Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

bahar35040

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    22
  • Katılım

  • Son Ziyaret

bahar35040 tarafından postalanan herşey

  1. bahar35040

    İNSANLAR BİLİME NASIL BAKIYOR?

    Sadece şu forumdakileri gözönüne alırsak; 15/08/2007 tarih ve saat 21:10 itibariyle: Güncel Konularda başlık sayısı : 2.302 yorum (ya da sadece yazı yazma) sayısı : 25.303 Havadan Sudan Konularda başlık sayısı : 1.321 yorum (ya da sadece yazı yazma) sayısı : 259.794 Politika Bilimi (ki içeriğinde pek bilim yok) başlık sayısı : 450 yorum (ya da sadece yazı yazma) sayısı : 5.203 Türkiye ve Avrupa başlık sayısı : 73 yorum (ya da sadece yazı yazma) sayısı : 667 Dini Konular başlık sayısı : 1.239 yorum (ya da sadece yazı yazma) sayısı : 33.321 BİLİM - BİLGİSAYAR VE BİLİŞİM DÜNYASI (ana başlık altında bütün ana başlıklar) başlık sayısı : 1.914 yorum (ya da sadece yazı yazma) sayısı : 5.108 diğerlerini yazmaya gerek yok (yanlış anlamayın yukarıdaki tablodan farkı yoktu da ondan). Sadece bu foruma katılanların yaptığı yorumların çok küçük bir bölümünü bilim içeriyor. Bu foruma katılanlar, bilgisayar kullanan/kullanabilen kesim... Bu forumun dışında gerçek çoğunluk var. Burada (kanımca eğitim anlamında daha elit bir ortam olması gereken bir ortamda) bunlar tartışılırsa çoğunluğun olduğu ortamda bilimi telafuz etmek abes kalır sanki. İşin ilginç tarafı tartışılan konunun azlığına karşın verilen cevapların çokluğu... Bu ne anlama geliyor? Bir konuya o kadar çok değinilmiş ki, konu da uzadıkça uzamış, çözüme ulaşılamamış. Hele şu "havadan sudan" konulardaki yorum sayısına bir bakar mısınız? Neyse ben de fazla uzatmayayım. Kanaatimce, bilim ve araştırma konusuna pek meraklı değiliz. Sonu gelmeyen tartışmalarla uğraşmak daha çok hoşumuza gidiyor gibi. Fiziksel yorgunluğu zihinsel yorgunluğa tercih ediyoruz sanki!
  2. bahar35040

    biz kişiliksiz bir halk mıyız

    Bu tür saldırılara cevap vermek marifet değildir. Birey olarak bütünlüğümüzü kabul edip, yaptığımız işi en iyi şekilde yaparak farklı şeyler icat ederek, üretim yapıp satarak, ekonomik bir güç haline dönüşmemiz gerekiyor. Burada yazıp çizip konuşanların cevap vermek adına asli görevi bu olmalı. Sizin bahsettiğiniz lafa lafla karşılık vermek gibi basit cevaplarda, daha vasıdsız kişilerin işi olmalı. Zira ekonomik ve politik gücü olan bir ülkenin her yönden yaptırımıda olur, tarihide değiştirir (hatta değiştirtir). Bu arada dilbilgisi kurallarına göre şive yazıda olmaz "Diyarbakır" özel isimdir. Yazılışı böyle olmalıdır.
  3. Amirlerin istemesiyle kitler kara geçemez. İşçilik maliyetleri haddinden yüksek, "gizli işsizlik" söz konusu. Devlet güvencesine dayalı bir sistemde rekabet olmaz. Yeri sağlam, maaşı sabit kaybedecek birşeyin olmadığı bir ortamda amirler dahil herkes rahat çalışır. Bu ortamda verim mümkün değil. Ayrıca yüksek ve sürekli kontrol halka değil, özel teşebbüslere (üretim sistemlerine) uygulanacak... Tübitak bahsettiğim işi çok rahat yapıyor. Ancak kaynak yeterli/cazip değil. Kitlere kaçan vergilerin bir kısmı bu şekilde teşviğe aktarılabilir. Kontrol mekanizması da gerekirse özelleşsin. Ülkemizdeki tüketici zihniyeti anlamış olmamın güzelliği değil önemli olan. Bunu, içinde bulunan kesimin kabul etmesi gerekir. İlgili kesim içerisinde olmamakla billikte, üretmekte, ürettirmekte ve diğer kesimleride finanse eden bir birey olarak anlamamam mümkün mü?
  4. Sorgusuz sualsiz vergi veren bir vatandaş olarak, faydasını göremediğim kitler üzerindeki kendi payımın satılmasını ve ödediğim vergilerin alt yapı ve ar-ge teşviği olarak özel teşebbüslere yüksek ve sürekli kontrol altında dağıtılmasını talep ediyorum... Devlet güvencesinin varlığına dayanarak işleyen kurumlara, doğru dürüst yönetici atanamayacağını, atansa da bu güvenceye istinaden ilerleyen süreçte, yöneticilerin verimden uzak çalışacağını bildiğim için kendi adıma bunu istiyorum. Satacak şey kalmaması için değer üretilmiyor olması gerekir. Bugün birini satarsın, arkasından (ya da eşzamanlı olarak) başka bir (ya da alternatif) değer oluşturursun. Eğer satılanın yerine daha değerli birşeyler koyamamak korkusu varsa, bunun nedeni üretici değil tüketici zihniyetimizden kaynaklanıyor olmasın sakın...!
  5. Ülkemin değerlerinin başkalarına peşkeş çekilmesine karşıyım, Verdiğim vergilerle benden daha niteliksiz insanların çalıştırılarak benden daha yüksek ücretlerin ödendiği KİT'lere karşıyım. Hele hele işim düştüğünde afra-tafra yapmalarına çok karşıyım. Benim yaptığım işi, Kit'lerde 3-5 kişinin verimsizce yapmasına karşıyım. Çalışanını iş güvencesi var diye, arkasında sendika var diye, başınabuyruk çalışmasına göz yuman, katmadeğer yaratmadan aldığı parayıda beğenmeyen, haline şükretmeyen bireyler haline dönüştüren, Kitlere karşıyım. Her yıl belli bir ödenek ayrılan, yıl içinde ödenekten arttırsa bile, bu ödenekleri bir sonraki yıl kaybetmemek uğruna dibine kadar abuk sabuk alımlarla harcayan Kitlere karşıyım... Böyle çalışacaklarsa, doğru düzgün politikalarla satılsınlar.
  6. Haklısın tıpkısının aynısı, fakat senin kopyala yapıştır yaptığın paragraflarda da çoğul durumlardan "çocuklar", tekil durumlardan "çocuk" diye bahsediyor. Bunun yanı sıra ek bir bilgi: Yorumlamada problem yaşanmaması için belirtiyorum; burada bahsi geçen çocuk 1 adettir. Ancak bu durumda anne ve baba devreye giriyor... Dolayısıyla yaptığın matematik model yanlış...
  7. Diyanetin sayfasında birden fazla durumlarında çocuklar olarak belirtir... "lar" çoğul eki var. bahsi geçen yerde ise "çocuğu" olarak geçer. Burada belirtilen çocuğu -bir adet çocuktur- töhmet altında bırakan yok, kalmak için uğraşıyorsunuz.
  8. Sorun şu ki bahsi geçen ayet buraya kopyala yapıştır yapıldığı gibi değildir. Burada kullanılan ayet ya yanlış/eksik tercüme edilmiştir ya da üzerinde oynama yapılmıştır. Ayetin anne ve baba ile ilgili kısmı şu şekilde açıklanmıştır: "(Ölenin) Bir çocuğu varsa, geriye bıraktığından anne ve babadan her biri için altıda bir, çocuğu olmayıp da anne ve baba ona mirasçı ise, bu durumda annesi için üçte bir vardır." Görüldüğü gibi "bir" sıfatının çıkarılmasıyla anlam karmaşası yaratılarak matematiksel hesaplar peşine düşülmeye çalışılmıştır. Burada payların toplamı 1'i (100%) geçmez, fakat 1'in (100%) altında kalabilir. Aradaki fark mirasçının insiyatifine kalmıştır. Burada bahsi geçenler haklarla ilgilidir. Lütfen eksik ve yanlış bilgi vererek polemik yapmayalım.
  9. "Duyu organları dışında bir veri algılanmaz" ise sayıları bilimsel veri olarak kullanamayacağız demektir. Kullanabilmemiz için her bir sayının madde olarak algılanması ve doğrulanması gerekecektir. Nasıl mı? Örneğin 4 sayısını veri olarak kullanabilmemiz için 4 adet taş görmeli ya da dokunulmalıdır (taş örnektir), her 250000 sayısını algılayabilmek için 250000 adet fasülye, her 2,256879 için bu kadar çöp v.s. v.s. kullanmamız gerekiyor. İşin ilginç tarafı bunları veri olarak algılayabilmemiz için her kullanımda önce maddi olarak algılamamız sonra tekrar doğrulamamız gerekir, çünkü rakamlar madde değildir ya, o bakımdan veri olarak kullanmak istersek bu adetler kadar madde ile doğrulanmalıdır. Mesela; 100000000000000000000000000000 sayısı hiç dorulanmamıştır. Çünkü bu adet kadar hiç bir madde bir araya getirilip doğruluğu kanıtlanmamıştır. Öyleyse bu rakam veri olarak kullanılamaz. Neden? Çünkü duyu organlarımızla algılamamışızdır da ondan... Eğer sayıları veri olarak kabul edemeyeceksek bilimsel ifadelere de ihtiyaç kalmıyor. Bu durumda formel bilimlerin nazarınızda bir anlamı da yok. Gerçi, bilimsel içerikli herhangibir açıklamada öne sürmediğiniz göz önüne alınırsa bol bağlaçlı ve -dir ekli açıklamalardan başka yapacak birşeyde olmuyor haliyle. O'nu bildiğimiz madde olarak algılama çabası; matematik, istatistik ve mantık gibi formel bilimlerin, bilim kategorisinden dışlanması anlamına da geliyor. Bir de bir arkadaş insanlar kocaman makineler yapıyormuş falan diye örnek vermiş ki, akla zarar...
  10. Açıklamalardan da görüldüğü gibi, ateizm; bilimsel hiçbir veriyi öne sürerek şu nedenden ötürü deme temeline sahip değildir. Burada da hiçbir örneği verilmemiştir zaten. Duyu organları dışında herhangi bir veriyi bilimsel kabul etmez. Dolayısıyla formel bilimlerle yapılacak hiç bir açıklama da tatmin edici olmayacaktır. Aciz bünyenin duyuları ile Yaratan'ı aramak; insanın baltayı yaptıktan sonra, baltanın insana minnet duyguları beslemesini beklemesinden çokta farklı birşey değildir. İlgili psikolojik durum; inanmama inancını gösteriyor. Diğer bir deyişle burada da bir inanca dayalı açıklamalar silsilesi söz konusu. Ancak burada bir fark var ki; ateizme göz atarsanız, bu uğurdaki anlatımların tamamı felsefeye dayalı açıklamalardan ibaret. Formel bilimlere soyut gözle bakanların, felsefe ile "demek ki..." , "...dir" gibi bağlaçlar ve ekler kullanarak açıklamalarıda bir o kadar çelişkili kalıyor.
  11. elimizdeki verilerin, ilgili veri olarak değerlendirilememesi, kişisel görüşünüz olmuş. eldeki verileri bu konuda kullanıp değerlendiremeyeceğimiz, ilgi ve alaka kuramayacağımız gibi desteksiz net bir cümle kurgusunu da burda görüyorum. anlaşılan felsefe yoluyla oluşturulmuş cümleler dışında karşı bir sunum yok. karşı görüş; materyalist olmaktan çok, daha bir metafizik kalıyor.
  12. * İlgili sorular bahsini ettiğim tarihi bilimsel kayıtların olmamasından ve istatistiksel hesaplamaların netliğinden tek bir cevap elde edilmesini sağlıyor zaten. * İlgili veriler, oluşumun tesadüfen olmadığını, limitin 0'a gitmesi özelliklede olamayacağı sonucunu da net olarak ortaya koyuyor. * "bizde" derken salt maddeyimi kastediyorsunuz? * katılmakla düşüncenin maddeleri kullandığı anlamıda mı katılmış oluyorsunuz? * birde bu alıntılar yaparak bireysel saldırıları anlamadım. bilimsel olarak daha net sonuçlar elde etmeme rağmen, karşı tez sadece küçük seçmece alıntılarla saldırı yollu olması da anlamsız. bütün varlıklar (sizin deyiminizle; sizler ve bizler) hepimizden daha üst bir varlık tarafından yaratılmıştır. tekrar ediyorum; O, Yaratan olduğu için bizi sınırladığı kapasite kadar algılayabiliriz. 2+2=5 hesaplamasını istediğimiz yazılım gibi.
  13. sonuçta "bilinç" mutlaka olmak zorunda, bilinç içermeyen bir maddenin; bırakın bilinçli bir maddeyi, ne bilinçli ne de bilinçsiz sistemli çalışan salt başka bir maddeyi yaptığı gözlenmemiştir. bilimsel bir çalışma olan tarihe bakılırsa böyle bir kayıt bile yoktur. madde sadece bilincin bir aracı olmuştur. düşünceyi, aklı; beynin faaliyetinin bir sonucu olduğu gibi bir yaklaşımla basitçe geçiştirmek doğru değildir, big-bang'le başlayan ve ilk beynin oluşumundan önceki dönem arasındaki sürede gerkçekleşen sistematik hangi bilinçli varlığın işidir? Başlangıçtan bugüne bu oluşumu belirleyen bilinç kimdedir? Böyle bir sistemin kurulumu için bir bilince ihtiyaç yok ise o zaman (bilimsel bir çalışma olan) istatistiksel olarak böyle bir oluşumun kendi kendine (tesadüfen) oluşma olasılığı limit 0'a giden %lik değerdir. dediğim gibi bizler ancak kavrayabildiğimiz şeyler ölçüsünde yorum yapabiliyoruz. bilgisayara 2+2 nin 5 olduğunu hesaplatan bir programlama yaparsam, kendisine verilen bu yetenek kadar hesaplama yapacaktır. yani ben ne kadar yetenek vermişsem o da o kadar düşünecektir. şu an bizimde durumumuz budur. ne bahşedildi ise o kadar yorum yapılabilir. Ne kadar bilinç o kadar sistemli çalışan madde. Ne kadar düşünce o kadar farklı oluşum, yeni icatlar, yeni tesadüfen olmayan oluşumlar. Ne kadar ekmek o kadar köfte...
  14. Bilimsel bir çalışma olan istatistiğe göre her hangi bir kullanım aracının (mesela balta) tek başına oluşma olasılığının, basit bir tek hücreli organizmanın oluşması olasılığından daha yüksek olduğunu göstermektedir. Ancak balta kendi kendine oluşamamış, oluşabilmek için düşüncenin bir sonucu olmayı beklemiştir. İnsanın çok üzülmesi sonucu gözleri dolar ve gözyaşı faaliyete geçer. Kızınca ya da utanınca yüzümüz kızarır. Sinirlenince el ayak titrer. Görme engelli bir insan, görmeden, duymadan ve hatta dokunmadan; karşısındaki insanın fikirlerinden/düşüncesinden dolayı heyecanlanabilir, aşık olabilir, sinirlenebilir... duygusal nedenlerle bedeninde fiziksel faaliyetler gerçekleşebilir. (Başlama anından sonra) Madde tek başına işleyen bir mekanizmaya dönüşememektedir. Gezegenler oluşmakta karmaşık bir sürü sistemler oluşmakta ama balta bir türlü kendiliğinden oluşamamaktadır. Dönüşüm için düşünceye ve fiziksel bir harekete ihtiyacı vardır. Biz baltayı yaptıktan sonra baltanın, bize minnetle bakmamasına da hayret etmemek lazımdır. Çünkü, balta sadece bir maddeden ibarettir. Kendisini işleyip bu noktaya getirenin canlı ve özellikle düşünen bir varlık olduğunu bilemez. Baltanın sopa ve işlenmiş demirin bir arasa getirilmesi düşüncenin sonucudur. Balta, düşünen bir varlık karşısında acizdir. Çünkü kendisi düşünemediği için insan karşısında eksiktir. Balta bir düşünce sonucu düşünen bir varlık tarafından oluşturuldu ise, düşünen varlıklar (ya da basit bir madde gibi davranış göstermeyip düşünen, tepki veren, duyguları ve içgüdüleri olan varlıklar) nasıl bir varlık tarafından oluşturulmuştur? Unutmayalım bizler ancak kavrayabildiğimiz şeyler ölçüsünde yorum yapabiliyoruz. Yoksa bizden daha üstün bir varlığın olması zorumuza mı gidiyor?
  15. Kuzey Irak'ta kurulacak herhangi bir devletin, Amerika ve AB çıkarları (ve illaki bağımsız kalacağız diye direnen ve kendini kürt hissedenler) haricinde bir gerekliliği yok. Bu bölgede oluşturulacak devlet ya da devletler hibe yoluyla maddi destek almadıkları müddetçe kalkınamazlar. Bu bölgeler enerji kaynağı olmak dışında (çok uzak bir gelecek düşünmediğiniz taktirde) yatırımlarla kalkındırılabilecek bölgeler değildir. Hayvancılık ve tarım yine ağırlıklı geçim kaynağı olacaktır. Alınacak maddi destek ise mutlaka birşeylerin karşılığında olacağı unutulmamalıdır. Böyle bir manzarada, bölgede ek bir devlet kurmanın o blge insanına bir katkısı olmayacağından ve insanca yaşam koşullarında bir iyileşme olmayacağı için mantığa dayalı bir gerekliliği de yoktur. Zira bu, sırf bu sebeple kurulmamalıdır anlamına da gelmemelidir. Duygusal sebeplerle kurulacak bir devletin vatandaşları, ABD ya da AB ülkelerinin kendilerine sadece şefkat nedeniyle bir iyilik yapmak peşinde olmadıklarını bellemeleri gerekmektedir (yıllarca müttefiği olan ülkeleri ihtiyaç duymadıklarında bir anda sildikleri herkesçe biliniyor).
  16. sorunumuz, kürt sorunu değil. sorun pkk ve benzeri terör sorunudur. tıpkı dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi. yoksa kürtlere ayrımcılık yapıldığı falan da yoktur zira en yüksek mertebelere kadar erişmiş kürt bireyler olduğu gibi, kamu dairelerine özenle yerleştirilmiş bolca kürt arkadaşımız da mevcuttur. kürt bölgelerinde doktor ya da öğretmen açığının olduğu da doğru değildir, açık donanım ile ilgilidir. doğuda geçim sıkıntısı nedeniyle kaçak elektriğe ya da bilimum ticari kaçakçılığa bile göz yumulmaktadır. ancak yanlış anlaşılmasın geçim sıkıntısı devletle ilgili değildir. hani hep denir ya yatırım yapılmıyor falan. devlet yatırım yapacak durumda değildir zaten. asıl yatırım yapacak güç özel teşebbüsün elindedir. zira yatırımın nerelere yapılacağı gayet iyi bilinir ki; ulaşım sorunu olmama, ucuz nakil için liman gerekliliği, atıktan kurtulmanın en kolay yolu olan suya yakınlık gibi ve daha da fazla başka sebeplerle alakalıdır. doğuda yatırım yapmak oldukça maliyetlidir, zira müşteriniz o bölgeye yakın yerlerde değilse. bu bölgelerde geçim sıkıntısı yüksek olmasına rağmen ne hikmetse aşiret resileri ve yakınları aşırı zengindir. ancak bu zatlar ne kendi bölgelerine ne de başka bir bölgeye yatırım yapmazlar, etraflarındakileri sömürür de üstüne üstlük etraflarındakinide pek güzel yönlendirirler. ülkemizdeki sorun kürt sorunu değil, pkk ve benzeri terör sorunudur. kürtlerin sorunu ise türkler değil, geçim sıkıntısı ve kendilerini sömüren aşiret reisleri ile kendilerini gram düşünmeyen batılı devletlerdir. taner arkadaşım işte sorunlarınız ve sorunlarımız bunlar. sen istersen bu sorunlara odaklı birşeyler yazda onları çözmek için birşeyler tartışalım. yoksa "gümbür gümbür" davul sesidir, davulun da sesi uzaktan hoş gelir.
  17. bahar35040

    Nietzsche

    “Bundan sonraki yıllarda yapacağım iş iyiden iyiye belirlenmişti. Olumlayıcı kesimini bitirmiştim işimin. Sözle, eylemle hayır diyen bölümüne gelmişti sıra. Bunlar da şimdiye değin sürüp gelen değerlerin yenilenmesi, büyük savaş, son karar gününün belirlenmesiydi. Bu arada, bir de yavaş yavaş çevreme bakıyor, kendime yakın gördüklerimi, güçlerine dayanarak bu yok etme işinde bana yardımı dokunabilecekleri arıyordum. İşte o günden beri, yazılarımın her biri bir oltadır: Kim bilir belki de olta atmakta herkesten ustayımdır?... Oltama hiç bir şey takılmamışsa suç benim değil artık. Balık yokmuş.” Nietzsche Belkide varmış
  18. bahar35040

    Nietzsche

    İlgili zat yüksek zekasının beraberinde getirdiği ego tatminsizliğini açıkça vurgulamış bir şahsiyettir. Düşünmeyen, farklılığını göstermeyen insanları yine insan sınıfında görürken, kendi ile özdeşleştirdiği, zeki ve düşünce aktivitesi yüksek olan, varlığını korumak için kimseye muhtaç olmayan gerekirse bu uğurda yok etmeyi göze alan bireyleri ise üst insan sınıfına dahil eden düşünürün biridir. Güce sahip olanlar, üst insan sınıfına ulaşabilir. Kimileri tarafından öngörülerinin gerçekleştiği kabul edilmiştir. Halbuki gerçekleşenlere yön veren, öngörüleri ve düşünceleri olduğu için olaylar şekillenmiştir. Karşı cinsle sağlıklı bir duygusal ilişki kuramadığı için, ona göre önyargıları gereği kadınların üst insan sınıflamasında yeri yoktur. Zamanında ve bu zamanda kendisinin (tam anlamıyla ya da tamamiyle) anlaşılamadığı iddia edilsede, hayat hikayesi ve yazıları düşüncelerini ve düşünce sistematiğini belli etmektedir. İnsanı huzura, daha rahat olacağı bir yaşama ulaştırmayı kendi kendine görev bellemiş bu kişilik. İnsanları bireyselliğe itip ‘güç’lendirerek huzura ulaştırmaya çalışıyor. Bunun için önerdiği yöntem: İnsanı toplumsal ahlaktan arındırmak ve bütün eylemlerini içinden geçene göre (bahsettiği içgüdü) yaparak iç huzurunu sağlamaktır. Kişi toplumsal ahlak kurallarına göre yapmaması gereken eylemleri görmezden gelip, eğer istiyorsa yaparak rahatlayacak ve mutlu olacaktır. Kişi eylemlerini gerçekleştirmek için düşünmemelidir, herhangi bir şeye (töreye, ahlak kurallarına) bağımlı olmadan karar vermelidir. İnsan kendisini sıkıntıya sokmadan içgüdüsü onu neye yönlendiriyorsa o yöne gitmelidir. Böylece ruhen (ruh-u kabul etmese de) ve özellikle psikolojik olarak sağlıklı bir birey olacaktır. İnsan duygusal davranmamalıdır. Kararlarını aklının ve özellikle sezgilerinin (bahsettiği içgüdü) sesine kulak vermelidir. Sadece bu davranış ona doğruyu ve gerçeği gösterecektir. Güçlü insan iradesi olan insandır. Her ortamda ayakta kalabilen insandır. Böyle biri dayanaksız yalnız yaşayabilir, hayatta kalabilir. Tek başına mutlu olabilir. Nietzsche, toplumdan kendini soyutlamış, kopuk bir insandır. Sağlığının kötü olması dışında Lou von Salome ile evlenememiş olmak onu daha da içine kapanık ve saldırgan bir hale getirmiştir. Büyük ihtimalle bu evliliğe karşı çıkan kızkardeşi yüzünden de (tabii bunlar dışındaki kadınlardan yediği başka psikolojik darbeler yoksa) kadınlara karşı belirgin bir kin beslemektedir. Onun düşüncesi insanı kurtarmaktır. Toplumun bahsini bile etmez. Zaten kurtulmuş bireylerin oluşturacağı toplum da üst seviyededir. Bu fikirlere göre insanlığı kurtarmanın yolu, bireyi kurtarmakla ve Allah’ı yok sayarak gerek evrensel gerekse toplumsal ahlakı, töreleri ortadan kaldırmakla sağlanabileceğini düşünerek başınabuyruk ‘anarşist’ bir tavrı anımsatıyor. Ancak, Nietzsche Hıristiyanlıkla anarşizmi (hatta sosyalizmi) aynı kefeye koyar ve yerer. İnsanları eşit gören toplumsal yapıların tümüne karşı çıkar. Bir Tespit – MEGALOMANİ Megalomani ya da büyüklük hezeyanı, kişinin kendisine gerçekle uyuşmayan üstün nitelikler yakıştırmasıdır. Derin bir ruhsal sorunun belirtisidir. Büyüklük hezeyanları kişinin, yetenekleri, nitelikleri ve yaşantısı hakkındaki mantıksız inançlara dayanır. Megalomani, kendini önemseme duygusunun gerçekliğe dayanıp abartılı bir biçim alan, aşırı bir özgüven değildir. Nedenleri Megalomani, üç ayrı biçimde ortaya çıkar: Birincisi, genellikle huzursuzluk, gevezelik, sinirlilik belirtilerinin eşlik ettiği, büyüklük inancı ve davranışlarıyla bir mani olarak belirir. İkinci tipte şizofreni belirtileri görülür: Hezeyanlar o ölçüde manik yapıda değildir. Kişi olağandışı niteliklere, güç ve zenginliğe sahip olması doğalmış gibi davranır. Bu tip megalomanide çoğu zaman başkalarının kötülükleriyle karşı karşıya kalındığı konusunda da hezeyanlar görülür. Üçüncü tipte megalomani, ilerlemiş frengi enfeksiyonu sonucu oluşan beyin hasarından kaynaklanır (Nietzsche’nin durumu, zira kendisi frengi hastalığına yakalanmıştır.). Ne yazık ki, frenginin ilk belirtileri kimi zaman gözden kaçabilir ve başlangıç belirtilerinin hızla yok olmasına karşılık mikroorganizma etkinliğini sürdürür. Beyne yayılan enfeksiyon yargılama ve dikkati yoğunlaştırma yeteneklerini bozar, depresyona, megalomaniye ve başka türde hezeyanlara yol açar. Belirtiler Megalomanide, gerçeklikle kesinlikle ilgisi olmayan hezeyanlar söz konusudur. Sözgelimi, dar gelirli bir megaloman dünyanın en zengin adamıymış gibi davranabilir, tanıştığı herkese büyük miktarlarda çekler yazabilir. Ya da Tanrı’yı öldürüp kendini üst insan ilan edebilir. Tedavi Mani ve şizofreniyle birlikte görüldüğünde, ilaç ve psikoterapiyle denetim altına alınır. Tam iyileşme garantisi yoksa da belli bir düzelme sağlanır. Nedeni frengi enfeksiyonu ise, genellikle penisilinle yapılan acil tedaviye başlanması zorunludur. Tedavi sonrası tam iyileşme ya da en azından kalıcı bir düzelme elde edilir.
  19. Materyalistçe yaklaşımlar 50x50x5 mm boyutlarında herhangi tek bir elementten oluşan bir plakanın kendi kendine doğal şartlarda oluşma ihtimali, doğal şartlarda evrimleşerek sayamayacağımız kadar farklı özellik ve maddeden oluşan, üstüne üstlük hareket eden, düşünen bir canlı oluşması ihtimalinden belki de milyar kere daha yüksektir. Ama şu işe bakin ki bu plaka doğal şartlarda tek başına oluşamıyor ve evrimleşemiyor. Ama çok daha yüksek derecede komplike bir varlık (insan/hayvan/bitki artık ne derseniz deyin) doğal şartlarda tesadüfen oluşup üstüne de evrimleşmiş denebiliyor. Enteresan değil mi? Daha da geliştirelim mi? Tesadüfen canlılar oluşmuş, canlıların birbiriyle olan münasebeti bile birbiriyle bağımlı. Tesadüf üstüne tesadüf. Canlılardan birini yitirirsek diğerleri de etkileniyor. Olaya bakar mısınız? Basit bir plaka tesadüfen oluşamıyor ama, birbirine bağımlı sonsuza yakın tesadüflere dayalı bir kombinasyon sistemi, doğal yollardan tesadüfen oluşuyor. İnsan kendine eşyalar yapıyor. Ama bu eşyalar kendisini oluşturan hakkında hiç birşey düşünmüyor. Çünkü düşünme yetisi yok. İnsan bilgisayar üretiyor, gelişmiş mikroişlemciler ve yazılımlar ekliyor. Oluşturduğu şey bu kez bir miktar düşünen bilgisayar olunca, insanın yaptığı eklemeler seviyesinde birşeyler algılayabiliyor. Demek ki oluşturulan şeylerin, oluşturan şey tarafından kendisine bahşedildiği dereceye kadar algılama yetisi vardır. Materyalistçe düşününcede Allah'ı bulabiliyoruz. Bizler Allah'ın bize bahşettiği seviyede algılama ve düşünme yetisine sahibiz. O'nu göz ile göremiyorsak, bunu o istediği içindir. Programladığın bilgisayar 2+2'yi 5 olarak hesaplıyorsa bu sen onu böyle programladığın içindir. O halde kendimizden üstün olan bir varlığı; basit, zayıf, biçare, çelimsiz madde yapımızla hissedemiyoruz diye, inkar etmeden önce daha derin düşünelim. "Yenilen pehlivan güreşe doymaz" misali. Zayıf güreşçi yenilir yenilir de kabul edemezmiş zayıf olduğunu, "ben aslında seni yenerdim de işte bla bla..." dermiş. Onun gibi olmasın materyalizme yakışmaz sonra
  20. bahar35040

    neden ilerleyemiyoruz?

    Çünkü; Çalışmayı sevmiyoruz. (Dolayısıyla verimsiz çalışıyoruz) Merak etmiyoruz. Bir şeyi bir işi kolaylaştırmak ya da keşfetmek için uğraşmıyoruz. Merak etmediğimiz için araştırma yapmıyoruz. (Yeni şeyler keşfedilmezse, yeni iş sahaları olmaz) Yaptığımız işi sadece ne kadar ekmek o kadar köfte zihniyetiyle yapıyoruz. Kişisel tatmin olma ihtiyacı hissetmiyoruz. (Hırs yok, 3 kuruş parayı garantiye alan fazlası için ter dökmüyor) Karşılaştığımız problemleri çözmek için çaba sarfetmeden, konuyu amirimize taşıyıp yükten kurtuluyoruz. (Düşünmüyoruz. Düşünmek, problem çözmek bizim için hamal gibi çalışarak basit işler yapmaktan daha zor geliyor.) Sorumluluk üstlenmiyoruz, kendimize güvenimiz olmadığından atılım yapamıyoruz, korkuyoruz. İşsiziz diye yakarıyoruz. Ama vasıf ve yeterli niteliklere sahip eleman bulamıyoruz (gerek eğitimi yetersiz, gerekse eğitimi o.k. ama çalışacak enerji yok - veya tam tersi-) Lütfen yaptığımız işi daha iyi yapmak için çareler üretelim, verimli çalışalım. Bugün şu kadar daha fazla katma değer getirdim diyebilelim. Ancak o zaman toplumca bir yerlere gelebiliriz. Bedenimizi çalıştırarak ancak karnımızı doyururuz. İnsanca yaşam şartlarını karşılamak için ise kafamızı çalıştırmamız gerekir.
  21. Demokrasi; yönlendirebilme kabiliyeti yüksek bireylerin (bunlar parayla ve medya yoluyla kitleleri yönetenler ve hitabet gücü yüksek karizmatik kişler olurlar), kendi fikrini geniş kitlelere yayamayan sıradan çoğunluğu yönetme sanatıdır. Demokrasinin ilk çıktığı dönemlerden bugüne uygulama hep böyle olmuştur. Hiçbir dönem demokrasi sözlük anlamının karşılığını bulmamıştır. Bulamaz da, çünkü demokrasi halka yeri geldiğinde alınan kararların sizin seçiminizle gerçekleştiğini öne sürerek yönetenlere savunma gücü verir.
  22. Komünizm hakkında "hiçbirşey bilmiyorsunuz" diyerek geçiştirme yapanlar çok komik oluyor yaa. Sonra yazılı kaynaklardan öğrendikleri ya da kopyala yapıştır yaptıkları alıntıları buralara yazarak birşeyler ıspatlamaya çalışıyorlar... Komünizmin yaşandığı kayıtlı bir dönem hiç olmamıştır. Her zaman bir devlet ve benzeri yöneten/yönlendiren koordinatör bir unsur olmuştur. Gerek Sovyetler Birliği'nde gerek Küba'da gerek Çin'de ve gerekse komünizmle özdeşleştirilen bölgelerde hep komünizme geçiş aşaması için öngörülen proleter diktatörlüğü denmek istenen (ki bu bile fiilen kitaplardaki anlamı karşılamamıştır) sosyalist rejimler mevcuttur. Bir dönem komünist fikirler peşinde koşan ve aktif faaliyetlerde bulunan biri olarak komünal yaşam tertiplediğimiz alan içerisinde bütün saflığımla sömürülüp durdum... Kıyafetlerimi, ufak tefek takılarımı, deliler gibi çalışarak kazandığım (mecburen para) üç beş kuruşumu sonuna kadar paylaştım. Ki herkes benzer haklara sahip olsun. İşte karşılaştıklarım: 1. Ojelerimi paylaştım hiç kullanacak fırsat olmadı, bittiğinde yenilerini temin etmediğim için cimrilikle suçlandım. 2. Elektrikler kaçaktı, kışın pencereleri açıp 24 saat elektrikli soba yakılırdı. 3. Giysilerimi paylaştım, bitlendim, üstüne üstlük bazı deri hastalıklarının yaşanmasına tanık oldum. 4. Düşüncelerimiz için çalışırdık, bazı keneler hiçbir faaliyette bulunmaz arada kaynar ve geçinip giderdi... 5. Lüks yerlere gıcık olurduk, hep ucuz hizbe yerlere takılırdık, soğukta üşür, sıcakta yanar, gıda zehirlenmeleri geçirirdik v.s. v.s. Neyse, durum şudur; Herkesin eşit olduğu ve ihtiyacını karşıladığı bir dünya olması mümkün değildir. Teoride güzeldir ama fiiliyatta mümkün değildir. Çünkü ihtiyacını karşılayabilen hiçkimse daha fazlası için insan refahını dahada arttırmak için ek bir çaba harcamaz. Gelişme durağan olur. Bir devlet ya da özel teşebbüs olmazsa fabrika ve benzeri gibi üretim alanları olmaz organize edilemez. Böyle olunca da insan yaşamına katkı sağlayan ürünler üretilemez. Beceriksiz olanlarımız sandalye bile yapmaktan aciz olur. Hadi bir şekilde koordine olundu insanlık yararına üretim yapılacak diyelim. Herkes hakettiği ya da aldığı eğitim/öğretime pozisyonlarda olamaz. Çünkü kimse pis işleri yapmak istemez, herkes müdür olmak masa başından yönetmek ister. Koordine edici bir yönetim zaten olmadığı içinde kimin hakeden kimin haketmeyen kesim olduğuna kimse karar veremez ve koordine olunamaz. Herkesin eşit ve ihtiyacını karşılayabildiği bir ortamda rekabette olmaz. Çünkü zorlayıcı bir etki olmadan kimse (belki çok az sayıda insan o da sadece kişisel tatmini uğruna) yeni şeyler keşfetmek yaşam koşullarını iyileştirmek için ek bir çabaya girişmez. Düşünsenize hiç bir şeye ihtiyacınız yok, yaşayacak kadar geçiniyorsunuz ve rutin bir işiniz var... Bu işin üzerine kim daha fazlasını yapiim diye kendini zorlarki? Bu durumda gelişme duracak ve yaşam standartını arttıracak gelişmeler yavaşlayacak belki de duracaktır. Dünyada işsiz birsürü insan var ve çoğuna bir iş sağlasanız elinden birşey gelecek nitelik ve kalifikasyon yok... İşi olanların birçoğu verimsiz çalıştıkları halde kazandıklarının azlığından şikayetçi... Hem elimzden birşey gelmiyor hem de fazlasını istiyoruz, hem de eşitlik insanca yaşamak istiyoruz. Herşeyi istiyoruz ama çaba sarf etmiyoruz. O halde insan doğası bize zaten hiç yaşanmamış komünizmin tatlı bir masal konusu olmaktan öteye gitmeyen bir ütopya olduğunu ıspatlıyor. Lütfen komünizmi savunanlar fiili yaşamdan örnekler vererek bir şeyler anlatsınlar, kitaplar bilimsel çalışmalar v.s. teorik kaynaklardan alıntı karmaşık cümleler ve herkesin aklının ermeyeceği kelimeler kullanarak ahkam kesmeyelim. Adı üzerinde işte, komünizm; daha herkesin anlayabileceği eşit şartlarda kavrayabileceği bir anlatım bile yapamıyorsunuz ki, daha en başında anlayan anlamayan kavgası bir aşağılama bir ayrımcılık var. Neden mi, benim kafam çalışıyor ben okuyorum araştırıyorum biliyorum. Ama sen bilmiyorsun araştırmıyorsun zaten kafanda basmaz zihniyeti var... Kapitalizmde sermayesi olanlar proleterleri ezerken, sizin yaptığınız da (kültürel birikimi, aklı, zekası olanlar) bu alanda kendini daha az geliştirenleri ezmekten farkı yok... Komünizm (daha çok ta sosyalizm) tembel işidir, rekabetten çekinenlerin, kendine güveni olmayanların yaşamını güvence altına almaya çalışma çabasıdır. Aslında komünizm bu gibi kişiler için daha zordur. Çünkü yaşamlarında tamamen kendileri sorumlu olacaklardır. Eğer başaramazlarsa ellerinden tutup kaldıracak bir koordinatör bulamayacakları için silineceklerdir. Düşüncelerime karşı olumlu/olumsuz eleştiri yapacak kişilerin teorik bilgi ötesinde niteliklere sahip kişiler olmasını rica ederim.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.