Φ Odris Gönderi tarihi: 3 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 3 Mart , 2008 valla yazı ilginç. anlatım çok iyi. ben bu arkadaşı sevdim. ama sorusu bana değil. biri yanıt verir sanırım. özgürlüğün ne olduğunu artık ben de çok merak ediyorum. hatta ben bir ara tayyip erdoğan yeni ve yepyeni, üstün zeka ürünü süper uydurmatik bir tanım getirmeden adımın anlamını iyice bir araştırıp notere onaylatayım. bu arada özgürlük nedir? biri bir yanıt verir sanırım arkadaşlar yukarıdaki yazım sonradan "türban konusu ana başlığı"na taşınan sayın notamatik açmış olduğu başlığa hitaben verilmiş cevaptır. http://www.turkish-media.com/forum/index.p...st&p=673859 karışmasın da ..... Alıntı
Φ Efendi Türkler Gönderi tarihi: 3 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 3 Mart , 2008 arkadaşlar yukarıdaki yazım sonradan "türban konusu ana başlığı"na taşınan sayın notamatik açmış olduğu başlığa hitaben verilmiş cevaptır. http://www.turkish-media.com/forum/index.p...st&p=673859 karışmasın da ..... yok yok korkma en azindan ben karistirmadim,, notamatik emek vererek birazda korkarak yazmis oldugu yazi gercekden uzun fakat yazinin sonuna kadar sürükleyeci kalemi saglam tutan ellerine saglik güzel bir yaziydi,,, arkadasin yüreginede biraz cesaret diliyorum! ... Alıntı
Φ Odris Gönderi tarihi: 3 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 3 Mart , 2008 yok yok korkma en azindan ben karistirmadim,, notamatik emek vererek birazda korkarak yazmis oldugu yazi gercekden uzun fakat yazinin sonuna kadar sürükleyeci kalemi saglam tutan ellerine saglik güzel bir yaziydi,,, arkadasin yüreginede biraz cesaret diliyorum! ... bence cesur. bir kere timsah besliyor.... ama en önemlisi rüzgar yüzüne çarparak esse de bir ağacın arkasına saklanmak yerine yürümeye devam ediyor. Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Sonsuz özgürlük demek kuralsızlık demek, sonsuz özgür olan ve sonsuz ifade edebilen var mı? Demokratik hakkım diye bir sürü hak dayatıyorlar, demokrasi bir kuralsızlık ilkesiymiş gibi, aksine demokrasi kurallar bütünlüğüdür, kuralsız ve sistemsiz demokrasi olmaz, eğer olur sananlar varsa bilmeliler ki, onu adı demokrasi olmaz, başıbozukluk olur... inanç özgürlüğünü geçtim, günümüz imkanlarında başını örtmek kişisel fikrime göre bir inanç göstergesi olamaz ama geçenlerde duydum çok doğruydu, "türbanlı öğrenci kulaklık takıp sınav esnasında kopya çekerse ne olacak" kimlik tespitleri nasıl yapılacak? Bunlar kimin umurunda? Özgürlük nedir demişsin ya sevgili Rua, artık kimse bilmiyor laiklik ne demek, okul ne demek, kural ne demek, özgürlük ne demek, hepsini yeniden tanımlayacak başbakan Biliyorsun Türkiye'de hiç bir kural ve kanun uyulsun ve uygulansın diye yapılmaz, kırmızı ışıkta geçmeyi özgürlük olarak algılayanların çoğunluk olduğu yerde bazı şeyleri akılla izah etmek mümkün olmayacak... Alıntı
Misafir karabekir Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Sorulan hürriyet mi, özgürlük mü? İkisi farklı şeyler. İsteyenler İsmet Özel'in Öz'ün gürleşmesi paralelinde yazdığı metne bakabilirler... İkinci olarak cevap verecek kızlar diye bahsedilmiş ben bu tabirin dışında kalıyorum. Her sabah bir ablam çalıştığım odadaki benimle beraber beş erkeğe "günaydın kızlar" dese de hala erkek olduğum kanaatindeyim. Bu sebeple Rua'nın meselesine mi cevap verelim yoksa kızlardan cevap bekleyene mi susalım bir anlam veremedim. Bu arada Politika, İskilipli Atıf Hoca hakkındaki bilgisizliğinizi belirtmenize gerek yok. Canınız çok fazla kelle istiyorsa, bir paçacıya gitmenizde fayda görüyorum. Dönemin şartları neymiş hadi anlatın da bilelim bakalım. Hangi şart, hangi dönem bir kanun çıkmadan evvel yazdığı bir kitap neticesinde (dikkat edilsin bir eylem değil kitap yazma) daha sonra çıkartılan bir kanunla idama yol açabilir. VE KOCAMAN BİR EVET. EN FAZLA HUKUKU DİKKATE ALAN BİR ADAM OLARAK BU İDAM BANA ÇOK FAZLA DOKUNMUŞTUR. YAŞI BÜYÜTÜLÜP ASILAN GENCİN, SİZİ BURAYA TIKAN GÜÇ BÖYLE İSTİYOR DİYEN YARGICIN DOKUNDUĞU KADAR. BU İDAM DOKUNMUYORSA SİZE... Alıntı
Φ godzilla Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 ÖZGÜRLÜK 10.09.2005:Erdoğan, "asıl hedefimiz, özgürlükleri olabildiğince geliştirmenin gayreti içinde olmaktadır. Ne güvenlik adına özgürlüklerden taviz verdik, ne de özgürlükler adına güvenliğimizi şu ana kadar ihmal ettik. Kim başkasının özgürlük alanına müdahale ederse gereğini yaparız. Kim bu diyalog ve uzlaşma ortamını bozmak isterse, gerekli cevabı veririz" dedi. -----------(bu ortamı babam mı bozdu? GODzii) ---- 03.03.2008:''Özgürlüklerin asla ayrıcalığı olmaz, bütün olarak ele alınmalıdır. Onların hiyerarşisi olmaz, hepsine saygılıyım. Özgürlüklerin sınırsız olması mümkün değil, benim özgürlüğümün bir sınırı var. Nereye kadar? Senin özgürlük alanına kadar. Bu özgürlük alanına girme hakkım yok. Dolayısıyla, ülkemde son zamanlarda estirilen bazı havalar var. Ben şurada bir manzara görüyorum; Türkiye bu. Bu gerçeği herkes kabul etmelidir. Başı örtülüsü ile başı açığıyla Türk milletinin tamamı benim canımdır, kardeşimdir. Bunların arasına kimse duvar örmesin, eğer duvar örerlerse yanlış yaparlar ve yalnız kalırlar. Başı açık olan, başı örtülü olana saygı duyacaktır. Başı örtülü olan, başı açık olana saygı duyacaktır. Bu ülke bu zamana böyle geldi, bundan sonra da böyle gidecek. Biz Yunus, Mevlana, Hacıbektaş kültüründen geldik. Yaradılanı yaradandan ötürü sevme kültüründen buraya geldik.'' (yukarıda yazana Godzii inanmıyoo Başbakan inanıyorsa ertesi gün Allah canımı alsın) ----- 03.03.2008:Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 'Zaman zaman duyuyoruz, bazıları çıkıp diyor ki, (Ben yanımda bu başörtülü gençlerin bulunmasını istemiyorum). Bu çok çirkin bir şey, bu özgürlüklere tahammülsüzlüktür, insanlık suçudur' dedi. ---------------------- Bu özgürlük denen şey sadece başörtüsü için geçerlidir.Buradan bu anlaşılıyor.BUDUR. Alıntı
Misafir karabekir Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 http://www.turkish-media.com/forum/index.p...ost&p=10272 Başbakan, özgürlükle hürriyeti pekala karıştırıyor bana kalırsa. Ama her kavram yeniden yeniden yorumlanmıyor mu? Ona bayılıyorum ha... Neyse, link de "korsan-orjinal" olduğunu vehmettiğim bir kıyas var. Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Alıştık ya ANA demeye, tek diyeceğimiz yere ANA demişiz. Kapatılma gerekçesinden ziyade hükümet tarafından kapatılması manidardı benim için. Dahası bir partinin Ana Muhalefet Partisi olabilmesi için Meclise girip hükümete katılmayan 2. parti olması gerekiyor. Yani ANA tabiri tamamiyle sakat. Öncelikle hükümet tarafından kurulup hükümet tarafından kapatılan bir partiden bahsediyoruz. Rejimin çok partili hayata geçmek için başlattığı bir projenin, çok partili rejime geçiş şartlarının oluşmadığının büyük bir ayaklanmayla anlaşılmasından sonra bitirilmesinden bahsediyoruz. Tarih mantıklı bakılması gereken bir sahadır. Monarşiden demokrasiye geçiş. Bir günlük iş değildir. Hiçbir demokraside kurulup ertesi günü tümden demokratik rejime geçemez. Böyle bir devlet ya da demokrasi olmamıştır. Olamazda. Yeni kurulmuş bir cumhuriyette. Cumhuriyeti yıkıp tekrar monarşi isteyenler için demokrasi olabilir mi? Kurulup ertesi günü normal yönetime geçen herhangi bir demokrasi, devrim duydun mu ? İskilipli Atıf Hoca'nın asılmasındaki ehemmiyet kesbeden kısım ise; yazdığı kitabın şapka kanununun çıkmasından 2 yıl evvel yazılmış olmasıydı ve o kitap sebebiyle idama mahkum edilmesiydi. Yapdığınız fiil 2 yıl sonra suç kapsamına alınmıştı ve o fiil nedeniyle idama mahkum ediliyordunuz...Ve arkanızdaki kalabalık bu sebebin tutarsızlığını, şapşalca olduğunu bile bile ayaklanmıyordu. Bu vakada bu minvaldedir. Devrim şartlarını, normal şartlarla bir görüp ona göre değerlendirme yapmak mantıksız olur. Biz oturmuş, kurumsallaşmış, toplumsal barışı sağlamış bir rejimden bahsetmiyoruz. Dünyanın 1914 te başlayan ve 1945 e kadar sürecek olan en kanlı ve karışık döneminde büyük bir harbin ve monarşinin ardından kurulan genç bir cumhuriyetten bahsediyoruz. Devrim ve devrim şartlarını değerlendirirken konjonktürü gözardı etmek olur mu ? Bizzat batıdan gelen ve namaz kılarken kenarları yere çarpıp baştan çıkıyor diye. Kenarlıksız şapka olarak tasarlanan Fese "Fes giymek kafirliktir. Müslüman vatanında fes olur mu" diye şiddetle karşı çıkan tayfa. Fes kaldırılınca "fes islamın sembolüdür, fesi kaldırmak kafirliktir" diye karşı çıkmadı mı? Demekki mesele fes ya da şapka meselesi değil. Ayaklanma konusuna gelirsek. Ne kadar basit bir şey olarak bahsediyorsun bekir. Yani çok alicenap oldukları için mi ayaklanmamışlar. Sanki çok basit bir tercihmiş gibi bahsediyorsun. Karşılarında, halkın çok sevdiği ve arkasında durduğu bir lider ve güçlü bir ordu olduğu için ayaklanmamış olamazlar mı? Ayaklanma bastırılınca başlarına ne geleceğini bildikleri için ayaklanmamış olamazlar mı ? Cumhuriyeti korumak için güçlü ve kararlı bir güç olduğu için ayaklanmamış olamazlar mı? Dini gerekçeyle kaç tane ayaklanma oldu cumhuriyete karşı. Diş bileme hadisesine gelirsek; Ben sürekli zaman değişti, insan değişti, değişiyor diyorum. İnsana biraz olsun güveniyorum. Ama sadece biraz olsun. Potalsiyel düşmana karşı hazırlıklı olmak başka, bir kimsenin ilerde suç işleme ihtimalini düşünerek onu engellemek başka birşeydir. Zihniyet değişti mi? Yani zaman değiştir artık şeriat isteyenler falan yok mu? Yine üniversitelerde, oruç tutmuyor diye hatta sevgilisiyle el ele tutuşuyor diye dövülen saldırıya uğrayan gençler yok mu ? Türbanın yasaklanması ise hiçbirşeye engel olmamaktadır. Haddi zatında buna engel olmak; onları bilemekte ve belki de düşmanlığı körüklemektedir. Tarihimizde acı olaylar yaşandı. Bazı insanların kendi milliyetlerini dile getirmesine şiddetle karşı çıktık ve sonu neredeyse savaşa vardı. Hasılı, bir düşünceyi ne kadar kıstırmaya bastırmaya çabalarsanız o kadar kuvvetle karşılık veriyor. Dahası, islamın radikal taraflarından (bana göre yok) kurtulmanın yolu üniversitelerde türbanı yasaklamak da değildir. Hemen her düşüncenin içerisinde şiddete yer bulabilirsiniz. Nihayetinde nazariyet ile tatbikat bir olmuyor. Demokrasi farklı düşünceleri orta yola çeken, ılımlılaştıran bir sistem olmalıdır. Yasakladığınızda daha beter olarak geri döneceğini düşünüyorum. Geciktiğim için özür diliyorum. Memleketin ve bilgisayarın hayli uzağındaydım. Güzel de oldu... Selam ve saygılarla... "her düşünce içinde şiddete yer bulabilirsiniz" bu söylem artık pek geçiştirmiyor. Bu işlevi artık pek kalmadı. Zira her düşünce için kafa kesilmiyor. Her düşünce için bu kadar kan dökülmüyor. Her düşünce için boğaz kesilmiyor. Her düşünce için insanlar diri diri toprağa gömülmüyor. Dünyada ırkçılık ve dini fanatizmin yarattığı şiddeti "her düşünce içinde şiddet vardır" tarzı söylemlerle açıklamak mümkün değill. Irkçılık ve dini fanatizmin yarattığı şiddet, düşmanlık herhangi bir düşünceyle kıyaslanmayacak kadar yoğun ve vahşi. Seni oruç tutmayanlar diş biletecek bir zihniyet varsa. Elbette ona karşı önlem olmalı modern dünyada. Ki sanki hep düşüncede kalmış gibi konuşuyorsun. Biz bunun satırlarla saldırmak, öldürüp sokağa atmak şeklinde tatbikata geçtiğinide çok gördük değil mi? Yani her düşüncenin yaratabileceği şiddet ve vahşet aynı değil. oruç tutmuyor diye başkalarına diş bileyen gençler, yarın başka din veya mezheplerin sembolleriyle aynı kampuste olunca ne biler ? "Hele bir olsun sonra bakarız önlemine" şeklinde mi düşünmek lazım. Burası ortadoğu. Atılan bir tokatın acısı en az elli yıl sürüyor. Onarılmasıda zor oluyor. Alıntı
Φ Odris Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 ÖZGÜRLÜK KAVRAMI VE SINIRLARI ( http://www.turkish-media.com/forum/index.p...mp;#entry673859 ) hürrüyet mi, özgürlük mü? başladık yine bu kavramlar bu kadar mı karışık. sanmıyorum. neyse vaktimi bunları tartışarak harcamayacağım. özgürlük konusunu türban bağlamında değerlendirmeye gelince, daha önce de söylediğim bir şeyi tekrar edeceğim. çünkü o zaman kimse okumamıştı. belki şimdi okuyan olur. söylemek istediğim şey çok kısa bir şey zaten. türban konusu bir özgürlük meselesi değildir. çünkü saçları kapamak bir özgürlük konusu olamaz. tam tersine saçları açmak özgürlük konusu olabilir ki, zaten toplumsal gelişim aşamasında da konu bu haliyle ortadadır. yani insanlar ya da kadınlar saçlarını kapamak isterlerse bu bir özgürlük talebi değildir. ama bir kadın saçlarını açmak isterse bu açık ve net bir özgürlük talebidir. zira, özgürlükler geriye doğru işlemez. dolayısıyla ben türban meselesini özgürlük arayışı kavramı içerisinde değerlendiremiyorum. kapanmak özgürlük getirmez. Alıntı
Φ verdinaz Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Türbanida partilestirdiniz ya helal olsun.Bu parti su parti diye polemik yapmak sorunu görmekten kacmaktir. saygilarla Sizcede öyle değilmi kimse bana sorunu çözmek için karşı çıkıyoruz demesin birçok insanın amacı farklı Alıntı
Φ dinazor Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Tatlısu Balığı ve Rakı olmaz. Halanın bıyığı olsa amcan olmaz. Giy çarşafı gel de er de olsan dişi de... Böyle olmaz... Olamaz. Faiz haram değil mi? Gücünüz bunu kaldırmaya yetsin... Demeli... Faiz haram... Faizi de türbana soksak, acep dişi midir, yoksa er kişi mi? Faiz iki cinsli; bir er değil, iki dişi değil. Biz faize türban takalım... Türban adı altında dansöz oynatalım... Heye süpper olur valla. Şu anda ülkeyi pazarlayıp satanlar. Acaba diyorum... Satacak bir şey kalmadığında diyorum. Kumarbazlar gibi hani... Bu türbanı da satarlar mı kumar borcuna karşılık. Hani içinde kim olduğu da belli değil zaten. Karısı mıdır, kızı mıdır... belki de damadıdır... "Türban adı altın da, ananı da al git"... Kusmuklu Öğürtülü Böğürtülü Demokratik Çitlembik Pıtırcıkları ... Koşun gayrı, Eciş Bücüşler Temaşası çoktan başladı. Sizde önlerden yer kapın. Allahın dev aynasında yalanlarınızı göreceksiniz... Kahkahadan yarılacaksınız. "Hasılı, bir düşünceyi ne kadar kıstırmaya bastırmaya çabalarsanız o kadar kuvvetle karşılık veriyor." demişsiniz... Bu durum da kadınlar, gençler, çocuklar başkaldırıp kuvvetle karşılık verecekler yobaz güce... Öyle mi? Öyleyse kadınlara, delikanlılara, çocuklara din üzerinden allahın emri dayatması yapmasınlar. Bu zulme girer. Onlar özgür iradeleriyle doğru yolu bulurlar... Çünkü yaratanla yaratılan arasında özel bağ vardır. Zulme girmiş olanlar bağcıklarını tekrar bağlasınlar. Bağcığa basıp kendi kendilerini düşürmesinler. Bağlı olanları da hiç çözmesinler. Desdur. Allah var! Ilımlı Bıcırıklık yapmayın... Baskı altında tutulanlar, baskının gerçek kaynağını gördükleri an... Neler olur? Amman görmesinler bilmesinler de. Biz bütün bunları biliyoruz... Öyle değil mi? Bilmediğimiz ne var? Alıntı
Misafir karabekir Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Öncelikle hükümet tarafından kurulup hükümet tarafından kapatılan bir partiden bahsediyoruz. Rejimin çok partili hayata geçmek için başlattığı bir projenin, çok partili rejime geçiş şartlarının oluşmadığının büyük bir ayaklanmayla anlaşılmasından sonra bitirilmesinden bahsediyoruz. Tarih mantıklı bakılması gereken bir sahadır. Monarşiden demokrasiye geçiş. Bir günlük iş değildir. Hiçbir demokraside kurulup ertesi günü tümden demokratik rejime geçemez. Böyle bir devlet ya da demokrasi olmamıştır. Olamazda. Yeni kurulmuş bir cumhuriyette. Cumhuriyeti yıkıp tekrar monarşi isteyenler için demokrasi olabilir mi? Kurulup ertesi günü normal yönetime geçen herhangi bir demokrasi, devrim duydun mu ? Bu vakada bu minvaldedir. Devrim şartlarını, normal şartlarla bir görüp ona göre değerlendirme yapmak mantıksız olur. Biz oturmuş, kurumsallaşmış, toplumsal barışı sağlamış bir rejimden bahsetmiyoruz. Dünyanın 1914 te başlayan ve 1945 e kadar sürecek olan en kanlı ve karışık döneminde büyük bir harbin ve monarşinin ardından kurulan genç bir cumhuriyetten bahsediyoruz. Devrim ve devrim şartlarını değerlendirirken konjonktürü gözardı etmek olur mu ? Bizzat batıdan gelen ve namaz kılarken kenarları yere çarpıp baştan çıkıyor diye. Kenarlıksız şapka olarak tasarlanan Fese "Fes giymek kafirliktir. Müslüman vatanında fes olur mu" diye şiddetle karşı çıkan tayfa. Fes kaldırılınca "fes islamın sembolüdür, fesi kaldırmak kafirliktir" diye karşı çıkmadı mı? Demekki mesele fes ya da şapka meselesi değil. Ayaklanma konusuna gelirsek. Ne kadar basit bir şey olarak bahsediyorsun bekir. Yani çok alicenap oldukları için mi ayaklanmamışlar. Sanki çok basit bir tercihmiş gibi bahsediyorsun. Karşılarında, halkın çok sevdiği ve arkasında durduğu bir lider ve güçlü bir ordu olduğu için ayaklanmamış olamazlar mı? Ayaklanma bastırılınca başlarına ne geleceğini bildikleri için ayaklanmamış olamazlar mı ? Cumhuriyeti korumak için güçlü ve kararlı bir güç olduğu için ayaklanmamış olamazlar mı? Dini gerekçeyle kaç tane ayaklanma oldu cumhuriyete karşı. Zihniyet değişti mi? Yani zaman değiştir artık şeriat isteyenler falan yok mu? Yine üniversitelerde, oruç tutmuyor diye hatta sevgilisiyle el ele tutuşuyor diye dövülen saldırıya uğrayan gençler yok mu ? "her düşünce içinde şiddete yer bulabilirsiniz" bu söylem artık pek geçiştirmiyor. Bu işlevi artık pek kalmadı. Zira her düşünce için kafa kesilmiyor. Her düşünce için bu kadar kan dökülmüyor. Her düşünce için boğaz kesilmiyor. Her düşünce için insanlar diri diri toprağa gömülmüyor. Dünyada ırkçılık ve dini fanatizmin yarattığı şiddeti "her düşünce içinde şiddet vardır" tarzı söylemlerle açıklamak mümkün değill. Irkçılık ve dini fanatizmin yarattığı şiddet, düşmanlık herhangi bir düşünceyle kıyaslanmayacak kadar yoğun ve vahşi. Seni oruç tutmayanlar diş biletecek bir zihniyet varsa. Elbette ona karşı önlem olmalı modern dünyada. Ki sanki hep düşüncede kalmış gibi konuşuyorsun. Biz bunun satırlarla saldırmak, öldürüp sokağa atmak şeklinde tatbikata geçtiğinide çok gördük değil mi? Yani her düşüncenin yaratabileceği şiddet ve vahşet aynı değil. oruç tutmuyor diye başkalarına diş bileyen gençler, yarın başka din veya mezheplerin sembolleriyle aynı kampuste olunca ne biler ? "Hele bir olsun sonra bakarız önlemine" şeklinde mi düşünmek lazım. Burası ortadoğu. Atılan bir tokatın acısı en az elli yıl sürüyor. Onarılmasıda zor oluyor. CYRANO, Şeyh Sait ayaklanmasının üzerinde flu bir takım şeyler var. Bir din ayaklanması mı, bir kürt ayaklanması mı, yoksa güneydoğuda büyük bir baskı neticesinde oluşmuş bir ayaklanma mı belirsizlik var. Tabiki, zamanı dikkate almaz zorundayız. Toz pembe hayallere dalmanın anlamı yok. Ama zamanı anlayacağız diye de bugünün gözüyle baktığımızda onların doğru olduğunu söylememeliyiz. Bugün bu eylem yapılsa doğru mudur değil midir? Bunun doğru olduğunu iddia eden arkadaşlar var. Yapıldı bitti, geri dönüşü yok. Demokrasi de pat diye Atatürk zamanında getirilmeye çalışılınmış sanılmasına da bir anlam veremiyorum. Meşrutiyet yaşanmamış gibi. Bir ton parti kurulmamış gibi. Kurtuluş Savaşından sonra belki belli bir zaman boyunca tek bir partiye ihtiyaç vardı ancak unutulmaması gereken bir şey de tek parti durumunda o partinin yanlışlarını kimse ona göster/e/mez. Muhalefet bu yüzden lazımdı. Ol/a/madı... Ayaklanma meselesinde ordunun kudretinden bahsediyorsun. Şeyh Sait isyanını bastırmakta ne kadar güçlük çektiğini hatırlatırım o ordunun. Yani aslında çok güçlü bir ordudan değil ama çok şiddetli cezalardan bahsedebiliriz. İstiklal Savaşı yıllarına ait mahkemelerin tekrar niye kurulduğunu sorabiliriz. Ancak, bunlar tartışmamızın mevzuu değil. Şapka meselesine gelirsek; bu kıyafete toptan karşı olmak islam nazarında bir yere denk gelir mi? Belki gelebilir. Yahudi ve Hristiyanlara benzememek meselesine. Ancak, bir insan sırf belli bir tarz giyenmediği için idamı boylayabilmiştir. Sadece Atıf Hoca'dan bahsetmiyorum bu konuda. Şapka kanunu çok can yakmış bir kanundur. Bence gerekli de değildir. Bunu tartışamayız lakin. Her ne ise; Tartışmamızın mevzuu; bu ülkede bugüne kadar hep bir tarafları karanlıkta kalan lokal bir takım hadiselerin çıktığı ve buna rağmen sürekli olarak şeriat gelme ihtimalinin yüksek olduğu faraziyesi hüküm sürdü. İsteyen yok mudur? Elbetteki vardır. Ama bu ülkeye anarşizm getirmek isteyenler de vardır. Biraz rahat olalım. Bu kadar korkmayalım. Yine teyakkuzda olun ama biraz da çağın eski çağ olmadığını; kapitalizmin herkesi ortayola çektiğini hatırlayalım. Kapitalizm, hemen herkesi birşeylere birşekilde bağlıyor. Ayaklanma, şeriat getirme isteği 1900'den bu yana evrilmiş, kıvrılmış, kıstırılmış, yok olmuştur. Diş bilemenin sonunda ben ne dedim. Yanlışmış, öğrendik. Çok şey değişti dedim. Ben o eski ben değilim dedim. Siz, ben o eski ben değilimi dikkate almayıp diş bilemeye takılırsanız birbirimizi anlamakta zorluk çekeriz. Hangi düşünceler için kafa kesildiğine girmeyelim. Hiçbir düşünceye mensup olmayan insanlarda çıkıp birilerinin üstünde enteresan şeyler deneyebiliyorlar. İNSANIN KÖTÜ OLMASI HERŞEYİN KÖTÜ OLMASINI SONUÇLAR. Bir şeyi kötü yapan düşüncenin kendisi değildir, ona gönül veren insanın vicdanıdır. Satır müslüman'ın elinde de satırdır, PKK'lının elinde de, Rus bir Generalin elinde de, Pol Pot'un elinde de, ABD'li bir onbaşının elinde de, Polyannanın ve Pavorotti'nin elinde de...Hangisi daha çok kullanır; Hangisi vicdandan daha az nasibini almışsa. Hangisi daha çok kullanıyor; Polyanna ve Pavorotti hariç belki hepsi. Niye en çok radikal müslümanlarda görülüyor; En medyatik onlar da ondan. Şaka bir yana; CYRANO, biliyorsun ki 28 Şubat'tan nefret etmeme rağmen onun müslümanları bilinçlendirdiğini belirtiyorum. Paradoksal bir mevzuu bu. 28 Şubat süreci, müslümanları bugünkü güçlü konumlarına getirmiştir ancak onlara inanılmaz bir demokrasi bilinci de aşılamıştır diyorum. Bu sabah, işe gelirken "Müslümanların demokratikleşmelerinde 28 Şubat" - "Bir paradoks 28 Şubat ve Müslümanların güç kazanımı" başlıklı konular açmayı planlıyordum. İnternetteki hata nedeniyle saat 14:00 oldu ve vs. vs...Açamadım ve dahası metni de bir türlü yazamadım. Ama, bu konular ironik. Müslümanlığı önce milliyetçilikle kavrayan, ardından radikalliği gören, ardından demokrasinin bir arada yaşamak için şart olduğunu gören insan sayısının çok olduğunu düşünüyorum. Bu sayı her geçen gün artıyor. Yeter ki, karşı cenahtan bize bir adım atılsın. Bu konuya biraz ara vermek istiyorum müsadenle...Resmi tarih tezlerini biraz tedirgin olarak inceleyen bir adamım. İşin daha da kötü tarafı resmi tarihe karşı tezler yazanları da fazla okuduğum için bir takım ayaklanmaları, vakıaları belki haddinden fazla abartıyor, öne çıkartıyor olabilirim. Mesele şu ki, ne kadar tartışırsak tartışalım resmi ve gayri resmi tarihi ortak bir noktaya varma ihtimalimiz çok az. Bu sebeple ben gerek Şeyh Sait ayaklanmasını, gerek istiklal mahkemesini, gerek Atıf Hocayı ve gerekse muhalefet partisinin kapatılmasındaki etkenleri ve kapatan mevkii'yi tartışma dışına çıkartmak istiyorum. Selam ve saygılarla... Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Şeyh Sait ayaklanmasına yönelik flu olan şeyler ayaklandırılan halkın ne kullanılarak ayaklandırıldığı değildir. Ayaklanmaya öncülük edenlerin amacıdır. Neticede bu adam "Şeriat isterim, hilafeti geri isterim" diyerek ayaklanmıştır. Halkı "islam dini adına ayağa kalkmaya" davet etmiştir. ve insanları böyle etkilemiştir. Bizim konumuzla alakalı kısmı budur. Yani ayaklanırken neyi kullandığı. Ne amaçla ayaklanmıştır, kimler desteklemiştir bunlar işin başka boyutudur. Amacı ne olursa olsun. Bu amacını gerçekleştirmek için kullandığı yol bellidir. İnsanlık ve dünya normlarını yavaş yavaş ve zamanla oluşturmuştur. Tabiki tarihi incelerken, yaşananları o günün normaları ve değerleriyle inceleyeceğiz. O gün öyle yapılmıştır, öyle ceza verilmiştir. O halde bugünde aynısı yapılmalı diyemez herhalde kimse. Böyle bir şey olmaz. Demokrasi kültür ve toplumsal olarak daha önce jontürkler ve meşrutiyetle başgöstermiştir. Ancak o devir bunların iktidara zorla ve hatta silah kullanarak kabul ettirildiği. İktidarın fırsat bulduğunda geri aldığı haklardır. Cumhuriyetten sonra ise, devletin demokrasiyi ülkede yerleştirmek için çaba gösterdiği dönemdir. Devrimden sonra iktidara muhalefet olur. Olmalıdırda. Ancak devrime muhalefet olmaz. İktidara karşı mücadele etmek bir haktır. Ancak devrime karşı mücadele etmek dünyanın hiçbir ülkesinde ve hiçbir ülke hukukunda meşru olan bir şey değildir. Ve halen en ağır cezayla cezalandırılır. Bu istisnasız bütün dünyada böyledir. Amerika'da başkana muhalefet edebilirsin, başkanı koltuğundan indirmek için mücadele de edebilirsin. Ama Amerika'yı tekrar bir İngiliz şehri yapmak için mücadele edemezsin, bunun için muhalefet yapamazsın. Ya da İran'a tekrar Şah Monarşisini getirmek için. Ya da Fransa'da tekrar krallık için. Ya da Almanya'da tekrar konfederasyon için. Dolayısıyla Cumhuriyet'in hiçbir partisi Cumhuriyet'e karşı olamaz. Onu lav edip tekrar monarşiye dönmek için faaliyet gösteremez. Bunun engellenmesi ne hukuka, nede demokrasiye aykırıdır. Artı demokrasi yerine monarşiyi isteyenlerin demokrasiden faydalanma haklarıda yoktur. Çünkü demokrasi onu yok etmek isteyenleri kapsamaz. Şeyh Sait ayaklanmasını bastırırken ordu büyük bir zorluk falanda çekmemiştir. Büyük bir ayaklanmaya karşı önlem olarak belli merkezlerde toplanmış ordu birlikleri yoktur. Yeteri kadar asker toplandıktan sonra Şeyh Sait'in üstüne gönderilmiş, bozguna uğratılmış ve yakalanmıştır. Şeyh Sait ayaklanmasından daha küçük bir ayaklanma olarak başlayan PKK'nın 25 yıldır devam ettiğini düşünürsek. Ordu gayet kolay bir şekilde bastırmıştır ayaklanmayı. "çok şiddetli cezalar" mı? Bekir sen devlete karşı silahlı ayaklanmaya "çok şiddetli" olmayan ceza veren bir devlet biliyor musun ? Artı ayaklanmacılar yenileceklerini bilseler zaten ayaklanmazlar. Yenilmeyeceklerini düşünüyorlarsa cezadan niye korksunlar. Nasıl olsa kazandıklarında kendilerine ceza verecek olanlar artık olmayacak. "Ayaklanmadılar çünkü cezalar çok şiddetliydi" gibi bir varsayım olur mu? Dinen hiçbir yere denk gelmez. Çünkü şapka ne yahudilerin ne hristiyanların dinsel kıyafeti falan değildir. Yahudilerin ve hristiyanların dinsel kıyafetlerini giydikleri devirler yüzlerce yıl öncede kalmıştır. "Ancak, bir insan sırf belli bir tarz giyenmediği için idamı boylayabilmiştir" bu propagandadır. Sadece propaganda. İskilipli Atıf Hoca devlet memuru mu? Devlet kurumunda mı çalışıyorda şapka takmak zorunda olsun? Cumhuriyetin getirdiği bir yeniliğe karşı, dinde yasak icat edipi karşı propaganda yapmayı "Ancak, bir insan sırf belli bir tarz giyenmediği için idamı boylayabilmiştir" şeklinde yorumluyorsan buna diyecek bir şey bulamam. Önce meseleyi çarpıtmamak gerekir. O zat şapka giymediği için değil (ki kanun ona giyme zorunluluğu getirmemektedir) şapka kanununa dini alet ederek (dinen böyle bir yasak olmadığı halde) karşı çıktığı için idam edilmiştir. Bu o günün şartlarıyla doğru mudur? Yanlış mıdır ? Bu tartışılır. Ancak bunun yerine meseleyi çarpıtmak başka bir şeydir. Yine aynı hata. Kişileri konuşuyorsun. Senin yaşın ilerledi diye artık 19-20 yaşında gençler yok mu bu ülkede ? Elbette birçok insan 19-20 yaşında hayata ve ideolojilere farklı bakar. Uçlarda yaşar. Fakat yaşı ilerledikçe görüşleri değişebilir. Ama bu artık 19 yaşında kimse olmadığı anlamına gelmez. Sana 19 yaşında öyle düşündüren zihniyet şimdide başka gençlere öyle düşündürür. Eğer ideoloji değişmediyse. Birbirimizi anlamakta zorluk çekmeyiz. Ancak sen , seni veya beni tartışmadığımızı, yani kişileri değil, zihniyet ve potansiyeli tartıştığımıza dikkat edersen. Diyorum ya o söylem artık geçiştirmeye yetmiyor. Gerçekçi ve mantıklı olmak lazım. Dinsel fanatizmin yarattığı şiddet dünyada başka herhangi bir düşünce ile kıyaslanmayacak kadar yoğun. Hepimizin gözleri var. Bu dini fanatikler çok medyatik olduğu için değil. Başka hiçbir düşünce şu an onlar kadar şiddet kullanmadığı için böyle. Kusura bakmada senin "müslümanlar" tanımlamanı beğenmedim ve yakıştıramadım. Yani sanki bu toplumda belli bir kesimden bahsediyormuş gibi konuşuyorsun. Bak buda ayrımcılıktır ve böyle böyle başlıyor. Bence bu tarzın ve bu adlandırman son derece yanlış ve hatalı. Sen Milli Selamet geleneğinden gelen siyasi görüşü ve buna mensup olan insanları kastediyorsun. Ve bunları "müslümanlar" olarak adlandırıyorsun. Müslümanlık genel ve kapsayıcı bir ifadedir. Öyle olmadığını söylemeyen herkesi kapsar. Bir siyasi kesimi özel olarak "müslümanlar" olarak adlandırmak, geri kalan siyasi düşüncelere sahip insanlara büyük bir itham anlamına gelir. "Milli Görüş geleneğinden gelenlerin demokratikleşmelerinde 28 Şubat" - "Bir paradoks 28 Şubat ve Milli Görüş geleneğinin güç kazanımı" şeklinde bir tanımlama mantıklıdır senin düşüncen açısından. ancak ;"Müslümanların demokratikleşmelerinde 28 Şubat" - "Bir paradoks 28 Şubat ve Müslümanların güç kazanımı" bu çok yanlış. Alıntı
Φ Notamatik Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Üst not: Aşağıda forum olarak bahsettiğim şey, kesinlikle bu forum sitesi değidir. O forum senin, bu forum benim diye forum forum dolaşırken, bir gün bir de baktım ki; dinlere karşı yazılar yazmaya engel olmayan, hatta moderatörlerin bile bazılarının din karşıtı yazılar yazdığı bir foruma girmişim. Böylesine demokrat bir ülkede böyle bir şeyi görmenin son derece zor olduğunu bildiğim için, ilk önce gözlerime inanmadım tabi ki ama hemen üye oldum. Sitede anlattıklarına göre; o bahsettiğim forumu bir arkadaş grubu kurmuş. Ama tabi ki hangi ideolojiden bir arkadaş grubu olduklarını yazmamışlar tanıtım sayfalarında. Benim için hiç önemli değildi bu. Forumdaki kitle ister makinist olsun, ister satanist, benim yazacağım şeyler aynı olacaktı çünkü. Bir yandan da ağırlıklı kitle nedir diye merak da etmiyor değildim, haliyle. Bu forum gibi çok ziyaretçili bir forum da değildi ama bunu da önemsemedim. Yazdıklarım internette çıksın yeterli dedim kendi kendime. Din konusunda, koyu dinci hariç, her türlüsü vardı hemen hemen. Ağırlık müslümandı ama dindar müslüman hiç yoktu. Sonra yavaş yavaş anladım ki; sitede komünizm ağırlıkta. Bunun da hiç önemi yoktu benim için. Daha da sonrası dikkatimi çeken en önemli şey; sitede Atatürk karşıtlığının hakim olmasıydı. Ne kadar ilginç değil mi? Komünistlerin hakim olduğu, dindarın hiç olmadığı, bazılarının ise dinsiz olduğu vede din karşıtı yazılar yazdığı bir sitede Atatürk karşıtlığı. Biliyorsunuz Türkiye'de Atatürk'ü koruma kanunu var. Bu yüzden Atatürk karşıtları internette dahi olsa, sitelerinin kapatılmaması ve ceza almamları açısından Ata'mız hakkında her istediklerini yazamıyorlar ve/veya hakaret edemiyorlar. Fakat ben o sitede öyle hissettim ki; sanki bu kanun olmasa onu da yapacaklardı. Benim şimdiye kadar bildiğim; ülkede kökten dincilerin dışında Atatürk karşıtı, Atatürk'e düşman olan pek kimsenin olmadığıydı. Dincilerin de Ata'mıza neden düşman olduğunu ise; zaten benim timsah bile biliyor ve "Onların düşmanlığı din sebeplidir" deyip duruyordu bana. Peki ama bunlar dinci de değildi, tam aksine dinden bir hayli uzak bir siteydi o. Sordum timsaha; "bunlar olsa olsa ayrılıkçı Kürt veya PKK'lı olabilir dedi. "Niye?" dedim "timsah efendi? "Kafayı çalıştırsana, dinci olmadığı halde Atatürk'e kim, ne diye düşman olsun?" dedi bana. Sonra forumda bir inceleme yaptıktan sonra baktım ki, timsah haklı, çoğunluk Kürt. Üyelerle türban konusunu tartıştık; durum daha da şaşırtıcı. üyelerin hepsi türbanı destekliyor. Dinlisi dinsizi, hem de öyle bir destekliyor ki; türbanlıların kendi ağlamaları bile onlarınkinin yanında hiç kalıyor. Hele o ateist olanları var ya! Türbanı karşıyım diye bir hırslanıyorlar ki bana, şaşarsınız. Onlara türbanın şeriata atılan bir adım olduğunu delilleriyle öyle güzel anlattım ki, ama nafile, yazdıklarımı okumuyorlar bile. Okumadıklarını da şurdan anlıyorum; bir dolu sayfalık yazı yazıyorum, bir de bakıyorum ki; yazdığım yazıları okumanın mümkün olmadığı süre içinde "illa da türban" dercesine anında cevap geliyor. İşin tuaf ötesi tarafı ise; yazdıklarıma kimsenin itiraz etmemesi ve hatta kabullendiklerini belli eden ifadeler kullanmaları. Türbanın şeriata adım olduğuna itiraz ediliyor, ama şöyle: "türban şeriat getirmez". O kadar. Getireceğine dair delillerime karşı argüman yok. İddialarıma direnme; yok. Türban şeriat getirmez demelerinden sonra; nedenini soruyorum, yine cevap aynı; "türban şeriat getirmez". Hepsi bu. En sonunda anladım ki; bunlar ben ne yazarsam yazayım, "türban şeriat getirmez" diyecekler, peygamber demeyecekler. Yazdıklarımı da okuMaMaya devam edecekler. Dedim ki timsaha; "yahu timsah kardeşim, bunların sanki şeriat ister gibi bir hali var, bu nasıl şey böyle?" Timsah kih kih güldü; "daha yeni mi anladın? be hey yurdum insanı? sen en iyisi beni bırak da ben seni parkta gezdireyim". "Peki" dedim "timsah bey, niye bunlar şeriat ister?" Başladı timsah anlatmaya: Önce şu haberi oku dedi: Haber başlığı: Terör örgütü PKK, Türk subaylara bildiri gönderip, 'Bize katılın, bizde başörtü sorunu yok' demiş: "Emekli subay, bildiride, 'Başörtüsü yüzünden çoğunuz dışlanıyorsunuz. Eğer bize katılırsanız kesinlikle başörtüsü sorun olmayacaktır. Çok özgür çalışırsınız' denildiğini anlattı." -http://www.nethaber.com/Haber/46668/Teror-orgutu-PKK-Turk-subaylara- Ve timsah devam etti anlatmaya: " Bu yukardaki haber; ola ki türban isteyip de takamayan subay eşleri varsa, o subayları devlete karşı kışkırtma amaçlıdır. Onların milli duygularını uyuşturup, dini duygularını harekete geçirmektir. Böylece ordunun içine nifak sokarak, orduyu zayıflatmaktır. Şeriatçıların İslami darbe aşamasına geldiklerinde onlara karşı çıkacak orduyu içten yıkmaktır. Orduya karşı şeriatçıları desteklemektir. Peki PKK neden şeriatçıları destekler neden şeriat ister? Bu PKK'lılar kökten dinci mi ki şeriat istesin? Nedeni şu: Şeriat gelirse Türkiye şimdiki gibi güçlü bir ülke olamayacak. Şimdiki gibi güçlü bir ordusu ve dünya üzerindeki az da olsa siyasi gücü olamayacak. Böylece zayıf bir Türkiye'yi parçalamak çok daha kolay olacak. Evet, gerçekte şeriat Türkiye'si de olsa, onu parçalamak çantada keklik değil. Şimdikinden kolay bile olsa, yine de çocuk oyuncağı değil. Çünkü şeriatçı da az eli sopalı değildir, bunu biliyorlar. Ama bunların zaten ülkeyi parçalama planları şeriat geldikten sonra değil, şeriatın gelirkenki kargaşa zamanıdır. Yani isyan anında şeriatçılar laikleri keserken, bunlar da fırsat bu fırsat, biz de toprakların bir kısmını kaparız, derdindeler. " Timsah bunları anlattıktan sonra; o bahsettiğim forumdakilerin derdini de anladım. Onlar için PKK'lı diyerek zan'da bulunamayacağım ama ayrılıkçı Kürtlerden ve PKK sempatizanı olduklarından hiç şüphem yok. Dinlisi, ateisti, laiki, topyekun türban istiyorlardı, ısrarla. Çünkü türbanın şeriata atılan bir adım olduğunu en az benim timsah kadar iyi biliyorlardı. İşin garip tarafı; bütün laikler ve ayrıca Türkiye'nin bütün düşmanları, ve ayrıca Türkiye'nin güçlenmesini istemeyen ülkelrin hepsi türbanın şeriata atılmış adımlardan biri olduğunu düşünüyor. Sadece aikler açık açık söylese de, bütün dünya bunu biliyor, böyle düşünüyor. Ama her ne hikmetse sadece türbanı takanlar ve taktıranlar böyle düşünmüyor. Türbanı takan tabiki "türban şeriat getirir" diyemez. Çünkü bunu bilip de şeriat istemiyosa zaten takmazdı, biliyor sa da zaten bunu söylemek suç olduğu için söyleyemez. Dolayısıyla, türbanlıların "türban şeriat getirmez demesi" beyhudedir, kimse dinlemez. Çünkü bozacının şahidi bozacı olamaz. Türbanlı (Yada türbansız türbanlı) elbette ki; "türban şeriat getirmez" diyecek. Sen geri kalanına bak neler düşünüyor. PKK'sı bile dahil. Özgür kız önceki soruma cevap vermeme özgürlüğünü kullanmış. Şimdi de ben kadın erkek ayrımı yapmadan, hem Özgür'e hem de Özgüre'ye soruyorum: PKK neden türban ister? Bunlar komplo teorisi mi? Öyleyse soruyu değiştireyim; PKK neden türban istemesin? Komünist ayrılıkçı Kürtler neden türban ister? Ateist ayrılıkçı Kürtler neden türban ister? Vah zavallı timsahım. Aylardır tuvalete bile çıkaramıyorum hayvancağızı. Sıkıntıdan patladı hüngür hüngür ağlıyor. Timsah gözyaşları diyorlar, halden anlamıyorlar. 4 metre oldu ama gün yüzü göremedi gariban. Hep imam'a ögürlük, bize özür bile yok. Haydi Tiso gidelim, bize de gün doğar elbet. Herkeze saygılar, sevgiler. Alıntı
Misafir maraba Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Komünist ayrılıkçı Kürtler neden türban ister?Ateist ayrılıkçı Kürtler neden türban ister? Yazını ibretle okudum Notamatik. Ayrılıkçı Kürtlerin ne komünist, ne de ateist olduklarını sanmıyorum. Zira, komünistlerin tüm kimlikleri kardeş gören ilkeleri vardır. Alıntı
Φ Notamatik Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Sevgili Maraba, Ben komünist değilim ama komünistlerin hepsini çok severim. Kürt de değilim ama Kürtlerin de PKK'lı veya PKK sempatizanı veya ayrılıkçı olanları dışında hepsini çok severim. O bahsetiklerimin aslında meselesi senin de dediğin gibi, komünizm de olamaz. Onların derdi, şeriat ayaklanmasından faydalanıp toprak kapmak. Belki de ateist olmaları bile rol. Saygılar, sevgiler. Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Sevgili Maraba,Ben komünist değilim ama komünistlerin hepsini çok severim. Kürt de değilim ama Kürtlerin de PKK'lı veya PKK sempatizanı veya ayrılıkçı olanları dışında hepsini çok severim. O bahsetiklerimin aslında meselesi senin de dediğin gibi, komünizm de olamaz. Onların derdi, şeriat ayaklanmasından faydalanıp toprak kapmak. Belki de ateist olmaları bile rol. Saygılar, sevgiler. Kutlatim sizi sayin Notamatik. saygilarla Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2008 Notamatik, bu söylediklerin açıkça bizzat DTP liler tarafından doğrulandı. Önce sakallı sarıklı imamlar sokak gösterilerinde elleri kuranlı önlere düştü, sonra toplantılarında köktendincileri kıskandıracak kadar mazbut türbanlı üç bayan terör örgütü bayrağı renkleri taşıyan türbanlarla sıralara yerleşti. Türbancılarla bölücülerin amaçlarının tam olarak aynı olduğunun bundan güzel göstergesi olamazdı. "Komşuda pişer, bize de düşer!" Yalnız bilmeleri gerek, sadece kullanılıyorlar. Alıntı
Misafir karabekir Gönderi tarihi: 5 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 5 Mart , 2008 Şeyh Sait ayaklanmasına yönelik flu olan şeyler ayaklandırılan halkın ne kullanılarak ayaklandırıldığı değildir. Ayaklanmaya öncülük edenlerin amacıdır. Neticede bu adam "Şeriat isterim, hilafeti geri isterim" diyerek ayaklanmıştır. Halkı "islam dini adına ayağa kalkmaya" davet etmiştir. ve insanları böyle etkilemiştir. Bizim konumuzla alakalı kısmı budur. Yani ayaklanırken neyi kullandığı. Ne amaçla ayaklanmıştır, kimler desteklemiştir bunlar işin başka boyutudur. Amacı ne olursa olsun. Bu amacını gerçekleştirmek için kullandığı yol bellidir. İnsanlık ve dünya normlarını yavaş yavaş ve zamanla oluşturmuştur. Tabiki tarihi incelerken, yaşananları o günün normaları ve değerleriyle inceleyeceğiz. O gün öyle yapılmıştır, öyle ceza verilmiştir. O halde bugünde aynısı yapılmalı diyemez herhalde kimse. Böyle bir şey olmaz. Demokrasi kültür ve toplumsal olarak daha önce jontürkler ve meşrutiyetle başgöstermiştir. Ancak o devir bunların iktidara zorla ve hatta silah kullanarak kabul ettirildiği. İktidarın fırsat bulduğunda geri aldığı haklardır. Cumhuriyetten sonra ise, devletin demokrasiyi ülkede yerleştirmek için çaba gösterdiği dönemdir. Devrimden sonra iktidara muhalefet olur. Olmalıdırda. Ancak devrime muhalefet olmaz. İktidara karşı mücadele etmek bir haktır. Ancak devrime karşı mücadele etmek dünyanın hiçbir ülkesinde ve hiçbir ülke hukukunda meşru olan bir şey değildir. Ve halen en ağır cezayla cezalandırılır. Bu istisnasız bütün dünyada böyledir. Amerika'da başkana muhalefet edebilirsin, başkanı koltuğundan indirmek için mücadele de edebilirsin. Ama Amerika'yı tekrar bir İngiliz şehri yapmak için mücadele edemezsin, bunun için muhalefet yapamazsın. Ya da İran'a tekrar Şah Monarşisini getirmek için. Ya da Fransa'da tekrar krallık için. Ya da Almanya'da tekrar konfederasyon için. Dolayısıyla Cumhuriyet'in hiçbir partisi Cumhuriyet'e karşı olamaz. Onu lav edip tekrar monarşiye dönmek için faaliyet gösteremez. Bunun engellenmesi ne hukuka, nede demokrasiye aykırıdır. Artı demokrasi yerine monarşiyi isteyenlerin demokrasiden faydalanma haklarıda yoktur. Çünkü demokrasi onu yok etmek isteyenleri kapsamaz. Şeyh Sait ayaklanmasını bastırırken ordu büyük bir zorluk falanda çekmemiştir. Büyük bir ayaklanmaya karşı önlem olarak belli merkezlerde toplanmış ordu birlikleri yoktur. Yeteri kadar asker toplandıktan sonra Şeyh Sait'in üstüne gönderilmiş, bozguna uğratılmış ve yakalanmıştır. Şeyh Sait ayaklanmasından daha küçük bir ayaklanma olarak başlayan PKK'nın 25 yıldır devam ettiğini düşünürsek. Ordu gayet kolay bir şekilde bastırmıştır ayaklanmayı. "çok şiddetli cezalar" mı? Bekir sen devlete karşı silahlı ayaklanmaya "çok şiddetli" olmayan ceza veren bir devlet biliyor musun ? Artı ayaklanmacılar yenileceklerini bilseler zaten ayaklanmazlar. Yenilmeyeceklerini düşünüyorlarsa cezadan niye korksunlar. Nasıl olsa kazandıklarında kendilerine ceza verecek olanlar artık olmayacak. "Ayaklanmadılar çünkü cezalar çok şiddetliydi" gibi bir varsayım olur mu? Dinen hiçbir yere denk gelmez. Çünkü şapka ne yahudilerin ne hristiyanların dinsel kıyafeti falan değildir. Yahudilerin ve hristiyanların dinsel kıyafetlerini giydikleri devirler yüzlerce yıl öncede kalmıştır. "Ancak, bir insan sırf belli bir tarz giyenmediği için idamı boylayabilmiştir" bu propagandadır. Sadece propaganda. İskilipli Atıf Hoca devlet memuru mu? Devlet kurumunda mı çalışıyorda şapka takmak zorunda olsun? Cumhuriyetin getirdiği bir yeniliğe karşı, dinde yasak icat edipi karşı propaganda yapmayı "Ancak, bir insan sırf belli bir tarz giyenmediği için idamı boylayabilmiştir" şeklinde yorumluyorsan buna diyecek bir şey bulamam. Önce meseleyi çarpıtmamak gerekir. O zat şapka giymediği için değil (ki kanun ona giyme zorunluluğu getirmemektedir) şapka kanununa dini alet ederek (dinen böyle bir yasak olmadığı halde) karşı çıktığı için idam edilmiştir. Bu o günün şartlarıyla doğru mudur? Yanlış mıdır ? Bu tartışılır. Ancak bunun yerine meseleyi çarpıtmak başka bir şeydir. Yine aynı hata. Kişileri konuşuyorsun. Senin yaşın ilerledi diye artık 19-20 yaşında gençler yok mu bu ülkede ? Elbette birçok insan 19-20 yaşında hayata ve ideolojilere farklı bakar. Uçlarda yaşar. Fakat yaşı ilerledikçe görüşleri değişebilir. Ama bu artık 19 yaşında kimse olmadığı anlamına gelmez. Sana 19 yaşında öyle düşündüren zihniyet şimdide başka gençlere öyle düşündürür. Eğer ideoloji değişmediyse. Birbirimizi anlamakta zorluk çekmeyiz. Ancak sen , seni veya beni tartışmadığımızı, yani kişileri değil, zihniyet ve potansiyeli tartıştığımıza dikkat edersen. Diyorum ya o söylem artık geçiştirmeye yetmiyor. Gerçekçi ve mantıklı olmak lazım. Dinsel fanatizmin yarattığı şiddet dünyada başka herhangi bir düşünce ile kıyaslanmayacak kadar yoğun. Hepimizin gözleri var. Bu dini fanatikler çok medyatik olduğu için değil. Başka hiçbir düşünce şu an onlar kadar şiddet kullanmadığı için böyle. Kusura bakmada senin "müslümanlar" tanımlamanı beğenmedim ve yakıştıramadım. Yani sanki bu toplumda belli bir kesimden bahsediyormuş gibi konuşuyorsun. Bak buda ayrımcılıktır ve böyle böyle başlıyor. Bence bu tarzın ve bu adlandırman son derece yanlış ve hatalı. Sen Milli Selamet geleneğinden gelen siyasi görüşü ve buna mensup olan insanları kastediyorsun. Ve bunları "müslümanlar" olarak adlandırıyorsun. Müslümanlık genel ve kapsayıcı bir ifadedir. Öyle olmadığını söylemeyen herkesi kapsar. Bir siyasi kesimi özel olarak "müslümanlar" olarak adlandırmak, geri kalan siyasi düşüncelere sahip insanlara büyük bir itham anlamına gelir. "Milli Görüş geleneğinden gelenlerin demokratikleşmelerinde 28 Şubat" - "Bir paradoks 28 Şubat ve Milli Görüş geleneğinin güç kazanımı" şeklinde bir tanımlama mantıklıdır senin düşüncen açısından. ancak ;"Müslümanların demokratikleşmelerinde 28 Şubat" - "Bir paradoks 28 Şubat ve Müslümanların güç kazanımı" bu çok yanlış. ŞAPKA KANUNU Kanun No. 671: Şapka Giyilmesi Hakkında Kanun, 28 Teşrinisani (Kasım) 1341(1925): Madde l - Türkiye Büyük Millet Meclisi azaları ile idarei umumiye ve mahalliye ve bilumum müessesata mensup memurin ve müstahdemin, Türk milletinin giymiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedirler. Türkiye halkının da umumî serpuşu şapka olup buna aykırı bir alışkanlığın devamını hükümet men eder. Madde 2 - İşbu kanun neşir tarihinden itibaren muteber (yürürlükte)dir. Madde 3 - İşbu kanun Büyük Millet Meclisi ve icra Vekilleri Heyeti tarafından icra olunur. Şapka hangi milletlere aitti. Müslüman icadı mıydı? EL CEVAP: HAYIR. Onların dinsel kıyafeti demedim. Onların kullandığı bir kıyafetti. Bugün topsakalı ilk defa bir yahudi bırakmış olsaydı o zaman müslüman ona benzememek için belki de top sakal bırakmayacaktı. Ancak, bu Yahudi ve Hristiyanlara benzemeyin'den ne anlaşılması gerektiğine bağlıdır. Kimisi bu nass'ı bir kül olarak düşünür ve hiçbir şekilde onlara benzememeyi esas alır kimisi de onlar gibi olmayın olarak alır ve farklı davranabilir. (onlar gibi olmayın olarak alır derken nasıl olacağı hakkında en ufak bir fikre sahip değilim ) Şapka Kanununa Cumhuriyetin getirdiği bir yenilik demişsiniz. Bu Cumhuriyetin getirdiği bir yenilik değil, Atatürk'ün getirilmesini istediği bir yenilikti. Dahası her yeni iyi değildir. Dahası bu karşı çıkış 1924 yılında olmuştur, Şapka Kanunundan çok önce. Şeyh Sait ayaklanmasına girmeyelim diyorum inadına giriyorsun. Bu ayaklanmanın bir şeriat ayaklanması olduğunu belirten güç iktidarın kendisidir. Bu ayaklanmanın bir kürt ayaklanması olma ihtimalini asla göz önüne almamıştır. Bugünkü Kürt meselesinin temeli Şeyh Sait ayaklanmasına kadar uzanmaktadır. Niye sadece Doğu'da çıktığı dahi düşünülse elde önemli bir veri olur. İdam meselesine Şeyh Sait'e dayamadım. İstiklal Mahkemeleri tekrar Şeyh Sait için kurulmuştur ancak isyan bastırılıp suçlular cezasını çektikten sonra dahi varlığını korumuştur. Şeyh Sait isyanı ile birebir alakası asla tam olarak tespit edilemeyen bir parti tarihin siyasi çöplüğüne gönderilmiştir. Bazen öyle durumlar olur ki, ayaklananlar kesinlikle yenileceklerini bilirler ancak susup kabul etmek kendileri için daha büyük bir zulümdür. Ayaklanmazlarsa herşeyi daha da fazla haketmiş olurlar. Bir kişinin ayaklanması veya ayaklanmaması için cezaların şiddeti birebir etken değildir. Zulmün veya isteğin boyutu ayaklanma için önem kesbeder. Belki cezanın boyutu kısmi vazgeçişler de sağlayabilir. İktidara muhalefet olur, devrime olmaz demişsiniz. Her ikisine de olabilir. Bir devrim bir devrimi ortadan kaldırabilir. Ama bu mesele değil. Burada söylenmek istenen; Atatürk'ün getirmiş olduğu çağdaş devrime karşı çıkış vardı iktidara değil se; O dönem içerisindeki bütün karşı çıkışlar iktidara değil devrime karşı çıkış olarak kodlanmış ve önlemler ona göre alınmıştır bunu da belirtirim. Yaşımın genç dönemlerinde demokrasi anlayışı ve globalizasyon bu kadar değildi. Benim 22-23 yaşlarında vakıf olduğum şeylere şimdi gençler bunlara daha önce sahip oluyorlar. 16-17 yaşındaki gençler hayranlık uyandırıyor bende. Demokrasi Türkiye'de belki de 28 Şubatla oturdu. Makale başlıklarım konusunda hala iddialıyım. "Müslümanların demokratikleşmelerinde 28 Şubat" - "Bir paradoks 28 Şubat ve Müslümanların güç kazanımı" Bu iki başlık bir dışlama veya daraltma başlıkları değil. Şu denebilir. Yahu bir İran'lı veya Suudi'de müslümün ancak onlar 28 Şubat'ı yaşamadılar. Hayır yaşadılar. Tüm dünya 28 Şubat'ı yaşadı. Türkiye sadece merkezdi. 28 Şubat Türkiye'nin demokratikleşmesinde inanılmaz bir etken. Ancak 28 Şubat'tan önce demokrasi ile din'in uyup uymayacağını tartışıyorlardı. Hepsi mi? O kadar da manyak değilim. 28 Şubat'ın sadece milli görüşçülere karşı yapılmadığını ve sadece onları değiştirmediğini 28 Şubat kararlarını yayınlayarak daha önce belirtmiştim. Bu sebeple bir dışlama filan gibi düşünmeyin. Ha siz derseniz ki; ben 28 Şubat sürecinden önce de hem müslümandım hem de demokratiktim. Ben de; yok o kadar da değil diyebilirim. 28 Şubat jakobenler hariç herkesin kendisini sorgulamasını sağlamış bir süreçtir dediğimde de hadi oradan diyenler olabilir. Herkesi içine alacak bir tanımlamayı uydurmanın da mümkün olmadığını vehmediyorum. Müslümanların hataları olduğu gibi Türkiye'de müslümanların güç kazanmasını engelleyecek bir takım eylemler de başka odaklarca meydana getirilmiştir. Müslümanların güç kazanmasını engellemek için. Hangi müslümanlar? Bu soruya da ilginç bir cevap verelibilinir. Dünyada radikal müslümanlar var mıdır? EVET. İnternette gördüğümüz kafa kesme videoları doğru mudur? Evet doğrudur. Kaç tane kafa kesme, okul basma gördünüz müslümanlar tarafından gelen. Çok. Kaç tane...Sayamıyorum. Kaç tane...Sayamayacak kadar çok dedik ya... Pekiye; İsrail, filistinlileri haklıyor. Evet bunun adı haklamaktır,,, kaç tane haklanmış gördünüz. Sayamayacak kadar çok. Gerçekten... ABD, kaç Iraklıyı, kaç bilmemneliyi, kaç kaç, kaçamazsın...ABD; İyi de orası devlet, devletin dini olmaz, dini olmayanın...Boşver dindarların yaptığına bak. Dini olmayanların yaptığı birşey var mı: olma mı? PKK'ya bak. Sen de bir tek PKK biliyorsun. Yok canım, birçok şey biliyorum da, neylesin; örnek anlaşılır olsun. Hiçbir düşünceye mensup olmayan bir adam elindeki sniper'la ABD'de 5 kişiyi hakladı. Ehemmiyeti yok, dindar değil...5 kişilik radikal müslüman bir adamın kafasını kesti. Hössttt... İşte bütün dinler böyledir radikalizme yakındır... İslam radikalizme kayabilir mi? Elbette. Hristiyanlık kayabilir mi? Haçlı seferleri boşuna mı oldu...Haçlı seferleri din savaşı mıydı. Yok neydi...İsrail bir din devleti, israil, yahudilere yurt olsun diye uğraşıyor. Yani bütün amacı vaat edilmiş topraklar, zira kitaplarında yazanı yerine getirmeye çalışıyorlar...Ben de yedim. Bir takım amaçlara ulaşmak için ön plana dini koyup asıl amaç gizlenerek bir takım faaliyetler gerçekleştirelebilinir mi? Evet. Kürt devleti kurmak için dini öne çıkartabilirsiniz. Bugün PKK'nın saçma bir şekilde kendi tabanını yok etmesinin nedeni budur. Dini kullansalardı o zaman enteresan bir ayaklanma görebilirdik. Kullanabilir miydi? Din; Kürt-Türk kardeştir diyorsa ve insanlar bunu biliyorsa zorlanırdı... Demek ki; radikallik, bela, dini kaldırmak, kıstırmak, yok etmekle olmaz. Haddi zatında bu başarılamayacak bir savaştır. Böylesi bir durumda insanların bir arada, özgür, kardeşçe yaşamaları için doğru din doğru insanlar tarafından anlatılmalı mıdır? Laikliğe aykırıdır olmaz...Ne yapılmalıdır...Hayat kısa, indirmeye çalıştığın filmi indir, altyazısını ekle DVD yap, DVD'yi akşam eve götür izle, yat, yarın tekrar işe geleceksin... CYRANO Saygılarla... *İsmini hatırlayamadığım bir zat-ı muhterem Şeyh Sait ayaklanmasının çıkmasında bir "bakan'ın" büyük vebalinin olduğunu belirtiyordu. Bu konuyu daha önce sanırım Cordoba ile tartışmıştık üstün körü ama hangi konudaydı bulduğumda bir bakayım...İstiklal Mahkemelerin ikinci defa kuruluş tarihi ve ne kadar kaldığına bir bakmanı rica ediyorum. Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 6 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 6 Mart , 2008 ŞAPKA KANUNU Kanun No. 671: Şapka Giyilmesi Hakkında Kanun, 28 Teşrinisani (Kasım) 1341(1925): Madde l - Türkiye Büyük Millet Meclisi azaları ile idarei umumiye ve mahalliye ve bilumum müessesata mensup memurin ve müstahdemin, Türk milletinin giymiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedirler. Türkiye halkının da umumî serpuşu şapka olup buna aykırı bir alışkanlığın devamını hükümet men eder. Madde 2 - İşbu kanun neşir tarihinden itibaren muteber (yürürlükte)dir. Madde 3 - İşbu kanun Büyük Millet Meclisi ve icra Vekilleri Heyeti tarafından icra olunur. Evet kanunu alıntılamışsın. Şimdi bu kanunda İsikilipli Atıf Hoca'nın şapka giymesini emreden bir yan var mı? Dolayısıyla nasıl "şu giyim tarzını giymeyi reddettiği için idam edildi" şeklinde mizansenleştirebiliyorsun vakayı. TBMM azası mıdır? Memur mudur ? Mistahdem midir ? Devlet Memurlarının kılığına ilişkin çıkarılmış bir yasa. Bugünde devlet memurlarının kravat takmaları zorunludur. Kravatta hırvatların giysisidir. Hırvatlarda hristiyandır. Şapka hangi milletlere aitti. Müslüman icadı mıydı? EL CEVAP: HAYIR. Onların dinsel kıyafeti demedim. Onların kullandığı bir kıyafetti. Bugün topsakalı ilk defa bir yahudi bırakmış olsaydı o zaman müslüman ona benzememek için belki de top sakal bırakmayacaktı. Ancak, bu Yahudi ve Hristiyanlara benzemeyin'den ne anlaşılması gerektiğine bağlıdır. Kimisi bu nass'ı bir kül olarak düşünür ve hiçbir şekilde onlara benzememeyi esas alır kimisi de onlar gibi olmayın olarak alır ve farklı davranabilir. (onlar gibi olmayın olarak alır derken nasıl olacağı hakkında en ufak bir fikre sahip değilim ) Bir yahudi dini şekil olarak belli bir biçimde sakal bırakıyorsa, o şekilde sakal bırakmak dersen anlarım. Bir musevi dini olarak kippa takıyorsa kippa takmamayı anlarım. Zira yahudilerin o şekildeki sakalları, yandan örülmüş saçları, kippaları onların dinsel kimliklerini gösteren şekillerdir. Bir hristiyan içinde geçerli. Ancak dinsel hiçbir yanı ve özelliği olmayan bir kıyafeti, sadece tasarlayanların dini kimliği üzerinden alıp. Onu giyince onlara benzemek olarak adletmeyi, bu vesileyle şapka devrimine karşı propaganda yapmayı dini altyapıya oturtmak zor iştir. İngilizce konuşmak, gitar çalmak gibi binlerce şeyide o listeye sokarım o halde kolayca. Şimdi devlet memurlarının kravat takmalarının zorunlu olması üzerinden. Hristiyan olacağımız, dinden çıkacağımız. Ve devletin insanlara zorla kafir giysisi giydirdiği gibi bir propagandanın dini yanı var mıdır ? İslam dini emirleri ve yasakları aşikar olan bir dindir. Kimsenin yasak icad edecek halide yoktur. Ne kravat takıyoruz diye hristiyan oluruz, ne kot pantolon giyiyoruz diye. ne de şapka giyiyoruz diye. Şeyh Sait ayaklanmasına girmeyelim diyorum inadına giriyorsun. Bekir girmeyelim şeklinde gizemli bir hava yaratma. Bu ayaklanmanın bir şeriat ayaklanması olduğunu belirten güç iktidarın kendisidir. Bu ayaklanmanın bir kürt ayaklanması olma ihtimalini asla göz önüne almamıştır. Bugünkü Kürt meselesinin temeli Şeyh Sait ayaklanmasına kadar uzanmaktadır. Niye sadece Doğu'da çıktığı dahi düşünülse elde önemli bir veri olur. İdam meselesine Şeyh Sait'e dayamadım. İstiklal Mahkemeleri tekrar Şeyh Sait için kurulmuştur ancak isyan bastırılıp suçlular cezasını çektikten sonra dahi varlığını korumuştur. Şeyh Sait isyanı ile birebir alakası asla tam olarak tespit edilemeyen bir parti tarihin siyasi çöplüğüne gönderilmiştir. Bu ayaklanmanın bir şeriat ayaklanması olduğunu belirten bizzat ayaklananlar ve liderleridir. Halkı islam dini adına ayaklanmaya çağıran. Kendisini kurulacak şeriat devletinin başı ilan eden. İslam adın savaşanların lideri anlamına gelen tuğra kullanan bir adam ve arkadaşlarının başlattığı ayaklanmadır. Şeyh Sait'İn isyanı başlatmak için yaptığı geziler, yaptığı konuşmalar, yaptığı toplantıların tümünde, kürtlük veya kürt milliyetçiliği değil din vurgusu vardır. Bizim konumuz ayaklanmayı planlayan ve başlatanlar gerçek amacının ne olduğu değil. Halkın neyle ayaklandırıldığı, hangi söylemle ve hedefle. İngilizler gericiliği ve dini fanatizmi yerli işbirlikçileri aracılığıyla kullanarak halkı Cumhuriyet'e karşı ayaklandırabiliyorlarsa mesele ve tehlike budur. Cumhuriyet'in alacağı önlemler ve tedbirlerde bu yönde olacaktır tabiki. Adamlar kalkmış, şeriat istemiyle ayaklanmış. Sonra bu dini bir ayaklanma değil. PKK ve türevleri kendilerine ait hayali bir "kürt direniş tarihi" yaratma saikiyle Şeyh Sait isyanını "kürt ulusal isyanı" diyerek cahil taraftarlarına yutturmaya çalışmıştır. Onların bu propagandası bunun böyle olduğu anlamına mı gelir. Onlara bakarsan perslerde kürttür, zerdüştte kürttür, farsçadan kürtçeden doğmuştur. Bazen öyle durumlar olur ki, ayaklananlar kesinlikle yenileceklerini bilirler ancak susup kabul etmek kendileri için daha büyük bir zulümdür. Ayaklanmazlarsa herşeyi daha da fazla haketmiş olurlar. Bir kişinin ayaklanması veya ayaklanmaması için cezaların şiddeti birebir etken değildir. Zulmün veya isteğin boyutu ayaklanma için önem kesbeder. Belki cezanın boyutu kısmi vazgeçişler de sağlayabilir. Devletim memurlarının kılık kıyafetleriyle ilgili düzenleme yapması büyük bir zulum mudur? Tekrar söylüyorum bugünde memurların hristiyan bir toplum tarafından "icat edilen" kravatı takmaları zorunludur. Ama ben bunun halk için büyük bir zulum olduğunu falan düşünmüyorum. Kravat taktığı için kendisine zulum edildiğini düşünen ve ızdırap çeken bir devlet memuru olduğunuda. Ha çok büyük zulum olsa istifa eder adam. Cezaların şiddeti birebiri bırak hiçbir etken değildir ayaklananlar için. Ayaklanan kişi ölümü göze almıştır. Çünkü bilirki ayaklanmaya karşı devlet en sert cevabı verecektir. Devlete karşı silahlı ayaklanmaya, silahla cevap tan başka bir cevap veren devlet olmamıştır, yoktur, olmayacaktırda. Dolayısıyla "şiddetli cezalar yüzünden ayaklanmamış olabilirler" şeklindeki tezin anlamsızdır. İktidara muhalefet olur, devrime olmaz demişsiniz. Her ikisine de olabilir. Bir devrim bir devrimi ortadan kaldırabilir. Ama bu mesele değil. Burada söylenmek istenen; Atatürk'ün getirmiş olduğu çağdaş devrime karşı çıkış vardı iktidara değil se; O dönem içerisindeki bütün karşı çıkışlar iktidara değil devrime karşı çıkış olarak kodlanmış ve önlemler ona göre alınmıştır bunu da belirtirim. Ben sana o devletin yasaları içinde dedim değil mi? Yani o devletin yasalarına bağlı olan bir parti veya örgüt iktidara muhalefet edebilir, o devleti kuran devrime değil. Fransız yasalarına bağlı olan bir parti, iktidara muhalefet edebilir. Ancak var olan Fransız devletini kuran Fransız ihtilaline değil. O parti mevcut iktidarın değişmesini isteyebilir bu yönde propaganda yapabilir. Ancak Fransız ihtilalinin iptal edilip tekrar krallığa geçilmesini isteyemez, bunun propagandasını yapamaz. Yoksa yasadışı örgütler istediği şeyi ister, istediği şeyin propagandasını yapabilir. Onlar zaten yasalara bağlı değildir. O dönemde, devrime karşı ciddi örgütlenmeler ve hareketler olduğu gerçeğini yadsımak mümkün mü? Bizzat Atatürk defalarca suikast girişimine maruz kalmadı mı? En son suikast girişiminin tertipçilerinin neredeyse tamamının Terakkiperver Cumhuriyet Fıkrası mensupları olmasını gözardı mı edeceğiz ? Atatürk'ün istemediği şey muhalefet partisi olsaydı hiç kurdururmuydu. Demokrasinin beşiği Avrupa tek partiler, diktatörlükler ve krallıklar dönemine girdiği yıllarda, ülkede çok partili rejim denemeleri yapmıştır Atatürk. Yaşımın genç dönemlerinde demokrasi anlayışı ve globalizasyon bu kadar değildi. Benim 22-23 yaşlarında vakıf olduğum şeylere şimdi gençler bunlara daha önce sahip oluyorlar. 16-17 yaşındaki gençler hayranlık uyandırıyor bende. Demokrasi Türkiye'de belki de 28 Şubatla oturdu. ona bakarsan ,ben 16-17 yaşındayken kimi emekli askerler basının önünde, gençlere silah ve kuran'la yemin ettirmiyordu. Bekir Türkiye'de şovenizmin tehlike yaratacak şekilde populerleştiğine ilişkin ciddi bir kanaat varken bu söylediğin ne kadar gerçekçi. Ben 16-17 yaşındayken mesela Filistin direnişine ilişkin "araplar bizi sattı" şeklinde değerlendirmeler yapılmıyordu. İnsanların bilmem kaç kuşak önce genlerinde hangi milletin genini taşıdığı tartışılıp onun üzerinden hakkında yargıya varılmıyordu. En azından alenen. Globalizasyon. Yalnız sanırım Globalin ne halde olduğunu unutuyorsun. Avrupa artan ırkçılığı nasıl engelleyeceğinin yollarını arıyor. Yanı başımızdaki ülkeler dinsel fanatizmin yarattığı şiddetle boğuşuyor. Avrupa'da gerek ırki, gerek dinsel ırkçılık hergün artıyor. Amerika'da bir başkan Adayı'na karşı babasının müslüman olması en önemli karşı propaganda malzemesi oluyor. Karakıta tekrar kabile savaşlarıyla çalkalanıyor. Almanya tekrar Türk'ler in evleri yakılıyor. Globale bakınca farklı bir manzara mı varki? Globalizasyon daha değişik bir ufuk yaratsın gençlerde. Makale başlıklarım konusunda hala iddialıyım. "Müslümanların demokratikleşmelerinde 28 Şubat" - "Bir paradoks 28 Şubat ve Müslümanların güç kazanımı" Bu iki başlık bir dışlama veya daraltma başlıkları değil. Şu denebilir. Yahu bir İran'lı veya Suudi'de müslümün ancak onlar 28 Şubat'ı yaşamadılar. Hayır yaşadılar. Tüm dünya 28 Şubat'ı yaşadı. Türkiye sadece merkezdi. 28 Şubat Türkiye'nin demokratikleşmesinde inanılmaz bir etken. Ancak 28 Şubat'tan önce demokrasi ile din'in uyup uymayacağını tartışıyorlardı. Hepsi mi? O kadar da manyak değilim. 28 Şubat'ın sadece milli görüşçülere karşı yapılmadığını ve sadece onları değiştirmediğini 28 Şubat kararlarını yayınlayarak daha önce belirtmiştim. Bu sebeple bir dışlama filan gibi düşünmeyin. Ha siz derseniz ki; ben 28 Şubat sürecinden önce de hem müslümandım hem de demokratiktim. Ben de; yok o kadar da değil diyebilirim. 28 Şubat jakobenler hariç herkesin kendisini sorgulamasını sağlamış bir süreçtir dediğimde de hadi oradan diyenler olabilir. Herkesi içine alacak bir tanımlamayı uydurmanın da mümkün olmadığını vehmediyorum. Müslümanların hataları olduğu gibi Türkiye'de müslümanların güç kazanmasını engelleyecek bir takım eylemler de başka odaklarca meydana getirilmiştir. Müslümanların güç kazanmasını engellemek için. Hangi müslümanlar? Bu soruya da ilginç bir cevap verelibilinir. Bende ısrarla milli görüş geleneğinden gelenlerle ilgili yargıları "müslümanlar" başlığıyla etiketlemeye karşıyım. Biz 28 şubat'tan sonrada dini fanatizmin Türkiye'de yarattığı dehşete şahit olduk değil mi. Dünyada radikal müslümanlar var mıdır? EVET. İnternette gördüğümüz kafa kesme videoları doğru mudur? Evet doğrudur. Kaç tane kafa kesme, okul basma gördünüz müslümanlar tarafından gelen. Çok. Kaç tane...Sayamıyorum. Kaç tane...Sayamayacak kadar çok dedik ya... Pekiye; İsrail, filistinlileri haklıyor. Evet bunun adı haklamaktır,,, kaç tane haklanmış gördünüz. Sayamayacak kadar çok. Gerçekten... ABD, kaç Iraklıyı, kaç bilmemneliyi, kaç kaç, kaçamazsın...ABD; İyi de orası devlet, devletin dini olmaz, dini olmayanın...Boşver dindarların yaptığına bak. Dini olmayanların yaptığı birşey var mı: olma mı? PKK'ya bak. Sen de bir tek PKK biliyorsun. Yok canım, birçok şey biliyorum da, neylesin; örnek anlaşılır olsun. Hiçbir düşünceye mensup olmayan bir adam elindeki sniper'la ABD'de 5 kişiyi hakladı. Ehemmiyeti yok, dindar değil...5 kişilik radikal müslüman bir adamın kafasını kesti. Hössttt... İşte bütün dinler böyledir radikalizme yakındır... Siyonizmde dinsel fanatizmdir, evanjelizmde. Yani birbirinin karşısına örnek olarak koyduğun şeyler aynı. Şeriatçılık, siyonizm, evanjelizm bunlar birbirinden farklı şeyler değil. Hepsi dinin emirlerini geçerli kılmak için şiddet kullanmak, insanları zorlamak, kabul etmeyenleri öldürmek. Artı, dinsel fanatizmin ürünü olan eylemleri gerçekleştirenleri "dindarlar" olarak mı niteliyorsunda "dindarların yaptığına bak" şeklinde bir cümle kuruyorsun. Namazını kılan, kendi hayatında dinin emirlerine uyan adam dindardır. Başkasını dinin emirlerine uymuyor diye öldüren adam katildir, canidir, dindar değil. Onun aynı zamanda dindar olması bizi ilgilendirmiyor. Dindarlık ve dinsel fanatizmi aynı şey gibi göstermek büyük hatadır. El Kaide eleştirilince, hizbullah eleştirilince bunu "dindarlar eleştiriliyor" şeklinde yansıtan Vakit gazetesi tarzı olur bu. Bir şizofrenin, manyağın, yada cinnet geçiren normal bir insanın eline silah alıp insanları katletmesi başka bir şeydir. Bir dinsel fanatik örgütün elemanının aldığı emirle cinayet işlemesi farklı şeydir. Dinin siyasal alanda bir güç veya politika aracı olarak kullanılmasının türevidir dinsel terörizm. Laikliğin dini insanların bireysel yaşamında tutma, devlet, siyaset gibi kurumlarla dini birbirinden ayırma amacı tamda buna engeldir. Siyasetçi siyaset yapar. Din adamı dinle ilgili işleri. Siyasetçi, siyasi kimliğiyle din adamlığına. Ya da din adamı, din adamı kimliğiyle siyasete soyunursa işin varacağı uç boyut budur. Başka bir şey değil. İslam radikalizme kayabilir mi? Elbette. Hristiyanlık kayabilir mi? Haçlı seferleri boşuna mı oldu...Haçlı seferleri din savaşı mıydı. Yok neydi...İsrail bir din devleti, israil, yahudilere yurt olsun diye uğraşıyor. Yani bütün amacı vaat edilmiş topraklar, zira kitaplarında yazanı yerine getirmeye çalışıyorlar...Ben de yedim. Sana sadece müslüman ülkelerde dinsel fanatizm, dinsel fanatizmdir gibi bir şey mi söyledim ? Ki bana bu karşılaştırmayı yapıyorsun. Benim bu konuda dini konularda yazdığım yüzlerce yazım var belki. Dinsel fanatizmin ve şiddet sadece müslüman toplumlara özgü olduğu görüşlerini çürüten onlarca uzun yazım var. Her biri dosya niteliğinde. Dinsel fanatizm derken, "din" sel diyorum. Dünyada bir tane din var mı diyorum. Biri tevratın emirlerini uygulamak için insan öldürür. Öbürü incilin, öbürü kuranın. Ortak noktaları insanları bellidir. Bir takım amaçlara ulaşmak için ön plana dini koyup asıl amaç gizlenerek bir takım faaliyetler gerçekleştirelebilinir mi? Evet. Kürt devleti kurmak için dini öne çıkartabilirsiniz. Bugün PKK'nın saçma bir şekilde kendi tabanını yok etmesinin nedeni budur. Dini kullansalardı o zaman enteresan bir ayaklanma görebilirdik. Kullanabilir miydi? Din; Kürt-Türk kardeştir diyorsa ve insanlar bunu biliyorsa zorlanırdı... Demek ki; radikallik, bela, dini kaldırmak, kıstırmak, yok etmekle olmaz. Haddi zatında bu başarılamayacak bir savaştır. Böylesi bir durumda insanların bir arada, özgür, kardeşçe yaşamaları için doğru din doğru insanlar tarafından anlatılmalı mıdır? Laikliğe aykırıdır olmaz...Ne yapılmalıdır...Hayat kısa, indirmeye çalıştığın filmi indir, altyazısını ekle DVD yap, DVD'yi akşam eve götür izle, yat, yarın tekrar işe geleceksin... Laikliğin yaptığıda varlık amacıda bellidir. Önüne geçmeye çalıştığıda zaten budur. Dini insanların bireysel yaşamlarında belirleyici olacak şekilde toplumda var etmek. Bir kısım insanın , başka bir kısım insanın üstünde tahakküm kurmasını sağlayacak. Yada onların yaşamına karışıp, onların yaşamını dinsel esaslara göre biçimlendirme hakkı verecek şekilde kullanımını engellemek. Basit örnek pro laik dönemde. Kilise kalkar bir bilim adamına bu yaptığın dine aykırı yapma der. Laiklikte, devlet kiliseye sen kendi işine bak, kendini benim yerime koyma der. Pro laik dönemde bir şeyh insanların neyi yapmalarının yasak, neyi yapmalarının serbest olduğu konusunda yaptırım gücü olan fetva verir. Laik dönemde devlet hiçbir şeyhe yaptırım gücü olan fetva verme yetkisi vermez. Laik devlet dinse saygılıdır doktrinel olarak. Ama asla dinsel kurumların emrinde değildir. *İsmini hatırlayamadığım bir zat-ı muhterem Şeyh Sait ayaklanmasının çıkmasında bir "bakan'ın" büyük vebalinin olduğunu belirtiyordu. Bu konuyu daha önce sanırım Cordoba ile tartışmıştık üstün körü ama hangi konudaydı bulduğumda bir bakayım...İstiklal Mahkemelerin ikinci defa kuruluş tarihi ve ne kadar kaldığına bir bakmanı rica ediyorum. Aşar vergisi kaldırılınca vergiden pay alma hakkı elinden alınan bir şeyh ve avanesinin ingilizlerin desteğiyle şeriat istemiyle ayaklanmasının vebalinin kimlerde olduğu bellidir. Emin ol istiklal mahkemelerinin varlık süresi sıkıyönetim, dgm mahkemelerinin süresinden onlarca kat kısadır. Cumhuriyetten sonra bu ülkede yaşananlar dgm ve sıkıyönetim mahkemelerinin varlığına gerekli görülen olaylardan katbekat daha büyük tehlikeler içermektedir. Alıntı
Misafir karabekir Gönderi tarihi: 7 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 7 Mart , 2008 CYRANO, birbirimizden çok farklı şeyler söylemiyoruz. Bakış açımız biraz farklı sadece. Şöyleki; Evvela bazı kavramların esamesinin dahi okunmadığı zamanlarda meydana gelen savaşlar var. Din savaşı filan diyoruz. Ön plana çıkartılan din ama asıl amaç farklı. Haçlı seferlerinde Din kullanılmadı mı? Pekiyi asıl amaç sadece Müslümanları mı haklamaktı. Veya daha geriye gideyim. Hz. Ali ile Muaviye arasında çıkan savaş din savaşı mıydı yoksa iktidar mı? Tehlikeli sorular soruyorum. Kendim için…Bugün İsrail'in devlet kurmasındaki etken veya O coğrafyada bulunmasının sebebi Din midir? Yada Evangelizmin şahinlerinin amacı bu çarpık öğretilerini uygulamaya koymak mıdır da Irak'a ve bilmem kaç yere saldırıyorlar. Yada din savaşları...Bunlar da din kullanılmıştır ancak başka amaçları vardır. Ha, “Din, kullanılmaya başka şeylerden daha müsaittir” diyorsan olabilir ama her şey de istendiğinde kullanılabiliyor. Kabul etmek gerekir ki; Din, başka birçok düşünceye göre daha fazla kullanılabilmiştir. Ama bu diğer düşüncelerin de kullanılmayacağı anlamına gelmiyor. Şimdilik sadece Din'i kullanıyorlar. Bir dönem bir yerde Komünizm öğretisinin veya national sosyalizm'in uygulanması gibi. Şapka meselesinde; ben şu anda o tarihlerde bu kanunun nasıl uygulandığını bilmiyorum. Dönemin ulemasından olan biri olarak karşı çıkmıştır Hoca. Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı Kitabı elimde bulunuyordu( e-kitap. Sırf merakımdan dolayı internette bulup okumak istemiştim ve 1,5-2 yıldır okumadım) bir ara okuyacağım sanırım bu tartışmamızdan sonra. Gerekçelerini bilmiyorum. Lakin ortada kanunun getirmiş olduğu bir mesele var. "Türkiye halkının da umumî serpuşu şapka olup buna aykırı bir alışkanlığın devamını hükümet men eder." ahanda bu kısım. Yine tekrarlıyorum, ben kanunun nasıl uygulandığını bilmiyorum ama kanunun bu maddesi ve o dönem düşünülürse bayağı bir şeyler anlaşılır. Bu arada kravata illet oluyorum. Boğazımı sıkıyor, delirtiyor beni. Hergün işten çıkarken portmantoya asıp ertesi gün mümkün olduğunca geç takıyorum...Daha da fenası lüzumsuz bilgiler ansiklopedisinde bu meretin Osmanlı ordusunun icabına bakan başka bir ordunun boyunlarına taktıkları enteresan bezden neşet ettiği yazılıydı...Bu da globalizasyonun bir neticesi. Hemen herkes yavaş yavaş birbirine benziyor. Dikkat etmemiz gereken şey 1920'lerde herkes takım elbise, fötr şapka, kravat takmıyor. Daha kılık kıyafet inkilabı, bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair kanun yok. sanırım. Hasılı İskilipli Atıf Hoca kanuna da karşı çıkmamıştır. Yazdığı kitap kanundan hayli bir zaman öncedir. Ben iki yıl diyordum ama 1,5 yılmış. Demek ki, toplumda bazı kesimlerde şapka makes bulmaya başlamış ve o da çıkıp bunun islama uyup uymadığına dair bir kitap yazmış. Bu onun düşüncesi ve şapka kanunundan önce yazılmış. "Ancak, bu Yahudi ve Hristiyanlara benzemeyin'den ne anlaşılması gerektiğine bağlıdır. Kimisi bu nass'ı bir kül olarak düşünür ve hiçbir şekilde onlara benzememeyi esas alır kimisi de onlar gibi olmayın olarak alır ve farklı davranabilir (onlar gibi olmayın olarak alır derken nasıl olacağı hakkında en ufak bir fikre sahip değilim )" Böyle demişim. Hatta sona parantez açıp bir cümle koymuşum. Hala da benim aklıma bir örnek gelmiyor. Bu nass'ın manası nedir o halde. Hz. Ömer döneminde yaşanmış ve Hz: Ömer'in konuya ışık tutacak bir yaklaşımı olduğunu hatırlıyorum. Saç tıraşıyla alakalı. Tam olarak hatırlayamadığım için şu an yazmıyorum ama bu durum benzememekte nelerin dikkate alınacağına biraz olsun bize düşündürtmeli. İskilipli Hoca'da, Hulafa-i Raşidin'den Hz.Ömer gibi hareket etmiş olabilir. Ben, burada sadece İslam nazarında bir yeri vardır elbet diyorum ki, ulemadan bir zat; islamın bir takım hükümlerine dayandırmadan şapka’nın dine aykırı olduğunu söyleyemez. Şayh Sait ayaklanmasına girmeyelim dememin birçok nedeni vardı: Kaynaklar karmankarışık. Kürtler (ben böyle kullanıyorum diye bütün kürtler olarak algılamayın-bir ara halk dediğimde de herkesi kastettiğim sanılmıştı. İnsanlar bu sanrı da haklıdırlar da benim de üslubumun böyle bir sakatlığı var. Kendime bile "BİZ" diyorum.) bunun bir şeriat ayaklanması olmadığını Kürt ayaklanması olduğunu söylüyorlar, Müslümanlar (tamam. 'dan bazıları) bunun bir şeriat ayaklanması olmadığını Kürtçülük düşüncesi ile devlet tarafından mağdur edilmiş kimselerin ayaklanması olduğunu ancak aynı zamanda Din'in de kullanıldığını, iktidar ve devlet ise bunun devrimlere karşı yapılmış bir şeriat ayaklanması olduğunu söylüyor. Yalnız yanılmıyorsam daha sonra başbakanlık da yapmış bir zat; o bölgedeki ayaklanmanın dahiliye vekilinin oradaki uyguladığı politikalar olduğunu söylüyor sorunun çıkış nedenini. Elimizdeki kaynaklar da bir hayli mesele. İstiklal Mahkemelerin vermiş olduğu kararlara dahi ulaşamıyoruz. Gizli belge...Ben hangi vecheden bu olaya bakacağım. Hele de bir kaynak Şeyhin Harput'a girdiğinde "ilerici"bir takım insanlar tarafından oradan çıkmaya zorlandığını belirtiyor. Yani ki; Bu ayaklanmada ne söylerseniz söyleyin bir taraf tutmak zorundasınız. Bu sebeple bu ayaklanmaya girmeyelim dedim. Yoksa efsunlu bir hava yaratma derdinde değilim. "şiddetli cezalar yüzünden ayaklanmamış olabilirler" Böyle bir tezim yok. Ayaklanma ile ilgili iki tezim vardır. "Bir insanın kaybedecek birşeyi yoksa o insan her tehlikeye atlayabilir ve bu arada ayaklanadabilir". Bu tez Ali Şeriati'nin "Kapitalizm" adlı kitabında "Kapitalizmin Akıllanması" başlığı altında Marks'ın nerede yanıldığını ve işçi sınıfının niye ayaklanmadığını anlatırken belirttiği tezle aynı paraleldedir. 2. Savunduğunuz düşünce, hayata bakışınız ne kadar orjinal ve siz ne kadar o düşünceye bağlıysanız ayaklanma ihtimaliniz de ona göre değişir. 2. tez ise çok kapsayıcıdır. Bu tezin içine herşey girebilir. Yani ki, hayatı hedonizme eşitlemişseniz: hem cezadan korkup ayaklanmayabilirsiniz hem de elinizdeki güzellikleri kaybetmemek için. Yada düşüncenize o kadar bağlısınızdır ki; iktidardaki biri Devletin laik olması gerektiğini söylediğinde hurrraaa...Bu biraz radikalizme yakın bir örnek oldu. Ayaklanan için cezanın şiddeti önem kesbetmez haklısın. (PKK'yı bırakıp teslim olanları istisna tutalım) ancak ayaklanıp ayaklanmaya karar veremeyenler üzerinde öneme sahip olmadığını söyleyemezsin. Devletin yasaları içinde demedin ama neyse; Bir partinin iktidara mı yoksa yönetim şekline mi karşı çıktığını bulmamız, tespit etmemiz gerekir. İktidar, kurulan bu partinin Cumhuriyeti (herhangi bir cumhuriyeti) değiştirmek niyetinde olduğunu söyleyip muhalefeti yok ediyorsa partiyi kapatmakla kalmayıp, partinin yönetim kurulunu da anayasal düzeni değiştirmeye çabalamaktan sallandırması gerekebilir. Her ne ise; Devrime muhalefet olur derken; Napolyon dönemi ve Rusya'daki süreç aklıma geldi. İktidara muhalefet zaten sıradan... Irkçılık veya milliyetçilik; tamam şaka. Seninle bu konuda sert bir tartışmamız oldu. 3-4 yıl kadar evvel konunun uzmanları dünyada globalizasyon neticesinde ırkçılığın gerilediğini bitme noktasına geldiğini belirtiyorlardı. Ha bugün neler var ırkçılık adına. Belki Darfur, Almanya'da ev yakmalar, belki Amerikanın ortadoğa coğrafyasında yaşayanları tam olarak insan olarak görmemesi neticesinde gerçekleştirdiği faaliyetler...Bunlar ırkçılık olarak da okunabilir emperyalizm olarak da okunabilir. Almanya'daki ev yakmalar istisna. O birkaç şey olarak okunabilir. Ama özelinde ırkçılık. Lakin benim aklımada birçok şey gelmiyor. Yani bana, hadise lokal gibi geliyor. Bir yükseliş yok zannımca. 8-10 yıl evvelde bunları yaşadık. Almanya hadisesi. Zaten onlarda da böyle bir cenah var ve hiç değişmediler. Barak Obama meselesinde kullanılan argümanlar kendilerine hançer olarak dönüyor. Muhalefet belki son kertede icabına bakacaktır Obama'nın ama ırkçılık veya dindarlık veya enteresan tabir dindar ırkçılık aslında çok da fazla yükselişte değil...Tabi bence... Ülkede ikinci parti denemeleri: CYRANO, buraya ya tozpembe bakarız veya kapkara. Ortayolu bulamayız. Ben tersinden birşey söyleyeyim. Atatürk göstermelik bir muhalefet istiyordu. Bizde muhalefet var denilecekti kendisine bağlı var ama gerçek olmayan bir muhalefet. Muhalefet kendilerine bağlı olmayınca ve göstermelik olmaktan çıkıp büyük kitlelere seslenince hemen icabına bakıldı desem. Bakın, bu ayrı bir antitez. EEE, hangisi doğru...Yaşandı bittti...Hangi tarafından okursak okuyalım bunlar üzerinden kesin bir sonuç elde edemeyeceğimiz gibi sosyolojik bir tespite malzeme de yapmak zor. Enteresan bir tarihçi; Nutuk'a muhalefet edemezsiniz, isterseniz elinizde kesin kanıt olsun diyordu. Nutuk'un tarihçilerin önünü tıkadığını söylüyordu. Çünkü ona aykırı birşey söylediğinizde Atatürk'ü yalancılıkla itham edecektiniz demeye getiriyor bu ise tarihçi için içinden çıkılmaz bir garabettir. Yani ki; onun demek istemesiyle o dönemde ne oldu ne bitti asla tam olarak künhüne vakıf olamayacağız. Boşver dindarların yaptığına bak. Dini olmayanların yaptığı birşey var mı: olma mı? PKK'ya bak Dindar derken dini olan demek istemiştim. Müslüman, Hristiyan. Zaten hemen akabinde dini olmayanlar diye bir yeri belirttim. Yoksa ne dine inananları ne de radikal müslümanım diyenleri belirtmedim. Bana göre onlarda radikal müslüman filan değil. Cellat. Sadece dindarlar. Hristiyanlık, Yahudilik, Budizm bunlar dindir. Ben dindar derken dini olanı, müslüman, hristiyan, yahudi, budist derken ona inananı kastederim. Bu ikisi arasında fark var. Ha çok açık yazmamışım özür diliyorum. Benim dindar tanımım TDK'nın tanımına uyar mı? Uymayabilir...Her tanımın da illaki oraya uyması gerekmiyor. Eee, o zaman karşınızdakiyle nasıl anlaşacaksınız. İşte böyle Ha sıkıyönetim mahkemeleri ile DGM arasında kıyas yapmışsın. Bence de iki mahkeme arasında bir farka gerek yok. Ben ikisinden de nefret ettim. Ancak, sıkıyönetim mahkemelerinde yargılamalar (DGM'de de askeri üye bulunması böyleydi) da yargılamayı yapan kişilerden bazılarının hiç hukukçuluk sıfatı olmadığı gibi yargılamalarında çok kısa sürdüğünü ve idam cezaları çıktığını unutmamak gerek. Bir günlük yargılamada idam kararı belki aynı veya ertesi gün idam. Bunlar şehir efsanesi mi? Hayır... Haa, burada önemli olan; ikinci defa istiklal mahkemeleri Şeyh Sait ayaklanması için çıkartılmıştır. Yani ki, istiklal mahkemelerinin kurulmasını gerektiren kanunun gerekçesi Mecliste bu ayaklanma için olduğu belirtilerek kabul edilmiştir. Yani ki, ayaklanma bitip de suçlular cezasını çektiğinde bu mahkemelerin kalkması gerekiyordu. Ancak, kalkmadı ve olağanüstü yargılama yöntemleriyle neredeyse İsmet İnönü'nün dahi hakkından gelmeye kadar gidiyordu. DGM ise adı üzerinde Devletin Güvenliğini sağlamak için kurulmuş bir mahkeme türüydü. Ancak her zaman devleti öne alıp halkı sallamadığı için sorunlara neden oldu. 4 kişi bir arada bulunduğunda DGM'de yargılandı. Bu öyle bir saçmalıktı ki, polisle ÖSS Sınavlarında Tıp kazandırmak için 50.000 marka anlaşan adam dahi gidip DGM'de çeteden yargılandı. Yaşandı, olmaması gerekiyordu. O zaman öyleydi, şimdi bunlara geri dönmediğimiz için şükretmeli ve onları çağrıştıracak şeylerden vazgeçmeliyiz. Gelecek de her ne kadar yine galeyana gelecek, getirelecekler, yine radikaller olsa da ben umutluyum. Daha güzel olacak...Bu son paragraf da CYRANO sana değil, genel olarak herkese...Ben gençlikten umutluyum... Alıntı
Misafir birce Gönderi tarihi: 8 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 8 Mart , 2008 Şeriatın nesilden nesile yavaş yavaş, farkettirmeden gelmesidir. cümleyi buraya getiriyorum, diger baslik bozulmasin.. birde, bu basligi hatirlayan varmidir acaba http://www.turkish-media.com/forum/index.php?showtopic=52580&hl= O vakit ler karsi ciktigimiz da, olurmu böyle seyler deniliyor du.. 2006 yılın da acılmış olan oysa 2002 senesinden bile.. ..var olan, belki daha öncesi bile vardır.. yavaş yavaş oynata oynata.. yavaş yavaş alıştıra alıştıra.. ~~~ şimdi ise görüyoruz... 2 YAŞINDA, TÜRBAN EYLEMİNDE Edirne’de Selimiye Meydanı’nda toplanan 50 kişilik grup, türbana destek eylemi yaptı. Sloganlar atan grubun içinde bulunan iki küçük kız çocuğunun başlarında takılan türban dikkat çekti. Anadolu Gençlik Derneği Edirne Şubesi tarafından Selimiye Meydanı’nda düzenlenen ‘Türbana destek’ eylemine 50 kişi katıldı. Polisin geniş güvenlik önlemi aldığı eylem sırasında protestocular ‘Başörtüsü başımı örtüyor, beynimi değil’, ‘Ben özgürüm, sen özgürsün, o değil’ gibi sloganlar attı. Eyleme katılan bazı protestocuların yanlarında getirdikleri ve yaşları 2 ile 3 arasında değişen iki küçük kız çocuğunun eline tutuşturulan ‘Diren Diren Özgürleş’ pankartı ve başlarına takılan türban dikkat çekti. Yaklaşık 10 dakika süren eylemin ardından grup yaptığı basın açıklamasının ardından dağıldı. bugün ki haberlerden alıntı Saygılar Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 10 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 10 Mart , 2008 SİLAHLARIN GÖLGESİNDE KANLI TÜRBAN Uzun zamandır tartışılan ve Meclisten geçmesine rağmen günlerdir Cumhurbaşkanlığı köşkünde bekletilen Türban yasası nihayet Silah seslerinin geldiği,kanın akıtıldığı bir sırada onaylandı. Günlerdir köşkte bekletilen yasanın onaylanmasına tepkilerin geleceği endişesi ile günlerce bekletildi. Halbuki köşke onaya gelen yasa yada kararnameler saatler değil dakikalar içerisinde onaylanırken Türban niye bekletildi dersiniz. Türbanın mecliste görüşüldüğü günlerde,bir taraftan da ABD ile görüşmeler devam ediyordu,Irak yetkilileriyle bazen açıktan bazen gizlice görüşüldüğünü basından öğreniyorduk. Buda gösteriyordu ki bu günlerde ciddi bir sınır ötesi hareket yine yapılacaktı. Yine teröristlerin yuvaları darmadağın edilecek ve askerlerimizde şehir olabilecekti. İşte bunları çok iyi bilen Erdoğan ve Gül,son MGK toplantısından sonra ikili görüşmeye devam ettiler. Elbette o görüşmede neler konuşulduğu tam olarak bilinmez ama sonraki gelişmelerden dolayı tahmin edilebilir. Operasyon başlayacak ve çatışmanın en sıcak saatlerinde bütün kanallar bu çatışmayı canlı verirken,birileri şehitleri için figan ederken,diğerleri çocukları için ağıtlar söylerken Türban yasası Cumhurbaşkanı tarafından onaylandı dendiğinde çok fazla ses getirmez ve güme gider hesabı yapıldı ve uygulamaya kondu. Sonuçta "5 asker şehit edilirken 44 militan da etkisiz hale getirildi…" haberinin arkasından alt yazılarla Türban onaylandı dendi. İşte Silahların gölgesinde Türbana da kan damladı. Sanki başka bir zaman açıklansaydı ne olurdu da o saat beklendi dersiniz. Buradan şu sonuç çıkartılabilir. Bu iktidar dediğini yapar ama kılıfına uydurur. Siz ne kadar kılıf hazırlarsanız hazırlayın,geçmişte söylenenin başka bir versiyonu. Minare kılıfa sığmaz. Bu bir samimiyetsizliktir. Topluma karşı iktidarın yaptığı bir saygısızlıktır. AKP seçimlerden önce,seçim bildirgesinde yazdıklarının dışında seçim alanlarında,mahalle ve kahve toplantılarında söylediklerinin içerisinde türban sorunu da vardı. Bunu son derece açık ve net yapsalardı,oldu bittiye getirmeden önce Kadın örgütleriyle bu konu tartışılsaydı. Mecliste bulunan kadın Milletvekilleri tarafından günlerce,aylarca tartışılsaydı işte o zaman böyle bir sonuç belkide çıkmayacaktı. Anamuhalefetin bu konuda bir şeyler yapamayacağı (Anamuhalefet derken Baykal'ı kasdediyorum) belli ama muhalefette bulunan DSP ve bağımsızların gücü ortada. DTP yanlışa yanlışla gidiyor. Sözde özgürlük mücadelesi olarak değerlendirdiği Türbana destek vererek kendilerinin talep ettiği diğer hakları elde etmek için AKP den destek alacaklarını sanarak büyük bir yanılgıya düştüler bu sorumluluğun altında onlarda bir gün AKP ile birlikte ezileceklerdir. Zaten MHP belli. AKP nin dışarıdan ortağına kimse bir şey demez hatta diyemez. MHP nin bu konudaki tavrı da hiçbir zaman net olmadı. Diğer birçok partilerde olduğu gibi MHP de bir çok konuda meclis grubunun görüşü alınmadan, parti meclisinin,Parti GYK larının görüşü alınmadan,tartışmalara açılmadan sadece Genel Başkanlarının aklına geldiği an açıklama yapmaları ülkenin başına işler açıyor. Abbas Tan Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 10 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 10 Mart , 2008 Arkadaslar,bir kere daha tekrar ediyorum ki,Kuranda birakin türbani basörtüsü diyede bir kavram yoktur,Kuranda örtü vardir ama bu bas örtüsü degildir,Kuran resmen tahrif edilmis ve bircok ayetleri belirli kesimlerce carpitilmistir.Kim Kuranin tek harfi degismemistir diyorsa yalan söylüyor veya Kuranla ilgisi yoktur.Kadini esir gibi kullanan zihniyet Kuran ayetlerinide carpitarak kendi zihniyetlerine uydurmuslardir.Kuranda var denilen*Kadinlar evlerinde otursun*ayeti bile bu carpitilmis ayetlerden biridir.Din adamlari Kurani yanlis tefsir etmektedirler.Dogrusunu ileri sürenlere neden tepki konuldugunu anlamak icin kahin olmak gerekmiyor.Bugün Islam diye bizlere kabul ettirilmeye calisilan ne varsa hemen hepsi Yahudilikten alinmadir.Yani bugünkü Islam peygamberin anlattigi Islam degildir.Peygamberin ve Halifelerin ölümünden sonra hatta onlar hayatta iken b yavas yavas Kuran tahtif edilemye baslanmis ve Islam dini bir hadis dini haline getirilmistir.Türban kavgasini baslatanlar Islamda türban olmadigini bilen fakat Laik Cumhuriyetle sorunlari olanlardir.Bu kavgaya alet olanlar ise türbani körükörüne Allahin emridir diye sananlar yani dinle uzaktan yakindan ilgisi olmayan, aile baskisi ile ve birazda isi inada bindirenler, Tarikatlara ve dinci vakiflara derneklere üye olanlardir. Cok dikkatli olmak zorundayiz,ülkemiz büyük bir tehlikeye dogru yelken acmistir,bu tehlike sadece bölünme tehlikesi degil ayni zamanda ic savas tehlikesinide tasimaktadir.Inananlar inanmayanlar diye milleti birbirine kirdirmaya calisanlar bugün iktidardadirlar.Bu anlamda Cüneyt ZAPSU'nun insanin tüylerini diken diken eden su sözü cok ablamlidir;Cüneyt Zapsu türban tartismalari ile ilgili olarak gecenlerde söyle bir söz sarfetmistir;*Türbani cikar demek donunu cikar demektir.*Bu söz aslinda türban takmayanlara hangi gözle bakildigini anlatmasi bakimindan cok anlamlidir. Kurani carpitanlardan hersey beklenebilecegi icin herkesin cok dikkatli olmamiz gerekiyor.MHP ve CHP nin acik acik Orduya saldirmalari ise ibretle izlenecek bir durumdur. saygilarla ' Alıntı
Misafir karabekir Gönderi tarihi: 11 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 11 Mart , 2008 Şinasi Gündüz Sorun başörtüsü değil sınıf çatışması Son dönemde Anayasa değişikliği tartışmalarıyla başörtüsü konusu tekrar gündeme oturdu. Daha önce “Türban siyasi bir simgedir” söylemi hâkimdi; ancak son dönemde tartışmalar dinî boyuta da taşındı. Başta ana muhalefet olmak üzere çeşitli kesimler “İslam’da türban diye bir şey yok, nereden çıktı? Yeni bir din mi geldi?” şeklinde yorumlar yaptılar. Keza “İslam’da başörtüsü yoktur; Yahudi veya Arap geleneğinden gelmiştir” gibi yorumlara da şahit olduk. Bu tartışmalardan yola çıkarak, örtünme anlayışının tarih boyunca başta Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam olmak üzere çeşitli dinlerde izlediği seyri, metafizik olarak örtünmenin temel dayanaklarını, modernleşme ve sekülerleşmeyle birlikte Batı’da örtünme anlayışında yaşanan kırılmayı ve bunun üç büyük din bağlamında örtünme pratiklerine yansımasını, Türkiye’deki başörtüsü-türban ayrımı başta olmak üzere son dönemde yapılan tartışmaları ve yorumları İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Şinasi Gündüz’le konuştuk. Pek çok uluslararası yayın ve etkinlikte yer alan, bugüne kadar 40 makalesi ve 35 tebliği yayımlanan Gündüz’ün bazı önemli eserleri şunlar: Sâbiîler Son Gnostikler; Dinlerde Yükseliş Motifleri; Din ve İnanç Sözlüğü; Mitoloji ile İnanç Arasında: Ortadoğu Dinsel Gelenekleri Üzerine Yazılar; Pavlus: Hıristiyanlığın Mimarı; Misyonerlik: Hıristiyan Misyonerler, Yöntemleri ve Türkiye’ye Yönelik Faaliyetleri; Küresel Sorunlar ve Din; Anadolu’da Paganizm: Antik Dönemde Harran ve Urfa. -------------------------------------------------------------------------------- Tarih boyunca farklı dinlerdeki örtünme anlayışları hakkında bilgi verebilir misiniz? Gerek kadınlar gerekse erkekler için örtünmenin özellikle metafizik olarak temel dayanakları nelerdir? -Öncelikle İslam’la aynı coğrafyada doğan ve gelişen Yahudilik ve Hıristiyanlıkla başlayalım. Her iki dinde de, tıpkı İslam’da olduğu gibi, örtünme bizzat kutsal metinlerde yer alır. Bu çerçevede geçmişten günümüze bu dinî geleneklerde, en azından Ortodoks yorumlarında, örtüye önem verildiğini görüyoruz. Mesela Yahudilikte erkeklerin başlarını örtmeleri, seçilmiş olma inancının, İsrailoğullarına yönelik Tanrı’nın ilahî ahdinin bir gereği olarak düşünülür. Erkekler başlarını en azından “kipa” denilen küçük takkeye benzeyen şeyle mutlaka örterler. “Kipa”nın dışında “tallit” denilen baştan aşağıya doğru atılan bir dua şalı özellikle ibadetler esnasında bütün Yahudi erkekler tarafından kullanılır. Kadınların örtüsüne gelince, Yahudilikte kadınların başlarını örtmeleri dinî bir emirdir, yükümlülüktür. Günümüzde özellikle Ortodoks Yahudiler içerisindeki bazı gruplar, bütün hanımların başlarının örtülü olması gerektiğini savunurlar. Bundan dolayı Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan dindar Yahudi hanımlar, birazda oradaki kültür ve geleneğin etkisiyle başörtüsü yerine peruk kullanırlar. Ama Ortadoğu’da, özellikle de İsrail’de yaşayan Yahudi hanımlar, başlarını bizim anladığımız şekilde bir başörtüsüyle örterler. Kısaca Yahudilikte başı örtme Tanrı’ya verilen ahde saygının bir ifadesidir. Yahudiliğin kültürel ve tarihsel mirası üzerine gelişen bir dinî gelenek olan Hıristiyanlığa gelirsek, Hıristiyanlığın kutsal kitabı olan Yeni Ahit metinleri arasında bulunan Pavlus’un mektuplarında açıkça hanımların başlarını örtmeleri konusu yer alır. Öyle ki bir deyişinde Pavlus, “Hanımlar ibadet esnasında başlarını örtsünler, saçlarını kapatsınlar; çünkü bir kadının saçlarını kazıtmış bir şekilde ibadet etmesi saçlarını göstererek başı açıkken ibadet etmesinden daha iyidir” der. Pavlus’un bu deyişinden hareketle tarih boyu Hıristiyanlar başörtüsüne özel bir önem verirler. Ancak Rönesans, Reform ve ardından liberal anlayışın yaygınlaştığı Aydınlanma döneminde birçok konuda olduğu gibi başörtüsü konusunda da bazı Hıristiyan mezhepler arasında birtakım farklı yorumlar ortaya çıkar. Günümüzde ise özellikle Ortodoks Hıristiyanlık dediğimiz Doğu Hıristiyanlığı başörtüsüne önem veriyor. Sadece rahibelerin değil, diğer bütün inanan hanımların da başlarını örtmesi gerektiği üzerinde duruyor. Hatta kısa süre önce Moskova Patrikhanesi yani Rus Ortodoks Kilisesi yetkilisi, Müslümanları da örnek göstererek, “Hıristiyan hanımlar da başlarını örtsünler” şeklinde bir demeç verdi. Peki, Hıristiyanlıktaki örtünmenin gayesi nedir? -Hıristiyanlıktaki örtünmenin gayesi, aslında Tanrı’nın huzurunda insanın kulluğunu hatırlamasıdır; O’na duyulan saygının bir ifadesidir. Bundan dolayı mesela Tanrı’nın önünde ibadet ederken insanların başlarını kapatmaları, hatta başlarını kapatmıyorlarsa saçlarını kazıtmaları gerektiği üzerinde durulur. Hıristiyanlıktaki örtünme geleneği günümüzde ise, daha ziyade din adamları olarak bilinen Ruhban sınıfına yönelik bir uygulama olarak yaygınlaşmıştır. Çeşitli kaynaklarda, özellikle de Hıristiyanlıkta baş örtmenin kadının ikincilliğinin bir gereği olduğu yönünde bilgilere rastlıyoruz. Hatta Hıristiyanlıkta kadının başını örtmesi, yaratılış hikayesine, Hz. Havva’nın burada oynadığı role dayandırılıyor. -Tabii Yahudi ve Hıristiyan geleneğinde kadının ikincilliği ile ilgili birçok delil var. Kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratılması, günaha ve ayartılmaya daha yatkın olması, hatta erkeğin Cennet’ten atılmasında kadının önemli bir rolünün olduğu gibi birçok husus bu noktada zikrediliyor. Ama başı örtmeyi doğrudan kadının ikincilliğinden kaynaklanan bir hususa indirgememek gerekir. Çünkü başı örtme, sadece kadın için değil, erkek için de gerekli görülen bir şey. Buradaki temel amaç, aslında kişinin Tanrı’nın önünde kulluğunu hatırlaması ve O’na saygı duyması. Ama tabii kadınlarla erkeklerin başlarını örtmeleri şekil açısından aynı değil. Erkeğin başının sadece üst kısmını “kipa” benzeri bir takkeyle örtmesi yeterli görülürken, kadınların genellikle başlarını, saçlarını tamamen kapatacak şekilde örtmeleri öngörülür. Diğer dinler ve geleneklerdeki örtünme anlayışı hakkında da bilgi verebilir misiniz? -Tabii İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik dışındaki dinlerde de şüphesiz örtü var. Mesela Hinduizm, Sih dini, Sâbiîlik, Mecusilik ve diğer geleneklerde de örtünmeyi görüyoruz. Bu dinlerde de başı örtmek temelde yine Tanrı’nın emrine ve O’na duyulan saygıya dayanır. Bunun yanı sıra bazı Ortadoğu dinlerinde örtünme, toplumdaki hür-köle ayrımının bir göstergesi sayılır. Başı kapatmak, hür kadını hür olmayan kadından ayıran bir üstünlük göstergesi olarak düşünülür. Bazı toplumlarda, mesela Sümerlerde, başın belirli şekillerde örtülmesi, özellikle kişilerin sosyal ve mesleki konumlarını ifade eder. Hinduizmde de başı örtmenin daha ziyade ibadet esnasında tanrılara saygıdan kaynaklanan bir tutum olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Yine Hindistan’da doğan Sih dininde saçı uzatmak, yani hiçbir zaman saça bıçak vurmamak dinî bir emir olarak görülür. Uzatılan saçın örtülmesi için hem erkekler hem de kadınlar bu çerçevede başlarını kapatırlar. Ancak mesela Budizm gibi bazı dinlerde örtünme anlayışını görmüyoruz. Bunun sebebi nedir? -Bütün dünya dinlerinde baş örtme yok. Budizm’de daha ziyade başı kazıtmak veya bazı Budist mezheplerde başın önemli bir kısmını kazıtmakla birlikte belli bir noktada saçları uzatarak örmek gibi gelenekler var. Bu daha ziyade o dinlerin özellikle asketik yaşantısıyla yakından ilgili. Münzevi yaşantının bir parçası. Başörtüsü kişiyi dünyaya bağlayan bir unsur olarak görüldüğü için başı örtmek yerine açmak, hatta mümkünse yalın ayak gezmek, tek parça elbise giymek gibi birtakım gelenekler Budizm’de öne çıkıyor. Buradan İslam’daki örtünme anlayışına geçelim. İslam’da örtünmenin gayesi nedir? Diğer dinlerle karşılaştırabilir misiniz? -İslam’da da başı örtme Allah’a saygıdan, O’na itaat etmeden kaynaklanır. Nasıl ki bir Müslüman’ın namaz kılarken öncelikli amacı Allah’ın bir emrine riayet etmekse, başını kapatırken de bir Müslüman hanım Allah’ın emrine riayet etmeyi önceler. Bu yönüyle bütün diğer dinlerle bir benzerliği var. Yine Allah’a verilen sözün yerine getirilmesi İslam’da da söz konusu. Ama bunun ötesinde İslam’da başörtüsü Müslüman hanımın kimliğinin bir ifadesidir de. Bundan dolayı zaten Kur’ân-ı Kerim’de Müslüman hanımlara yönelik olarak “Başlarını örtsünler, başörtülerini yakalarının üzerine kadar salsınlar” ifadesi geçiyor. Bunun yanı sıra tabii başörtüsü sadece başı kapatmak değil; genel anlamda tesettürün bir parçası. İslam’daki tesettür anlayışı, aslında insanın dış görüntüsü ve ahlaki yapısıyla Allah’ın “Hududullah” dediği temel kurallarına, hadlerine bağlı kalması ve bu çerçevede kendisini bir fitne vesilesi olarak veya yanlış birtakım tutum ve davranışlara bir araç olarak kullandırmamasına dayanır. Bu yönüyle tesettür, sadece Müslüman hanımlar için değil erkekler için de geçerli, onlar için de tesettür kaideleri söz konusu. Son günlerde İslam’da, Kur’ân-ı Kerim’de başörtüsünün olmadığı yönündeki iddiaları sıklıkla duyar olduk. İslam kaynaklarında örtünme emri muğlak mı veya bunu muğlakmış gibi ortaya koyan yorumlar nereden kaynaklanıyor? -İslam’da başörtünün muğlaklığı konusunda herhangi bir tartışmaya mahal verecek ya da konuyu tartışmaya açacak hiçbir durum söz konusu değil. Kur’ân-ı Kerim’de açıkça Müslüman hanımların başlarını örtmeleri ve hatta başörtülerini göğüslerinin üzerine salmaları konusunda bir emir var ki burada kullanılan terim “humur” terimi. “Humur” başörtüsü anlamında kullanılır. Kur’ân’ın yanı sıra yine Hz. Peygamber döneminden itibaren 1400 küsur yıllık İslam tarihinde bütün Müslüman din adamlarının, âlimlerinin sayısız eserlerinde vurguladıkları gibi ve Müslümanların da bunu bizzat yaşattıkları gibi başörtüsü artık tarihe mal olmuş bir uygulama. Dolayısıyla bu konuda bir tartışma söz konusu değil. Modernleşme ve sekülerleşmeyle birlikte Batı’da örtünme anlayışında büyük bir değişim, hatta bir kırılma yaşandı. Sonuçları İslam dünyasına da yansıyan bu değişimin, kırılmanın sebepleri nelerdir? -Kırılma çok doğru bir terim. Gerçekten Batı’da Aydınlanma’yla birlikte yaşanan kırılma, önemli ölçüde bütün dinî yaşantıyı, inançları, ibadet tarzlarını, dışa yansıyan sembolleri etkiledi. Bu anlamda örtünme anlayışı da etkilendi. Aydınlanma hareketi dini, artık modası geçmiş hatta tabiri caizse bilimdışı olan, modern insanın yaşamında artık yönlendiriciliği olmayan bir fenomen olarak yorumladı. Dinin yerine pozitivist bir bakış açısını getirdi. Hatta burada August Comte’un “artık pozitivizmin insanlığın yegane dini olduğu” yönündeki tezlerini hatırlayacak olursak, bir bakıma geleneksel dinlerin yerine sadece salt akıl ile tecrübeyi esas alan pozitivizmin geçirildiğini gördük. Bu çerçevede dinî simgeler ve semboller -ki bunların içerisinde başörtüsü de var- bir şekilde modern insanın yaşantısından dışlanmaya çalışıldı. Başörtüsüne ve örtünmeye yönelik bu tutumun, genel anlamda dine yönelik tutumun bir uzantısı olduğunu söylemek mümkün. Çünkü bu yeni dönemdeki anlayış, dinin kişinin sadece iç yaşantısına yani günümüzün moda deyimiyle sadece vicdanına hitap eden bir fenomen olduğu, insanın bireysel dış görüntüsü de dâhil olmak üzere sosyal yaşantısına egemen olmaması gerektiği yönünde. Bu çerçevede sekülerizm, yani kişinin alabildiğine dünyevileşmesi ya da profanlaşması geleneği yeni bir ideoloji olarak kabul edildi. Dinî kimliğini ifade eden simgeleri veya sembolleri kullanan insanlar da bu yeni paradigma çerçevesinde dini siyasallaştırmakla veya gösteriş yapmakla suçlandı. Bunun özünde ise aslında dinin kendisine karşı bir başkaldırı, dine karşı çıkma tavrı yatıyor. Modernleşme ve sekülerleşme üç büyük din bağlamında örtünme pratiklerine ne şekilde yansıdı? -Modernite öncesi ya da kabaca Aydınlanma dönemi öncesinde Hıristiyan toplumlarında örtünmenin çok daha yaygın olduğunu söyleyebiliriz. 1800’lü yıllara kadar bütün Hıristiyan toplumlarında örtüye gündelik yaşantıda daha fazla yer veriliyordu. Ancak özellikle Hıristiyanlığın dıştan gelen daha güçlü dalgalar karşısında direnememesi ve bu çerçevede kendi içerisinde yeni yeni türevler üretmeye uygun bir din olması gibi bizatihi yapısından kaynaklanan sebeplerle başörtüsü geleneği, modern dönemde Protestan ve Katolik geleneklerin egemen olduğu ülkelerde önemli ölçüde kırıldı. Katoliklerde din adamı sınıfıyla sınırlı kaldı bu gelenek. Bugün dünyanın neresine giderseniz gidin bütün Katolik rahibeler mutlaka örtülüdür; rahipler de ibadetler esnasında dinî görevlerini icra ederlerken başlarını kısmen ya da tamamen örterler. Ama örtünmenin Ortodoks camiada, Doğu Hıristiyanlığında Katolik ve Protestanlara nazaran daha dirençle devam ettiğini söyleyebiliriz; özellikle de Anadolu’da, Slav halkların yaşadığı bölgelerde. Yahudilikte ise Haskala denilen Yahudi Aydınlanması hareketinden sonra ortaya çıkan Reformist, Yeniden Yapılanmacı, Liberal Yahudilik gibi akımlarda örtü geleneği bir tarafa bırakıldı. Çünkü bu akımlar sadece örtüye değil, Yahudiliğin neredeyse bütün dogmatik inançlarına karşı bir başkaldırı içerisine girdiler. Arz-ı Mev’ud’u, İsrailoğullarının seçilmişliğini vs. sorguladılar ve bu çerçevede başörtüsünü terk ettiler. Ortodoks Yahudiler ise örtünme geleneğini geçmişte olduğu gibi bugün de devam ettiriyorlar. İslam söz konusu olduğunda, İslam’ın geçmişten günümüze tarihin her döneminde örtü geleneğine ısrarla toplumsal yapıda bağlı kaldığını, bu konuda taviz vermez bir anlayışa sahip olduğunu görüyoruz. Hiç kuşkusuz bunun en önemli sebebi Kur’ân-ı Kerim’in bizzat kendisi. Allah’ın tartışılmaz vahyi ve mesajını içeren Kur’ân’da iki yerde başörtüsüyle ilgili çok açık, yoruma bile mahal vermeyecek hükmün olması, bütün dünya Müslümanlarının -yaşamlarında başörtüsüne yer versinler veya vermesinler- bunun dinin bir gereği, bir emri olduğunu kabul etmelerini sağladı. Bu çerçevede Tunus gibi bazı örnekler haricinde genellikle başörtüsünün Müslüman kadınlar tarafından yerine getirildiğini söyleyebiliriz. Gerek İslam dünyasında gerekse Türkiye’de son iki asırlık modernleşme tecrübesine bakacak olursak, Batı karşısında hissedilen geri kalmışlığın, ezikliğin en fazla örtünme alanında dillendirildiğini görüyoruz. Bu bağlamda uygulanan yasaklara ve aleyhte propagandalara rağmen başörtüsü halen çoğunluk tarafından kullanılıyor. Ama Yahudiler ve Hıristiyanlar arasında örtünme çok daha çabuk terk edildi. İslam’daki bu direncin sebebi sizce nedir? -Modernitenin bize yönelik uzantısı aslında üç temel ayak üzerine oturuyordu malum; bunlardan biri Batılılaşma, bir diğeri uluslaşma veya ulusalcılık düşüncesi, üçüncüsü ise pozitivizm. Gerek Batıcılık gerekse pozitivist gelenek, her ikisi de bir şekilde dinin özellikle dışa akseden görüntüsünü elden geldiğince bastırmaya çalıştı. Bu bağlamda başörtüsü hedef olarak seçildi. Ama şunu da söylemem gerekiyor. Cumhuriyet’in Batılılaşma politikalarının en yoğun uygulandığı ilk dönemlerinde bile Müslüman hanımların örtüsüne yönelik herhangi bir düzenleme yapılmadı. Bu düzenleme daha ziyade sonraki dönemlerin, tek parti döneminin ve sonrasının bir ürünü olarak ortaya çıktı. Batı’da başörtüsünün modernleşmeyle birlikte toplum hayatından hızla uzaklaşması aslında bu dinlerin genel yapısından kaynaklanan bir durum. İnsanların yaşantısından çıkan sadece başörtüsü de değildi. Dinin ahlak anlayışı, aile anlayışı, bireysel dindarlığın hemen her sosyal fenomeni... Bunların yerine alabildiğine bir sekülerleşme ortaya çıktı. İslam dünyasına baktığımızda ise, İslam’ın bizatihi kendisinden kaynaklanan bir özellik olarak, her zaman pozitivizme ve Batılılaşmanın özellikle asimile edici yönlerine karşı bir direnç geliştirildi. Bu direnç çeşitli şekillerde ortaya çıksa da özellikle Müslüman hanımın örtüsü konusunda yaşandı. Bu da bizzat İslam’ın temel hükümlerinden, kurallarından kaynaklanır. Bu sebeple başörtüsünün İslam dünyasını geri bıraktığı, gericiliğin veyahut geri kalmışlığın bir sembolü olduğu yönündeki söylemler ideolojik birtakım iddialar olmaktan öteye gitmedi. Zaten bu ideolojik söylem halk arasında kesinlikle prim yapmadı. Örtünmenin dinden değil kültürden kaynaklandığı yorumlarına ne dersiniz? Zira modernleşmeyle birlikte, Hıristiyanlık ve Yahudiliğe örtünmenin Grek kültürü gibi yabancı kültürlerden girdiği veya Türkiye özelinde Anadolu kültüründe örtünme olmadığı, bunun Arap kültüründen kaynaklandığı yönünde çeşitli söylemler ortaya çıktı. -Bütün toplumlarda kültürle din iç içe geçmiştir, birbirinden kolaylıkla ayırt edilemez. Esasen din, tıpkı dil gibi, zaten kültürün içerisinde bir kavram. Fakat bazı halklar zamanla dinî emirleri geleneksel bir çerçevede ifade etmeye başladılar. Mesela Hindistan’a, Pakistan’a gittiğiniz zaman Müslüman hanımların başlarını örttüklerini ama çok ilginçtir göbeklerini açtıklarını görürsünüz. Bu çelişki kültürden kaynaklanır. Veya bazı Müslüman Afrika ülkelerinde hanımların başlarına bir örtü örterken bacaklarını, kollarını açarak gezdiklerini görürsünüz. Bunlar kuşkusuz geleneksel örtünmeyle yakından ilişkili. Avrupa’da, özellikle Hıristiyan Batı ülkelerinde ise din önemli ölçüde Kilise içerisine hapsedildiği, toplumsal yaşam alabildiğine sekülerleştiği için örtünme biçimleri de yalnızca geleneksel kabullerle ifade edilir hale geldi. Bundan dolayı da baş örtmenin dinî değil geleneksel bir şey olduğu söyleniyor; ama dindar çevreler örtünün kaynağı olarak kutsal metinleri gösteriyorlar. Buradan Türkiye’deki tartışmalara geçelim. Bazı çevreler başörtüsü-türban ayrımı yapıyor. Siz bu ayrımı anlamlı buluyor musunuz? Yine bu ayrımdan yola çıkarak eskiden bu kadar başını örten olmadığı, dolayısıyla böyle bir mesele de olmadığı dillendiriliyor. Bu iddiaların gerçekliği var mı? -Anadolu’nun dört bir tarafına bakacak olursak, çok farklı başörtüsü biçimlerinin olduğunu görürüz. Başörtüsüne verilen isimler bile farklıdır; kimi yörelerde yazma, kimi yörelerde tülbent, kimi yörelerde başörtüsü denilir. Ama başörtüsü, başı örten bir örtü olarak bunların hepsini kapsıyor. Fakat son dönemlerde gerçekten başörtüsünün siyasallaştırılması söz konusu. Türban kavramı sonradan türedi bir kavram. Bu kavram, Fransa geleneğinden hareketle özellikle 80’li yıllardan itibaren literatürümüze girdi. Esasen Fransa’da ve hatta İngiltere’de türban, Sihlerin erkekler için öngördükleri, sadece saçları kapatan kavuğa benzer geleneksel giysi için kullanılır. Bu giysi 80’li yılların başlarında zamanın bazı yöneticileri ve bazı siyasiler tarafından Anadolu’daki başörtüsüne bir alternatif olarak sunuldu. Bu doğrusu başörtüsünün farklı birtakım amaçlarla siyasal bir mecraya taşınması hareketidir; ama türban kavramı Anadolu’da hiçbir zaman tutmadı. “Türkiye’de eskiden başörtüsü sorunu yoktu, yeni ortaya çıktı” söylemi doğru değil. Anadolu’da bundan 50 yıl önce de, 20 yıl önce de kadınların kahir ekseriyeti başını örtüyordu. Ama belki doğru olan şey şu: Bugünü veya 10 yıl öncesini mesela 1950’lerle, 1960’larla kıyasladığımız zaman, Anadolu’daki orta sınıf veya gelir seviyesi açısından daha altlarda bulunan sınıf bugün sosyal ve siyasal alanda daha aktif. Bir dönem Türkiye’de mesela sermaye, elit birtakım ailelerin, grupların veya çevrelerin elindeydi. Ama artık Anadolu sermayesi ortaya çıktı; Anadolu’nun dört bir tarafında işveren kuruluşları, sanayi kuruluşları var. Kültürel anlamda da 1950’lerde, 60’larda genel anlamda basın-yayın belirli çevreler tarafından kullanılırken bugün toplumun hemen her kesiminden insanı bu alanda görebiliyoruz. Yani aslında insanlar demokratikleşmeye, ekonomik iyileşmeye ve ifade ve inanç özgürlüğündeki iyileşmeye paralel olarak kendisini daha fazla toplumsal alanda hissettiriyorlar. Başını örten kadınlar sosyal alanda daha fazla görünür hale geldi. Hadise bundan ibaret. Yani örtünme üzerinden koparılan fırtınaları, aslında laiklik hassasiyetinden ziyade sınıf çatışmasına bağlıyorsunuz. -Aslında mesele başörtüsü meselesi değil. Öteden beri belirli alanları, belirli bölgeleri sadece kendi inhisarlarında gören elitler, artık o bölgelerde halkın diğer kesimlerinden de insanların çıkıp kendilerini ifade ediyor olmalarını kabullenememeye başladılar. Yani sorunun temeli, daha ziyade sınıf çatışması. Modernleşme kuramcıları başörtüsünün ilkel yaşama koşullarının ve ataerkil düzenin bir sonucu olduğunu iddia ediyor. Feminist teoriyi benimseyenler ise örtünmenin erkeklerin kadınlar üzerindeki tahakkümünün bir sonucu olduğunu savunuyor. Siz dinler tarihi perspektifiyle baktığınızda bu iddialar konusunda ne düşünüyorsunuz? -Bunlar kesinlikle doğru iddialar değil; tamamen ideolojik yaklaşımlar. Bizzat dini ve dinî tutum ve davranışları tahlil eden, tanımlamaktan ziyade anlamaya çalışan bir bakış açısı bunun kesinlikle böyle olmadığını bilir. Ama pozitivist yaklaşımın temel tavrı, bu zamana kadar hep tanımlamak oldu; kendisinden hareketle ötekileştirdiği kesimleri tanımlamaya çalıştı ve bu tanımlamayı dayattı. Bahsettiğiniz tanımlamalar da bir dayatmadan ibaret. Başörtüsünün erkek tahakkümünden kaynaklandığı, Anadolu’da başını kapatanların abisinin, babasının, çevresinin baskısıyla kapattıkları savları gerçeği yansıtmıyor. Zaten Türkiye’de tartışılan şey okumayan, sosyal alanda çalışmayan, yöneticilik yapmayan sıradan bir hanımın başını kapatması değil. Toplumsal hayatta, eğitim-öğretim hayatında “Ben de varım” diyen, hak talebinde bulunan, modern hayatın içerisinde olan hanımların başörtüsüdür tartışılan. Hukuki anlamda her türlü sorumluluğa haiz olan, kendi kararını verebilen, oy kullanabilen birisinin hâlâ baskı yoluyla başını kapattığını söylemek bence gerçeği görmemektir. Peki, son dönemde yapılan özellikle siyasi sembol tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? -Son yapılan tartışmalarda müthiş bir kafa karışıklığı, bir bilinç tutulması var. Özellikle dinî tutumlar açısından olayı gerçekten anlayarak, tahlil ederek meseleye yaklaşmak yerine ideolojik mevzilerden hareketle hadiseyi tanımlamak ve itham etmek tarzı yaklaşımlar görüyorum. Ama bunlar da bir yerde yararlı tartışmalar. Çünkü 20. yüzyıl boyunca Türkiye’de dinî tutumlar başta olmak üzere birçok konudaki tartışmada benzer bir tutumun, tavrın olduğunu görüyoruz. Bu tarz tartışmalar ve yapılan birtakım düzenlemeler, hemen her alanda olduğu gibi bu alanda da normalleşmeyi sağlayacak, her şeyi yerli yerine koymaya kapı aralayacak diye düşünüyorum Söyleşi:Z. TUBA KOR Anlayış Dergisi-Mart 2008 Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.