Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

FEHMİ KORU


Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Yeni Şafak gazetesinde Taha Kıvanç rumuzuyla köşe yazarlığı yapan Fehmi Koru, basın dünyasında o ve benzerleri için kullanılan "Sahibinin Sesi" olayını aştı ve bir üst noktaya getirdi. Yani meslektaşlarını ihbar eden, hedef gösteren gazetecilik anlayışı.

 

İlhan Selçuk'un gözaltına alınmasından bir gün önce Fehmi Koru köşesinde, AKP'yi Cumhuriyet Gazetesi ve İlhan Selçuk'a karşı dikkatli olmaya ve önlem almaya çağırıyordu. Bilindiği gibi bir gün sonra İlhan Selçuk gözaltına alındı. Cumhuriyet gazetesinde arama yapıldı.

 

Dünyada böyle bir gazetecilik anlayışı ve böyle bir gazeteciye ancak Çin, suudi arabistan gibi ülkelerde rastlıyabilirsiniz.

 

"ak partililere benim de bir tavsiyem var: şu günlerde cumhuriyet gazetesini dikkatle izlemeliler. hürriyet veya milliyet, hatta vatan önemli değil bu süreçte, onlar "vur kaç" ekibi; karargâh (ergenekon'un karargâhını kast ettiğimi sanmayın, ak parti'yi ne pahasına olursa olsun durdurma çabasının karargâhı), cumhuriyet gazetesi..."

 

Adam Hurriyet ve Milliyet'in şu an hedef olmaması gerektiğini, ilk defteri dürülecek olanın Cumhuriyet gazetesi olduğunu gösteriyor. Ve nasıl yapılacağı konusunda fikirde veriyor hükümete. Bu ülke satılık kalemleri görmüştür, bu ülke ihbarcı gazetecileride görmüştür. Ama bu kadar pervasız, bu kadar aleni bir şekilde meslektaşlarını ihbar eden, hükümete hedef olarak gösteren bir adam daha görülmemiştir.

 

Nazi Almanyasında kimlerin gestapo tarafından alıp götürüleceğinin listesini çıkaran gazeteciler vardı. Bunlar köşelerinden isimleri sayar gestapo daha gazetenin mürekkebi kurumadan gerekeni yapardı.

 

Fehmi Koru'nun yıllardır süren AKP sözcüsü şeklindeki meslek hayatından sonra bu son "hizmet" ini de göz önüne alarak, hizmetlerinden dolayı alkışlıyor ve aşağıdaki plaketi liyakatından hiç şüphemiz olmadan takdim ediyoruz kendisine ;

HisMastersVoiceSign.jpg

Gönderi tarihi:

Herkes görevini yapiyor, bunda sasilacak bir sey yokki. Adalet bakani bile aynisini söylüyor, herkes görevini yapiyor. Fehmi Koru ne zaman gazetecilik hayatinda dogrü dürüst bir calismasi olmusturki hatirlamam. Zamaninda Cumhuriyet onun her türlü entrikalarini okuyuculariyla paylasarak gercek yüzünü ortaya cikardigi icin, her zaman firsat aramistir ve bu firsati da kendi gibi düsünen ve davranan Erdogan'da bulmustur. Fehmi Koru'dan gazeteci olsa benden herhalde dünyanin en iyi kitap yazari olur. Düsünün artik onun okuyucularinin nelere katlanmak zorunda olduklarini.

Gönderi tarihi:

böyle gazeteci lere güzel bir yanit Ahmet Hakan dan

 

"Erdoğan da mı Mason ey ilkesizler!"

Ahmet Hakan, Şener'in Rotary ziyaretini eleştiren Vakit'e sert çıktı.

 

Konuş! ilkesiz adam 260320080857511185417.jpg

 

"İslami mücadele veriyoruz" falan diyerek, her türden alçaklığının mazur görülmesini bekleyen Vakit adlı gazete, manşetten Abdüllatif Şener’e "giydirmiş".

 

AKP’den ayrılmayı ya da AKP’ye karşı mesafe koymayı, dinden ayrılmak ya da dine mesafe koymak olarak algılayan bu çarpık kafa, güya Şener’in bir açığını yakalamış, manşetten infaz ediyor. Peki neymiş Şener’in açığı? Ankara’da Rotary toplantısına katılmak...

 

Şener’in Rotary toplantısına katıldığına dair kocaman fotoğrafları yayınlayıp okurlarına, "Gördünüz mü? Şener Rotaryen oldu" demeye getiriyorlar.

 

"İslami mücadele verilirken ilkesizlik mubahtır" anlayışıyla hareket eden bu ilkesiz adamlara şunu sormak istiyorum:

 

Ey ilkesizler! Tayyip Erdoğan, yanına Bülent Arınç’ı da alarak Antalya Belek’teki Rotary toplantısının şeref misafiri olmamış mıydı? Erdoğan böylece "Rotary toplantısını şereflendiren ilk başbakan" unvanını almamış mıydı? Erdoğan ve Arınç’a da şükran plaketi verilmemiş miydi? Bülent Arınç, "Rotary toplantısında pek bir bahtiyar oldum" mealinde sözler söylememiş miydi?

 

Konuşsanıza yahu... Ne susuyorsunuz?

 

 

 

İŞTE AHMET HAKAN'I KIZDIRAN O MANŞET

260320080856473063696_3.jpg

Gönderi tarihi:
Taha Kıvanç

.

.

8.3 yaşındaki bir yazarın gecenin bir vakti evinden alınması hoş bir şey mi? Elbette değil. Daha nazik ve kamu vicdanını rencide etmeyecek bir yöntem bulunabilirdi. Gözaltının uzamaması, tutuklama ihtiyacı duyulmaması rahatlatıcı. Savcılar bilmek istediklerini öğrenmiş, ipuçlarını birbirine bağlayacak irtibatları kurabilmişler midir?

 

Bilmiyorum. Tıpkı son günlerde yazılarıma sıkça konuk ettiğim İlhan Selçuk'un gözaltına alınacağını bilmediğim gibi. Tıpkı daha önce gözaltına alınanlarla ve bundan sonra alınabileceklerle ilgili hiçbir bilgim ve ilgim olmayışı gibi...

 

Kendileri olsa bu durumdan yararlanmaya kalkışırlardı. Geçmişi hatırlayın: Yazarlarından bazıları politikacılar ve devlet görevlileriyle ilgili iddialarda bulunur, ısrarla işin peşini takip ederlerdi; sonunda göz altına alınırsa politikacı veya memur, "Bizim sayemizde" diye başlık atarlardı. Yaşa saygı da yoktur bunlarda; torun-torba sahibi nice insanı zindanlara attırdıkları için övündükleri bilinir...

 

Yaşlı birini zor durumda görmek, yaşını başını almış kişi ne kadar yanlış işler yapmış olursa olsun, bizleri huzursuz eder. "İlhan Selçuk gözaltında" haberi beni çok mutsuz etti. Bir yandan bu mutsuzluğu, bir yandan da buna sebep olduğum iddiasının rahatsızlığını yaşattılar bana; esas kahrolduğum bu...

 

İlhan Selçuk dikkatle izlenmeyi hak eden yazılar yazıyor. Ben de burada fırsat düşürüp yazdıklarını değerlendiriyorum. Sadece ben değil, medyada İlhan Selçuk'u yakın takibe almış pek çok meslektaş var, onlar da yazıp duruyorlar. O da kendisine takılanlara bazen cevap veriyor. Türk basınında bugüne kadar hep olduğu gibi.

 

Birdenbire şunu anladık: İlhan Selçuk hakkında yazı yazılmaması gereken dokunulmaz biriymiş... Televizyon ekranlarından, "İlhan Selçuk'umuzu ihbar ettiler" diye bağıranlar herhalde bu kanaatte olmalılar. Ne yapmışım ben? İlhan Selçuk'la ilgili yazı yazma dışında? O yazılarda kendisinin yazdıklarının satır aralarını deşifre etmeye çalışmışım. Af edersiniz de, 'Ergenekon' gibi bir dosyayı elinde bulunduran savcı yazımı okuyup "Haydi, İlhan Selçuk'u da içeriye alayım" mı demiş oluyor?

 

Ben yazıyormuşum, savcılar göz altına alıyormuş... Bunu iddia eden nasıl bir kafadır yahu?

 

Aslında bu soruyu sormamam gerektiğini biliyorum. Çünkü bu tür olayların nasıl cereyan ettiğinin farkındayım. Durumdan vazife çıkarmak nedir, haberdarım. Gözaltıyla birlikte dikkatlerin bir-iki isim üzerinde yoğunlaştırılması elbette masum bir davranış değildi; masum olmadığı için de yukarıdaki sorularımı sorulmamış kabul edebilirsiniz. Biliyorsunuz, geçmişte Milli Güvenlik Kurulu'nda görev yapmış kuvvet komutanı düzeyindeki bazı subaylar emeklilik sonrası Cumhuriyet Gazetesi Vakfı yönetimine girdiler. Bunlardan biri Aytaç Yalman, diğeri Şener Eruygur... Şener Eruygur aynı zamanda Atatürkçü Düşünce Derneği'nin de başkanı. Bu arada yine eski komutanlardan Doğu Silahçıoğlu da Cumhuriyet'e yazılarıyla sürekli katkıda bulunuyor.

 

İlhan Selçuk'un böyle bir dost çemberine rağmen gözaltına alınabilmesi esas hayret sebebi olmalı.

 

Ergenekon konusu ne zaman açılsa hemen tepe yöneticiler akla gelir. 2 ve 3 numaranın isimlerinin baş harflerini bu konuyu yakından izleyen, kitap yazan bir meslektaş açıkladı; '1 numara' ise çok korkutucu biri olmalı ki kimse onun adını telâffuz edemiyor. Savcılar onu biliyor mu, yoksa gözaltına aldıklarından öğrenmeye çalıştıkları '1 numara' denilen kişinin kimliği mi?

 

Şimdiye kadar hiç önemsemediğim bu konuyu şimdilerde kafama takmamın sebebi, İlhan Selçuk'un gözaltına alınmasıyla birlikte üzerime üzerime gelinmesini '1 numara' denilen kişinin orkestra şefliğine bağlamam. Onun yönlendirmesiyle sağa bakıp hizaya geçmiş olmalı saldırganlar... Bu sebeple benim için de önemli biri haline geldi artık '1 numara'...

 

Doğu Perinçek de gözaltında, Kemal Alemdaroğlu da; kimsenin aldırdığı yok. 80'i aşmış olmayabilirler, ama onlar da yaşı kemale ermiş ve ismi duyulmuş kişiler... Salıverilmek şöyle dursun, gözaltı süreleri uzatılıyor da kimse sesini yükseltmiyor.

 

Peki, bunun sebebini bilen var mı?

 

Süfelâ ve cühelâ takımına dair

 

Herkesin bildiği bir hikâyedir, o yüzden kısa keseceğim: Bektaşi iyice çakır keyif halde evine dönerken kapıyı şaşırınca birden nara atmaya başlamış. Ağzına gelen her kötü sıfatı haykırıyormuş. Mahalleli ne yapsın, gürültüyü duyunca pencerelere doluşmuş. Biraz önce ağzına gelen hakareti naralaştıran Bektaşi, "Vay be" demiş kendi kendine, "Ne kadar da çokmuşlar..."

 

Bizim durum biraz da buna döndü; birileri hedef gösterince ne kadar kenarda köşede diş bileyenim varsa sütunlarından öfke kusmaya başladı. Görüntülerine bakıp "Amma da çokmuşlar" diyesim geliyor...

 

Demek ki, Zafer Mutlu'nun birkaç kez tekrarladığı, "Gel, bizim gazetede yaz" teklifine atlasaymışım, beni ne kadar sevmediklerini birbiri ardına yazma ihtiyacı duyan baylar ve bayanlarla Vatan gazetesi çatısı altında buluşacakmışım... Gerçi şimdi patronları Zafer Mutlu değil Aydın Doğan, ama olsun, Vatan gazetesinde yazar olsaydım, ben de onlar gibi gazeteyle birlikte Aydın Bey'in mülkiyetine geçecektim.

 

Hiçbir gazeteyi ve herhangi bir yazıyı ayırmadan şu son birkaç gün içerisinde öfke kusanlar için şu soruyu sormaktan geri duramıyorum: Neden acaba bu kadar öfkeliler?

 

Bir bölümü tembel Babıali süfelâsı bunların; okumak yerine duyduklarıyla yetinmeyi öğrenmişler. O sebeple, "Yahu bu adam ne yazmış da bu kadar üzerine gidiyorlar?" merakını gidermek için en ufak çaba göstermez o tipler. Bazısı da okusa da anlamayacak kadar Babıali cühelâsındandır; bugün yazdığıyla taban tabana zıt bir yazıyı ertesi gün yazabilmeleri bu yüzdendir.

 

Hani padişahın dalkavuğu efendisinin canının patlıcan istediğini duyunca, bütün sözcük dağarcığını kullanarak patlıcanı övmüş... Ertesi gün birinin "Patlıcan ister misiniz?" sorusuna esip gürlediğini görünce padişahın, aynı dalkavuk, sözcük hazinesindeki en berbat sıfatları patlıcan için kullanmaya başlamış... Her iki sofrada da bulunanlardan biri, dalkavuğun kulağına yavaşça, "Yahu dün övüyordun patlıcanı, bugün ise yeriyorsun, bu ne iş?" deyince, cevap kestirmeden gelmiş: "Ben patlıcanın değil, padişahın dalkavuğuyum..."

 

Babıali'nin süfelâ ve cühelâ taifesi kime, nasıl hitap edeceğini iyi bilir.

 

Bu ülkede kariyerini bana saldırmakla yapmış kalem erbabı vardır. Neler yazmadılar, neler söylemediler ki yıllar boyu hakkımda. Bir bölümü yazmaya da, söylemeye de devam ediyor. Yıllar bana pek çok şeyle birlikte sabrın sonunun selâmet olduğunu da öğretti. Öyle fazla heyecan yaramıyor bu ülkede, uzun vadede nasılsa hepimiz öleceğiz ve iyiler sonunda mutlaka kazanıyor. İflâh olmaz düşmanlarımın beni okusalar da anlayamayacaklarını biliyorum; yeni yetmelerin de onlardan pek farkı yok.

 

Yalnız beni anlamakta zorlansalar iyi, kendi gazetelerinin başyazılarını bile anladıkları kuşkulu bu takımın. Önceki gün, Milliyet, 'Tehlikeli yöneliş' başlığını taşıyan bir başyazı yayımladı. Yazıda önemli tespitler vardı. Okuyalım:

 

"Bu yöneliş sürerken, bazı kesimlerin bu kutuplaşma ortamını keskinleştirmek, hızlandırmak için özel bir çaba içine girdikleri de dikkatten kaçmıyor. Bu çevrelerin kendi özel hesaplarını görmek, rövanş almak, hasımlarını ortadan kaldırmak gibi saiklerle davrandıkları tahmin edilebilir. (..) Tansiyon ve öfkenin yerini yumuşamaya bırakacağı bir söylem ve üsluba ihtiyaç var."

 

Bu başyazının çıktığı günkü Milliyet'te bir 'yazar' şunları yazabildi: "O tıknaz düşünce adamı... Kaş çatmalı, kendine göre racon kesmeli, kendini fevkalade önemli zannetmekle önemli hale gelen teorisyenliği bende yok tabii."

 

Devamını yazmıyorum. Bunları yazanın bir de kendisini 'kaliteli' sanması yok mu, insanın müthiş kanına dokunuyor. Tam bir Babıali cühelâsı durumu bu.

 

Şimdi bunlar ellerinde sözlük bu yazıda ilk kez okudukları sözcük ve deyimlerin ne anlama geldiğini öğrenmeye çabalıyordur. İnşallah öyle yapıyorlardır; hiç değilse bu vesileyle bir-iki kelime ve deyim kazandırmış oldum zavallı dağarcıklarına.

 

Dün burada bir vesile düşürüp Türk Silahlı Kuvvetleri'nden emekli olduktan sonra Cumhuriyet gazetesinin vakfında mütevelli heyet üyeliği yapan eski komutanlardan söz ettim. İlk kez 'Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim' kitabında Hasan Cemal yazmıştı bu olayı da okuduğumda inanamamıştım. Yazımı dün gazetede okurken, "İster misin, yeni tutuklamalar olsun ve yine 'Hedef gösteren o' diye üzerime gelsinler" diye düşünmeden edemedim. Ne yapayım, hiçbir özel bilgi sahibi olmadığıma dair soruşturmayı yürütenlerden bir açıklama mı istesem? İnanırlar mı dersiniz?

 

İlhan Bey Bektaşi fıkralarını sever, şu birkaç gündür yazılanları okuduğunda, "Helâl olsun, bizim köftehorlar bu işi biliyor" demiştir.

 

Komplo teorilerinin ağırlıkta olduğu yazıları Taha Kıvanç adıyla yazıyor Fehmi Koru. Ben, hayli uzun yıllardır okurum. Teorilerinin birçoğunun çıktığına yakinen şahit olmuşumdur. İslamcı kanatın en ılımlı, dili en yumuşak yazarıdır desem yeridir. 28 Şubat sürecinde Harward'da gerçekten okuyup okumadığı dahi araştırılmıştır. Çünkü, müslümanların hem zeki hem de süper bir üniversite de okumalarına din engeldir. (kinaye).

 

Kendi savunmasını kendisi ikinci yazısında yapıyor. Bence, eleştirmeden önce yazılarını bir okumak da fayda var. Daha doğrusu söylediklerinin doğru olup olmadığını incelemekte. Yukarda iki yazısını alıntıladım ben, güncelle ilgili. Katıldığım yerleri var katılmadığım yerleri var ama suçlamalara kendi cevap vermiştir. Buradan bir inceleyelim. Tamamından...

 

Ergenekon’da Fehmi Koru ifade verdi

 

İSTANBUL - Çakmak Mahallesi Güngör Sokak’taki bir gecekonduda 27 adet el bombası ve TNT kalıpları ile fünyelerin ele geçirilmesinin ardından açığa çıkartıldığı belirtilen “Ergenekon terör örgütü” ile ilgili soruşturma, Beşiktaş’taki İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca sürdürülüyor.

 

Soruşturmayı yürüten cumhuriyet savcısı Zekeriya Öz, olayla ilgili olarak gazeteci Koru’nun “tanık” sıfatıyla ifadesine başvurdu. Koru, daha sonra adliyeden ayrıldı.

 

Konuya ilişkin olarak açıklamada bulunan Fehmi Koru, Savcı Öz’ün daveti üzerine “tanık” sıfatıyla ifadesine başvurulduğunu kaydetti.

 

Koru, “Hedef listesinde ismim çıktığı için beni çağırmışlardı. Bugüne günlerimiz uyuştu. Şikayetçi olup olmadığımı sordular. Hedef listesinde olup olmadığımı bilmiyordum. Duyduğumda da ciddiye almamıştım ama kendilerinin konuyu ciddiye almaları nedeniyle bu işin ciddi olduğunu anladığımı ifade ettim. Şikayetçi olmadığımı söyledim” dedi.

 

Soruşturma kapsamında şu ana kadar aralarında emekli Tuğgeneral Veli Küçük, “Susurluk Davası” hükümlüsü Sami Hoştan, emekli subay ve astsubaylar, avukat ve gazeteci yazar ile doçentlerin de bulunduğu 38 kişi tutuklanmıştı.

-http://haberbankasi.com/redir.php?haber=953569-

 

Bu da birçok yerde bulabileceğiniz hayat hikayesi...

 

Aile, Prizren'den gelme

 

Prizrenli Hüsnü Bey, çocuklarıyla beraber Türkiye'nin daha doğrusu İzmir'in yolunu tutar, kolonyacılık yapar. Daha sonra çocuklar da baba mesleği olan kolonyacılığı devam ettirirler. Muzaffer Bey (Fehmi Koru'nun babası) de kardeşleriyle beraber bu işle meşgul olur. Diğer taraftan bir başka Prizren'li, Durak Efendi (Ütin) de, Yugoslavya'daki hayat şartlarının elverişsiz olması sebebiyle Türkiye'ye gelir: "Babam Türkiye'de doğdu, annem ise orada doğup buraya geliyor. Ama her ikisinin aileleri de Prizrenli." Ütin ailesi burada daha iyi şartlarda yeni bir düzen kurarlar kendilerine. Kısmet bu ya, Hüsnü Bey'in oğlu Muzaffer ile Durak Bey'in kızı Ganimet Hanım tanışıp evlenirler. Çiftin adını Fehmi koyacakları bir çocukları gelir dünyaya 1950'de; onu da sonraki yıllarda Vecdi ve Naci takip eder .

 

Okul çağı geldiğinde ailesi onu Kemal Reis İlkokulu'na kaydeder önce. Koru iyi bir öğrencidir: "Birşey olacağım belli idi ama ne olacağımı ilkokulda düşünmemiştim." Sonrasında İzmir İmam Hatip Lisesi'nde devam edecektir tahsil hayatı. Burada Zaman'ın eski Genel Yayın Yönetmeni Abdullah Aymaz'la olan beraberliği İzmir Yüksek İslam Enstitüsü'nde de devam edecektir. Koru, faal bir üniversite dönemi geçirir. Üniversiteyi bitirdiği 1972'nin sonlarında İstanbul'a gelen Koru Fatih Gençlik Vakfı'nın kuruluşunda çalıştıktan sonra sanayi alanıyla iştigal eden özel bir şirkette çalışma hayatını sürdürür. 1975'te ise, 28 Şubat sürecinin de etkisiyle akreditasyon listelerinden çıkaracakları Fehmi Koru'ya askerler ocaklarının kapılarını açarlar.

 

Tuzla Piyade Okulu'nda askerliğini kısa dönem olarak yapar. Dönüşte yine kitap kokan işler yapmaya devam eder. Akyay-Kaynak Yayınları'nı arkadaşlarıyla kurarak aralarında Necip Fazıl'ın kendi sesiyle okuduğu şiirlerinden oluşan bir plağın da bulunduğu eserler yayınlar. 1977-78 yıllarında dil öğrenmek için gideceği İngiltere ise daha sonraki hayatında faydalarını göreceği bir pencere açacaktır Koru'ya. Dil öğrenmesini ona, Turgut Özal söylemiştir. Koru, Özal'la, 1977 seçimlerinde siyasete ilk giriş denemesini yapacağı sırada tanışmıştır. Daha sonraları, gazetecilik okumak üzere bir kez daha gideceği İngiltere'den dönünce, bu sefer Arapça öğrenmek için 7-8 ay kalmak üzere Suriye'ye gider. Suriye'deki dönemi ise "onun İslam dünyası ile ilgili fikriyatının oluşacağı" dönem olacaktır. İngiltere'de ve daha sonraki yıllarda gideceği Amerika'da Batı toplumlarını yakından tanıma imkanı bulur Fehmi Bey.

 

Amerika'ya gidişi ise Ege Üniversitesi'nde kimya doktoru olan eşi Nebahat (Karagülle- Nebahat Hanım başörtüsü yüzünden üniversiteden ilk atılan öğretim üyesidir) Hanım'a MIT (Massachusetts Institute of Technology)'den araştırmalar yapmak üzere bir davet gelmesi ile gerçekleşecektir. Eşiyle beraber gideceği Amerika'da, o da aynı üniversitenin Uluslararası Araştırmalar Merkezi'nde araştırmacı olarak çalışacaktır. Koru, bir imkansızı başarır burada. Amerika'nın en önemli üniversitelerinden Harvard'a, üçyüz kişinin arasından kazanan 4 kişiden biri olarak girer. Sonrasında 1982'de Türkiye'ye döndüğünde 9 Eylül Üniversitesi'ne Arapça okutmanı olarak girecekken, 12 Eylül sürecinin bir yansıması olarak, hakkında hazırlanan rapor yüzünden bu atama gerçekleşmez. Bu dönemde Arabia ve Crescent adlı dergilerde yazmaya başlar.

 

Fehmi Bey, bu kadar çeşitli yerlerde yazılar yazmıştır; ama bu gün ona sorarsanız yazmak yerine o okumayı tercih edecektir: "Okumaktan çok hoşlanan bir insanım. Yazmak mı okumak mı deseler ve bana bıraksalar okumayı tercih ederim." Milli Gazete'nin ardından Ekrem Pakdemirli'nin onu, başında bulunduğu HDTM'ye basın müşaviri yapması ile gazete ve yazı işinden bir müddet uzak kalır. Buradan, başında Yusuf Özal'ın bulunduğu DPT'nin İslam Ülkeleri Ekonomik İşbirliği Bölümü'ne (İSEB) "O konular zaten benim konularımdı." diye düşündüğü için geçer ve burada çalışmaya başlar. Onu buraya talep eden, bir uçak yolculuğu sırasında tanıdığı, şimdi Viyana büyükelçisi olan Yaşar Yakış'tır. Yakış, o dönemde İSEB'in başındaki kişidir. Koru, devlette kısa süren bu vazifesinden 1986 Ağustos'unda ayrılır. Ayrılmasına vesile olan, o yılın kasım ayında yayın hayatına başlayacak Zaman gazetesidir. Koru, Zaman'da çok uzun yıllar (13 yıl) kalacaktır: "Bizim kesim her gazete ve dergide yazdığım için ismimi biliyordu. Ama Türkiye genelinde ismimin duyulması Zaman Gazetesi ile oldu." Onu diğer gazetelerden gelen teklif (Akşam) bile Zaman'dan ayıramaz. 1998'in Eylül ayında ise ayrılık zamanı geldiğinden olacak, yazıları birden kesiliverir: "Gazetelerde ben şahsen her zaman özgür bir ortamda çalıştım. Zaman gazetesi de bu yönden en geniş özgürlüğü sağlayan bir gazete idi ben çalışırken." Koru, istenmediği hissine kapılınca Zaman macerası sona erer.

 

1980'de evlendiği Elektrik Yüksek Mühendisi Süleyman Karagülle'nin kızı Nebahat Hanım'la evliliğinden beş çocuğu (sırayla Mehmet Yasin, Zeynep Alemşah, Fatma Şirin, Ahmet Taha, Ömer Faruk) olan Fehmi Koru'nun, kendisine çevre sağlayan önemli dönüm noktalarından biri de kayınpederinin kurduğu Akevler Kooperatifi'dir.

 

Bugünlerde 'One Column Ahead' (Türkçesi Bir Sütun İleri) adlı bir İngilizce kitabı çıkacak olan Koru, yazdıkları İngilizce kitaplaşan ilk Türk gazetecisi de olacaktır. Unutmadan ekleyeyim; çok iyi bir Türk sanat müziği ve halk müziği repertuvarı olan Koru'nun sesi de fena değildir.

 

İşte size Türkiye'nin en çok bilinen sırrı Fehmi Koru'nun hiç bilinmeyen bir sırrı daha: Fehmi Koru da, Taha Kıvanç, Bülent Şirin ve diğerleri gibi gerçek birisi değildir aslında

 

Ne gariptir ki, 3-4 yıl kadar evvel "Tabana Kuvvet" isimli kitabını almıştım. Gezileri anlattığı bir kitaptı. İçine çok da fazla bakmamıştım. Koru yazmışsa iyi birşey ortaya koymuştur demiştim. Serde biraz da gençlik vardı ve komplolar gırla gidiyordu. Komplo teorilerini eline geçirdiği en ince detaylara kadar irdeleyip de bir sonuca varma işini başkalarına bıraktığını bildiğim Koru'nun kitabını almalıydım. 28 Şubat sürecinde tanıştığım, kapalı telefonların dahi dinlenebildiğini ondan öğrendiğim, bilgisayarın ve zekanın da ehemmiyetini biraz da olsun ondan fark ettiğim değerli bir yazar. Şimdi, Kulis'leri yazan Taha Kıvanç'mı yoksa yorumlarıyla öne çıkan Fehmi Koru mu...Hala gençlik var içimizde...Türkiye'de yaşadığımızı biliyorum. Birkaç gün önce Hasan Cemal'in teferruatı "Kimse kızmasın kendimi yazdım" kitabında geçen kısmen köşesinde de belirttiği türden eylemlerin geçmişimizde yaşandığını biliyorum. Dolayısıyla Taha Kıvanç bir adım öne çıkıyor. İçimize çeteler işlediğine göre hepimiz komplo teorilerini dikkatle okumak zorundayız...Buradan Ömer Lütfi Mete ile bir darbeden daha (eskiden) bizi kurtaran Mahir Kaynak'a selamlarımı gönderiyorum...

Gönderi tarihi:
Kendi savunmasını kendisi ikinci yazısında yapıyor. Bence, eleştirmeden önce yazılarını bir okumak da fayda var. Daha doğrusu söylediklerinin doğru olup olmadığını incelemekte. Yukarda iki yazısını alıntıladım ben, güncelle ilgili. Katıldığım yerleri var katılmadığım yerleri var ama suçlamalara kendi cevap vermiştir. Buradan bir inceleyelim. Tamamından...

 

Söz konusu yazısınıda kendisini "savunduğu" yazısınıda okuduk. Söz konusu yazısında yazdıkları ve söyledikleri gayet açık ve nettir. Kendisini "savunma" dediğin yazı ise "benim üstüme geliyorlar, düşmanlıkları yüzünden böyle konuşuyorlar" tarzı argümanlardan ibaret.

 

benimde sana tavsiyem otomatikman savunma tepkileri vermek yerine, daha mantıklı okumak.

 

Bir gazeteci başka gazeteleri ve hatta meslektaşlarını isim vererek hükümeti devirmek isteyen odaklar olarak gösterecek, hükümeti, adını verdiği gazetelere karşı "dikkatli" olmaya çağıracak;

 

Ak Partililere benim de bir tavsiyem var: Şu günlerde Cumhuriyet gazetesini dikkatle izlemeliler. Hürriyet veya Milliyet, hatta Vatan önemli değil bu süreçte, onlar “Vur kaç” ekibi; karargâh (Ergenekon’un karargâhını kast ettiğimi sanmayın, Ak Parti’yi ne pahasına olursa olsun durdurma çabasının karargâhı), Cumhuriyet gazetesi

 

Bu nedir ya ? Hürriyet , millyet, vatan "vur kaç" ekibiymiş. Cumhuriyet gazeteside AKP yi devirmenin karargahıymış, Onlara "dikkat" edilmelimiymiş. ihbarcılık, hedef gösterme, olacakların yolunu yapmak.

 

Bu gazetecilik mi? Bunun tek adı vardır, bu muhbirliktir, sahibinin sesi olmaktır. Kendi meslektaşlarını kalemini hançer olarak kullanıp bıçaklamak, ihbar etmek, hedef göstermektir. Yazarlar birbirlerinin yazılarını eleştirir, polemik yaparlar. Ancak birbirlerini ihbar etmezler, hükümetlere hedef göstermezler. Ya da onlara karşı girişilecek bir hareketin alt yapısını oluşturmazlar. Hükümeti gazete ve gazeteci isimleri vererek dikkatli olmaya çağırmak bu gazetecilik falan değildir. Sahibinin sesliği, ihbarcılık, onların başına geleceklere alt yapı hazırlamak, yolunu yapmaktır.

 

Ondan sonra çıkıp "mazlum" edebiyatı yaparak. beni sevmedikleri için böyle yapıyorlar tarzı "Küçük Emrah" ajitasyonlarıyla, örtülecek bir şeyde değildir.

 

Taha Kıvanç şöyle eğitimli adamdır, böyle özgeçmişi vardırda bu konuda bir savunma ve gerekçe değildir. Aldığı eğitim ve yetenekleri ölçüsünde görevini ifa etmektedir zaten.

 

Mahir Kaynak örneğini niye verdin anlamadımda. Gerçekten cuk oturmuş. Arkadaşlarını ihbar edip. Ziverbey Köşkü'nde işkencelerden geçirten. Ve hatta onlar işkence görürken, bir yan odada işkencecilere, işkencedeki aydınların doğru söyleyip söylemediğinin raporunu veren bir adam. Gerçekten konumuz açısından güzel bir örnek. Bizi hangi "darbe" den kurtarmış bilmiyorumda. Bizzat 12 Mart darbesinin mimarlarından olduğunu biliyorum.

Gönderi tarihi:
Eh, madem öyle biz de o yazının tamamını alıntılayalım

 

Her kafadan bir sese kişisel katkım

 

Yine ağzı olanın konuştuğu o bildik dönemlerden birine girdik. Ak Parti'nin aleyhine kapatılma davası açılması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu ya, o noktadan itibaren herkes Ak Parti yönetimine akıl verme yarışında.

 

Kimi “Değiştirin şu yasaları, siz de rahat edin, âlem de” derken, kimi “Aman ha, sakın” diyor ve ekliyor, “Centilmenliğe aykırı, belki de suç.” Birini dinlese Ak Partililer derhal yasal mevzuatta değişikliğin peşinde koşmaları şart, diğerini dinleseler kaderlerine razı olmaları gerekecek... Hangisini yapsınlar?

 

Aslında önce “Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü?” sorusuna cevap bulmak zorunda Ak Parti. Bazılarının dediği gibi “Avrupa Birliği sürecine samimiyetle sahip çıktıkları için AB üyesi Türkiye'de üstünlüklerini kaybedecek bürokrasinin son hamlesi” olabilir mi bu girişim? Öyleyse, AB sürecine daha sıkı sarılmak mı, yoksa mümkün olduğu kadar uzak durmak mı çaredir?

 

Kimileri “Sebep Ergenekon” diyorlar. İlhan Selçuk böyle diyenlerle alay ediyordu dün: “İş geldi nereye dayandı?.. / Yargıtay Başsavcısı, AKP iktidarına demiş ki: / - Sen Ergenekon davasını açar mısın?.. / - Açarım... / Başsavcı köpürmüş: / - Ya öyle mi, ben de seni kapatmak için dava açarım...

 

“Vallahi ben uydurmadım, gazeteler yazıyorlar, Başbakan RTE ve yardımcıları: / ' - Biz Ergenekon çetesini çökerttik, AKP davası ondan açıldı' diyorlarmış...”

 

Böyle düşünüyorsa Başbakan ve etrafındakiler, elbette alayı hak ediyorlar. Oysa Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın ilk gün seslendirdiği kuşkudan da, görüştüğüm Ak Partililerin anlattıklarından da farklı bir tablo çıkardım ortaya.

 

Şöyle düşünün: Kıskacın tamamlanmakta olduğunu, çok yakında öteki örgüt üyelerinin yanına götürülmek üzere olduğunuzu biliyorsunuz... Elinizde 'dolaylı şantaj' yapmaya yarayabilecek bir güç var. Bu gücü süreci bir an önce başlatmak üzere kullanır mısınız, kullanmaz mısınız? “Ergenekon yüzünden” diyenler böyle bir mantıktan hareket ediyorlar.

 

Acaba kime/kimlere kadar uzanacaktı Ergenekon operasyonu? “Sebep Ergenekon” diyenler, bu noktada, okuduğunuz mukadder soruyu soruyorlar...

 

Şapkasından tavşan çıkarmasıyla ünlü eski politikacı Hüsamettin Cindoruk da katılmış Ak Parti'ye akıl verenler kervanına... NTV'de çıktığı bir programda söylediklerini Can Dündar özetledi dün. Milliyet yazarının Cindoruk'u tanıtan dokunaklı satırlarını ıskalamanızı istemem:

 

“Bir siyasetçiden çok, siyasetin zorlu patikalarını arşınlamış bir bilge gibi konuştu. / 27 Mayıs'ı, Yassıada'yı, 12 Mart'ı, 12 Eylül'ü görmüştü. / Politik duyargaları müdahalenin ayak seslerini herkesten önce duyabilecek kadar gelişkindi. / Şimdi hisleri onu kaygılandırıyordu. O yüzden iktidara, özellikle de Erdoğan'a 'ağabey tavsiyesi' verir gibi konuştu: / 'Ben sizin kesimden geliyorum, muhafazakâr, dindar bir adamım; ama devlete, devletin kurallarına, cumhuriyete de saygılıyım, bağlıyım' dedi.”

 

Herhalde “Ben sizin kesimden geliyorum” cümlesi sizin içinizde de tuhaf duygular uyandırmıştır; bende öyle bir etkiye sebep oldu da. NTV'ye çıkmadan önce, Tayyip Erdoğan'a hangi konularda 'öğüt' vereceğini, halaoğlu Emin Çölaşan ve muhterem eşleri Danıştay Başsavcısı Tansel Çölaşan ile birlikte belirlemiş olabilirler. Hüsamettin Cindoruk, 1991 DYP-SHP koalisyonunun kurulmasını, Emin-Tansel Çölaşan çiftinin evinde Hikmet Çetin'le yürüttüğü pazarlık sonucu sağlamıştı çünkü...

 

Tayyip Bey 'Türk siyasetinin duayeni' ve Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçilmesin diye bulunan '367 formülünün mucidi' Hüsamettin Cindoruk'un öğütlerini dikkate alacaktır herhalde.

 

Ak Partililere benim de bir tavsiyem var: Şu günlerde Cumhuriyet gazetesini dikkatle izlemeliler. Hürriyet veya Milliyet, hatta Vatan önemli değil bu süreçte, onlar “Vur kaç” ekibi; karargâh (Ergenekon'un karargâhını kast ettiğimi sanmayın, Ak Parti'yi ne pahasına olursa olsun durdurma çabasının karargâhı), Cumhuriyet gazetesi...

 

Şu satırları haftanın ilk günü Cumhuriyet'in 'başyazı' sütununda okudum: “Yüksek mahkemenin vereceği kararın ne olacağı elbette bilinemez; ancak Türkiye'nin lâik Cumhuriyet olarak İslâm dünyasındaki olumsuz gelişmeler karşısında ayakta kalabilmesini elbette yalnız hukukla ve davalarla sağlamak mümkün değildir.”

 

Bilinenlerin tekrarı olan yazı sanki bu cümleyi kayıtlara geçirmek için kaleme alınmış gibiydi. “Yalnız hukukla ve davalarla sağlamak mümkün değildir” cümleciği ufukta başka sürprizlerin bizi beklediğini akla getiriyor.

 

Ben de istemeden bayağı ileri gittim galiba; özür dilerim.

 

Biz de yukarıyı büyütüp renklendirelim...

 

Eeeee, inşallah birisi çıkıp da büyütüp renklendirdiğimiz yeri okuyunca neyin karargahını okumuş olduklarını anlarlar umarım...

Gönderi tarihi:

Evet, bekir gerçekten yine Adnan Hoca'nın "bilimsel" analiz tarzında bir tespit.

 

"Yüksek mahkemenin vereceği kararın ne olacağı elbette bilinemez; ancak Türkiye'nin lâik Cumhuriyet olarak İslâm dünyasındaki olumsuz gelişmeler karşısında ayakta kalabilmesini elbette yalnız hukukla ve davalarla sağlamak mümkün değildir"

 

Yazmış İlhan Selçuk. Öncelikle dava açıldığı günden beri CHP'ye, savcıya, Ulusalcılara yönelik en başta gelen eleştiri. Hükümete sürekli Anayasa mahkemesi yoluyla muhalefet etmek. CHP'nin parlamento muhalefeti yerine yüksek mahkemeye götürerek her yasayı muhalefet etmesi ise 2 yıldır eleştiri konusu. İlhan Selçuk'a ise davayı olumlu bulduğu için yoğun olarak yapılan eleştiri.

 

"Bunun yolu bu değildir. Anayasa mahkemesinin iktidar partisini kapatması siyasal hayatta felaket etkisi yaratır. Toplumsal muhalefet, parlamento muhalefeti, propaganda, seçim çalışması gibi yöntemler yerine, Anayasa Mahkemesinden medet ummak" şeklinde davanın açıldığı günden beri eleştiriler yapılmaktadır ilhan selçuk'a ve davayı savunan diğer yazarlara. Tv lerdeki açık oturumlarda bu tartışılmaktadır. Hatta bunun AKP'yi güçlendireceği mi, zayıflatacağı mıda.

 

Hattı zatında davanın açıldığı günlerde bu forumdaki ilk yorumumdan bir alıntı. Davayı savunan arkadaşlara yönelttiğim eleştiride aynı minvaldeydi ;

 

Gerçekten dehşete düşdüm ve endişelendim. AKP gerçekten Cumhuriyet için bir tehlike olsa bile. Böyle bir şey gerçekleşirse bunun sonu gelmez. Ve Türk siyasal hayatına onlarca yıl damga vuracak yeni bir döneme gireriz.

 

İlhan selçuk "sadece hukuk ve davalarla muhalefet yapılamayacağı" şeklindeki eleştirilere hak vermekte. Ancak iddianamenin "tehlikenin boyutlarını" ortaya koyması açısından tarihsel bir belge olduğunu söylemektedir;

 

İslam coğrafyasındaki tek laik ülkenin bugün büyük bir tehlike içinde bulunduğu açıktır.

Başsavcının iddianamesi anayasal hukukumuza göre düzenlenmiş olsa da, bu tehlikenin çapını, derinliğini gösteren ve kanıtlarıyla sergileyen bir devlet belgesi olarak tarihimize yazılmış, mahkeme zabıtlarına geçmiş bulunmaktadır.

 

diyerek.

 

Adam, aydınlar tarafından kendisine yöneltilen eleştirilere bir yönüyle hak vererek, bir yönüyle gerekçe sunarak cevap veriyor. Ki türkçe bilen herkesin cümleden anlıyacağı üzere.

 

Başsavcı Fehmi Koru, İlhan Selçuk'un "hukukla olmaz bu işler darbe lazım" dediğini tespit ederek hükümeti uyarıyor ilgilenin. Diye.

 

Fehmi Koru'nun da bu yazıdan o kanaate vardığı falan yoktur. Zira böyle bir şeye inansa ve ezilmeden bunu iddia edebileceğini düşünse alır o paragrafı. Eleştirisini yapar. Yani normal gazetecilerin yaptığı gibi. Polemik yapar, eleştirir. Hükümete ihbar ederek, meslektaşını ve başka bir gazeteyi "karargah" ilan ederek değil.

 

Tüm dünyada "muhalif basın" vardır. Hükümet yandaşı gazetecilerin muhalif basını ihbar etmesi, hedef göstermesi ise ancak daha önce söylediğim ülkelerde görülen bir şeydir.

Gönderi tarihi:

Fehmi Koru Today's Zaman a Ergenekon ile ilgili ifade vermesinden sonra duygularını dile getirmişmişmiş.

 

[quote

tetikçimin yüzüne gülmek

 

kendimi pek iyi hissetmiyorum; nasıl hissedebilirim ki? geçtiğimiz gece bir polis baskınında yakalanan bir sürü suçlunun hedef listesinde altı kişi varmış; bunlardan biri de benmişim.

 

hala hayatta olduğum için kendimi şanslı saymam ya da ne olursa olsun bu insanların hedeflerine ulaşmak konusunda kararlılıkları ile bilindiklerini göz önünde tutarak kendimi berbat hissetmem gerektiği konusunda pek emin değilim. bunlar bir dizi cinayet ve siyasi karmaşa hadiselerine neden olmuşlar; polise göre de tetikçiler kendi emirlerini mektuplara taşımışlar.

 

iki hafta önce beni vurmaya hazır bir hücrenin varlığından ilk defa haberdar edildiğimde bir şekilde bu hikayeyi göz ardı ettim. nasıl olur da emekli askerler, avukatlar, işadamları, bürokrat ve bir iki tane de gazeteci içeren bir grup insan bir araya gelip bana bir komplo kurabilirdi? derin devlet mensubu imiş gibi davranan bir grubun hedefi olmayı anlayabilirdim; ve yine nobel ödüllü yazarımız orhan pamuk'un da içinde yer aldığı bir hedef listesinde yer almak da benim için önemli olmazdı. ancak demokratik toplum partisi (dtp) mensubu dört politikacı ile hiçbir ortak yanım olmadığı için onlarla aynı kategoriye sokulmak benim için epeyce şaşırtıcı oldu.

 

"ergenekon" isminde eski bir örgütün yeniden gün yüzüne çıktığını kamuoyuna taşıyan ilk bendim. 2001 yılında, devletin kemalist köklerine dönüşünü sağlayacak araç ve yolları temin edecek yeni bir örgüte işaret eden bir belgeyi ortaya çıkarmıştım. belgenin yazarları bütün kötülükleri küreselleşmeye bağlamış ve kendi çözümlerini de dile getirmişlerdi.

 

belgeyi yazanların sorduğu ilk soru "neden böylesi bir örgüt?" idi. gelin orijinal belgeden okuyalım gerisini: "türkiye cumhuriyeti'ni yıkmaya yönelik toplu çabalar sadece dış mihrakların ürünü değildir; bu amaçla örgütlenen yerli grupların çabalarının da bir sonucudur bu. 1914 yılında istanbul istihbarat ajanlarının bol olduğu bir şehirdi; bu ajanlar, halk arasından önemli sayıda işbirlikçi bulabiliyordu. böylelikle kendi programlarını uygulamada oldukça başarılı oluyorlardı. bugün de aynısı oluyor. savaş halen sürüyor. bu savaşın tek bir amacı var: halkı bölerek türkiye cumhuriyeti'ni yıkmak."

 

belgeye göre yabancı güçlerle el ele veren yerli unsurlar devletin her kademesine sızmıştı. bunlar meclisteydi ve de zaman zaman siyasi alanda da kendi güçlerini kullandıkları bile oluyordu.

 

durumun bir ülkenin yabancı güçlerin dolaylı işgali altında olması olarak düşündüğünüzde bu epeyce mantıksız ve antidemokratik bir formül sunuyordu. bu da tam olarak nisan 2001'de elime geçen bir belgedeki durum için de geçerliydi. belgenin yazarları, halkı demokratik mekanizmaya karşı ayaklandırmak ve türkiye'nin avrupa birliği ile bağlarını kesmek de dahil olmak üzere her türlü radikal çareyi öneriyorlardı. bu amaca ulaşmak için de kendi kadrolarına sivil toplum örgütlerinin ve medyanın kontrolünü almalarını salık veriyor ve şayet gerekli olursa da siyasi cinayetleri de teşvik ediyorlardı.

 

siyasi gündemleri oldukça basitti; belgenin detaylarını incelediğimde de bu kağıt parçasının gerçekten de bir suç örgütünün bir çalışması olup olmadığı konusunda kararsızdım zira kandırılmış da olabilirdim. aynı grubun birçok gelişmenin ve altı yılın ardından beni de hedefleri arasına dahil edebileceğini hiç düşünmemiştim.

 

arada olanlar ise siyaset bilimcilerinin ilgilenmesi gereken bir örnek olay. bir keresinde -gerçi birkaç kere oldu ya- halkın huzursuzluğunu doruk noktada olduğu bir karmaşa zamanında ülke muhtemel bir askeri müdahale ile karşı karşıya kalmıştı. birkaç aydınımızı siyasi suikastlarda kaybettik; bir rahip güpegündüz öldürüldü; üç misyoner vahşice katledildi. genç bir avukat danıştay binasına daldı ve içerideki hakimleri kurlun yağmuruna tuttu.

 

bütün bu terör eylemlerinde hepimiz bizim "sevgili" gizli devletin parmağı olduğundan şüphelendik ancak hiçbir zaman bu ********* eylemlerden sorumlu olan grubun "geri saha paramiliter ekip" şeklinde organize olan kişileri -ki bu tür örgütlenmeler sadece türkiye'de değil diğer nato ülkelerinde de soğuk savaş sırasında oldukça yaygındı- içerdiğine dair kesin bir kanıt gelmedi önümüze.

 

maalesef yanıltılmıştık. onlar da tabi ki ordaydılar ve bu işin içindeydiler ve içerideki düşman kategorisine giren hedefleri temizlemeye amade durumdaydılar.

 

buna karşılık geçtiğimiz beş yıl boyunca yaşadığımız siyasi olayları kavradığım için kendimi iyi de hissediyorum.

 

2004 yılının ocak ayıydı; başbakan recep tayip erdoğan'ın abd başkanı ile buluşmak için washington'a yaptığı ziyaretlerden birini hatırlıyorum. beyaz saray'daki görüşmeden sonra erdoğan bir türk örgütü tarafından onuruna düzenlenen bir etkinliğe katıldı. ziyareti bir gazeteci olarak izleyen ben de salondaydım ve de başbakanın masasından çok da uzak olmayan bir masada oturuyordum. etrafımdaki insanlara baktığımda tanıdık bir sima ile göz göze geldim; göz göze gelince de yüzüne güldüm. gözlerin sahibini biliyordum ama bir türlü ismini hatırlayamamıştım. yanımda oturan bir arkadaşım hatırlamama yardımcı oldu: her şüpheli cinayet olayından sonra ismini duyduğumuz meşhur bir generaldi.

 

bu general şimdi, benim ismimin de içinde yer aldığı bir hedef listesi olan grubun lideri olarak polis tarafından göz altında tutulanlardan biri. meğerse bilmeden muhtemel tetikçimin yüzüne gülmüşüm.

Gönderi tarihi:
Taha Kıvanç şöyle eğitimli adamdır, böyle özgeçmişi vardırda bu konuda bir savunma ve gerekçe değildir. Aldığı eğitim ve yetenekleri ölçüsünde görevini ifa etmektedir zaten.

 

Mahir Kaynak örneğini niye verdin anlamadımda. Gerçekten cuk oturmuş. Arkadaşlarını ihbar edip. Ziverbey Köşkü'nde işkencelerden geçirten. Ve hatta onlar işkence görürken, bir yan odada işkencecilere, işkencedeki aydınların doğru söyleyip söylemediğinin raporunu veren bir adam. Gerçekten konumuz açısından güzel bir örnek. Bizi hangi "darbe" den kurtarmış bilmiyorumda. Bizzat 12 Mart darbesinin mimarlarından olduğunu biliyorum.

 

Gelelim bu iddialardan 2 tanesine...

 

1.si senin yazına verilmiş bir cevap değildir. Senden sonra yazı yazan arkadaş Fehmi Koru'nun kim olduğunu öğrensin diye yazılmıştır.

 

2.si. genç bir MİT elemanı olarak deşifre ettiği bir darbe girişimi vardır. Kendisine ajan provakatör denilmiştir yargılama esnasında ve yargılama esnasında dosya münderecatı ile mit raporunda eksiklikler olduğu cihetiyle Madanoğlu ve dosyadaki diğer kişileri beraat ettirmiştir. Bunu niye belirtiyorum. Hasan Cemal'in yazısıyla beraber değerlendirelim.

 

MİT elemanı arkadaşlarını ihbar etmemiştir. Onlar, onun arkadaşları değildir. Onların içerisine girme sebebi bellidir. Arkadaşlarını ihbar etmiştir dersek; MİT'te görev yapmanın ahlaksızca birşey yapmak olduğunu da beyan etmiş oluruz...12 Mart darbesinin mimarlarından olduğunu biliyorum demişsiniz yanılıyorsunuz.

 

Konumuz açısından örnekliği komplo teorileri aslında teori olmayabileceği. Ya gerçekse...ve sadece ispat edememişseniz henüz...

Gönderi tarihi:
Gelelim bu iddialardan 2 tanesine...

 

1.si senin yazına verilmiş bir cevap değildir. Senden sonra yazı yazan arkadaş Fehmi Koru'nun kim olduğunu öğrensin diye yazılmıştır.

 

2.si. genç bir MİT elemanı olarak deşifre ettiği bir darbe girişimi vardır. Kendisine ajan provakatör denilmiştir yargılama esnasında ve yargılama esnasında dosya münderecatı ile mit raporunda eksiklikler olduğu cihetiyle Madanoğlu ve dosyadaki diğer kişileri beraat ettirmiştir. Bunu niye belirtiyorum. Hasan Cemal'in yazısıyla beraber değerlendirelim.

 

MİT elemanı arkadaşlarını ihbar etmemiştir. Onlar, onun arkadaşları değildir. Onların içerisine girme sebebi bellidir. Arkadaşlarını ihbar etmiştir dersek; MİT'te görev yapmanın ahlaksızca birşey yapmak olduğunu da beyan etmiş oluruz...12 Mart darbesinin mimarlarından olduğunu biliyorum demişsiniz yanılıyorsunuz.

 

Konumuz açısından örnekliği komplo teorileri aslında teori olmayabileceği. Ya gerçekse...ve sadece ispat edememişseniz henüz...

 

1- Mahir Kaynak mit ajanı olarak yetiştirilip bir yere sokulmuş değildir. Bir yerdeyken Mit'le çalışmaya başlamıştır.

 

2- Mahir kaynak bir ajan değil "ajan provakatör" dür. Ajan provakatör derken suçlama anlamında kullanılan değil. Dünya istihbarat literatüründeki "Agent Provocateur" dur. Yani, var olan bir durumu veya yapılanmayı deşifre etmek amacıyla değil. Bir durum ve yapılanma ortaya çıkarmak amacıyla faaliyet gösteren bir ajandır. 12 Mart darbesinin alt yapısını oluşturmak için yaratılan durumun mimarlarındandır. Ajan Provakatör ünvanı ona atfedilen yada iddia edilen ünvanı değil. Mit tarafından ajanlaştırıldığı sırada kendisine verilen görevdir. Ajanlar var olan bir yapılanmayı deşifre eder, ortaya çıkarır. Ajan provakatörler ise, ortaya çıkan yapılanma veya durumun mimarlarıdır.

 

Yani Ajan örgütü deşifre eder. Ajan Provakatör örgüt kurar.

 

İngiliz Kemal Ajandır. Lawrance, Ajan Provakatördür.

 

3- Cemal Madanoğlu hareketi. Tek taraflı bir darbe girişimi değil. 1970 krizinden sonra NATO'nun Türkiye'de bir darbe organize ettiği bilgisinin basından sokaktaki adama kadar bilindiği. Silahlı kuvvetler içindeki tüm grupların iktidar yarışına girdiği günlerde. bir karşı darbe girişimidir( 12 Mart darbesinden önce Eski Nazi Generali Gehler'in dahi, MİT ajanlarına darbe eğitimi verdiği, Mehmet Eymür, Hiram Abas, Fuat Doğu gibi dönemin önde gelen istihbaratçılarının anılarında anlattıkları bilgilerdir.)

 

4- Mahir Kaynak MİT ajanı olarak arkadaşlarının arasına katılmamış. Onların arasındayken, MİT'ten aldığı "Agent Provocateur" görevini kabul etmiştir. Dönemin MİT'i Türkiye'de iç karışıklığı önleyecek şekilde değil. Türkiye'de iç karışıklık ve çatışma yaratacak şekilde çalışmakta ve faaliyet göstermektedir.

Gönderi tarihi:

Eh, o zaman yarın ki konumuz ajan provakatör ve bir kişinin ajan provakatör olabilmesi için örgütün hangi noktasında olması gerektiği olsun...

 

Selam ve saygılarla...

 

Mesaim bitti de...

Gönderi tarihi:

Mahir Kaynak gibi "Merkez Komite"(illegal örgütlerin en üst karar organı) üyesi olmak yeterlidir.

Gönderi tarihi:
"İslami mücadele verilirken ilkesizlik mubahtır" anlayışıyla hareket eden bu ilkesiz adamlar

Çok ibretlik, fikirsel saplantının vahim bir örneğini gözler önüne sermişsin Efendi Türkler...

 

Bu arada CYRANO, ödül ideal sahibini bulmuş.

 

Her ikinize teşekkürler...

 

Laik cumhuriyetin ayakta kalabilmesini kırmızı iri puntolarla verip çete karargahı bildirisi olarak sunmanın nasıl bir komiklik olduğunu da anlayamadım doğrusu.

 

Bu yapay gerilimi ve bölünmeyi yaratmayıp ülkenin gerçek sorunlarını çözmeye yönelseydiniz bu can havliyle sağa sola saldırmalarınıza, ergenekon uydurmaları çıkarmanıza gerek kalmayacaktı. Başta iler tutar bir yanı olabilecek gibi görünen ergenekon konusu, iktidarın kapatma davası paniği ile tam bir komediye dönüştü...

Gönderi tarihi:
Mahir Kaynak gibi "Merkez Komite"(illegal örgütlerin en üst karar organı) üyesi olmak yeterlidir.

 

YETMEZ...

 

Mahir Kaynak'ı konuya dahil etmemin sebebi; illegal bir yapı hakkında yakin bir bilgiye sahip olmasına, kasetler bulunmasına rağmen cunta içerisinde adları geçenlerin hapis cezası almamalarıdır. Kaynak, olayın en yakın şahidi. Ama bu yargılamadan beraat çıkmıştır. Olay çok yukarılara uzanan bir yapıdaydı.

 

Tarihi belgeleri biriktirmekte mahir bir yazar bu cuntanın 1967 yılından itibaren MİT tarafından izlendiğini belirtiyor. Hatta öyle birşey ki, gün gün yapılan toplantıların MİT elemanı (MAHİR KAYNAK) tarafından izlendiğini ve neler konuşulduğunun raporlarına değiniyor. Mahir Kaynak, cunta içerisinde önemli bir yere sahip. Hatta kendisinden şüphelenilmeyecek bir yere sahip. Zaten dava esnasında da ajan provakatör olmakla savunma tarafından suçlanmıştır.

 

Mahir Kaynak'ın MİT'e kesin olarak ne zaman girdiği konusunda bilgi/m yok. 1971 denilen yerler var. Ancak, 1967'den itibaren cuntanın izlendiği ve aynı kişi tarafından da 1969'daki ulaştırılan bilgiler var. Tartışma konularımız aslında bunlar değil.

 

Mahir Kaynak kışkırtıcı bir ajan mıdır? Bana göre değil size göre öyle. Bana göre şu merkez komite dediğiniz yer için Mahir Kaynak'ın rütbesi yetmez. Bence o ayak işlerine bakmaktadır. Üst arama, bilgi toplama gibi. Şaka yapmıyorum, bu işler kendisine yaptırılmıştır.

 

Benim açımdan Mahir Kaynak'ın konu içerisinde geçmesi Hasan Cemal'in yazdıklarıyla beraber değerlendirilmelidir. Ve Ahmet Kekeç'in yazdıklarıyla ve İlhan Selçuk'un yazdıklarıyla. Cuntalar Savaşıyla.

 

Tarihimizde bir takım çeteleşmeler olmuştur. Bazı yerlere bazıları bombalar koydurmuştur. Bazıları bunları deşifre etmeye çalışmıştır. Bazıları sırf bu yüzden suçlanmışlardır. Susurluk'u hatırlayan bu zat-ı muhterem Türkiye'de tepe noktaları işgal edenlerin de içinde bulunan çete vakıalarına Savcılarımızın üstün körü (şaka yapıyorum böyle şey olmaz) gitmesiyle kapanmasına şahit olmuştur. Darbelere sürekli meşru zeminler yaratılmaya çalışıldığını düşünmektedir bu adam.

 

Bu flu çizgi içerisinde bugün olduğu varsayılan ve hatta tutuklamalar dahi başladığı bir noktada birilerinin çıkıp da; kapasitelerini zorlayarak girişimleri okumaya çalışmalarını dikkatle takip etmekteyim.

 

Mahir Kaynak'ın verdiği bilgiler belki başka bir cunta tarafından (İlhan Selçuk'un bahse konu kitabına bakılmalıdır) Ziverbey'de kullanılmıştır ama bu onun verdiği bilgilerin olmadığı anlamına gelmiyor. Yine yargılama sonucunda ceza verilmemesi onların olmadığı anlamına gelmiyor.

 

Fehmi Koru'nun verdiği bilgi (hangi bilgi) çok da ehemmiyetli bir bilgi değil bana kalırsa. Ve yine açıkçası, o sözleriyle bir savcının kalkıp da İlhan Selçuk'u göz altına almaya kalktığını belirtmek garip geliyor bana. İktidara bir gazeteyi şikayet ettiğini söylüyorsak; iktidar zaten o gazeteden kendisi de şikayetçi ve yazdıklarını dikkatlice izliyorlar.

 

Koru'nun orada yazdığı ne anlama geliyor o zaman...

 

Yazdıklarını okumaya devam edelim. Kendisi açıklayacak...

Gönderi tarihi:
Fehmi Koru'nun verdiği bilgi (hangi bilgi) çok da ehemmiyetli bir bilgi değil bana kalırsa.

Ve yine açıkçası, o sözleriyle bir savcının kalkıp da İlhan Selçuk'u gözaltına almaya kalktığını belirtmek garip geliyor bana.

 

Bilginin ehemmiyetli olup olmamasından daha önemli ve anlaşılması gereken nokta…

İlhan Selçuk’un gözaltına alınacağını “Taha Kıvanç” takma ismiyle yazan Fehmi Koru bunu önceden biliyor muydu?

Bundan da önemli olan; 'gözaltınca alınacak' daha çok kişi olduğunu nereden biliyor?

***

Bu soruya on beş gün öncesine giderek yanıt arayalım:

3 Mart 2008 tarihinde Oray Eğin, Akşam gazetesindeki köşe yazısında;

" Fehmi Koru kimin gözaltına alınacağını önceden biliyor…" diye yazmıştı.

 

Peki, bu kanıya nasıl varmıştı Oray Eğin?

Kendi cümleleriyle şöyle anlatıyor: ...

"Artık o kadar çok yerde konuşuyor, o kadar çok yayılıyor ki bana bile geliyor konuştukları, düşünün.!”(…)

“Övündüğü konu şu: Ergenekon operasyonu kapsamında gözaltına alınacak bir gazetecinin ismini veriyor."

 

Oray Eğin'in kulağına bu dedikodular geldikten hemen sonra gazeteci Vedat Yenerer gözaltına alındı.

Ama Oray Eğin'e göre Fehmi Koru'nun 'gözaltınca alınacak' dediği daha çok kişi vardı.

Ve o sabah İlhan Selçuk'un da içlerinde olduğu 8 kişi gözaltına alındı.

İşin ilginci Fehmi Koru'da ogünkü yazısında İlhan Selçuk'u işaret ediyordu.

"Her kafadan bir sese kişisel katkım" diye yazmıştı ancak yazdıkları hiç de kafadan atmaya benzemiyordu.

 

“Taha Kıvanç” namı diğer Fehmi Koru, İlhan Selçuk'u şöyle işaret etmiş:

"Acaba kime/kimlere kadar uzanacaktı Ergenekon operasyonu? (...)

Ak Partililere benim de bir tavsiyem var: Şu günlerde Cumhuriyet gazetesini dikkatle izlemeliler. Karargâh Cumhuriyet gazetesi..."

 

***

Fehmi Koru;

'gözaltınca alınacak' daha çok kişi olduğunu nereden biliyor?

İlhan Selçuk'un gözaltına alınacağı daha önceden biliyor muydu?

Eğer bilmiyorsa yazdıkları büyük tesadüf…

Gönderi tarihi:
YETMEZ...

 

Mahir Kaynak'ı konuya dahil etmemin sebebi; illegal bir yapı hakkında yakin bir bilgiye sahip olmasına, kasetler bulunmasına rağmen cunta içerisinde adları geçenlerin hapis cezası almamalarıdır. Kaynak, olayın en yakın şahidi. Ama bu yargılamadan beraat çıkmıştır. Olay çok yukarılara uzanan bir yapıdaydı.

 

Tarihi belgeleri biriktirmekte mahir bir yazar bu cuntanın 1967 yılından itibaren MİT tarafından izlendiğini belirtiyor. Hatta öyle birşey ki, gün gün yapılan toplantıların MİT elemanı (MAHİR KAYNAK) tarafından izlendiğini ve neler konuşulduğunun raporlarına değiniyor. Mahir Kaynak, cunta içerisinde önemli bir yere sahip. Hatta kendisinden şüphelenilmeyecek bir yere sahip. Zaten dava esnasında da ajan provakatör olmakla savunma tarafından suçlanmıştır.

 

Mahir Kaynak'ın MİT'e kesin olarak ne zaman girdiği konusunda bilgi/m yok. 1971 denilen yerler var. Ancak, 1967'den itibaren cuntanın izlendiği ve aynı kişi tarafından da 1969'daki ulaştırılan bilgiler var. Tartışma konularımız aslında bunlar değil.

 

Mahir Kaynak kışkırtıcı bir ajan mıdır? Bana göre değil size göre öyle. Bana göre şu merkez komite dediğiniz yer için Mahir Kaynak'ın rütbesi yetmez. Bence o ayak işlerine bakmaktadır. Üst arama, bilgi toplama gibi. Şaka yapmıyorum, bu işler kendisine yaptırılmıştır.

 

Bekir ne yazıkki bir yazdığın diğerini tutmuyor aynı yazı içinde. "Mahir Kaynak cunta içerisinde önemli bir yere sahip, hatta kendisinden şüphe edilmeyecek yere sahip" ile bir paragraf sonra "merkez komite için rütbesi yetmez, ayak işlerine bakmaktadır" ifadeleri birbirini tutmuyor.

 

Artı bunlar efsane yada yüzyıllarca yıl önceki geçmişi anlatan yarım yamalak bilgiler değildir. Dolayısıyla senin benim sanıp sanmamamızla alakalı şeylerde değildir. Mahir Kaynak o cuntanın merkez komite üyesidir. O bahsettiğin üst arama vakası ise bir merkez komite toplantısı sırasında gerçekleşmiştir. Ve merkez komite en güvenilen kişi olarak Kaynak'ı seçip üst aramasını yaptırmıştır.

 

O cunta, 12 Mart cuntasının cuntacılar tarafından öne sürülen en önemli mazeretidir. Artı Mahir Kaynak bizzat kendisinden "provakatör ajan" olarak bahseder kitaplarında. Yani kendiside yaptığı işi ve görevini gizlemez. Mahir Kaynak'ın içinde olduğu 9 mart cuntası ile ilgili verdiği raporların MİT tarafından 12 Mart cuntasına ulaştırıldığı. Ve cuntaya karşı gönülsüz olan bazı generallerin bu raporlar ve ses kayıtlarıyla ikna edildiği bugün bilinen şeylerdir. 67'den beri izlenen cuntaya karşı içinde ajanda varken 72 de operasyon yapılmaz. Ajanın içeride buluna amacı cuntayı dağıtmaksa. Talat Aydemir örneği ortadadır.

 

Fehmi Koru'nun verdiği bilgi (hangi bilgi) çok da ehemmiyetli bir bilgi değil bana kalırsa. Ve yine açıkçası, o sözleriyle bir savcının kalkıp da İlhan Selçuk'u göz altına almaya kalktığını belirtmek garip geliyor bana. İktidara bir gazeteyi şikayet ettiğini söylüyorsak; iktidar zaten o gazeteden kendisi de şikayetçi ve yazdıklarını dikkatlice izliyorlar.

 

Koru'nun yaptığı hedef göstermektir. Koru'nun yaptığı işin altyapısını oluşturmaktır. Meslektaşlarının gönüllü ihbarcılığını yapmaktır. Bu işte yalnız değildir. Hükümete yakın ve kontrolunde olan yayın organlarında başka gazetecilerde bunu yapmıştır. Koru Selçuk'un ne yazdığını, neye cevap verdiğini, ve ne anlattığını çok iyi bilmektedir. Ha keza Selçuk'un cevap verdiği eleştiriyi yapanlardan biriside Koru'dur.

 

Kendisi açıklarsa. bakarız açıklamasına. Meslektaşlarını hedef göstermeye nasıl bir açıklama getirecek o da meçhul. Zira ne anlattığı, ve ne dediğini anlıyamadığım bir açıklama yapmıştı. İçinde "beni sevmeyenler üstüme geliyor" tarzı mazlum edebiyatı dışında bir şey olmayan bir açıklama.

 

Gazeteciler Cemiyeti, Gazetecilik ‘hedef gösterme mesleği’ olamaz adlı bir açıklama yaptı.

 

"‘Meslekle bağdaşmaz’

“Bu tartışmalar sırasında, gazetecilik mesleği ile bağdaşmadığına inandığımız ve kınadığımız bazı olaylar yaşanıyor. Gazetecilik, hiç bir zaman, görüşlerini paylaşmadığımız insanların afişe edilmesi veya hedef gösterilmesi mesleği olamaz. Olmamalı.

Gazetecilik, hiç bir gazeteciye süren bir soruşturma sırasında, ‘Bu kişiler de gözaltına alınmalı’ şeklinde açıklama yapma hakkı da tanımaz. Türkiye’nin geçmişinde bazı gazetelerin hedef gösterdiği insanların canının yandığı bilinen bir gerçektir. Bu acı gerçek unutulmamalıdır.”

Açıklamada, Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nin ilgili maddeleri hatırlatılarak, gazetecilerin bunlara titizlikle uyması istendi"

Gönderi tarihi:
Bekir ne yazıkki bir yazdığın diğerini tutmuyor aynı yazı içinde. "Mahir Kaynak cunta içerisinde önemli bir yere sahip, hatta kendisinden şüphe edilmeyecek yere sahip" ile bir paragraf sonra "merkez komite için rütbesi yetmez, ayak işlerine bakmaktadır" ifadeleri birbirini tutmuyor.

 

Artı bunlar efsane yada yüzyıllarca yıl önceki geçmişi anlatan yarım yamalak bilgiler değildir. Dolayısıyla senin benim sanıp sanmamamızla alakalı şeylerde değildir. Mahir Kaynak o cuntanın merkez komite üyesidir. O bahsettiğin üst arama vakası ise bir merkez komite toplantısı sırasında gerçekleşmiştir. Ve merkez komite en güvenilen kişi olarak Kaynak'ı seçip üst aramasını yaptırmıştır.

 

O cunta, 12 Mart cuntasının cuntacılar tarafından öne sürülen en önemli mazeretidir. Artı Mahir Kaynak bizzat kendisinden "provakatör ajan" olarak bahseder kitaplarında. Yani kendiside yaptığı işi ve görevini gizlemez. Mahir Kaynak'ın içinde olduğu 9 mart cuntası ile ilgili verdiği raporların MİT tarafından 12 Mart cuntasına ulaştırıldığı. Ve cuntaya karşı gönülsüz olan bazı generallerin bu raporlar ve ses kayıtlarıyla ikna edildiği bugün bilinen şeylerdir. 67'den beri izlenen cuntaya karşı içinde ajanda varken 72 de operasyon yapılmaz. Ajanın içeride buluna amacı cuntayı dağıtmaksa. Talat Aydemir örneği ortadadır.

 

Koru'nun yaptığı hedef göstermektir. Koru'nun yaptığı işin altyapısını oluşturmaktır. Meslektaşlarının gönüllü ihbarcılığını yapmaktır. Bu işte yalnız değildir. Hükümete yakın ve kontrolunde olan yayın organlarında başka gazetecilerde bunu yapmıştır. Koru Selçuk'un ne yazdığını, neye cevap verdiğini, ve ne anlattığını çok iyi bilmektedir. Ha keza Selçuk'un cevap verdiği eleştiriyi yapanlardan biriside Koru'dur.

 

Kendisi açıklarsa. bakarız açıklamasına. Meslektaşlarını hedef göstermeye nasıl bir açıklama getirecek o da meçhul. Zira ne anlattığı, ve ne dediğini anlıyamadığım bir açıklama yapmıştı. İçinde "beni sevmeyenler üstüme geliyor" tarzı mazlum edebiyatı dışında bir şey olmayan bir açıklama.

 

Gazeteciler Cemiyeti, Gazetecilik ‘hedef gösterme mesleği’ olamaz adlı bir açıklama yaptı.

 

"‘Meslekle bağdaşmaz’

“Bu tartışmalar sırasında, gazetecilik mesleği ile bağdaşmadığına inandığımız ve kınadığımız bazı olaylar yaşanıyor. Gazetecilik, hiç bir zaman, görüşlerini paylaşmadığımız insanların afişe edilmesi veya hedef gösterilmesi mesleği olamaz. Olmamalı.

Gazetecilik, hiç bir gazeteciye süren bir soruşturma sırasında, ‘Bu kişiler de gözaltına alınmalı’ şeklinde açıklama yapma hakkı da tanımaz. Türkiye’nin geçmişinde bazı gazetelerin hedef gösterdiği insanların canının yandığı bilinen bir gerçektir. Bu acı gerçek unutulmamalıdır.”

Açıklamada, Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nin ilgili maddeleri hatırlatılarak, gazetecilerin bunlara titizlikle uyması istendi"

 

Yahu CYRANO, hiç alakasız bir metin üzerinden tartışma çıkartabildik ya. Helal olsun bize...

 

Sana, ben tek tek cuntaların nasıl işlediğini mi anlatayım. O dönem içerisinde 2 tane cunta bulunuyor. Generallerden bahsediyorum. Mahir Kaynak'ın "Rütbe" si yetmez diyorum. Kararı alan askerlerdir. Ha, bu cunta içerisinde ayak işlerinin gördürüldüğü destekçiler yok mudur. Elbette vardır. Meşru zemini oluşturmaya alınan kararlar doğrultusunda yardım eden insanlar vardır. Hasan Cemal, konumuz içerisinde bu sebeple geçti.

 

Bir kişinin Cuntanın önemli bir yerini işgal etmesiyle karar alma organı olması farklı şeylerdir. Askerlerden müteşşekkil bir darbe hazırlığında karar alma yeri en yüksek rütbeliler olur. Haa, onların karar alma noktalarında onlara fikir verilmesi pekala mümkündür. Tekrarla Mahir Kaynak'ın karar alma konusunda "Rütbesi" yeterli değildir.

 

Mahir Kaynak'ın güvenilir görülmesinde birçok neden olabilir. Ki, cunta için de istihbari bilgileri toplayan kişinin Mahir Kaynak olduğu hatırlanınca; ayak işlerine bakmaktadır 1. - 2.si, siz kendisinden bilgiler aldığınız kişiyi kolay kolay suçlayamazsınız. Haa, ajan provakatörlük meselesi. Ben, onunla ilgili ilk cümlelerimde dahi, kendisinin bununla suçlandığını belirttim. Bu, cuntanın onu suçlama şekliydi. Kendisinin kitaplarında "ajan provakatör" olarak kendisini nitelendirdiğini bilmiyorum. Bunu söylediği anda, derin devlet analizleri noktasında birçok şey anlamsız kalıyor. Pekiyi, rübtelilerin karar alma durumlarında alacakları kararda hiç etkisi olmamış mıdır? Saçmalamanın anlamı yok. Tabi ki, etkisi olmuştur. Nihayetinde onlarla doğrudan konuşuyor. Ama bir iktidarı devirmeye çalışan cuntanın sebebinin Mahir Kaynak olduğu veya çok önemli bir yere sahip olduğu veya karar mekanizması içerisinde belirleyici olduğu söylenemez. Kışkıtıcı ajanların eylem bazlı çalıştıkları da düşünülmelidir. Bazı insanlara bazı yerlere bomba koydurulmasına filan başkaları bakmaktadır.

 

Ajan'ın içinde bulunma amacı cuntayı açığa çıkarmaktır. Dağıtma görevini başkası yapar. Bunun adı dağıtmak da değildir, devlete karşı darbe girişiminde bulunmak belli bir suç kapsamındadır. Operasyon 72 yapılmaz demişsiniz. Operasyonun nasıl bir operasyon olduğu hatırlanırsa 5 yılda yapılması mümkündür. Generallere karşı dava açacaksınız...Boru değil...Bir tanesinin iddianamesinin içerisinde kıyısından köşesinden dokunuldu 1-2 yıl önce Savcı soluğu çöplükte aldı...O tarihte neler olurdu neler...Yoksa, ajan provakatörün cuntayı yeterli kıvama getirmesi beklenilmedi...Ben öyle sanıyorum...

 

Pekiyi bunlar önemli mi? Yoo, çok da değil. Pekiyi; Gazeteciler Cemiyetinin açıklamaları önemli midir? Yooo çok da değil...Pekiyi ne önemlidir...Zaten o yazı içerisinde özel olarak Fehmi Koru'nun adı geçmiyor. Bahse konu, başka birileri de olabilir. Diyelim ki, Fehmi Koru'dur. Bugün karşı cenahın seslendirdiği bir yaklaşımı seslendirmiştir. Gazeteciler Cemiyetinin doğrusu benim ise yanlışımdır.

 

Aynı yazıyı okuyan iki insanın aynı yazıyı nasıl farklı anladığı önemlidir...

 

İkimiz de Fehmi Koru'nun yazısını okuduk. Birimiz hedef gösterme olarak algıladı, birimiz de bu yazıyı belli bir kategoriye sokmadı. Rutin yazılardan biri olarak değerlendirdi. Ben, romantik mi davranıyorum. Hayır. Yaklaşık 10 yıldır onun yazılarını okuduğum için ve sürekli onu takip ettiğim için böyle bir şey yapmayacağını, yazısından böyle bir anlam çıkarmadığımı belirtiyorum...Başka gazeteciler tarafından en fazla nefret edilen biri olduğunu da bildiğim için her fırsatta üzerine gelineceğini düşünüyorum...

 

Ben böyle okuyorum, siz farklı okuyorsunuz...Mesele bundan ibaret...Birilerinin onu suçlaması olayı ispatlamaz. Veya gazeteciler cemiyetinin açıklaması da...Bahse konu yazıyı açıp, ikimiz de okuduk...Ben, kendisinin de açıklamaları noktasında şu anlama geliyor dedim, yok siz şu anlama geliyor dediniz...Kendi de çıktı, kimseyi hedef göstermediğini belirtti. İhbarcılık diyorsunuz. Neyi ihbar ediyordu Fehmi Koru...

Gönderi tarihi:

Gozler sadece "bakma" islevini yerine getirir. "Gormek" ise tamamen algilama sekli ile dogru orantilidir. Bakilan sey gorulmek suretiyle algilandigi surece hakiki bir "bilgi"ye varilabilir. Ama pesinen algilanmis zihin orgusunun gosterdigi sekliyle bakilan sey goruldugunde, iste o zaman edinilen sey bilgi degil, olsa olsa sanrilardan ibaret kuruntular olur.

 

Turk medyasinin yakin tarihteki sabikasi ortada dururken, darbe oncesi ve sonrasi ustlendikleri misyon cok iyi bilindigi halde bunlara dair kuvvetli bazi supheleri dile getirmenin gazetecilik etigiyle bir sorunu olamaz. Sayet bir etik sorunu araniyorsa, birilerinin elindeki bu gucu manupilasyon araci haline donusturmesi ve ahlaki sinirlari zorlayan amaclarla hareket etmeleri sorgulanmalidir.

 

Fehmi Koru Cumhuriyet Gazetesi'ni ve Ilhan Selcuk'u hedef gostermis, boylece AKP de savciligi harekete gecirerek aninda gozalti operasyonu ve baskinlar yaptirmis oyle mi?! Bazi seyler cok kolay gozardi edilebilir gundemden habersiz tavirlarla, ancak carpici bir gercegi yeniden hatirlatmakta fayda var:

 

Emniyet Fehmi Koru'nun o hedef gosterdigi iddia edilen yazisindan cok once, AKP'nin kapatilma davasindan tam 5 hafta oncesinde Ilhan Selcuk'un telefon gorusmelerini takip etmis, dinlemis. Bakin neler konusmus 83 yasindaki hasta ve yasli ve de masum(!) gazetecimiz:

 

"Her şey elden gidiyor. Tuhaf bir durum var. Bakalım ne olacak? Şimdi yalnız iki tane şey var. Eğer kapatma davası açılırsa, bir de üstüne ekonomik kriz gelirse, Türkiye biraz karışırsa belki bir umutlar doğabilir yani. Çünkü normal yollardan bunları mümkün değil yani." (7 Subat)

 

"İç savaş olmaz da, yani bir noktada eğer ortalık karışırsa, hem ekonomik hem siyasi olarak. Belki asker gelirse bir şey olabilir." (8 Subat)

 

Buna isteyen karargah der, isteyen baska bir sey. Ben "pervasizlik" diyorum.

 

Medya ne guzel de tum bu olup bitenleri, bunlarin ustune gidenleri suclayarak, gundem olusturma/degistirme yoluyla ortuyor...

 

Yapmayin arkadaslar, AKP karsiti olmak darbeciler ve kan, yoksulluk uzerinden tezgah acanlarla birlikte olmak olmamali!..

Gönderi tarihi:
Yahu CYRANO, hiç alakasız bir metin üzerinden tartışma çıkartabildik ya. Helal olsun bize...

 

Sana, ben tek tek cuntaların nasıl işlediğini mi anlatayım. O dönem içerisinde 2 tane cunta bulunuyor. Generallerden bahsediyorum. Mahir Kaynak'ın "Rütbe" si yetmez diyorum. Kararı alan askerlerdir. Ha, bu cunta içerisinde ayak işlerinin gördürüldüğü destekçiler yok mudur. Elbette vardır. Meşru zemini oluşturmaya alınan kararlar doğrultusunda yardım eden insanlar vardır. Hasan Cemal, konumuz içerisinde bu sebeple geçti.

 

Bekir sadece mantık yürütüyorsun. Bunu nasıl yapıyorsun. Cuntadır, askerler karar almıştır şeklinde. Yani yorumun bilgiye değil mantık yürütmeye dayanıyor. Oysa Doğan Avcıoğlu asker midir? General midir ? 9 Mart cuntasının lideri Doğan Avcıoğlu'dur. 9 mart ordu ve sivil aydınların birlikte gerçekleştirecekleri Milli Demokratik Devrim yönteminin bir ürünüdür. Doğan Avcıoğlu cuntanın lideridir ve askerliklede alakası yoktur.

 

Mahir Kaynak'ta cuntanın merkez komite üyesidir. Cuntanın merkez komitesi askerler ve aydınlardan oluşmaktadır. Askerleri şin teknik boyutlarıyla, aydınlar ise siyasi boyutuyla ilgilenmektedir.

 

Bir kişinin Cuntanın önemli bir yerini işgal etmesiyle karar alma organı olması farklı şeylerdir. Askerlerden müteşşekkil bir darbe hazırlığında karar alma yeri en yüksek rütbeliler olur. Haa, onların karar alma noktalarında onlara fikir verilmesi pekala mümkündür. Tekrarla Mahir Kaynak'ın karar alma konusunda "Rütbesi" yeterli değildir.

 

Bak yine aynı yanlış mantık yürütümü. 9 Mart askerden müteşekkil bir darbe hazırlığı değildir. Asker ve sivil aydınların birlikte planladıkları bir cuntadır. Ve liderleride Doğan Avcıoğlu'dur. YÖN dergisi çevresi cuntanın planlayıclarıdır.

 

Yine yanlış. 27 mayıs darbesini planlayan ve gerçekleştirenlerin en yüksek rütbelisi binbaşıydı. Yüzde doksanıda yüzbaşılar ve teğmenlerden ibaretti. Sen her darbenin ve cuntanın askeri hiyerarşi içerisinde gerçekleştiği gibi yanlış bir kanıya sahipsin. Oysa askeri hiyerarşi içerisinde gerçekleşen darbeler 12 mart ve 12 Eylül'dür. İkisi hariç Osmanlı'dan beri hiçbir darbe askeri hiyerarşi içerisinde gerçekleşmemiştir. Bu dünyada böyledir. Cuntalar, askeri hiyerarşi içerisindede olabilir. Dışarısındada. Şili darbesi, 12 eylül, askeri hiyerarşi içerisinde gerçekleşen darbelerdir. Portekiz Karanfil Devrimi, Mısır Nasır cuntası, Irak baas devrimi. Askeri hiyerarşi dışında gerçekleşen cuntalardır. Generallerin yüzbaşılar tarafından tutuklandığı, kelepçelenip götürüldüğü darbelerdir

 

9 mart cuntası sivil aydınların askerlere liderlik ettiği ve askeri hiyerarşinin dışında bir cuntadır.

 

Mahir Kaynak'ın güvenilir görülmesinde birçok neden olabilir. Ki, cunta için de istihbari bilgileri toplayan kişinin Mahir Kaynak olduğu hatırlanınca; ayak işlerine bakmaktadır 1. - 2.si, siz kendisinden bilgiler aldığınız kişiyi kolay kolay suçlayamazsınız. Haa, ajan provakatörlük meselesi. Ben, onunla ilgili ilk cümlelerimde dahi, kendisinin bununla suçlandığını belirttim. Bu, cuntanın onu suçlama şekliydi. Kendisinin kitaplarında "ajan provakatör" olarak kendisini nitelendirdiğini bilmiyorum. Bunu söylediği anda, derin devlet analizleri noktasında birçok şey anlamsız kalıyor. Pekiyi, rübtelilerin karar alma durumlarında alacakları kararda hiç etkisi olmamış mıdır? Saçmalamanın anlamı yok. Tabi ki, etkisi olmuştur. Nihayetinde onlarla doğrudan konuşuyor. Ama bir iktidarı devirmeye çalışan cuntanın sebebinin Mahir Kaynak olduğu veya çok önemli bir yere sahip olduğu veya karar mekanizması içerisinde belirleyici olduğu söylenemez. Kışkıtıcı ajanların eylem bazlı çalıştıkları da düşünülmelidir. Bazı insanlara bazı yerlere bomba koydurulmasına filan başkaları bakmaktadır.

 

Mahir Kaynak 9 mart cuntasına önderlik eden sivil aydın kanadın içindedir (MDD ci YÖN dergisi çevresi) ve Merkez Komite üyesidir. Ajan provakatörlüğe gelince. Mahir Kaynak'ın MİT ajanı olduğu cuntaya karşı operasyon yapıldıktan sonra kabul edilmemiştir. 9 martçılar Ziverbey'de işkenceden geçerken Mahir Kaynak'ında orada olduğu, ve sorgular sırasında bilgi konfirme ettiğini anlamış ve mahkemede onun "Ajan provakatör" olarak aralarında olduğunu iddia etmiştir. Ancak o zaman kabul edilmeyen şey, provakatör ajan mı? Yoksa casus mu olduğu değildir. Mahir Kaynak'ın mit ajanı olduğudur inkar edilen. Yıllar sonra Mahir Kaynak başka bir operasyon sırasında deşifre edilince MİT ile ilişiği kesilmiş. Ve ajan olduğu o zaman kabul edilmiştir. Kendisi ve MİT tarafından.

 

Israrla, 9 mart'ın tek karar organının rütbeliler olduğunu düşünmeni gerçekten anlamıyorum. 27 Mayıs'ta genel kurmay başkanı , evine gelen yüzbaşılar tarafından tekme tokat gözaltına alındı. Bab-ı Ali baskınında, harbiye nazırı, rütbesi teğmen olan Yakup Cemil tarafından bakanlığın merdivenlerinde vuruldu. 12 Mart'tan sonra bir daha askeri cuntaların, askeri hiyerarşi dışında gerçekleşmemesi için ne tür önlemler alındığı, ve ne tür yeni yapılanmalara gidildiğini bilmiyor musun ?

 

Ajan'ın içinde bulunma amacı cuntayı açığa çıkarmaktır. Dağıtma görevini başkası yapar. Bunun adı dağıtmak da değildir, devlete karşı darbe girişiminde bulunmak belli bir suç kapsamındadır. Operasyon 72 yapılmaz demişsiniz. Operasyonun nasıl bir operasyon olduğu hatırlanırsa 5 yılda yapılması mümkündür. Generallere karşı dava açacaksınız...Boru değil...Bir tanesinin iddianamesinin içerisinde kıyısından köşesinden dokunuldu 1-2 yıl önce Savcı soluğu çöplükte aldı...O tarihte neler olurdu neler...Yoksa, ajan provakatörün cuntayı yeterli kıvama getirmesi beklenilmedi...Ben öyle sanıyorum...

 

Bekir cuntayı dağıtmaksa amaç. O generali daha önce emrinde olanın emrine verirsin askerlik hayatı biter. O süreçte ne generaller tasfiye edilmiştir. Bizzat Cemal Gürsel, sağlık raporuyla cumhurbaşkanlığından indirilmiştir. Hiçbir cunta "suç üstü" yapmak için beklenilmez.

 

Pekiyi bunlar önemli mi? Yoo, çok da değil. Pekiyi; Gazeteciler Cemiyetinin açıklamaları önemli midir? Yooo çok da değil...Pekiyi ne önemlidir...Zaten o yazı içerisinde özel olarak Fehmi Koru'nun adı geçmiyor. Bahse konu, başka birileri de olabilir. Diyelim ki, Fehmi Koru'dur. Bugün karşı cenahın seslendirdiği bir yaklaşımı seslendirmiştir. Gazeteciler Cemiyetinin doğrusu benim ise yanlışımdır.

 

Aynı yazıyı okuyan iki insanın aynı yazıyı nasıl farklı anladığı önemlidir...

 

İkimiz de Fehmi Koru'nun yazısını okuduk. Birimiz hedef gösterme olarak algıladı, birimiz de bu yazıyı belli bir kategoriye sokmadı. Rutin yazılardan biri olarak değerlendirdi. Ben, romantik mi davranıyorum. Hayır. Yaklaşık 10 yıldır onun yazılarını okuduğum için ve sürekli onu takip ettiğim için böyle bir şey yapmayacağını, yazısından böyle bir anlam çıkarmadığımı belirtiyorum...Başka gazeteciler tarafından en fazla nefret edilen biri olduğunu da bildiğim için her fırsatta üzerine gelineceğini düşünüyorum...

 

Ben böyle okuyorum, siz farklı okuyorsunuz...Mesele bundan ibaret...Birilerinin onu suçlaması olayı ispatlamaz. Veya gazeteciler cemiyetinin açıklaması da...Bahse konu yazıyı açıp, ikimiz de okuduk...Ben, kendisinin de açıklamaları noktasında şu anlama geliyor dedim, yok siz şu anlama geliyor dediniz...Kendi de çıktı, kimseyi hedef göstermediğini belirtti. İhbarcılık diyorsunuz. Neyi ihbar ediyordu Fehmi Koru...

 

Koru'nun yaptığı açık ve nettir. Bundan gazeteciler cemiyetide aynı anlamı çıkarmıştır, hükümete yakın olmayan bütün gazetelerde.

Gönderi tarihi:

Savcılıkta yaşadığım ilginç tesadüf (Oray Eğin-31,03,2008-Akşam)

 

Cuma günü Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru’nun hakkımdaki şikayetlerinden dolayı gidip Savcılık’a ifade verdim. Koru’nun Ergenekon gözaltlarını daha önceden bildiği iddialarına yer verdiğim yazımdan dolayı suç duyurusunda bulunmuştu. Ayrıca, kendisiyle hiç ilgisi olmayan, adının geçmediği, imasının dahi olmadığı bir başka yazıdan da üzerine vazife olmadığı halde yine şikayetçi olmuş. Gittim, ifademi verdim, savunmamı sundum.

 

Doğrusu, “kulis” yazmakla övünen ve “kulis yazarlığı”nın tanımları üzerine ahkamlar kesen birinin kendisi hakkında yazılan bir başka kulis yazısından şikayetçi olmasını tuhaf bulmadım da değil.

 

Avukatımla beraber ifadelere imza atıp, Adliye’den ayrılacağımız sırada bir başka dosya daha gündeme geldi. Bu şikayet henüz benim avukatıma veya gazeteye de ulaşmamıştı, orada karşımıza çıktı. Epey de sürpriz oldu.

 

Bülent Şirin / Taha Kıvanç / Fehmi Koru’nun şikayetçi olduğu 3 Mart ve 4 Mart tarihli iki yazımla ilgili bu İslamcı köşe yazarından bağımsız olarak bir başka savcı daha suç duyrusunda bulunmuştu. Savcıların önüne her gün yüzlerce haber, köşe yazısı geliyor, özel olarak benim iki köşe yazımı seçip bununla ilgili dava açılmasını istemesi ilgimi çekti doğal olarak.

 

Hafızamı yokladım... Neydi söz konusu yazılar...

 

l 3 Mart 2008: Bu köşede Fehmi Koru’nun orada burada “Ben Ergenekon kapsamında gözaltına alınacakları biliyorum” diye konuştuğunu, hatta artık o kadar çok konuştu ki benim kulağıma bile geldiğini yazdım. Eğer bu iddialar doğruysa vermesi gereken bir hesap olduğunu söyledim.

 

l 4 Mart 2008: Fehmi Koru, Yeni Şafak’ta sahte isimle kaleme aldığı yazısına “Kına yakarsınız” başlığını koymuş, baştan aşağı bana cevap veriyor, iddiaları yalanlıyor ama öte yandan örtülü bir tehdit savurmayı da elden bırakmıyordu: “Galiba savcılar tetikçileri yanlış yerde arıyor” yazmış. Beni Ergenekon’un tetikçisi gibi sunmuş, hedef göstermiş, savcıları göreve çağırmış, adımın yanına bir işaret konmasına sebep olmuştu.

 

İlhan Selçuk’un gözaltına alınmasından beri ne tartışılıyor?

 

Fehmi Koru’nun İlhan Selçuk hakkındaki yazıları, hatta tam da büyük yazar gözaltına alındığında yine Yeni Şafak’taki o köşede onu hedef gösteren bir yazı çıkması...

 

Yeni Şafak gibi İslamcı yayın organlarında hedef gösterilen bu isimlerin gözaltına alınmasına ilişkin Akşam’ın “Kara Cuma”nın ertesi günü attığı başlık manidardı: “Velev ki tesadüf...”

 

Fehmi Koru, biri kendisiyle ilgisi olmayan iki yazım üzerine şikayette bulunuyor. Aynı iki köşe yazısından bir de Cumhuriyet Savcısı şikayetçi oluyor...

 

Akşam’ın başlığını hatırlıyorum ben: “Velev ki tesadüf...”

 

AKP’nin kapatılma davası ve hemen bir süre sonra İlhan Selçuk, Kemal Alemdaroğlu ve Doğu Perinçek’in gözaltına alınmaları...

 

Köşe yazarına köşesinde cevap vermekle yetinmeyen Fehmi Koru’nun benden şikayetçi olması...

 

Her gün önüne gelen yüzlerce haber ve köşe yazısı arasında benim sütunumu cımbızla ayıran titiz bir savcı...

 

Akşam’daki o başlık...

 

Gönderi tarihi:
9 Martçılar oyuna geldi

Mahir Kaynak, 1966'da Istanbul Universitesi Iktisat Fakultesi'nde asistan iken Milli Istihbarat Teskilati'ndaki gorevine basladi. Ayni yil, Turkiye'yi 12 Mart'in o karanlik gunlerine surukleyen hareketler de filizlenmeye basladi. Iste Kaynak, daha sonra tarihe 9 Mart Cuntasi olarak gecen bu hareketi basindan itibaren MIT adina adim adim izledi ve rapor etti. Daha sonra da bu isimlerin Askeri Mahkeme'de yargilanmasi sirasinda taniklik yapti. Prof. Kaynak, o gunlerde yasananlari anlatirken gunumuze de de isik tutacak aciklamalar yapti.

- 12 Mart'la nasil yuz yuze geldiniz?

- Milli Istihbarat Teskilati benden hizmet talep ettikten kisa bir sure sonra cuntacilarla tanistim, yani cuntacilar beni iclerine almak istediler. Ben de teskilata haber verdim ve ondan sonra cuntacilarla birlikte ilk gunden itibaren calismaya basladik.

- Ne zaman basladi bu?

- Bu, 1966 yilinin Kasim ayinda basladi, bu tarihten itibaren cunta izlenmeye baslandi, 1971 Hazirani'na kadar surdu. Dort seneyi asan bir sure takip edildi bunlar. Yani cuntanin butun faaliyetleri biliniyordu, kontrol altindaydi. Bu esnada tabii su da yapildi. Zaman zaman cuntanin faaliyetlerini engelleyecek birtakim operasyonlar yapildi, yani burada gorev alan subaylar tayin edildi ve organizasyonlari da zaman zaman bozuldu.

- Kontrol altindaydi derken bunu kastediyorsunuz.

- Evet, daha once hareket etme imkanlari pek fazla kalmamisti. 9 Mart'a gelindiginde butun bunlara ragmen, takip edilmesine ragmen bu grup darbe yapmaya karar vermisti. Bunlari sadece Dogan Avcioglu'nun etrafindaki grupla sinirlamak dogru degil, cunku bilindigi gibi 12 Mart Muhtirasi'nda komuta kademesindeki kisiler rol aldilar. Yani iki taraf da rol aldi. Bir tarafta Batur ve Gurler (Hava Kuvvetleri Komutani Muhsin Batur ve Kara Kuvvetleri Komutani Faruk Gurler), obur tarafta Tagmac (Genelkurmay Baskani Memduh Tagmac) ve 1. Ordu Komutani Faik Turun vardi. Boylece ordu icinde bir farklilasma oldu. Bunlar 9 Mart'taki darbenin onlenmesi icin mudahaleyi birlikte yapmaya karar verdiler. Bu aslinda 9 Mart'a karsi olanlarin onlara oynadigi bir oyundan ibaretti. Yani onlarin butun faaliyetlerini biliyorlardi, darbe heveslerini de biliyorlardi. Ama onlari engelleyemeyeceklerini anlayinca dediler ki, mudahaleyi birlikte yapalim. Birlikte 12 Mart mudahalesi olduktan sonra bu iki grup ayristi. Nihat Erim kabinesinin bir kismi 9 Martcilari destekliyordu, 11'ler dedigimiz kisiler. Onun disinda da diger grubu destekleyenler vardi. Bir sure sonra 11'ler tasfiye edildi.

- 1965'te secimler yapilmis Adalet Partisi buyuk bir oyla iktidara gelmis ve hemen bir yil sonra 1966'da darbe hazirligi basliyor. Bu 9 Mart olusumu nasil baslamis?..

- Aslinda bu darbenin bir tarafinda Cumhuriyet Halk Partisi'ni gormek lazim. Dogan Avcioglu mesela CHP'nin Arastirma grubunun basindaydi ve onun faaliyetlerini parti yonetiminin bilmemesi mumkun degildi. Aslinda boyle bir darbeye tesebbus, Turkiye'deki birtakim sikintilarin bertaraf edilmesi amacini da tasimiyordu. Yani boyle bir iktidarin mevcudiyeti, devrilmesini gerektiriyordu. O zaman su soru sorulabilir: Turkiye'de secimler yapilmis, bir parti iktidara gelmis, Turkiye'de islerin kotuye gitmedigi de goruluyor, buna ragmen bir darbe tesebbusunun anlami nedir?.. Bu soruya benim eskiden beri verdigim bir cevap vardir. Ben sunu goruyordum. Turkiye o tarihte ABD ile Avrupa arasinda bir cekisme konusuydu. Yani taraflar Turkiye'yi kontrol etmek icin birbirlerinden farklilasmislardi. Tarihlere bakildiginda ozellikle ekonomik konularda Avrupa ile ABD arasinda buyuk bir rekabet var. Ben sol denilen cuntanin aslinda Marksist kokenli ve Rusya tarafindan yonlendirilen bir darbe olmadigi kanaatini tasiyordum. Bunun daha ziyade Avrupa tarafindan desteklendigini ve Turkiye'yi de "Baas tipi" Anti Amerikan ve Anti Rus bir cizgiye oturtmak istediklerini dusunuyordum. Buna karsilik Amerikalilar boyle bir darbeyi engellemek istediler ve aralarinda bir catisma cikti. Sonuc olarak 12 Mart herhangi bir tarafin kesin olarak basari kazanamadigi bir operasyon olarak tarihe gecti.

- MIT ne zaman dugmeye basti bu grubu desifre etmek icin?..

- Haziran ayinda, muhtiradan cok sonra. Hatta 12 Mart Muhtirasi'ndan sonra bu grup basari kazandigini, hukumeti devirdiklerini dusunuyorlardi. Belirli bir sure sol cuntada sevinc vardi, amaclarina ulastiklarini dusunuyorlardi. Ama sonra, oyunun icerisinde oyun cikti. Yani karsi taraf, 9 Mart cuntasinin icinde yer alanlari tevkif etmeye basladi. 1971'in haziran ayina rastlar bu... O tarihte de MIT beni desifre etti. Yani dedi ki, biz bu grubun icerisine bir elemanimizi soktuk, surekli olarak takip etti. Onun verdigi raporlar var. Bu raporlari da mahkemeye ibraz ettiler. Benim ilk ortaya cikisim Osman Koksal'in dokunulmazliginin Meclis'te kaldirilmasi olayinda oldu ve raporlar MIT tarafindan TBMM'ye verildi.

- Osman Koksal, 27 Mayiscilardan biri degil miydi?

- Evet, ayni zamanda 9 Mart cuntasinin elemanlarindan biriydi, tabii senator olmustu. Daha sonra da 9 Martcilari tutuklamaya basladilar.

- Bir liste de hazirlamislar, cumhurbaskani, basbakan kim olacak, bakanlar kurulu kimlerden olusacak diye... Kim hazirlamisti bu listeyi?

- Bunlari kendi aralarinda hazirliyorlardi, 9 Mart'in sivil kanadi bu olusuma kamuoyu destegi yaratmaya calisiyordu. Tabii, darbede de onemli rolleri olacakti. Cunku Turkiye'deki kamuoyu o tarihlerde bu sivil kanattan cok etkileniyordu. Dogan Avcioglu, Ilhan Selcuk, Ilhami Soysal gibi isimler Turk kamuoyunun gercek yonlendiricisi durumundaydilar. Halkin bir kismi ozellikle entelektuellerin ordu mensuplarinin buyuk bir kismi onlarin fikirleri etrafinda hareket ediyorlardi.

- 1966'dan 71'e kadar butun bunlar olurken hukumet neredeydi?

- Hukumet surekli olarak bu olaylari takip ediyordu. Elde edilen butun bilgiler Basbakan'a ve Cumhurbaskani'na veriliyordu. Hatta Milli Guvenlik Kurulu'na da veriliyordu. MGK'nin icinde, darbeci dedigimiz Gurler ve Batur da vardi. Tabii Gurler ve Batur, cuntanin surekli olarak takip edildigini biliyorlardi. Takip edildigini bildikleri icin de bu iliskilerini uzak tuttular. Onlar raporlari aliyorlar ve MIT'in cuntanin icine sizdigini da goruyorlar. Fakat sizanin kim oldugunu tespit edemediler. Ve biz cunta icerisinde her zaman konusurduk, MIT'in cuntaya sizdigini, toplantilari banda aldigini bilirdik. Arada bazi insanlardan suphe edilirdi, onlara karsi tedbirler de alinirdi.

- Ama sizden hic suphelenen olmadi...

- Benden hic suphe etmediler. Ama riskli bir oyundu. Cunku verilen raporlardaki ortak noktayi teskil eden kisi aransaydi, ben oldugum bulunurdu. Bir toplantida 10 kisi var, bir toplantida sekiz kisi, bir toplantida bes kisi var. Ve butun bu toplantilar MGK'ya gidiyorsa...

- Siz gorunuste cuntanin icinde nasil bir rol ustlenmistiniz?

- Ben gorunuste Madanoglu'nun en yakiniydim. Ikinci, ucuncu adam konumunda bir yerde.

- Size nasil bir gorev verilmisti?

- Cok oyle belirlenmis gorevlerimiz yoktu. Ama yonetim kademesinde ve ust duzeyde olacagim cok belliydi.

- Peki, 12 Mart Muhtirasi olmadan bu faaliyet onlenemez miydi?

- Bence onlenebilirdi. Cok ilginc bir sey, dunyada en iyi takip edilen darbedir. Her hareketleri biliniyordu. Tamamen yonetimle ilgili bir sorun. Suleyman Bey diyor ki, bana son anda darbenin yapilacagini haber vermediler. Bunun tarihini ogrenmek zaten Milli Istihbarat Teskilati'nin gucu icinde degil, hicbir istihbarat teskilati da ogrenemez. Hem niye ogrensin, ne yapacaksin tarihini?.. Butun safahatiyla gun gun kim ne yapmis biliniyordu. Mesela Suleyman Bey'in en cok merak ettigi sey, darbe hareketine kimin komuta edecegiydi. Onu ogrenmistim ben, Korgeneral Atif Ercikan'di.

- Cuntanin icinde gorevli olarak bir tek siz mi vardiniz?

- Bir ben vardim; ama sunu soyleyeyim. Elemansiz da takip edildiler. Yani gittikleri yerler tesbit edildi. Buralara dinleme cihazlari konuldu, fotograflar cekildi, temaslari tespit edildi. Ankara'da bircok yerler arada bir araci olmadan kontrol altinda tutuldu. Mesela, Sevket Sureyya Aydemir'in evi dinleniyordu. Ruslar da bunu tespit etmisler. Bir gun Rus basin atasesi Dogan Avcioglu'nun burosuna geliyor ve konusurken, "Bahcelievler'deki toplantilariniz takip ediliyor" diye kagida not birakip cikiyor.

- Cuntanin beyni Avcioglu-Madanoglu ikilisi mi, yoksa Gurler ve Batur ikilisi miydi?

- Gucu ellerinde bulunduracak olanlar esas itibariyle Gurler ve Batur ikilisiydi; ama bunlar bu sivil kesimin destegi olmadan ayakta kalamazlardi. Cunku kamuoyunu olusturanlar da bunlardi. Yani birisinde silah gucu var, birisinde fikir gucu var. Ikisi yan yana geldigi zaman bir anlam ifade ediyor. Tek basina hicbirisi basarili olamazdi.

- Sonucta 12 Mart'tan sonra cunta desifre oldu ve siz 1. Ordu Sikiyonetim Komutanligi Askeri Mahkemesi'nde taniklik yaptiniz... Mahkemedeki durumunuz nasildi?

- Soyle oldu: Raporlarim okunuyordu. Hatta soyle oldu; raporlar okunmadan once falan falan tarihli bir raporunuz var onu anlatin, diyordu. Ben de, o tarihteki raporu hatirlamiyorum okursaniz benim olup olmadigini bilebilirim. Okuyorlardi ve evet benim raporumdur diyordum. Yargilamalar sonunda mahkeme saniklarin bu sucu islemediklerine kanaat getirdi, beraat etti. Hukuken 9 Mart darbesi yoktur; ama tarihi olarak vardir. Bu kesim 12 Mart'tan sonra giderek Turkiye'nin onemli kilit noktalarini isgal ettiler. Ve tabii beni de cezalandirdilar. Nasil cezalandirdilar?.. Bugun ben hicbir yerde herhangi bir gorevi olmayan bir adamim. Bunu hak edecek kadar da beceriksiz oldugumu zannetmiyorum.

- Ama MIT'te Daire Baskanligi gorevine kadar yukseldiniz...

- Ama orada onemsiz bir gorevdeydim. Rutbem yuksekti; ama gorevim anlamsizdi.

- MIT'ten ne zaman ayrildiniz?

- 1980'de mudahaleden sonra. Zaten orada bos oturuyordum, ortam da musait olunca ayrildim. Ondan sonra MIT de dahil bircok kurumu benim mucadele ettigim grup ele gecirdi.

 

Yukarda Mahir Kaynak ile yapılmış bir söyleşi var. Bu söyleşiye göre yukardaki bir takım sorulara cevap bulmak mümkün…

Hangi sorular:

1-Mahir Kaynak, arkadaşlarını mı ihbar etmiştir yoksa Cuntayı deşifre etmek için mi onlara katılmıştır.

2-MİT’e 1971’de mi cuntayı deşifre etmesi için alınmıştır yoksa 1966’da mı?

3-Ne zaman emekli olmuştur, ne zaman deşifre olmuştur. Deşifre olduğu için mi MİT ile ilişiği kesilmiştir yoksa kendisi mi ayrılmıştır…

4-Cuntanın liderinin kim olduğu yazılı. Haa, burada benim iddialarımı desteklemeyen bir cevap var gibi görünüyor. Mahir Kaynak, kendisine verilen görev için “Yönetim kademesinde ve üst düzey” olduğunu söylüyor. Ama, hala ajan provakatörlük için bu yeterli değil. Eyleme dönük bir takım şeyler gerekiyor ajan provakatörlük için, sadece teşvik yeterli değil. Birini ajan provakatörlükle suçlamak için onun tarafından işlerlik kazandırılmış bir eylem olması lazım. Üst düzey bu zat hangi eylemler için fikir verdi veya teşvik etti…Bilmiyoruz. Bulunduğu üst düzey yönetim kademesinde hangi kararları doğrudan aldı…

5-Cuntanın asıl lideri kimdir sorusunun cevabı da onun ağzından şudur.

- Cuntanin beyni Avcioglu-Madanoglu ikilisi mi, yoksa Gurler ve Batur ikilisi miydi?

- Gucu ellerinde bulunduracak olanlar esas itibariyle Gurler ve Batur ikilisiydi; ama bunlar bu sivil kesimin destegi olmadan ayakta kalamazlardi. Cunku kamuoyunu olusturanlar da bunlardi. Yani birisinde silah gucu var, birisinde fikir gucu var. Ikisi yan yana geldigi zaman bir anlam ifade ediyor. Tek basina hicbirisi basarili olamazdi.

Gerisine sonra değiniriz inşallah….

Gönderi tarihi:

Savcılıkta yaşadığım ilginç tesadüf (Oray Eğin-31,03,2008-Akşam)

 

 

 

Hangi yazılarmış diye üşenmedim aradım, tek tek okudum. Fehmi Koru'nun yazısını da okudum...Ardından kimmiş bu Oray Eğin diye aradım...Bilmiyorum...Öğrendim...

 

Şöhret kazanma yolunda güzel bulma konusunda hayli mahir bir adammış gibi geldi. Perihan Mağden, Sezen Aksu, Ahmet Hakan, Taha Kıvanç...Ayşe Arman' da mı gördüm...Her ne ise...

 

Belki de haklıdır...

Gönderi tarihi:
CYRANO

Bekir sadece mantık yürütüyorsun. Bunu nasıl yapıyorsun. Cuntadır, askerler karar almıştır şeklinde. Yani yorumun bilgiye değil mantık yürütmeye dayanıyor. Oysa Doğan Avcıoğlu asker midir? General midir ? 9 Mart cuntasının lideri Doğan Avcıoğlu'dur. 9 mart ordu ve sivil aydınların birlikte gerçekleştirecekleri Milli Demokratik Devrim yönteminin bir ürünüdür. Doğan Avcıoğlu cuntanın lideridir ve askerliklede alakası yoktur.

Hem bilgiye dayanıyor hem de mantıklı…Doğan Avcıoğlu değildir cuntanın lideri. Cemal Madanoğlu kimdir bir de ona bakmakta fayda var. Doğan Avcıoğlu meşruluğu sağlamakta, askerleri ikna etmekte mahir bir adamdır o kadar…

 

Mahir Kaynak'ta cuntanın merkez komite üyesidir. Cuntanın merkez komitesi askerler ve aydınlardan oluşmaktadır. Askerleri şin teknik boyutlarıyla, aydınlar ise siyasi boyutuyla ilgilenmektedir.

Darbeler meşru bir zemin oluştu diye gerçekleşmez. Darbeler güçle gerçekleşir yani ki teknik boyutla. Silah kimdeyse güçlü odur. Yani ki, aydınlar bir yere kadar askerler tepeye kadar…

 

 

 

Bak yine aynı yanlış mantık yürütümü. 9 Mart askerden müteşekkil bir darbe hazırlığı değildir. Asker ve sivil aydınların birlikte planladıkları bir cuntadır. Ve liderleride Doğan Avcıoğlu'dur. YÖN dergisi çevresi cuntanın planlayıclarıdır.

Hatta, yeni anayasa taslağı üzerinde dahi çalışıyordu değil mi? Ben askerlerden müteşekkil demiyorum/demedim. Her darbe meşrulaştırılmak zorundadır. 1980’de, 28 Şubat’ta olduğu gibi. Bu işi bazen birileri gençlere bir yerlere bombalar koydurarak yapar, kimileri yazılarıyla yapar, kimileri de başka şekillerde…Doğan Avcıoğlu bir liderdir ama sivil kanadın lideri…Yukarda cuntanın lideri değildir dedim burada ise sivil kanadın lideridir diyorum…Demek ki, cuntanın liderinin asker olduğunu düşünüyorum hala…

 

Yine yanlış. 27 mayıs darbesini planlayan ve gerçekleştirenlerin en yüksek rütbelisi binbaşıydı. Yüzde doksanıda yüzbaşılar ve teğmenlerden ibaretti. Sen her darbenin ve cuntanın askeri hiyerarşi içerisinde gerçekleştiği gibi yanlış bir kanıya sahipsin. Oysa askeri hiyerarşi içerisinde gerçekleşen darbeler 12 mart ve 12 Eylül'dür. İkisi hariç Osmanlı'dan beri hiçbir darbe askeri hiyerarşi içerisinde gerçekleşmemiştir. Bu dünyada böyledir. Cuntalar, askeri hiyerarşi içerisindede olabilir. Dışarısındada. Şili darbesi, 12 eylül, askeri hiyerarşi içerisinde gerçekleşen darbelerdir. Portekiz Karanfil Devrimi, Mısır Nasır cuntası, Irak baas devrimi. Askeri hiyerarşi dışında gerçekleşen cuntalardır. Generallerin yüzbaşılar tarafından tutuklandığı, kelepçelenip götürüldüğü darbelerdir

Neyden bahsediyoruz. Özel olarak 12 Mart’tan. Aslında o süreçten. Sence ben 27 Mayıs’ bilmiyor muyum veya 80’de böbürlene böbürlene bu darbenin “emir komuta zinciri” içerisinde yapıldığının söylendiğini bilmiyor muyum? Genç Subaylar Rahatsız, başlığı atan gazeteyi “Darbecilikle” suçlayan bu adam darbelerin DÜŞÜK RÜTBELİ SUBAYLAR TARAFINDAN emir komuta zinciri dışında olabileceğini de bilmiyor mudur? CYRANO; 27 Mayıs bir dönüm noktası olmuştur ve haklısın ondan sonra darbe hazırlıklarında emir komuta zincirine büyük önem verilmiştir. 12 Mart için de emir komuta zinciri içerisinde yapıldığının belirtilmesi önemlidir.

 

9 mart cuntası sivil aydınların askerlere liderlik ettiği ve askeri hiyerarşinin dışında bir cuntadır.

Siz öyle okumak istiyor olabilirsiniz. Ben de farklı okuyorum. Şu söylenebilir. Türkiye’de birçok darbede aydınlar çok aktif rol almışlardır. Hatta askerin kafasında hiç darbe fikri yokken, sanki bir darbeye ihtiyaç varmış gibi onları ikna etmişlerdir. OLMASINLAR…Sivil kesimler ne kadar ikna etme kabiliyetine sahip olsalar da asker kafasız değildir. Sivil kesim ne kadar meşruluğu oluşturursa oluştursun darbe yapamaz zira buna gücü yetmez. Bu sebeple darbede asker birinci roldedir. Zaten sonraki oluşumlar da bunu gösterir. Cumhurbaşkanlarının kimler olduğu hatırlanmalıdır.

 

 

Mahir Kaynak 9 mart cuntasına önderlik eden sivil aydın kanadın içindedir (MDD ci YÖN dergisi çevresi) ve Merkez Komite üyesidir. Ajan provakatörlüğe gelince. Mahir Kaynak'ın MİT ajanı olduğu cuntaya karşı operasyon yapıldıktan sonra kabul edilmemiştir. 9 martçılar Ziverbey'de işkenceden geçerken Mahir Kaynak'ında orada olduğu, ve sorgular sırasında bilgi konfirme ettiğini anlamış ve mahkemede onun "Ajan provakatör" olarak aralarında olduğunu iddia etmiştir. Ancak o zaman kabul edilmeyen şey, provakatör ajan mı? Yoksa casus mu olduğu değildir. Mahir Kaynak'ın mit ajanı olduğudur inkar edilen. Yıllar sonra Mahir Kaynak başka bir operasyon sırasında deşifre edilince MİT ile ilişiği kesilmiş. Ve ajan olduğu o zaman kabul edilmiştir. Kendisi ve MİT tarafından.

Bu konudaki bilgi Mahir Kaynak’la yapılan bir söyleşi olarak yukarda belirtilmiştir.

 

Israrla, 9 mart'ın tek karar organının rütbeliler olduğunu düşünmeni gerçekten anlamıyorum. 27 Mayıs'ta genel kurmay başkanı , evine gelen yüzbaşılar tarafından tekme tokat gözaltına alındı. Bab-ı Ali baskınında, harbiye nazırı, rütbesi teğmen olan Yakup Cemil tarafından bakanlığın merdivenlerinde vuruldu. 12 Mart'tan sonra bir daha askeri cuntaların, askeri hiyerarşi dışında gerçekleşmemesi için ne tür önlemler alındığı, ve ne tür yeni yapılanmalara gidildiğini bilmiyor musun ?

27 Mayıs 1960’a denk gelir. 12 Mart 71’e. Sen yukarda söylüyorsun, 27 Mayıstan sonra hiyerarşi konusunda düzenlemeler yapıldığını. Ben de 12 Mart askeri hiyerarşi içerisinde yapılmıştır diyorum.12 Mart’a giden süreç de yine bu hiyerarşi içerisinde devam ediyordu diyorum. Ve ben, meşrulaştırma vasıtası olan sivil kanatla darbeyi yapan yeri ayırıyorum. Güç askerin elindedir diyorum. O, olmadan darbe asla mümkün değildir diyorum. Darbe yapıldıktan sonra yapılan seçimlerde aslan payı onundur diyorum.

 

 

 

Bekir cuntayı dağıtmaksa amaç. O generali daha önce emrinde olanın emrine verirsin askerlik hayatı biter. O süreçte ne generaller tasfiye edilmiştir. Bizzat Cemal Gürsel, sağlık raporuyla cumhurbaşkanlığından indirilmiştir. Hiçbir cunta "suç üstü" yapmak için beklenilmez.

Suçüstü yapılmasından bahsetmiyorum. Ortaya “kesin” olarak çıkartılmasından bahsediyorum. Nereye kadar dayandığının bilinmesinin temin edilmesi gerektiğine değiniyorum. Haddi zatında “Darbenin suçüstü olmaz”. Ya yapılır ya yapılmaz…Enteresan bir laf ettim yahu. Darbenin suçüstü olmaz, ya eksik teşebbüs olursa. Yani tam silahlarla çıktınız ve beklemediğiniz bir mukavemetle karşılaştınız ve o kuvvet size galebe çaldı ve silahlara el konuldu…O zaman dönüp, Türkiye’den ve 12 Mart yolundan bahsettiğimizi hatırlayıp, Türk askeri birbirini kırmaz, iş o boyuta vardığında darbenin önünde duruyorsa o da darbeye karışır diye düzeltebiliriz…Yani, madem sen yapacaksın bari beraber yapalım olur diyelim…12 Mart’ta bu konularda da biraz eksiklikler var ama nihayetinde böyle olmamış mıdır?

 

Dünyadan bir iki darbe belirtmişsin. Ben belli bir darbe hakkında konuşuyorum. Ve Türkiye’deki işleyiş hakkında. Ehemmiyeti yok…Darbe darbedir…

 

Eh, bugünlerde “Yargı Darbesi” diye de bir şey çıktı. Acaba o da mı “EMİR KOMUTA” zinciri içerisinde yapılıyor. Hele bir dava açmasın görelim filan…

Gönderi tarihi:
Gereksiz bir hassasiyet!

 

Geçen gün, gazete haberleri Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin (TGC) 2007 yılı geleneksel ödüllerinin dağıtıldığını yazıyordu. Ödül alanlar (Milliyet'in haberinde) Milliyet, Akşam, Sabah, Hürriyet, Vatan, Referans, Cumhuriyet gibi gazetelerden seçilmişlerdi.

 

Verilen haberde Zaman, Türkiye, Yeni Şafak, Vakit gibi gazetelerin adı yoktu. Hatta Star veya Bugün de anılmamıştı. Velhasıl ödül alanlar arasında tanıdığım bir kişi bile bulamadım. Gazeteci olmadığım için ödül alanları tanımamamın normal olduğunu düşünebilirsiniz; oysa benim de tanıdığım pek çok gazeteci var. Ama tanıdığım gazetecilerin kahir ekseriyeti muhafazakar-milliyetçi çizgide yayın yapan gazetelerde çalışırlar. TGC ulusal bir kimlik taşıdığı halde onun nezdinde bu tür gazetelerin irapta mahalli yoktur. Galiba onlara göre bu gazeteler yok sayılmalı, hatta yok olmalı, güzel bir gazetecilik başarısı gösterseler bile zinhar görülmemeli, duyurulmamalı, adları anılmamalıdır. Mesela Zaman gazetesinin gazetecilik alanında uluslararası ödüller alması kıskanılmalı ama asla değer verilmemeli, haber yapılarak şımartılmamalıdır.

.

.

.

 

Yukarda biryerlerde, Fehmi Koru'nun tartışmaya konu yazısı hakkında TGC tarafından yapılan açıklama var. Bugün "BÜYÜK" İskender Pala' da TGC hakkında böyle demiş...Dahası da var da önemi yok...

 

Ben, pek de iyi bilmiyorum TGC'yi...Hasılı açıklamalarının da pek bir önemi yok demiştim zaten benim için...

Gönderi tarihi:

Bizi Fehmi Koru'dan kim koruyacak???? Yillardan beri seriatci siyasilerin ekmegini yiyen birisi herhalde tarafsiz bir yorumcu olarak kabul edilemez. Ilhan selcuk bana göre Ergenekon gibi cete bir örgütle iliskisi olacak biri degil. Yargi bunu gösterecektir muhakkak. Ama sayin Perincek gibileri öyle bir örgütün icinde olabilir, cünki gecmisi bunu gösteriyor.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.