Φ sardunyam Gönderi tarihi: 6 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 6 Ekim , 2007 Mustafa Kemal bir devlet adamı, asker, kumandan, öğretmen olduğu gibi aynı zamanda bir halk adamıydı... Bu millet kötü niyetli insanlar yüzünden özellikle cahil bırakıldı... Bir zamanlar Atatürk'le birlikte savaşan ve Cumhuriyeti birlikte kuran İsmet İnönü dahi büyük bir hata yaparak Köy Enstitülerini kapatmış aydınlanmanın köylerden başlamasının önünü kesti... O günlerde günümüze köylere yatırım yapılmadı... İnsanlar büyük şehirlere göç etmek zorunda bırakıldı ve emperyalizm Afrika'yı işgalinde bölge insanına önce misyonerleri göndermişti... Onlara incil verdiler ve ellerinde ne varsa aldılar... Bu taktik hiç değişmiyor... Ülkemizdede olan bu insanlara yıllardır dinlerinin tehlikede olduğu empoze edildi, sahte türban yasakları çıkartıldı, türbanzedeler yaratıldı, onların bir kısmı samimiydi ama bu işten asıl çıkar elde edenler Vatanın Bütünlüğünü Amerikan emperyalizmine peşkeş çeken din yobazlarıydı... İnsanların inançları sömürülüyor onlara dini bilgi olarak bişey öğretilmiyor sadece dinliyor ve uyguluyorlar... Düşünmeleri, sorgulamaları engelleniyor, aksi taktirde dinden çıkacakları düşüncesi akıllarına sokuluyor... Oysa inanç ve iman insanın gönlünde emniyettedir... Asıl tehlikede olan din ve etnik bölücülük yapanların eliyle Vatandır... bölünmez bütünlüğü, rejimi, milli kavramları tehlike altındadır... Atatürk düşmanları iş başında ve ellerinde kendilerine siper edindikleri din kalkanları... Bu uğurda bankalar, holdingler, tarikatlerle ortak çalışıyor, sektör haline geldiler... Ülkede tarikatlere yakın olan şirketler büyük kazançlar sağlarken bir yandan yeşil sermaye tarafından yüzlercesi dolandırılıyor... bütün bunları halka anlatacak halk adamları yok aydınlar elit tabakada çok elit tartışmalar yapıyorlar... Bu miller cahil bırakılmış olsada sağduyuludur vatanın sıkıntılarını onlara doğru dille anlatacak, onları anlayacak halk adamlarına ihtiyaç var... Onların arasına karışacak onlara tepeden bakmayacak ve doğruları dile getirecek dürüst siyasilere ihtiyaç var... aydınlara ihtiyaç var... ve en önemlisi aydın din adamlarına ihtiyaç var din bu şarlatanların elinde oyuncak oldu... Evet dinde tehlikede ama onu tehtit eden dinsizlik değil dinin kendisini tanrı edinmektir asıl tehlike... Ve onu anlamadan ondaki manayı kavramadan ezberden sadece görüntüsel yaşananması aslından uzaklaşılması demektir... İnsanın yolculuğu dışa doğru olduğunda o yol her zaman yanlışa götürür yolculuk içe doğru yapılmalı vicdana ve öze doğru... Yolculuk içe yapıldıkça dışa yansıyan hep güzellik olacaktır... Ne ararsan kendinde ara... İnsanımıza dinide, doğrusunuda, eğrisinide, gerçekleride anlatacak halk adamları lazım... Bu adamlar halkın dilinden anlayan ve onlara ışık olabilecek adamlar olmalı... Alıntı
Misafir rua Gönderi tarihi: 6 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 6 Ekim , 2007 atatürk'ün ne kadar büyük bir lider olduğunu bilmeyenler önce tarih, sonra siyaset ve felsefe bilgisinden yoksun insanlardır. küçük ama çarpıcı bir örnek vermek isterim: büyük önder atatürk'ün osmanlıdan aldığı miras şuydu; ilköğretim öğrencisinin genel nüfusa oranı:%2.8 oraokul öğrencisinin genel nüfusa oranı: %0.05 (binde beş) lise öğrencisinin genel nüfusa oranı:% 0.01 (binde bir) meslek okulu öğrencisinin genel nüfusa oranı:% 0.054 (yaklaşık binde beş) tbmm de bakanlık bütçesi görüşülürken, yaptığı konuşmada köy çocuklarının ancak %25 inin okula gidebildiğini bu şekilde çalışmaya devam edilirse 35.000 köye birer öğretmen göndermek için 100 yıl beklenilmesi gerektiğini açıklamıştı. 1933 yılında 40.000 köye nüfusun sadece %2 si okuma yazma biliyordu. ve atatürk çözüm olarak köy eğitmen teşkilatını 36/37 yıllarında kurdu. böylece 1940 yılında açılan köy enstitülerinden mezun olan öğretmenlerle birlikte 1950 yılına gelindiğinde 26.00 eğitmen ve enstitülü öğretmen köylere gönderilmişti. yetişkinlerin eğitimi için bu arada halk evlerini kurdu. arkadaşlar, ekonomi alanındaki tarihsel süreç hakkında da kısaca bilgi vermek isterim. bunu yaparken ileriye doğru bir kıyaslamaya gideceğim. yine oranlara dikkat edelim lütfen atatürk döneminde (1923-1938) gayri safi milli hasıla %115 artış göstermiş, fiyat artışları oranı da % -32 ( tekrar yazıyla yazalım yüzde EKSİ otuziki/ gözleriniz yanlış görmüyor ya da bir yazım hatası değil) inönü döneminde (1939-19509 gayri safi milli hasıla artışı %12, fiyat artışı %500 olarak gerçekleşmiştir. menderes dönemi (1950-1960) gayri safi milli hasıla artışı %48, fiyat artışı %124 olmuştur. demirel döneminde (1961-1970) gayri safi milli hasıla artışı %24 te kalmış , fiyat artışı ise %55 tir demirel- ecevit döneminde (1971-1980) %39 gayri safi milli hasıla, % 900 de fiyat artış oranı kaydedilmiştir. özal döneminde (1981-1990) %27 gayri safi milli hasıla artışı ve % 7100 (yine yazım hatası değil,evet yedi bin yüz) fiyat artışı gerçekleşmiştir. bütün bu oranlar ve verdiğim örnekler diğer dönemlerle kıyaslama ve başarının net olarak görülmesi amacıyladır. gerçek bir halk adamı ve büyük bir aydınlanma devrimini mimarı olan atatürk, gerçekleştirmiş olduğu yapılanmayla türk halkının refahını ve geleceğini garantilemek için durmak bilmeyen bir mücadeleye girişmiş ve çok olumsuz şartlarda yepyeni ve çağdaş bir ülke yaratmıştır. bu devrimler hem siyasal, hem toplumsal hem de ekonomik devrimlerdir. ben de izlemeniz umuduyla uraya bir link veriyorum: Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Okuma alışkanlığının vehamet derecesinde olduğu bir ülkede ( kimse şimdi bana edebiyat yada populizm yapmasın gerçek bu) Aydınların halkla olan ilişkisi mutlaka sakat olur. 80 sonrası oluşturulan okumayan, ilgisiz kuşak. Sadece kitap değil. Dergi gazetede okumuyoruz. Gazetelerimizi şöyle bir ölçsen Takribi %50 den fazlası resim ve punto. Geriye kalanın %50 side spor haberleri, magazini saymadım bile. Biz anca ağlıyoruz. Bak bunu çok iyi yapıyoruz. Sözde Ermeni soykırımı tasarısı gündeme geliyor biz ağlıyoruz "bize yanlış yaptılar" dan öte bir tepki veremiyoruz. Ermenistan dışında yaşıyan ermeni gençler kendi tarihini okuyup, kendi tezlerini savunurken bunun lobisini yaparken. Biz 3 milyon nufusla en büyük azınlık olduğumuz Almanya'da bile bir lobi oluşturamıyoruz. Çünkü İnsanlara anlatacak etkileyecek birikimimiz yokki. Şöyle düşünün kendi tarihini okuyan, düşünen bir genç. Sadece üniversitede beş altı yabancı arkadaşına bunları anlatsa milyonlarca kişiye kendi tezlerini iletir. Ama doğru kabul ederler ama etmezler. 1915 te neler olduğunu bilmiyoruz. Mükemmel tarihçilerimiz var. Ama ne hazinki bu insanların yazdıkları kitaplar yabancı ülkelerde bizim ülkemizden daha çok okunuyor. Bu adamlara yabancı ülke okurları okulları ödül veriyor. Ben İlber Ortaylı'nın İngiltere'de Türkiyedekinden iki kat daha fazla okunduğunu öğrenince hiç şaşırmadım(eminin sokak röportajları yapılsa iki kişiden birisi kim olduğunu bile bilmez) . Nasıl oluyordu Ermeni Diasporası bu kadar insanı etkiliyor diye. Lafa gelince Tv'ler hep magazin, yarışma programıyla dolu diye şikayet ediyoruz. Sanki o programları uzaydan gelenler izliyor ve raiting rekoları kırdırıyorda o yüzden yayınlanıyorlar. Var olan haber belgesel kanallarını sanki izleyenleri hapse atıyorlar. Ve artık her evde çanak anten olan ülkemizde insanlar izleyecek düzgün kanal bulamamış gibi mikrofon uzatılınca tv kanallarının halinden şikayet ediyor. İnternet bizim için chat ve po rno dan ibaret. Google arama motorunda Türkiye'den aranan ilk 10 kelimeyi yazma ihtiyacı bile duymuyorum. Herşey bir yana, Prime Time kuşağında belgesellerin tv kanallarında "ceza" olarak yayınlatılması bile yeter tablonun vehameti açısından. Bir aydın üretir, yazar , çizer, anlatır. Ama kimseye silah zoruyla kitap aldıramaz. Kendisini okutamaz. Ve sanki milyonlar kitap alıyor okuyorda, anlıyamıyorlar dil çok elit olduğu için. Oysa gazetelerin köşe yazıları bile okunmuyor. Dediğim gibi okuma alışkanlığının bu kadar düşük olduğu bir ülkede, Aydınlar ve halk arasında sağlıklı bir bağ kurmak mümkünmü. Acı ama gerçek. Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Katılıyorum... Ama nasıl bu hale geldik başladığımız noktadan bir adım ileri gidemedik... Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda okur yazar oranı yok denecek kadar azken şimdi okur yazar oranımızdan bahsetmeye bile utanıyor insan... Okuma bilenlerin okumayı bilmedikleride gerçek... bunun sorumlusu ne ya da kim? Başka ülkeler bunu nasıl başarıyorda biz yapamıyoruz? Eğitimdenmi, tamamen bizden kaynaklanan bir sorunmu anlamak zor... Dikkatimizi çekmek istedikleri yöne çekiyorlar ve biz orada uzun yıllar kalıyoruz... Pek çok konuda bağımlı olduk ne yazık ki kendimizi geliştirme adına bir alışkanlık edinemedik... Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Cumhuriyet'in en büyük eğitim projesi köy enstitütülerini köy ağaları rahatsız oluyor diye, kızlar ve erkekler aynı sınıflarda ders görüyor diye kapatan bir zihniyeti yaşadık biz. Ülke tarihimizde ünlü bir romancı, hikayeci şair , hapse düşmemiş adam yok neredeyse, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Necip Fazıl Kısakürek, Yaşar Kemal, Enver Gökçe, Rıfat Ilgaz, Sabahattin Ali, Fakir Baykurt, Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Türkali, Erdal Öz, daha aklıma gelmeyenler. Bir ülkenin en ünlü yazarları, şairleri, romancıları sanki şartmış gibi tutuklanmış, yıllarca hapis yatmış olursa farklı bir sonuç beklemek normalmi ? İnsanlar arama olur diye korkudan yemek tarifi kitaplarını bile yakmış bu ülkede. "üstünde Lenin'e bernzeyen Atatürk resmi olan kitap (kalpak varya) " bulundu yazan polis arama tutanakları yazılmış bu ülkede. Böyle günler gördü bu ülke. "Çok kitap okuyanın kafayı yiyeceği" ne inanan milyonlarca insan var. Şöyle bir düşünün siz hiç bir eski türk filminde, Esas oğlanın yada kızın kitap okuduğunu gördünüzmü ? O filmlerde kitap okuyan tipler nasıldır ? Yada tiyatroya giden esas oğlan, esas kız gördünüzmü? Sonra bir aydın ne yapsın. Ürettiklerini halka "anlıyacağı şekilde anlatsın" için. Şimdi İlber Ortaylı, kadın programlarınamı katılsın onlar izleniyor diye. Emre Kongar, popstara juri üyesimi olsun. Alıntı
Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Ama nasıl bu hale geldik başladığımız noktadan bir adım ileri gidemedik... bunun sorumlusu ne ya da kim? Başka ülkeler bunu nasıl başarıyorda biz yapamıyoruz? Yukarıdaki soruların yanıtlarının aşağıdaki alıntıda bulunduğuna inanarak katkıda bulunmak istiyorum... DEMOKRASİ BİLİNCİ Demokratik bir rejim nasıl kurulur? Kurulduktan sonra nasıl sürdürülebilir? "Eski rejim" kalıntıları nasıl demokratikleştirilebilinir? Totaliter yönetim yanlısı ırkçılara yani faşistlere ve dincilere yani şeriatçılara, ya da kural tanımaz anarşistlere karşı nasıl korunabilir? * * * Tabii bu aşamaların en zoru "kuruluş" aşaması. Demokratik olmayan bir rejimin üzerine demokratik bir rejim kurmak hiç de kolay bir iş değildir. Çünkü demokrasi, toplumsal olarak bir sınıf, bireysel olarak da bir bilinç sorunudur. Toplumsal olarak, demokrasinin kurulabilmesi için sermaye sınıfının ve onun zorunlu sonucu olan işçi sınıfının gelişmiş olması gerekir. Bireysel olarak, toplumu oluşturan ve tabii yönetici kadroyu da belirleyecek olan bireylerin demokratik değerleri içselleştirmiş olmaları zorunludur. Bireylerin, örneğin Türkiye Cumhuriyeti'nin Anayasası'nda yazılan "demokratik, laik, sosyal hukuk devleti" ilkelerini, sözde değil, özde benimsemiş olmaları gerekir. Çağdaş sınıfların ve bireysel bilincin gelişmediği bir toplumda demokrasiyi kurmak olanaksız derecede zordur. Nitekim şimdilik tarihte bunun Türkiye Cumhuriyeti'nden başka örneği de yoktur. * * * Demokrasi için zorunlu olan gerek sınıfsal yapı, gerekse bireysel bilinç tarihsel aşama olarak, "din-tarım" toplumlarının evrimleşmesi ile ortaya çıkmıştır: Aydınlanma, endüstrileşme, kentleşme ve sınıflaşma süreçleri bu evrimleşmenin yani demokratikleşmenin temelini oluşturur. * * * Gerek sınıfsal gerekse bireysel bilincin oluşmasının önündeki en önemli engel, din-tarım toplumu, yani köylülerin toprak ağalarına ve din adamlarına bağımlılığıdır: Bu bağımlılık, cemaat yapısı ile bütünlemiş ve güçlenmiştir. Bireyin cemaatine bağımlılığı, onun gerek sınıfsal gerekse bireysel bilincinin gelişmesini, dolayısıyla demokratikleşmesini engeller. * * * Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk Devrimlerinin dayandığı Aydınlanma ve endüstrileşme süreçlerini ve bu süreçlerin ürünü olan sınıfsal ve bireysel bilinci, topluma egemen olan cemaat yapısına karşın geliştirmeye dönük bir çaba çerçevesinde kurulmuştur. Türkiye'deki demokrasi savaşımının temelinde de bu gerçek yatar: Toplumbilimsel olarak esas savaşım, din-tarım toplumunun ürünü olan köylülüğün bağımlı olduğu cemaat yapısı ve bu yapının egemen ideolojisi olan cemaat bilinci ile, sınıfsal ve bireysel bilinç arasındadır. * * * 1923-1945 arası sınıfsal ve bireysel bilinci gerçekleştirmeye yönelik politikalar yani toplumsal, ekonomik ve eğitimsel çabalar ön plandadır. 1946'dan günümüze kadar ise cemaat bilincini öne çıkaran politikalar topluma egemen olmuştur. Tabii 1946'dan günümüze kadar sürdürülen bütün bu politikalara karşın, dünya konjonktürü çerçevesinde ve ülkedeki ekonomik gelişmeler sonunda ister istemez (zayıf ve yetersiz de olsa) ortaya çıkan ve 1923-1945 döneminin sonuçları ile bütünleşen Aydınlanma ve endüstrileşme süreçleri, toplumu etkilemiş ve demokrasi anlayışının (eksik ve zayıf da olsa) bugünkü temellerini oluşturmuştur. * * * Bu gün içinde bulunduğumuz krizi, toplumsal ve devletin kurumları arasındaki bu gerginliği Bu çerçevede değerlendirmek gerekir: *** Alıntı
Misafir maraba Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Belkide tartışılması gerekli konuları en değerlisini gündeme getirmiş sevgili Sardunyam. Kendisini tebrik ederim. Halkımızın ve aydınlarımızın anlayışlarındaki ayrıcalıkların analizini yaptım kendimce... Aydın her şeyden önce sorgulayandır. En başta da kendini....duruşunu...eylemini... Tüm bunlara kaynaklık eden düşüncelerini... Halkımızın %98 i inançlıdır inançları töreleri sorgulayanı sevmez. Aydın başta ideolojisi olmak üzere, özeleştirisini sürekli kılandır. Halkımızın “herkesin kendi doğruları” inancı vardır. Özeleştiriye sıcak bakılmaz. Aydın kesim inançlı olmayandır. Biraz kuşkucu yanı da olandır... Halkımızın %98’i inançlıdır. Ona göre; doğrular için kuşkuculuk, şeytani fikirle eşdeğerdir kuşkuculuk. Aydın kendinden ve insanlıktan vazgeçmeyendir. Halk için bu tür bir yaklaşımın siyasi ve kültürel niteliği önemlidir. Gelenekçi bir yaklaşım dışında olanlar hoş karşılanmaz. Aydınımız özgürlükten yanadır. Halkımız özgürlük için mücadeleye karşıdır. Özgürlüğü başına buyrukluk ve denetimsizlik olarak görür. Aydın muhalif tavırlıdır, ancak muhalefetini benliğinin doyumuna ve varoluşunu gerçekleştirmenin hizmetine vermeyendir. Halkımız muhalifliğe karşıdır genelde. Muhaliflik var olan çalışmayı ve düzeni bozmakla eşdeğerdir. Aydın yaşam öyküsünün talihsizliğinin diyetini topluma ödetmeyi düşünmeyendir. Halkımızın geneli gelenekçidir. Yaşamın getirdiği koşulları benimsemiştir. Bu koşulları değiştirmeye çalışmak, “anarşi” yaratmak anlamındadır. Aydınımız emeğin değerini bilir. Halkımız emeğin değeri için mücadeleyi “solculuk, komünistlik” olarak görür, karşıdır. Aydın yeri geldiğinde inancının dayatmalarına karşı çıkıp, insana kıyamayandır. Halkımız için inancın dayatmalarına karşı çıkmak din karşıtlığıdır, karşıdır. Aydın kendi inaç huzurunu, toplumun iyiliğine feda edendir. İnançlar kutsaldır. Bu kutsallık hiçbir değerin altında olamaz. Halkımız, böyle bir anlayışı benimsemez. Aydın, farklı düşünen ve inanan aydınlarla ortak insani değerlerde buluşandır. Halkımız aydınları batı yanlısı olarak görür, birliktelikleri "batı yanlılığı için guruplaşılıyor" olarak nitelerler. Yöntemi şiddet ve kıyıcılık olmayandır aydın. Tamamen şiddete karşı bir toplum değiliz. İnanç, etnik kahramanlık ajitasyonları halkımızı çok etkiler. Aydın gerçeklik karşısında romantik körlükte ısrar etmeyendir. Halkımız her ne kadar gerçekçiyim dese de, arabesk anlayışa ve romantik yaşama eğilimlidir. Sömürü düzeni onu bu hale getirmiştir. Gerçekçiliği çoğunlukla garipser. Aydın koşullar gerektiğinde iktidar gücünden vazgeçendir. Halkımız için “gemisini yürüten kaptandır”. Herhangi başarısızlık kolaylıkla hoş karşılanmaz. Aydınımız okur, okumuştur, bilinçlidir. Halkımızın çoğunluğu okumaz, yeniliklere kapalıdır. Aydın insan yapısını "okumuş ama adam olamamış, kafayı yemiş" olarak niteler. Alıntı
Misafir Marcus Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Okuma alışkanlığının vehamet derecesinde olduğu bir ülkede ( kimse şimdi bana edebiyat yada populizm yapmasın gerçek bu) Aydınların halkla olan ilişkisi mutlaka sakat olur. 80 sonrası oluşturulan okumayan, ilgisiz kuşak. Sadece kitap değil. Dergi gazetede okumuyoruz. Gazetelerimizi şöyle bir ölçsen Takribi %50 den fazlası resim ve punto. Geriye kalanın %50 side spor haberleri, magazini saymadım bile. Biz anca ağlıyoruz. Bak bunu çok iyi yapıyoruz. Sözde Ermeni soykırımı tasarısı gündeme geliyor biz ağlıyoruz "bize yanlış yaptılar" dan öte bir tepki veremiyoruz. Ermenistan dışında yaşıyan ermeni gençler kendi tarihini okuyup, kendi tezlerini savunurken bunun lobisini yaparken. Biz 3 milyon nufusla en büyük azınlık olduğumuz Almanya'da bile bir lobi oluşturamıyoruz. Çünkü İnsanlara anlatacak etkileyecek birikimimiz yokki. Şöyle düşünün kendi tarihini okuyan, düşünen bir genç. Sadece üniversitede beş altı yabancı arkadaşına bunları anlatsa milyonlarca kişiye kendi tezlerini iletir. Ama doğru kabul ederler ama etmezler. 1915 te neler olduğunu bilmiyoruz. Mükemmel tarihçilerimiz var. Ama ne hazinki bu insanların yazdıkları kitaplar yabancı ülkelerde bizim ülkemizden daha çok okunuyor. Bu adamlara yabancı ülke okurları okulları ödül veriyor. Ben İlber Ortaylı'nın İngiltere'de Türkiyedekinden iki kat daha fazla okunduğunu öğrenince hiç şaşırmadım(eminin sokak röportajları yapılsa iki kişiden birisi kim olduğunu bile bilmez) . Nasıl oluyordu Ermeni Diasporası bu kadar insanı etkiliyor diye. Lafa gelince Tv'ler hep magazin, yarışma programıyla dolu diye şikayet ediyoruz. Sanki o programları uzaydan gelenler izliyor ve raiting rekoları kırdırıyorda o yüzden yayınlanıyorlar. Var olan haber belgesel kanallarını sanki izleyenleri hapse atıyorlar. Ve artık her evde çanak anten olan ülkemizde insanlar izleyecek düzgün kanal bulamamış gibi mikrofon uzatılınca tv kanallarının halinden şikayet ediyor. İnternet bizim için chat ve po rno dan ibaret. Google arama motorunda Türkiye'den aranan ilk 10 kelimeyi yazma ihtiyacı bile duymuyorum. Herşey bir yana, Prime Time kuşağında belgesellerin tv kanallarında "ceza" olarak yayınlatılması bile yeter tablonun vehameti açısından. Bir aydın üretir, yazar , çizer, anlatır. Ama kimseye silah zoruyla kitap aldıramaz. Kendisini okutamaz. Ve sanki milyonlar kitap alıyor okuyorda, anlıyamıyorlar dil çok elit olduğu için. Oysa gazetelerin köşe yazıları bile okunmuyor. Dediğim gibi okuma alışkanlığının bu kadar düşük olduğu bir ülkede, Aydınlar ve halk arasında sağlıklı bir bağ kurmak mümkünmü. Acı ama gerçek. Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Belkide tartışılması gerekli konuları en değerlisini gündeme getirmiş sevgili Sardunyam. Kendisini tebrik ederim. Halkımızın ve aydınlarımızın anlayışlarındaki ayrıcalıkların analizini yaptım kendimce... Bence kendimce başka bir tahlil yaptım Sayın Maraba... Aydın her şeyden önce sorgulayandır. En başta da kendini....duruşunu...eylemini... Tüm bunlara kaynaklık eden düşüncelerini... Halkımızın %98 i inançlıdır inançları töreleri sorgulayanı sevmez. Şu an Türkiye'de Aydın Geçinenlerin çoğu halka bunu öğretmeyi istemez, zaten öğretemez... Kendisi de yapamaz çünkü... Adı "Aydın"dır, özü değil... Aydın başta ideolojisi olmak üzere, özeleştirisini sürekli kılandır. Halkımızın “herkesin kendi doğruları” inancı vardır. Özeleştiriye sıcak bakılmaz. Şu an Türkiye'de Aydın Geçinenlerin çoğu sadece borazanlığını yaptığı kesimi meşru kılma çabasındadır. Halka "Özeleştiri"yi öğretme çabası yoktur. Büyük gazetelerde Çetin Altan gibi günlük egosunu tatmin ederler... Aydın kesim inançlı olmayandır. Biraz kuşkucu yanı da olandır... Halkımızın %98’i inançlıdır. Ona göre; doğrular için kuşkuculuk, şeytani fikirle eşdeğerdir kuşkuculuk. Şu an Türkiye'de Aydın Geçinenlerin çoğu öncelikle kendisini eleştirmekten yoksundur. İktidarlara fikirlerini peşkeş çekmektedirler. Seçimden önceki söylemleri ile seçim sonrası söylemleri taban tabana zıttır. Hatta Tv Anchorman'liği yapanları devletin televizyonunu dahi dolandırmışlar ama her nasılsa yine de "En sempatik anchorman" diye albümleri falan reklam edilmiştir. Aman da ne şirindir... Aydın kendinden ve insanlıktan vazgeçmeyendir. Halk için bu tür bir yaklaşımın siyasi ve kültürel niteliği önemlidir. Gelenekçi bir yaklaşım dışında olanlar hoş karşılanmaz. Şu an Türkiye'de Aydın Geçinenlerin çoğu öncelikle halkından vazgeçmiştir ve kendi egosunun, açlığının peşine düşmüştür. Aydınımız özgürlükten yanadır. Halkımız özgürlük için mücadeleye karşıdır. Özgürlüğü başına buyrukluk ve denetimsizlik olarak görür. Şu an Türkiye'de Aydın Geçinenlerin çoğu emperyalizmden yanadır. Televizyonlarda boy gösterenleri çoğu böyledir. Öyle olmayanların gazetelerde ve televizyonlarda işlerine son verilir. Fikirlerini en ücra köşelerde dile getirmeleri bile güç beladır. Öldürülürler ya da ölümle tehdit edilirler. Yok edilirler ve arkalarından en fazla ya bir caddeye adları verilir ya da heykelleri dikilir. Ancak tek bir kitabı bile onun anısına bedava dağıtılmaz, bağışlanmaz. Çünkü büyük paralarla heykelini dikip anma törenleri yapanlarda aslında riyakardır... Şimdi burada Şeiht edilen ya da fikirlerini ücra köşelerde savunmak zorunda bırakılan aydınların isimlerini saymak uzun bir çaba gerektirir... Aydın muhalif tavırlıdır, ancak muhalefetini benliğinin doyumuna ve varoluşunu gerçekleştirmenin hizmetine vermeyendir. Halkımız muhalifliğe karşıdır genelde. Muhaliflik var olan çalışmayı ve düzeni bozmakla eşdeğerdir. Şu an Türkiye'de Aydın Geçinenlerin çoğuda muhalif olamamaktadır. Burada bir kısır dönkü oluşmaktadır. "Aydın" olarak önümüze sunulanlar bir yandan halkı bilmez bırakmakla görevlidirler ve bir yandan da bilinç altında gerçek aydınları öldürtmektedirler... Yani bir "Aydın - Aydın" çatışması vardır... "Satılmış Aydın - Gerçek Aydın" Aydın yaşam öyküsünün talihsizliğinin diyetini topluma ödetmeyi düşünmeyendir. Halkımızın geneli gelenekçidir. Yaşamın getirdiği koşulları benimsemiştir. Bu koşulları değiştirmeye çalışmak, “anarşi” yaratmak anlamındadır. Şu an Türkiye'de Aydın Geçinenlerin çoğuda diğer bir "Gerçek Aydın"ı karalama kampanyasının baş aktörü olurlar. En olmadı fikirleri engellenen bir aydının arkasında durma erdemini gösteremezler. Mesela Hulki Cevizoğlu'nun bir çok kanalda haksızlığa uğramasına tepki bile vermezler. Ya da Uğur Dündar gibi Aydınların, sindirilerek artık sadece gıda terörü ile ilgilenmesine, topluma yapılan yolsuzlukların peşini bırakmasına seyirci kalırlar. Mehmet Ali Birand gibi "Soros" hayranı ve "Doğan" ***** kimselerin revaç yapmalarına izin verirler... Aydınımız emeğin değerini bilir. Halkımız emeğin değeri için mücadeleyi “solculuk, komünistlik” olarak görür, karşıdır. Şu an Türkiye'de Aydın Geçinenlerin çoğu emeğin değerini bilmez. Emeği halka "gomünüstlük" olarak lanse ederler. Aydın yeri geldiğinde inancının dayatmalarına karşı çıkıp, insana kıyamayandır. Halkımız için inancın dayatmalarına karşı çıkmak din karşıtlığıdır, karşıdır. Şu an Türkiye'de Aydın Geçinenlerin çoğu halka hurafeleri dayatır. Açın tüm televizyonları, izleyin... Halkın gözüne "Din" tartışmaları sokulur iyice. Din bir yandan bu bakımdan hayatın en kaçınılmaz parçası yapıp, diğer yandan da hurafelerle halkı bezemektedirler. Düşüneseniz o Aydın geçinenlerin yordadıkları dini programlar kaldırılsa... Yok "Kalp Gözü"ymüş, yok "Sırlar Dünyası"ymış... Bunlar bir yana "Sanatçı"da bir bakma "Aydın"dır. Halkı hurafelerden arındırmakla meşgul olmalıdır. açın bakın tüm o büyücülü, sihirbazlı, çocukların beyinlerine gerçek sandıkları hurafeleri dikte eden dizi filmlere? Toplumun en benimsediği ve en sevdiği Sanatıçı Aydınlar oynamaktadır... Ne yaman bir çelişkidir... Aydın kendi inaç huzurunu, toplumun iyiliğine feda edendir. İnançlar kutsaldır. Bu kutsallık hiçbir değerin altında olamaz. Halkımız, böyle bir anlayışı benimsemez. Şu an Türkiye'de Aydın Geçinenlerin çoğu toplumu, kendi huzuru için feda eder. Ve halkıda bunun için eğitir. Halka bunun bir "Gereklilik" olduğunu benimsedir. "Aydın paralı olmalıdır ki iyi düşünsün, maddi kaygısı olmasın". Halk o yüzden zengin kimselerin sözlerine daha çok güvenir. Çünkü Sözde Aydın halkı kandırmakla görevlidir. Aydın, farklı düşünen ve inanan aydınlarla ortak insani değerlerde buluşandır. Halkımız aydınları batı yanlısı olarak görür, birliktelikleri "batı yanlılığı için guruplaşılıyor" olarak nitelerler. Şu an Türkiye'de Aydın Geçinenlerin çoğu farklı düşünmeyi takdir etmez, gazetelerde boy boy sütunlarda birbirlerine çamur atarak, birbirlerinin olmadık ve gereksiz özel yaşantılarına dil uzatarak düşerler. "Hiç Cinsellik Yaşamadım" diye cinsel hayatını peşkeş çekenler "Çağdaş" diye lanse edilir. Magazin programlarındaki bilmezler "Aydın"dır halk için... Türkiye'deki "Aydın ne yapar biliyor musunuz? Halkın günlük olayları, vurdulu kırdılı televizyon dizilerinden öğrenmesine göz yumar... Bir tartışmada bu filmlere tek karşı çıkan Zeki Alasya olmuştu ve büyük bir tartışma çıkarmıştı, sinirlenmişti. İşte tek Aydın o'dur... Sonra Aydın ne yapar? Yine halkın sabah kadın programlarının müptelası edilmesine de seyirci kalır. Bu programların sahteliklerini ortaya çıkarmaz. Genceceik Üniversiteli beyinlerin "biri bizi dikizliyor" "aman efendim gelin şarkı çığıralım" "kimin eli kimin cebinde" cart curt gibi programlarda kapitalist kültürün çarkları arasında heba olmalarına, hayatlarını tüketmelerine seyirci kalır... Yöntemi şiddet ve kıyıcılık olmayandır aydın. Tamamen şiddete karşı bir toplum değiliz. İnanç, etnik kahramanlık ajitasyonları halkımızı çok etkiler. Şu an Türkiye'de Aydın Geçinenlerin çoğu hala Sivas Olaylarını kınayamaz. Hatta dile getirmez. Asılan üç fidan'ı anmaz mesela... Sözünü bile etmez. Çıkar bir tartışmaya Atatürk'ün adını ana ana Atatürk'e ihanet eder. Çalar, çırpar, satar... Aydın gerçeklik karşısında romantik körlükte ısrar etmeyendir. Halkımız her ne kadar gerçekçiyim dese de, arabesk anlayışa ve romantik yaşama eğilimlidir. Sömürü düzeni onu bu hale getirmiştir. Gerçekçiliği çoğunlukla garipser. Şu an Türkiye'de Aydın Geçinenlerin çoğu hayal dünyası yaratır halka. Olabilecek bir gerçekliği değil, kendileri yordadıkları uydurma gerçekleri sunarlar. Çıkarla televizyonlarda Abd'nin işgalini bir yandan kınarken, Arap sivillere ve savaşçılara "Direnişçi" yaftasını yapıştırır... Ne demek direnişçi? Kime direniyor? Ne diyorsun kardeşim sen? Adam ülkesini korumaya çalışıyor... Layık olduğu ad "Savaşçı"dır, kim oluyorsun da "Direnişçi" diyorsun? "Terörist" diyorsun... Açın televizyonları izleyin, yıllardır böyledir. Tek bir Aydın bile çıkıp bu "Direnişçi" ile "Terörist" kelimesinin bu bölge halkı için aynı anlamda kullanılmasına tepki göstermemiştir... Direnişçilik "Teröristlik" ile aynı anlamdadır artık ne yazık ki... Aydın koşullar gerektiğinde iktidar gücünden vazgeçendir. Halkımız için “gemisini yürüten kaptandır”. Herhangi başarısızlık kolaylıkla hoş karşılanmaz. Şu an Türkiye'de Aydın Geçinenlerin çoğu ikitadrın yalakasıdır. Mesela Önceki seçimlerde Fatih Altaylı "sözde Aydın"ının bir yazısını hatırlıyorum: "Tayyip takıyyeci olmadığını, değiştiğini söylüyor. Tayyip önceden de Kur'an-ı savunduğunu söylüyordu. Kur'an değişmiş midir ki Tayyip değişsin?" Seçimden iki gün sonraki yazısı: "Türkiye için en hayırlısı oldu..." Aydınımız okur, okumuştur, bilinçlidir. Halkımızın çoğunluğu okumaz, yeniliklere kapalıdır. Aydın insan yapısını "okumuş ama adam olamamış, kafayı yemiş" olarak niteler. Şu an Türkiye'de Aydın Geçinenlerin çoğu sadece okumuştur... Halkı da sadece kendi yazısını okumaya yönlendirir. Açıkçası ben Cumhuriyet yazarlarından başka pek bir gazetede başka kitapların, yayınların, fikirlerin tanıtımının yapıldığını hiç görmedim. Alıntılanıp irdelendiğini de hiç görmedim. Cumhuriyet'in Dinci versiyonu/kopyası/özeneni olan olan Zaman gazetesi bile bunu yapamamaktadır. Sayın Maraba... Aydın tanımınıza kelimesi kelimesine katılıyorum ancak sorun bu işte... Türkiye'de böyle Aydın çok az... Ve onlarda sindirilmiş... Ya da öldürülmüş... Artık bıkma noktasındalar... Sesleri duyulmuyor artık... Etrafı, halkı bağnazlığa mahkum eden, Ve buna seyirci kalan "Aydın"lar sarmış durumda... Tespitleriniz güzel ancak unutulmamalı ki Kırmızıladığınız iletilerinizdeki "halk"ı bu özelliklerden arındırması gereken kişiler Aydınlardır. Halk hala belirttiğiniz gibi ise Yani halk dediğiniz gibi ise hala Ya Türkiye'de Aydın hiç olmamıştır, Ya görevlerini yapmamaktadırlar, Ya da artık satılmışlardır... Ben şunu seçiyorum: Türkiye'de "Sözde Aydınlar" vardır ve bunlar halkı uyuturlar... Türkiye'de "Sinmiş Aydınlar" vardır ve bunlar halkın uyutulmasına seyirci kalırlar... Türkiye'de "Aydınlar" vardır ve öldürülmüştürler... Saygılarımla... Alıntı
Misafir maraba Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Sayın boşig, Ben aydınlarla halkın yapı farklarını tahlil etmiştim. Sen ise "sözde aydınlar"la halkın yapı farklarını tahlil etmişşin. İçinden çıkılmazlığın nedeni ; "sözde" kelimesinin anlamında gözüküyor. Bu yüzden de sahte yada sözde aydınlarla, halkımızın yapısının başka kategoride incelenmesi gerekirdi. Benim yazıma cevap olarak değil. Aydın olmak, ***** cesaretlilik değildirki isyan bayrağını açarak ortaya çıksın. Galileo'nun ortaçağdaki mücadelesi buna çok güzel örnektir. Aydınlar, aydınca mücadelesini somut şartlar altında yapmalıdır. Tıpkı Atatürk gibi. Kaldıki Ata'nın aydınca girişimleri bile gerici kesim tarafından, emperyalizmin desteği ile adım adım işlemez duruma getirildi. Bir başka iletimizde, sosyal gelişimlerde de diyalektik olarak olumsuzluklar olabilir demiştikya. Bu odur işte. Gerçek aydınlar eli değnekli sihirbazlar değildirler. Çağımız, emperyalizmin bütünüyle her şeye hakim olduğu bir çağdır. Gerçek aydınların halkı için, insanlık için gerekeni yaptığına inancım tamdır. Selamlar. Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Sayın boşig, Ben aydınlarla halkın yapı farklarını tahlil etmiştim. Sen ise "sözde aydınlar"la halkın yapı farklarını tahlil etmişşin. İçinden çıkılmazlığın nedeni ; "sözde" kelimesinin anlamında gözüküyor. Bu yüzden de sahte yada sözde aydınlarla, halkımızın yapısının başka kategoride incelenmesi gerekirdi. Benim yazıma cevap olarak değil. Aydın olmak, *****l cesaretlilik değildirki isyan bayrağını açarak ortaya çıksın. Galileo'nun ortaçağdaki mücadelesi buna çok güzel örnektir. Aydınlar, aydınca mücadelesini somut şartlar altında yapmalıdır. Tıpkı Atatürk gibi. Kaldıki Ata'nın aydınca girişimleri bile gerici kesim tarafından, emperyalizmin desteği ile adım adım işlemez duruma getirildi. Bir başka iletimizde, sosyal gelişimlerde de diyalektik olarak olumsuzluklar olabilir demiştikya. Bu odur işte. Gerçek aydınlar eli değnekli sihirbazlar değildirler. Çağımız, emperyalizmin bütünüyle her şeye hakim olduğu bir çağdır. Gerçek aydınların halkı için, insanlık için gerekeni yaptığına inancım tamdır. Selamlar. Sayın Maraba... Aslında yazım size tam bir cevap değildi. Sizin iletinizi genişletmek ve aslında kastettiğiniz "Aydın"lara sahip olamadığımızdan yakınmak istemiştim... Ama Gerçek Aydınların halka inmesi gerekmez mi? Nasıl desem, eylemlerde önde olmaları... Halkın yanında iseler eğer, halk için anlaşılır olmaları gerekmez mı? Ama halk kimleri anlıyor biliyor musunuz? Yalancıları... Ve halk bunlara kurban veriliyor... Tabii ki gerçek aydınlarda... Aydın olmak "***** Cesaretli Olmak" demek değil elbette ama ne yazık ki "Sözde Aydın"lar çok çok baskınlar ve halk onların elinde ne kadar karınları doysa da bilmezlik için can çekişiyor... Alıntı
Φ Efendi Türkler Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 yazilanlarin hepsi bir deger inanin hepsi korkunc güzellikte analiz,,..!!! farkindaysaniz bu ülkede gercek aydinlar var vede azimsanamayacak kadar cogunlukta.! vede inaniyorum hepsi sartlar ne olursa olsun görünüste yapilamiyor denilen mücadeleyi yapiyor fakat günümüzün sartlari degisen hizli yasam kosullari onlari sakliyor veya saklanmis görüküyor... veya birileri onlarin hakkini gasp ediyor bende bir kac cümleme eklersem bunlari saklayan en büyük deger deger demek zorundayim.! görüntülü basin.. artik görüntü yok olamaz. onun arkasinda yillardir asamadigimiz güzel dinimizi türbana indirgemiz vede ,Atamizin biraktigi ülkeyi neden bize bu sekilde emenet etti sorgulamasindan vazgecmeyisimiz.. yani bu iki kavrami birtürlü cözemeyisimiz bizleri vede bu ülkeyi sikintiya sokmaktadir ,, sayin CYRANO avrupada lobilerin olmayisina deginmis,dogrudur.! bir örnek yazayim neden olamadi ...olmasi gereken 60.lardan beri saglikli topluma sahiptik buralarda,aydinligi yeterliydi,en azindan o topraklardan gelmesi yeterliydi ama ne olduda olamadi.. bakin buralarda 85.lere kadar hizla bir araya gelerek ,faliyetlerde bulunalacak spor ,külüpleri , türk dernekleri birer birer kuruluyordu, halkimiz cocuklarinin yanlis degerlerinden uzak yetismemesi icin bir araya gelip etkinliklerde bulunuyordu,okadar güzel ortamlar olusturulmustuki,, bu derneklerin hicbir siyasi adi yoktu,adi konmamis gurbetci türklerin kendi degerleri adina .. kültür faliyetler,de bulunuyordu en ufak kasabasina kadar.. icinde aradiginiz hersey yaratiliyordu.. müzik,inden folklarina kadar.. fakat 85.lerden sonra hersey tersine dogru gitmeye basladi,,gelen ilticalar hizla cogalmaya baslayinca ,degerlerde degismelerde kendini yavas yavas göstermeye basladi.. kisaca kahvelerle tanisma basladi.! kisaca artik enbüyük deger haftada inanin kapiya gelenlerin ibadet yeri icin para toplamaya baslamasi,bununla birlikte din kitaplarin verilmesi.. halkimizi hizla hedeflere götüren sonunda lobi olustaracak degerler..evet hizla yok olmaya basladi artik kasabalarda dernekler yok oldu ilk önce ondan sonra külüpler cami varsa onun icinde faliyet etmeye zorlandi olmayanda yok oldu.. evet camiler spor kulüplerine el koymustu,,geri kalaninida kahveler,ordada bölücü konusmalarin icinde yogrulmaya baslayan otomatikmen halk kesimi olusmaya basladi.!! artik birseyler degismeye baslamadi artik birseyler bu gelisen degerleri bilincli sekilde yok etti.. cünkü bu halkin neler yaratabilecegini görmüstü.. onun icin birilerini cagirdilar onlarda geldi ... o degerleri elimizden aldilar... bu saatten sonra lobide olmaz hobide.? üc milyon aydin hapsedilmistir, türkiyemizdeki 70.milyon aydin,gibi yamyam frankfurt Alıntı
Φ siyaset Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Atatürk gerçekten büyük bir insan ulu bir liderdi. Ama Atatürk'ü tekrar çanlandırmnaya çalışmanın anlamı yok zira faydasızdır. Yapacağımız şey elimizdeki seçenekleri en doğru şekilde değerlendirmek. Kanmıca bunu da yaptık. Aydınla halk arasında köprüyü eğitimle kurabiliriz. Bozulmuş bir eğitim sistemini tamir etmek biraz zaman alacaktır. Bu tamirede geçen dönemlerden itibaren hızla başladık. Alıntı
Misafir rua Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 demek ki genel kanı aynı. herkes aydınların duyarsızlığından, halka uzaklığından şu ya da bu şekilde şikayetçi. ben de böyle düşünüyorum ve tengeriin boşiq'in şu sözü çok hoşuma gitti: Türkiye'de "Sözde Aydınlar" vardır ve bunlar halkı uyuturlar... Türkiye'de "Sinmiş Aydınlar" vardır ve bunlar halkın uyutulmasına seyirci kalırlar... Türkiye'de "Aydınlar" vardır ve öldürülmüştürler... öyle düşünüyorum ki; özellikle 80 darbesinden sonra türkiye de bir düşünce katliamı başlatılmış, aydınlanmanın ve gelişimin önüne ciddi engeller getirilmiştir. imam hatip liseleri bu dönemde kurulmuştur ve ilerleyen zamanda bu okullar bir iritcai siyasal anlayışın arka bahçesi oluvermişti. belki de bazılarının kurguladığı proje işte böyle hayata geçti. zamanla irtica güç kazandı. katledilen aydınlar susturuldu. kimileri korktu ve konuşmadı, kimileri kaçtı ve yıllar sonra sessizlik içinde ülkelerine geri döndüler. aydın suskunluğu devam etti, bugün de devam ediyor. ama gericilik hergün daha da güç kazanıyor. hem ekonomik anlamada güçlenip palazlanırken, siyasal olarak da halkın desteğini almayı başarıyor. ama aydınlar hala suskun. bu suskunluk üzücü ve tehlikeli bir suskunluktur. çünkü aydın mum gibidir. amacı kendini değil çevresini aydınlatmaktır. çevresini aydınlatmayan bir aydın olamaz. bazı aydınlar sustukça atatürkçü vatandaşlar gelişmeler karşısında daha da hırçınlaşıyorlar. onları temsil eden bir siyasal iradenin olmayışıdır belkide insaları sokağa döken. ve türkiye gerginleşiyor. bu gerginleşmeden siyasal rant sağlayanlar avuçlarını ovuşturup oy kapma peşine düşüyorlar. bu ülkede iktidar olmak zor bir iş değil. formulu çok kolay aslında; ağzınız biraz laf yapacak ve şu püf noktayı iyi kavrayacaksınız. türk halkı garibandır. omzu sıvazladığı zaman bundan hoşlanır, bağrına basar. insanları aç bırakıp sonra da kömür ve iaşe yardımı yapılır. seçimlerde oy vermesi istenir. oy alınır ve sonra nerede kalındıysa oradan devam edilir. en temel geleneksel değerlerine en çok sahip çıkan taraf mış gibi bir imaj yaratılır. oysa bu değerler ayaklar altında çiğneniyordur ama bunun önemi yoktur artık, halk sevmiştir bu kişileri ve kim derse desin sahip çıkmaya hazırdır. kürsüden atıp tutmaya başlanır ve her söylemin ardından bir kaç saniyelik bir duraksama yapılır. halk alkışı basar, sloganı atar. işte iktidarsın. ardından koltuğa oturulur ve arada bir kurdela kesmeye gidiler. kurdela dediysemde koskoca tesisler değil canım: dersane olur, umumi hela açılışı olur, hiç farketmez. siz kurdelayı kesip bir de kurbanın kanını sağa sola akıttınız mı tamamdır. bakın açılış deyince yine atatürk döneminde, yıkıntıların içinden nasıl bir ülke yaratıldığını kurulan işletme ve üretim tesisleriyle örnekleyeyim (acaba m. kemal bunları açarken kurdela kesip objektiflere poz vermiş miydi?) alpullu şeker fabrikası (1926) uşak şeker fabrikası (1926) bunyan dokuma fabrikası (1927) eskişehir şeker fabrikası (1933) turhal şeker fabrikası (1934) bakırköy bez fabrikası (1934) konya-ereğli bez fabrikası (1934) kayseri bez fabrikası (1934) izmit birinci kağıt ve karton fabrikası(1936) karabük demirçelik fabrikası (1937) ereğli bez fabrikası (1937) gemlik ipek fabrikası (1938) bursa merinos fabrikası (1938) işte gerçek bir halk adamını ve büyük bir devrimcinin halkı için yaptıklarının sadece küçük bir bölümü bu. peki siz bu günün koşullarında hangi siaysetçinin böylesine büyük atılımlar yaptığını gördünüz. halkçılık işte böyle yapılar. ve bunlar büyük bir ulusa unutturuluyor. koskoca bir millet kültüründen, tarihinde ve iç huzurundan uzaklaştırılıp kendine küskün bir hale getiriliyor. 80 den sonra yapılanlar işte bu yobazlaştırma ve yozlaştırma çabasıyla yapıldı. ama ben umutluyum. belki bir gün sizleri bu ülkeden kovacaklar, belki kendiniz gitmek zorunda kalacaksınız. belki başka bir eyalette bulunan memleketinize gitmek için pasaport isteyecekler; belki sokakta rahatlıkla gezemeyeceksiniz, birileri size neden saçın görünüyor diye hesap soracak belki ya da sivilleşen (!) anayasa maddelerinin çatısı altında size bir yer verilmeyecek, yaşam hakkınız kısıtlanacak. fakat bu ülkede atatürk ve arkadaşlarının yaktığı meşale asla sönmeyecek. biryerlerde yanmaya devam edecek. hergün daha parlak ve hergün daha da aydınlatarak. saygılarımla. Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 sayin CYRANO avrupada lobilerin olmayisina deginmis,dogrudur.! bir örnek yazayim neden olamadi ...olmasi gereken Ama ne kadar kötü dimi. 300 milyon nufusu olan ABD'de 1 milyon ermeni koskoca temsilciler meclisinden bir yasa geçirecek kadar lobi sahibi olabiliyorlar. 80 küsür milyon nufusu olan Fransada 350 bin ermeninin oluşturduğu lobinin yapabildiklerini söylemeye gerek yok. 3 milyon Türk'ün yaşadığı Almanya'da, bir Türk lobisinden bahsetmek bile mümkün değil. Her şey bir yana 3 milyon insan. Bir partiye gidip sana oy veririz ama şöyle yaparsan dese, o parti 3 milyon deki 2,5 milyon oy için canla başla çalışır. Ki siyasette baskı gruplarının rolu çok önemlidir. Tabiki özellikle lobi konusunda aydınlar kilit roldedir. Ama bizim halk ve aydınlar ilişkimiz son derece sakat olduğu için. Hangi konuda olursa olsun bir aydın bir şey söylese yarısı onaylar yarısı karşı çıkar. Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Tabiki özellikle lobi konusunda aydınlar kilit roldedir. Ama bizim halk ve aydınlar ilişkimiz son derece sakat olduğu için. Hangi konuda olursa olsun bir aydın bir şey söylese yarısı onaylar yarısı karşı çıkar. Çünkü bir yarısını çok kolay satın alabilirler, Diğer yarısına ise ihtiyaç bile kalmaz... Çok tuhaf bir milletiz... Hainimiz tam bir hain oluyor, Vatanperverimiz de çok abartılı bir şekilde vatanperver... Bir türlü usturlabı tutturamıyoruz... Ahmet Taner Kışlalı söylemiş, Türkiye'nin her zaman yüzde 10luk bir ihanet şebekesi mutlaka vardır diye... Kafamızı o kadar az kullanıyoruz ki, Yabancı ülkelerdeki gurbetçileri "Alamancı" diye dışlıyoruz ve onları asimilasyona terk ediyoruz... Oysa onlar tam bir değerdir... Hiç mi düşünmüyorlar bir lobi oluşturmayı, Yoksa düşünüyolarda bilerek mi uygulamıyorlar... Hakikaten masa başı işlere kafası pek basmayan bir milletiz sanırım... Demişler ya; "Türkleri savaş alanında değil, masa başında yenebilirsiniz ancak..." Alıntı
Φ Efendi Türkler Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 7 Ekim , 2007 Ama ne kadar kötü dimi. 300 milyon nufusu olan ABD'de 1 milyon ermeni koskoca temsilciler meclisinden bir yasa geçirecek kadar lobi sahibi olabiliyorlar. 80 küsür milyon nufusu olan Fransada 350 bin ermeninin oluşturduğu lobinin yapabildiklerini söylemeye gerek yok. 3 milyon Türk'ün yaşadığı Almanya'da, bir Türk lobisinden bahsetmek bile mümkün değil. Her şey bir yana 3 milyon insan. Bir partiye gidip sana oy veririz ama şöyle yaparsan dese, o parti 3 milyon deki 2,5 milyon oy için canla başla çalışır. Ki siyasette baskı gruplarının rolu çok önemlidir. Tabiki özellikle lobi konusunda aydınlar kilit roldedir. Ama bizim halk ve aydınlar ilişkimiz son derece sakat olduğu için. Hangi konuda olursa olsun bir aydın bir şey söylese yarısı onaylar yarısı karşı çıkar. Sayin CYRANO bu yazimla konuyu anladigim halde senin lobi ortamini yakalaman burda bir sirri tekrar cözüyür onun icin bu degerli yaklasimini ele alarak birseyler vurgulamaya calistim .! bizler aydinlarimizi neden anlamiyoruz,bu ülkenin insanlari gercekten aydin oldugu halde,tabiki herkes üstün derecede aydin olamaz fakat özünde halkimiz aydindir.. bunu her alanda görebiliyoruz ,fakat aydinlik önemli degil o aydinliktan nasil yararlanabiliriz,o aydinligin isigindan hoslanmayanlarin önümüze cektigi seti nasil bertaraf edebiliriz.. bugün avrupayada bu kadar oyunlar oynansa inanin onlarin halklari bile ,bir ikilem icinde bir oraya bir buraya dengesizligine düsebilir.. birde bu oyuna din katilirsa nelerin olabilecegini ,tahmin edin .. din olgusu bir anda insanlarin rengini degistirebilir.. aslinda dinin kendisi degil ,dini silah gibi kullananlarin olgusunun yaratacagi ortamdir bu.. iste lobi ortamini bu olgu engellemistir.! ama gelin buralarda türklerin önderliginde hatta simdiki büyük özünde degerli insanlarimiz .. bu olgulara yani bu lobilere ziyarete gelmistir bu lobilerde bugün hükümet olmustur yani bizim lobilerimiz bizim hobileriz bu sekilde bunlar sayesinde bu sekil almistir... acikcasi yani bizim yaratilan dini agirlik lobiler bizim ic siyasetimiz icindir.? evet daha yazacagim cok seyler var ama unutmayin parca parca yaziyorum ,yorgunluk iste.! birde burda bu mayin tarlasinda masa basinda birseyler yazmiyorum ilerde belgeli gazte alintilariylada bazi konulari deginecegim, Tengeriin boşig kardesimizin icide rahat etsin.? yamyam frankfurt Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 yazıların hepsi çok güzel ve yapılan tespitler gerçek... bu bir çırpınıştır evet bir forumda yapılan bu tartışmaların ülke geneline aynı hızda yayılması bir hayal ve elimizden gelen şimdilikk budur... teşekkür ederim gerçek aydınlar... herşeye rağmen bütün gayretleri doğruları dile getirmek olanlar... popilist yaklaşımlar yerine, gerçekçi ve daha önemlisi halkın yararına özeleştiri yapan arkadaşlarım dilerim çoğalırsınız... Bir arkadaşımız Atatürk'ü canlandırmanın anlamı yok demiş... bir tarafından bakarsanız haklısınız ama mevzu Atatürk'ü canlandırmak değil onun gibi olabilmektir... Anlayışı bizden olan, bizim için çalışmış ve fikirleri ile sadece bize değil dünyaya örnek olmuş o deha gibi olanların yetişmesidir önemli olan... yoksa ölümlü Atatürk'ün peşinde değiliz ölümsüz olan düşüncelerin peşindeyiz... Halk adamlarımız gerçek aydınlarımız var ama görsel ve yazılı medya onlara yer vermiyor... sansasyonel tipler değiller raytingleri yok... onları izleyecek ve dinleyecek insan sayısı bir elin parmakları kadar ama medya zaten çoğunluğu önemsiyor... dahada vahimi aydınlanmanın önünde durmak istiyor... bilinçli insanlar var etmek medyanın işi değildir ama bilinçsiz insanlar var etmeyi amaç edinmiş bir medyaya sahibiz... bunu değiştirmek içinse bir gayret göstermiyoruz... bunları konuşan, gerçeklerden ve toplumsal, kitlesel yozlaşıdan söz edenlerin adı komunist, marşinal, sosyalist hatta anarşist tipler... çok basit ama Dondurmam Gaymak filminde sosyalist adam dondurmacıya anlatıyordu emperyalizmi dondurmacının durumundayız hepimiz... Alıntı
Φ KesKiNkAleM Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2007 Halk Adamlarımızdan biri Attila ilhan'ın anısına bir makelesi. “Gâzi´nin, O ´Dev´ Yalnızlığı!...” Ne çetin bir 'dev' yalnızlığı içindeymiş! Çevresinde yaşamış olanlardan, hangisinin hassas ve akıllı 'hatırasına' el atsam; bu gerçeği yoğun bir sis halinde, görmüşümdür: Hasan Rıza Bey (Soyak) sayfalar boyunca, imâ eder durur; Fâlih Rıfkı Bey (Atay), üstelik sosyal haritadaki yerine koyarak, tarif etmiştir: ''... Mustafa Kemal'le, samimî olarak, yalnız Gökalp kolundan -yâni 'ırkçı' ve 'gelenekçi' olmayan, Batı kültür ve medeniyetçisi- Türkçüler, işbirliği etmişlerdir. Sayılarının ne kadar az olduğunu söylemekten sıkılırım; pek çokları, Mustafa Kemal gibi bir kurtarıcının her yaptığının, -kendi inançlarına aykırı da olsa-, doğru olduğu fikrine bağlı idiler; pek azı, yapılanları anlayarak ve onlara inanarak; pek çoğu Mustafa Kemal'e bağlı olarak, ona inanarak yürümüşlerdir...'' ''...Atatürk, ileri atılışlarında; daima statükocu, el altından sinsi sinsi, Tanzimat bürokratlarının, pasif dayatışına uğramıştır. Gerçekte Atatürk Partisi, 'millet içinde' değil 'kendi partisi içinde', azınlıkta idi. (buraya dikkat!) Ölümünden sonra parti güdümü, bu inançsızların eline geçti. (Sizce kimleri kastediyor?) Türkiye'nin Atatürk sonrası ve Demokrasi Tarihi; dünya tarihine, karaktersiz aydınların, bir millete yapabilecekleri kötülükler örneği olarak; ve Kurtuluş tarihi ise, sağlam karakterde bir aydının, nasıl mucizeler yaratabileceğinin örneği olarak geçecektir...'' (bkz. 'Çankaya') Durumun 'vahâmetini' daha açık, nasıl söylesin? '...halkla kaynaşmak', asıl kime düşer? O nesil yalnız bizde değil, -meselâ Çin 'de ve Rusya 'da da 'Çağdaşlaşma' yı, 'Batılılaşma 'yla karıştırıyordu. Osmanlı 'nın Teceddüt Tarihi', Batı 'dan -yâni Düvel-i Muazzama 'dan, yâni Emperyalizm 'den- medet uman aydınların tarihidir (yine öyle değil mi?); 'Yeni Osmanlılar' da, 'Jöntürkler' de, Padişah ve Halife'nin saltanatına karşı olmuş; yarı inkılapçı, yarı 'komprador alafrangası' olarak, kapağı mutlaka ya Paris 'e, ya Londra 'ya, ya 'Viyana'ya atmışlardı; bulabildikleri çözüm, Tanzimat 'tır, yâni altıyüz yıllık Devlet-i Aliyye-i Osmaniye 'yi 'batıran' süreç! Türklerde, Mustafa Kemal Paşa 'Kurtuluşu' Doğu 'da gören ilk ihtilalci idi: Dersaadet 'ten Avrupa başkentlerine değil, Samsun 'a gitmiştir. O, Tanzimat 'oligarşisi' nin (Bürokrasi+Komprador Burjuvazi+Münevverân), ne türlü bir belâ oluşturduğunu, Fâlih Rıfkı Bey 'den (Atay) yıllarca önce (20 Mart 1923) söyleyecekti: ''...aydınlarımız arasında çok iyi düşünenleri vardır ama, genellikle şu yanılgıya düşeriz; inceleme ve araştırmalarımızda, daha çok kendi ülkemiz, kendi gelenek ve göreneklerimiz, ya da ihtiyaçlarımızı temel almalıyız; aydınlarımız, belki bütün dünyayı, bütün öteki milletleri tanır, ama kedimizi bilmeyiz...'' ''...aydınlarımız, 'milletimizi en mutlu millet yapayım' der; 'başka milletler nasıl olmuşsa, onu da aynen öyle yapalım' der; ama düşünmeliyiz ki böyle bir düşünce, hiçbir dönemde başarı kazanmış değildir: Bir millet için mutluluk olan şey, diğer millet için yıkıma sebep olabilir; aynı neden ve şartlar, birini mutlu kıldığı halde, diğerini mutsuz edebilir. Onun için bu millete gideceği yolu gösterirken; dünyanın her türlü ilminden, icatlarından, gelişmelerinden yararlanalım; fakat unutmayalım ki, (buraya dikkat!) asıl temeli kendi içimizden çıkarmak zorundayız...'' ''...milletimizin tarihini, ruhunu, geleneklerini; doğru dürüst ve sağlam olarak görmeliyiz. (buraya dikkat!) itiraf edelim ki hâlâ ve hâlâ, aydınlarımızın gençleri arasında, halkla ve halkın alt kesimleriyle yakınlık gerçekleşmiş değildir. Memleketi kurtarmak için, bu iki kesim arasındaki uygunluğu (uyumu) sağlamak gerekiyor; bunun için de, biraz halkın yürüyüşünü hızlandırması, aydınların da çok hızlı gitmesi lâzımdır; fakat halka yaklaşmak ve halkla kaynaşmak, daha çok, daha fazla, aydınlara düşen bir görevdir...'' 'Dip dalgası' ne durumdadır? G eçenlerde, '...sizin 'dip dalgası' ne durumdadır? Bu çıkmazdan, nasıl kurtulacağız?' diye soran bir emekli albay'a Gâzi Mustafa Kemal Paşa 'nın bu sözlerini okudum, hayret ve dehşet içinde dinledi; sonra da dedi ki: ''-...üzerinden üç çeyrek yüzyıl geçmiş, durum aynı görünüyor; bu nasıl olabilir?..'' Şaşkınlık da, dehşet de, yanlış ve yersizdi; soru da: İnönü Cumhuriyeti' yıllarında, devletin kültür politikası 'resmen' yeni bir Tanzimatçılık olursa, sonuç başka ne olabilirdi ki? Bunu da, nereden mi çıkardım? Göreceğiz... Cumhuriyet, 05.01.2005 Alıntı
Φ gugukcuk Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2007 sevgili Cyrano demiş ki; Ülke tarihimizde ünlü bir romancı, hikayeci şair , hapse düşmemiş adam yok neredeyse, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Necip Fazıl Kısakürek, Yaşar Kemal, Enver Gökçe, Rıfat Ilgaz, Sabahattin Ali, Fakir Baykurt, Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Türkali, Erdal Öz, daha aklıma gelmeyenler. Bir ülkenin en ünlü yazarları, şairleri, romancıları sanki şartmış gibi tutuklanmış, yıllarca hapis yatmış olursa farklı bir sonuç beklemek normalmi ? İnsanlar arama olur diye korkudan yemek tarifi kitaplarını bile yakmış bu ülkede. "üstünde Lenin'e bernzeyen Atatürk resmi olan kitap (kalpak varya) " bulundu yazan polis arama tutanakları yazılmış bu ülkede. Böyle günler gördü bu ülke. İşte bunları hayata geçirenlerin Bir ATATÜRK hayranı olarak hatıratlarını yazmalarına,devlet eli ile korunmalarına ve hala bu sanatçılardan çok daha elit yaşamalarına katlanamıyorum ya. Belki de bu kadar toplumsal kırıklıkların temellerinde yatan gerçek budur.Hiçbirşeye inanmamak. Alıntı
Misafir mtmtk5 Gönderi tarihi: 11 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 11 Ekim , 2007 Röportaj: Yaşar Nuri Öztürk: Sabah Gazetesi: "Bütün ******** aydın geçinenlerin başının altından çıkıyor" - 30.09.2007 (Şirin Sever) 'Ilımlı İslam'a götürülen bir Türkiye dinsizliğe gider!' -İlahiyatçı değil, siyasetçi kimliğinizi ısrarla vurguluyorsunuz. Neden rahatsızsınız bundan? - Ben rahatsız olmuyorum; birileri rahatsız oluyor. - Kim birileri dediğiniz? - Siyasetçiler! Yani ilahiyatçı kimliğini kullandığın zaman bunu din istismarı gibi lanse ediyorlar. Onun için ben oralara girmek istemiyorum. Yani siyasetçiler ne kadar din konuşuyorsa ben de o kadar konuşayım! - Dini anlamda yadsınamayacak bir kimliğiniz var ama sizin. - O kimliğim devam ediyor yeri geldiğinde, bilgimden gerektiği kadarını ortaya koyuyorum. Ama ikide bir dini oraya sokmak, ikide bir ekranlarda din konusunda konuşmak doğru değil. Bakın benim üç kimliğim var; felsefeci, ilahiyatçı ve hukukçu kimliğim... Şimdi siyasetteyim hukukçu kimliğim öne çıkıyor, onu gündemde tutuyorum. Bu benim en doğal hakkım! Türkiye'nin meselelerine de bir ilahiyat hocası olarak çözüm aramıyorum; bu meseleleri pratik olarak çözmeye talibim. - O zaman konuya girelim. 'İslam siyasallaştırılıyor, din saltanat aracına dönüştürülüyor' diyen biri olarak Türkiye'deki durumun fotoğrafını çekseniz ne dersiniz? - Bugün, İslam dini İslam'ın düşmanları tarafından Müslümanlar aleyhine kullanılıyor. - Kimi kastediyorsunuz? - Hıristiyan güç odaklarını kastediyorum; Batı'yı... İçeride de bunlarla işbirliği yapan, dini siyasal çıkarları için kullanan, yüreklerine, vicdanlarına ve ruhlarına asla din girmemiş ikiyüzlü ekipler var. Onları buldu Batılı, şimdi onları kullanıyor. - AKP'yi mi kastediyorsunuz? - Sade AKP değil, bir yığın... Ama iktidarda olanlar bunların ta kendileridir. Niye bu işbirliğini yapıyorlar peki? - Menfaatleri için! Bunu kendilerine sorarsınız... Yani Türkiye'de son yıllardaki havanın arka planını karıştırdığınız vakit menfaatin ne demek olduğunu anlarsınız. Niçin belediyelerden Türkiye'de siyasete geçiş dönemi açıldı? Çünkü Türkiye, belediyeler tarafından soyuluyor, soyulan paralarla da Türkiye'yi yönetmenin keyfine varmak üzere siyasete geçiyorlar. - Peki bugün yaşanan gerilimin adını nasıl koyuyorsunuz; Türkiye'de iki taraf oluştu 'Yaşam tarzım elimden alınacak' kaygısı yaşayanlar ve 'ötekiler'... - Ben ötekiler diye bir şey kullanmadım... - Siz kullandınız demiyorum, ben soruyorum şu anda... Bekir Coşkun'un yazdığı gibi insanı kendi dininden korkar hale getiren nedir? - Müslümanlar dininden asırlardır korkuyor; bugünün olayı değil bu. Biz niçin dedik ki 'Bugün İslam adı altında iki tane din var' diye... Birisi Kur'an'daki İslam, diğeri de Kur'an'dan onay almayacak uydurma İslam! Kur'an'daki İslam'ı ne istismar edebilirsiniz ne siyasete âlet edebilirsiniz; ya ona inanır mümin olursunuz yahut inanmazsınız. Ama Kur'an dışındaki dini, uydurma İslam'ı, hurafe İslamı'nı istediğiniz gibi istismar edebilirsiniz. Siyasette de, ekonomide de, ticarette de, her alanda... Mesela Kur'an der ki 'Allah eliyle aldatmayın!' O zaman ne yapacaksınız? Evvela dini yozlaştıracaksınız, sonra yozlaştırılmış İslam'ı Türkiye'ye dayatacaksınız. O hale geldik ki artık; din istismarı Türkiye'deki istismarcıları doyurdu, şimdi ta Amerika'nın öbür ucundan Neocon'lar (Amerikan yönetimindeki şahinler için kullanılıyor, yeni muhafazakârlar) istismar ediyor. İşte ılımlı İslam! Benim dinimin adını değiştirme görevi Neo-con'lara mı kaldı? Bu dinde bir ıslahat, bir reform, bir düzenleme yapılacaksa bunu Hıristiyanlar mı yapacak? - Ilımlı İslam kelimesine şiddetle karşı çıkıyorsunuz... - Ilımlı İslam, İslam'dan istifa etmenin adıdır! Ilımlı İslam diye bir din yok! Türkiye ılımlı İslam'a götürüldüğü sürece dinsizliğe gider. Kuran'ın anladığı manada bir dinin adı sadece İslam'dır. 'Bunların hepsi sun'î gündem' - 'Mahalle baskısı' var mı gerçekten? - Ne mahalle baskısı ya? Mahallede baskı olmaz, baskı aydınlardan ve siyasetçilerden gelir. Bir cambaz yaratıp, milleti ona baktırıp işi götürmenin oyunudur bu. Siz Anayasa değişikliğini kıyafete endeksliyorsunuz, bu baskı değil midir? Siz 'Bu mesele namus meselemizdir' deyip zımnen başını açan hanımların namus zaafı içinde olduğunu söyleyip tedirgin ediyorsunuz. Bundan daha büyük baskı mı olur? - Sun'î bir gündem mi yaratılıyor? - Gayet tabii. Mahalle baskısı söylemi de, Malezya oluruz' korkusu da sun'î gündemdir. - 'Bütün bu ******* aydınlardan çıkıyor' da dediniz ekranda. Ne demek istediniz? - Türkiye'de bütün ******* aydın geçinenlerin başının altından çıkıyor. Siyasetin kirlenmesi de aydınlar yüzünden oluyor çünkü aydınlar iki yüzlüdür! Kimse mahalle baskısından korkmasın, mahalledeki adamdan bu ülkeye hiçbir kötülük gelmez ama mahalledekini kullanacak olan aydın yaftalı karanlıklardan ve siyasetin ikiyüzlülüğe teslim edilmesinin önünü açanlardan kork! - Siz de aydın değil misiniz? - Ben aydın yaftalı tâbirini kullandım. Ben aydın yaftalı değilim. Bütün asliyeti ve ulviyetine uygun şekilde bir aydınım. 20 yıl ülkemin önünde verdiğim haysiyetli fikir mücadelesiyle bunu benim düşmanlarım bile kabul ve itiraf eder. 'Niye agresifsiniz?' polemiği... Yaşar Nuri Öztürk, İslam söz konusu olduğunda Türkiye'nin en yakından tanıdığı isim. Televizyonlarda yaptığı dinî sohbetlerle 'şöhret' oldu. Farklıydı diğerlerinden; bir Kur'an bilginiydi, dinî hurafelerle savaştı ekranlardan... Türkiye onun 'Atatürkçü mümin' çizgisine dört elle sarıldı bu yüzden, bir televizyon yıldızıydı artık o; Can Dündar'ın deyimiyle... 'Atatürk'le dindarlığı bağdaştırmaya çabalayan laik kesimin gurusu'ydu âdeta... İlkokula gitmedi. Babasının dizinin dibinde Kur'an okumayı öğrendi. 20 yaşından sonra ilkokulu dışardan bitirip, ilahiyat ve hukuk okudu. İslam felsefesi dalında doktora yaptı. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dekanı oldu. 3 Kasım 2002 seçimlerinde CHP'den Meclis'e girdi, seçildikten sonra da istifa ederek Halkın Yükselişi Partisi'ni (HYP) kurdu. İlk kez perşembe günü, bu röportaj vesilesiyle tanıştım kendileriyle. İzlenimim ne mi? 'Agresif' ve 'gergin!' Telefon konuşmasında başladı gerginlik; "Ben ilahiyatçı kimliğimle konuşmam, siyasetçi kimliğimle röportaj yapacaksanız gelin!" Zaten İslam konusunda yetkin bir ismin, şu anda Türkiye'de konuşulanlara, gündeme dair düşünceleri öncelikli... Bunu anlatıyorum kendisine; "Ne soracaksınız? Önce soruları yollayın!" cevabını alıyorum. Hadi bakalım... Bir yandan sorularla ilgili bir fikri olsun diye konu başlıklarını yolluyorum, bir yandan da; "Bu ne kadar güvensizliktir, bu ne kadar kendini sağlama alma dürtüsüdür" diye söyleniyorum. Sınavı geçtik, sırada randevu saati var.. "Bir iftara yetişeceğim, bir saat yeter mi konuşmak için?" diyor. "Yetmez hocam, olur mu hiç?" Peki o zaman 1.5 saat! Gidersin Levent'teki parti binasına ama 1.5 saat beklersin, gelmez Hoca! Telefon açıyor; "Trafikte kaldım geliyorum. Büyükçekmece'ye gideceğim iftara, sizi de davet edelim, yolda konuşuruz" demez mi bu kadar bekleyişin üstüne! Sağolun hocam, almayayım... "Peki o zaman, beş dakikaya kadar geliyorum, konuşuruz." Soğuk bir merhabalaşma; ardından gergin ve agresif bir sohbet! Bu arada yanındakilere sesleniyor: "Teyp getirin, biz de kayıt alalım..." Bir saatim var; jet hızıyla soruları sıralıyorum, arada 'Ben öyle demedim sen niye böyle dedin' atışmaları... Dayanamadım; son soru hakkımı kullandım. "Niye bu kadar agresifsiniz Hocam?" der demez kıyamet koptu. "Yanlış; yapmayın bunları, saçmalık bu! Agresif değil, sadece yavşak değilim. Ben devlet adamı niteliği taşıdığıma inanıyorum, ciddi olmam lazım..." "Hocam ciddiyetle agresifliği karıştırmıyor musunuz?" diyecek oluyorum yine salvolar başlıyor: "20 yıldır Türk milletinin önünde konuşuyorum. Niye onların şikâyeti yok benden de, basın sürekli 'agresifsin, sertsin, paylıyorsun' diye konuşuyor. Bu basın beni 20 sene manşetlerden indirmedi, göklere çıkardı fakat siyasete girdikten sonra iktidar üzerinde prim yapmak adına bunları çıkarmaya başladı..." "Hocam basına kızgınsınız anladım ama kızgınlığınızı böyle çıkarmayın bence," diyorum sesler iyice yükselirken. Neyse, kısa bir atışma sonrası Hoca tatlıya bağlıyor mevzuyu: "Sizi yeni tanıdım, nasıl kızgın olabilirim size... Sizden önce kaç kişi aradı, 'Bir Ramazan röportajı yapalım' dediler. Niye? Din dersi verdirecek bana çünkü. Kardeşim Diyanet orada, ne değerli hocalar var orada... Şirin Hanım, her şeyi bir kenara koyun; oruçluyum; kan şekeri düşmüş bilmem kaça (ilk kez gülüyor bu arada) iftara kalmış şurada 25 dakika, birazcık opsiyon verin ya! O zaman ben de sizi acımasızlıkla itham ediyorum!" Bu anektodun nedeni; yaklaşık bir saate sığdırılmış, jet hızıyla yapılmış, detaylara girilememiş, kan şekeri düşmüş, savunma kalkanları sonuna kadar açılmış bir röportaj okuyacağınızı duyurmaktı. Aman yanlış anlaşılmasın! 'Ne Malezya'sı! Türkiye Afganistan'a bile rahmet okutur' -Bir taraftan insanlar muhafazakâr bir hükûmet işbaşında olduğu için veryansın ediyor, 'Malezya olacağız, yaşam tarzlarımız değişecek' diye ödü patlıyor, siz ise diyorsunuz ki dinsizliğe doğru gidiyoruz. Burada bir çelişki yok mu? - Çelişki yok hanımefendi! Bakın bu ülkenin en büyük belalarından biri aydınlar; başta Kur'an'ı bilmemektir. Bütün yanlış tespitlerin, yanlış politikaların ardında bu var. İslamsızlaşma anlamında bir dinsizliğe gidiyor Türkiye. Bunda anlamayacak ne var? Biz diyoruz ki 'Kur'an'ın anladığı manada bir din istiyorsanız, bu gidişin sonu o din değil.' - Birkaç yıl önce 'Türkiye İran olacak' deniliyordu, şimdi 'Malezya oluyoruz' korkusu var. Bu gerçekçi geliyor mu size? - Malezya ekonomik bakımdan güzel göründüğü için örnek gösteriyorlar. Bu Amerika'nın şeytanî oyunlarından biri; CIA ve benzeri kuruluşların toplum mühendisleri tarafından geliştirilmiş stratejileridir. Ne alakası var? Şimdi 'Türkiye İran'a dönecek' derseniz, bu çirkin bir şey, reaksiyon toplar. Malezya dediğiniz zaman 'E canım Malezya'nın nesi var, pırıl pırıl bir ülke' denilecek. Birkaç sene sonra görürsünüz Malezya'nın ne olacağını! - Ne olacak? Neyi görürüz? - Valla kötü olacak da, şimdiden bilemem ne olacağını. Oradaki ekonominin bu hale gelmesinin arkasında zaten Müslümanlar yok, gayrimüslim unsurlar var. Gayrimüslimler üretti pek çok şeyi, Müslümanlar da hazıra kondu. Şimdi herhalde rahat battı, şeriat kaşıntısı başladı, bakınız gazetelere yansıyan Malezya röportajlarına, kimse önüne arkasına bakmadan konuşamıyor. İran'daki şeriat polisi Malezya'da da var oruç tutmayanları takip etmek için. Müslüman olduğunu söyleyen bir ülkede din polisi kurulmuşsa o ülke dinsizliğe gitmiş demektir! Polis takibiyle Müslümanlık geldi mi Kur'an'ın dini yok olur. - Bugün en güncel soru bu: Malezya olur muyuz? - Türkiye'deki etnisite, Türkiye üzerindeki hesaplar, Türkiye'nin 400 milyar dolar borcun altında oluşunu ve petrolün olmayışını birlikte düşündüğünüz zaman Türkiye Afganistan'a bile rahmet okutur! Türkiye'de kanlı iç kavga başladı mı Malezya değil, Irak'tan da kötü oluruz. 'Anayasa'yı kıyafet tüzüğüne dönüştürdüler' -Bir siyasetçi olarak sivil anayasa tartışmasının neresinde duruyorsunuz? - Anayasalar altı ayda bir olmasa da, tabii ki dünyadaki gelişmelere, toplumun taleplerine paralel olarak değişmelidir. Anayasalar millî mutabakat metinleridir, cari işleri yürütme yetkisi veren oy oranları ile değiştirilmemeli. Değiştirilirse huzursuzluk olur. Ayrıca hiçbir parlamentonun geleneğinde seçimin ertesi günü anayasa değişikliği gündeme gelmez. Siyasetçi kimliğimle de, hukukçu kimliğimle de bakıyorum burada bir sakatlık, dayatma, oldu bittiye getirme var. - Bir sivil anayasa ihtiyacı var mı, yok mu Türkiye'de peki? - Efendim var ama bunların yaptığı gibi olmaz! Sivil anayasa ihtiyacı var diyorsunuz sonra anayasayı kıyafet tüzüğüne dönüştürüyorsunuz. Kıyafet anayasada düzenlenir mi Allah aşkına? Bir, anayasa bir konsensus aranarak düzeltilir. İki, üstelik değiştirmeye çalıştığınız anasaya yüzde 92 oyla kabul edilmiş, siz yüzde 46 ile değiştirmeye kalkıyorsunuz. Üç, anayasayı toplum tartışmalı, bunun için aylar lazım. - 'Üniversitede türban serbest olduğu zaman benim mini eteğime karışacaklar' diyen kadınlar var. Onların bu korkusunu anlayabiliyor musunuz? - Bunu toplumun vicdanı çözecek. Bunun yolu AKP'nin yöntemi değil. - Nasıl bir yöntem olmalı? - Bakın bunu o insanî, o vicdanî, o ortak payda yöntemiyle çözdüğünüz zaman hiç kimse öbürüne baskı yapmaz, mahalle baskısı da olmaz, öyle bir korku da olmaz. Zaten öyle bir şey yoktu. Bu kaygıyı yaratanlar başörtüsünü istismar edenlerdir. Şimdi onlar bunu Anayasa'ya koyarak baştan bir dayatma getiriyorlar. Anayasa ile çözmeye kalktığınızda mahalle baskısı ne demek, çok daha büyük facialar çıkar. Toplumu kucaklaştırarak, daha güzelini söylüyorum, toplumdaki Allah ile aldatma sürecini durdurarak çözeceksiniz. Böyle bir mesele Türkiye'de vardır, bunun çözülmesi lazımdır, bundan sıkıntısı olanlar vardır ama bunu dini mini karıştırmadan insan hakları bağlamında çözmek lazım. - Din eğitiminin seçmeli olmasına yorumunuz? - Din eğitiminin seçmeli olmasından benim bir şikâyetim olmaz. Yani bir insan bunu okuyacaksa zorunlu da yapsanız okuyacak, seçmeli de yapsanız okuyacak. Okumayacaksa, zorunlu da yapsanız orada girip oturacak not alıp geçmek için... 'İlahiyatçı arkadaşları çok takdir ediyorum' "Sabah programlarına çıkan arkadaşların hepsi değerli arkadaşlar; okumuş, belli bir yere gelmiş ve kendilerinden bilgi isteniyor. Onlar da bilgilerini saklamıyor, istendiği zaman veriyorlar. Yaşadıkları topluma, insanlara bilgi vermek suç mu? Ben mesela bu kadar cömert olamıyorum, tahammül edemem; o yüzden o arkadaşların cömertliğini takdirle karşılıyorum. Ama onlar bu bilgileri verdikten sonra birileri, bunları magazinleştiriyor. Onların arkasından şov ya da televole aracı yapıyorlar. Onları sonradan bu hale getirenleri hizaya getirmek lazım." 'Türban rahibe kıyafetidir' -'Türban bizim örtünme şeklimiz değil' diye bir açıklama yaptınız. Bunu açar mısınız biraz daha? - Şimdi ben oralara girmem, onları gidin Diyanet'le konuşun... Fakat sormak isterim; dünyanın neresinde kıyafet düzenlemesi yapmak üzere bir anayasa değişikliği yapılır? Bu faciadır. Seçimin ertesi günü Anayasa değişikliği gündeme geliyor, iki adam tutuyorlar, basında dolaşan rivayetlere göre parayla tutulmuş iki adam... Türkiye'nin üniversitelerinin başındaki insanlar konuyla ilgili fikir beyan ettiler mi Başbakan 'Siz işinize bakın' diyor. Sanki kendisi bu işlerden anlarmış gibi. Sen okuduğunu anlar mısın beyefendi? İnsanlara Anayasa değişikliği ile ilgili fikirlerini beyan etmemelerini öğütlüyorsun. Ayıp diye bir şey var! Peki kimin işidir bu anayasa değişikliği? Bizim bildiğimiz üniversitelerin hukuk otoritelerinin işidir. O zaman götürün partiye; toplantı odasında yapın, yarın da resmî gazetede yayınlayın olsun bitsin. - Türbanı üniversitede görmek ister misiniz peki? - 'Türban namus borcumuzdur' deyip milletten vekâlet alan adamlar çözsünler bunu! Millet o konuda bana vekâlet vermedi, o yüzden girmek istemiyorum. - Siyasetçi değil misiniz, fikrinizi şimdi söylemeyeceksiniz de ne zaman söyleyeceksiniz? - Ben seçmenlerime söyleyeceklerimi söyledim, oylarını götürdüler öbür tarafa verdiler, şimdi hayırlarını görsünler. - Böyle kaçak güreşirseniz bu röportaj olmaz ki! Dün akşam (çarşamba) televizyonda konuşuyordunuz; 'Türban bizim örtünme şeklimiz değil, rahibe kıyafetidir' diyordunuz. Niye konuşmaktan vazgeçtiniz? - Türban kelimesini kullanmak beni rahatsız ediyor; Müslümanlar'a hakaret sayıyorum! Sıkıntısı olan insanların varlığını kabul ediyorum ve onların problemlerini çözecek belki de bir numaralı insanım. Ama bakın, Müslüman hanımların başlarını örtmelerinden kaynaklanan sıkıntılardan bahsediyorum. Hıristiyan güç odaklarının dayattığı ve Müslümanlar'ı birbirine düşürmek için kullandığı rahibe kıyafetini savunmayız. Türban bir Hıristiyan kıyafetidir. Müslüman kadının bu topraklarda bin yıldır örttüğü başörtüye benziyor mu sizce? Soruyorum size, bin yıllık kadınımız İslam'a aykırı mı hareket etti? - Şeriat... Ya da darbe tehlikesi bekliyor musunuz? - Ben onları böyle telafuz etmem, lügatımda onları kullanmıyorum. Ben Türkiye'nin iyiye gitmediğini düşünüyorum. Benim korkum Türkiye'nin bu gidişle sakıntılarının siyasetle çözülemeyecek bir noktaya gelmesidir. Ya iç kanlı kavgaya sürükleneceğini ya dışarıdan beklendiği gibi birkaç parçaya bölünerek bu topraklardaki misyonunun yok edileceği kaygısını duyuyorum. Temel iki mirasının yok edilmesinden korkuyorum; biri Kur'an'daki gerçek İslam mirası, diğeri Mustafa Kemal mirası... 'Helal haram ver Allahım, aciz kulun yer Allahım!' "AKP, tuluatçılığı çok iyi oynuyor; Türkiye'de yerleşik aldatma siyasetini 1946'dan beri en iyi oynayan kadro! O haklarını inkâr etmeyelim. Türk halkının siyaset denince bir numaralı meziyet olarak anladığı şey yalan ve talandır. Allah için bu manada AKP gibi bir siyasî parti Türkiye'ye gelmedi. Yalanı nasıl söylediklerini herkes biliyor da bir de öbür tarafı var, onu da Cüppeli Ahmet Hoca söylüyor: "Bunların siyasetinin esası helal haram ver Allah'ım, aciz kulun yer Allah'ım!" Çok güzel bir tekerleme, geçen gün bana banttan dinlettiler. Bu kadar güzel ifade edilebilir." Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.