Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:
Sayın Ali, fikirleri yüzünden insanlarla kavga etmek gülünçtür, insanlarla yaptıkları yüzünden kavga edersiniz. Sözlere tahammüllü olmak gerek, ama davranışlara değil. Nasıl örnekleyeyim, birisi bana ahmak, salak olduğumu söyleyebilir, hiç tepki vermem, ama parmağını sallayarak sadece "bana bak" bile dese tepki gösteririm. Neyse, ben bunu sadece bir ilke olarak belirtmiştim.

 

Dikkat ettiyseniz dert yandığım fikirsel bir olay değil, onun dile getirilişi...

 

Kimse maddeci görüşünü bana dikte etmek için kendince çelişki aramasın diyorum, çelişkilere verdiğim cevapları dahi mantığın ilkeleriyle yanlışlayamıyorlar yine, anlatamadığım bu:Kendi içinde çelişmiyor, farklı düşünüyoruz...

 

:zorro:

  • Cevaplar 206
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:
En acısı ise kavgacı konumuna yerleştirilmiş olmak, öyle görüyorsanız öyleyim, tamam...

 

Ancak böyle tartışılmaz, şimdi madde tabanlı düşünen sizler geçin karşılıklı kendi aranızda eksik kalmış hususları konuşun...

 

Hiç rahatsız olmayın, çünkü ben ne dersem size göre açık değil benim fikrim...

Sayın ali0_1...

Kimseyi kavgacı konumuna koyduğum falan yok...

Pek açıktır ki verdiğiniz cevaplar tatmin edici değil...

Hangi cevabınızı ve iletinizi alıntılarsanız alıntılayın sadece havada kalan açık uçlu cevaplar hepsi...

Kesin hiç bir tanımlamanız yok...

 

Mantığınızın nasıl bir çelişki doğurduğunu açıkladım oysa ki...

 

Saygılarımla...

Gönderi tarihi:
Kimse maddeci görüşünü bana dikte etmek için kendince çelişki aramasın diyorum, çelişkilere verdiğim cevapları dahi mantığın ilkeleriyle yanlışlayamıyorlar yine, anlatamadığım bu:Kendi içinde çelişmiyor, farklı düşünüyoruz...

 

Bu kadar da güveniyorum cevaplarıma; sizi tasdik etmeyen çelişik olacak diye bir şey yoktur!!!

 

Lütfen daha fazla devam etmeyelim bu kör dövüşe yeni bir husus yoksa...

Gönderi tarihi:

Az insanın idrak ettiği gibi 'hakikat' diye bir şey yoktur. Ancak olanaklar vardır. Kozmolojık bağlantıları bulmaktan çok, evrimin yaratıcı sürecinin tadını çıkartıyoruz. Aslında insan hakikat olmadığını, sadece olanakların olduğunu çoktan anladı, ama ne yazık ki daha bir çok insan hakikate inanıyor. Bu da ister istemez problem yaratıyor.

Gönderi tarihi:
Az insanın idrak ettiği gibi 'hakikat' diye bir şey yoktur. Ancak olanaklar vardır. Kozmolojık bağlantıları bulmaktan çok, evrimin yaratıcı sürecinin tadını çıkartıyoruz. Aslında insan hakikat olmadığını, sadece olanakların olduğunu çoktan anladı, ama ne yazık ki daha bir çok insan hakikate inanıyor. Bu da ister istemez problem yaratıyor.

 

Sayın muki,

Bende tam tersini düşünüyordum...

"Hakikat" vardır ve ne yazık ki ona ulaşmayı az insan istiyor ve az insan ulaşıyor...

 

Saygılarımla...

Gönderi tarihi:
Sayın ali0_1...

Size yapılan bazı tavsiyelere uymanızı rica ederim...

Yukarıda;

"Özdeşlik" ve "Ayrılık", "Aynılık" kavramlarına bakmanızı önermiştim.

Lakin bunu benim size göstermem gerekiyormuş demek ki:

 

[/b][/size][/font]

 

 

Eğer ısrar ederseniz söyleminizden şu anlam çıkar;

"Yapıları Özdeştir ancak birbirlerinden Ayrıdırlar.

Yani Tanrı ile Yaratılmış; Özdeştir,

Ancak birbirlerinden Ayrıktır..."

 

Bu savı destekliyor musunuz?

Öyle görünüyor ki;

"Evet" diyeceksiniz...

 

Öyle ise devam edelim...

 

"Özdeşlik" kavramı şunu ifade eder;

Elma Ağacı = Elma Ağacı

Armut = Armut

BrainSlapper = BrainSlapper

ali1_1 = ali0_1

Tengeriin Boşig = Tengeriin Boşig

 

Yani siz

"Tanrı ile Madde Özdeştir" dediğinizde

Tanrı = Madde

Demiş oluyorsunuz...

 

Bununla beraber "Ayrıktırlar" dediğinizde ise

Tanrı'yı bir kefeye,

Madde'yi bir kefeye koymuş oluyorsunuz.

 

Bu da şunu getiriyor ki;

"Maddenin bittiği yerde Tanrı başlar...

Çünkü Özdeş ancak Ayrıktırlar..."

 

Bende diyorum ki;

"Mükemmel Tanrı" bir şeyin bittiği yerde başlıyor olamaz...

Var olan ve sınırsız olan herşeyin ta kendisi olabilir anca...

Yani "Varlık"ın ta kendisi...

 

Bakın bu reddedemeyeceğiniz bir mantıktır.

Aksi sadece çelişkiler yumağıdır.

 

Çok iddialı bir şekilde söylüyorum ki;

Tanrı'yı "Madde'den Ayrı" olarak kabul etmek,

Kabul edildiği anda çelişkilere boğulan bir görüştür, o kadar...

[/b][/size][/font]

Peki, tamam da...

Yaratıcı bu eylemi nereden gerçekleştirmiş?

Yani yaratılışın neresinde duruyormuş?

 

Varlığı, kendi varlığında mı var etmiş

Yoksa kendisinden ayrık olarak mı var etmiş...

 

Kendisinden ayrık ise eğer

Tanrı mükemmelliğini yitirmiş olmuyor mu?

Ki mantığını yukarıda verdim...

 

 

Tutarsız olacaksa eğer cevaplarınız

Otuz lafa, Otuz bin cevap ile de gelebilirsiniz,

Bunda şaşılacak bir şey yok...

 

Oysa ki yukarıda kelimelerin anlamlarını,

Bugün hala kabul edilen bir mantık düzleminde verdim,

Temellendirdim...

 

Tutarsızlığınız ortadadır...

 

Öncelikle bu ve daha önce birikmiş sorularımın cevaplarını;

Tutarlı olmaları koşulu ile alayım...

__________________

 

Bir de şaşırdığım şey şu...

 

Hep diyorum;

Bazı kimseler "Bilimi Savundukları" halde,

Sırf dinlerin karşısında olabilmek adına işlerine geldiğinde

"Bilim Dışı"da davranabiliyorlar...

 

Ancak şunu da ekliyorum artık;

Bazı kimseler, İnançları "Akıl"ı öğütlediği halde

Bazı şeyleri açıklayamadıkları ve bazı çelişkileri kabullenemedikleri için

İşlerine geldiği zaman "Tanrı Akıl ile Kavranamaz" ya da "Biz Kavrayamayız Tanrı'yı" demektedirler...

 

Öyle ise soruyorum;

Neliğini, Niteliğini kavrayamadığınız bir şeyin varlığına nasıl inanabiliyorsunuz?

 

Devam ediyorum;

Hadi diyelim ki Neliğini ve Niteliğini kavrayamadığınız halde "Var Olduğuna" inandığınız bu şeyin var olduğunu nereden öğrendiniz?

 

Yine devam ediyorum;

Size öyle bir Tanrı'nın var olduğunu söyleyen kişi Peygamberler ise eğer, onlar için Kur'an onlarında birer insan olduğunu, insandan farklı olmadıklarını söylemiyor mu?

Eğer onlar insan farklı değillerse yani üç dört tane beyinleri falan yok ise eğer, bizim Neliğini ve Niteliğini asla bilemeyeceğimiz Tanrı'nın varlığından nasıl haberdar olmuşlardır?

 

Ve hala devam;

Hadi diyelim ki Tanrı onları "Seçmiştir"... Niye? Yani ne vardı da onlarda onları seçti Tanrı? Ne özellikleri vardı?

 

Son soruya ben cevap vereyim,

Ancak önce hatırlatayım;

 

Tanrı'ya ulaşmanın yada Tanrı'yı anlamanın imkansız olduğunu düşünen arkadaşlar bilmelidirler ki, adı geçen İslam Alimleri olarak anılan kimseler Tanrı'ya akıl ile ulaşabilmenin ve Tanrı'yı kavrayabilmenin mümkün olduğunu söylemişlerdir.

Kaldı ki Kur'an da akılı önermektedir...

Bu ise sizin kendi öz çelişkinizdir...

 

Öncelikle "Tanrı, Varlığın ta kendisidir..."

Yasalarıyla, kanunlarıyla ve varlığıyla bir bütün olarak ve kendinden başka eşi ve benzeri olmayarak "Varlık" yani "Tanrı tektir...

 

Burada "Kendinden başka eşi ve benzeri olmamak" nitelemesine dikkat çekerim;

Bana sunduğu kabul ile Tanrı'yı Madde ile Özdeş ancak Madde'den Ayrı niteleyen Sayın ali0_1 büyük çelişki yaşamaktadır...

Çünkü Tanrı Maddeden ayrı ise eğer, kendisinin eşiti vardır ki bu da yine kendisine Özdeş olan "Madde"dir.

İşte hep söylediğim gibi;

Tanrı'yı maddeden Ayrı kabul etmek asıl Şirktir...

Çnkü ayrı kabul ettiğiniz anda, kendisine özdeş ayrı bir varlık daha kabul etmiş

olursunuz...

 

Şöyle de diyebiliriz;

Tanrı ile Madde karşı karşıya; "Tanrı vs Madde"

 

.

.

.

 

Kusura bakmayın, aslında bu kadar alıntı yapmayı sevmem, ancak, hepsini alıntıladım.

Çok güzel bir yazı. :clover::clover::clover:

Gönderi tarihi:

Türkiye'de 900 kişiye bir doktor ,

780 kişiye bir imam düşüyor...

Türkiye'de 67 bin okul ,

80 bin cami,

4 bin dinci vakıf,

bin tarikat okulu,

2 bin Fethullahçı dershane ,

100 bin Kuran kursu,

35 bin cami yaptırma derneği var...

Bu arada ben tanrıyı arayanlara ve siyasal yaşamın içinde olanlarla İkinci Cumhuriyetçi, liberal, eski acilci goşist, neo-liberal, eski faşist tarikatçı gazeteciler şimdi size soruyorum:

"Sizin solculuğunuz ABD'nin Ortadoğu Projesi'ne destek vermek, Kuzey Irak'ı ABD üssü yapmak, Türkiye'ye Ilımlı İslam Modeli giydirmek; kapitalizmin son aşaması emperyalizme hizmet etmek midir?"

Efendim..

Tanrı sakın halkın, ezilenlerin, yoksulların, açlıktan kıvrananların yerine sakın politika ve çıkar gruplarıyla yan yana olmasın...

Gönderi tarihi:
Sayın muki,

Bende tam tersini düşünüyordum...

"Hakikat" vardır ve ne yazık ki ona ulaşmayı az insan istiyor ve az insan ulaşıyor...

 

Saygılarımla...

 

Sayın boşig, hakikat varsa bile bazıları barışsal yoldan ve mantıksal açıklamaları kendisine rehber edinerekten, bir diğeri ise ezici bir güçle ulaşmaya çalışıyor. Dilerdim ki, bazı arkadaşlar da hiddetlenmeden ve inatlaşmadan tartışsınlar ve bilgilendirsinler.

Gönderi tarihi:
Sayın boşig, hakikat varsa bile bazıları barışsal yoldan ve mantıksal açıklamaları kendisine rehber edinerekten, bir diğeri ise ezici bir güçle ulaşmaya çalışıyor. Dilerdim ki, bazı arkadaşlar da hiddetlenmeden ve inatlaşmadan tartışsınlar ve bilgilendirsinler.

Hah...

İşte şimdi oldu Sayın Muki...

Takdir ederim...

:clover::clover::clover:

Gönderi tarihi:

Bu arada, herkese katkısı için teşekkür ederim.

 

Özellikle, Sevgili Boşig ve demirefe'nin yazdıklarından çok faydalandım.

 

Bu arada Ali Bey, size itirazımın farklı düşünmemizden kaynaklanmıyor. Savunduğun şey kendi içinde çeliştiği için itiraz ediyoruz.

 

Herneyse, beni konuya yeni bir boyut getirmek istiyorum.

 

Madde'den gayrı, madde'den öte bir Tanrı var diyen arkadaşlarımızdan örnek istiyorum. İnandıkları, tanımladıkları Tanrı'dan maddenin neyi eksik, örnek vermöelerini istiyorum.

 

Ben yol açıcı olması için, yazının başında verdiğim örneği tekrarlayayım.

 

Bütün dinlerde vardır. Tanrı herşeyi görür.

 

Bana göre yaratıcı Madde olduğ için, yani eğer Tanrı diyeceksek birşeye, Madde Tanrı'nın ta kendisi olduğu için, yukarıdaki düşünceyi, yani "Tanrı herşeyi görür" düşüncesini, maddeye uyguladığımız zaman, elimize kesin bir kanıt geçer.

 

Tanrı, yani Madde, herşeyi görür.

 

Karanlık bir sokakta işlenen cinayeti görür Madde. Cinayetei işleyen, xcinayete kurban giden, bıçak/tabanca maddedir. Şahittir herşeye.

 

Tanrı, yani Madde, kafalardakini görür, zira düşünen beyindir, onun görmemesi, bilmemesi imkansızdır.

 

Yani, Madde'den ayrı bir Tanrı olduğuna inanan arkadaşlardan "kendi ilahlarına has" ve maddede olmadığını düşündükleri özellikleri yazmalarını rica ediyorum.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:
Türkiye'de 900 kişiye bir doktor ,

780 kişiye bir imam düşüyor...

Türkiye'de 67 bin okul ,

80 bin cami,

4 bin dinci vakıf,

bin tarikat okulu,

2 bin Fethullahçı dershane ,

100 bin Kuran kursu,

35 bin cami yaptırma derneği var...

Bu arada ben tanrıyı arayanlara ve siyasal yaşamın içinde olanlarla İkinci Cumhuriyetçi, liberal, eski acilci goşist, neo-liberal, eski faşist tarikatçı gazeteciler şimdi size soruyorum:

"Sizin solculuğunuz ABD'nin Ortadoğu Projesi'ne destek vermek, Kuzey Irak'ı ABD üssü yapmak, Türkiye'ye Ilımlı İslam Modeli giydirmek; kapitalizmin son aşaması emperyalizme hizmet etmek midir?"

Efendim..

Tanrı sakın halkın, ezilenlerin, yoksulların, açlıktan kıvrananların yerine sakın politika ve çıkar gruplarıyla yan yana olmasın...

 

Üstat yanlış yerde post etmişsin yazıyı galiba...

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:
Bütün dinlerde vardır. Tanrı herşeyi görür.

 

Bana göre yaratıcı Madde olduğ için, yani eğer Tanrı diyeceksek birşeye, Madde Tanrı'nın ta kendisi olduğu için, yukarıdaki düşünceyi, yani "Tanrı herşeyi görür" düşüncesini, maddeye uyguladığımız zaman, elimize kesin bir kanıt geçer.

 

Tanrı, yani Madde, herşeyi görür.

 

Karanlık bir sokakta işlenen cinayeti görür Madde. Cinayetei işleyen, xcinayete kurban giden, bıçak/tabanca maddedir. Şahittir herşeye.

 

Tanrı, yani Madde, kafalardakini görür, zira düşünen beyindir, onun görmemesi, bilmemesi imkansızdır.

 

Yani, Madde'den ayrı bir Tanrı olduğuna inanan arkadaşlardan "kendi ilahlarına has" ve maddede olmadığını düşündükleri özellikleri yazmalarını rica ediyorum.

 

Sayın BrainSlapper...

Sende de Vahdet-i Vücutçuluk var heralde biraz...

Yakında erersen hiç şaşmam...:D

 

Soruna cevap alamayacağını az biraz garanti edebilirim...

Ben alamadım da...

Gönderi tarihi:
Sayın BrainSlapper...

Sende de Vahdet-i Vücutçuluk var heralde biraz...

Yakında erersen hiç şaşmam...:D

 

Ben uzun süredir bu forumda, Ateizm ile Panteizm'in bir madalyonun iki yüzü olduğunu söylüyorum.

Sadece maddeye verilen isim farklı.

 

*

Ayrıca sana katılmadığım bir nokta var.

Muhammed kesinlikle panteist bir kişi değildi.

 

Ben kendi okumalarımda, insan öldürmüş, düşmanlık etmiş, kendine ayrıcalık sağlamış, yağma yapmış tek bir panteiste rastlamadım. Yani Muhammed'in panteizm ile yankından uzaktan alakası yok.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:

Bu arada Ali Bey, size itirazımın farklı düşünmemizden kaynaklanmıyor. Savunduğun şey kendi içinde çeliştiği için itiraz ediyoruz.

 

Tamam, yılmak yok o zaman; daha önce de yaptım bu işi; buyrun:

 

Mantıki olarak "kendi" içinde çelişme ortaya koyacaksak eğer:

 

1)Kendi içinde dediğimizi tam anlamıyla kavramak lazım...

 

2)Kolaylık olsun diye harflendirme de yaparak "kendi içinde" kavramlarla bağ kurmak lazım...

 

Buyrun, bu şekilde siz çelişki olduğunu iddia ettiğinizi "şöyleyse şöyle tamam" diye değil, önce kendi içinde dediğinizden tasdik ederek, sonra da ne şekilde ve nasıl "şöyleyse şöyle" olduğunu belirterek ortaya koyun...

 

Bakalım olay farklı düşünce mi yoksa benim çelişmem mi...

 

:zorro:

Gönderi tarihi:
Tamam, yılmak yok o zaman; daha önce de yaptım bu işi; buyrun:

 

Mantıki olarak "kendi" içinde çelişme ortaya koyacaksak eğer:

 

1)Kendi içinde dediğimizi tam anlamıyla kavramak lazım...

 

2)Kolaylık olsun diye harflendirme de yaparak "kendi içinde" kavramlarla bağ kurmak lazım...

 

Buyrun, bu şekilde siz çelişki olduğunu iddia ettiğinizi "şöyleyse şöyle tamam" diye değil, önce kendi içinde dediğinizden tasdik ederek, sonra da ne şekilde ve nasıl "şöyleyse şöyle" olduğunu belirterek ortaya koyun...

 

Bakalım olay farklı düşünce mi yoksa benim çelişmem mi...

 

Ali Bey,

 

Bir yazınızda şöyle dediniz.

 

"Bence siz biri bir köşeye geçti diğer "ayrık" olanı yarattı bitti gibi ele almışsınız olayı..."

Ben bu düşüncenize katıldım. Zira, eğer ila birşeye Tanrı denecek ise, bu şeyin Madde'den başka birşey olamayacağı düşüncesine beni götüren şey, bu söylediğiniz sözdür.

 

Bu sözünüzden şu anlaşılıyor: Bir köşeye geçip herşeyi yaratan bir ilah yoktur.

 

Ama yazınızın devamında, "bir köşeye çekilip herşeyi yaratan bir ilah yok şse, inandığın ilah nasıl birşeydir, ve yaratma eylemini nasıl yapmıştır, bunun açıklaması yok.

 

İslama dayanarak verdiğin örnekler hep ikilik üzerine kurulu.

 

Yaratan - yaratılan.

Vahiy gönderen - vahiy alan.

..

vermediğin, ama İslam inancında olan ve "ikilik" gerektiren başka inançlar.

 

Cennetet bazı kullar Tanrı'yı görecek deniyor...

Görülen ve gören...

 

Yani hem "Bir köşeye geçip herşeyi yaratan bir ilah yoktur." diyorsunuz, hem de islamdan verdiğiniz bütün örnekler ikilik, ayrılık üzerine.

 

Çelişki dediğimiz şey bu.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:
Ali Bey,

 

Bir yazınızda şöyle dediniz.

 

"Bence siz biri bir köşeye geçti diğer "ayrık" olanı yarattı bitti gibi ele almışsınız olayı..."

Ben bu düşüncenize katıldım. Zira, eğer ila birşeye Tanrı denecek ise, bu şeyin Madde'den başka birşey olamayacağı düşüncesine beni götüren şey, bu söylediğiniz sözdür.

 

Bu sözünüzden şu anlaşılıyor: Bir köşeye geçip herşeyi yaratan bir ilah yoktur.

 

Ama yazınızın devamında, "bir köşeye çekilip herşeyi yaratan bir ilah yok şse, inandığın ilah nasıl birşeydir, ve yaratma eylemini nasıl yapmıştır, bunun açıklaması yok.

 

İslama dayanarak verdiğin örnekler hep ikilik üzerine kurulu.

 

Yaratan - yaratılan.

Vahiy gönderen - vahiy alan.

..

vermediğin, ama İslam inancında olan ve "ikilik" gerektiren başka inançlar.

 

Cennetet bazı kullar Tanrı'yı görecek deniyor...

Görülen ve gören...

 

Yani hem "Bir köşeye geçip herşeyi yaratan bir ilah yoktur." diyorsunuz, hem de islamdan verdiğiniz bütün örnekler ikilik, ayrılık üzerine.

 

Çelişki dediğimiz şey bu.

 

Saygılar.

 

 

Öncelikle İslami açıdan bakarsak ulaşma ne ile mümkün gösterilmiş o önemli; sizin verdiğiniz örnek de sanırım cennete dair ve aşkın bir yaşamı anlatmakta...

 

O zaman biz ikilik diye iddia ettiklerinize daha farklı bakmasını öğrenmeliyiz, yola çıkarken ne dedik "kendi içinde"; yine Kur'an'dan ve Peygamberimiz'den bilebildiğimiz kadarıyla bu dediklerinize ulaştığımıza göre aslında "ikilik" vardır diyecek bilgiye sahip değiliz; daha açık konuşacak olursak cennete gidip de gelen yok aramızda...

 

Yaratan-yaradılan

 

 

Yaratanın yaradan olmasına A dersek, yaradılanın yaradılan olmasına B ve yaradandan yaradılan olmuş olmasına C diyelim(umarım fazla karışmamıştır)...

 

Şimdi A'yı kabul ettik ve dedik ki A-B-C aynı mıdır acaba???

 

Biz de B ve C yi taşıyoruz kendimizce, bakalım A hakkına ne edineceğiz...

 

Bundan sonra B-C de diyeceğimiz bizler zaman, mekan, hareket vb içinde değil miyiz şimdi???

 

Evet ve diyoruz ki onlar da B-C ama aramızda derece farkları var değil mi???

 

Şimdi bu B-C özelliği taşıyan yaradılan bir kere B olarak dahi var olamıyor, çünkü yaratma işi bir başka olandan yapılmadı C de de denildiği gibi yaradandan yaradılan olundu; o zaman B'yi tek başına kullanmak size daha önceden de söylediğim gibi ayrıklık fikri doğurur ki Yaradılma bir köşeye geçip öteki köşede yaratma değil...

 

Daha önemli husussa şimdi o zaman B-C-A da mı söz konusu???

 

Ne dedik???Kendi içinde düşünüyorduk değil mi???

 

Peki o zaman bir düzen içinde ve bu düzenin dengesiyle var eden Yaratıcı o düzenin içine hapsedilebilir mi???

 

Yani B-C A'dan gelme olduğuyla var iken onunla özdeşleşirse, B-C'nin kısıtlanmışlığı A'nın hangi özelliğiyle özdeşleşecek???

 

Önemli olan sorun o zaman yaratma işinin şeklidir...

 

Yokluktan var ediliyorsa sadece var eden vardır deriz...

 

Ama...

 

Şimdi bakın buraya dikkat:

 

Var eden var ettiği üzerinde hükmederken var edilenin de ona hükmetmesi mümkün müdür???Hayır...

 

Ama sizi de anlamıyor değilim: Var eden var edilen yok, teklik var, bütünleşmişler diyorsunuz benim çıkarımıma göre; burada da ben: Hayır, hayat disiplini ve görüşü sunan dinimden anladığımca ben Yaradan-yaradılanın o Yaradan tabanlı ilişkisine inanıyorum, birlik var ama maddi algımızdan algıladığımızla değil bu birlik; yaradanın yaratmış olmasıyla var olan...

 

Kısacası Maddeci bakışa katılmıyorum ve kendi bakışımı da böyle ifade etmeye çalışıyorum...

 

Saygılar...

 

:zorro:

Gönderi tarihi:

Ali bey,

 

Sana çok şey yazmayacağım, zira yazdığın, verdiğin büyün örnekler ikilik üzerine.

 

Bi tanesini örnek vereyim:

 

Peki o zaman bir düzen içinde ve bu düzenin dengesiyle var eden Yaratıcı o düzenin içine hapsedilebilir mi???

 

...

Var eden var ettiği üzerinde hükmederken var edilenin de ona hükmetmesi mümkün müdür???Hayır...

 

Yaratanın yarattığı düzen ve bu düzen DIŞINDA bir Yaratıcı.

 

Hükmedilen ve Hükmeden.

 

Ve geliyoruz yine aynı yere:

 

Hem " Bir köşeye geçip herşeyi yaratan bir ilah yoktur." diyorsunuz, hem de "Yarattığı düzene tabi olmayan, o düzenden AYRI, o düzenin DIŞINDA, o düzene TABİ OLMAYAN bir Tanrı var diyorsunuz.

 

Semitik dinlerin çıkmazı da burada zaten. Tanrı ile maddeyi (semitik jargona göre, yaratılanları) ayrı görme sorunu.

 

Saygılar..

Gönderi tarihi:
Ali bey,

 

Sana çok şey yazmayacağım, zira yazdığın, verdiğin büyün örnekler ikilik üzerine.

 

Bi tanesini örnek vereyim:

Yaratanın yarattığı düzen ve bu düzen DIŞINDA bir Yaratıcı.

 

Hükmedilen ve Hükmeden.

 

Ve geliyoruz yine aynı yere:

 

Hem " Bir köşeye geçip herşeyi yaratan bir ilah yoktur." diyorsunuz, hem de "Yarattığı düzene tabi olmayan, o düzenden AYRI, o düzenin DIŞINDA, o düzene TABİ OLMAYAN bir Tanrı var diyorsunuz.

 

Semitik dinlerin çıkmazı da burada zaten.

 

Saygılar..

 

Bu bir çıkmaz değil; bir köşeye geçip yaratmıyor dememizle ne çelişir; hadi kurduğum bağa bakalım...

 

Yaratanın yaradan olmasına A dersek, yaradılanın yaradılan olmasına B ve yaradandan yaradılan olmuş olmasına C diyelim(umarım fazla karışmamıştır)...

 

Şimdi A'yı kabul ettik ve dedik ki A-B-C aynı mıdır acaba???

 

Kendi içinde diyoruz bakın...

 

Buraya özellikle dikkat...

 

Şimdi diyorsunuz ki yani B-C oldu, yani B tek başına olamadı(kabul ettiniz az önce); o zaman A-B-C olması gerekir, çünkü o zaman C ile A'ya ayrıklığı tekrar yüklemiş oluruz diyorsunuz...

 

İyi de B-C de A'dan gelip yine en başta belirttiğimiz gibi:

 

 

 

Bundan sonra B-C de diyeceğimiz bizler zaman, mekan, hareket vb içinde değil miyiz şimdi???

 

Evet ve diyoruz ki onlar da B-C ama aramızda derece farkları var değil mi???

 

Değil mi???

 

Yani B-C A değil; bu gayet ortada, ama ondan ayrık da değil çünkü varoluşunda, yani temelinde C var...

 

Hatta şunu da deriz: C A ve B yi hem ayrık kılmayan hem de özdeş kılmayandır

 

Neden olayı salt kendi kavramlarınızla ele aldınız yine???Hani kendi içinde çelişki arıyorduk...

 

Çünkü sizin görüşünüzle benim görüşüm uymuyor...

 

Gayet açık...

 

Saygılar...

 

:zorro:

Gönderi tarihi:

Tanrı demiyor mu; Ben hep vardım...

Varlık = Tanrı...

Al işte...

Madde hep vardı...

Çok basit...

...

Bilmem farkında mısınız ama size hiç bir bilgi kazandırmayan,

Hiç bir soruyu yanıtlayamayan,

Hiç bir açıdan insanı tatmin etmeyen bir şeye inanıyorsunuz...

 

Bir yerde takılınca;

"En iyisini Tanrı bilir..."

Maddeyi Allah’la eşitleyeceksin.

 

Ben söylüyorum işte;

"Tanrı sensin, benim, o, bu, şu... Herşey..."

O sıkıştığınız konularda bu öğretiyi kabul edin,

Görün bakalım cevapsız sorunuz kalıyor mu?

 

Saygılarımla...

Maddenin her bir parçasını ilahlaştıracaksın.

 

Bende diyorum ki;

"Mükemmel Tanrı" bir şeyin bittiği yerde başlıyor olamaz...

Var olan ve sınırsız olan herşeyin ta kendisi olabilir anca...

Yani "Varlık"ın ta kendisi...

 

Bakın bu reddedemeyeceğiniz bir mantıktır.

Aksi sadece çelişkiler yumağıdır.

 

Çok iddialı bir şekilde söylüyorum ki;

Tanrı'yı "Madde'den Ayrı" olarak kabul etmek,

Kabul edildiği anda çelişkilere boğulan bir görüştür, o kadar...[/font]

[/size][/b][/size][/font]

Yaratanı aklımızla kavrayamayız diyenleri madde ve Allah’ı aynı kefeye koyuyorlarmış gibi gösterip bu çelişik bir görüştür diyeceksin.

 

Ancak şunu da ekliyorum artık;

Bazı kimseler, İnançları "Akıl"ı öğütlediği halde

Bazı şeyleri açıklayamadıkları ve bazı çelişkileri kabullenemedikleri için

İşlerine geldiği zaman "Tanrı Akıl ile Kavranamaz" ya da "Biz Kavrayamayız Tanrı'yı" demektedirler...

 

Öyle ise soruyorum;

Neliğini, Niteliğini kavrayamadığınız bir şeyin varlığına nasıl inanabiliyorsunuz?

Onun sıfatlarının ne olduklarını ve niteliklerini kelam alimlerinin tartıştığını fakat Zatının akılla kavranamayacağı en uç mezheplerde bile kabul edilmişken buna soyunacaksın,

 

 

 

 

Hadi diyelim ki Neliğini ve Niteliğini kavrayamadığınız halde "Var Olduğuna" inandığınız bu şeyin var olduğunu nereden öğrendiniz?

Peygamberlere imanı atladık, kainat karşısında soru soran insanın Zatı yaratılanlara benzemeyen bir yaratıcıya inanmasının imkansız olmadığı cevabını geçip soracaksın,

 

 

Yine devam ediyorum;

Size öyle bir Tanrı'nın var olduğunu söyleyen kişi Peygamberler ise eğer, onlar için Kur'an onlarında birer insan olduğunu, insandan farklı olmadıklarını söylemiyor mu?

Eğer onlar insan farklı değillerse yani üç dört tane beyinleri falan yok ise eğer, bizim Neliğini ve Niteliğini asla bilemeyeceğimiz Tanrı'nın varlığından nasıl haberdar olmuşlardır?

 

Vahiy gerçeğini atlayacaksın ya da laf kalabalığı yapacaksın,

 

Ve hala devam;

Hadi diyelim ki Tanrı onları "Seçmiştir"... Niye? Yani ne vardı da onlarda onları seçti Tanrı? Ne özellikleri vardı?

 

Son soruya ben cevap vereyim,

Ancak önce hatırlatayım;

Cevaplamayacağın soruları ben cevaplayayım diyeceksin.

 

Tanrı'ya ulaşmanın yada Tanrı'yı anlamanın imkansız olduğunu düşünen arkadaşlar bilmelidirler ki, adı geçen İslam Alimleri olarak anılan kimseler Tanrı'ya akıl ile ulaşabilmenin ve Tanrı'yı kavrayabilmenin mümkün olduğunu söylemişlerdir.

Kaldı ki Kur'an da akılı önermektedir...

Bu ise sizin kendi öz çelişkinizdir...

Akılla Allah’ın varlığını sezebilmek ayrı, Allah’ın Zat-ı İlahiyesini kavramak ayrı. Hangi İslam alimleri? Ne demişler? Belirtmeyeceksin.

Akılla bulduğun önerme şu olacak

 

Öncelikle "Tanrı, Varlığın ta kendisidir..."

Yasalarıyla, kanunlarıyla ve varlığıyla bir bütün olarak ve kendinden başka eşi ve benzeri olmayarak "Varlık" yani "Tanrı tektir...

“Varlıktan (ki burada maddeden) başka ilah yoktur.”

Ki bunun ilah yoktur anlamına geldiğini anlayamayacaksın,

 

Burada "Kendinden başka eşi ve benzeri olmamak" nitelemesine dikkat çekerim;

Bana sunduğu kabul ile Tanrı'yı Madde ile Özdeş ancak Madde'den Ayrı niteleyen Sayın ali0_1 büyük çelişki yaşamaktadır...

Çünkü Tanrı Maddeden ayrı ise eğer, kendisinin eşiti vardır ki bu da yine kendisine Özdeş olan "Madde"dir.

İşte hep söylediğim gibi;

Tanrı'yı maddeden Ayrı kabul etmek asıl Şirktir...

Bir müslümanın müslümanım diyen başka birine yapmaması gereken en önemli şeyi yapacaksın. Müşriklikle suçlayacaksın.

Bunu yanlışlarınızı gösteren bir ileti olarak kabul edin lütfen. Sizi bir şeyle de suçlamıyorum. Şirk suçlaması çok ağırdı o yüzden yani.

Gönderi tarihi:

Şirk ve tevhid üzerine zamanı olanların okumasında fayda var.

 

KELAM ARAŞTIRMALARI 3:1 (2005), SS.3-21.

 

 

KUR’AN’IN TEVHİD FELSEFESİ

 

Doç. Dr. Şaban Ali DÜZGÜN

Ankara Ü. İlahiyat Fakültesi

 

Dinin Çekirdeği ve Ruhu Olarak Tevhid

Tevhid inanca ve inancın sistematik yapısına rengini veren en temel dini ilkedir. Allah kavramı etrafında örülen bir hayat görüşü ve yaşam tarzına dayanan sistem fikrinin çekirdeğinde Tevhid kavramı yatmaktadır. Dinin içindeki bütün diğer unsurlar, tevhidin bozulması veya yok olmasıyla bozulmakta ve yokolmakta; tevhidin varlığıyla da varlık bulmakta ve canlılıklarını devam ettirebilmektedir. Çekirdek kavram olarak Tevhid, dini unsurların birbiriyle olan ilişkisini sağlamakta ve anlamlı bir bütün oluşturarak dinin sistemli bir yapı arzetmesine imkan vermektedir. Bu

yönüyle tevhid, başta Allah’ın birliği olmak üzere, dinlerin köken olarak birliği, insanların ve insanlığın birliği, üzerinde uzlaşılacak kök kavramların birliği, insanlığın aşması gereken ortak problemlerin birliği, gibi geniş bir yelpazede kendini göstermektedir. Dini ve etnik aidiyetleri dikkate almadan ve hatta bu aidiyetleri ortadan

kaldıracak şekilde Allah’ı bütün insanların Tanrı’sı olarak sunma, hayatı Allah’ın bütün insanlara ortak bahşedişi olarak görme, gibi noktalarda son din olma formuyla İslam, bütün diğer dinlerden farklı bir yerde durmaktadır. Bu anlamda İslam dininin ve onun temel kaynağı durumundaki Kur’anın ruhu, tartışmasız, tevhiddir: “O doğunun ve batının Rabbidir; O’ndan başka tanrı yoktur. Öyleyse sadece O’nun himayesine sığın.”1 “O’ndan başka ilah yoktur. Dirilten ve öldüren O’dur. Sizin de Rabbiniz, atalarınızın da Rabbidir.”2 Yeni bir peygamberin gelişine zemin hazırlayan gelişmeler de, tevhidin yerine ikame edilen şirkten ve bu şirkin köken sağladığı her türlü insani davranış biçiminden kaynaklanmaktadır. Bu durumda Allah’ın tarihin bir kesitine müdahalesi olarak görebileceğimiz peygamber göndermenin arkasındaki temel sebep de, tevhidi yeniden asli formuna kavuşturma ve bu asli formun tahrif edilmesiyle varlık tasavvurunda ortaya çıkan her türlü tahribi de yeniden düzeltmedir. Bu yönüyle İslam dininde mutlak formuna kavuşan tevhid, o ana kadar yapılan hem semavi dinlerdeki hem de diğerlerindeki her türlü hatalı vurguyu yeniden düzeltme iddiası sebebiyle en kapsamlı onarım ve dini halis/katışıksız formuna kavuşturma hareketi olarak görülebilir. İslam Dini’nin temeli durumundaki tevhid akidesini en özlü biçimde ifadelendiren

Kur’an suresi, bu özelliğinden dolayı, ‘İhlas’ olarak adlandırılmıştır. Evrendeki bütün inançlara ve değerlere sinen, sembol ve pratiklere anlamını veren kuşatıcı bir tevhid düşüncesi, ancak bütün sebepleri tek bir sebebe bağlayabilen

zihinle gerçekleşebilir. Bu anlamda tevhid, insanın zihinsel gelişim bakımından ulaşabileceği en zirve anlayış görünümündedir. Sadece gördüğüne inanan ve ilk değerlendirmeleri her zaman yüzeysel olan ilk dönemlerdeki insan zihninin tekamül ederek ulaştığı bir anlayış seviyesidir. Kozmosda olup biten her şeyi kanun ve kurallarıyla

Tek bir kudretin iradesine bağlayabilmek, her zihnin yapabileceği bir şey değildir. Bunun için insan zihninin bunu kavrayabilecek bir gelişim seyrini tamamlaması gerekiyordu. Allah’ın birliğinin vurgulandığı “İlahınız tek bir Allah’tır. O’ndan başka ilah yoktur. O rahman ve rahimdir”3 ayetini takip eden pasajda altı çizilenler bu durumu göstermektedir: “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve yer ile gök arasında emre hazır

bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren) birçok delil vardır”.4 Görünen fiziki alemin ötesine geçip, her şeyin temeline melekutun (hükümranlık ve nizam) temeline Allah’ı yerleştirebilmeyi başarabilme anlamındaki bu muvahhid insan zihninin gelişim seyri Kur’an’da İbrahim peygamberin kişiliğinde temsil edilmektedir: “İşte böylece İbrahim’e göklerdeki ve yerdeki hükümranlığı ve nizamı gösteriyorduk

ki kesin ilme erenlerden olsun. Üzerine gece karanlığı basınca bir yıldız gördü. “İşte Rabbim!” dedi. Yıldız batınca da, “Ben öyle batanları sevmem” dedi. Ay’ doğarken görünce de, “İşte Rabbim” dedi. Ay da batınca, “Andolsun ki, Rabbim bana doğru yolu göstermezse mutlaka ben de sapıklardan olurum” dedi. Güneşi doğarken görünce de, “İşte benim Rabbim! Bu daha büyük” dedi. O da batınca, “Ey kavmim!” Ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım” dedi. “Ben hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben Allah’a ortak koşanlardan değilim.”5 Böylece tevhid bağlamında, Allah’ın alemde kendinden başka bir ilah olmadığına

dair ifadeleri, salt birer iddia olmanın ötesine taşınmakta, göklerdeki ve yerdeki her türlü hakimiyetini bu birliğin temeline yerleştirilmektedir: “Hayy ve kayyum olan Allah’tan başka ilah yoktur”6 “Allah, kendisinden başka tanrı olmayandır; O hayydir, kayyumdur. … Göklerde ve yerdekilerin hepsi O’nundur…”.7 “Allah kendisi, melekler ve adaleti ayakta tutan ilim sahipleri Allah’tan başka tanrı olmadığına tanıklık ederler, O’ndan başka tanrı yoktur.”8

Karmaşık bir dünyayı ve bütün varlıkları tek bir ilahın idare edeceğini akıllarına sığdıramayan putperest Araplar, Hz. Muhammed için, “Ne o, tanrıları bire mi indirdi?”9 derken de aynı ilkel zihniyeti temsil ediyorlardı.

 

Putperestliğin ve Şirkin Karşıtı Olarak Tevhid

Tevhid fikrinin insanlık için getirdiği en büyük kazanım, insanları birçok tanrıya inanmanın getirdiği zihin parçalanmasından ve bağımlılık duygusundan kurtarmasıdır. Bu anlamda semavi dinlerin, dünyanın ücra köşelerindeki primitif inanç gruplarına monoteizmi taşımaları insanlık, din ve kültür tarihi adına büyük bir başarıdır.

Kur’an, evrende varolmakta olan her şeyi tek bir Varlığa bağlamak suretiyle, iyiliğin kaynağını bir ilaha, kötülüğünkünü ise bir başkasına atfeden yahut yaratan ve yarattığının devamını sağlayacak kudret ve inayete sahip bir varlık olarak Allah fikrine sahip olmakla birlikte, ona götürecek başka aracı varlıkların peşine de düşen

her türlü putperest tezahürü yıkmaktadır. Kur’an, Tek Allah’ın dışında herhangi bir varlığa, O’na denk bir bağlılıkla bağlanmayı putperestlik olarak görmekte ve şu ayette işaret edildiği gibi bu insan tiplerini kınamakta ve onları karanlıklarda kalan körler olarak adlandırmaktadır: “… “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allah’tır”. O halde de ki: “Onu bırakıp da kendilerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı edindiniz?” De ki: “Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu?” Yoksa O’nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: Allah her şeyi yaratandır. Ve O, birdir, karşı

durulamaz güç sahibidir.”10 Allah, kendi dışındaki varlıklara yalvanların durumunu ise şöyle anlatmaktadır: “Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; size gökten ve yerden rızık veren Allah’tan başka bir yaratan mı var? O’ndan başka tanrı yoktur. Nasıl da döndürülüyorsunuz?”.11 Zihnini ve düşünme biçimini mutlak kudret sahibi olan ve yaratmasında ve yarattıklarının hayatlarını idame ettirmelerinde onlara rahman ve rahim isimleriyle eşlik eden Tek bir Varlık fikri etrafında ören mümin insan, bunun arkasından böyle bir inanmanın gerektirdiği davranış tarzlarını da geliştirecektir. Tek bir İlah’ın kabulünün hemen ardından, insanın kendinden daha yüce ve üstün bir Varlık’la ilişkisine rengini veren bağlılık, bağlanma, şükretme, vefa, minnettarlık, vb. duygular geliştirilmektedir:

“Ey iman edenler! … Eğer siz yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin.” 12 Tevhid, her şeyden önce, mutlak kudret sahibi bir varlığa teslimiyette kendini gösteren zihinsel bir olgunluk demektir. Bu da, Allah’a verdiğimiz her türlü üstün niteliği ve O’na gösterdiğimiz bağlılığı, O’nun dışındakilere de yönlendirme durumunun adı olan şirkin zihinlerden temizlenmesi demektir. “(Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) a sahiplerini ve meryem oğlu İsa’yı rab edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilaha kulluk etmeleri emrolundu. O’ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.”13 Allah, tevhid temelinde kendi varlığını ve birliğini ortaya koyarken rasyonel bir temellendirmeye gitmekte, iki tanrının varlığı durumunda kozmosun maruz kalacağı yıkımı insan zihnine tasavvur ettirmekte, O’nun yaratıcı kudreti ve hayatın devamını sağlayan rahmeti olmadan yaşamın imkansızlığını onların idrakine sunmaktadır. Burada da durmamakta, insanların edindikleri putların bu özelliklere sahip olup olmadığını düşünmeleri için putperest zihinleri uyandırmaktadır: “İşte, şu bizim ulusumuz, Allah’ın yerine tanrılar edindiler. Onların tanrı olduğuna apaçık kesin belge getirmeleri gerekmez mi? Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kim vardır?”14 “De ki! Övgü Allah’adır. Seçtiği kullarına esenlik olsun. Allah mı daha iyidir, yoksa O’na koştukları ortaklar mı?”15 “Ölümünüzde diriminizde bir beyyine üzerine olsun”16 diyen Kur’an, imanını ve yaşamını böyle bir delillendirmeye dayandırmayan ve böylece kesinlik fikrine ulaşamayan insanların imanına bir değer atfetmemekte, pamuk ipliğine bağlı böyle bir imanın onların susuzluklarını dindirmeyeceğini beyan etmektedir: “Gerçek dua ancak O’nadır. O’ndan başka yalvardıkları ise onların isteklerine ancak, ağzına ulaşmayacağı halde, ulaşsın diye avuçlarını suya uzatan kimsenin isteğine suyun cevap verdiği kadar cevap verirler. Kafirlerin duası daima boşa çıkar.” 17 Aynı şekilde, Allah’ın yanında başka ilahlar edinmek, ve insan kişiliğini aşağılayacak şekilde onlara bağlanmak ve tapınmak, Allah’ın insana verdiği üstün konumun ve emanetin reddinden ve kötüye kullanımından başka bir şey de değildir.

Değerlerin Kaynağı Olarak Tevhid

Düşünce tarihi içinde biliyoruz ki, ‘Tek bir Tanrı’ fikrinden kurtulma yolundaki çabaların altında yatan düşüncelerden biri, değerlerin kaynağı ile ilgilidir. Ancak, bunun yerine yaratılmak istenen humanistik politeizm, insanın varlığını gerçekleştirme yönündeki irade ve arzusunu güçlendirememekte, aksine zayıflatmaktadır.

İnsanla birlikte değerlere kaynaklık eden ve değerleri sadece birer tanım alanı olarak bırakmayıp onlara toplumsal zeminde hayat veren ve bu yönde insan iradesini hareket geçiren ilahi iradenin gölgelenmesi, bu değerlerde bir parçalanma yaratacak, bu da değerlerin uygulanması yönündeki iradenin güç kaybetmesine sebep olacaktır.

Ümitlerimizi sosyal değerlere bağlama ve daha üst değerleri yaratamama trajedisi, ilahi iradeyi saf dışı bırakma ve yerine sayısız sosyal tanrılar ikame etme arzusundan kaynaklanmaktadır. Kur’anın atalar dini dediği ve insanı içinde yetiştiği ve yaşadığı sosyal matrisin kulu ve kölesi yapma iktidarını elinde bulunduran bu sosyal tanrıları aşmanın yolu, Tek Tanrı’nın birleştirici çağrısına kulak vermekten geçmektedir. İnsanın Ashab-ı Kehf örneğinde olduğu gibi içinde yaşadığı bu şartları aşabilmesi ve tarihte kırılma yaratabilmesi için, bu sosyal tanrıların girdabından kurtulması ve algılarını Tek Olan’ın çağrısına açık hale getirmesi gerekir. İnsanın hem kendisiyle hem de dışındaki varlıklarla ilişkisini sürekli aşkın bir boyutu dikkate alarak yorumlaması, bu şartları aşabilmenin ve Tevhid’i sosyal bir matriste içkinleştirebilmenin yegane yoludur. Zira; “Yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve sadece yaklaşık değerlendirmede bulunurlar”.18 Onlar, “Siz ikiniz, bizi babalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan çeviresiniz de, yeryüzünde üstünlük siz ikinizin olsun diye mi bize geldiniz? Biz, size inanmıyoruz” dediler.”19 “Onlara “Allah’ın indirdiğine uyun’ denildiği zaman, “Hayır! Atalarımızı üzerinde

bulduğumuz şeye uyarız” derler. Ya ataları bir şey düşünemeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler de mi?”20 “Yoksa onlara daha önce bir kitap verdik de, ona mı tutunmaya çalışmaktadırlar? Hayır! Doğrusu, biz babalarımızı bir düzen üzerinde bulduk, doğrusu biz de onların izlerinden gitmekteyiz” derler.”21

Dinin resmettiği hakikatin zemin kaybetmesi ve bunun yerine insanların heva ve heveslerinin ikame edilmesi, tevhid bağlamında karşılaşılabilecek en büyük risklerdendir. Bu, Kur’anın ‘hevayı tanrı edinme’, Hz. Muhammed’in de ‘gizli şirk’ olarak adlandırdığı bir durumdur. Aşağıdaki Kur’an pasajı, müminlerden Rablerine kulluk ederken O’na hiçbir şeyi ortak koşmamalarını isterken, kulluk yaparken bile insanların nasıl Allah’a ortak koşma durumuna düşebileceklerine işarette bulunmaktadır: “De ki: “Doğrusu, ben de ancak sizin gibi bir insanım. Ama, Tanrınızın tek bir Tanrı olduğu bana vahyolunuyor. Rabbine kavuşmayı uman kimse, yararlı iş işlesin ve Rabbine kulluk ederken hiçbir şeyi ortak koşmasın.”22 Bu putperestlik durumu kendini, çoğu zaman da, yaygınlık kazanan ve standartlaşan

yanlış davranış biçimlerine, bunların doğruluklarını ve fıtrata uygunluklarını hiçbir şekilde sorgulamadan tabi olma şeklinde kendini gösterebilir. Kur’anda bunun altı şöyle çizilmektedir: “Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir? diye sorulduğunda, “Biz de batıla dalanlarla birlikte dalıyorduk” derler.”23 “De ki: “Kötü şeylerin çokluğu seni şaşırtsa da, kötü ile iyi eşit olamaz....”24 Güzellik, iyilik, adalet, doğruluk gibi hayatın üzerinde durduğu değerlerdeki aşırı rölativizmin getireceği tartışma ve çatışmaları ortadan kaldırmanın yolu bunların kaynağını Bir’e bağlamaktan geçer. Üstelik bütünüyle insana yahut sosyal matrise bağlanan değerler, sosyal olan her şey gibi geçicidir. Hayatın devamlılığını, özelliği geçicilik olmayan bir kaynağa bağlamak çok daha makuldür; aksi taktirde anlamsızlığın

uçurumundan, nihilizmden insanları hiçbir şey kurtaramaz. Bu anlamda Tanrı bu Teklik niteliğiyle hem varlığın hem de değerlerin merkezinde durmaktadır. Bu varlık ve değer merkeziyle irtibatın koparılması, insan trajedyasının da başlangıcı olmaktadır. Çoğu zaman, içinde yaşadığımız ve bize kaynaklık eden ve çoğunlukla da tahakküm

altına alan toplumsal düşünme ve hareket etme biçiminin ötesine geçmek için bir üst doktrine ihtiyaç duyulur. Kendi dinamikleriyle evrilemeyen ve fosilleşme sürecine giren bir toplumu ancak böyle bir doktrin uyandırıp evirebilir. Toplumun görme ve hareket etme kabiliyetindeki bu toplumsal felç ve tutulma durumunu aşmak için, gönderilen peygamberlerin bu insanları ‘kalkın, uyanın’ nidalarıyla uyandırmaya çalışmasının mantığı burada yatmaktadır. Alışageldikleri toplumsal matrisin belirleyici değerlerinin dışına çıkmak istemeyen bu gelenek ve ata dini tapıcılarını

Kur’an ölüler ve sağırlar olarak deşifre etmektedir: “Bil ki sen ölülere işittiremezsin, arkalarını dönüp giderlerken sağırlara da çağrıyı duyuramazsın”.25 Bu şartları aşma, ‘eleştirel bilinçlilik’ veya ‘diyalektik düşünme’ denen bir

yöntemle gerçekleştirilebilir. Kişi içinde yaşadığı kültürel ortamın mevcut baskın düşünce formlarıyla ilişkisini belli bir niyet ve bilinçlilik ile eleştirel ve diyalektik bir tarzda kurmak suretiyle, kendisini çevreleyen ve kuşatma riski altına alan sosyal çevrenin şartlandırmasının üzerine çıkabilir. Hem insanlığın genel tarihi içinde hem de vahiy sürecinde bunun örneklerini görmek mümkündür: Firavun’un eşi Asiye26, Ashab-ı Kehf (yedi uyuyanlar) gibi örnekler insanların kendilerini kuşatan toplumsal ve kültürel belirleyenleri aşabileceklerinin ilk akla gelen örneklerindendir. Yine bu çerçevede, insanın kendine bir ideal koyması ve bütün kanunlarını, zevklerini, haklarını bu idealden çıkarmaya kalkması belki de tarihin gördüğü en büyük insan sapmalarından biri olarak görülmelidir. Zira bu ideal içerisinde zevklerin, hakların sınırı belirsizdir ve bu sınırsız arzuların güdümüne giren insanın yarattığı dünyanın tarihi de savaşların, tahakkümlerin, açlıkların, sefaletlerin dünyası olagelmiştir. Hem zihinsel hem de bu zihne alet olarak iş görecek teknolojik aygıtlardaki bütün gelişmişliğine rağmen, insanın binlerce yıldır aktif özne olarak rol aldığı dünya sahnesi hala, insanca bir yaşam alanına evrilememiştir. Böyle bir tekamülün gerçekleşememesi, bu ‘ortak’ üst değerler kavramının altının oyulması ve insanlar arasında ‘ortak bir kelime’27 arayışı idealinin parçalanmış olmasından kaynaklanmaktadır. Tevhid inancının karşıtı durumundaki putperestliğin varlığını tespit etmek için, yüzyıllar öncesinde formunu bildiğimiz, puta tapan insanlar ararsak dünyada hiçbir putpereste rastlanmaz. Günümüzün putperesti, hiçbir ortak ve üst değer tanımadan, kendi ‘ideal’ini gerçekleştirmek için bütün değerleri ve insanları basamak olarak kullanma derecesinde insanlıktan sıyrılan tiplerdir. Bu anlamdaki

politeizmin en temel karakteristiği iktidar istenci ve perspektivizmdir. Bu noktada dikkat çekilmesi gereken bir nokta Tevhidin tek tipleştirici bir ideoloji olarak görülmesidir. Kaynağın tek olması, bu kaynaktan beslenenlerin tektip

olmasını gerektirmez ve gerektirmemelidir: “… (Ey Ümmetler) Her birinize bir şeriat ve bir minhac (onu uygulama yöntemi) verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde sizi denemek için böyle yaptı. …”28 Farklı ümmetlerin aralarındaki ilişkileri düzenlemede (şeriat/şir’a) farklı yol tutmaları, ahlaki ilkelerde bir temele dayanmalarına engel değildir. İnsanın temel ontik yapısına dayanan ve Allah’ın doğuştan bu fıtrata neyin iyi neyin de kötü olduğunu yerleştirmiş olmasına dayanan29 ahlak temeli, bütün insanlarda ortaktır. Bu anlamda yerel bir ahlaktan bahsedilemez. Haksızlık, her yerde haksızlıktır, zulüm her yerde zulümdür, iyilik de her yerde iyiliktir. Bu kavramların yerel olarak farklı tanımlanması, onlara temel özelliklerini veren ‘iyi ve kötü’ nitelikleri bir kaymaya

uğramadığı sürece, bu durumu ortadan kaldırmaz. Öte yandan, semavi dinlerin vazettiği Tanrı’nın monoteistik niteliğinin, yarattığı medeniyete şiddetin hakim olduğu bir medeniyet olarak yansıması Tanrı’nın en azından monoteist özelliğinin ortadan kaldırılması yönünde çabalar sarfedilmesi sonucunu doğurmuştur. Böyle bir tektipleştirmenin sosyal düzende, politikada, vs. yarattığı bir tekelleşme ve totaliterlik varsa bunun aşılması için her türlü çabanın sarfedilmesi doğrudur. Ancak dini topluluklar içinde böyle bir tektipleştirme arzusunun

dinden değil, inananların yaşam tercihlerinden kaynaklandığı atlanmamalıdır. Varsayılan bu tektipleştirmenin kaynağı olarak görülen Tek Tanrı’nın kıyıya itilmesiyle, insanın monoteizmin yarattığı tiranik emperyalizmden kurtulacağı ve gerçekliğin tarihinin derinliklerinde gizli bulunan yeni boyutları ancak bu yolla keşfedebileceği

yönündeki söylemler, yanlış teşhişten kaynaklanmakta ve insanların önüne de böylece yanlış hedefler konulmaktadır.

Gönderi tarihi:

Kozmosdaki Düzenin ve Yaşamın Garantisi Olarak Tevhid

Kur’anın resmettiği Allah, alemde varolan ve varolmakta olan her şeyin anahtar kavramı olarak öne çıkarılmaktadır. Allah; mutlak kudret sahibi, her şeyi bilen, adil, dünyaların Rabbi, yeri ve gökleri nizam ve düzenlerini vererek yaratan, hayatın ve ölümün varedeni, göklerin ve yerin hükümranlığı kendisine ait olan, gücüne karşı

konulamaz, hesapları hızlıca gören, herkesin yapıp ettiklerini zerre miktarınca olanlarına kadar bilen, hükümran ve kutsal olan Varlıktır. Bütün kullarının koruyanı, yetimlerin sığınağı, yolunu şaşıranların yolunu aydınlatanı, acıların dindireni, mahrumların Dostu, acılı olana Teselli veren O’dur. Cömert olan, hep veren ama hiç almayan, bağışlayan, merhamet sahibi de yine O’dur. Kozmosda her şey için bir ölçü konulmuş olması,30 kainatta ince ayar yürüyen

nizam ve düzen, her şeye tek bir kudretin hakim olduğunu göstermektedir. Varlığı oluşturan bütün yapı parçaları, küçüğünden büyüğüne kadar, birbirini destekleyen bir tarzda çalışmaktadır. Organik büyük bir varlık şeklinde varlığını devam ettiren alem bu yapısıyla hem kudret sahibi bir varlığı göstermekte hem de bütün bu planlamaların

Tek bir varlığa dayandığına işaret etmektedir. Kainatın başlangıcında gaz halinde bulunan maddelerin, kendi aralarında gruplaşarak yıldızları meydana getirmemeleri ihtimali getirmeleri ihtimalinden çok daha yüksekti, ama durum bunun tersi olarak gerçekleşmiştir. Tek başına bu örnek bile, evrendeki inayeti ve evrenin kendi başına bırakılmamış olduğunu gösterir. Varlık halindeki her şey, bir hikmetle ayarlanmış, yeryüzünde hayatın gerçekleşmesi için hizmete konulmuştur. Bunların olmama ihtimalinin olma ihtimalinden daha yüksek olmasına rağmen, bütün bunların varolması, her şeyde aynı ve tek elin aktif olduğunu göstermektedir. Varlıklar alemindeki bu düzen ve gayelilik, insan hayatına yönelik bir iradeyi göstermektedir. Evrendeki her şeyin birbirinden haberdar bir şekilde organik bir bütünün varlığını devam ettirmesi için sürekli işbirliği içinde çalışıyor olmaları da bu ‘tek’ elin varlığıyla

ilgilidir. Aleme bu düzeni veren iradenin tek değil de birden çok olması, bu düzenin, gayeliliğin ve varlık parçaları arasındaki işbirliğinin ortadan kaybolması, bütün kozmosun da yok olup gitmesi anlamına gelirdi. Kur’an bunu sistemli bir delil formatında insanlara sunmaktadır: “Eğer yerde, gökte Allah’tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de bozulurdu. Arşın sahibi olan Allah, insanların O’na yükledikleri niteliklerden yücedir.”31 “De ki: Eğer, onların dedikleri gibi Allah’la beraber tanrılar bulunsaydı, o durumda hepsi arşın sahibi olmaya çalışırlardı.”32

“Allah çocuk edinmemiştir. O’nun yanında hiçbir tanrı da yoktur, olsaydı, her tanrı kendi yarattığına sahip çıkar ve birbirinden üstün olmaya çalışırlardı. Allah onların nitelendirmelerinden yücedir.”33 “Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; size gökten ve yerden rızık veren Allah’tan başka bir yaratan mı var? O’ndan başka tanrı yoktur..”34 Alemde yaratılmış bütün unsurlar arasında bir çatışma ve ayrışma değil de işbirliği olması, kozmosdaki her şeyin bir sonuç olduğu kadar başka şeylere sebep olarak düzenlenmiş olması, vs. tek bir Varlığı göstermektedir.

 

İnsanlığın Birliğinin Kaynağı Olarak Tevhid

Tevhid temelinde, İslam dininin temel yapı taşlarından biri, hem Tanrısını hem de gönderdiği ilahi kitabı kendi tekeline almamış olmasıdır. İslamın Tanrısı bütün insanların Tanrısı, kitabı da bütün insanların kitabıdır. Kur’an’daki “Ey inananlar!” hitabının yanında, “Ey insanlar!” hitabının varlığı da bunu göstermektedir. Bu kucaklayıcı felsefe yerellikten kurtulmanın ve kucaklayıcı bir dünya görüşü sunmanın da temelini oluşturur. Bu evrenselci anlayışın ve bunun temelinde yatan birlik fikrinin en belirgin temsil edildiği ayet-i kerimelerden biri şudur: “Kim bir insanı kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibi olur, kim de bir insanı öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibi olur.”35

Kur’an ayetlerinin büyük bir kısmının, insanların Tanrı kavramını anlama ve anlamlandırmalarında temel rol oynayan, ama büyük bir tahrife uğrayan kavramları yeniden asli haline kavuşturma amacında olduğu düşünüldüğünde, insanlığın temel kavramlarının tahrifine bağlı olarak parçalanmış halinin Kur’an’da yeniden bütünlenmeye çalışıldığı görülecektir. Yukarıdaki Kur’an ayetinin Yahudilikte ifadesini bulan yapısına baktığımızda, tekelleştirilen tevhidin Kur’anla, dine, dile, renge ve etnik kökene bakmaksızın nasıl insanlığın birliğini öne çıkaran bir hayat kaynağına dönüştüğünü müşahade ederiz: “Kim bir İsrailoğlunu kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibi olur, kim de bir İsrailoğlunu öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibi olur.”36 Müşriklik kadar, dinlerin de insanlığın birliğini parçalama aygıtları olarak kullanımına karşı Kur’anın yine İbrahim figürünü öne çıkardığını görmekteyiz. Hz. İbrahim’i Yahudi ve Hıristiyan kimlikleri altında mütalaa etmeye çalışan tekelci zihniyete karşı onun “dosdoğru’ kişiliği öne çıkarılmaktadır: “Sonra da sana: “Doğru yola yönelerek İbrahim’in dinine uy! O müşriklerden

değildi” diye vahyettik.”37 “İbrahim, ne yahudi, ne de hıristiyan idi; fakat o, Allah’ı bir tanıyan, dosdoğru

bir müslüman idi; müşriklerden de değildi.”38

 

Varlıklardaki Birlik Fikrinin Temeli Olarak Tevhid

Allah’ın hakim ismi (plansız hareket etme anlamındaki sefeh’in karşıtı olarak), alemi bir plan dahilinde yarattığını ve alemde işleyen sürecin de bu plana göre yürüdüğünü ifade etmektedir. Bu planın parçaları durumundaki varlığın ve bu varlığı bir bütün olarak temsil eden olayların ortak bir hedefe gitmesi ve belirlenen üstün iyiyi oluşturması, varlığını Tek bir kaynağa bağlı olmasına borçludur. Olayların ve varlıkların birbirine bağlı oluşu, varlıkların bir bütün olarak ortak bir hedefe (telos) yönlendirildiklerini gösterir. Bütün varlığa sinen bu ‘birlik’, Tek bir planlayıcı fikrini besler. Buna tabiattaki gayeyi (Telos) örnek vermek mümkündür.∗ Bir ağacın yetişebilmesi için bütün varlıklar (güneş, yağmur, toprak, vs.) işbirliği yapar, birlik içinde davranır ve ortak amaca odaklanır. Bu anlamda Varlığın birliği fikri, hem dinlerin hem de bilimin vurguladığı bir noktadır. Kur’an Tanrı’nın birliğini bütün birlik fikirlerinin temeline koyar: “Şayet Allah’tan başka Tanrı’lar olsaydı yer ve gökler bozulur giderdi.”39

Birbirinden bağımsız nesneler fikrinden birbiriyle bağıntılı ve birbirini destekleyen varlıklar fikrine (monizm) giden bilimin ve birbiriyle mücadele eden Tanrılar fikrinden Tek bir Tanrı fikrine (monoteism) giden din anlayışının birleşmesi, bu bağlılığın kendini gösterdiği zirve noktalardan biridir. İçinde yaşadığı evrende insan, bir ilişkiler ağının parçasıdır. Diğer insanlarla, Yaratıcıyla, tabiatla, vs. Din, kendi bireyselliğini gerçekleştirme noktasında olduğu zaman bile, insana bu bütünü dikkate alan bir ilişki ahlakı vermiştir. Bu ağı parçalayan ve hayatı kendi bütünlüğü içinde görmeyen düşünce yapısı, ürettiği düşünce ve insan tipi ile, insanın hayatta varolma hedeflerini (mümin olma=güven verme ve güven içinde bulunma; imarda bulunma=ömür sürülecek bir ümranı/medeniyeti

kurma, vs. hedefler) bulanıklaştırmaktadır. İnsanın kalitesini, alet kullanan canlı, tanımlamasıyla kullandığı aletlerin gelişmişliğiyle ölçen ve bütünden kopararak kendi merkezine odaklayan düşünce insanın bireyselliği açısından da yıkımlar getirmiştir. Özgürlüğünü kısıtladığını varsaydığı tüm bağları kesip atarken, insana güvenlik veren, kendisini tanımladığı bağları da koparmış, üzerinde hakimiyet kurmaya çalıştığı dünyayı insanı tehdit eden bir alana dönüştürmüştür. Allah, ‘Varlığın göz bebeği’40 olarak anılacak insanın duruşunu güçlendirmek için kendi ismini paylaşarak41 onu, melekler dahil bütün varlık düzlemlerinin üzerine çıkarmakta, vahyin de en temel konusu yaparak bu bağlılığı sağlamlaştırmaktadır. Kur’an başka konulardan bahsederken, Allah’ı konu yaparken de insana vurgu yapmaktadır. Örneğin Allah tövbeleri kabul eden ‘Yüce bir bağışlayıcı’ olduğundan bahsederken, hemen aklımıza günah işleyen ve günahlarının bağışlanması için O’na yakaran bir varlık, insan gelir. Alemde olup bitenler birer yol ve yordam gösterici olarak ‘Allah’ın ayetleri’ olarak anıldığında, yine kendisine yol gösterilen insan akla

gelecektir Bütün bu kavramların önünde sonunda insana geliyor olması, Allah’ın bütün varlıklara teklif ettiği ‘emanet’i42 tek yüklenicinin insan oluşundan kaynaklanmaktadır. Bu bağlılık/bağımlılık düşüncesi, öte yandan, dünyaya atılmışlık fikrini ve bunun yarattığı zihinsel ızdırabı da dindirecektir. Bu atılmışlık düşüncesi, inançsızlığı

doğurmakta, inançsızlık da derin bir kötümserliğe, yahut Sartre’da ifadesini bulduğu şekliyle, bir bulantıya yol açabilmektedir. İnsanı hayata bağlayan ve hayatı insan için anlamlı kılan ve bunun devamını güvence altına alan Yüce bir varlık fikrinin verdiği güven duygusu, bu bağlılık psikolojisiyle yaratılır. Böylece, ‘unutanlar’

ve ardından da ‘unutulanlar’ olma riski de ortadan kaldırılır. Bu bağlılık durumunu atlayıp, hayatı sadece içinde yaşadığımız boyutuyla yorumlayıp kötürümleştiren yaklaşımın temsilcilerine şöyle seslenilmektedir:

“Allah’ı unutup Allah’ın da kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkmış kimselerdir.”43 Hayatı kötürümleştiren bu “unutan ve unutulan“ insan tipi, ipek kozası içinde kendi gayretinin kurbanı olan kelebek gibi, kurtarmaya çalıştığı dünyasını kendi elleriyle karartmaktadır. Bu bağlılık/bağımlılık fikri, beraberinde Yunan menşeli düalizmin yarattığı kapalı evren modelinin reddini de getirecektir. Tabiatüstünü,

tabii olandan koparıp, zaman ve mekan içinde iş görme imkanını ortadan kaldıran ve buna imkan veren kavramların (yaratma, inayet, vs.) içini boşaltan bu anlayış da, böylece, ortadan kalkmış olacaktır. Tanrı hakkında konuşurken kullandığımız dilin en temel belirleyeni de, insanlarda bir ‘bağlılık’ ve ‘bilinç’ yaratmasıdır. ‘Kur’an’ın ‘takva’ olarak kavramsallaştırdığı bu ‘hal’, bilgi ile pratiğin birleştiği ve birinin varlığının diğerine bağlandığı

bir model sunmaktadır. Bu bilinçlilik durumu, yaratılmış olmanın getirdiği sınırlı oluştan, yeryüzünde bulunmanın belli bir üstün gayeyi gerçekleştirmeyi gerektirdiği ve bunun için de Allah tarafından, Tanrısal olanı mikro seviyede gerçekleştirme görev ve yetisinin insana verildiği gibi iki farklı uç arasında gerçekleşecektir. ‘Sınırlı oluş’ ve ‘gerçekleştirilecek yüce hedefler’ gibi iki uzak uç arasındaki mesafenin yarattığı gerilim, bu sınırlılığın farkında oluş ile (takva) aşılabilecektir. ‘Bilinçlilik’, sınırlı olduğumuz gerçeğini önümüze koymakta, ‘sınırlı’ oluşumuza dair

farkındalığımız ise, sınırlılığımızın bizde yarattığı gerilimi azaltmaktadır. Zira, bu sınırlılık durumu insanın aklını ve zihnini yoracağı ve sonuçlar alacağı bir alanın varlığıyla, bu akıl ve zihnin sonuç alamayacağı ve her çabanın sonuçsuz ve meyvesiz bir eylem olarak kendisine döneceği (hebâen mensûra)44 bir alanın varlığını

gündeme getirecektir. İnsan aklının çekemeyeceği bu ağırlığın merkezi İlahi Olan’ın zatı ve buna dair bilginin alanıdır. Bu durumda Tanrı’nın zatıyla ilgili düşünce ve konuşmaların etki alanı, Tanrısal değil insani alan olacaktır. Onunla ilgili her düşüncemiz ve kurgumuz, bizim bu ‘bilinçlilik’ durumumuzu güçlendirmeyi hedeflemelidir.

Sonuçta bu ilişkinin omurgası epistemolojik (rasyonalist bir tutum) değil, ontolojiktir (egzistansiyalist bir tutum). Kur’an metninin insanla olan iletişimini ontolojik bir zemin üzerine çekmek, Kur’anda anlatılan olayların gerçekliğinden ziyade anlamı üzerinde yoğunlaşma gibi bir sonuç getirecektir. Bu ontolojik zemin, hiçbir

zaman Kur’an’ın epistemolojik zeminini zedelemez. Ama öncelik ontolojik iletişimin yarattığı varoluşsal anlamdadır, epistemolojik iletişimin yarattığı zihinsel anlamda değil. Bağlılık, ibadet, güven gibi hayatın devamını sağlayan değerler bu ilişkinin içeriğini oluştur. Bu anlamda Allah’tan gelen vahiyle bir gerçekliğin izini sürme,

beraberinde insanın bilgisinde ve zihninde değişikliği getirir ve bu bilgiyi kalbe dönüştürür. Böyle bir dönüşüm insanın gözündeki perdeyi, kulaklarındaki ağırlığı, vs. kaldırır. İmana ve imanı destekleyecek bilgiye ulaşmanın önündeki bu engellerin kalkması, hayatın kaynağı olan ve devamını sağlayan Varlık hakkında bütüncül bir

bilgiye ulaşmanın da yolunu açar. Böyle bütüncül bir bilgiye ulaşma sürecinde, hem Kitap’la hem de Kitabın vahyedeni ile karşı karşıya geliriz. Kitaba ne kadar kendimizi verir ve açarsak, vahyedenine dair farkındalığımız da o ölçüde artar.

Üç Dinin Ortak Paydası Olarak Tevhid

Allah’ın yaratma ve vahiy tarihi boyunca insanlara yaptığı en temel çağrıların başında ‘Tevhid’ gelmektedir. Bu anlamda tevhid, önce insan zihninde belli bir yapılanma yaratan, ardından da yaşam biçimlerini şekillendiren bir inanç durumundadır. Tarihe eşlik eden inanç gruplarının bu zihin ve yaşam alanlarının şekillendirilmesi

yönündeki irade aynı kaynaktan gelmektedir. İnsanlık tarihinin gelişim seyrini belirleyen temel nosyonun kaynağı durumundaki bir İradenin ve bu iradenin tarihte yer tutmuş hali durumundaki iman topluluklarının birbiriyle ilişkilerini yeniden gözden geçirmelerini gerektirir. Standartları koyan BİR Tanrı’nın yokluğu, kendi hevasını tanrısı edinenlerin politeist dünyasını yaratacaktır. Nietzche’nin değerlerle ilgili eleştirilerinin sonucunda ölümüne hükmettiği Tanrı’dan sonra ortaya çıkacak olan bu rölativizm ve nihilizmdir. Tarih boyunca bu birlik fikri hep vurgulanmış, insanlar da bunu unutma ile malül olmuşlar bu temel ilkeyi hatırlamama hastalığına yakalanmışlardır:

“Öyleyken, bunlara ne oluyor ki hatırlamaktan yüz çeviriyorlar? Arslandan ürkerek kaçan yabani eşeklere benziyorlar … .”45 “Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, orada olanları akledecek kalpleri, işitecek kulakları olsun. Doğrusu, yalnız gözler kör olmaz, ne var ki göğüslerde olan gönüller de kör olur.”46 “Onlara kendisine verdiğimiz ilkelerden sıyrılarak şeytanın takibine uğrayan ve azgınlardan biri olan kişinin durumunu hatırlat. Dileseydik, onu ilkelerimizle yükseltirdik, ama o aşağılığa yöneldi ve hevasına uydu. … .”47

Sonuç

Kur’an, her düzeydeki şirkin ve ayrılığın birliğe ve bütünlüğe dönüştürüldüğü ve insanların kendi iradeleriyle oluşturmakta zorlandıkları birlik fikri ve idealinin zirveye taşındığı en temel iki mekanı, Cami ve Kabe’yi öne çıkararak, tevhidi gözle görülür sembollerle resmetmekte ve uygulama alanına getirmektedir. Dil, renk, sınıf

gibi toplumsal hayatın ve insan ilişkilerinin temel belirleyenleri olan ve insanın seçimine bağlı olmayan bu unsurlar, temel belirleyenler olma kriterinden uzaklaştırılarak, gerçek tek kriterin insanlık ve bu insanlığı en üst seviyede yaşamanın ve yaşatmanın adı olan takvanın ve ihsanın48 altı çizilmektedir. Takva ve ihsan, tevhid bilincinin en üst düzeyde tutulduğu ve bunun insanda süreklilik kazanıp bir karaktere dönüştüğü aşamayı temsil etmektedir. Muttaki ve muhsin kul, hayatını düzenlerken ve işlerini görürken, her şeyi gören ve bilen, kullarını destekleyen, onların duasını işitip karşılık veren, zorda olanın yardımcısı olan, gücü sınırlanamayan, bilgisinde eksiklik bulunmayan, vs. bir varlığın sürekli desteğini yanında görecektir. Takva ve ihsan bu davranış modlarının oluşturduğu bir şuur durumudur ve kök salması ve beslenin gelişmesi ancak, insanlar arasındaki ilişkileri kendi çıkarlarının,

arzu ve emellerinin ötesinde belirleyen ve teşvik ve bu ilişkiye rengini veren ‘tevhid’le irtibatlı olmalarıyla mümkündür.

 

 

 

1 Müzzemmil 73: 9. 2 Duhan 44: 8. 3 Bakara 2: 163. 4 Bakara 2: 164. 5 En’am 6: 75-79. 6 Al-i İmran 3: 2. 7 Bakara 2: 255. 8 Al-i İmran 3: 18. 9 Sad 38: 5. 10 Ra’d: 13: 16. 11 Fâtır 35: 3. 12 Bakara 2: 172. 13 Tevbe 9:31. 14 Kehf 18: 15. 15 Neml 27: 59.

16 Enfal 8: 42 17 Ra’d 13: 14. 18 En’am 6: 116. 19 Yunus 10: 78. 20 Bakara 2: 170. 21 Zuhruf 43: 21-22. 22 Kehf 18: 110.

23 Müddessir 73: 42, 45. 24 Mâide 5: 100. 25 Neml 27: 80; Rûm 30: 52. 26 Tahrim 66: 11. 27 Al-i İmran 3: 64. 28 Maide 5: 48.

29 Şems 91: 8. 30 Talak 65: 3; Kamer 54: 49; Furkan 25: 2; Ra’d: 13; A’la 87: 3. 31 Enbiyâ 21: 22. 32 İsrâ 17: 42. 33 Mü’minun 23: 91. 34 Fâtır 35: 3. 35 Maide 5: 32. 36 Mishna, Sanhedrin 4: 5. 37 Nahl 16: 123. 38 Al-i İmran 3: 67. * Tabiattaki telos’u şu örnekle açıklamak mümkündür: Bir araba fabrikasında arabanın her bir parçası ayrı ayrı yapılmaktadır. Fabrikanın bir köşesinde şanzıman, bir başka köşesinde motor, bir başka yerinde ise başka bir aparatı üretilmektedir. Ancak bütün bu parçaları yapanların bir gayesi vardır ve herkes bu gayeye odaklanmıştır. O da; hareket eden bir araba meydana getirmektir. “Hareket eden bir araba” fikri, bütün bu hareketliliği motive eden telos’tur ve fabrikadaki bütün planlamaları ve faaliyetleri anlamlı kılan da budur.

39 Enbiya 21: 22. 40 İnsan kelime anlamı olarak hem gözlem yapan hem de göz bebeği anlamlarını taşımaktadır, bkz. Nisa 4: 6.

41 Allah, insanı Rabbani olarak adlandırarak çıkaracağı kadar yücelere çıkarmaktadır (Bkz.Al-i İmran 5: 79).

42 Ayette geçen ‘emanet’ akıl, bilgi, iman, vahiy, sorumluluk gibi kavramlarla karşılanmaktadır. Aslında ‘emanet’, bunların tamamıdır. Başka bir ifadeyle insanı oluşturan temel yapı taşları ve insan olma özelliğidir. O halde emaneti, “insan olma şartları” olarak anlamak mümkündür. İnsanın kurtuluşu, bu emanet kavramını ayakta tutmasına, kaybedenlerden olması ise bu kavrama ihanet etmesine bağlı olarak gerçekleşecektir. İnsanın yükseliş imkanı ve umudu, aynı zamanda, iniş ve çöküş tehlikesi, kendi fıtratına yerleştirilen, onu insan yapan bu temel kavram etrafından şekillenmektedir. Alemde hiçbir varlığın hayatı, bu

denli bir varoluşsal gerilim içinde geçemez.

43 Haşr 59: 19. 44 Furkan 25: 23. 45 Müddesir 76: 49-52. 46 Hac 22: 46. 47 A’raf 7: 175-176. 48 Kur’an üst seviyede yaşayan muttaki kullar için ‘hidayet rehberi’ (Bakara 2: 2) olarak anılmakta, bunun da üstüne çıkan muhsin kullar için ise ‘hidayet rehberi ve rahmet kaynağı’ (Lokman 31:3) olarak nitelenmektedir

Gönderi tarihi:

Doğada her canlı büyük bir varolma savaşı veriyor. Bitkiler kök salmaya, filiz vermeye, hayvanlar yayılmaya, çoğalmaya öyle bir gayret ediyorlar ki, varlık var olacağım diye adeta çırpınıyor. Bu varolma hırsı şekilden şekile giriyor, kene olup yapışıp hışır hışır kan emiyor, kanatlanıp uçuyor, suya dalıp yüzüyor...

 

Milyonlarca tür küçüklü büyüklü canlı var olacağız diye başvurmadıkları yol yok. Asalak olandan simbiyotik yaşayana, zehirliden türlü beceriler geliştirene, akla gelmeyecek çeşitlilikte canlı.

 

Bu sürecin kökeni sandığımızdan çok daha derinde. Bu evrenin başlangıcından da önce. Evrenin tohumunda varolma isteği var ki bilinci meyve verebildi.

 

Ancak iddia edilenin aksine, tüm nedenselliği başlatan ilk neden tüm bu nedensellik örüntüsünden daha karmaşık bir tasarımcı değil. Tersine nedensellik örüntüsü giderek karmaşıklaşıyor, başlangıcı son derece basit olabilir.

 

Aynen satranç gibi. Satranç herhangi bir basit hamle ile başlayabilir. Ama oynanmış bitmiş satrancın geriye doğru hangi hamlelerle bu duruma geldiğini hesaplayabilecek bir bilgisayar yoktur.

 

Biz oluşmuş bir evrende gözlemci olduğumuz için durum son derece karmaşık. Ancak zamanın okunun hep aynı yönü göstermesi gibi kesin bir gerçeklik var ki, nedensellik örüntüsü zaman içinde geleceğe doğru karmaşıklaşıyor. Bu durum, geriye gidilebilse basitleşeceğini gösteriyor. Ama geriye gitmenin bir yolu yok. Gidebilsek, karmaşık olanın daha basiti değil, basit olanın daha karmaşığı sonuç verdiğini görecektik. Bunu göremeyişimiz, çıkarsamamıza engel değil ancak. Çünkü nedenselliğin içinde bulunduğumuz kısmında işler böyle yürüyor.

 

Bilincin evrim geçirdiği de kesin. Ve bilinç, bu sürecin başlangıcında değil, ortalarında bir yerlerde. Ne kadar ortasında, onu söylemenin hiç imkanı yok. Bence bu evrenin öncesinde ve bu evren tek değil. Evrenler gazoz gibi köpürüyor. Bilinç kabarcıklar arasında sıçramalar yapıyor.

 

Bilmediğimiz, bilincin hangi tekrarayan sıçramalarla kendini kopyalayarak geliştiği... Neden bilincin evrenimizde ortaya çıkmadığını, evrenimize miras kaldığını düşünüyorum? Çünkü bilinç çok fazla karmaşık. Bir sıçramada ortaya çıkmış olamaz ve bu durum, tasarlanmışlık görüntüsünün ana nedeni. Tasarlanmış gibi görünme o kadar öne çıkıyor ki, bu görünüm dinlere kaynaklık ediyor.

 

Saat ilerledi, kafa şişti. Galiba yeter...

Gönderi tarihi:
Bu sürecin kökeni sandığımızdan çok daha derinde. Bu evrenin başlangıcından da önce. Evrenin tohumunda varolma isteği var ki bilinci meyve verebildi.

 

Ancak iddia edilenin aksine, tüm nedenselliği başlatan ilk neden tüm bu nedensellik örüntüsünden daha karmaşık bir tasarımcı değil. Tersine nedensellik örüntüsü giderek karmaşıklaşıyor, başlangıcı son derece basit olabilir.

 

Aynen satranç gibi. Satranç herhangi bir basit hamle ile başlayabilir. Ama oynanmış bitmiş satrancın geriye doğru hangi hamlelerle bu duruma geldiğini hesaplayabilecek bir bilgisayar yoktur.

 

Biz oluşmuş bir evrende gözlemci olduğumuz için durum son derece karmaşık. Ancak zamanın okunun hep aynı yönü göstermesi gibi kesin bir gerçeklik var ki, nedensellik örüntüsü zaman içinde geleceğe doğru karmaşıklaşıyor. Bu durum, geriye gidilebilse basitleşeceğini gösteriyor. Ama geriye gitmenin bir yolu yok. Gidebilsek, karmaşık olanın daha basiti değil, basit olanın daha karmaşığı sonuç verdiğini görecektik. Bunu göremeyişimiz, çıkarsamamıza engel değil ancak. Çünkü nedenselliğin içinde bulunduğumuz kısmında işler böyle yürüyor.

 

Doğada maddenin kendinde bir bilinç olduğuna ve bunun gerçekten bu evrenden de önce varolduğuna nasıl iman edebilirim ki? Ki buna iman edilebilir sadece?

 

Bilincin evrim geçirdiği de kesin. Ve bilinç, bu sürecin başlangıcında değil, ortalarında bir yerlerde. Ne kadar ortasında, onu söylemenin hiç imkanı yok. Bence bu evrenin öncesinde ve bu evren tek değil. Evrenler gazoz gibi köpürüyor. Bilinç kabarcıklar arasında sıçramalar yapıyor.

 

Zaman sonsuz muydu? Mekan sonsuz muydu? Madde sonsuz muydu? Tek madde tasavvurlu bir alemin varsa evet, evet, evet. Sonsuz zamanın sonsuzluklarından beri evrilen maddenin bilinci evriminin ortasında(?) Peki niye?

 

Bilmediğimiz, bilincin hangi tekrarayan sıçramalarla kendini kopyalayarak geliştiği... Neden bilincin evrenimizde ortaya çıkmadığını, evrenimize miras kaldığını düşünüyorum? Çünkü bilinç çok fazla karmaşık. Bir sıçramada ortaya çıkmış olamaz ve bu durum, tasarlanmışlık görüntüsünün ana nedeni. Tasarlanmış gibi görünme o kadar öne çıkıyor ki, bu görünüm dinlere kaynaklık ediyor.

Saat ilerledi, kafa şişti. Galiba yeter...

Şöyle de denebilir: Kendiliğinden oluyormuş gibi görünme o kadar öne çıkıyor ki bu görünüm ateizme kaynaklık ediyor. Ne sınav ama.

Gönderi tarihi:
... akıl ile kavrayamıyorsan nereden biliyorsun Tanrı'nın varlığını?

...

 

Allah'i tanimak baska, Allah'in varligini bilmek baskadir...

 

Muhyiddin Ibn Arabi'nin Fahreddin er-Razi'ye yazdigi mektuptan.

 

Saygilar..

Gönderi tarihi:
Maddeyi Allah’la eşitleyeceksin.

Maddenin her bir parçasını ilahlaştıracaksın.

Yaratanı aklımızla kavrayamayız diyenleri madde ve Allah’ı aynı kefeye koyuyorlarmış gibi gösterip bu çelişik bir görüştür diyeceksin.

Onun sıfatlarının ne olduklarını ve niteliklerini kelam alimlerinin tartıştığını fakat Zatının akılla kavranamayacağı en uç mezheplerde bile kabul edilmişken buna soyunacaksın,

Peygamberlere imanı atladık, kainat karşısında soru soran insanın Zatı yaratılanlara benzemeyen bir yaratıcıya inanmasının imkansız olmadığı cevabını geçip soracaksın,

Vahiy gerçeğini atlayacaksın ya da laf kalabalığı yapacaksın,

Cevaplamayacağın soruları ben cevaplayayım diyeceksin.

Akılla Allah’ın varlığını sezebilmek ayrı, Allah’ın Zat-ı İlahiyesini kavramak ayrı. Hangi İslam alimleri? Ne demişler? Belirtmeyeceksin.

Akılla bulduğun önerme şu olacak

“Varlıktan (ki burada maddeden) başka ilah yoktur.”

Ki bunun ilah yoktur anlamına geldiğini anlayamayacaksın,

Bir müslümanın müslümanım diyen başka birine yapmaması gereken en önemli şeyi yapacaksın. Müşriklikle suçlayacaksın.

Bunu yanlışlarınızı gösteren bir ileti olarak kabul edin lütfen. Sizi bir şeyle de suçlamıyorum. Şirk suçlaması çok ağırdı o yüzden yani.

 

Sayın magician,

 

Elbette Sayın boşig bir cevap verecektir sana, ancak onun yanlışlarını göstermemişsin, kendi inançlarını gerçek diye bize satmaya kalkmışsın. Kendi inançlarınla ölçünce de onun sorularaı ve irdelemeleri sana yanlış gibi görünüyor.

 

Zira, bütün iddian "vahy gerçeği" ve "peygamberler" dediğin bir masala dayanıyor.

 

Zahmet et şu vahy gerçeğini (!) bir anlatıver bana ve benim gibi diğer bilghisizlere.

 

Vahiy gönderen ile vahy alan arasındaki ayrımı ve İslam'ın Allah'ının mekansız ve konumsuzluğunu bana anlat.

 

Bekliyorum.

 

Saygılar.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.