Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Satılan ÜLKEMİN ve HALKIMIN geleceğidir


SeDatsan

Önerilen İletiler

Satılan ÜLKEMİN ve HALKIMIN geleceğidir :excl:

 

1980’lerle birlikte gündemimize giren “küreselleşme”, “yeni dünya düzeni”, “neoliberalizm” gibi bir dizi kavramlar ideolojik bir hegemonya mücadelesinin de başladığını işaret eder gibiydi. Öyle ya tarih, sınıfların mücadelesi ise ve tarihi de yazan hep egemenler ise gerçekleri maniple etmeleri, kavramları masumlaştırmaları da normaldi.

 

Bu masumluk yüklenmiş kavramlardan toplum olarak ilk “sempati” ile baktığımız sanırım “özelleştirme” kelimesiydi.

 

Özelleştirmelerin sonuçları yavaş yavaş meydana çıkarken, bu kelimenin hiç de sempatik olmadığı, masumluk yüklenmiş bu kavramın aslında kamu kaynaklarının talanı olduğu gibi söylemler de toplumda yaygınlaşıyordu. Oysa kelimenin etimolojisini incelemek zahmetine girişilse hiç de özelin güzel olduğunu düşünmeyecektik. “Özelleştirme, sözlüklere devlete ait taşınır ve taşınmazların teklif alma ya da ihale yoluyla satışını yapma anlamında girmiştir. Privatization (özelleştirme) Latince privo sözcüğünden türüyor .Bu da yoksun bırakmak anlamına geliyor. Yani bir şeyi özel kılmanın gerçek anlamı, diğer herkesi ondan yoksun bırakmak. İngilizce Fransızca anlamları da aynı.

 

Kapitalizm doğası gereği krizler üretip her defasında da bu krizleri aşarak sistemi yeniden üretmiştir. Tarih boyunca kapitalizm krizlerini, krizi meydana getiren dinamikleri yok ederek, sistemi yeniden üretmiş ve bir sonraki krize kadar devam etmiştir. Üretim araçlarının bireysel mülkiyeti ile üretimin kolektif karakteri arasındaki çelişki kapitalizmin bitmeyecek krizlerinin ana nedenidir..

 

 

Kapitalizm, en önemli devre-i krizlerinden biri olan 1929 ekonomik krizini “sosyal devlet” ve “refah toplumu” politikalarıyla aşmıştı. Keynesci ekonomik politikalar olarak da nitelendirilen bu politikalarla, eğitim, sağlık, ulaştırma, haberleşme, sosyal güvenlik sistemleri devletin görevleri arasına alınmıştır.

 

1970’li yıllara kadar devam eden Keynesyen politikalar, petrol krizine çözüm üretememiş ve reel sosyalizmin çözülmesiyle de yerini parasalcı-moneterist yaklaşıma ve neoliberal ekonomi politikalara bırakmıştır.

 

Bu yaklaşımla sosyal devlet ve refah toplumu anlayışı sona ermiş, devlet kamusal alandan çekilmeye başlamıştır. Reel sosyalizmin çöküşü bu politikaların daha bir fütursuzca uygulanmasını sağlamış öyle ki sosyalizmin çözüldüğü ülkelerde bile uygulamaya konulmuştur.

 

 

Bu politikaların Türkiye’ye yansıması ise 24 Ocak kararlarıyla başlamış 12 Eylül cuntası ile de oluşturulan ortamda derinleştirilerek günümüze kadar devam etmiştir.

 

Bugün ülkemizde kamunun yeniden tanımlanması amacıyla çıkarılan yasalardan AB’ye uyum adı altında çıkarılan tüm yasalar, sermayenin neoliberal politikalarını kapitalizmin kurumları olan, Dünya Bankası (DB), Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO-DTÖ) aracılığı ile uygulamaya koyduğu talanının yasal altlıklarıdır.

 

 

Küreselleşme ve neoliberal politikaların uygulanmasında ise liberalizasyon, özelleştirme ve kuralsızlaştırma önemli kavramlar olarak ortaya çıkmaktadır. Liberalizasyon, yani serbestleşme, sermayenin dünya üzerinde önünde hiçbir engel bulunmadan serbest dolaşmasıdır. Bugün kapitalist sistemde sermaye hareketlerinin önündeki en önemli engeller ulusal koruyucu yasalardır. Bu anlamda sistem çevre ülkelerde sermayenin serbestce dolaşımına engel tüm yasaları ortadan kaldırmakta ya da yeni yasal düzenlemelere başvurmaktadır. Bu düzenlemeleri borç sarmalı içindeki ülkelerin hükümetlerine yaptırtmak hiç de zor değildir. Sermayenin serbest dolaşımının önünde engel olarak görülen iç hukuk da uluslararası tahkim olarak adlandırılan hukukla çözümlenecektir.

 

Sermayenin serbest dolaşımının yanında sisteme entegre edilen ülkeler mal ve hizmetlerin de serbest dolaşımını sağlayacak yasal düzenlemeleri sağlamaktan sorumlu tutulmuşlar ve bu sorumluluk yapılan anlaşmalarla kayıt altına alınmıştır (MAİ MİGA). Bu anlaşmalar, Tarifeler ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) Hizmet ve Ticareti Genel Anlaşması (GATS) Fikri Mülkiyet Haklarıyla Bağlantılı Ticarete İlişkin Anlaşma (TRIPS) Ticaretle Bağlantılı Yatırım Tedbirleri Anlaşması’dır (TRIMS).

 

Bu anlaşmalara uygun davranışlar olup olmadığını denetleyen ve serbest mal ve hizmet ticaretini teşvik eden örgüt de 142 devletin üye olduğu (WTO) Dünya Ticaret Örgütüdür.

 

Kamu hizmetleri açısından en önemli anlaşma GATS anlaşması olup özellikle mesleki açıdan baktığımızda MİMARLIK VE MÜHENDİSLİK hizmetlerinin serbestleşmesi ya da serbest dolaşımının önündeki engellerin kaldırılması anlamına gelmektedir. GATS anlaşmasıyla, gündeme gelen kamu hizmetlerinden diğerleri ise telekomünikasyon, eğitim, sağlık, ulaşım, enerji ve bankacılık, turizmdir. Kamunun sunduğu bu hizmetler özelleştirilerek yurttaş pahalı hizmet alacak müşteri durumuna düşürülmüş ve kamu kaynakları çokuluslu şirketlerin kâr hırslarına terk edilmiştir.

 

Özelleştirme

 

Kamunun sunduğu eğitim, sağlık, haberleşme, enerji, ulaşım vb gibi hizmetlerin kâr amaçlı bir biçimde yeniden yapılandırılması ve sermayeye devrini esas alan ve neoliberal politikaların en önemli ayağı özelleştirmedir. Özelleştirme politikalarıyla devlet yukarıda belirtilen sektörlerden çekilerek sermayeye yer açmaktadır. Bunun sosyal alana yansıması ise daha çok işsizlik, toplumsal eşitsizlik, yoksulluk, çalışanların sosyal güvencelerinin ortadan kaldırılması, taşeronlaştırma ve sendikasızlaştırma şeklindedir.

 

 

Bugün ülkemizde haraç mezat satışa çıkarılan Seydişehir Alüminyum, Erdemir, Tüpraş, Telekom, TEKEL’i vb. yukarıda belirtilen politikalar ışığında düşündüğümüzde durumun ne kadar vahim olduğu da ortaya çıkıyor. Sadece Tüpraş ile ilgili olarak özelleştirme idaresine teklif veren şirketlerin kârlılığının Tüpraş’tan daha az olması sanırım her şeyi anlatıyor.

 

Geçen günlerde 305 milyon dolara satılan Seydişehir Alüminyum tesislerinin yanında bedava verilen mühendislik harikası Oymapınar Barajı ve 36 milyon tonluk boksit rezervlerinin bugünkü değeri milyar dolarlarla ifade edilmekte. Bugün Oymapınar Barajı’nın zemin etüdünü anılan miktarlarla yapılamıyacağı açıktır.

 

İstanbul’da Kadıköy yakasından Karaköy yakasına vapurla geçenler anımsar, yolcular arasında ortaya çıkan biri bir tarak alana yanında bir aynanın bedava olduğunu belirtir, yani batan geminin mallarıdır satılanlar… Bugün Seydişehir’de olan budur. Batan bir geminin olmasa da emperyalizme peşkeş çekilen bir ülkenin varlıklarıdır satılan tesisler.

 

Aymazlığın sınırı yoktur; ya Avrupa çelik üreten kuruluşlar arasında 5. olan ya da dünyada 12 olan ERDEMİR için ne demeli. Dünya çelik üreten devlerle yarışan bu kuruluşumuzla baş edemeyenler çareyi onu bünyesine katmakta bulmuşlardır. Bu sefer ülkemizin 3 stratejik limanı yani, İskenderun, Yarımca ve Ereğli limanları bedavadır… Sakın unutulduğu sanılmasın, ülkemiz demir rezervlerinin yüzde 76’sını oluşturan 14 demir yatağımız da satışın yanında bonus olarak verilmektedir…Oysa MTA Genel Müdürlüğü’nün son yıllarda yaptığı çalışmalarda bu 14 yatak arasında yer alan Hasançelebi yatağında Altın ve Bakırın da varlığı tespit edilmişken.

 

Sadece 3 yıllık kârı karşılığı özelleştirilmek istenen kuruluşumuz TÜPRAŞ, gündemde olan petrol yasası ile ilişkilendirildiğinde bu özelleştirmenin, önemli bir yeraltı kaynağımız olan petrol yataklarımızla birlikte entegre bir satış olduğu ortaya çıkmaktadır.

 

Türkiye halkı, taammüden ülkenin doğal ve beşeri kaynaklarını satanları, emperyalist yağmaya ve talana göz yumanları, bilmektedir.

 

Halkın “kutsal değerleri!” adına linç kampanyasına girişenlere, kutsal değerler adına bir bardakta fırtına koparanlara sormak gerekiyor: ERDEMİR, TEKEL,TÜPRAŞ SEYDİŞEHİR, TELEKOM daha mı az kutsaldır?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yaratılan sözde hizmet kalitesini artırmaya yönelik özelleştirme ortamı, hizmeti üreten emekçilerin sömürüsünü de hızlandırıyor. kıran kırana rekabet ortamı nedeniyle, hizmeti üreten işçiler giderek daha kötü koşullarda çalıştırılmaya başlanıyor. Çalışma sürelerinin uzaması, ücretlerin asgari ücretin altına indirilmesi, özelleştirmenin kötü yönleri olarak karşımıza çıkıyor.

 

yıllardır halka yutturulmaya çalışıldığı gibi kesinlikle hizmetin kalitesinde bir artış olmuyor.

 

kar eden kurumlar zarar ediyormuş gibi gösteriliyor ve satılıyor

 

 

TAŞERONLAŞTIRMAYA VE ÖZELLEŞTİRMEYE HAYIR!!!!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Özelleştirme devletin satılmasıdır , binlerce insanın kapı dışarı edilip işsizliğe mahkum edilmesidir

 

bugün satılan kurumların zarar ettiği ve tek çözümün bunların satılmasında karar kılındığı korkunç bir

 

yalandır

 

devlet eğitiminden sağlığına vatandaşına her alanda hizmet götürmek zorundadır sosyal devlet anlayışı budur

 

ama bugün bütün kitleri satarak sadece kendisini ve burjuvaziyi daha fazla zengin etme derdinde ve

 

telaşındadır

 

bugün devlet nakit sıkıntısı çekiyorsa neden bu kurumlar değerlerinin çok altında satılmaktadır

 

burda sosyal devlet anlayışıda özelleştirme ile birlikte gömülmek istenmektedir

 

yığınla büyüyen işsizlik ordusu

 

hergün biraz daha yoksullaşan emekçiler

 

Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Özelleştirme devletin satılmasıdır , binlerce insanın kapı dışarı edilip işsizliğe mahkum edilmesidir

bugün satılan kurumların zarar ettiği ve tek çözümün bunların satılmasında karar kılındığı korkunç bir

yalandır

devlet eğitiminden sağlığına vatandaşına her alanda hizmet götürmek zorundadır sosyal devlet anlayışı budur

ama bugün bütün kitleri satarak sadece kendisini ve burjuvaziyi daha fazla zengin etme derdinde ve

telaşındadır

bugün devlet nakit sıkıntısı çekiyorsa neden bu kurumlar değerlerinin çok altında satılmaktadır

burda sosyal devlet anlayışıda özelleştirme ile birlikte gömülmek istenmektedir

yığınla büyüyen işsizlik ordusu

hergün biraz daha yoksullaşan emekçiler

Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz :)

 

 

Tümüne katılmamak mümkün değil sevgili şevval...

Satılan aslında, bir Ülkenin Namusudur, onurudur, geleceğidir...

Buna namusunu, onurunu ve geleceğini korumak ve kurtarmak isteyen tüm duyarlı vatandaşlar şiddetle karşı çıkmalı ve dur demelidir...

Kesinlikle kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ÖZELLEŞTİRME VE ULUSAL-EKONOMİK BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİ

 

19 yy sonunda Osmanlı Devletinin 1. Dünya Emperyalist paylaşım savaşı sonucunda yenilenler tarafında yer almasının ardından, teslimiyeti ve işgali kabulleniş olan Sevr’in son Osmanlı Padişahı tarafından imzalanmasının ardından, Anadolu’nun emperyalist sömürgeciler tarafından işgali başlamıştır..

 

Ancak Sevr’ e imza atan işgal yanlısı-işbirlikçilerin, yada emperyalistlere sempati duyan mandacıların aksine, bu işgale-tecavüze-haksızlığa- onursuzluğa karşı Anadolu’da başlatılan yurtsever Redd-i İlhak ve Kuvay-i Milliye hareketi ile birlikte Mustafa Kemal önderliğinde halkımız Türküyle, Kürtüyle, Lazıyla, Çerkeziyle,Yörüğüyle, tüm unsurları ile, omuz omuza mücadele ederek ve savaşarak emperyalist sömürgecilerin ülkemizi işgaline karşı, Dünyanın tüm esir ve mazlum halklarına da örnek olan, bir zafer kazanmışlardır.

 

İmzalanan Lozan barışı ve ardından Cumhuriyetin ilanı ile bu büyük kurtuluş savaşı ve zaferi, daha da büyük bir anlam kazanmıştır.

 

Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlıdan kalan tüm ekonomik ve politik bağımlılıklarından ve kapitülasyonlardan da kurtulmalıydı. Bu amaçla yapılan tüm yenilik ve devrimler, ülke insanının aydınlanması, bilinçlenmesi eğitimli, sağlıklı ve nitelikli bireyler olarak yetişmesinin yanı sıra insanca yaşaması içindi.

 

İşte bu dönemde bağımsız Türkiye’nin ekonomisi de bağımsız olmalı şiarı ile, 1930’dan itibaren “Devletçilik” ilkesi kabul edilmiş ve 1933 yılında hazırlanan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı ile bu ilke yaşama geçirilmiştir. Bu plan doğrultusunda, 1933 yılında 2262 sayılı Kanun’la kurulan Sümerbank’a bağlı olarak 1934 yılında Kayseri ve Bakırköy fabrikaları faaliyete başlamıştır. 1935 yılında faaliyete başlayan Isparta gül yağı fabrikası, Paşabahçe şişe ve cam fabrikası ve Zonguldak soma-kok işletmesi bunu izlemiş, 1936 yılında ise bugün kapatılmak istenen İzmit kağıt fabrikası faaliyete geçmiştir. Bunun ardından da 1980’li yıllara kadar çeşitli alanlarda devlet eliyle birçok kamu işletmesi kurulmuştur.

 

1930’lardan 1980’lerin başına kadar geçen dönemde ekonominin, üretimin baş tacı edilen kamu işletmeleri, bu dönemde bir taraftan, emek gücünün nitelik kazanması, bulundukları bölgenin gelişmesi gibi toplumsal birçok yarar sağlarken, diğer taraftan Türkiye’de özel sermayenin gelişimine de önemli katkılar sağlamıştır.

 

Ancak 1970’li yılların başında tekrar krize giren merkezi kapitalizm, 18. yüzyıldaki serbest piyasacı-özel girişimciliği kutsayan anlayışını, krizden çıkış için kurtarıcı olarak görmüş ve tekrar yaşama geçirmiştir.

 

WTO (Dünya Ticaret Örgütü) nun 1979 yılında ki, Fas’ın Marakeş kentinde ki toplantısında, Dünyada ki bütün ulus devlet ve kamu ekonomilerinin, etkisiz hale getirilerek, zaman içerisinde, yavaş yavaş ortadan kaldırılması ile birlikte, ulusötesi sermayenin, dilediği ülkeye, dilediği koşullarda, sorunsuzca girip çıkacağı, yüksek karlar elde edeceği, bir zemin hazırlanması kararlaştırıldı. Yine bu süreçte, 3.Dünya Ülke ekonomilerin de, etkin bir yere ve büyük öneme sahip, KİT’ lerin de, küçültme, kapatma veya özelleştirme neticesinde, ulusal-kamu ekonomilerinin tasfiye edilmesi planlanmıştır.

 

Bu amaçla, uygulanacak yöntemler de belirlenmiştir. Bu yöntemler, KİT’lere kaynak aktarılmaması, makine-donanım yenileme yatırımı yapılmaması, çağın ihtiyaçlarına ve günün teknolojisine uygun şekilde modernize edilmemesiyle birlikte, dönemin siyasi iktidarlarınca atanan “işbilir” hortumcu-vurguncu bürokrat tayfasına, (ENGİN CİVAN vb. gibi) kasıtlı olarak kötü yönettirilmesi, içlerinin boşaltılmasıyla, zarar ettirilmesine böylelikle de adım adım, çöküşe doğru sürüklenmesine,kasten göz yumuldu.

 

Ayrıca bu dönemde, WTO nun 1979 Marakeş toplantısında belirlenen ve diğer 3. Dünya ülkelerinde de kullanılan, paket- program argümanlar- (kitler devletin sırtında yüktür-kamburdur, kamu ekonomileri ve KİT ler demodedir, özelleştirmek satmak gerekirse bedava verip kurtulmak lazım, KİT lerde çalışanlar- işçiler asalaktır vb söylemler.), ülkemizde siyasi iktidarlar ve onların kontrolündeki iletişim araçlarıyla, (icraatın içinden gibi) sıkça kullanılmaya başlandı. Bu doğrultuda, ulusal ekonomilerinin temel direği olan ve kar marjı yerine hizmet marjını, yani toplumsal faydayı amaçlayarak, halka ucuz ve nitelikli mal ve hizmet üretmeye çalışan KİT’ lere yönelik, yoğun bir PROPAGANDA ile YIPRATMA ve KARALAMA KAMPANYALARI düzenlenmiştir.

 

Bu dönemlerde sıkça duyduğumuz halen günümüz devam eden Argümanlar; “KAMU EKONOMİLERİ DEMODE OLDU”, “KİTLER DEVLETİN SIRTINDA KAMBURDUR”, “KİTLER ZARAR EDİYOR, SATALIM VEYA KAPATALIM, GEREKİRSE BEDAVA VERELİM, KURTULALIM”, “KİTLERDE ÇALIŞAN İŞÇİLER ASALAKTIR” vs. şeklinde, bir propaganda savaşı ile, bu kurumların, kamuoyundaki itibarları sarsılmaya ve gitgide yok edilmeye başlandı.

 

Başta siyasi iktidarların kontrolünde ve güdümündeki yayın organları (tv, radyo, gazete,dergi) olmak üzere, ellerini ovuşturarak Kitlerin satılmasını bekleyen, hatırı sayılır patronların HOLDİNGLERİNİN MEDYA KARTELİDE, özelleştirmeyi meşrulaştırma ve kanıksatma çabalarını yoğunlaştırdılar. Bu amaçlı yapılan,çeşitli programlar, özelleştirme propagandistleri ile yapılan söyleşiler ve reklamlarla, özelleştirmeyi, “güzelleştirme” olarak, ülke halkına şirin göstermeye başladılar. (Petrol Ofisi reklamlarındaki ÖZELLEŞTİ GÜZELLEŞTİ sloganı buna bir örnektir.) Doğan Holding e değerinin çok çok altında bir fiyatla ucuz bedava satılan, üstelik satılmasına rağmen, tüm istasyonlarının yenilenmesi tadilatı devletin kesesinden,yani bizlerin vergileri ile yapılan Petrol Ofisinin güzelleşmesi özelleştirmenin bir nimetimidir acaba?

 

Artık sıradan vatandaş bile, sürekli olarak yapılan bu propaganda bombardımanından etkilenip özelleştirmeye olan tepkisi azalıp yok oldu. Düşünün ki bir işçi, bu propagandaların etkisinde kalarak, özelleştirmelerin asıl amacını ve altında yatan asıl gerçeği tam olarak bilemeden, kendi çalıştığı fabrikanın, yani ekmek kapısının yok edilmesini, tasfiye edilmesini-kapatılmasını-satılmasını yani özelleştirilmesini, işte bu aldatmacanın-kandırmacanın etkisi ile, beyhude savunur duruma getiriliyor..

 

Özelleştirmeden en büyük çıkar sağlayacak olanlar hakim sınıflar- sermayedarlar, sadece kendi çıkarlarına olan özelleştirmeleri ve halkın zararına olacak tüm uygulamalarını, sanki halkın tümünün çıkarınaymış gibi, ellerindeki iletişim araçlarıyla gerçekleri tersyüz ederek, öyle bir lanse ediyorlar ki, bunun sonucunda, olası özelleştirme karşıtı tepkileri yok edip, dahası kendilerine desteğe dönüştürebiliyorlar.

 

Elbette bu işin, yani KİT lere yönelik, tasfiyenin-kapatmanın- özelleştirmenin kaymağını yiyen-yiyecek büyük patronlar, kendi kontrollerindeki medyayı da, bu amaca uygun şekilde kullanıyorlar.

 

Düşünün bir kamu kuruluşunun verdiği kamu hizmeti, bugün toplumun bütün kesimlerine az çok ulaşabiliyorsa yarın, özelleştirme sonunda, sadece daha fazla parası olana ulaşabilecek.

 

Özelleştirmenin temel amacı ve mantalitesi ; HİZMET MARJINDAN, KAR MARJINA geçiştir..

 

HİZMET MARJINDA amaç; Ülke halkına, devlete ödedikleri çeşitli vergilerinin karşılığı olarak, verilemesi gereken mal ve hizmetlerin, ucuz, nitelikli ve ulaşılabilir olmasını sağlamaktır.

 

Hizmet marjında, İnsana hizmet amaçlandığı için, özne insandır. Bu hizmetlerin en başında SAĞLIK, EĞİTİM VE SOSYAL GÜVENLİK gelmektedir.

 

KAR MARJINDA ise; mühim olan işverenlerin-sermayedarların MARJİNAL KAR beklentileri ve en yüksek karı edinmeleridir. Burada insan özne olarak alınmadığı için, insana hizmet değil, sermaye sahibinin kar beklentisi ve en yüksek karı elde etmesi önemlidir. En temel mantalitelerden birisi de, AZ MALİYETLE ÇOK KAR ve AZ ÇALIŞAN İLE ÇOK İŞ tir. Her şey bir fiyata tabidir. Her mal ve hizmet daha çok para verene satılmalı ve sadece daha çok talep edilen mal üretilmelidir. Herkes ancak parası oranında, tüm bu nimetlerden faydalanabilir.

 

Yani paran kadar sağlık, paran kadar eğitim, paran kadar sosyal güvenlik, , paran kadar adalet, paran kadar demokrasi, paran kadar özgürlük, paran kadar saygınlık, paran kadar itibar, paran kadar huzur, paran kadar aşk-mutluluk, paran kadar hayat.

 

Ya paran yoksa?

 

Eski bir Sağlık Bakanının “Parası olmayan hastaneye gelmesin kardeşim, burası Arnavutluk değil oraya gitsin, bana ne nerede ölürse ölsün” şeklindeki ibretlik sözü, Serbest Piyasacı Ekonominin ve KAR MARJI ilkesinin, insana verdiği (doğrusu vermediği) değerin en bariz ve ibretlik göstergesidir.

 

Özelleştirme sonucunda, piyasaya düşecek ve.pahalılaşacak olan eğitim ve sağlığın, zaten kıt geliri ile ancak gıda ve barınma ihtiyaçlarını karşılayabilen asgari bir yaşam süren alt gelir gruplarına yeterince ve nitelikli olarak ulaşamayacak olması, yani onların alım gücünün üstünde bir fiyat ile satılacak olması, bu insanların, eğitimsiz ve sağlıksız kalmasına neden olacaktır.

 

Bugünlerde eğitimin ve sağlık gibi temel hizmetlerin, aşama- aşama piyasaya düşürülmesine-özelleşmesine yol açmak ve gerekçe yaratmak için, siyasi iktidarlarca, kamu tarafından verilen bu hizmetlerin kasten ücretleri yükseltilerek kaliteleri-nitelikleri düşürülmektedir. Böylece kamu kurumlarına ve kamu hizmetlerine holding medyasının da etkisi ve kışkırtması ile halktan tepki oluşturarak, özelleştirmeye zemin hazırlamak, özelleştirmeyi tek çıkar yol ve çözüm olarak göstermek amaçlanmaktadır.

 

Özelleştirmelerin bir başka boyutu da, KİT lerin boşaltacağı sektörler, bu hatırlı sermaye grupları için, çok büyük karların elde edileceği, çok devasa bir rant alanı haline dönüşecek olmasıdır.

 

Bütün bunlar bir ön görünün ötesinde, canlı örnekleri diğer az gelişmiş ülkelerde, özelliklede 3. Dünya Ülkelerinde yaşanmış olan,birer acı İMF reçeteleridir.

 

Türkiye, 24 Ocak 1980 kararları ile birlikte bu sürece dahil olmuştur. 12 Eylül 1980 darbesinin de katkılarıyla uygulamaya konulan bu anlayış doğrultusunda bir dönemin baş tacı olan kamu işletmelerine yenileme yatırımları yapılmamış, verimsiz hale getirilmiş, ve bu işletmeler kasıtlı olarak çürümeye terkedilmiştir..

 

Şimdi bu işletmeler, 25 yıldır uygulanan bu politikanın ardından yine aynı politikaların temsilcileri tarafından verimsizlikleri gerekçe gösterilerek kapatılmak ya da özelleştirilmek istenmektedir. Bunun ardındaki temel düşünce, kuşkusuz bu alanların uluslararası ve ulusal sermayeye yok pahasına sunulmasıdır.

 

1980’lı yılların başından bu yana gündemde olan bu politikaların sonucunda ÇİTOSAN, Et ve Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, Sümerbank gibi birçok işletme özelleştirilmiş ya da kapatılmıştır. Böylece bu alanlar özel sermayenin ve büyük ölçüde de uluslararası özel tekellerin eline geçmiştir.

 

Bu özelleştirmelerin gerçekleştirildiği süreçte, sadece bu işletmelerde çalışan emekçiler direnç göstermiş, ancak sendikaların pasif, hatta çoğu zaman özelleştirmeyi kabullenir tavırları ve diğer emekçilerin yeterli destekte bulunmaması nedeniyle bu direnç kolayca kırılmıştır. Ayrıca, direncin yoğun olduğu bazı işyerlerinde çalışanların ek tazminat, istedikleri ilde başka bir kamu kurumuna yerleştirilme gibi birtakım çıkarlara tevessül edilmesi de bu direncin kırılmasında etkili olmuştur.

 

Ancak, SEKA ve diğer kamu işletmelerinin kapatılması ya da özelleştirilmesi AKP’nin iktidara gelebilmek için IMF, Dünya Bankası, Avrupa Birliği ve onlarla işbirliği halinde olan yerel sermayeye verdiği taahhütlerin en başında gelmektedir. AKP’nin iktidarını sürdürebilmesi bu taahhütleri yerine getirmesine bağlıdır. Bu nedenle de emekçilerin direncini kırmak için her türlü yolu deneyecektir.

 

Deneyecekleri ve halen en etkili olarak kullandıkları yöntemlerin başında, holdinglerin ve siyasi iktidarın sözcüsü ve borazanı durumundaki medyadır. İletişim araçlarının tüm imkan ve olanaklarını, gerçekleri tersyüz etmek, asıl gündemi saptırmak- çarpıtmak için, halk kitlerini yozlaştırmak ve dejenere etmek için televizyondan-radyoya, gazeteden-deriye, internete kadar iletişim araçlarını son kertesine kadar kullanmaktadırlar.

 

Tele-vole, tele-magazin formatı ile ekranlarda yaratılan kültürel ve ahlaki kirlilik, şiddet içerikli, mafya ve ağalık özendirici birbirinin kopyası diziler ve popçu-topçu, çöpçatan yarışmalar ile had safhaya ulaşmıştır.

 

Halkın haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkı ellerinden alınarak, sahte gündemler, suni-sanal hayatlar naylon starlar ile oyalanarak, avutulmaları sağlanmaktadır.

 

Ülkemizin sosyo-ekonomik-politik durumuyla ilgili konularda yada Halkın en temel yaşamsal talep ve sorunlarına ilişkin, eğitim sağlık, sosyal güvenlik gibi hayati öneme sahip konularda bile, gündemi ve haberleri çarpıtarak, sulandırarak magazinleştirerek veren holding medyasının televizyon kanalları, böylelikle, konuların önemini sabote ederek, gerçeklikle konuşulup tartışılmasını ve bu konuda kamuoyu yaratılmasını taa en başından önlemiş olmaktadırlar.

 

İşte hakim sermaye sınıfının çıkarına olan özelleştirmeyi, halka emekçi- kitlere şirin göstermeye, alıştırıp kanıksatmaya, karşı tepkiyi yok etme ve duyarsızlaştırma politikalarında yürütülen propagandist kampanyanın en önemli unsuru olan, medya-iletişim araçları, gerçekleri tersyüz etmek için böylesi sinsi bir misyon ve göreve sahiptir.

 

Tüm bu olumsuzluklar karşısında dahi,

 

-Ulusal bağımsızlıktan yana olanların,

 

-Ulusal onura sahip çıkanların,

 

-İnsandan, barıştan, sevgiden, kardeşlikten, eşitlikten, adaletten, emekten yana olanların,

 

-Tüm onurlu insanların, emekçi halkın,

 

Bu çarpıklığa, haksızlığa, adaletsizliğe ve gayri insani vaziyete karşı, onurlu bir duruş ile mücadele etme gibi, insanca bir görevi ve sorumluluğu vardır.

 

Bu köhne adaletsiz ve gayri insani çarkı, tersine çevirmek için, Tam bağımsız demokratik bir Türkiye’de, insan onuruna haiz ve insana yakışır bir yaşam için, asgari ücretlisiyle, işçisiyle, memuruyla, işsiziyle, küçük üreticisi ve esnafıyla, kentte yaşayanıyla, kırda yaşayanıyla alt ve altorta gelir grubuna mensup, tüm toplum kesimlerinin, bu mücadeleye ve direnişe destek vermesi gerekir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ÖZELLEŞTİRMEYE SONUNA KADAR KARŞIYIM.NEREYE KADAR SATILACAK BU ÜLKE?NEREYE KADAR?

 

Ne banka bırakacağız, ne fabrika,

Ne de işletme. Liman da bırakmayacağız.Hepsini satacağız!”

Kemal Unakıtan

Ampul Hükümeti, Maliye Bakanı

Cumhuriyet, 20.09.2003

 

BU NASIL BİR DİL VE NASIL BİR AÇIKLAMADIR.ELDEN ÇIKARMAK SATMAK NEDEN İŞLERİNE GELİYOR?KİM NEDEN BU KADAR BU ÜLKENİN BAŞKA ÜLKELERE(ÜLKEYE)BAĞIMLI YAŞAMASINI İSTİYOR?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

arjantindeki 2001 den sonra yağma ve sokaklarda yaşananları anlatıyor

 

1983 yılında askeri diktatörlüğün düşmesiyle uluslararası sermayedarların etkisiyle sonuçları çok kötüye varan neo-liberal politikaların arjantini kısa ömürlü de olsa başarılıymış gibi gösteren ve sonunda 2001 yılında ekonominin özelleştirmeler ile nasıl çöktüğünü anlatan bir belgesel.

 

 

insanların sokaklarda tencere ve tavalarla yaptığı gösteriyle sona eriyor belgesel.

 

ben de tavsiye ederim herkese seyretmeleri için.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Haklısınız ama belgesele piyasada ulasabilmeniz imkansız. Bu belgeselin butun hakları su an KanalTurk adlı tv kanalına aittir. Önerebilecegim sey sudur ki bu kanalın yetkilileriyle irtibata gecebilirsiniz ancak bu belgesel zaten kısa periyotlarla gösterime girmektedir. Umarım ulasabilirsiniz. Bu arada sayın diye hitab etmeniz bir incelik ama bir daha olmassa sevinirim :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sosyal Devleti Savunmak ve Özelleştirme Karşıtlığı Farkı ;

 

Şimdi bir kavram kargaşası yaşıyoruz. Sosyal devlet anlayışı ile özelleştirme arasındaki ayrımın belki farkında değilizdir.

 

Türkiye Cumhuriyeti, daha kuruluş aşamasında, yerli sermayesi oluşmadığından, Şeker fabrikasından, madenlerin işletilmesine, tersanelerinden bütün kurumlarına devlet tarafından kurulmuş ve işletilmişlerdir.Genelde o dönemde, Rus mühendislerin, Rus teknolojisiyle kurmuş olduğu kurumlardır.

 

Zaman içinde revize edilememiş, hantallaşmış, politik kadrolaşmalar sonucu, istihdam kaynağı görülmüş ve ekonomiye yük haline gelmişlerdir. O veya bu partinin adamlarının istiflendiği, gelir ve gider makasının açıldığı, her yıl milyarlarca dolar devlet desteği ile yaşayabilir hale gelmiş, “üretim kurumları” dır. Adı üstünde, üretim yani “kar etmesi” gerekirken, aşırı istihdam ve teknolojik geriliğinden dolayı büyük zararlar getiren kurumlara dönüşmüşlerdir. Zaman içinde rakip üretim yapan, özel kurum ve fabrikaların oluşması bunların artık işlevsiz hale gelmesine neden olmuştur. Yıllarca halkın vergileri, alt yapı kurmak yerine, bunların finansına gitmiştir.

 

Bugün devlet kurumları, büyük bir bürokratik kabus yaşatır halkına. Bakınız PTT sinden, Tapu dairesine, Maliyesinden, Hastanesine düşen yandı gözüyle bakılmaktadır.

 

İnsanlar özel sektörde, güler yüzlü ve hızlı hizmet alırlar. PTT yerine neden özel kargoları kullanıyoruz ? Çünkü orada kuyruğa girip uğraşmaktansa, bir telefonla hizmet ayağınıza geliyor hem de garantili ulaşımla. PTT normal mektubunuzu kaybetse de sorumluluk almaz.

PTT yi sadece örnek bir devlet kurumu olarak aldım.

Yoksa ne maliyede, ne tapuda, ne gümrükte, ne mahkemede işler farklı değildir. Düştünüz mü yandınız.

 

Devlet, sosyal devlet, “hep zarar eden” üretim yükünü finanse edeceğine, bunu elbette ki özel sektöre devretmelidir. Devlet buralara ayırdığı kaynağı, Okul yapımı ve teknolojik imkanlarına, sağlık sistemine ve hukuk sistemine ayırmalıdır. Bugünkü, “sosyal devlet” anlayışı temelde, vatandaşını eğiten, sağlık hizmetlerini kaliteli ve ucuz sunan ve halkına altyapı hizmetini doğru veren devlettir.

 

Özel sektöre düşman olmak, ekonominin yükünü çeken, ülkemize dışardan para kaynağı sağlayan sistemi anlayamamak demektir.

Ülkemiz gelirinin büyük çoğunluğunu ihracat ve turizm girdileri ile sağlamaktadır. Buna paralel olarak özel sektör çalışanları daha “rafine” seçilmekte, partizanlık yerine, “liyakat” dikkate alınmaktadır. Çünkü, özel sektör sistemi, düzgün kaliteli servis vermek ile rekabet gücü yaratır. Oysa ki devlet çalışanı, seni ayakta sıraya da sokar, iter-kakarda, mecbursun “biat edersin” o şahıs, o nitelikleriyle senin karşındaki devlettir o an ! Bunu sende bilirsin o da.

 

Ben özel sektör yanlısıyım. Çünkü gelişimin penceresi ve ışığı, Arge (Araştırma ve geliştirme) , ISO belgeleri özel sektör kurumlarında mevcuttur. Bir de, çok az sayıda belediyemizde. (Onlarda seçimle geldiklerinden)

 

Seçilik olmazsa olmazıdır hayatın. Devlet kurumu, kutsal gücünden kaynaklı, nemrut yüzünü aşmadıkça ne benim, ne halkın gözünde “Allah devlet kapısına düşürmesin” sözünü aşamayacaktır.

 

Rahmetli Aziz Nesin’in dediği gibi devlet, Amerika’dan önce “cip”, sonra “cop” almıştır.

Amerika’dan teknolojiyi alan özel sektör olmuştur ülkemizde, Amerika'ya mal satanda..

Kollayan, koruyan “devlet hikayesi” fantastik, edebiyattır.

 

 

SaNTo...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

TÜPRAŞ 2 GÜN ÖNCE AKŞAM SAATLERİNDE SESSİZ SEDASIZ KOÇ-SHELL ORTAKLIĞINA DEVREDİLDİ.TÜPRAŞ İŞÇİLERİ TÜM RAFİNERİLERDE SABAH VARDİYASINDAN BU YANA İŞYERLERİNİ TERKETMİYOR.

 

Farkında mısınız? SEKA'nın kapatılmasından sonra bu ülkede kağıt üretilemiyor.

Farkında mısınız? TELEKOM'un satışı sonrası tüm iletişimimiz uluslararası tekellerin denetimine geçti.

Farkında mısınız? Ülkemizin limanları satılıyor ve aynı şekilde emperyalistlerin kontrolüne geçiyor.

 

ÜLKEMİN GELECEĞİ SATILIYOR

 

DEVREDİLEN BU ÜLKENİN EGEMENLİĞİ...

DEVREDİLEN BİZİM GELECEĞİMİZ...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu ülkenin namuslu insanları birer arı gibi çalışır ortaya bir artı değer koyarlar. Fakat birtakım kan emiciler gelir bu alınteri, göznuru değerleri alır giderler.

Tıpkı bir ayının kovanlara saldırması gibi…

Enerji konusunda ve genel olarak ekonomik işleyişte, çarpık anamalcı sistem tam da bunu yapmaktadır.

Maden Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu’nun doğalgaz kriziyle ilgili olarak göndermiş olduğu basın açıklamasını gazetemizin dünkü sayısında okudunuz. Benzeri türde açıklamaları gerek EMO, gerekse Makine Mühendisleri de yapmaktadırlar.

Aslında bu ülkenin bütün sorunlarıyla ilgili olarak birçok namuslu bilim insanlarının uzmanların, aydınların, meslek örgütlerinin tespitleri ve çözüm önerileri bulunmaktadır.

Çünkü aklın yolu birdir.

Ama bu çözüm önerileri birtakım soyguncuların ve vurguncuların işine gelmediği için hep görmezden gelinmektedir. Hatta yok sayılmakta, tek çözümün vurgunlara ve soygunlara dayalı uygulamalar olduğu ısrarla kitlelere anlatılmaktadır. Fakat bu vurguna ve soyguna dayalı uygulamalar bizim gibi sınırlı kaynaklara sahip ülkelerde çok kısa zamanda ortaya çıkabilmektedir. Çünkü bu ülkenin kaynakları çok yoğun bir şekilde emperyalistler ve yerli işbirlikçiler tarafından sömürüldüğü için, ülkenin iliği kemiği kurumuştur. Bu aşamadan sonra büyük yolsuzluların gizlenmesi oldukça zordur.

Enerjideki uygulamalar ise oldukça büyük çaplı operasyonlardır. Bir tarafta dış kaynaklara bağımlılık, diğer yanda özelleştirmeler, ulusal ekonomiyi zorlamaktadır. Buna bir de enerjinin stratejik boyutunu eklediğimizde, karşımıza bugünkü gibi öncü krizler çıkmaktadır.

Şimdi doğalgazın kısılmasıyla ortaya çıkan duruma baktığımızda sanayideki üretimin sekteye uğradığını görmekteyiz. Bunun ülke ekonomisine etkisi her halde olumlu yönde olmayacaktır. Diğer yanda, doğalgazın yetmemesi nedeniyle, doğalgaz santrallerinde doğalgaz yerine fuil-oil kullanıldığını görüyoruz. Fuil-oil ise doğalgaza göre daha pahalıdır. Yani bu yakıtla üretilen elektrik doğalgaza göre daha pahalıdır.

Aradaki bu maliyet ve fiyat farkını kim karşılayacak?

Her zamanki gibi gene bu mazlum halk karşılayacaktır.

Peki, karar vericiler bu kadar saf mı?

Bu kadar cahil veya bilgisiz mi?

Bunun yanıtı: kesinlikle hayır!

Her şey bilinçli ve planlı yapılmaktadır.

Sistem yağma, talan ve vurgun üzerine kurulmuştur.

Sistem fakirden alıp zengine verme üzerine kurulmuştur.

Sistem ulusal zenginliklerin küresel emperyalistlere peşkeş çekilmesi üzerine kurulmuştur.

Bugün ekonomide ulusal egemenlikten söz edemezsiniz.

Çünkü ulusal egemenlik tahkim kurullarına devredilmiştir.

Yapılan bütün ekonomik faaliyetlerde tahkim kuralları geçerlidir.

Soygun ve talan böylece garanti altına alınmıştır. Hatta bu durum öyle bir boyuta getirilmiştir ki, örneğin bir rejim değişikliğine bile gidecek olsanız, uluslararası ekonomik anlaşmalar “güvence” altındadır.

Yani emperyalist sömürü güvence altına alınmıştır.

Bunun için gerekirse, askeri güç de dahil olmak üzere her türlü yaptırımın önü açıktır.

Onurlu bir gelecek için tek çıkış; emperyalizme karşı tam bağımsızlığı, sömürüye karşı toplumcu ekonomi politikayı savunmaktan geçmektedir.

Birliğimizi, dirliğimizi ve varlığımızı ancak bu şekilde koruyabiliriz.

Çünkü halkın kopmaz bağlarla birbirine kenetlenmesi ancak bu şekilde sağlanır.

Birlik olmuş halkın karşısında ise hiçbir güç duramaz

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 hafta sonra...
  • 3 hafta sonra...

Kamu hizmetleri açısından en önemli anlaşma GATS anlaşması olup özellikle mesleki açıdan baktığımızda MİMARLIK VE MÜHENDİSLİK hizmetlerinin serbestleşmesi ya da serbest dolaşımının önündeki engellerin kaldırılması anlamına gelmektedir. GATS anlaşmasıyla, gündeme gelen kamu hizmetlerinden diğerleri ise telekomünikasyon, eğitim, sağlık, ulaşım, enerji ve bankacılık, turizmdir. Kamunun sunduğu bu hizmetler özelleştirilerek yurttaş pahalı hizmet alacak müşteri durumuna düşürülmüş ve kamu kaynakları çokuluslu şirketlerin kâr hırslarına terk edilmiştir.

 

Özelleştirme

 

Kamunun sunduğu eğitim, sağlık, haberleşme, enerji, ulaşım vb gibi hizmetlerin kâr amaçlı bir biçimde yeniden yapılandırılması ve sermayeye devrini esas alan ve neoliberal politikaların en önemli ayağı özelleştirmedir. Özelleştirme politikalarıyla devlet yukarıda belirtilen sektörlerden çekilerek sermayeye yer açmaktadır. Bunun sosyal alana yansıması ise daha çok işsizlik, toplumsal eşitsizlik, yoksulluk, çalışanların sosyal güvencelerinin ortadan kaldırılması, taşeronlaştırma ve sendikasızlaştırma şeklindedir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 yıl sonra...

Ülkemin değerlerinin başkalarına peşkeş çekilmesine karşıyım,

 

Verdiğim vergilerle benden daha niteliksiz insanların çalıştırılarak benden daha yüksek ücretlerin ödendiği KİT'lere karşıyım. Hele hele işim düştüğünde afra-tafra yapmalarına çok karşıyım.

 

Benim yaptığım işi, Kit'lerde 3-5 kişinin verimsizce yapmasına karşıyım.

 

Çalışanını iş güvencesi var diye, arkasında sendika var diye, başınabuyruk çalışmasına göz yuman, katmadeğer yaratmadan aldığı parayıda beğenmeyen, haline şükretmeyen bireyler haline dönüştüren, Kitlere karşıyım.

 

Her yıl belli bir ödenek ayrılan, yıl içinde ödenekten arttırsa bile, bu ödenekleri bir sonraki yıl kaybetmemek uğruna dibine kadar abuk sabuk alımlarla harcayan Kitlere karşıyım...

 

Böyle çalışacaklarsa, doğru düzgün politikalarla satılsınlar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ülkemin değerlerinin başkalarına peşkeş çekilmesine karşıyım,

 

Verdiğim vergilerle benden daha niteliksiz insanların çalıştırılarak benden daha yüksek ücretlerin ödendiği KİT'lere karşıyım. Hele hele işim düştüğünde afra-tafra yapmalarına çok karşıyım.

 

Benim yaptığım işi, Kit'lerde 3-5 kişinin verimsizce yapmasına karşıyım.

 

Çalışanını iş güvencesi var diye, arkasında sendika var diye, başınabuyruk çalışmasına göz yuman, katmadeğer yaratmadan aldığı parayıda beğenmeyen, haline şükretmeyen bireyler haline dönüştüren, Kitlere karşıyım.

 

Her yıl belli bir ödenek ayrılan, yıl içinde ödenekten arttırsa bile, bu ödenekleri bir sonraki yıl kaybetmemek uğruna dibine kadar abuk sabuk alımlarla harcayan Kitlere karşıyım...

 

Böyle çalışacaklarsa, doğru düzgün politikalarla satılsınlar.

 

devlete yani vatandaş olarak bana ait olan hiç bir şeyin satılmasını onaylamıyorum.

 

her gelen partinin sülalesini doldurması kit lerin suçu değil.amatörce yönetilmek de kit lerin suçu değil.beceriksiz adamlarla partizanca yöneteceklerine adam gibi yönetsinler.kar ettirsinler.amatörce ve beceriksizce yönetidikleri için zarar ediyor kitler.çok merak ediyorum. onu da satalım bunu da satalım diyenelr satacak bir şey kalmayınca neyimizi satacaklar?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sorgusuz sualsiz vergi veren bir vatandaş olarak, faydasını göremediğim kitler üzerindeki kendi payımın satılmasını ve ödediğim vergilerin alt yapı ve ar-ge teşviği olarak özel teşebbüslere yüksek ve sürekli kontrol altında dağıtılmasını talep ediyorum...

 

Devlet güvencesinin varlığına dayanarak işleyen kurumlara, doğru dürüst yönetici atanamayacağını, atansa da bu güvenceye istinaden ilerleyen süreçte, yöneticilerin verimden uzak çalışacağını bildiğim için kendi adıma bunu istiyorum.

 

Satacak şey kalmaması için değer üretilmiyor olması gerekir. Bugün birini satarsın, arkasından (ya da eşzamanlı olarak) başka bir (ya da alternatif) değer oluşturursun.

 

Eğer satılanın yerine daha değerli birşeyler koyamamak korkusu varsa, bunun nedeni üretici değil tüketici zihniyetimizden kaynaklanıyor olmasın sakın...!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sorgusuz sualsiz vergi veren bir vatandaş olarak, faydasını göremediğim kitler üzerindeki kendi payımın satılmasını ve ödediğim vergilerin alt yapı ve ar-ge teşviği olarak özel teşebbüslere yüksek ve sürekli kontrol altında dağıtılmasını talep ediyorum...

 

Devlet güvencesinin varlığına dayanarak işleyen kurumlara, doğru dürüst yönetici atanamayacağını, atansa da bu güvenceye istinaden ilerleyen süreçte, yöneticilerin verimden uzak çalışacağını bildiğim için kendi adıma bunu istiyorum.

 

Satacak şey kalmaması için değer üretilmiyor olması gerekir. Bugün birini satarsın, arkasından (ya da eşzamanlı olarak) başka bir (ya da alternatif) değer oluşturursun.

 

Eğer satılanın yerine daha değerli birşeyler koyamamak korkusu varsa, bunun nedeni üretici değil tüketici zihniyetimizden kaynaklanıyor olmasın sakın...!

 

 

ben memurum. devletin kilit noktalardaki amirlere ne yetkiler verdiğini çok iyi biliyorum. amir istedikten sonra memurun yapamayacağı şey yok.isteseler kitlerin hepsini kara geçirirler.sürekli yüksek kontrol diye bir şey olmaz bu toplumda. olsaydı şehirler gecekondu denizi olamzdı. oy kaybetmemek için neredeyse cinayet işleyen adamı bile yargılamayacaklar.

 

evet türkiye 5 kililik ailede 1 kişinin çalıştığı bir ülke.diğerlerinin yediği bir ülke.

 

bu kadar dış borç varken değer meğer de yaratılamaz.ancak atatürk döneminden kalma sümerbankı falan satarsınız. ülkemizde zihniyetin tüketici olduğunu anlamış olmanız güzel.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Amirlerin istemesiyle kitler kara geçemez. İşçilik maliyetleri haddinden yüksek, "gizli işsizlik" söz konusu. Devlet güvencesine dayalı bir sistemde rekabet olmaz. Yeri sağlam, maaşı sabit kaybedecek birşeyin olmadığı bir ortamda amirler dahil herkes rahat çalışır. Bu ortamda verim mümkün değil.

 

Ayrıca yüksek ve sürekli kontrol halka değil, özel teşebbüslere (üretim sistemlerine) uygulanacak... Tübitak bahsettiğim işi çok rahat yapıyor. Ancak kaynak yeterli/cazip değil. Kitlere kaçan vergilerin bir kısmı bu şekilde teşviğe aktarılabilir. Kontrol mekanizması da gerekirse özelleşsin.

 

Ülkemizdeki tüketici zihniyeti anlamış olmamın güzelliği değil önemli olan. Bunu, içinde bulunan kesimin kabul etmesi gerekir.

 

İlgili kesim içerisinde olmamakla billikte, üretmekte, ürettirmekte ve diğer kesimleride finanse eden bir birey olarak anlamamam mümkün mü?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.