Φ xprensesx Gönderi tarihi: 30 Kasım , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 30 Kasım , 2007 bu durumda; mesaj size ulaşmış demektir sayın demirefe... değil mi? saygılar Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2007 bu durumda; mesaj size ulaşmış demektir sayın demirefe...değil mi? xprensesx, artık söylediklerinin arkasını iyi anlıyorum. Arkasından geleni söylemiyorsun, benim kavrayışıma güveniyorsun, sağol. Anlıyorum, tebliğ edildi ve sorumluluk bindi. İyiliğimi düşündüğün ve hatırlattığın için gerçekten samimi teşekkürler... Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ musabbinumeyr Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2007 arkadaşlar yazıyı okuyan dikkatli okusun vede objektif olmaya özen göstersin çünkü bu yüce kitabımızın akli delilidir hani bir çok fikir babaları her şeyi akli yönden bulurya...vede burada her fırsatta delil akli isteyen insanlara bir delildir.şayet ateist olsun iman eden olsun dikkatli okumaya çalışalım.çünkü ateistlerin çoğuda bilmediğinden yahut yanlış bildiğinden öyle düşlünüyorlar. selametle... KU’RAN-I KERiM’iN VARLIĞI AKLA DAYANMAKTADIR Bilindiği üzre Kur’an-ı kerim Allah tarafından cebrail vasıtasıyla hz. Muhammed’e indirilen ve müslümanların bağlandıkları delil-i erbaa’nın ilk ve en kuvvetli kitabıdır. Bu Kur’an’ın bilinen tarifidir. Allah’ın varlığına olan iman ve peygamberlere olan ihtiyacın akli delili ve açıklaması olduğu gibi, Kuran-ı kerim’in de akli delili ve açıklaması vardır.Zıra islamda üç şey akla dayanmaktadır.Öyleyse Kur’an- kerim’in akli delili nedir? Sorusuna cevap bulmaya çalışalım. Kur’an-ı kerim’in kimden olduğu konusunda müşrikler, materyalistler çok fazla fikir yürütmüşlerdir. Müşrikler, Kur’an-ı Muhammed’in kendisinin yazdığını söylemekle beraber onun sihir yaptığını ve Kur’an-ın sihirlı bır söz olduğunu iddia etmişlerdir. Hatta aralarında onun sürekli bir şekilde dağa çıkıp uzun müddet orada bulunduğundan ötürü delirdiğini ve mecnun olduğunu söyleyenler dahi vardı.Bazılarıysa Muhammed’in Kur’an-ı Cebr isimli hristiyandan aldığını iddia ediyordu. Mataryalistlere gelince; onlarda Kur’an-ın Muhammed’in yüksek zeka ve dahiliğinin ürünü olduğunu aslında Kur’an-ı Allah’ dan almadığını onun bir yalancı olduğunu söylüyorlardı. Ku’ran’ın kimden olduğu konusunda üç tane ihtimal vardır. Kur’an arapça olması itibariyle ya araplar tarafından ya hz. Muhammed’den ya da Allah tarafından gönderilmiş bir kitaptır. Bu sayılanların dışında başka bir ihtimal yoktur. Araplardan olması ihtimaline değinecek olursak; kuran’ın 1400 yıl önce ortaya çıktığı muhakkaktır. Ve herkes tarafından kabullenilen bir husus varki oda kuran’ın şu ana dek hiçbir insanın ulaşamadığı ve ulaşamayacağı eşsiz uslubunun (belagat) bulunduğudur. Gerçektende kuranın bu uslubu herkesi büyük bir şaşkınlığa uğratmıştırki zaten Kur’an-ın ortaya çıktığı dönemde araplar edebi şiir konusunda oldukça uzmanlaşmışlardı. Öyleki baştan okunduğunda aynı sondan okunduğunda da aynı şiirler yazabiliyorlardı. Bakınız Kur’an hakkındaki şaşkınlığını o dönemde şiirde en uzman kişi olan Velid bin Muğire iman etmediği halde nasıl dile getiriyor; "Allah'a yemin olsun ki sizden hiçbiriniz şiir çeşitlerini, kasidesini benim kadar, benden daha iyi bilemez. Allah'a yemin olsun ki onun söylediği bunlardan hiç birine benzemiyor. Vallahi onun söylediği sözlerde bir tatlılık, ferahlık var. Onun söylediği sözün dalları yaprak verirken kökü bereket saçıyor. O yücedir ondan daha üstünü yoktur" İşte Velid b. Muğire Kur'an'a inanmamasına ve küfründe direnmesine rağmen Kur'an hakkında böyle itiraflarda bulunuyordu. Zira icaz Kur'an'ın kendinden gelmektedir. Bir başka örneğide islamın en azılı düşmanları olan müşrikler iman etmemiş olmalarına rağmen nasıl sergiliyor Ebu Süfyan b. Harb, Ebu Cehil, Amr b. Hişam, Ahnes b. Şureyk bir gece; Resulullah (sas) evinde namaz kılarken onu dinlemek için evlerinden dışarı çıktılar. Onlardan her biri onu dinleyecek bir yer edinip oturdular. Hiç biri diğerinin farkında değildi. Resulullah (sas), kısa bir gece namazı kılıyordu. Kur'an'ı, itinalı aheste aheste okuyordu. Onlar, Allah'ın ayetlerini dinliyorlardı. O ayetler, onların kalblerine ve nefislerine tesir ediyordu. Böylece gecelediler. Nihayet şafak söktüğü zaman evlerine dönmek için dağıldılar. Ve yol onları birleştirdi. Onlar bu vaziyet karşısında birbirlerini kınadılar. Birbirine dediler ki: "Bir daha böyle yapmayalım. Çünkü, şayet sefihlerimizden (aşağı tabakan insanlar) biri bizi görürse işimizi daha da zorlaştıracağı gibi Muhammed'in bize karşı güçlenmesine sebeb olur." Nihayet ikinci gece olduğu zaman onlardan her biri akşamki yerine tekrar döndü. Sanki onlardan her birinin ayakları onu dün gecelediği yerde gecesini geçirmeye ve Muhammed'in, Rabbisinin Kitabını okumasını dinlemeye gayri ihtiyarî olarak götürüyordu. Nihayet şafak söktüğünde geri dönerlerken yine karşılaştılar. Yeniden birbirlerini kınadılar, ayıpladılar ve dağıldılar. Fakat onların birbirlerini kınamaları, üçüncü gece tekrar oraya gitmelerine engel olamadı. Ne zaman ki Muhammed'in davetinden dolayı kendi nefislerinde vukuu bulan zaafiyeti anlayınca bir daha benzeri bir iş yapmamak için birbirleri ile antlaştılar. Muhammed'i dinlemeye gitmekten vaz geçtiler. Fakat üçüncü gecede ondan işittikleri, nefislerinde iz bıraktı. Ve onları, dinledikleri şey hakkındaki görüşlerini birbirlerine sormaya itti. Onlardan her birisinin nefsi çalkalanıyordu. Onlardan her birisi, kavminin efendisi olduğu haldeyken kuvvetten düşmekten korkuyorlardı. Çünkü, kavminin onu zayıf sayıp da Muhammed'e tabi olmasından korkuyordu. (islam devleti/Takiyyuddin en_Nephani) Kuran'ın Edebi Mükemmelliği ve Taklit Edilemezliği Hakkındaki Yorumlardan Bazıları Mekkeliler hala ondan mucize istiyorlardı ve Hz. Muhammed (sav), dikkate değer bir cesaretle ve kendinden eminlikle misyonunun teyidi olarak Kuran'ın kendisine başvurdu. Tüm Araplar gibi onlar da lisan ve konuşma sanatında uzmandılar. Eğer Kuran O'nun kendi yazması olsaydı, diğer kişiler onunla rekabet edebilirdi. Bırakalım onun gibi on ayet yazsınlar. Eğer yazamazlarsa (ki kesinlikle yazamazlar) o zaman Kuran'ı açık bir mucize olarak kabul etsinler. (Oxford Üniversitesi'nden ünlü Arap dili uzmanlarından Hamilton Gibb) 123 Edebi bir dev yapıt olarak Kuran tek başına durmaktadır; Arap edebiyatının eşsiz bir ürünüdür, kendi deyimiyle selefi ve halefi yoktur. Tüm çağların Müslümanları yalnızca içeriğinin değil, üslubunun da taklit edilemeyeceği konusunda birleşmişlerdir… (Arap dili uzmanı Hamilton Gibb) 124 Kuran seçkin güzellikte bir kafiyeye ve kulağı büyüleyen bir ahenge sahiptir. Pek çok Hıristiyan Arap, Kuran'ın stilinden hayranlıkla bahseder ve pek çok Arapça uzmanı onun mükemmelliğini kabul eder... Gerçekte, hem şiir hem nesirde engin ve verimli olan Arap edebiyatı içinde onunla kıyaslanacak hiçbir şey yoktur. 132 (Alfred Guillaume'ın Islam (İslamiyet) adlı kitabından) Evet görüldüğü gibi iman etmeyen insanlar dahi kuranın uslubunun üstünlüğü hakkında hayretlerini gizleyemiyorlar. Kur’an kendisine insan sözüdür diyenlere meydan okumaktadır. ”Eğer Kur’an insan sözüyse ve iddanızda samimi iseniz onun dengini getirin” demektedir. Kur’an’da insanlara meydan okuyan ayetlerden : "Şayet siz, kulumuza indirdiğimizden şüphe ediyorsanız haydin ona benzer bir sûre de siz getirin. Allah'tan başka şahitlerinizi de çağırın. Eğer doğru söyleyenlerdenseniz" "De ki onun sûrelerine benzer bir sûre meydana getirin. İddianızda samimi iseniz Allah'tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın" "Yoksa onu kendisi mi uydurdu diyorlar öyle mi? De ki: Eğer doğru söylüyorsanız haydin öyleyse onun sûrelerine benzer uydurma on sûre getirin. Hem Allah'tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın" Bu meydan okuyuşa karşılık şuana kadar hiçbir insan onun dengini getirememiştir.Sınırlı akıl yapısıyla bir insan ne kadar zeki olursa olsun dünyanın en dahi insanı dahi olsa kuranın uslubuna asla yaklaşamaz.Birde kur’an-ın mucizevi uslubunda değinilmesi gereken bir husus daha var. İnsan zaman içerisinde kendisini geliştiren bir varlıktır. Doğumundan ölümüne kadar insan sürekli yeni şeyler öğrenir ve zamanın ilerlemesiyle daha çok tecrübe sahibi olur. Misalen yirmi yaşına geldiğinde herhangi bir meselede bir kitap yazsa, aynı şekilde otuz yaşına geldiğinde de aynı mesele hakkında bir kitap yazsa her iki kitap arasında da ilmi, edebi, tecrubi açıdan farklılık olduğu görülecektir. Yirmi yaşında yazmış olduğu kitap, otuz yaşında yazmış olduğuna kıyasen uslup açısından daha düşüktür. Çünkü insanoğlu baştada belirtmiş olduğum gibi kendini zaman içerisinde geliştiren bir varlıktır. Hani bir söz vardır “ilim beşikten mezara kadardır” diye! İşte bu sözün manası budur.Ve şu da bir gerçektirki insan kendini ne kadar geliştirirse geliştirsin hiçbir zaman mükemmeli yakalayamaz. Her zaman için sınırlı eksik aciz bir akla sahip olduğu için ilmi tecrubi ve uslubunda mükemmel olamaz.Ancak Kuran’a bakıldığında şöyle şaşırtıcı bir gerçekle karşılaşıyoruz ; Kur’an 23 senede tamamlandı. Ve Kur’an’ın ilk inen ayetiyle son inen ayeti arasında uslup açısından hiçbir faklılık yoktur. Uslupta en üstün mertebede olduğu gibi 23 sene de tamamlanan kur’an herhangi bir düşüklük,hata,çelişki gibi özelliklerden tamamiyle beridir.Ayetlerin dizilişi okunuşu insanı hayretler içerisinde bırakır ve kalplere tesir eder. Öyleyse açığa çıkmaktadırki kur’an ‘ı araplar getirmemiştir! İkinci ihtimal Muhammed(sallallahu aleyhi vesellem) den olması hususu: Kur’an’ın Muhammed (sav) den olduğu iddiasına değinecek olur isek ; Kuran’ın arapça bir kitap olduğu muhammed’inde arap olduğu aşikardır.Ayrıca Hz. Muhammedin üstün kabiliyetlerinin olduğu, insanlar arasında ahlakça en güzel ahlaka sahip olduğu, hiçbir zaman yalan söylemediği,emanete hiyanet etmediği,cömert olduğu peygamberlik iddiasında bulunmadan önce dahi bu özelliklerinin herkes tarafından bilindiği ve şöhret bulduğu, hatta kereyşlilerin bir anlaşmızlığa düştüklerinde hakem olarak tayin ettikleri, adınada muhammed-ül emin dedikleride pek tabi aşikardır.Ancak hz.Muhammed’in bu kadar üstün yeteneklerinin olması onun da herkes gibi bir insan olduğu gerçeğini değiştirmez. Mademki araplar Kur’an’ın bir benzerini getiremedi ozaman açığa çıkıyorki Muhammed’e kur’an’ı getiremez.Bir insan nekadar üstün kabiliyette olursa olsun sınırlı akıl yapısıyla kur’an’daki o mucizevi usluba erişemez.Zira bu sınırsız ,muhtaç.eksik,aciz olmayan bir yapı gerektirir.Buda kainatta hiçbir varlıkta bulunmayan bir vasıftır. Kur’an-ın Muhammed’den olmadiğının ikinci delili ise; Hz Muhammed islamı insanlara tebliğ ederken birisi Ku’ran, diğeri sünnet (hadis) olmak üzere iki Şer’i delil sunuyordu. Kur’an-ın gerek mana ve gerekse lafız olarak Allah’tan olduğu ; Hadislerinse mana itibariyle Allah’tan lafız olaraksa kendinden olduğunu söylüyordu.Burada hadislerle ayetler incelendiğinde herikisindeki uslubunda yine birbirinden farkli olduğu görülecektir.Hadislerde Muhammed’in kendine has bir uslubunun olduğu ayetlere bakıldığındaysa çok farklı en üst mertebede bir uslubun olduğu gerçektir.Mademki Kur’an muhammed’dendir o zaman hadislerle ayetler arasındaki uslup farklıliğı nereden kaynaklanmaktadır? Eğer Kur’an muhammeden olsaydı kuran ve sünnet birbirinin aynı olurdu. Ozaman Kur’an-ın Muhammed’den olduğu gerçeğide çürütülmüş oluyor.Geriye bir tek seçenek kalıyor oda Kur’an-ın bütün alemlerin yaratıcısı yarattıklarına benzemeyen büyük kudret sahibi,varlığı vacip, hiçbirşeye muhtaç olmayan,herşeyin ona muhtaç olduğu Allah’tan olduğudur. (musabbinumeyr) Aynı zamanda şuda bilinmelidirki Kur’an 1400 seneden beri taklıt edilemedi ve bundan böylede kıyamete değin milyarlarca yıl geçsede asla ve kat’a kimse tarafından taklit edilemeyecektir. Asırlar geçse, insanoğlu teknolojinin en ileri boyutunu yaşasa, uzay keşfedilsede bu gerçek hiçbir zaman değişmeyecektir. Kur’an her asır ve zamanda insanoğlunun ihtiyaçlarını karşılayabilecek onların bütün problemlerini en mükemmel seviyede çözebilecek kabiliyettedir. Insanlar ancak ona inanmakla, onu kabullenip içerisindeki hükümleri fiiliyata geçirmekle, sorunlarını kur’an’a başvurup çözmekle huzuru ve mutluluğu yakalayabilirler.Zira o kur’an alemlerin yaratıcısı Allah tarafından indirilmiştir. Ve o herşeyi bilen,her daim yaratma halinde olan en küçüğünden en büyüğüne kadar her zerreden haberdar olan onları düzene sokandır. Elbetteki insanoğlunun huzur ve mutluluğunun nerede olduğunu problemlerinin çözümünün nasıl gerçekleşmesi gerektiğini o daha iyi bilir. Evet Kur’an-ın Kerimin Allah’tan olduğunun akli ıspatı buraya kadar anlatılanlardır.Bunun dışında birde Kur’an-ın akli açıklaması olmayıp onun Allah’ın sözü olduğunu pekiştiren birtakım mucizevi ayetlere değinmek istiyorum.Kur’anın mucizevi özelliklerinden biride 1400 sene önce indirilen kur’anda bilimsel birtakım olayların bildirilmesidir. Zira bu bilimsel gerçekler 20.ve 21. yüzyıllarında ulaşılan bilgilerdir fakat burada şu yanlış anlaşılmasın Kuranı Kerim bir bilim kitabı değildir. Zaten kuranı kerimde bilimsel mucizelerin olması onun akli ıspatı olmayıp bilakis kur’an-ın Allah’ın sözü olduğunu pekiştiren gerçeklerdir.Kur’an-ın bilimsel mucizelerinden birkaçı; Kuran'ın indirildiği 7. yüzyılda, Arap toplumu bilimsel konular hakkında sayısız hurafeye ve batıl inanca sahipti. Evreni ve doğayı inceleyecek teknolojiye sahip olmayan Araplar, nesilden nesle aktarılan efsanelere inanıyorlardı. Örneğin, gökyüzünün dağlar sayesinde tepede durduğu sanılıyordu. Bu inanışa göre Dünya düzdü ve iki uçtaki yüksek dağlar birer direk gibi gök kubbeyi ayakta tutmaktaydı. Ancak Arap toplumunun tüm bu batıl inanışları Kuran'la birlikte ortadan kaldırıldı. Örneğin "Allah O'dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti..." (Ra'd Suresi, 2) ayeti göğün dağlar sayesinde tepede durduğu inancını geçersiz kıldı. 20. yüzyılın başlarına dek bilim dünyasında hakim olan tek görüş, "evrenin durağan bir yapıya sahip olduğu ve sonsuzdan beri süregeldiği" şeklindeydi. Ancak, günümüz teknolojisi sayesinde gerçekleştirilen araştırma, gözlem ve hesaplamalar evrenin bir başlangıcı olduğunu ve sürekli olarak "genişlediğini" ortaya koydu. „Biz Göğü büyük bir kudretle bina ettik ve şüphesiz biz onu genişleticiyiz.“(zariyat suresi,47) Kuran'da dağların önemli bir jeolojik işlevine dikkat çekilmektedir: Yeryüzünde, onları sarsmasın diye, sabit dağlar yarattık... (Enbiya Suresi, 31) Dikkat edilirse ayette, dağların yeryüzündeki sarsıntıları önleyici özelliğinin olduğu haber verilmektedir. Kuran'ın indirildiği dönemde hiçbir insan tarafından bilinmeyen bu gerçek, günümüzde modern jeolojinin bulguları sonucunda ortaya çıkarılmıştır. ,,Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık? (Nebe Suresi, 6-7) Bir ayette dağların göründükleri gibi sabit olmadıkları, sürekli hareket halinde bulundukları şöyle bildirilmektedir: ,,Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler... (Neml Suresi, 8 Dağların bu hareketi, üzerinde bulundukları yer kabuğunun hareketinden kaynaklanır. Yer kabuğu kendisinden daha yoğun olan manto tabakası üzerinde adeta yüzer gibi hareket etmektedir. İlk olarak 20. yüzyılın başlarında Alfred Wegener isimli Alman bir bilim adamı, yeryüzündeki kıtaların Dünya'nın ilk dönemlerinde birarada bulunduklarını, daha sonra farklı yönlerde sürüklenerek birbirlerinden ayrılıp uzaklaştıklarını öne sürmüştü. Ancak jeologlar, Wegener'in haklı olduğunu onun ölümünden 50 yıl sonra yani 1980'li yıllarda anlayabildiler. Yakın bir zamana kadar insanlar, bebeğin cinsiyetinin anne hücreleri tarafından belirlendiğini sanıyorlardı. Ya da en azından, anne ve babadan gelen hücrelerin birlikte cinsiyet belirledikleri zannediliyordu. Ancak Kuran'da bu konuda farklı bir bilgi verilmiş ve erkeklik ve dişiliğin, "rahime dökülen meniden" yaratıldığı bildirilmiştir: ,,Doğrusu, çiftleri; erkek ve dişiyi, yaratan O'dur. Bir damla sudan (döl yatağına) meni döküldüğü zaman. (Necm Suresi, 45-46) ,,Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir alak (embriyo) oldu, derken (Allah, onu) yarattı ve bir 'düzen içinde biçim verdi.' Böylece ondan, erkek ve dişi olmak üzere çift kıldı. (Kıyamet Suresi, 37-39) Kuran'ın mucizevi yönlerinden biri de, ayetlerinde, gelecekte gerçekleşecek olan bazı olayların önceden haber verilmiş olmasıdır. Gelecekle ilgili haber verilen bu olayların zaman içerisinde gerçekleşmesi, Kuran'ın üstün ilim sahibi olan Allah'ın sözü olduğunu pekiştiren delillerdendir. Kuran'ın gelecek hakkında verdiği haberlerden biri Rum Suresi'nin hemen başındaki ayetlerde yer alır. Bu ayetlerde Bizans İmparatorluğu'nun bir yenilgiye uğradığı, ama çok kısa bir zaman sonra tekrar galip geleceği şöyle bildirilmiştir: ,,Elif, Lam, Mim. Rum (orduları) yenilgiye uğradı. "Dünyanın en alçak yerinde". Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir. Üç ile dokuz yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir Allah'ındır. Ve o gün müminler sevineceklerdir. (Rum Suresi, 1-4) Kur’an-ın bilimsel mucizeleri hakkında bu kadar örnek vermek yeterli olur. Şimdi çok ilginç bir hadiseye değinmek istiyorum.(kur“an mucizeleri/HY) Kaptan Cousteau, bu arastirma konusunda sunlari söylüyordu: "Bazi arastirmacilarin, farkli deniz kütlelerini birbirinden ayiran engellerin bulunduguna dair ileri sürdükleri görüsleri inceliyorduk. Çalismalar sonucunda gördük ki, Akdeniz'in kendine has tuzlulugu ve yogunlugu var. Ayni zamanda kendine has canlilari barindiriyor. Sonra Atlas okyanusu'ndaki su kütlesini inceledik ve Akdeniz'den tamamen farkli oldugunu gördük. Halbuki Cebel-i Târik Bogazi'nda birlesen bu iki denizin tuzluluk, yogunluk ve ihtiva ettigi hayatiyet açisindan esit veya esite en yakin olmasi gerekiyordu.. Oysa ki bu iki deniz, yakin kisimlarinda dahi ayri bir yapi arzediyordu. Bunun üzerine yapmis oldugumuz arastirmalarda, bazi saskina çeviren bir durumla karsilastik. Çünkü bu iki denizin karismasina, birlesme noktasinda bulunan harika bir su perdesi engel olyuordu. Ayni türden bir su engeli 1962 yilinda Alman ilim adamlari tarafindan Aden Körfezi ile Kizildeniz'in birlestigi Mendep Bogazi'nda da bulunmustu. Daha sonraki incelemlerimizde, farkli yapidaki bütün denizlerin birlesme noktalarinda ayniengelein bulundugunu müsahede ettik. Kaptan Cousteau'yu sasirtan esas gerçek denizdeki bu su engelin 14 asir öncesinden Kur'ân'da açikça belirtilmis olmasiydi. Prof. Dr. Maurice Bucaille tarafindan Cousteau'ya bildirilen Er-Rahman Sûresinin 19 ve 20. âyetlerinden; "Iki denizi birbirine kavusmak üzere salivermistir. Aralarinda bir engel vardir, birbirine geçip karismazlar" buyurulmustur. El-Furkan Sûresinin 53. âyetinde ise, bu gerçek daha detayli olarak bildiriliyordu: "Birinin suyu tatli ve susuzlugu giderici, digerininki tuzlu ve aci iki denizi saliveren ve aralarina bir engel, asilmaz bir sinir koyan O'dur" Kaptan cousteau’nun müslüman olup olmadığı konusunda farklı söylentiler var ama zaten onun müslüman olup olmadığı burada önem arzetmiyor. Önem arzeden bu türden gerçeklerin alemlerin yaratıcısı Allah’ın sözü olan Kur’an’da bildirilmesidir. Zira Kur’an’da keşfedilen bu gerçekler günümüz teknolojisiyle ulaşılabilmiş gerçeklerdir. 1400 sene evvel yaşayan insanların Kur’an’da var olan bu bilimsel mucizelerden haberi yoktu.O yüzden Kur’an’ın bu mucizesi o dönemde yaşayan insanları bağlamaz, Kur’an’ın asli ve evrensel mucizesi defalarca ifade etmiş olduğum gibi icazıdır. Evet konuya Allahu teala’nın şu sözüyle son vermek istiyorum: Biz ona (peygambere) şiir öğretmedik; (bu,) ona yakışmaz da. O (kendisine indirilen Kitap), yalnızca bir öğüt ve apaçık bir Kuran'dır. (Kuran,) Diri olanları uyarıp korkutmak ve kafirlerin üzerine sözün hak olması için (indirilmiştir). (Yasin Suresi, 69-70) musabbinumeyr sadakALLAHulazim Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ hoppa Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2007 " Iki denizi birbirine kavusmak üzere salivermistir. Aralarinda bir engel vardir, birbirine geçip karismazlar" buyurulmustur. El-Furkan Sûresinin 53. âyetinde ise, bu gerçek daha detayli olarak bildiriliyordu: "Birinin suyu tatli ve susuzlugu giderici, digerininki tuzlu ve aci iki denizi saliveren ve aralarina bir engel, asilmaz bir sinir koyan O'dur" Tatlı ve tuzlu su karışır.Kuranın bu konuda söylediği yanlıştır. Bunu anlamak için taaa denizlere açılmanıza gerek yok.Bir bardak tuzu su ile bir bardak tatlı suyu bir kaba dökün bakalım sonuç ne oluyor. Hangi bilim adamı karışmaz demişte böyle şeylerin peşine düşüyorsunuz ? Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2007 Arkadaşım akla mantığa dayandırmak istiyorsan bahsedilen çelişkileri alır, Kuran'dan ayetleri alır yorumlarsın ve çürütürsün. Bu böyle demiş şu şöyle demiş ile hiç bir şey aklanmaz... Kur?anın mucizevi özelliklerinden biride 1400 sene önce indirilen kur?anda bilimsel birtakım olayların bildirilmesidir. Zira bu bilimsel gerçekler 20.ve 21. yüzyıllarında ulaşılan bilgilerdir fakat burada şu yanlış anlaşılmasın Kuranı Kerim bir bilim kitabı değildir. Peki neden bilime yamamaya çalışılıyor? Ya da bilimsel bulgular ona yamanıyor? Kuran'ın indirildiği 7. yüzyılda, Arap toplumu bilimsel konular hakkında sayısız hurafeye ve batıl inanca sahipti. Evreni ve doğayı inceleyecek teknolojiye sahip olmayan Araplar, nesilden nesle aktarılan efsanelere inanıyorlardı. Örneğin, gökyüzünün dağlar sayesinde tepede durduğu sanılıyordu. Bu inanışa göre Dünya düzdü ve iki uçtaki yüksek dağlar birer direk gibi gök kubbeyi ayakta tutmaktaydı. Ancak Arap toplumunun tüm bu batıl inanışları Kuran'la birlikte ortadan kaldırıldı. Örneğin "Allah O'dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti..." (Ra'd Suresi, 2) ayeti göğün dağlar sayesinde tepede durduğu inancını geçersiz kıldı. "...gökleri dayanak olmaksızın yükseltti" Kim neyi nereye yükseltiyor? Bumu bilimsel? Bilim bunumu destekliyor yani? Yok artık... Kuran'da dağların önemli bir jeolojik işlevine dikkat çekilmektedir: Yeryüzünde, onları sarsmasın diye, sabit dağlar yarattık... (Enbiya Suresi, 31) Dikkat edilirse ayette, dağların yeryüzündeki sarsıntıları önleyici özelliğinin olduğu haber verilmektedir. Kuran'ın indirildiği dönemde hiçbir insan tarafından bilinmeyen bu gerçek, günümüzde modern jeolojinin bulguları sonucunda ortaya çıkarılmıştır. Modern jeolojinin hiç de böyle bir bulgusu yoktur. Dağlar sarsıntıları önlemek için çakılmış kazıklar değildir. Bizzat o sarsıntıların sonucu oluşurlar. Ayrıca dağlar yaratılmış değildir arkadaşım. Bari bunu kabul edin de ona göre kullanın jeolojiyi. Dağlar oluşur, aşınır, oluşur, kesilip aşınır... Jeolojiyi anlamadan alet etmeyin kendinize!!! Aynı şeyi onuncu kez yazıyorum!!! ,,Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık? (Nebe Suresi, 6-7) Al işte... ,,Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler... (Neml Suresi, 8 Dağların bu hareketi, üzerinde bulundukları yer kabuğunun hareketinden kaynaklanır. Yer kabuğu kendisinden daha yoğun olan manto tabakası üzerinde adeta yüzer gibi hareket etmektedir. İlk olarak 20. yüzyılın başlarında Alfred Wegener isimli Alman bir bilim adamı, yeryüzündeki kıtaların Dünya'nın ilk dönemlerinde birarada bulunduklarını, daha sonra farklı yönlerde sürüklenerek birbirlerinden ayrılıp uzaklaştıklarını öne sürmüştü. Ancak jeologlar, Wegener'in haklı olduğunu onun ölümünden 50 yıl sonra yani 1980'li yıllarda anlayabildiler. Yakın bir zamana kadar insanlar, bebeğin cinsiyetinin anne hücreleri tarafından belirlendiğini sanıyorlardı. Ya da en azından, anne ve babadan gelen hücrelerin birlikte cinsiyet belirledikleri zannediliyordu. Ancak Kuran'da bu konuda farklı bir bilgi verilmiş ve erkeklik ve dişiliğin, "rahime dökülen meniden" yaratıldığı bildirilmiştir: Bulut gibi harelket etmez dağlar... Ayrıca kabuk manto üzerinde hareket de etmez! Biraz jeoloji okuyup ondan sonra kullanın onu... Gelelim jeolojiyi ya da herhangibir bilim dalını kullanma konusuna. Neden işinize geleni kullanır işinize gelmeyeni uydurma dersiniz? Sana binlerce veri anlatırım dünyanın bu şekliyle yaratılmadığına dair. Dağların yaratılmadığına dair. Kimileri 200-250 milyon yıl yaşında, kimileri 50-60 milyon yıl yaşındadır (rakamları tam hatırlamıyorum)... E böyle olunca 250 milyon yıl önce, 50-60 milyon yıl yaşındaki dağlar yoktu. E tabi diyeceksiniz ki onlar da zamanı gelince yaratıldı... Ooof offf... Saygılar efendim (Ha bu arada ayetlere dikkat ederseniz dağlara bir sabit diyor bir bulut gibi harelketli diyor... Bu mu mantığa uygunluk???) Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Misafir fuad Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2007 Sayın boşig, sadece belirtilen ayet kendi zamanına, işte şu ayet yüz yıl sonrasına kadar, şu ayet mi, o en az beşyüz yıl gider, şu ayete gelirsek bin sene geçerliği var. Ama bak şu ayete geldik mi ebedi geçerli... Bütün bu ayrımları nasıl yapabileceğiz? İddia ne? Ebediyen bütün insanlar için geçerli, son kitap. E buyrun o zaman, işte müşrikler, işte ehli kitap! Ya da ebedi evrensel geçerlilik iddiası iptal... Bu iki yoldan başka yol varsa duymak isterim. Evrensel geçerliliği olan hiçbirşey yok mu Kuran da? Var. Peki daha peygamberimizin zamanında kaldırılmış hükümler yok mu? Var. Nesh var. Hadis ayeti neshediyor. Sünnetullah neshedemez mi? Eder. Demek ki alime düşen görev ayetlerin geçerliliklerini tespit etmek. Her hükmü ebedi ve evrensel değil. Bazıları o döneme ait. Bazıları ebedi. Tabi bu benim inancım. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2007 Evrensel geçerliliği olan hiçbirşey yok mu Kuran da? Var. Peki daha peygamberimizin zamanında kaldırılmış hükümler yok mu? Var. Nesh var. Hadis ayeti neshediyor. Sünnetullah neshedemez mi? Eder. Demek ki alime düşen görev ayetlerin geçerliliklerini tespit etmek. Her hükmü ebedi ve evrensel değil. Bazıları o döneme ait. Bazıları ebedi. Tabi bu benim inancım. Sayın fuad, bu söylediğiniz önerinin çok büyük karmaşa ve ihtilaflara yol açacağının farkında olmanızı dilerim. Burada anayasanın bilmem kaçıncı maddesini iptal etmekten bahsetmiyoruz. İnsanların ibadetlerinde okuduğu, her harfinden sevap umduğu, eline abdestsiz almadığı ve bir harfinin değişmediğine inandığı, sonsuz güçlü bir tanrıdan geldiğine inanılan bir kitaptan bahsediyoruz. Sizin söylediğiniz, halkın Kur'andan ve anlamından hiç bir şey anlamadığı, yönetimin tamamen mollaların tekelinde ve güdümünde olduğu, yasaların tamamen onların yorumlamalarıyla düzenlendiği bir toplumda olabilir. Mollalar hangi ayeti nasıl yorumlayacaklarına aralarında karar verir, yasamaya bildirirler, onlar da o doğrultuda yasa çıkarırlar. Modern dünyada böyle kalmaya devam edecek bir toplum olabilir mi sizce? Hiç bir şey bilmeyen ve anlamayan, Kur'anı yorumlamayı tamamen mollalara bırakmış bir toplum? Ya da böyle bir toplum iyi ve ideal bir toplum mu olacaktır? Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Misafir fuad Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2007 Ya da böyle bir toplum iyi ve ideal bir toplum mu olacaktır? Tabiki hayır. Din bir inançtır. Kişisel inançtır. Öyle kalmalıdır. Onunla toplumu dizayn etmeye kalkmak, mesela ceza yasalarını belirlemek büyük hata olur. Hem laik hem müslüman olunur. Birilerine inat. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2007 Tabiki hayır. Din bir inançtır. Kişisel inançtır. Öyle kalmalıdır. Onunla toplumu dizayn etmeye kalkmak, mesela ceza yasalarını belirlemek büyük hata olur. Hem laik hem müslüman olunur. Birilerine inat. Sözkonusu İslam ise o böyle demiyor maalesef... Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Misafir fuad Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2007 Sözkonusu İslam ise o böyle demiyor maalesef... Benim inancım diyor. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2007 Benim inancım diyor. inancınıza saygı duyarım ve iyi de düşünüyorsunuz... Ama, sözkonusu islam ise diye belirtmiştim... Saygılar efendim Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 2 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 2 Aralık , 2007 Bu durumda mutabıkız sayın fuad... İnanç konusunda bundan fazlasını istemek ve beklemek saygısızlık ve haksızlık olur. Katılımınız için teşekkürler... Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 2 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 2 Aralık , 2007 (Yasin Suresi, 69-70) musabbinumeyr sadakALLAHulazim Kardeş, bak önce sadakallahulazim deyip sonra adını yazman gerekirdi. Maazallah adın surede geçiyor gibi yazmışsın, bu işler yanlış yapmaya gelmez... Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 2 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 2 Aralık , 2007 Birbirine karışmayan iki deniz konusuna değinmek isterim: Bu doğrudur. Denizlerin tuzluluk oranı ve canlı içeriği okyanuslardan farklıdır. Akdeniz Atlas okyanusundan ve Kızıldeniz Hint okyanusundan oldukça farklıdır. Ancak bu mucizevi bir durum değildir. Çünkü denizlere bir çok nehir dökülmekte ve bu yüzden boğazlarda su akıntısı çoğunlukla denizden okyanusa doğrudur. Dipten ters akıntı olmaktadır ama etkin olan yüzey akıntısıdır. Yani denizler karışır, karışmayı engelleyen bir perde filan yoktur. Fakat yine de yapısal farklılık olur. Tuzluluk farkı böyle oluşur, denizden okyanusa akıntıyla geçen az sayıda canlı da uyum sağlayamayarak uzun süre yaşayamaz. Yani boğazlar öyle harıl gürül nehir gibi de akmaz. O yüzden boğazın hemen iki yanında farklılık kolayca farkedilir. Tatlı ve tuzlu iki deniz yoktur. Akarsu ağızlarında nehirin debisine bağlı olarak tuzlu deniz suyu epey ötelere itilebilir ve deniz suyu nehir ağzında tatlı olabilir. Bu bilinen bir şeydir ve gemiler bu tür yerlerden tatlı su alırlardı. Kur'anda su karışmamasından bahsedilmesinin en önemli nedeni bu denizden tatlı su alınabilmesi olayı olmalıdır. Örneğin kuvvetli debili Nil nehri muhtemelen kilometrelerce deniz suyunu ötelere itebilir. Okyanus ve deniz sularının farklı tuzluluğu ve canlıların farklılığı da bilinebilecek bir şeydir. Denizciler bunu boğazdan çıkıp okyanusa açılınca farkederlerdi. Bu farklılığın ancak ayrıntıları, örneğin mikroskopik alg ve planktonlar gibi, sonradan keşfedilmiştir. Milattan önce bile Fenikeliler Suriye ve Lübnan kıyılarından Atlas okyanusuna kadar deniz ticareti yapıyorlardı. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ muki Gönderi tarihi: 2 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 2 Aralık , 2007 Dinci arkadaşlar burnumuzun dibinde olup, İstanbul Boğazındaki çift taraflı akıntıyı nasıl açıklayacaklar acaba? Ya da denizlerdeki sıcak soğuk akıntıları? Dünyanın kaçta kaçının sularla kaplı olduğunu biliyormuydu Muhammed acaba? Kuran'da bu konular hakkında bilgi var mı? Yoksa bu dinci arkadaşlar Kuran'dan alıntı yaptığım gibi, sadece dünyanın yaratılmış olmasıyla hoşnutlar mı? Fussilet 9- De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip O'na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ Suheyla Gönderi tarihi: 5 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 5 Aralık , 2007 Bunu forumda sıklıkla dile getiriyorum, pek bir yanıt alamıyorum. Bu konunun ana noktasını bir başlangıç olarak şu konu oluşturabilir: Örneğin Tevbe süresine göre müslümanlar eğer bu sure ebediyen geçerli ve evrensel ise, müşrikleri gördükleri yerde İslam olmaya davet etmek, kabul etmezse öldürmek ve tüm ehl-i kitabı cizyeye bağlamak zorundalar. Dünyada bir tek müşrik kaldıkça nefes alan ve bir tek ehl-i kitap kaldıkça müslümanlara cizye vermeyen, müslümanların görevi sona ermez. Yahudi ve Hristiyanlar ehli kitaptır, geri kalan herkes müşriktir. Ne diyorsunuz? Bunların onlerinde üc (3) secenek var: 1 Ya Islam, 2 ya cizye (vergi) 3 ya da olum. Cihad'in hukmu budur Muslumanlar icin. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 Bunların onlerinde üc (3) secenek var: 1 Ya Islam, 2 ya cizye (vergi) 3 ya da olum. Cihad'in hukmu budur Muslumanlar icin. Olurmu canım hep hoşgörü dini derlerdi bana... Kandırmaya mı çalışıyorlardı yani? Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ Suheyla Gönderi tarihi: 27 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 27 Aralık , 2007 yaa öyle mi?kur'anı okudun mu peki? Bu soru Sayin Demirefe'ye sorulmustu. Ama ben merak ettim, eger Sayin xprenses veya diger (Islami savunan) arkadaslar okudumu Kur'ani? Ne kadar dikkatli okudular... merak ederim. Ornek: Su ayeti okudunuz mu? "Böylece biz sana Arapça bir Kur'an vahyettik ki, şehirlerin anası olan Mekke'de ve çevresinde bulunanları uyarasın. Hakkında asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları uyarasın. Bir grup cennette, bir grup ise cehennemdedir. (42/7)" Benim anladigim bunu okurken, Allah bu ayetleri Mekke de yasayan araplara gondermis. O yuzden "arapca" dilini kullanmis. Aramizda Mekkeli olan varmi? Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ muki Gönderi tarihi: 27 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 27 Aralık , 2007 Bu soru Sayin Demirefe'ye sorulmustu. Ama ben merak ettim, eger Sayin xprenses veya diger (Islami savunan) arkadaslar okudumu Kur'ani? Ne kadar dikkatli okudular... merak ederim. Ornek: Su ayeti okudunuz mu? "Böylece biz sana Arapça bir Kur'an vahyettik ki, şehirlerin anası olan Mekke'de ve çevresinde bulunanları uyarasın. Hakkında asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları uyarasın. Bir grup cennette, bir grup ise cehennemdedir. (42/7)" Benim anladigim bunu okurken, Allah bu ayetleri Mekke de yasayan araplara gondermis. O yuzden "arapca" dilini kullanmis. Aramizda Mekkeli olan varmi? Sayın Suheyla, burada Kuran okumayan insanın bulunduğunu tahmin etmiyorum. Ancak Kuran, inanan kişiler tarafından işlerine gelindiği gibi okunuyor. Birçok ayetler 'vardır bir hikmeti' 'Allah en iyisini bilir' diyerek okunuyor olmalı. Ben bir insan olarak, kesin olarak hak etmediği hakaret ve küfürlere maruz kalan bir başka insanın yanında olurum. Ve inanmadığından dolayı hakaret ve küfürlere maruz kalan bir insan böyle bir insandır benim gözümde. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ zkan Gönderi tarihi: 29 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 29 Aralık , 2007 Hepsi yalan hepsi yanlış hepsi mantıksız olsun İnsanın Akıl sahibi olması Allahın varlığına delil değilmi. Neyse mevzu bahis olan surenin ayetlerini inceleyelim sorumuza cevap bulalım. Müslüman kimseye her gördüğü yerde kâfir öldürün diye emredilmemiştir. Tevbe suresi 1. ayet Bu, Allah ve Peygamberinden, antlaşma yaptığınız müşriklere bir ültimatomdur Ültimatom; kesin uyarı manasına gelir Tevbe suresi 2. ayet Bundan böyle yeryüzünde dört ay istediğiniz gibi dolaşın; şunu da bilin ki, siz Allah'ı aciz bırakacak değilsiniz ve Allah, herhalde kâfirleri ***** edecek Tevbe suresi 3. ayet Bir de Allah ve Peygamberinden Hacc-ı Ekber gününde insanlara bir bildiridir ki, Allah da Peygamberi de müşriklerden kesinlikle uzaktır. Hemen tevbe ederseniz, hakkınızda hayırlı olur. Eğer aldırmazsanız, bilin ki, Allah'ı aciz bırakacak değilsiniz. Allah'ı ve Peygamberi tanımayanlara acı bir azabı müjdele! Tevbe suresi 4. ayet Ancak antlaşma yaptığınız müşriklerden daha sonra antlaşmalarında hiçbir eksiklik yapmamış ve aleyhinizde hiçbir kimseye arka çıkmamış olanlar başka. Bunlarla yaptığınız antlaşmayı süresine kadar tamamen yerine getirin. Allah, her halde sakınanları sever. Tevbe suresi 5. ayet O haram aylar çıkınca artık müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve bütün geçit başlarını tutun! Eğer tevbe edip namaz kılar ve zekâtı verirlerse, onları serbest bırakın; çünkü Allah bağışlayan ve merhamet edendir. başlığı açan kişinin kast ettiği ayet bu olduğu için açalım biraz Arabistan'da yaygın İslam öncesi bir örfe göre, Muharrem, Recep, Zilkâde ve Zilhicce ayları, kabileler arası saldırmazlık ya da mütareke anlamında "haram" aylar olarak kabul edilirdi. Kur'an, bu mütareke dönemlerini korumak ve çoğu zaman birbiriyle kavgalı olan kabileler arasında barışı yerleştirip geliştirmek amacıyla bu eski örfü ilga etmemiş, tersine destekleyip güçlendirmiştir. 2. ayetde kast edilen 4 ay 5. ayetde kast edilen haram aylarıdır. o 4 ay boyunca istediğniz gibi dolaşın yeryüzünde yani istediğinizi yapın denilmiş vakit tanınmış onlarada. Yani amaç yine önce barış fakat o dönemde müşriklerle yapılan antlaşmalar bozulmuş Müslümanların ibadetlerine yeniden engel olan kişilere karşı bile haram aylar kadar yani 4 ay kadar sabredilmesi barış için uğraşılması emredilmiş aksi takdirde onlara kendilerini yani ibadetlerini korumaları için savaş helal kılınmıştır. Sebepsiz yere insan öldürmeyi Allah hiç bi zaman emretmemiştir bu ayette müşriklerin öldürmek için bile sabretmeleri ve önce barış yollarını denemeleri kast edilmiştir. Ayeti çarptırmayalım. Ki ayette tövbe edenleri geçmişte yaptıklarından dolayı cezalandırmayın da deniyor Tevbe suresi 6. ayet Ve eğer müşriklerden biri senden aman dileyerek yakınına gelmek isterse, Allah'ın kelamını dinleyebilmesi için ona aman ver, sonra onu güven duyacağı yere kadar gönder; çünkü onlar gerçeği bilmez bir toplulukturlar. Ve yine objektif bakacak olursak bu ayette de müşriklerin bile bizden yardım ve sığınma istemleri halinde onlara zulmetmememiz gerektiğini söylüyor aksine yardım etmemiz onları güvenli oldukları yere kadar götürmemiz emrediliyor sanırım bu emirleri ebediyete kadar uygulamamızda herhangi bir sakınca yok değilmi müşrik olana bile yardım talep ettiğinde yardım etmekden ve sadece ibadetlerimize engel olunduğunda barışı denmemizden ve olmazsa savaşa geçmemizden daha doğal bi hakkımız yok sanırım... Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ Suheyla Gönderi tarihi: 29 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 29 Aralık , 2007 Hepsi yalan hepsi yanlış hepsi mantıksız olsunİnsanın Akıl sahibi olması Allahın varlığına delil değilmi. . . . Tevbe suresi 29. Ayet : Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah'ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslam'ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın. Vergi verince iyi olur zannederim. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ zkan Gönderi tarihi: 29 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 29 Aralık , 2007 sayın Suheyla Yanlış anlatım galiba yada eksik okudun yada düzeltmek amacıyla şöyle anlatıyım surenin hepsi yanlış hatırlamıosam 129 ayet ayeti baştan sona anlayarak okursak ibadetlerimize engel teşkil ettikleri zaman haram ayları beklemek emrolunmuş mubarek kiteb Kuranı bütünüyle okursak eğer daha iyi anlaşılacak anlatıklarım kendimce yardımcı olmaya çalışcağım Bakara suresi 190. ayet Size savaş açanlarla siz de Allah yolunda çarpışın; fakat haksız taarruz etmeyin. Çünkü Allah, haksız taarruz edenleri sevmez. Bakara suresi 191. ayet Onları nerede yakalarsanız öldürün ve sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın. O fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Yalnız Mescid-i Haram'ın yanında, onlar sizinle savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın! Fakat sizi öldürmeye kalkışırlarsa, hemen onları öldürün. Kafirlerin cezası böyledir. "Onları nerede yakalarsanız öldürün ve sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın." hicretin ne oldunu anlatarak burda ney kast edildiğini anlatıym müşriklerin zulmleri yüzünden müslümanlar Mekkede yaşayamaz ibadet edemez hale geldiler ve mekkeden çıkarıldılar medineye hicret ettiler Mekkenin tekrar fethi için ""sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın" denmiştir yani kısas hakkı doğmuştur müslümanlara bu ayyetde bunun vurgulandığını anlamak çin ayetin medinede yani hicret edilen yerde indilrimiş olmasıda bir delildir ayetin sadece bu kısmını açıklamaya gerek duydum sanırım geri kalanı siz anlamışsınızdır bu kısımı anlamak çin biras daha islam bilgisi gerektiği için bilgi verdim sonuç olarak eğer bi önceki cevabımı ve bunu tam okudyusanız. savaş islam dininde savunma amaçlı yapılır. sizin bahsetiğiniz ayet yani Tevbe suresi 29. ayet de geçen cizyeyi ve ayeti gücüm yetiğince anlatmaya çalışacağım cizye demek "bağışıklık vergisi" demek Burada "bağışıklık vergisi" sözcükleriyle karşıladığımız cizye terimi Kur'an'da yalnız bir kere geçmektedir... savaş ilanı ile ilgili Bakara süresinden 2 ayet ile örnek verdim. savaş ilan etmek zorunda kalınca yani ibadetlerimiz engellenince orayı feth edin ve cizye vergisi alın onlardan kastı edilmiştir cizye nedir onuda açıklayalım gayrimüslimlere askerlik görevi yapıtırılmadığı için onları koruma bedeli olarak cizye vergisi alınır Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ Suheyla Gönderi tarihi: 29 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 29 Aralık , 2007 sayın Suheyla... bu kısımı anlamak çin biras daha islam bilgisi gerektiği için bilgi verdim sonuç olarak eğer bi önceki cevabımı ve bunu tam okudyusanız. savaş islam dininde savunma amaçlı yapılır. Sayin zkan, Islam konusunda beni bilgilendirdiginiz icin tesekkur ederim. Ben savaş islam dininde, Islam dinini yaymak icin yapildigini zannerdim. Allahin adina yapilir zannederdim. Savunmak icin degil. Yoksa siz "savunmayi" ve "yaymayi" ayni anlamdami kullaniyorsunuz? Allah yolunda oldurulur veya olurseniz, size Allah'tan onlarin topladiklarindan hayirli bir magfiret ve rahmet vardir. (3/157) Onlari siz oldurmediniz fakat Allah oldurdu. Attigin zaman da sen atmamistin, fakat Allah atmisti. Allah bunu, inananlari guzel bir imtihana tabi tutmak icin yapmisti. Dogrusu O isitir ve bilir. (8/17) Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ zkan Gönderi tarihi: 29 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 29 Aralık , 2007 sayın Suheyla evet savunma amaçlı olduğu söylediğim ayetlerde açıkca vurgulanmış. evet Allah adına imanlarını korumak için ibadetlerine engel olunduğu zaman savaşılır. savaş ancak bu şartla yapılır. Allah yolunda ölmek can korkusundan vazgeçip diğer mümin kardeşlerinin ibadetlerine engel olan şeyi ortadan kaldırp savunma amaçlı yapılan savaştır. yazdığın ayetlerdede bahsedilen ölüm hali de savunma halinde yapılan savaşlardır. bazende islamı yaymak içinyaptığınız cabalarda savaş kapınızı çalar. onada şöyle açıklma getiriyeiym islamı yaymak için cihad vardır cihad nedir? cihad kelime anlamıyla çaba sarf etmek sabretmektir. Furkan 52 Madem ki, yalnız seni gönderdik. O halde kafirlere uyma ve bununla (Kur'an ile) onlara cihad et, büyük cihad! Tefsiri ise şöyledir. bunun içindir ki, sen hakkı inkara şartlanmış olan kimselere uyma; tersine, bu [ilahî mesajın] ışığında onlara karşı bütün gücünü ortaya koyarak büyük bir direnç ve çaba göster. yok aslında bu ayetleri yazmandaki kasıtı anlamış değilim tam olarak. sanırım senin aklını kurcalayan şey savaş şidet kısmı savaşın ne halde hak olduğunu bazı ayetlerle açıkladım. Kuranın tümünü okumanı tafsiye ederim. evet Kuranda savaştan bahseder ama barıştanda bahseder onlarıda oku hepsini okumuşa benziyon baya ayet biliyosun çünkü. sana şöyle bi örnek daha veriyim 8/17 diye yazmışın Enfal süresi 17. ayet yani. yine Enfal süresi 61. ayetde derki Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a dayan; çünkü işiten, bilen ancak O'dur. Nisa süresi 90. ayet Ancak aranızda antlaşma bulunan bir kavme varıp sığınmış bulunanlara veya ne sizinle savaşmayı, ne de kendi kavimleriyle savaşmayı havsalalarına sığdıramayarak size gelmiş olanlara dokunmayın! Allah dileseydi onları size musallat ederdi de sizinle savaşırlardı. O halde onlar sizi bırakıp bir tarafa çekildikleri ve sizinle savaşmayıp barışa yanaştıkları takdirde de Allah onlara dokunmanıza izin vermemiştir. Nisa suresi 91. ayet Diğer bir takımını da hem sizden emin kalmak hem de kendi milletinden güven içinde olmayı ister halde bulacaksın. Fitneye sürüklendikçe de döner döner içine atılırlar. Eğer bunlar sizden çekinmez ve barışa yanaşıp saldırıdan geri durmazlarsa, kendilerini bulduğunuz yerde yakalayıp öldürün. İşte bunların aleyhine size açık bir yetki verdik. Tefsiri Hem sizden hem de kendi kavimlerinden emin olmak isteyen, [ama] kötülük eğilimi ile her karşılaştıklarında kendilerini gözü kapalı ona kaptıran başkalarını[n da var olduğunu] göreceksiniz. (112) O halde şayet onlar sizi bırakmaz, sizinle barışa yanaşmaz ve üstünüzden ellerini çekmezlerse, onları gördüğünüz her yerde yakalayın ve öldürün: İşte size kendileriyle açıkça [savaşma] izni ver-diklerimiz (113) bunlardır. 112 - Lafzen, "Göreceksin onlar ne zaman fitneye dönerlerse onun içine atılırlar", yahut "onun içine dalarlar". 113 - Lafzen, "Size üzerlerinde açık bir otorite (sultân) vermiş olduğumuz" -yalnızca savunma amacıyla savaşa izin veren buyruğun açık bir teyidi anlamanda kolaylık olsun die MUHAMMED ESED'in tefsirini okumanı tavsiye ederim. hı şuanda ben cihad ediyorum sana islamı anlatmaya çalışıyorum sen tutar bana zarar verirsen savaş bana haktır kendimi savunmak için :) islamda savaşın yerini anlatabildim inşallah ön yargılarınızdan kurtulman dileğiyle... Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ zkan Gönderi tarihi: 29 Aralık , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 29 Aralık , 2007 cvblarımı geç atıyorum çünkü kimseye yanlış bilgi vermemek için uzun uzun araştırıyorum ayrıntılı detaylı bilgi vermek istiyorum ve kimseyi rahatsız edecek bi lisan kulanmamaya gayret ediyorum geçikme sebebi bundandır kusura bakmayın. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.