Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

SAHİ ENFLASYON DÜŞTÜ MÜ, GERÇEKTEN KALKINIYOR MUYUZ?


SeDatsan

Önerilen İletiler

:excl:

 

Geride bırakmakta olduğumuz 2005 yılı hükümet çevreleri ve medya iktisatçıları tarafından sürdürülmekte olan istikrar programının artık rayına oturduğu, makro dengelerin sağlanıldığı ve ekonominin sürdürülebilir bir büyüme sürecine girdiği şeklinde kamuoyuna duyuruldu. Bu mutlu haberin temel dayanakları olarak dış borçların milli gelire oranındaki azalma, ihracatın milli gelire oranındaki artış ve ihracat eşliğinde gerçekleşen % 9.7 düzeyindeki büyüme oranı gösterildi.

 

Gerçi henüz işsizlik oranı azalmamıştı ama istihdam artmıştı. İşsizlik düzeyindeki azalmamanın nedeni ise işgücüne katılım oranındaki artışın istihdamdaki artışından daha hızlı olmasıydı. Bu durum ekonominin bir yandan kısa dönem cari dengelerinin sağlanıldığı diğer yandan ise ekonominin üretken potansiyelinin geliştiği anlamına geliyordu ki bu “aydınlık” tablo üzerine eleştiri getirmek şom ağızlılık ve kötü niyet belirtisinden başka bir şey olamazdı.

 

İktisat eğitimi alanların çok iyi bildikleri gibi iktisadi gerçekliğin “bir tek” yorumu olmaz. Başka bir deyişle iktisadi olguyu analiz edenler arasında her zaman şom ağızlı ve kötü niyetli olarak tanımlanacak kişiler ve yorumların çıkması işin doğası gereği mevcuttur. Nitekim tarih, iktisadi düşünce geleneğindeki kuralını tekrarlamış ve şom ağızlı iktisatçıların 2004 yılına ilişkin farklı değerlendirmeler yapmasını mümkün kılmıştır. Hemen belirtelim ki tek tür bir şom ağızlılık yoktur. Yine de şom ağızlıların 2004 yılına ilişkin ortak kanılarını şu noktalarda toplamak mümkün görünmektedir:

 

Dış borçlardaki azalma tespiti eksik ve yanıltıcıdır. Azalan TL cinsinden hesaplanan borçların milli gelire oranıdır. Bu azalışın arkasında ise büyük ölçüde TL’nin aşırı değerlenmesi yatmaktadır; dolar cinsinden hesaplanacak borç stokunda benzer bir azalma gözlenmediği gibi ekonominin net borç ihtiyacı sürmektedir. Doların TL karşısında değer kazanması durumunda borç yükünün artması ve ekonominin kırılganlığının yoğunlaşması mümkündür. İhracatın milli gelire oranı artmakta ancak ithalat artışları daha hızlı gerçekleştiğinden dış ticaret açığı büyümektedir. Bu durum ödemeler dengesindeki dış finansman ihtiyacının halen yoğunlaşarak sürdüğü anlamına gelmektedir.Bu anlamda ekonomi net ihracat gelirleriyle borç yükünü finanse edememekte, aksine dış borç bağımlılığını artırmaktadır.

 

Ekonomik büyüme yapay olarak şişirilmiş gözükmektedir. Bu açıdan en önemli uyarı uzunca süredir gözlemlenen stoklardaki artıştır. Sürekli olarak stoka büyüyen bir ekonomi olamayacağına göre, ya teknik bir hesap hatası ya da “bilinçli bir” düzeltme operasyonu söz konusudur. Ekonomi iddia edildiği gibi büyümüş olsa da bu büyümenin refah sonuçlarından söz etmek mümkün değildir. Dahası hükümet çevrelerinin sıkça vurguladığı gibi önce büyümenin ve ardından da refahın yavaş yavaş geleceği yönündeki iddiaları pek de inandırıcı değildir. Bu türden iddianın geçersizliğinin en önemli kanıtları reel ücretlerde gözlemlenen gerileme ve işsizlik oranındaki artıştır. Üstelik sözü edilen istihdam artışları da önemli ölçüde kayıt dışı istihdam artışı şeklinde gerçekleştiğinden bu tür bir gelişmenin refah sonuçlarından kolayca söz etmek mümkün görünmemektedir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

benim aldigim egitim dogrultusunda enflasyonun düsürülmesinin dogal sonucu issizligin artmasidir. zira buna en iyi örnek philips egrisi... bütün verilerin ekonomik büyümeyi göstermesi ekonominin gerçekten büyüdügünü göstermiyor.. bana göre ülke çok perisan durumda. ört bas edilmeye çalisilan çok sey var. diger topicte de bu görülüyor, asgari ücretten alinan vergilerin hat safhada olmasi, açlik sinirinin altinda yasiyan milyonlarca insan olmasi... ekonomimiz berbat.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

NASIL BİR EKONOMİ VE NASIL BİR KALKINMA ?

 

Bizlere her gün ( hükümetin borazanı yalaka medya aracılığı ile) anlatılan, “EKONOMİ DÜZELDİ - İYİ YOLDA” türünden masallara bakarsak ve aldanırsak, hayal alemine dalarak daha çok aç kalacağız. Yada değerli bir bakanımızın da dediği gibi, 1 tabak pirinç ile mutlu olmaya çalışacağız. )))))))))

 

Gerçekler ile yüzleşmek zorundayız.

Tek bir doğru vardır o da, gerçeğin gözünün içine bakmak. Yani kral üryan ise (çıplaksa) “KRAL ÇIPLAK” diye haykırmak.

Ben sadece bugünün iktidarının yönetim anlayışını değil, izlenen ekonomik (NEO-LİBERAL ) İMF programların özüne-içeriğine karşı olunması taraftarıyım.

İnsanı ve insana hizmeti hedef almayan , sadece belli çıkar gruplarının-holdinglerin-patronların daha fazla karını amaçlayan ( ABD endeksli/destekli, IMF PROGRAMLARI) programların yol açtığı, çöküşe ve hezimetlere dikkat çekmek istiyorum.

 

 

DEDİKLERİNE GÖRE, EKONOMİ DÜZELMİŞ RAYINA GİRMİŞ!

 

-Peki bu ekonomi nasıl düzeldi de bizler göremiyor- hissedemiyoruz? –

 

-Neden yansımıyor hiç, yaşantımıza?

 

-Bizler alt gelir grupları uzaylı mıyız da bu düzelmeyi hiç hissedemiyoruz? Kör, sağır, yada deli olmadığımıza göre ( ne kadar dayanırız bu olanlara böyle, o da ayrı bir mesele ya) neden yaşantımız da olumlu bir iyileşme olmuyor?

 

-Neden yansımıyor hiç, çarşıya-pazara, ekmeğe-peynire-zeytine-ete, benzine-ulaşıma kısacası fiyatlara?

 

-Neden yansımıyor maaşlarımıza, alım gücümüze, yaşam standartlarımıza?

 

-Neden yansımıyor İNSANLIK AYIBI olan ASGARİ ÜCRETLERE?

 

-Neden yansımıyor işsizliğe, açlığa, yoksulluğa?

 

-Neden yansımıyor sokakta aç susuz yatan gariplerin yaşamına?

 

-Neden yansımıyor sokak çocuklarına, tinerci-balici, zavallılara?

 

-Neden dur diyemiyor, suç oranındaki bunca artışa, kara paraya, kayıt dışı ekonomiye, mafya tezgahlarına, yolsuzluğa, hırsızlığa, Vurguna, hortuma, kap-kaça, gaspa.

 

-Neden yansımıyor bu ülke insanının bu gününe-geleceğine?

 

Yani kendimizi hiç boşuna aldatmayalım, her geçen gün daha da kötüye gidiyoruz..

Soruyorum size Marllboro ve Cargill gibi kartellerin-tröstlerin, ABD yönetimi nezdinde ki lobi ve dayatmaları neticesinde, bu gün ülkemizde yaşananlar arasında, bir bağlantı kurabiliyor musunuz?

 

-Ülkemizde Şeker ve Tütün, yasası ile birlikte,Yabancılara hazine arazilerinin satış yasası da çıkartılmadı mı?. GAP ın en verimli arazileri İsrail’e satılmıyor mu?.

 

- Ülke ve kaynakları parça -parça satılıyor, birilerine peşkeş çekilmiyor mu?.

 

-Yerli ve yabancı hırsızlar, hortumcular, sömürücüler tüyü bitmemişin hakkı olan paraları götürmüyorlar mı?.

 

 

-KİT ler neden özelleşiyor?Gerçekten zarar ettikleri için mi?

Düşünün bir kere, Bu ülkede gerçek-çıplak ücretinin neredeyse üç katı vergi alan, TEKEL, TELEKOM, TÜPRAŞ, PETKİM, ERDEMİR, SEYDİŞEHİR nasıl zarar edebilir?

 

Medyanın bu konularda ki söylediklerine inanıyor musunuz?

 

İşte özelleştirilen yada kapatılan kurumların şimdiki durumları, tam anlamıyla içler acısı. ETİBANK,SÜMERBANK,METAŞ, EBK, SEK,TEKEL, ŞEKER KURUMU vs. Bir çocukluğumuzun modası SÜMERBANK giymekti en kaliteli elbise ve ayakkabılar orada üretiliyordu. Devletin resmi kurumlarını çok ucuza ve kaliteli kıyafetlerle giydiriyordu. İzmir SÜMERBANK fabrikasında zamanında 7000 işçi çalışıyor x 4 kişiden 28 000 kişinin ekmek kapısıydı . Birde zincirleme olarak bu insanların alış verişte bulunduğu bakkalı-kasabı-manavı-terziyi vs. esnafı düşünün.

Ya şimdi?

Koskocaman arsası ve devasa tesisleri ile fabrika, içindeki trilyonluk makineleriyle birlikte adeta ÇÜRÜMEYE terkedilmiş durumda.

İnsanın içi sızlıyor.

Neden çağdaş bir yapıya kavuşturulup, modernize edilmedi, yeniden üretime geçirilmedi, bu ülke ekonomisine hizmete sokulmadı?

 

Neden 7 000 kişilik üretim ve istihdam göz göre- göre çöpe atıldı. Çünkü; çok uluslu sermaye böyle olsun istedi, Büyük emperyalist güç odakları, ABD, DTÖ, IMF, DB. GATS, MAİ, MİGA, vardı işin içinde.

 

Yer altı yer üstü kaynaklarıyla, tarımı hayvancılığı ile, Kendi kendine yetebilen bu cennet ülke, başta buğday-hububat,sebze-meyve ve et olmak üzere, dışarıdan ithalatla beslenen dışa bağımlı bir hale geldi.

 

.

 

Yine, bugün İthalatımızın ihracattan kaç kat fazla olduğunu, başta tarım ve hayvancılık olmak üzere, sanayi ürünleri üretimimizin ( kapasite küçültme ve kapatılan fabrikalar) ile git gide azaldığını, kısıtlı üretim mallarımızı satmakta ne kadar zorlandığımızı, buna karşın batılı ülkelerin stoklarında ki malların (çoğunlukla eski teknoloji) açık pazarı durumunda bulunduğumuzu, sokakta ki çocuk bile hissediyorlardır. Son yılların bütçe kalemlerine bakarsak nerelere ne kadar pay ayrıldığını, vergi yükünün kimlerin sırtında olduğunu net bir şekilde görürüz.

 

Üretimin nerdeyse bitme noktasına doğru yaklaştığı ülkemizde, Sanayide reel ücretler, önceki iki yıla göre % 7,2 oranında gerilemiştir. Kaldı ki, sorun sadece ücretlerin gerilemesiyle de sınırlı değil. İsterseniz, Ekim 2002'den Kasım 2004'e bazı temel ürünlerdeki fiyat artışlarına kısaca bir bakalım...

Dana eti, %56, Beyaz peynir %52, Çay %59, Toz şeker %42, Kömür % 56,6, Tüpgaz % 61, Mazot %66, Bu dönemde dışarıda içilen bir bardak çayın fiyatı % 58 oranında, Üniversite öğrencisinin harç bedeli % 73 oranında artmıştır. Kitap fiyatlarındaki ortalama artış da % 83 olmuştur. Hükümet ne diyordu, enflasyonu düşürdük...

Hangi enflasyon düşmüş?

 

Kimler, nasıl, ne kadar kalkınmış?

 

Gelir dağılımındaki adaletsizlik, neden düzeltilmiyor?

 

Neden işsizlik azalmak bir yana her geçen gün çığ gibi büyüyor?

 

Neden bu ülkenin gençleri, işsizlik ve geleceksiz kalıp, son çare olarak, ABD nin paralı askeri olarak, Irakta MAZLUM İNSANLARA KARŞI KURŞUN SIKMAYA GİTMEK İSTEYEBİLİYOR ?

 

Not: ABD ülkemizde ilan vererek, Irak işgalinde kullanmak üzere paralı asker aramış, bu ilana ülkemizden yaklaşık 4000 kişi başvuru yapmıştır. İşsiz, güçsüz, geleceksiz, çözümsüz, çaresiz kalmış gelecekten umudunu ve beklentilerini yitirmiş, ülkemizin bu gençleri, bu onursuz teklifi kendileri için son çare olarak gördüler beklide. Bu onursuz teklife sıcak bakıp başvuru yapanlardan daha çok, onları bu yola iten ve mecbur bırakanları sorgulamak lazım.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bak buna katılıyorum mara bulge işsizlik büyük ama ekonomi düzeliyor ancak bir fark var. ekonomi düzelse bile işsizlik çözülemez çünkü yatrım alanları kısıtlı. üretim yok denecek kadar az. devletin ekonomisi iyi olsa neolcak millet kırıldıktan sonra. ilk önce yatırım yapılmalı arkadaşlar özel sektör ve çalışma koşulları iyileştirilmeli.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

millet kırılıyorsa, işsizlik artıyuorsa ekonomi nasıl iyi oluyor. "devletin ekonomisi" de ne demekmiş :)

 

işsizlik sebebi nedir bunu bilmiyormusunuz. üretim alanlarının kapasite düşürmesi. türkiye şu an üretim kapasitesinin yüzde yirmisini kullanıyor. ekonomi düzeldiğinde üretim kapasite kullanım oranı artar ve ihitiyaç duyulan insan kaynağı arttıkça işsizlik azalır. devletin ekonomisi onun bunun ekonomisi diye bir şey yoktur. ekonomi genel bir şeydir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Elbette ekonomik büyümenin nasıl bir büyüme olduğu ortadadır. Ancak son yıllarda ulusal gelirde önemli bir artış olduğu aşikardır. Ama, bu büyümenin ve ulusal gelirdeki artışın bir avuç rantçıya, iktidar yandaşı zenginlere, ulusal ve uluslararası büyük firmalara aktarıldığını ve yüzde 8-9’luk rekor büyümelerden bir avuç haramzade yararlanırken, halkın yoksulluğunun arttığını, işsizliğin, özellikle de genç nüfus içinde hızla artarak, son 5 yılda neredeyse yüzde yüze varan bir artışa yükseldiği acı bir gerçektir.

 

Bütün kamu alanlarını “serbest piyasa” denilen kuralsızlığa terk ederek, yaratılacak iktisadi ve sosyal yıkımları görmezden gelen gözler bu ülkenin sonunu hazırladıklarının farkında mıdır acaba?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

VERGİ YÜKÜ ÇALIŞANIN EMEKÇİNİN SIRTINDA

 

Kamuda örgütlü sendikaların AR-Ge Merkezleri tarafından memurların ödediği vergi oranlarıyla ilgili yapılan araştırmaya göre, kamu görevlisi olarak çalışan, birinci dilime giren bir kamu çalışanı yüzde 15 gelir, binde 6 damga vergisi, olmak üzere ücretinden toplam yüzde 15.6 vergi ödüyor. Bin 273 YTL brüt maaş alan 9/1 derecedeki bir öğretmen; maaşının yüzde 6.4'ünü, brüt 977 YTL maaş alan 5/1 derecedeki bir hemşire, maaşının yüzde 7.1'ini, bin 057 YTL brüt maaş alan 5/1 derecedeki bir memur maaşının yüzde 6.9'unu, brüt 1.551 YTL alan 7/4 derecedeki bir uzman doktor maaşının yüzde 9,.'ünü, brüt 3 bin 223 YTL maaş alan 1/4 derecedeki bir genel müdür maaşının yüzde 4.2'sini vergi olarak ödüyor.

 

Araştırmaya göre, ortalama memur maaşının 750 YTL, en düşük memur maaşının da 546 olduğu günümüzde, brüt bin 057 YTL, 867 YTL net maaş alan 5/1 derecedeki bir düz memur, 67 YTL gelir, 6 YTL damga vergisi olmak üzere ücretinden toplam 73 YTL vergi ödüyor. Bu memur yılda 876 YTL gelir vergisi, 72 YTL damga vergisi, toplam 948 YTL vergi veriyor. Yine, 1.068 YTL brüt, 930 YTL net maaş alan 4/1 bir hizmetli, 70 YTL gelir vergisi, 6 YTL damga vergisi olmak üzere her ay toplam 76 YTL vergi ödemesi yapıyor. Bu hizmetli senede 840 YTL gelir vergisi, 72 YTL damga vergisi, toplam 912 YTL vergi ödüyor. Oysa beyan edilen gelirlere göre, işadamları ve serbest meslek erbabı, devlette odacı olarak görev yapan ilkokul mezunları kadar bile kazanmıyor. Gelir İdaresi Başkanlığı'nın verilerine göre patronlar odacıdan bile az kazanıyor. Patronlar, doktor, avukat, kuyumcu gibi meslek gruplarının 2005 yılı gelir vergisi beyanları, ülkede çok kazananlar olarak bilinen bu grubun da adeta "yeşil kartlık" olduğunu ortaya koyuyor.

 

HER ZAMAN OLDUĞU GİBİ 2006'DA VERGİ DAHA FAZLA ÇALIŞANININ SIRTINA BİNDİRİLİYOR"

 

2006 bütçesinde hedeflenen 130 milyar YTL'lik vergi gelirinin yine önemli bir bölümü memurlardan ve asgari ücretliler başta olmak üzere çalışanlardan, dolaylı vergiler yoluyla toplanacak. 2004 yılında elde edilen 90 milyar YTL'lik vergi gelirinin 62 milyar YTL'si dolaylı vergilerden, 16 milyar YTL'si spotaj yoluyla ücretlilerden alındı. 90 milyar YTL'lik vergi gelirine sermayenin katkısı ise sadece 12 milyar olmasına rağmen kurumlar vergisi oranında indirime gidildi. Türkiye'de 2005'te toplanan 11 milyar YTL kurumlar vergisinin yüzde 52'sini yalnızca 20 şirket ödedi. 2006 bütçesinde öngörülen kurumlar vergisi ise 12.4 YTL olarak alınacak. Oysa 2006'da da memurlar açısından değişen bir şey yok. 2005 rakamlarıyla 2006 bütçesi de 2004 aratmayacak nitelikte. 2006 vergi gelirlerinde 2005 'e göre yüzde 23.1 oranında bir artış hedefleniyor. Yani vergiler yine ücretlinin, çalışanın, vatandaşın sırtına bindiriliyor.

 

Kamu çalışanlarının ödediği vergi oranlarıyla ilgili araştırma sonuçlarına göre, rantiyeden, sermayeden vergi alınamazken, bütçedeki açığın tamamen ücretlilerden, vatandaşın sırtından kapatılması doğru mudur?

 

Zengin daha zengin olurken, fakir ise açlığa mahkum bırakılıyor. Memurlara rantiyecilere yapılan müsamahanın onda biri yapılmıyor, rant kesiminin kendisinden çok düşük vergi alınmasına bile tepki gösteriyor, oysa memurların ve asgari ücretlilerin yılda ortalama 80 YTL vergi ödedi.

 

"Son dönemlerde ülkemizde yaşanan banka hortumlamalarına bakın, 20'ye yakın banka battı ve devlete, dolaylı olarak millete faturası 43 - 45 milyar dolar.

 

Kim cezalandırıldı?

 

Kimden bunun hesabı soruldu?

 

Hiç tahsilat sağlanabildi mi?

 

Kim ne kadar hüküm giydi?

 

Ancak banka tahsildarı ya da veznedarı üç beş kuruş zimmetine para geçirmiş ya da emniyeti suiistimal etmiş ise hüküm giymiştir. Veya ödenmeyen çiftçi borçları için köylüler hüküm giymiş, kredi kartı borçları için küçük sıradan insanlar cezalandırılmıştır. Bunların dışında kalan güçlülere, büyüklere hiç de bir şey olmamıştır. Ancak ay sonunu zor getiren memur ve işçinin daha geliri eline geçmeden vergisi kaynaktan kesiliyor.

 

Ya trilyonlarını devlet tahvili hazine bonosuna yatıran rantiye kesimi ne kadar vergi ödüyor? 15 milyar faizin vergisi 12 YTL, memurun vergisi ortalama 80 YTL, asgari ücretlinin vergisi 61 YTL. araştırmalara göre brüt maaşı 1306 YTL 2 YKr olan bir sözleşmeli devlet memurunun, ayda 360 YTL 80 YKr vergi ödediğini bildirdi. Yapılan araştırmaya göre, devlet memuru 238 YTL 14

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ENFLASYON HESABINI TOPRAKTAKİ ÜRETİCİNİN MALINDAN YAPARSAN DÜŞTÜ TABİİ...

 

HAZIR TOPRAĞI VAR YA,DURUP DURURKEN DE ÜRÜN VERİYOR O TOPRAK,DÜŞÜR FİYATLARI( HER NEDENSE HABERLERDE FALAN DA ENFLASYON SÖZKONUSU OLUNCA PAZARDAKİ SEBZE-MEYVE GÖSTERİLİR) SONRA ELEKTRİĞE ZAM,MAZOTA ZAM... ENFLASYON DÜŞMÜŞMÜŞ...

 

MADE İN TURKEY DOĞRU SÖYLÜYOR,ÜRETİCİNİN KAFASINA DÜŞÜYOR BU ENFLASYON DENEN ŞEY

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İŞTE TÜRKİYEYİ YÖNETEN HAKİM SERMAYE SINIFININ ADALETİNİN VE YÖNETİM ANLAYIŞININ KISA ÖZETİ

 

"Son dönemlerde ülkemizde yaşanan banka hortumlamalarına bakın, 20'ye yakın banka battı ve devlete, dolaylı olarak millete faturası 43 - 45 milyar dolar.

 

Kim cezalandırıldı?

 

Kimden bunun hesabı soruldu?

 

Hiç tahsilat sağlanabildi mi?

 

Kim ne kadar hüküm giydi?

 

Ancak banka tahsildarı ya da veznedarı üç beş kuruş zimmetine para geçirmiş ya da emniyeti suiistimal etmiş ise hüküm giymiştir. Veya ödenmeyen çiftçi borçları için köylüler hüküm giymiş, kredi kartı borçları için küçük sıradan insanlar cezalandırılmıştır. Bunların dışında kalan güçlülere, büyüklere hiç de bir şey olmamıştır. Ancak ay sonunu zor getiren memur ve işçinin daha geliri eline geçmeden vergisi kaynaktan kesiliyor.

 

Ya trilyonlarını devlet tahvili hazine bonosuna yatıran rantiye kesimi ne kadar vergi ödüyor? 15 milyar faizin vergisi 12 YTL, memurun vergisi ortalama 80 YTL, asgari ücretlinin vergisi 61 YTL. araştırmalara göre brüt maaşı 1306 YTL 2 YKr olan bir sözleşmeli devlet memurunun, ayda 360 YTL 80 YKr vergi ödediğini bildirdi. Yapılan araştırmaya göre, devlet memuru 238 YTL

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

İŞTE TÜRKİYE EKONOMİSİNE DAİR GERÇEKLER,

 

ÜRETİM EKONOMİSİNDEN UZAKLAŞMANIN SONUÇLARI;

 

TARIMDA IMF YIKIMI

 

Türkiye tarımının 2000’de başlayan IMF ile serüveni beş yılını doldurdu ve Mayıs 2005’te yeni bir Stand-by anlaşması ile tekrar yenilendi. Türkiye tarımı üzerinden adeta silindir gibi geçen IMF politikalarının tarımdaki tek etkisi tahribat oldu.

 

Bursa Ziraat Mühendisleri Odası tarafından hazırlanan raporda, 5 yıl içinde Türkiye’de tarım alanlarının azaldığı, üretimin düştüğü, ihracatın gerilediği, ithalatın arttığı ve üreticinin giderek yoksullaştığı çarpıcı bir şekilde ortaya kondu. Rapora göre, 1977-2002 döneminde tarım sektörü yüzde 31 oranında büyürken, üreticinin eline geçen para yüzde 40 geriledi. Üretim arttı, ancak üreticinin zararı artışla telafi edilemedi. Tarımdaki tahribat, tarımın yıllardır ekonomiye yaptığı katkıyı da etkiledi. 1980-99 arasında ortalama yüzde 18 dolayında tarım sektörü Gayri Safi Milli Hasıla’ya katkı sağlarken, IMF politikaları bu rakamı 2000-2004 döneminde yüzde 13’e indirdi.

 

Tarımın en önemli lokomotifleri olan KİT’lere el atıldı. Ziraat Bankası tarımdan kopartıldı. Tarişbank’a el konulup başka bir bankaya devredildi. Tarımsal kredi faiz oranlarında uygulanan sübvansiyon Mart 2000, kimyasal gübre desteği Ekim 2001, tohum ve tarımsal ilaç destekleri ise Aralık 2001 sonundan itibaren kaldırıldı. 1998-2004 döneminde buğday fiyatları 7 kat artarken girdi fiyatları 8.4 kat arttı.

 

Son 10 yıllık (1994-2003) ortalamalara göre kamuya ait gübre fabrikalarının gübre üretimindeki payı yüzde 42 idi. 2004-05 döneminde bu tesislerin tümü özelleştirilerek kamu gübre üretim ve dağıtımından çekildi. Gübre fiyatları 2004 yılında yüzde 40 arttı. 1999 yılında 5.6 milyon ton olan kimyasal gübre tüketimi, 2004 yılında yüzde 7 dolayında bir gerileme ile 5.2 milyon tona düştü. Tarımsal girdilerde büyük ölçüde dışa bağımlı olan Türkiye’nin bu bağımlılığı arttı. 1990-99 döneminde gübre tüketiminin ortalama yüzde 24.8’i ithalat yoluyla karşılanırken, IMF politikalarının uygulandığı 2000-04 döneminde bu rakam yüzde 43.9’ a çıktı.

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

KİT’LER ÖZELE

 

Özelleştirme tarımdaki bu tahribatın önemli bir parçası haline getirildi. 2000-05 yılları tarımda özelleştirmenin ivme kazandığı bir dönem oldu. Tarımsal KİT’ler ya kapatıldı, ya işlevsiz hale getirildi, ya da özelleştirildi. EBK, ORÜS, TZDK ve TÜGSAŞ’a ait işletmelerin özelleştirilmesine devam edildi. TİGEM işletmelerinin ortaklık yöntemiyle özel sektöre kiralanmasına başlandı. Sigara, Şeker Fabrikaları özelleştirme kapsamına alındı. Böylelikle yerli ya da yabancı tekellere yeni vurgun olanakları sağlandı.

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

DGD ALDATMACASI

 

Tarımdaki tüm girdi, kredi fiyat ve desteklerin kaldırılarak dünyanın hiçbir ülkesinde tek başına uygulanmayan doğrudan gelir desteğine (DGD) geçilmesi; gerek üreticiler gerekse bölgeler arasındaki gelir eşitsizliklerinin daha da artmasına yol açtı. Toplam çiftçinin yüzde 5’i DGD ödemelerinin yüzde 25’ini alırken, çiftçilerin yüzde 65’i bu ödemelerin yine yüzde 25’ini alabildi. İller arasındaki dengesizliksizlik de dikkat çekici. Büyük toprak sahipliğinin yaygın olduğu Güneydoğu Anadolu Bölgesi illerinden Şanlıurfa’da çiftçinin aldığı ortalama DGD 2.1 milyar TL iken, küçük ölçekli işletmelerin yaygın olduğu Doğu Karadeniz Bölgesi illerinden Ordu’da 433, Giresun’da 373, Trabzon’da 241, Rize’de ise 209 milyon TL.

 

Tüm bu politikalar sonucu üreticinin eline geçen para ile üreticinin ödediği fiyatlar arasındaki fark giderek büyüdü. 2002 yılında tarımsal fiyatlarla sanayi fiyatları arasındaki fark yüzde 36 oranında tarım aleyhine açıldı. 2000’de milli gelirden yüzde 16 oranında pay alan üreticilerin payı, kriz yılı olan 2001’de milli gelirin yüzde 13’üne geriledi. Bu düşüş 2002’de de sürdü ve milli gelirin yüzde 12’sine indi. Üreticinin milli gelirden aldığı pay dolar bazında 2000 yılında 22 milyar dolar iken, 2001 yılında 13 milyar dolar, 2002’de ise ancak 16.3 milyar dolar oldu. 1977-2002 döneminde tarım sektörü yüzde 31 oranında büyürken, çiftçinin cebine giren para yüzde 40 geriledi.

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

ŞEKER VE TÜTÜNE ÖZEL İLGİ

 

2000 yılında 18.8 milyon ton olan şekerpancarı üretimi, IMF’ye verilen ekim alanlarının daraltılması taahhüdü ve Şeker Yasası’nın ardından 2004 yılında 13.5 milyon tona geriledi. Şeker Fabrikaları’nın özelleştirilmesi öngörülürken, şeker üretimi kısıtlanarak suni tatlandırıcılara geniş kota tanınması gündeme geldi. Öte yandan şekerpancarı ekim alanlarının daraltılması, 450 bin üretici aile ve şekerpancarı tarımında çalışan 100 bini aşkın işçinin gelir kaynaklarını kısıtladı.

 

2002’de çıkartılan Tütün Yasası ile destekleme alımları kaldırılarak sözleşmeli üretim sistemine geçildi. Tütün üreticisinin örgütsüz olması nedeniyle bu sistemde fiyatlar alıcı firmalar belirlenmeye başlandı. Üretici sektörden kopmak zorunda kaldı. 1999 yılında 251 bin ton olan tütün üretimi 2004 yılında 129 bin tona; 578 bin olan ekici sayısı ise 274 bin kişiye düştü. Aynı şekilde TEKEL’in destekleme alımlarının toplam üretimdeki payı 1999’da yüzde 72 iken, 2004’te sözleşmeli alımdaki payı yüzde 28’e indi. 1999 yılında sigara piyasasının yüzde 70’ini elinde tutan TEKEL, 2001 yılında Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na (ÖİB) devredildi. ÖİB’ye geçtikten sonra yatırımları tümüyle durdurulan TEKEL, hızlı bir erime sürecine girdi, sigara piyasasındaki payı 2004’te yüzde 47’ye düştü.

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

NÜFUS ARTTI TARIM GERİLEDİ

 

1990’lı yılların başında 56 milyon olan Türkiye nüfusu, 2004 yılında 71 milyon oldu, yani 13 yılda yüzde 25 dolayında arttı. Ancak dış güdümlü politikalar yüzünden tarım ve hayvancılık ya yerinde saydı ya da geriledi. 1980-2003 arasında nüfus yılda ortalama yüzde 2 dolayında artarken, tarımdaki üretim artışı yüzde 1’de kaldı. 1990 yılında yaklaşık 27.3 milyon hektar olan tarım alanı, günümüzde 26 milyon hektara düştü. 1994’te 9.8 milyon hektar olan buğday ekim alanı 2003 yılında 9.3 milyon hektara geriledi.

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

HAYVANCILIK DA ERİDİ

 

Hayvan varlığındaki erime de devam etti. 1999-2003 yılları arasında koyun sayısı 30.3 milyon baştan 25.4 milyon başa, sığır sayısı 11 milyon baştan 9.8 milyon başa geriledi. Kırmızı et üretimi ise yüzde 28’lik bir gerilemeyle 511 bin tondan 367 bin tona düştü.

 

Üretim azalması Türkiye’nin ihtiyacını karşılayamaz duruma gelmesi, ithalat ve ihracatı da etkiledi. 1990-99 döneminde tarım ürünleri ihracatının toplam ihracat içerisindeki payı yüzde 12.8 iken, 2000-2004 döneminde yüzde 6’ya geriledi

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 ay sonra...

Fakirleştiren büyüme

Türk-İş Genel Başkanı Salih Kılıç, yaşanan ekonomik büyümenin “fakirleştiren” ve “istihdam yaratmayan” bir büyüme olduğunu belirterek, “Dolayısıyla yaşadığımız bu büyüme süreci bırakın işsizliğe ve yoksulluğa çare üretmeyi bu sorunları daha da ağırlaştırmaktadır” dedi.

Kılıç, Tes-İş Sendikası’nın aylık yayın organı Tes-İş Dergisi’nin büyüme ve istihdama ilişkin sorularını yanıtladı. Kılıç sağlıklı, dengeli ve kalıcı bir büyümenin, yeni yatırımlarla ve mevcut üretim kapasitesinin artırılmasıyla mümkün olduğunu vurgulayarak, Türkiye’de son dönemde yaşanan büyümenin gerisinde kapasite kullanım oranlarındaki artışların bulunduğunu bildirdi. Kılıç, mevcut kapasiteler daha fazla kullanılmaya çalışıldığı için istihdam yaratılamadığını belirterek, “Nitekim bu nedenledir ki ekonomi son üç yıldır büyüyorken işsizlik oranı giderek artıyor” dedi.

 

2000 yılında yüzde 23 olan toplam sabit sermaye yatırımlarının milli gelire oranının 2005’te yüzde 20.3’e gerilediğine dikkat çeken Kılıç, “yatırımlar patladı” söylemine rağmen yatırımların payının kriz öncesi düzeyin gerisinde kalmasının, kalıcı bir büyümenin sağlanamadığını gözler önüne serdiğini vurguladı.

Nüfus artış hızının gerisinde kalan yeni yatırım ve iş olanaklarının iş gücü piyasasını olumsuz etkilediğini belirten Kılıç, bu durumun yaklaşık her üç kişiden birinin istihdam edilebilmesine sebep olduğunu vurguladı.

Kılıç, uygulanan ekonomik politikalar nedeniyle özelleştirmeler sonrası yaşanan işten çıkarmalar, emekli olanın yerine yeni personel alınmaması, kamu yatırımlarındaki azalma gibi nedenlerden dolayı kamuda istihdam edilenlerin sayısında azalma olduğuna işaret etti.

Sıcak para tehlikesi

Büyümenin Türkiye’nin kendi içsel dinamiğiyle ve tasarruflarıyla sağlanmadığını, tam tersine ithalat ve dövizin göreli olarak ucuzlamasından kaynaklandığını savunan Kılıç, ithalatın, sıcak parayla finansa edildiği sürece büyümenin kesintisiz olarak süreceğini belirtti. Kılıç bu tür bir büyüme sürecinin ciddi risk içerdiğine de dikkat çekti.

Kılıç, spekülatif nitelikli sıcak para girişinin “hafif şiddette” yavaşlamasının ekonomik durgunluğa, büyük çapta ve hızlı olursa bir yavaşlamanın ekonomik küçülmeye yol açacağını vurguladı. Kılıç, “sıcak paranın aniden çıkışa karar vermesinin ise yeni bir krizi gündeme getireceği” uyarısını yaptı. Kılıç sorunun küçümsenerek gerekli önlemlerin alınmamasının doğuracağı sonuçların ise Nisan 1994, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerine bakılarak anlaşılabileceğini belirtti.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.