halkına yönelik propaganda faaliyetlerinde bugün "İsrail" olarak gösterilen toprakların aslında boş bir araziden ve çölden ibaret olduğunu, kendilerinin girip buraları ihya ve imar ettiklerini ileri sürüyorlar. İslam alemine yönelik propagandalarında ise Filistinlilerin arazilerini kendi elleriyle sattıklarını ve kendilerinin buraları parayla satın aldıklarını iddia ediyorlar. Oysa tarihi gerçekler ve bugün Filistinlilerin karşı karşıya oldukları durum her iki iddianın da yalan ve tutarsız olduğunu gözler önüne seriyor.

Filistin topraklarına yerleştirilen yahudilerin % 78'i, bu topraklar üzerine işgalcilerin kurduğu şehirlerde ikamet ediyor. Bu şehirlerin yerleşim alanları ise Filistin topraklarının tümünün % 15'ine tekabül etmektedir. Kalan % 22'lik nüfus ise Filistin topraklarının % 85'ine tekabül eden bölgelerine yayılmışlardır. Bunların yayıldıkları arazilerin toplamı ise 17 milyon 325 bin dönümdür. Onların kullandıkları araziler kesinlikle satın alma yoluyla değil, sahiplerinin tehcire zorlanması sebebiyle işgalcilerin eline geçmiştir. İşgal güçleri 1948 savaşında birtakım hainlerle de işbirliği yaparak Filistinlileri göçe zorladılar. Sonra sahipsiz arazilerle ilgili bir kanun çıkardı, göçe zorlananların arazilerini bu kanun vasıtasıyla göçmen yahudilere dağıttılar. Netice itibariyle bugün mülteci kamplarında yaşayan 5 milyon Filistinliye ait arazi 154 bin yahudiye dağıtıldı. İşgal devleti bu mültecilerin yurtlarına dönmelerini engellemek için var gücüyle çalışıyor ve herhangi bir "barış (!)" anlaşması imzalanabilmesi için göçe zorlanan bu beş milyon Filistinlinin yurtlarına dönüş haklarından kesinlikle vazgeçmelerini şart koşuyor. Bu şartını her fırsatta gündeme getiriyor. Son "Yol Haritası" planını da ancak bu şartla kabul edebileceğini vurguladı.

Filistinlilerin göçe zorlanması sebebiyle 531 köy tamamen boşaltılmış bunların da % 90'ı işgal devletinin askeri güçleri tarafından tamamen yıkılmıştır.

Göçe zorlanan Filistinliler gittikleri yerlerde de rahat edememişlerdir. 1948'de henüz işgal edilmiş olmayan Batı Yaka ve Gazze bölgesine yerleşen mülteciler 1967 Haziran Savaşı'ndan sonra sık sık saldırılara uğramış, katliamlara maruz kalmışlardır. Özellikle son Aksa İntifadası döneminde bu kampların birçoğuna havadan ve karadan saldırılar düzenlenerek katliamlar gerçekleştirilmiştir. Bunların en büyüğü ise Cenin mülteci kamplarına yönelik saldırı sonucu gerçekleştirilen ve yaklaşık 1000 kişinin şehit edildiği tahmin edilen katliamdır. Bu katliam BM tarafından da örtbas edilmiştir. Yine Gazze'deki Cibaliya, Han Yunus, Rafah mülteci kampları başta olmak üzere pek çok mülteci kampına şiddetli saldırılar düzenlenmiş, büyük katliamlar gerçekleştirilmiştir.

Filistin dışına çıkarak Arap ülkelerine yerleşen mülteciler de gittikleri yerlerde muhtelif saldırılara ve katliamlara maruz kalmışlardır. Bunların başında siyonistlerle çok yakın irtibatının olduğu ve onların hesabına çalıştığı bilinen Ürdün kralı Hüseyin'in gerçekleştirdiği Kara Eylül harekatının sebep olduğu katliam gelmektedir. Siyonistlerin 1982'de Lübnan'ı işgal etmelerinin hemen ardından gerçekleştirilen Sabra, Şatilla ve Burc el-Beracine katliamları da Filistin dışına çıkan mültecilerin maruz kaldıkları katliamlardan biridir. Yine Filistin dışına çıkan mültecilerin maruz kaldıkları katliamlardan biri Kana katliamıdır.

 

Ne yazık ki Filistin dışına çıkan mülteciler zaman zaman gittikleri ülkelerin yönetimleri tarafından çok ağır ve çirkin muamelelere maruz bırakılmışlardır. Örneğin II. Körfez Savaşı sırasında FKÖ'nün ve onun lideri Arafat'ın Irak devlet başkanı Saddam'ın yanında yer alması sebebiyle Kuveyt yönetimi ülkesindeki tüm Filistinlileri göçe zorlamış, bunların birçoğuna da korkunç işkenceler uygulamıştır. O zaman Kuveyt polisleri karakolların yetmemesi sebebiyle okulları bile işkence amacıyla kullanmış, bu okulların civarında ikamet edenler işkenceye maruz kalanların bağırışlarından dolayı günlerce kendilerine gelemediklerini itiraf etmişlerdir.

 

Filistinli mülteciler maruz kaldıkları bütün zorluklara rağmen vatana dönüş haklarından vazgeçmemekte ısrarlıdırlar. Mülteci kampları belki onlar için adeta birer bekleme salonları olmuştur. Onlar belki isteselerdi biraz daha iyi ortamlarda yaşamanın yollarını araştırıp yurtlarına dönüş haklarının peşine düşmeyebilirlerdi. Ancak sırf bu haklarından vazgeçmemek için oralarda beklemeyi ve onca zorluğa katlanmayı tercih ediyorlar. İsrail işgal devletinin ve onun arkasında duran emperyalist güçlerin bütün entrikalarına rağmen vatana dönüş haklarından vazgeçmeyeceklerdir. Onlar adına hiç kimsenin de vatana dönüş haklarından vazgeçme veya taviz verme yetkileri yoktur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

14/10/2008

Mülteciler misafirhanede isyan etti!

Kumkapı’da yaklaşık 786 mültecinin kaldığı İstanbul Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şube Misafirhanesi’nde isyan çıktı.

Kumkapı’da yaklaşık 786 mültecinin kaldığı İstanbul Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şube Misafirhanesi’nde isyan çıktı. Battaniyeleri yakan, dolapları sökerek yola fırlatan mülteciler, kendilerini koğuşa kilitleyerek barikat kurdu. Ateşe verdikleri battaniyeleri ve koğuşlardan söktükleri dolapların parçalarını camlardan dışarı fırlatan mülteciler, camdan dışarı bağırarak Türkçe “6 aydır burada tutuluyoruz” dediler. Bazı mülteciler, İngilizce “Bize yardım edin. Bulunduğumuz yer çok kötü. İlacımız yok” yazılmış olan kağıtları camlardan basın mensuplarına attı.

İsyan sırasında kadın mülteciler çocuklarını camlara çıkardı. İyi derecede Türkçe bildikleri gözlenen 2 ile 5 yaş arasındaki çocuklar, “Buradan çıkmak istiyoruz” şeklinde bağırdı. İsyan sırasında 1 kadın mülteci rahatsızlanarak hastaneye kaldırıldı. Bu arada isyan devam ederken Aydın ve Çanakkale’de yakalanan 4 otobüs mülteci arka kapıdan misafirhaneye getirildi. İsyan dün öğle saatlerinde sona erdi. (İstanbul/EVRENSEL)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Göçmenler ve mülteciler...

 

Etyen Mahçupyan - 08.10.2008

 

 

 

Göçmenler 19. yüzyılın başı ile 20. yüzyılın ilk çeyreği arasında geçen sürede bu ülkenin toplumsal yapısını yeniden harmanladılar. Ayrılan, gönderilen ve daha gidemeden hayatlarını yitiren gayrimüslimlere karşılık olarak, Balkanlar ve Kafkaslardan Türkiye’nin ‘içine’ akan Müslümanlar bu yeni toprakların ve mal varlığının sahibi oldular. Osmanlı’nın ‘gayri Hıristiyan’ dış politikası, imparatorluğun dağılma döneminde bir iç politikaya dönüşürken, İslami kimliği de bir tür milliyetçilik haline getirdi. Böylece Müslümanların ‘Türkleşmesi’ ve Cumhuriyet’in harcını oluşturması da mümkün oldu. Ne var ki bütün bu süreç doğal bir değişim dinamiğini değil, epeyce travmatik bir dönüşümü ifade etmekteydi. Çünkü aynı dönem Arap dünyasının da kendi özgürlüğünü aradığı ve Osmanlı yönetimini açık bir zulüm olarak tanımladığı yıllara tekabül etmekteydi. Diğer bir deyişle Türkiye’nin yeni göçmen toplumunun kendisini sadece din üzerinden tanımlayarak rahatlama şansı yoktu. Alabora olmuş bir ülkede kendine özgü bir kimliğin aranması, ister istemez sadece o insanlara ait bir kimliği işaret etmekteydi, ama böylesine çeşitlilik içinde böyle bir kimliğin olmadığı da açıktı. Yeni rejimin ‘Türklüğü’ öne çıkarması bu açıdan psikolojik bir tutunma imkânı yarattı ve muhtemelen bu nedenle Kürtler dışındaki irili ufaklı sayısız farklı etnisitenin asimilasyonu mümkün oldu.

 

 

 

Bu sürecin ‘olumlu’ yanı yeni bir ülkenin ve aynı devlete bağlanmışlıktan hareketle yeni bir ‘milletin’ yaratılmasıydı. Ne var ki söz konusu sürecin ideolojik arka planı bir de ‘olumsuz’ etki yarattı: Bütün içselleşmemiş kimliklerde görüldüğü üzere Türk kimliği de tedirgin, savunmacı ve dışlayıcı bir siyasi tavırla bütünleşti. Cumhuriyet’in kurucu antlaşması olan Lozan daha birinci günden itibaren bilinçli ve sistematik olarak ihlal edildi. Sonraki yıllarda gayrimüslimlere yönelik olarak sahnelenen tedbirler ise bugün ancak ‘devlet zulmü’ başlığı altında ele alınabilir. Öte yandan Kürt kimliği şiddet kullanılarak bastırılmaya çalışıldı. Bu kesimin Müslüman oldukları için asimile olacakları beklentisinin ne denli gerçek dışı olduğu ortaya çıktığında da, Kürtlere bir tür ‘yabancı’ kimlik muamelesi yapıldı.

 

 

 

Modern dünyanın evrensel normlarına uymakta böylesine zorlanan bir devletin, post modern dönemin göçmenleri karşısında ne hale düşeceğini öngörmek zor değil. Artık dünyanın her yanından Türkiye’yi bir geçiş yeri olarak kullanan ya da buralarda kalmayı düşleyen bir mülteci akını ile karşı karşıyayız. Devlet nezdinde bu insanlar ‘bizden’ değil... Bazılarının Müslüman olmaları bile bu gerçeği değiştirmiyor, çünkü tek başına İslam artık kimliksel açıdan makbul sayılmıyor. Makbul olan ‘Türklük’ ama o da zaten bu devletin bazı vatandaşları ile sınırlı bir kavram. Böylece mülteci akını ile insanlık adına bile yüzleşemeyen ve maalesef ‘devlet zulmünü’ bu gariban insanlar üzerinde denemekten çekinmeyen bir uygulama ortaya çıkıyor.

 

 

 

Mültecilerin durumu geçenlerde Kırklareli Gaziosmanpaşa Yabancı Kabul ve Barındırma Merkezi’nde yaşanan ölüm ve yaralanma olayları ile gündeme gelmişti. Türkiye’nin geçici sığınma imkânı verdiği bu insanlar devletin gösterdiği yerlerde nerdeyse sefalet koşullarında zorunlu ikamete mahkûm edilirken, kendilerine çalışma hakkı da verilmiyor. Ama asıl iç acıtıcı olan, bu insanlara neredeyse hiç düşünülmeden suçlu muamelesi yapılması... Ülkelerindeki ezadan kaçan insanların Türkiye’de insanlık dışı muameleye maruz bırakılmaları ironik bir durum... Mülteciler muhtemelen Türkiye’de devletin insana ve ‘yabancıya’ nasıl baktığını, aslında devlet politikasının insanı yabancılaştırmak olduğunu bilmiyorlar...

 

 

 

Bu bakışın ne olduğunu anlamak için tek bir örnek yeterli: Mültecilere verilen günlük iaşe bedeli 4 lira 20 kuruş... Bununla her türlü ihtiyaçlarını karşılamaları gerekiyor. Yani üç ayda kabaca 378 lira. Ne var ki bu insanların Türkiye’de üç aydan fazla kalmaları halinde kendilerinden 370 lira ikamet etme vergisi alınıyor. Yani devlet üç ay yemek parası verdikten sonra aynı parayı geri alıyor... Bu utanç verici durum yıllardır sürmekte ve kimsenin vicdanı rahatsız olmamakta. Yoksa hâlâ kuruluş travmasından kurtulamadık, insanlık adına adım atacak kadar iyileşemedik mi?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu insanlari sirf bir kagit parcasi ici bu durumlara getirenler utansin diyecegim ama onlarda utanmadan yoksunlar onlarin tek utandiklari sey cuzdanlarinda paranin eksikligidir malesefki insan postuna burunmus aramizda dolasmaktalar kimbilir belkide yolda giderken sana bana selam dahi veriyordur insanlarin kisilikleri alinlarinda yazmiyor malesef araba plakalari gibi

saygilar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu insanlari sirf bir kagit parcasi ici bu durumlara getirenler utansin diyecegim ama onlarda utanmadan yoksunlar onlarin tek utandiklari sey cuzdanlarinda paranin eksikligidir malesefki insan postuna burunmus aramizda dolasmaktalar kimbilir belkide yolda giderken sana bana selam dahi veriyordur insanlarin kisilikleri alinlarinda yazmiyor malesef araba plakalari gibi

saygilar

 

masa üstü hesaplara kalmış bir insanlık anlayışı...

 

anlamak için yaşamak gerek olmamalıyken,gereksinime dönüştü tüm bunlar!öyle olmasaydı,hala yaşanır mıydı,yaşanmaması gerekenler...

 

farkındalık için sevgiler!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

masa üstü hesaplara kalmış bir insanlık anlayışı...

 

anlamak için yaşamak gerek olmamalıyken,gereksinime dönüştü tüm bunlar!öyle olmasaydı,hala yaşanır mıydı,yaşanmaması gerekenler...

 

farkındalık için sevgiler!

 

"Misafirhane yle ilgili iddialar asılsız"

 

Gazi Osman Paşa Yabancı Kabul ve Barındırma Merkezi ile ilgili son dönemlerde ortaya atılan iddialar, Kırklareli Valiliği tarafından incelendi. Merkezde yapılan incelemelerin ardından detaylı bir rapor hazırlanarak, "Misafirhane ile ilgili ileri sürülen iddialar asılsızdır" denildi.

 

Kırklareli Valiliği Il Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü nden yapılan açıklamada, "05-08.09.2008 tarihleri arasında yazılı ulusal basın ve internet ortamında Gazi Osman Paşa Yabancı Kabul ve Barındırma Merkezi ile ilgili olarak "İsyan Çıkan Kamptaki Mültecilerin Ölüm Orucu Başlattığını, bazı yabancıların kamp personeli tarafından kötü davranışlara maruz bırakıldığı ve kampta çok kötü şartlar altında barındırıldıklarına" dair olumsuz iddialar titizlikle incelenmiş olup, sonuç ve mevcut durum aşağıda belirtildiği şekildedir.

 

Gazi Osman Paşa Yabancı Kabul ve Barındırma Merkezimiz Mülteci Merkezi olarak belirtilmiş ise de; esasen burası ilk kuruluş aşamasında Bulgaristan dan göç eden Soydaşlarımızın misafir edilebileceği bir göçmen kampı olarak hazırlanmıştır. Daha sonraları Yugoslavya nın dağılması sürecinde meydana gelen iç karışıklık sırasında ülkemize sığınan Bosnalı ve Kosava lıları misafir etmek için kullanılmıştır.

 

Buradan anlaşıldığı üzere, iddia edildiği gibi Barınma Merkezimiz hiçbir şekilde insanların soyutlanması, dışlanması amacıyla veya hapishane benzeri hürriyetin kısıtlandığı bir yer değildir. Bir misafirhane mimarisinde inşa edilmiştir.

 

27.08.2008 tarihi itibarıyla ölüm orucuna başladıklarını bildiren Iran uyruklu Muhammad Jaber ALI POUR, Raha HOSSEINZADGAN, Zahra Nasırı SEIGHALAN, Latıfe Derya NEVERDI, Muhammed Ebu Seba KAZIMINI ve Afganistan uyruklu Abdulfatah isimli şahıslardan Muhammed Ebu Seba KAZIMINI bu eylemine başladıktan bir gün sonra ,Latıfe Derya NEVERDI 02.09.2008 günü, Abdulfatah ise 03.09.2008 günü kısa aralıklarla bu eylemlerine son vermişlerdir.

 

Diğer şahısların sağlık durumları her gün merkezimize gelen doktorlar (Psikiyatr ve Poliklinik Doktoru) tarafından kontrol edilmiş, ciddi bir sağlık problemlerin olmadığı tespit edilmiş ve kayıtları günlük olarak tutulmuştur.

 

Bu şahısların kampta çıkan yemekleri yemedikleri, ancak zaman zaman yemek ihtiyaçlarını beraber kaldıkları arkadaşları vasıtasıyla kantinden sağladıkları görülmüştür.

 

10.09.2008 günü akşamı "ölüm orucuna" devam eden bu şahıslar "ölüm orucu" eylemlerine son verdiklerini kamptaki görevli personelimize bildirmişler ve o andan itibaren sağlık kontrolleri yaptırılmış, durumlarının normal olduğu doktor kontrolü sonucu anlaşılarak normal kamp yaşantılarına dönmüşlerdir.

 

Merkezin temizlik malzemelerinin yetersizliğinden bahsedilmekte, bu nedenle yabancıların barındırıldığı ortak kullanım alanlarının sağlığı tehdit eder derecede olduğu belirtilmekte ise de böyle bir şey mümkün değildir çünkü, merkezimize gelen misafirlere ilk girişlerinde birer nevresim takımı, yastık ve yastık kılıfı, battaniye, tabldot, çatal ve kaşık, el sabunu, banyo sabunu, oda temizlikleri için deterjan, fırça, bayanlar için kadın pedi ve çocuklar için hazır çocuk bezi de dahil olmak üzere gerekli ihtiyaçları ücretsiz olarak verilmektedir. Yatak takımları belli aralıklarla özel olarak kampa alınan çamaşır makineleri ile temizlikleri sağlanmaktadır. Kişisel temizlikleri ve barındıkları yerler için gerekli temizlik malzemeleri ihtiyaç talebi olduğunda anında karşılanmaktadır.

 

Merkezimizde barındırılanlara mevsimine göre, her gün kalori hesabı yapılarak değişik 3 öğün yemek hazırlanmaktadır. Bu hizmet ihale ile yemek firmasına ihalesi edilmiş, çıkan yemeklerin denetimi günlük olarak kamp personeli tarafından gerek miktar, gerekse kalite kontrolü sağlanmaktadır. Bu güne kadar aksaklık bildirilmemiştir. Ayrıca ilimiz Valiliği Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı tarafından, gıda yardımı yapılmakta ve bu doğrultuda en son 02.09.2008, günü içerisinde bisküvi, reçel, bal, helva, karper peyniri, kaşar peyniri, meyve suyu, süt, kuru üzüm, hurma gibi gıda maddelerinin de bulunduğu birer torba yardım malzemesi 62 yabancı misafire teslim edilmiş olup, zaman zaman da bu gibi yardımlar yapılmaya devam edilecektir.

 

Mohammad Jaber ALIPOUR isimli Iran uyruklu şahsın "bel fıtığından ameliyat olmak zorunda olduğu" ancak kendisine bu imkânın sağlanmadığı belirtilmekte ise de, bahse konu Iran uyruklu şahsın 10.05.2008 tarihinde Istanbul Üniversitesi Istanbul Tıp Fakültesi Hastanesi Nöroşirurji Ana Bilim Dalında muayenesi yaptırılmış olup, hastaya mevcut bulgular neticesinde şu an için bir nöroşirürjikal girişim düşünülmediği, mevcut durumunun tedavisi için Algoloji ve Fizik Tedavi birimleri ile görüşülmesi önerildiğine dair rapor verilmiştir.

 

Alınan bu rapor Emniyet Genel Müdürlüğü Sağlık Işleri Dairesi Başkanlığınca da incelenmiş olup, söz konusu şahsın bel bölgesinde daralma ve bel fıtığına uyumlu bulgular izlendiği, ancak bu bulgulara göre şu an için cerrahi müdahaleye gerek görülmediği mevcut durumunun tedavisi için Algoloji ve Fizik Tedavi birimleri ile görüşülmesi önerildiği bir yazı ile tarafımıza bildirilmesi üzerine, şahsın fizik tedavisi için Ilimiz Devlet Hastanesinden randevu alınmıştır.

 

"Kanser Hastası" Zahra Nasırı SEIGHALAN isimli Iran uyruklu şahsa gerekli bakım ve tedavi yapılmadığı belirtilmekte ise de; 15.08.2008 tarihinde ilimiz Devlet Hastanesinde bahse konu şahsın 07.07.2008 /3862 ve 28.07.2008/6032 Protokol No. ile muayenesi yapılmış yapılan laboratuar tetkikleri ve tüm batın bilgisayarlı tomografisi çekildikten sonra yapılan değerlendirmeler sonucunda herhangi bir patolojik bir durum saptanmadığına dair rapor Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı tarafından tarafımıza bildirilmiştir.

 

Merkezimizdeki revirimizde Devlet Hastanesinden her gün gelen doktorlarca rahatsızlığını beyan eden tüm yabancı misafirlerimizin ilk muayeneleri yapılmakta, ilaçları ilimizde bulunan eczanelerden temin edilerek görevlilerce verilmektedir. Tedavisi merkezimizde kurulu revirde yapılamayan misafirlerimizin sevki ilimiz Devlet Hastanesine yapılmaktadır. Tedavi süreci gerektiğinde Edirne ili Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi ile Istanbul ili hastanelerine götürülerek tedavilerinin yaptırılması sağlanmaktadır.

 

Merkezimizde barındırılan yabancılar 35 metrekarelik ranza sistemli yatakhanelerde her bir kişiye bir yatak düşecek şekilde dörder kişi olarak barındırılmaktadırlar. Yabancıların barındırıldıkları oda kapıları sürekli olarak açık bulunmakta, blok giriş kapısı ise akşamları kapatılmaktadır. Gündüz belli saatleri blok kapıları da açılarak yabancıların bahçeye çıkmaları, Merkezimizde kurulu kantinden alış veriş yaparak ihtiyaçlarını karşılamaları ve sportif faaliyetlerde bulunmaları (Voleybol, Basketbol ve Futbol gibi) sağlanmaktadır.

 

Merkezimizdeki yabancı misafirler evli olduklarını belgeledikleri takdirde, aileler için ayrılmış olan banyo ve tuvaleti içerisinde bulunan farklı bir blokta barındırılmaktadır. Bu işlemde şahısların evliliklerini resmi belgeler ile ibraz etmeleri esas alınmaktadır. Evli olduklarını ispatlayamayan kadın ve erkek misafirlerin aynı yerde kalmalarına müsaade edilmemektedir.

 

Kamp sakinlerinin haberleşme imkânları da sınırsızca sağlanmaktadır. Ibadet ile ilgili ihtiyaçları da karşılanmış, dini kitap ve malzemeleri temin edilerek, topluca ibadet edebilecekleri bir alan mescit olarak tahsis edilmiştir.

 

Kamp sakinlerinin içme suyu ihtiyacı konusunda gerekli titizlik gösterilmekte ve Sağlık Müdürlüğünce periyodik olarak içme suyu numuneler alınarak kontrole tabi tutulmaktadır.

 

Kampta görevli personel tarafından, kampta barındırılan yabancılara karşı şiddet uygulandığı iddiası tümüyle gerçek dışıdır. Kampta barınanlara zorunlu misafir muamelesi yapılmakta, istek ve ihtiyaçları imkânlar ölçüsünde karşılanmaktadır. Her gün hizmet veren kamp doktoruna bu güne kadar şiddet uygulaması iddiası ile başvuran, rapor isteyen olmamıştır.

 

Kötü muamele ve şiddet uygulandığına ilişkin olarak tarafımıza intikal eden her türlü bilgi, ihbar kabul edilip titizlikle incelenip, araştırılmaktadır.

 

Bugüne kadar yapılan inceleme ve soruşturmalarda bu iddiaları ispat edebilecek herhangi bir bilgi ve bulguya ulaşılamamıştır. Sıralı amirlerce kamp sakinlerinin özel alanları hariç olmak üzere her tarafı günün 24 saati kameralarla izlenmektedir.

 

Kamptaki misafirlere yardım etmek isteyen sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerine izin verilmektedir. Il Insan Hakları Kurulu da zaman zaman merkezimizde denetim yapmaktadır.

 

Bazı kamp sakinlerinin, kamp ortamından kurtulmak, ülkemizde özgürce dolaşmak ve çalışmak amacıyla kamptaki mevcut hali kötülemeye, karalamaya çalıştıkları, ülke içi ve dışında bulunan benzeri kamplardan hiç eksiği bulunmayan kampımızdaki görevlileri suçlamaya, barınma şartlarını çarpıtarak kamuoyunun dikkatini çekmeye çalıştıkları değerlendirilmektedir.

 

Kamuoyunun konu hakkında doğru olarak bilgilendirilebilmesi için saygı ile duyurulur" ifadeleri yer aldı.

 

Bu haber Editör tarafından 15.09.2008/11:32 tarihinde eklenmiştir.

Kaynak : Kırklar Haber

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

‘Vatansızların’ Türkiye’de yasası da yok

 

 

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 14. Maddesi, “Herkes zulüm karşısında başka memleketlerden mülteci olarak kabulü talep etmek ve memleketler tarafından mülteci muamelesi görmek hakkını haizdir (sahiptir)” diyor. Ancak ülkelerindeki çatışmalı ortam, açlık ve geleceksizlikten kaçan milyonlarca insanın umut yolculukları, iltica edecekleri ülkeye varamadan yarım kalıyor. Varsalar da insanlık dışı koşullarda, baskı altında, taciz dolu bakışlar arasında yaşıyor, gözaltına alındıkları karakollarda polis kurşunuyla ölme riskini göze alıyorlar.

 

Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği (BMMYK) istatistiklerine göre Ağustos ayı itibarıyla Türkiye’de BMMYK’ya kayıtlı 14 bin 517 mülteci bulunuyor. ‘Kayıt dışı’ mültecilerin sayısı ise bilinmiyor. En çok mültecinin yaşadığı şehir 2 bin 437 ile İstanbul iken, ikincilik bin 876 ile Van’da bulunuyor.

 

Mülteci yasası yok

 

Türkiye sadece Avrupa’dan gelenleri “mülteci” olarak tanıyor. Doğu’dan gelenler ise “geçici sığınmacı” olarak kabul ediliyor. Ve maalesef Türkiye’nin kapısını çalanların neredeyse tamamı Doğu’dan geliyor. 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Sözleşme’yi ‘coğrafi çekinceyle’ imzalayan Türkiye’de halen bir mülteci yasası bulunmuyor. Bu durum mültecilerin koşullarını daha da zorlaştırırken, BMMYK yetkilileri, mülteci yasasının bir an önce çıkarılması gerektiğini belirtiyor. Statüleri olmadığı için sosyal hizmetlerden faydalanamadıkları gibi, kişi başına ayda 275 YTL ikamet ücreti ödemek zorunda olan mülteciler, çalışabilmek için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından izin almak zorunda.

 

‘Türkiye yeni mültecilerden korkuyor’

 

Çıktıkları yolculuklarda çok sayıda sorunla karşı karşıya gelen mülteciler, sürekli ‘sınır dışı edilme’ korkusu yaşıyor. Kiralık ev ve iş bulma sorunu yaşayan mülteciler, Türkçe konuşamadıkları için iletişim sıkıntısı da çekiyor. İşler o kadar çözümsüz ki BMMYK tarafından ‘siyasi mülteci’ olarak kabul edilmesine rağmen 10 yıldır Türkiye’de bekleyenler var ve bunun asıl sorumlusunun Türkiye devleti olduğunu düşünüyorlar. Bunun nedenini ise, kendilerinin mülteci olarak kabul edildikleri ülkelere gönderilmeleri durumunda Türkiye’nin yeni mültecilerin geleceğinden korkması olarak özetliyorlar.

 

Kamplarda kalan mültecilerin de koşulları farklı değil. MAZLUMDER heyetinin hazırladığı raporda Kırıkkale Gaziosmanpaşa Mülteci Kampı’nda barınma, beslenme ve sosyal sorunlar yaşandığı belirtiliyor. Raporda hukuki talepleri ilgili mercilere iletme ve başvurularının sonucunu takip etme konusunda sıkıntı çekildiği ifade edilirken, kampın yaşam şartlarının iyileştirilmesi gerektiğine de dikkat çekiliyor. (İstanbul/EVRENSEL)

 

Yaşam güvenceleri yok

 

Nijeryalı mülteci Festus Okey, futbolcu olma hayaliyle Türkiye’ye gelmişti. 20 Ağustos 2007’de arkadaşlarıyla birlikte Tarlabaşı’nda gözaltına alınıp Beyoğlu Karakolu’na götürüldü. Arkadaşlarının anlatımlarına göre onlardan ayrılıp götürüldüğü yerden çığlığı ve bir el silah sesi duyuldu. Okey, polisin tabancasından çıkan kurşunla karakolda can verdi. İstanbul Emniyeti ise olayın üzerinden 2 hafta geçtikten sonra bir açıklama yaparak Okey’in polisin silahını almak üzere hamle yapması sonucu çıkan arbedede silahın ateş aldığını ileri sürdü. Ama ne kamera kayıtları bulunabildi, ne Okey’in kanlı gömleği.

 

11 Haziran’da Kırıkkale Gaziosmanpaşa Mülteci Kampı’nda çıkan olaylarda da polisin isyan çıkardığı öne sürülen mültecilere ateş atması sonucu bir mülteci yaşamını yitirmişti. MAZLUMDER’in raporunda ise “polisin öncelikli görevinin yaşam hakkını korumak olduğu”na dikkat çekilmişti.(alıntı)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

İnsan Hakları Günü 'nde İzmir Seferihisar 'da 85 göçmeni taşıyan teknenin batmasıyla bir trajedisi yaşanmış, 43 mülteci yaşamını yitirmişti.

 

İnsan Hakları Günü 'nde İzmir Seferihisar 'da 85 göçmeni taşıyan teknenin batmasıyla bir trajedisi yaşanmış, 43 mülteci yaşamını yitirmişti. Daha bu trajedi unutulmamışken yaşanan yeni dramı gazetemize değerlendiren mülteci dernekleri ve insan hakları savunucuları, yaşananların ülkelerinden açlık ve savaş yüzünden kaçmak zorunda kalan mültecilerin çaresizliğinin bir göstergesi olduğunu kaydettiler. Yaşanan vahşet, insanlık ayıbı olarak değerlendirilirken, bu tablonun uluslararası iltica politikalarının sonucu olduğuna dikkat çekildi .

 

Ülkelerinden kaçmak zorunda kalan insanların çaresizliklerinin kullanıldığını söyleyen Helsinki Yurttaşlar Derneği Mülteci Projesi Genel Koordinatörü Özlem Dalkıran , olayı 'insanlık ayıbı' olarak değerlendirdi. Kurtulan mültecilerden Türkiye 'de kalmak isteyenlere izin verilmesi gerektiğini vurgulayan Dalkıran , mültecileri insan tacirlerinin eline düşürenin uluslararası iltica politikaları olduğunu kaydetti. Mültecilerin gidecekleri ülkenin devleti tarafından insanca muamele gördükleri takdirde bu sonuçların ortaya çıkmayacağını anlatan Dalkıran , 'Mülteciler uluslararası politikaların kurbanıdır' dedi.

 

Sığınma hakkının kabulü sağlanmalı

 

Mültecilik ve sığınma konusunda Türkiye 'de insanlık trajedisi yaşandığını dile getiren DTP Diyarbakır Milletvekili ve TMMB insan Hakları Komisyonu Üyesi Akın Birdal , sadece ölümler yaşandığında bu konunun gündeme geldiğini, sonrasında ise unutulduğunu hatırlattı. Kırklareli Gaziosmanpaşa Kabul ve Barındırma Evi'ni ziyaret ederek rapor hazırladıklarını, bu raporu da İnsan Hakları İnceleme Komisyonu 'nun gündemine taşıdıklarını belirten Birdal , önümüzdeki günlerde konuyu tekrar Meclis araştırmasıyla gündeme getireceklerini dile getirdi. Türkiye 'nin 1951 yılındaki çekingeyi kaldırması gerektiğini söyleyen Birdal , 'Savaş, çatışma, ülkelerindeki rejim nedeniyle ülkesini terk etmek zorunda kalanların her ülkede sığınma hakkının kabulünü sağlamak gerekir. Doğu'dan veya Batı'dan her yerden isteyen bu sığınma hakkını kullanabilmeli' şeklinde konuştu.

 

Türkiye geçiş noktası

 

Türkiye 'nin mülteciler için geçiş noktası olduğu söyleyen İHD Mülteci Komisyonu Üyesi Ayhan Beyazıt , bugünkü olayın insanlık dışı olduğunu kaydetti. Yaşanan olayların önüne geçemediklerini dile getiren Beyazıt , 'Bu bir umut yolculuğu. Mülteciler sorgusuz sualsiz geliyorlar ülkelerinden' şeklinde konuştu. Tüm olayların kamuoyuna yansıtılmadığını vurgulayan Beyazıt , hükümetin gerekli tedbirleri almasını istedi. (İstanbul /EVRENSEL )

 

Yeşim Özdemir

 

Kaynak: Evrensel

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Endonezya'da 21 çocuk açlıktan öldü

 

Evet, yalnış görmüyorsunuz. 21.yüzyılda hala insanlar açlıktan ölüyorlar. Peki neden? Hiç savaşlar, emperyalizm, kıt kaynaklar, kuraklık gibi sebeplere hiç tüm suçu atmayalım. Açlıkla mücadele sadece sivil toplum kuruluşlarının, devletlerin, Birleşmiş Milletlerin bilmem kimin mi sorunudur. Büyük ozan Erkin Koray bir şarkısında şöyle diyor.

" Ye babam ye kalmasın

Fakir ekmekte almasın

Dünyayı yesen doymazsın

Gün ola harman ola"Gün ola harman ola...Her akşam mangal yapmaya devam edelim ve her akşam 1 kilo eti mideye indirelim. Yanında salatası, aparatı, kolası ya da isteyene rakısı, olmadı birası da olsun. Sonra geğire geğire sodamızı da içelim. Hafta sonları alışveriş merkezlerini dolduralım, markasından bir kot pantolona 150 TL bayılalım. Ertesi gün giyip sokağa çıkalım, kirlenince de makineye atıp yıkayalım. Kuruyunca gidip bilmem kaç tane kot pantolonun olduğu dolaba koyup sırasının gelmesini bekleyelim. Akşamları Starbucks'a, Mado Dondurma'ya, Gloria'ya bir yere gidelim. Tatlı üzeri kahveye Boğaz'da balık parası verip iyice rahatlayalım. Bir güneş gözlüğüne bir maaşımızı feda edelim gitsin.

 

Ama Endonezya'da açlıktan ölen çocuklar için hiçbir yapmayalım. Ahhh! Aslında ne kadar da çok isterdik elde imkan olmasını ve o insanlara yardım etmeyi. Fakat! napalım zaten kıt kanaat geçiniyoruz, zaten dertler derya, napalım kuru maaşımız var, evsahibi de kirayı artırdı, yani eşşek batı çamura yan yattı....

 

Kurban bayramında bir koyunu fakire fukaraya dağıtmaktan imtina eden, bir fakirin çocuğuna destek ver de vatana millete yararlı bir adam olsun dediğinde, senden imtina eden, kapısında el açana bir kuru ekmeği çok gören, komşusu aç iken 3 kişilk yemek yiyen ve horun horul uyuyan, borca harca batmış adamla selamı sabahı kesen; ama 20. kotuna para bulan, her akşam gezmelerde fink atan, durmadan araba alan, yani nefsinin hoşuna giden her şeyi yapabilen 21.yy insanıyız.

 

Vicdan aranıyor !!!

Kendisi 21.yy da görülmemiş olup hayatından şüphe edilmektedir.

Görenlerin, duyanların, yerini bilenlerin insaniyet namına! insalara bildirmesi rica olunur. (alıntı)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...
92986893em9.jpg

 

George W. Bush: 21. Yüzyılın Kabusu

 

Irak Savaşı bu gece 5’inci yılına giriyor. Mart 2003’ten bu yana Irak’ta tam 1 milyon kişi can verdi. 3 bin 218’i ABD'li askerler, 40 bini eski Irak ordusu askerleri, geri kalanı ise siviller..

 

Yukarıdaki metin bir film senaryosundan değil.. Düpedüz gazete haberi..

 

21. yüzyıldayız, teknoloji çağındayız, küresel ısınıyoruz ama hala tehlikenin farkında değiliz: DÜNYA YAVAŞ YAVAŞ YOKOLUYOR... Küresel ısınma, çevre kirliliği, tükenen kaynakların hayatımızı zindana çevirmesine çok az bir süre kaldı.

 

Açgözlülüğüne mani olamayarak, silahlarla, savaşarak insanları katletmeye devam etmek niye? 15 - 20 yıl sonra içmeye su bulamayacağız. Bu ne öfke, bu nasıl kin?

 

George W. Bush: 21. yüzyılın kabusu! Amerika Birleşik Devletleri'nin tescilli Şeytan'ı! İnsanlıktan nasibini almamış, gözünü kan bürümüş, para için, çıkar için, kundaktaki bebelere, hastalara, yaşlılara karşı "vur" emri veren "yaratık".

 

Adı çoktan, Stalin'le, Hitler'le, birlikte anılmaya başlandı bile.

 

1 Milyon can.. ve bunlardan sadece 43 bini asker. Geri kalanlar sivil, yani masum insanlar..

 

Nükleer silah bahanesiyle Irak'a savaş açıp, avucunu yaladıktan sonra hala aç gözünü doyuramayan, Irak'ın tüm petrol denetimini ele geçirdikten sonra bile insanları katlemeye devam eden bir ülkenin "başı" ile aynı masaya oturan, aynı salonda demeç verenler.. Vicdanınız rahat mı? Gazetecilere el sıkışırken gülümseyerek verdiğiniz pozlardan memnun musunuz? Bir katille, aynı odada bulunmanın, üstelik ona hoş görünmeye çabalamanın "huzuruyla" halkın karşısına çıktığınızda yüzünüz kızarmıyor mu?(alıntı)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

DÜNYADA 10 MİLYON KİŞİ MÜLTECİ

Dünya genelinde mülteci sayısının son 5 yılın en üst seviyesine çıkarak yaklaşık 10 milyona ulaştığı bildirildi. Birleşmiş Milletler (BM), mülteci sayısında yaşanan büyük artışın en önemli nedenlerinden birinin Irak'taki şiddet olduğunu açıkladı. "2006 Küresel Eğilimler" başlıklı BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin hazırladığı raporda, 2005 yılındaki mülteci sayısının 2006 yılı sonunda dünya genelinde yüzde 14 artarak 10 milyon kişiye çıktığına dikkat çekiliyor. Kendi ülkesi içinde yer değiştirenlerin sayısının da 2006 sonu itibarıyla bir önceki yıla göre ikiye katlanarak yaklaşık 13 milyon insana ulaştığı belirtiliyor.

 

2002-2006 sonu arasındaki dönemi kapsayan araştırma sonuçları, 2002'de düşüş eğilimi gösteren mülteci sayısında büyük bir artış yaşandığını ortaya koyuyor. Raporda bu artışın ana sebepleri arasında ilk sırada Irak'taki durumun yer aldığı bunu Lübnan, Sri Lanka, Doğu Timor ve Sudan'daki çatışma ortamının izlediği kaydediliyor. İsrail işgali ve yaşanan çatışmalar sonucu ülkelerini terk etmek zorunda kalan BM gözetimindeki yaklaşık 4.3 milyon Filistinli ise rapordaki 10 milyona varan mülteci sayısına dahil değil.

 

'İstediğimiz özgürlük bu değil'

Irak'tan kaçan yaklaşık 1.5 milyon kişinin, çoğunluğunun Suriye ve Ürdün olmak üzere başka ülkelerde yaşadığı tahmin ediliyor. Ürdün ve Suriye, göçü engellemenin yollarını ararken iki ülkenin aldığı sert önlemler mültecilerin durumunu daha da zorlaştırıyor. Ülkesinden ayrılmak zorunda kalan ve ailesiyle Suriye'ye sığınan bir Iraklının şu sözleri ise dikkat çekiyor: "Burada daha ne kadar kalabiliriz ki? Bir yardım kuruluşunun verdiği 30 dolar aylıkla geçinmeye çalışıyoruz. Irak'a da geri dönemeyiz. Daha yolda ölmüş oluruz. İşgalden sonra dünyanın geri kalanı gibi özgürce yaşayabileceğimizi ummuştuk ama ne yazık ki tam tersi oldu. Biz özgürlük istemiştik ama kesinlikle bu yolla değil."

Iraklılar, Afgan halkından sonra dünyanın en büyük mülteci toplumunu oluşturuyor. 2 milyonu aşkın Afgan'ın ülkesi dışında yaşadığı belirtiliyor...

Ya AVRUPA YAPIMI TÜRKLER...

 

Sevgi ve Saygılar...

DİPNOT...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

"Misafirhane yle ilgili iddialar asılsız"

.

.

.

Kamuoyunun konu hakkında doğru olarak bilgilendirilebilmesi için saygı ile duyurulur" ifadeleri yer aldı.

 

Bu haber Editör tarafından 15.09.2008/11:32 tarihinde eklenmiştir.

Kaynak : Kırklar Haber

Sn Dogrucudavut, bu güne kadar hangi suclamalar ve iddaalar arastirma sonunda aynen burada oldugu gibi asilsiz cikmadiki? Ülkemizde genelde devletin denetimindeki kurumlar asla hata yapmaz anlayisi hakim oldugu icin ve birde buna inkarcilik eklersek aslinda arastirma yapmalarina hic gerek kalmiyor. Valilik herhalde en tarafsiz bir inceleme ekibiyle bu sonuca varmistir kanisindayim. Baska bir sonuca varmis olsalardi herhalde buna kendileri bile sasardi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sn Dogrucudavut, bu güne kadar hangi suclamalar ve iddaalar arastirma sonunda aynen burada oldugu gibi asilsiz cikmadiki? Ülkemizde genelde devletin denetimindeki kurumlar asla hata yapmaz anlayisi hakim oldugu icin ve birde buna inkarcilik eklersek aslinda arastirma yapmalarina hic gerek kalmiyor. Valilik herhalde en tarafsiz bir inceleme ekibiyle bu sonuca varmistir kanisindayim. Baska bir sonuca varmis olsalardi herhalde buna kendileri bile sasardi.

 

Sn.dünyahepimizin,

 

Bunu daha önce tartışmıştık, isterseniz bir daha tartışmayalım. :)

 

Turkish Media Forum-Zalim Yunan

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Iraklılar, Afgan halkından sonra dünyanın en büyük [/color][/size][/font]mülteci toplumunu oluşturuyor. 2 milyonu aşkın Afgan'ın ülkesi dışında yaşadığı belirtiliyor...

Ya AVRUPA YAPIMI TÜRKLER...

Sayin DİPNOT' AVRUPA YAPIMI TÜRKLER...i anliyamadim biraz bilgilendirirsen memnun olurum..

 

 

 

Saygilar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

Polis Abdoullah Jamal'in Mülteciler Günü'nü Kafasına Çekiçle Kutladı

 

Bir yıl bir aydır Türkiye'de olan Abdoullah Mouhammed Jamal'le Mülteciler Günü'nden bir gün önce tanıştık, hikayesi şiddet içerikliydi: "Sivil polisler beni telefon kulübesinden aldılar Eminönü'ne götürüp çekiçle dövdüler, sonra sahile attılar."

 

BİA Haber Merkezi - İstanbul

19 Haziran 2008, Perşembe

Nilüfer ZENGİN

 

Sıraselviler'den Cihangir'e doğru inerken Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin duvarının önünde siyah bir erkek yerde yatıyor: Kolu ve eli alçıda...

 

Alçıdan görünen parmak uçlarında kan kurumuş... Alnında küçük bir bandaj var, başında delikler açılmış...

 

Muhabirimiz Bawer Çakır ve ben duraladık, diyaframı inip çıkıyor, yani nefes alıyor... Oradan geçen onca insan arasından yalnızca biri daha bu manzaraya bakıp, geçip gidemedi, durdu... Hep birlikte uyandırdık, kim olduğunu ve ona ne olduğunu anlatmasını istedik.

 

Abdoullah Mouhammed Jamal dün Taksim'de bir telefon kulübesinden telefon ederken, “sivil polisler” gelip pasaportunu sormuşlar... Jamal'in bir pasaportu yok, ne yazık ki iki ay önce zamanı dolmuş olan polisin verdiği bir oturma izni var...

 

Jamal sivil polislere "Bana pasaportumu sormayın gerekiyorsa Kumkapı'daki Yabancılar Misafirhanesi'ne götürün" demiş.. Onlar da "vay sen misin bize böyle söyleyen" diye almışlar, Eminönü'ne getirmişler, öldüresiye dövmüşler, başına bedeninin her yerine çekiçle vurmuşlar...

 

Çekiç var ya, çekiçle dövdüler...

 

"Do you know hammer? They beat me with hammer"... (Çekiç var ya, çekiçle dövdüler beni).

 

Jamal bir yıl bir ay önce Türkiye'ye gelmiş. Pasaportu yok, polisin verdiği oturma izni nisanda bitmiş.

 

Kumkapı'ya giderse, hapise konulacağından korkuyor. "Polis sokakta yakalayınca dövüp bırakır" diyor...

 

Sahile bırakıp gitmişler

 

Abdoullah'ı telefon kulübesinde dövmeye başlayan polisler onu Eminönü'ne götürmüşler, orada dövmeye devam etmişler. Sonra da sahile atıp gitmişler. Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne kendisi gelmiş dün akşam, bugün de öğlen kontrol için gelmiş, onu bekliyordu.

 

Cami avlularında dilenerek yaşamını sürdürmeye çalışıyormuş. "Belki de polisler yalnızca Müslüman olduğum için beni öldürmeden bırakmışlardır" diye düşünüyor...

 

Onunla hastanenin bahçesine girdik, gölge bir yerde biraz oturduk, konuştuk... Oturarak duramıyordu, her tarafı ağrıdığı için, hastaneden ağrılarını dindirmek için bir ilaç da vermemişler...

 

Onu, hukuki yolculuğunda gerekli desteği alabileceği sivil toplum kuruluşlarıyla ilişkiye soktuk ama hastane bahçesinde insanların "dışarıda tutan, yadırgayan" bakışlarından koruyamadık... Orada bırakıp işe dönmek zorunda kaldık.

 

Öykünün güvenlik yetkililerini ilgilendiren tarafını yarın izlemeye devam edeceğiz. Bu, mülteciler gününde Sıraselviler'de uzanıp yatan yaralı, örselenmiş, hırpalanmış bir mültecinin iniltisi yalnızca. (NZ/EZÖ)

 

"Mülteci Kimdir?"e Sokaktan Cevap: Mülteci Kaçandır

 

Mültecilerin Sesi "Mülteci kimdir?" diye sormuş, kimisi "Zenciler, Farslar, Araplar, Cezayirliler; Yunanistan’dan kovuldukları için Türkiye’ye geliyorlar", kimisi de "Afrikalılar çok efendi, edepli ama sarışın beyazlardan bıktık" demiş.

 

 

BİA Haber Merkezi - İstanbul

19 Haziran 2008, Perşembe

 

 

Mülteci'nin Sesi'nin Bahar sayısında gazeteci Hayyan Ramadan İstanbul sokaklarında "Mülteci kimdir" diye soruyor.

 

Yanıtlara bakınca insanlar aslında onların "keyiften değil mecburiyetten" yollara düşüp başka ülkelere sığınmak istediklerini biliyorlar, hatta Avrupa'daki Türkiyeli işçilerle mülteciler arasında benzerlik kurup, "empati" gösteriyorlar ama yine de "birşeyler" eksik...

"Mülteci nedir?" sorusuna yanıtlar...

 

"Biz Avrupa’ya neden gidiyorsak onlar da (Afrikalılar) o yüzden buraya geliyor.", Adem, 40 yaşında. esnaf, Tarlabaşı

 

"Mülteci kaçandır.", Asaf, 34 yaşında, çalışmıyor, Kumkapı

 

"Zenciler, Farslar, Araplar, Cezayirliler; bu mülteciler Yunanistan’dan kovuldukları için Türkiye’ye geliyorlar.[...] Zenciler, bunlar Yunanistan’a gidiyor. Ama Yunanistan atıyor bunları denize. Mülteci bunlar.", Emin, 28 yaşında, esnaf, Kumkapı

 

"Afrikalılar çok efendi, edepli. Afganlar savaştan kaçmışlar. Afrikalılar çok iyi; ama sarışın beyazlardan bıktık. Alınteriyle çalışanlar kalsın; ama gayrimeşru yollardan çalışanları sınır dışı etsinler.", Ayşen, 33, aktivist, Kumkapı

 

"Biz Avrupa'ya neden gidiyorsak onlar da o yüzden buraya geliyor"

 

"Biz Avrupa’ya neden gidiyorsak onlar da (Afrikalılar) o yüzden buraya geliyor.", Adem, 40 yaşında. esnaf, Tarlabaşı.

 

"Esrar satıyorlar, fuhuş, hırsızlık, kapkaççılık yapıyorlar diye duyum alıyoruz. Duyduklarımız bunlar. Bunları yapmak için geliyorlar. Buraya gelen aç kalınca ne yapacak? Ben de aç kalsam yaparım.", Metin, 55, kuyumcu, Tarlabaşı.

 

"Mültecinin tam anlamını bilmiyorum, kaçarak gelmişler... Tarlabaşı’nda çoğunlukla Afrikalılar var, iş amacıyla geliyorlar. Oradaki durumları iyi değil. Ekonomik nedenlerden geliyorlar. İş imkanı yok. Burada imkan var. Kimse karışmıyor onlara. Boyacılık, kağıtçılık yapıyorlar. 2. el ev eşyası satıyorlar... Ben üzülüyorum. Camilerde dileniyorlar. Sabah, 4-5’te kalkıp, balık pazarına gidiyorlar, balık artıklarını topluyorlar... Ben dilenenleri görünce, zenciye daha çok acıyorum. Düşünüyorum, acaba bizden gidip, yurt dışında böyle olanlar var mıdır diye.", Saffet, 24, esnaf, Tarlabaşı.

 

"Devrimci" biliyorum ama "mülteci" kime denir bilmiyorum. [...] Aaa, o zaman Iraklılar gibi. Ya şimdi ölücem, ya 2 saat sonra ölücem diyor. Onun için kaçıp geliyor Iraklılar… Ermeniler orada geçim sağlayamıyorlar, onun için geliyorlar. Afrikalıları bilmiyorum. Türkiye çok güzel diyorlar, herhalde gezmek için geliyorlar. Zencilerin paraları çok, herhalde. Gelip geziyorlar. Türkiye’yi seviyorlar, kalıyorlar. Sonra herhalde paraları bitiyor. Onun için de çalışıyorlar.”, Erdem, 18, internet cafe sahibi, Kumkapı.

 

"Afrikalıların hepsi çalışıyor"

 

"Afrika çok sıcak, Türkiye serin diye geliyorlar. Bir de burada iş imkanı var. Orada böcek möcek var. Onun için geliyorlar herhalde.", Ziya, 16, bakkal çırağı, Kumkapı.

 

"Mülteci, sonradan TC vatandaşı olmuş kaçaklara deniyor... Orada aç kaldıkları için geliyorlar. Çoğu buranın vatandaşı olmuş. (Afrikalılar) Orada odun kesip 5 saatte kazanacağını, burada bir saat satıp kazanıyorlar. Afrikalıların hepsi çalışıyor. Aylak gezeni yok.", Fatma, 35, çalışmıyor, Kumkapı. (NZ/EZÖ)

 

**

 

Mülteci W.S.: Günde Bir Kez Yemek Yiyerek Hayatta Kalabiliyorum

 

Mültecilerin Sesi'nin bu sayısında mülteci W.S: "Hareket etmeyerek enerji harcamıyorum. Isınmak için çay içiyoruz, sıkılmamak için kağıt oynuyoruz. Artık insan filan değiliz. İnsan bir kere ölür, ben günde bin kere ölüyorum."

BİA Haber Merkezi - İstanbul

19 Haziran 2008, Perşembe

Üç ayda bir yayımlanan Mültecilerin Sesi'nin Bahar 2008 sayısında arkadaşlarıyla Aksaray'da yaşayan W.S. "ev hayatını" anlatıyor, dergide kalabalık yaşanan evlerde sağlıklı kalabilmek için yapılması gerekenler anlatılıyor.

 

17 yıldır İstanbul'da yaşayan bir mültecinin deneyimlerini VE Sudanlı bir mültecinin de ülkesinde kadın sünneti uygulaması üzerine izlenimlerini bu sayıda okuyabilirsiniz.

 

W.S'nin hikayesi "Böyle Yaşıyoruz" şöyle:

 

"Ben ülkemden eşimle birlikte kaçtım, burada bir süre kaldıktan sonra tüm param bitti. Eşim beni terk edip gitti, şimdi nerede olduğunu bilmiyorum. Zaten oradan kaçma nedenim karımdı. Şimdi artık hiçbir şey düşünemiyorum. Günümü nasıl geçireceğimi düşünmem gerektiğini biliyorum ama sadece ne yiyeceğimi düşünüyorum. Ben çok güçlü bir adamım ama kimse beni çalıştırmıyor, daha doğrusu beni çalıştırmak için izinleri yok.

 

"Karım beni terk ettikten sonra sokakta, deniz kenarında yatıyordum; kalacağım yer yoktu. Sonra arkadaşlarla tanıştım ve onlarla kalmaya başladım. BM görüşmesinden sonra beni İzmir’e gönderdiler ama ben gitmedim. Konyalı bir adamla tanıştım bana yardım edeceğine söz verdi; bana bir ev, bir iş bulacağını söyledi. Bu sayede karımın bana döneceğini düşündüm. Bana Ceylan Grup’ta işe alınmam için bir belge verdi. Ben de bu belgeyi alıp Ankara ofislerine gittim ve başvuruda bulundum. Ama beni işe almadılar ve İzmir’e gitmem gerektiğini söylediler."

 

Günde bir defa yemek yiyorum, gündüz hareket etmiyor daha az enerji harcıyorum

 

"Ben İzmir’de yaşayamam… Gitmeyeceğim.

 

Arkadaşlarla gündüz yatıyoruz, akşam kalkıyoruz. Çünkü günde bir defa yemek yiyorum ve gündüz hareket etmeyerek daha az enerji harcıyorum. Bu şekilde hayatta kalabiliyorum. Biz duş alırken ne yapıyoruz biliyor musunuz? Tuzu suyla karıştırarak yıkanıyoruz, bunu neden yaptığımızı anladınız mı? Ben nargile içiyorum tütününü kendim hazırlıyorum, Isınmak için de çay içiyoruz, sıkılmamak için kağıt oynuyoruz. Allah’a inancım var ama açıkçası biz artık insan filan değiliz. İnsan bir kere ölür, ben ise günde bin kere ölüyorum." (NZ/EZÖ)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 ay sonra...

Mülteci Sayısı Artıyor, Göç Önlemleri de Artıyor

 

Ülkelerindeki olumsuz koşullara boyun eğmek yerine daha iyi bir dünya düşü kuran tüm mültecileri cesaret ve dirençlerinden dolayı kutlayalım, bu konu üzerinde düşünme ve yapabileceklerimiz konusunda harekete geçelim.

 

20 Haziran 2008, Cuma 20 Haziran tarihi, yıllar boyu Afrika Mülteciler Günü olarak kutlanırken 2000 yılından beri Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) tarafından Mülteciler Günü olarak kutlanmaktadır.

 

Amaç evlerini ve ülkelerini terk etmek zorunda kalan mültecilerin yaşadıkları sorun ve koşulları görünür kılmak ve umut yolculuğuna çıkan mültecileri direnç ve cesaretlerinden dolayı onurlandırmaktır.

 

BMMYK 2007'de yabancı ülkelere göç eden veya kendi ülkesine göçe maruz kalan mülteci sayısının 25,1 milyona ulaştığını açıkladı.

 

2001 ile 2005 tarihleri arasında yaşanan düşüşün ardından BMMYK’nın ilgilendiği mültecilerin sayısı 2006'dan sonra büyük artış gösterdi.

 

2007'de toplam 647 bin kişi iltica talebinde bulundu. Bu da son dört yıldan bu yana ilticacıların sayısının ilk kez arttığını gösteriyor.

 

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği 2007 yılı verilerine göre sığınma başvurularında ilk beş kaynak ülke sırasıyla şöyle: Irak (45 bin 200), Rusya Federasyonu (18 bin 800), Çin (17 bin 100), Sırbistan (15 bin 400) ve Pakistan (14 bin 300).

 

Iraklılar dışında sığınma talebinde bulunan milletler arasında gözle görülür bir artış, yüzde 87 ile Pakistanlılar, yüzde 47'yle Suriyeliler ve yüzde 43'yle Somalililer arasında yaşandı.

 

Sığınma başvurularının yarısı Asya’dan (Orta Doğu da dahil) yapıldı. Yapılan başvuruların yüzde 21’inin kaynağı olan Afrika, ikinci en önemli kaynak kıta oldu.

 

Bunu yüzde 15’le Avrupa, yüzde 12’yle Latin Amerika ve Karayipler ve yüzde birle Kuzey Amerika takip etti. Bu istatistikler sığınma olgusunun yaşandığı ülkelerin savaşlar, çatışmalar, yoksulluk vb. bir arada olduğu ülkeler olduğunu göstermektedir.

 

Sığınma da ekonomik göç yolunu izliyor

 

Genellikle çatışmaların sürdüğü, yoksulluğun yoğun olduğu gelişmekte olan olarak adlandırılan ülkelerden gelişmiş ülkelere olan göç ve sığınma akımı hem ekonomik göç hem de sığınma durumu için benzerdir.

 

Çünkü ülkenizde muhalif bir gruptan iseniz bunun getirdiği tehditler içinde ekonomik kayıplar da söz konusu olabilmektedir.

 

Yani iltica yolunun büyük ölçüde ekonomik göç yolunu izlediği görülmektedir. Ayrıca farklı ülkelerdeki ekonomik istikrarsızlık, borç yükü, gelir dağılımı eşitsizlikleri büyük ölçüde siyasi yönetim krizleri, istikrarsızlıklar ve çatışmalar doğurmakta ve bu da başka ülkelerden sığınma isteme yolunu da açmaktadır.

BMMYK’nın 2007 yılı verilerine göre mültecilerin iltica için gittikleri temel ülkelerin ABD, Güney Afrika, İsveç, Fransa, İngiltere, Kanada ve Yunanistan olması da bu konuda iyi birer örnektir.

 

Ancak çoklu nedenlere dayalı olarak ortaya çıkan göç olgusuna kalıcı çözümler üretmek yerine ceza verme anlayışına doğru yönelindiği görülmektedir.

 

Göçe hümanist yaklaşım yerine ceza yaklaşımı

 

2008 yılında bu özel güne ilişkin olarak gelişmelere bakıldığında AB üyesi ülkelerin yasadışı göç yoluyla Avrupa’ya gelen ve “yasadışı göçmen” olarak adlandırılan gruba ilişkin cezai yaptırımlar ve caydırıcı önlemleri içeren düzenlemeleri kabul ettiği görülmektedir.

 

Bu yeni düzenlemeye göre ülkeye yasadışı olarak giren ve yasal gereklilikleri yerine getirmeyen göçmenler için gözaltı merkezleri ve hapis sistemi öngörülmektedir.

 

Yasadışı göçmen kategorisi içinde ekonomik amaçlı olarak illegal bir şekilde ülkeye giriş yapmış olanların yanısıra sığınma arayan kişiler de bulunmaktadır. Yasadışı bir şekilde ülkeye giriş ise mültecilik koşullarından kaynaklanan çatışma ortamı, evini ve ülkesini hazırlıksız bir şekilde terk etme ve yaşamlarına yönelik bir tehdit algısı karşısında ani çıkılan umut yolculuğu durumuyla ilişkilidir.

 

Dolayısıyla doğrudan mültecilik olgusunun doğasıyla ilişkilendirebileceğimiz durumlar yasadışı göç eylemini oluşturmaktadır.

 

Uluslararası hukuka göre insanların zulüm karşısında başka bir ülkeye sığınma hakları bulunmaktadır ve devletler bu hakkı uygulama konusunda hassas davranmalıdır. Ancak cezai yaptırım uygulanması anlayışıyla sorunları çözme yaklaşımı göç konusunda gelinen nokta açısından oldukça trajik bir durumdur.

 

Sığınma durumu kişinin isteği dışında ırkı, dini, milliyeti, politik düşünceleri ve herhangi bir sosyal gruba üyeliği nedeniyle ülkesinde yaşama olanağı kalınmayan durumlarda zorunlu olarak başvurulan bir durumdur ve bu anlamda özel bir yerde durmaktadır.

 

Bugünkü duruma bakıldığında dünya çapında devam eden yaklaşık 30 aktif çatışma ve savaştan bahsedilmektedir.

 

Savaşların yarattığı yerinden edilme durumu kitlesel sığınmacı ve mülteci göçüne yol açmaktadır ve savaşlar devam ettiği sürece mülteci sayılarındaki artışlar da devam edecektir.

 

Ülkelerindeki olumsuz koşullara boyun eğmek yerine daha iyi bir dünya düşü kuran, zorlu ve travmatik yerinden edilme durumu yaşayan, direnen ve yeni bir ülkede yeni bir yaşam kuran tüm mültecileri cesaret ve dirençlerinden dolayı kutlayalım ve işin bize düşen kısmı olan bu konudaki farkındalık arttırma, bu konu üzerinde düşünme ve yapabileceklerimiz konusunda harekete geçelim.(SB/EZÖ)

 

* Sema Buz, Hacettepe Üniversitesi

 

MÜLTECİLERİN YAŞADIĞI DRAMLARA DUYARSIZ KALMAYALIM...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.