Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

TAHRİP EDİLEN ÇEVRE, KİRLENEN DEĞERLER VE YOZLAŞAN İNSAN


SeDatsan

Önerilen İletiler

:excl: Yeryüzünün türlü şekilde kirletilip, doğal çevrenin ve ekolojik dengenin tahrip edildiğine, güzelim Dünyamızın git gide yaşanmaz hale getirilişine tanık olmaktayız. Tüm bunlara neden olarak bir çok etmen sayabiliriz. Ancak kanımca asıl ve gerçek etmen; İnsanın, insani "ÖZ"den uzaklaşmasıdır.

Asıl ve en büyük kirlenme; Yozlaşan insanlık, kirlenen insani değerlerdir.

 

Çevrenin kirlenmesi, havanın kirlenmesi, içme sularının kirlenmesi, denizlerin kirlenmesi, sebzelerin-meyvelerin kısacası besinlerin kirlenmesi-kirletilmesi, yeryüzünün tahribatı, nükleer patlamalar-bombalar, savaşlar, katliamlar, soykırımlar, işkence, insanın ve emeğinin sömürüsü ve daha sayabileceğimiz insana ve yaşama aykırı pek çok şey, tüm bu insanlık dışılık, insani "ÖZ"ün kirletilmesinin (insanın ve insani değerlerin kirletilmesinin-yozlaştırılmasının) elim bir sonucudur.

 

Hemen hemen hepsinin kökeninde, sevgisizlik,saygısızlık,hoşgörüsüzlük,acımasızlık, şiddet-yıkıcılık, gözü doymaz bir hırs ve ihtirasın varlığıdır.

 

Bu hırs ve ihtiras , çoğunlukla daha fazlasına-tümüne sahip olma şeklinde, marjinal düzeyde, kar-para-güç-mülkiyet-iktidar hırsıdır . Kapitalizmin ve onun üst aşaması emperyalizmin temelini oluşturan bu gözü doymaz korkunç hırsın, önüne çıkan herşeyi ne kadar acımasızca yok ettiğini bugünlerde ABD nin emperyalist sömürü ve işgal politikalarında,işgal ettiği ülkeler de gerçekleştirdiği katliam ve işkencelerde açıkça görüyoruz. Yakın tarihte İnsanlığın yaşadığı 2 büyük emperyalist paylaşım savaşına yol açmış, üçüncüsüne ise gebe durumdadır. Bu gün Irakta, Afganistan da, Filistin de ki işgal ve dökülen kan (enerji kaynakları, petrol, pazar ve toprak elde etmek için) bu kirli hırsın, insanlığın sonunu getirebilecek kadar korkunç olduğunun, acı ve ibretlik bir göstergesidir.

 

Çözüm (kanımca): kısa yoldan köşe dönmeciliğin, avantacılığın-hazır yiyiciliğin, daha fazlasına-tümüne sahip olma şeklinde ki, marjinal-maksimum düzeyde, kar-para-güç-mülkiyet-iktidar hırsının yerine,

İnsana yakışan en güzel yönetim anlayışı olan “DEMOKRASİNİN” (sadece parası olanın elde ettiği, sözde ve göstermelik “Burjuva Demokrasi” değil, gerçek anlamda bir demokrasinin), adaletin, paylaşımın, dayanışmanın, barışın, sevginin, kardeşliğin, sosyal adaletin, halkça ve hakça bölüşümün esas alınmasıdır.

 

Bir başka değişle, İnsanlık tarihinin yüzyıllardır kat ettiği yollar boyunca, türlü tecrübe ve deneyimler sonucunda elde edinilen ve insanın özünde de var olan insanlığın birikimi "EVRENSEL İNSANİ DEĞERLERİN" yeniden sahiplenmesidir. Ulusal insani değerlerimizin bu Evrensel değerler ile bütünleştirilmesidir.( Anadolu kültüründe de, "İnsana insan olarak değer verildiği" Yunus, Mevlana, ve Pir Sulatan gibi hümanist felsefelerde fazlaca yer almaktadır

 

Kısaca değinmek gerekirse, “İNSANIN YAŞAMIN ÖZNESİ” olduğu gerçekliğine sarılıp, Hümaniter bir anlayışa ve İNSANİ BİR DÖNÜŞÜME ihtiyaç vardır.

 

İnsani “ÖZ”ün ve Evrensel İnsani Değerlerin, yozlaştırılarak kirletildiği, doğanın ve Yeryüzünün hoyratça kirletilip yok edildiği bir Dünyada,

kaybeden yine “İNSANLIK” olacaktır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Küresel sermaye kar maksimizasyonunu-birikimini hızlandırma sürecindeki önemli aktörlerden olan, uluslararası finans örgütlerinin(İMF,DB) dayatma reçeteleri ile uygulanan, gelişmekte olan ülkelerdeki enerji, altyapı ve tarım alanlarında yürütülen tasfiye ve özelleştirme projeleri, aynı zamanda o ülkelerde ki doğal ve tarihi çevre ile ekolojik denge üzerinde önemli bir tehdit unsurudur.

 

Örneğin, kağıt üzerinde ki asıl işlevlerinden biri gelişmekte olan ülkelerdeki kalkınma çabalarını desteklemek olan, ancak gerçekte merkezi kapitalizmin talan ve tasfiye dünyayı paylaşma aracına dönüşen Dünya Bankası, 1980'lerden önce desteklediği ekonomik projelerinin, çevresel etkilerini hiçbir biçimde hesaba katmış değildir.

 

Dünya Bankasının Doğal ve tarihi değerler üzerinde ağır baskı kuran büyük ölçekli tasfiye projelerine destek vererek binlerce kişinin zorunlu göçe tutulmasına neden olan Banka'nın kimi projelerine yerel halk ve çevreci örgütler tarafından büyük tepki gösterildiğini de eklemek gerekir.

 

TEKNOLOJİ İLE DÜNYANIN KÜÇÜLÜYOR MU?

 

YOKSA GİTGİDE KİRLENEREK, YOKOLUŞA MI GİDİYOR?

 

Teknolojide, iletişimde ve ulaştırmada yaşanan hızlı gelişmelerin, "dünyanın küçülmesi" gibi olumlu sayılabilecek sonuçlarının yanı sıra tam tersine ekolojik dengeyi bozacak olumsuz etkileri de bulunmaktadır. Bu açıdan, küresel kapitalizmin ekolojik bunalımdaki payının önemli bir bölümünün ulaştırma alanında gerçekleştiği söylenebilir.

 

Ulusal ekonomilerin küresel ekonomiye bağımlı duruma gelmesi ve ihracat yönelimli gelişme modelinin almaşıksız tek kalkınma biçimi olarak kendini kabul ettirmesiyle, uluslararası alanda gerçekleşen mal ve insan devinimi çok büyük biçimde hızlanmıştır. Örneğin, 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra küresel ulaştırma etkinliklerinin 25 kat arttığı hesaplanmaktadır.

 

Ulaştırmanın nicelik ve nitelik açısından dönüşüm geçirmesi, ekolojik denge üzerinde yalnızca hava, deniz ve kara taşıt araçlarının yarattığı kirlilikten kaynaklanan bir baskı yaratmakla kalmaz; bu etkinlikler, doğal çevre üzerinde çok güçlü ve kalıcı etkiler bırakacak havaalanları, limanlar, benzin istasyonları, boru hatları, demiryolları, bağlantı yolları, otoyollar gibi büyük bir altyapı gereksinimini de beraberinde getirir.

 

Anılan yatırımların büyük bölümünün kıyı bölgelerinde, verimli tarım topraklarında ya da ormanlık alanlarda kurulması gerçeği de göz önünde bulundurulursa sektörün doğal denge üzerinde kurduğu baskı daha iyi anlaşılacaktır. Ulaştırma alanında yaşanan gelişmelerin olumsuz etkileri bunlarla da sınırlı değil. Küresel iklim değişikliğinin en büyük nedenlerinden birisinin ulaşım sektörünün aşırı büyümesi olduğu bilinmektedir.

 

Türlü bulaşıcı hastalık virüslerinin, bakterilerin, sineklerin sınır tanımaksızın dünyanın dört bir köşesine yayılarak, bir yandan toplum sağlığını olumsuz etkilemesi, bir yandan da yerli canlı türlerini tehdit etmesinde de bu sektörün payı yadsınamaz.

 

DOĞAL ÇEVRE ÜZERİNDEKİ EN BÜYÜK TEHDİTLERDEN BİRİ DE, EMPERYALİST SÖMÜRÜ VE PAYLAŞIM SAVAŞLARIDIR.…

 

Küresel kapitalizmin, sürekli birikimi sağlamak için OECD, Dünya Bankası, IMF, DTÖ gibi akçalı işlerle uğraşan uluslararası örgütleri; GATT, GATS gibi sermaye akışının kesintisiz işlemesini sağlamayı amaçlayan düzenekleri, "governance" gibi özel girişimleri ön plana çıkaran yönetim biçimlerinden yararlandığı bilinmektedir. Bunlar kadar iyi bilinen bir gerçek de, bütün bu araçlar yetersiz kaldığında kuvvet kullanımından da sermaye birikimini sağlayan bir araç olarak yararlanılması. ABD'nin Irak için başlattığı askeri müdahaleleri tek başına bu duruma örnek olarak vermek yeterli olacaktır.

 

Her ne kadar kamuoyunda Ortadoğu'da demokrasi ve barışı sağlamak üzere kuvvet kullanıldığı inancı yerleştirilmek istense de, gerçek nedenin bölgedeki petrol rezervlerini denetim altında tutmak olduğu bilinmektedir.

 

Doğal kaynakların tükenmesi ile doğrudan ilgili olan bu savaşlarla bozulan yalnızca ekolojik denge olmuyor, bütün coğrafyanın tarihi, kültürel ve toplumsal değerleri de yitirilmiş oluyor.

 

SÖZDE ÇEVREYLE UYUMLU (!) MALLAR

 

Çevre sorunlarını gidermek için alınan önlemler, bu uğurda gerçekleştirilen etkinlikler çoğunlukla küresel kapitalizm için insan hakları, sosyal yardım, sosyal güvenlik, yoksulluğu önleme çabalarında olduğu gibi sisteme bir yük olarak görülmektedir.

 

Ancak küresel ekonomik sistemin varolan ekonomik bunalımdan bütünüyle habersiz olduğu ya da bilim dünyasının yaptığı uyarıları bütünüyle göz ardı ettiği de söylenemez. Modern küresel ekonominin çevresel kaygılardan yola çıkarak aldığı önlemler de yine sistem içinde geliştirilen çözüm politikalarının bir ürünüdür.

 

Bu yolda, öncelikli olarak azgelişmiş dünyanın doğal kaynak ve hammadde birikiminden yararlanılması, atıkların azgelişmiş ülkelere taşınması ya da ağır sanayi yatırımlarının yine bu bölgelere kaydırılması gibi ekolojik bunalımın gelişmiş dünyayı etkilemesini engelleyen geçici çözüm yollarının yeğlendiği bilinmektedir.

 

Bu yaklaşım, aslında çevresel maliyetlerin önemli bölümünü 3. Dünyanın sırtına yüklemek anlamına da gelmektedir. Küresel kapitalist sistemin bu uğurda kullandığı ikinci yol ise, çevresel kaygıları sistemin kendisini sürdürecek bir araç olarak görmektir.

 

Yeni pazarlar, yeni sektörler yaratmak güdüsünün etkisiyle "ekolojik" etiketli pek çok ürün ya da hizmetin tüketim toplumunun hizmetine sunulması bu ikinci yolun en iyi bilinen örneğidir.

 

Yoğun bir reklam, propaganda, eğitim ve yönlendirme bombardımanı altında yaşayan sıradan yurttaş için aslında yalnızca biraz daha "çevreye dost" öğeler taşıyan ürünü yeğlemenin dışında bir seçenek bırakılmış değildir. "Doğal", "ekolojik", "çevreyle uyumlu", "doğayla dost" gibi etiketler altında pazarlanan mal ve hizmetler bu durumun yalnızca bir yönünü oluşturmakta, diğer yanda ise küresel çaptaki çevre sorunlarını sermaye gelişimleri için fırsat olarak gören büyük küresel şirketler bulunmaktadır..

 

Daha çok kâr elde etmeye, sermaye birikimini sürekli kılmaya ve sürekli yeni pazarlar yaratmaya dayanan bir sistem olarak küresel kapitalizmin ekolojik bunalımın sorumlularından biri olarak görülmesinin temel nedeni, mal ve hizmet üretiminin nasıl ve ne kadar yapılacağının toplumsal gereksinimler doğrultusunda değil kârlılık durumuna göre gerçekleştirilmesidir.

 

Bir anlamda bu sistemde üretim ve dağıtım, gerçek toplumsal gereksinimler çerçevesinde değil, çok uluslu şirketlerin ve gelişmiş ülkelerin benimsediği politikalar gereğince belirlenmektedir.

 

Bunun kaçınılmaz sonucu da, doğal değerler üzerinde ağır baskı kurulması, kaynakların sınırsızca kullanılması, toplumsal ve fiziksel bozulmanın daha önce görülmemiş düzeylere ulaşmasıdır.

 

Küresel Kapitalizmin, daha fazla kar, daha fazla mülkiyet ve daha fazla iktidar hırsı ve ihtirasının sonucunda, hem Dünyamızın doğal dengesi bozulmakta, hemde insanlığın başına türlü türlü hastalıklar, virüsler, yapay ve doğal felaketler gelmektedir. ABD nin enerji kaynakları(petrol,doğalgaz,madenler) ile kendi mallarına tüketim pazarı arayışı ve hırsının sonucunda çıkardığı savaşlar, iç savaşlar, darbeler,işgaller vs. yüzlerce masum insanın ölmesine yada sakat kalmasına yol açmıştır.

 

Öte yandan başta nükler silahların varlığı ile ortaya çıkan korkunç tehditin yanı sıra, başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerin, bu silahlarla yapmış olduklerı, denemelerle yarattıkları kirlilik, atmosfere bırakltıkları zararlı SERA GAZLARI, içme suları ile denizlerin kirletilmesi, pek çok bitki ve hayvan türünün neslinin tükenmesi, doğal ve ekolojik dengenin bozulması, daha fazla kar hırsı-ihtirası yüzünden, Dünyanın yaşanamaz hale getirilmesinin bir aşamsıdır.

 

Bu açgözlülük ve gayri insani ihtiras, Dünyada ki tüm canlıların ve insanların yaşama hakkına yönelik bir saygısızlık, aynı zamanda gelecek nesiller adına, en büyük insanlık suçudur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

YAZINIZI OKUDUM.MODERN DÜNYANIN ÇİRKİN YÜZÜNÜ OLDUKÇA AÇIK BİR ŞEKİLDE ANLATMIŞSINIZ.KİMLİKSİZ BİREYLERİN SAYISI GİDEREK ARTIYOR.KAPİTALİZME HİZMET EDEN ROBOTLAR HALİNE GELİYORUZ.EVSİZ KALAN DÜŞLERİMİZİ YİTİRİYORUZ.

BU FİKİRLERİME DAİR ÇOK SAYIDA KİTAP OKUDUM.FİLM İZLEDİM.

SİZE SORMAK İSTEDİĞİM ŞU?SİZCE GELİŞMELER NE YÖNDE OLACAK?

DAHA DOĞRUSU BU DURUM NEREYE KADAR DEVAM EDECEK?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili menekşe bilinç:

 

Öncelikle konuya ilginiz ve düşünsel katkınız için teşekkür ederim.

Kısaca değinmek gerekirse, üzerinde yaşadığımız Dünyanın ve insanlığın yukarıda da değindiğim üzere, bugün içinde bulunduğu bu içler acısı durumun, sebep ve etkenlerine dikkat ettiysek, küresel kapitalizmin, tüm yeryüzünü bile yok edecek bir sahip olma-elde etme şeklindeki mülkiyet hırsının, o gözü doymaz marjinal kar arzusunun sonucu olduğunu, bu hırs ve arzu uğruna, her şeyi yakıp-yıkıp işgal edip yok edebileceğini görebiliriz. ABD emperyalizminin Orta doğuda ve Dünyanın pek çok bölgesinde sürdürdüğü insanlık dışı uygulamalar, işgal ve sömürü politikaları bunun en bariz örneğidir.

Dolayısı ile insanlığın tüm bu kirlenme, çürüme, yozlaşma ve yok oluşa karşı dur diyebilmesi ancak, işgallerin, işkencelerin, katliamların, savaşların, sömürünün olmadığı, sevgi, dostluk, barış ve kardeşliğin hakim olduğu, eşit-adil ve paylaşımcı bir toplum, yani sınıfsız-sömürüsüz Dünya kurmakla mümkündür.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili menekşe bilinç:

 

Öncelikle konuya ilginiz ve düşünsel katkınız için teşekkür ederim.

Kısaca değinmek gerekirse, üzerinde yaşadığımız Dünyanın ve insanlığın yukarıda da değindiğim üzere, bugün içinde bulunduğu bu içler acısı durumun, sebep ve etkenlerine dikkat ettiysek, küresel kapitalizmin, tüm yeryüzünü bile yok edecek bir sahip olma-elde etme şeklindeki mülkiyet hırsının, o gözü doymaz marjinal kar arzusunun sonucu olduğunu, bu hırs ve arzu uğruna, her şeyi yakıp-yıkıp işgal edip yok edebileceğini görebiliriz. ABD emperyalizminin Orta doğuda ve Dünyanın pek çok bölgesinde sürdürdüğü insanlık dışı uygulamalar, işgal ve sömürü politikaları bunun en bariz örneğidir.

Dolayısı ile insanlığın tüm bu kirlenme, çürüme, yozlaşma ve yok oluşa karşı dur diyebilmesi ancak, işgallerin, işkencelerin, katliamların, savaşların, sömürünün olmadığı, sevgi, dostluk, barış ve kardeşliğin hakim olduğu, eşit-adil ve paylaşımcı bir toplum, yani sınıfsız-sömürüsüz Dünya kurmakla mümkündür.

 

 

Sayın SeDatsan...

Bu forumda bizlere vermeye çalıştığım mesajların, düşüncelerin ve paylaşımlarının ne kadar insanca ve onurluca olduğunun farkındayım. İnancın ve mücadelen de bu yönde ki kendi payıma buna hiç yabancı değilim. Çünkü en az sizler kadar bende bütün bu duygu, düşünce ve ideallerinizi sizler kadar büyük bir arzu ile diliyorum. Yıllardır bunlar için inanılmaz mücadeleler vererek birçok bedeller ödedik... Hala tüm varlığımızla bütün bunlar için yılmadan mücadelemizi sürdürmeye çalışıyoruz fakat gün geçtikçe hersey her gün daha da zorlaşarak ve artarak gelişiyor... Yazında belirttiğin gibi 'Dünya kurmak mümkün' evet mümkün tabiki buna yürekten inanıyoruz fakat toplumsal bilinç hızla körletildiği, kitleler dinin uyuşturucu etkisi ile uyutulduğu, demokratik kitle örgütlerinin susturulduğu, üniversitelerimizin baskı altında tutulduğu, aydınlarımızın pazarlarda satıldığı ve işçinin, köylünün ve memurun yok sayıldığı bir ortamda bulunan Ülkemiz için nasıl, ne şekilde ve nasıl bir yöntem ile bir çıkış yolu bulabiliriz...

Sevgi ve Saygılarımla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sinemaya gidecek parası olanlar bilirler

.

Mutasyona uğramış otlar, böcekler, karıncalar, arılar, dünyayı çevreler, önlerine geçeni yakalar ve yok eder. Bu senaryolar sayısız film konusuydu.

 

Canavarlar sinema perdesinden üstünüze fırlar.

Garip yaratıklar tepenize kusar.

Sinemadan çıkar bir yerlere gider bir şeyler yer içersiniz.

Ama yediğiniz yiyeceğin, içtiğiniz içeceğin, bitkinin hangi genleriyle oynanmış, hangi hormonlarla şişirilmiş olduğunu ne bilirsiniz?

Ya da soluduğunuz hava mesela!

Nedir ciğerlerinize çektiğiniz?

Nedir kurşun eriyiği gibi, kentlerin üstünden süzülüp...

Gökyüzünden dökülen?

Kartal kanatları mı?

Leyleğin koca gagası mı?

Kırlangıç kuşlarının yuvası mı?

Yoksa serçeler mi hasta etti bizi?

Hadi bülbülün sesi sarhoş eder adamı da...

Bıldırcın yavruları mı zehirledi bedenlerimizi?

Kim öldürdü, Çin’de ki, Uzakdoğuda’ki, Van’daki insanları, çocukları...

Kuşlar mı zehirledi Manisa’da Trakya’da yeni doğmuş minicik bebeleri?

 

Bilenler, ‘Kuş gribi denilen şey, şu anda dünyada en hızlı mutasyona uğrayan virüstür’ diyor.

Ve insanın aklına o korkunç filmler geliyor.

Dünya akıl almaz bir hızla kirleniyor.

Doğa en gaddar katillerin elinden vuruluyor.

Kimyasal başlıklı radyasyonlu kitle imha silahlarına “Akıllı bomba” diyen adamlar var insanlığın karşısında.

Akıllı bomba, bir vuruşta beş on bin kişiyi yok eder!

Akıllıdır, yaydığı radyasyon insanları kanser eder!

Akıllıdır, doğanın içine eder!

Vadiler gider, çöller gelir.

Denizler kirlidir artık; masmavi sular zehir üretmektedir.

Dereler kurumuş, göller çekilmiş...Milyonlarca balık zehirlenip ölmüştür.

Bin yıllık ormanlarda ağaçların derisi yüzülmüştür.

Mutasyona uğramış bitkiler, börtü böcekler...

Ama asit yağmurlarını tepemizden aşağı salanlar...

Kimyasal toksitleri üstümüze yağdıranlar...

Şimdi karşımıza düşman olarak kuşları dikiyor.

Serçeler, leylekler, keklikler...

Yarın sıra sincaplara gelecek.

Sonra kabahat ormanlarda ve denizlerde aranacak.

Balıklar suçlanacak!

Ya sonra?..

Bir parça ekmek ve biraz katıkla yaşanılabilir belki de ama...

Havasız, susuz, ağaçsız, ormansız, kuşsuz asla!

Ey insanlık!

Elden gidiyor koca evren, evimiz dünya.

“Bombalara akıllı” deyip serçeleri, kuşları, leylekleri, sincapları düşman ilan eden canavarlar var karşımızda!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 hafta sonra...

Özellikle, 20. Yüzyılda, hızlı teknolojik gelişme ile birlikte, nüfus artışının, kentleşmenin ve sanayileşmenin doğa üzerindeki baskısı tehlikeli boyutlara ulaşmış, yüzyılın sonuna doğru ise, toplumlar, çevreleri ile olan ilişkilerinden kaynaklanan bir dizi sorunla karşı karşıya bulunduklarının ayrımına varmaya başlamışlardır.

 

Çevre sorunları birdenbire ortaya çıkmamış, zaman içinde, değişik etkenler nedeni ile bugünkü boyutlarına ulaşmıştır. Üretim ilişkileri, üretim araçlarının biçimi, kullanımı, mülkiyeti, sanayileşme, kentleşme, nüfus, göç, yoksulluk, barınma, açlık çevre sorunlarını oluşturan ya da tetikleyen olgulardır.

 

Çevre sorunları ile birlikte, çevre duyarlılığının gelişmesi, çevresel değerlere hukuksal güvence kazandırma çabalarının gelişmesini de desteklemiştir. Bu kapsamda, insan hakları yazınında “çevre hakkı” kavramı ortaya çıkmış, buradan hareketle hukuk metinlerinde çevreye ilişkin düzenlemeler yer almaya başlamıştır. Anayasa’ larda yer alan çevre ile ilgili bölümler, çevrenin korunması, iyileştirilmesi ve çevre kirliliğinin önlenmesine yönelik yasa, yönetmelik gibi düzenlemeler, uluslararası anlaşmalar, hukuk ortamında yargı kararları sonucunda ortaya çıkan içtihatlar, bu alana dair önemli gelişmelerdir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Özellikle, 20. Yüzyılda, hızlı teknolojik gelişme ile birlikte, nüfus artışının, kentleşmenin ve sanayileşmenin doğa üzerindeki baskısı tehlikeli boyutlara ulaşmış, yüzyılın sonuna doğru ise, toplumlar, çevreleri ile olan ilişkilerinden kaynaklanan bir dizi sorunla karşı karşıya bulunduklarının ayrımına varmaya başlamışlardır.

 

Çevre sorunları birdenbire ortaya çıkmamış, zaman içinde, değişik etkenler nedeni ile bugünkü boyutlarına ulaşmıştır. Üretim ilişkileri, üretim araçlarının biçimi, kullanımı, mülkiyeti, sanayileşme, kentleşme, nüfus, göç, yoksulluk, barınma, açlık çevre sorunlarını oluşturan ya da tetikleyen olgulardır.

 

Çevre sorunları ile birlikte, çevre duyarlılığının gelişmesi, çevresel değerlere hukuksal güvence kazandırma çabalarının gelişmesini de desteklemiştir. Bu kapsamda, insan hakları yazınında “çevre hakkı” kavramı ortaya çıkmış, buradan hareketle hukuk metinlerinde çevreye ilişkin düzenlemeler yer almaya başlamıştır. Anayasa’ larda yer alan çevre ile ilgili bölümler, çevrenin korunması, iyileştirilmesi ve çevre kirliliğinin önlenmesine yönelik yasa, yönetmelik gibi düzenlemeler, uluslararası anlaşmalar, hukuk ortamında yargı kararları sonucunda ortaya çıkan içtihatlar, bu alana dair önemli gelişmelerdir.

 

 

Küresel ısınmanın başgösterdiği,ekolojik dengenin bozulduğu ve bilim adamlarının geleceğe dair yazdığı felaket senaryolarından biri vardı geçenlerde haber bültenlerinde.Başrolünü Kevin Costner'in oynadığı Water World(Su Dünyası)adlı filmin senaryosunun 65 yıl sonra gerçekleşeceği ifade ediliyordu.Filmi 1996'da izlemiştim ve her karesi aklımda.Dünya sular altında kalıyor,insanlar gemilerde yaşama mücadelesi veriyor ve buna rağmen birbirleriyle savaşmaktan da vazgeçmiyorlardı.Doğanın olumsuzlkukları ile mücadele etmek yerine her daim insanoğlu birbiri ile mücadeleyi seçmiş ve karşısında kendi elleri ile yarttığı bir çok düşman bulmuştur.Kendi elleri ile yarattığı düşmanlara da isimler bulmayı ihmal etmemiştir.Son örneğimiz, SeDatsan arkadaşımızında belirttiği gibi kuş gribi.İnsanlığın baş düşmanlarından biri şimdi de zavallı kuşlar olmuştur.

Modern dünyanın modern insanları,Dünya'nın tek sahipleri olduklarını ispatlarcasına,herkese ve herşeye savaş açmışlardır.Modernleşmek,başka canlılara yaşam hakkı tanımamak mıdır?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...
  • 3 hafta sonra...

Kapalı Kapılar Ardında Nükleer Ölüm Pazarlıkları -

 

Hükümet son birkaç yıldır tartışmaya dahi açmadan gizli kapaklı yürüttüğü “nükleer enerjiye geçiş” projesi üzerindeki yoğun çalışmalarını sürdürmektedir. Projeye ilgi duyan firmaların temsilcileri ile görüşmeler yapılmaktadır. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Güler, bir televizyon programında kamuoyunun tepkisi nedeniyle nükleer planlarını gizli tutuklarını ağzından kaçırmıştır. Nükleer santral kurulması söz konusu iller arasında Sinop, Mersin, Konya ve Sakarya’nın adı geçmektedir. Sinop’ta santralin tapu kadastro işleri etrafa Toplu Konut İdaresi adına yürütülüyormuş izlenimi verilerek, gizlice tamamlanmış olduğu bilinmektedir. Nükleer santrallerin kurulmasıyla ilgili tüm aşamalarda yetkili kılınan Türkiye Atom Enerjisi Kurumu ise nükleer santrallerin kurulacağı illerin adlarını -Bilgi Edinme Yasasına rağmen- kesinlikle açıklamamaktadır. Tüm yetkili kurumlar nükleer çalışmalarını sürdürürken, yabancı nükleer enerji lobileriyle kapalı kapılar ardında pazarlıklar yapılırken bir yandan da her fırsatta Türkiye’nin enerji darboğazı dile getirilmekte ve bunu aşmanın tek yolu olarak nükleer enerji gösterilmektedir.

 

Türkiye’de 1960’ların sonunda başlayan büyük bir nükleer santral kurma fikri 1970’lerden itibaren pek çok kez gündeme gelmiştir. Dünyadaki gelişmelerin görülmesine, yüksek yatırım ve saklama maliyetlerine ve tüm olumsuz etkilerine rağmen nükleer santralin gerekliliği savı bütün hükümetler tarafından öne sürülmüştür ve halen gündemdedir. Üstelik santrallerin kurulacağı coğrafi yerleşimin güvenlik açısından önemi dahi göz ardı edilmektedir. Örneğin santral kurulması planlanan ve artan kamuoyu baskısı sonucu vazgeçilen Akkuyu, Ecemiş Fay hattı üzerinde yer almaktadır.

 

Nükleer enerji merkez ülkelerin giderek vazgeçtiği ve çevre ülkelere ihraç etmeğe çalıştığı bir çöp teknolojidir. 1970’lerde 2000’li yıllara ilişkin projeksiyonlar temel enerji kaynağının nükleer enerji olacağı yönündeydi ve nükleer teknolojinin yaygınlaşmasına alkış tutuluyordu. Ancak bugün geldiğimiz noktada nükleer enerjinin elektrik üretiminde % 15’ler düzeyindeki payı bile azalmaya yüz tutmuştur.

 

Nükleer sektörde yaşanan bu büyük yanılgının temel nedenlerine gelince; yatırım- finansman- kredi- garanti- işletme maliyetlerinde, ekonomik ticari olarak tam bir başarısızlık yaşanması; diğer enerji kaynakları ile artık rekabet edememesi, atıkların nasıl bertaraf edileceğinin hala çözümsüz olması ve şimdiden birçok ülkenin başına çok büyük belalar açması; arızalar nedeniyle sık sık devre dışı kalması; normal işletme anında bile çevreye sızan ve işletmede çalışanlara da zarar veren radyasyon yayılımı; sıkça yaşanan ve milyonlarca kişiyi etkileyen nükleer kazalar; yüksek güvenlik nedeniyle lisanslama sürelerinin 15- 20 yıla uzaması; nükleer silahlanma ve 11 eylül saldırısı gibi uluslar arası tehditlerin artması; uranyum yakıtı işletmeciliğinin sorunları; nükleer enerjiye karşı gelişen yurttaş tepkisi ve güvensizlik; yenilenebilir; alternatif; temiz enerji kaynaklarının gelişmesi; enerji verimliliği, enerjinin etkin kullanımı ve tasarrufu yaklaşımlarının yaygınlaşması; enerji yoğun üretim yerine düşük enerji kullanımlı teknolojilere ve üretime geçiş; enerji tüketim alışkanlıklarının değişimi gibi bir çok gerekçe sayılabilir(1).

 

Nükleer güçten enerji elde edilmesi, nükleer santralin çalışmaya başlamasından, atık boşaltımı ve saklanmasına kadar her aşamasında tehlike saçmaktadır. En büyüğü “Çernobil” olmak üzere, çoğu kamuoyuna yansıtılmayan yüzlerce nükleer kaza yeryüzünde ve insan sağlığında etkileri hala devam eden tahribatlar yaratmıştır. Radyoaktif sızıntı, genetik bozulma, kanser ve ölüme neden olmaktadır.

 

Çernobil’den kaynaklanan radyoaktif serpinti 160 000 km² toprağı kirletmiş, en az 9 milyon insanı etkilemiş ve 400 000 kişinin evinden olmasına yol açmıştır. Çocuklardaki tiroit kanserleri yüz kattan fazla artmıştır(2).

 

Nükleer atıkların depolanması bugün hala çözüm bulunamamış sorunlardan biridir. En iyi bilinen radyoaktif elementlerden 22. 600 yıllık yarı ömrü olan plütonyum 239’dur. Tamamen zehirli olan bu element kemiklere yerleşen alfa parçacıkları salar. Depolandığında bu atıklar milyonlarca yıl sonra bile hala aktif olacaktır(3).

 

Bütün bu gerekçeler nedeniyle dünya nükleer enerjiden vazgeçmektedir. ABD’de 1978, Almanya’da 1982 yılından bu yana yeni nükleer santral siparişi yoktur. Fransa 1997’den itibaren 2010 yılına kadar nükleer programını askıya almıştır. Kanada’da 13 Ağustos 1997’de 21 adet CANDU nükleer santralinden 7’si yetersiz ve tehlikeli bulunduğu için kapatılmıştır. İsveç, 1980 yılında yapılan referandum sonucunda 2010 yılında, elektriğinin %46’sını elde ettiği tüm nükleer santrallerini kapatma kararı almıştır. İtalya, Kasım 1987’de yapılan referandum sonucu, nükleer enerjiden vazgeçmiştir. Avrupa’da yalnızca Finlandiya 5. nükleer Rusya Çernobil Faciasından sonra, daha önce planladığı santral projelerini iptal etmiştir. Endonezya, Tayland, Vietnam, Avustralya, Küba, Meksika, Portekiz, İrlanda, Danimarka, Lüksemburg, Yunanistan, Norveç, İsviçre, Hollanda, İzlanda, İskoçya ve Yeni Zelanda nükleer teknolojiden vazgeçmiştir(4).

 

Türkiye’de ise “enerji darboğazı”nın çözüm yolu olarak bir yandan “özelleştirme”, diğer yandan “nükleer enerji” dayatılmaktadır. Yüksek enerji kaybı için gerekli önlemler alınmadığı gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının araştırılma ve kullanımı için de yatırım yapılmayan ülkemizde enerji sektörü dışa bağımlı kılınmıştır.

 

Hangi enerji kaynağının seçildiğinden; enerji üretiminin ekolojik, toplumsal maliyetlerinin analizine; enerjinin ne tür bir üretim- tüketim işlevine hizmet ettiğine ve enerji kaynaklarının kimin mülkiyetinde olduğuna kadar tüm sorulara verilecek yanıtlar iktidarların siyasal tercihlerinin ne olduğunu gözler önüne sermektedir. Sermaye birikimine dayanan iktisadi sistem, enerjiyi israf eden kar güdüsü ve bunlardan güç alan bir siyasal iktidar enerji sorunsalını çözmekten acizdir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ekolojik dengenin bozulması ve küresel çevre bunalımı kesinlikle sadece Batı toplumlarının üzerine yıkılacak suçlar değildir. Konu evrensel boyuttadır ve İlahi Özden uzaklaşan ve Geleneğin bilgisini unutarak Materyalizm ve Pozitivizmin kurallarına göre hayatını tanzim eden Doğu ve Batı insanını ilgilendirmektedir. Akdeniz havzasında, Kara Afrikası'nda ya da Sibirya'da yaşanan çevresel bunalım asla Kuzey Avrupa ya da Amerika'da yaşanandan daha hafif ya da meşru değildir. Aydınlanma ve Hümanzima ile birlikte önce Avrupa'da başlayan insanmerkezcilik 19. yy itibariyle Doğu medeniyetlerine de sıçramıştır ve başlıkta belirttiğiniz derin ontolojik sorunla doğrudan, bütün insanlar üzerinde etkili olan bir bilinç kirlenmesi ve dejenerasyonunun bir sonucudur. Tabiatla olan İlahi ve kozmik bağını unutarak insan, kendini merkeze koyarken tabiatı Hikmet'ten ve İlahi İhtişam'ın tecelli ettiği sofra hüviyetinden koparmış ve onu bir dost ya da birlikte varlığını idame ettireceği kadim kapı komşusu olarak görmek yerine onunla savaşa girişmiş ve dağları düzelterek ya da su yollarını değiştirerek, ilerlemecilik adına, tabiatla arasında var olan kardeşliği unutmuştur. Konu ABD emperyalizminden öte davranış kalıpları ve dünya görüşü konusudur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Daha çok kâr elde etmeye, sermaye birikimini sürekli kılmaya ve sürekli yeni pazarlar yaratmaya dayanan bir sistem olarak küresel kapitalizmin ekolojik bunalımın sorumlularından biri olarak görülmesinin temel nedeni, mal ve hizmet üretiminin nasıl ve ne kadar yapılacağının toplumsal gereksinimler doğrultusunda değil kârlılık durumuna göre gerçekleştirilmesidir.

 

Bir anlamda bu sistemde üretim ve dağıtım, gerçek toplumsal gereksinimler çerçevesinde değil, çok uluslu şirketlerin ve gelişmiş ülkelerin benimsediği politikalar gereğince belirlenmektedir.

 

Bunun kaçınılmaz sonucu da, doğal değerler üzerinde ağır baskı kurulması, kaynakların sınırsızca kullanılması, toplumsal ve fiziksel bozulmanın daha önce görülmemiş düzeylere ulaşmasıdır.

 

Küresel Kapitalizmin, daha fazla kar, daha fazla mülkiyet ve daha fazla iktidar hırsı ve ihtirasının sonucunda, hem Dünyamızın doğal dengesi bozulmakta, hemde insanlığın başına türlü türlü hastalıklar, virüsler, yapay ve doğal felaketler gelmektedir. ABD nin enerji kaynakları(petrol,doğalgaz,madenler) ile kendi mallarına tüketim pazarı arayışı ve hırsının sonucunda çıkardığı savaşlar, iç savaşlar, darbeler,işgaller vs. yüzlerce masum insanın ölmesine yada sakat kalmasına yol açmıştır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İşbirliği karşısında yarışmacı davranışın tercih edilmesi, toplumdaki kendini kanıtlayıcı eğilimin belli başlı tezahürlerinden biridir. Bu durum, bütün toplum hayatının 'en güçlünün yaşaması ilkesi' tarafından yönetilen varolmak için mücadele olduğuna inanan Toplumsal Darwincilerince savunulmuş yanlış bir doğa anlayışından kaynaklanmıştır. Bu davranış rekabetçi tüketim kalıpları yaratmak üzere doğal kaynakların sömürülmesiyle birleşmiştir.

 

Toplumların ilerlemesi başlı başına rasyonel ve zihinsel bir sorun halini almış ve bu tek yanlı evrim şimdi öyle paradoksal bir durum yaratmıştır ki çılgınlığa varan, son derece korkutucu bir aşamadır. Uzak gezegenlerde ki uzay gemisini buradan kontrol edebiliyoruz da, arabalardan ve fabrikalardan çıkan kirletici dumanları denetim altına almaktan aciziz. Dev uzay kolonilerinde yaşayacak hayali topluluklar önerebiliyoruz da kentlerimizi yaşanacak hale getiremiyoruz. Bütün bunlar yang ya da eril yanımızı vurgulayıp rasyonel bilgi, çözümleme, yayılma ve yin ya da dişil yanımızı vurgulayıp sezgisel bilgelik sentez ve ekolojik bilinçliliği ihmal etmemizden kaynaklanmaktadır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.