Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

O halde size şunu söylemem gerekiyor, sorular tasavvuf yolunda geçilmemiş önemli bir dönemin kalıntılarıdır. Tasavvufta soru soru ilerlenmez. Tevekküle dayalı gözlemlerle ilerlenir. Hatta şüphe merkezli soru sormak tasavvufun adabına sığmaz. Yaşayan bir mürşidiniz yoksa -ki sanırım yok- tasavvufun içine girmeniz oldukça zor.

 

Mevlana, Yunus, Beyazıt-i Bistami vs alimler size kitaplarıyla tasavvuf yolculuğuna dair çok şey veremezler. Çünkü herkes nasibince "yol"lanır ve herkesin yolculuğu başka nimetler içerir. Bu Allah ile kulu arasındaki özel bir sistemdir. Mürşid adabı ve kapıları gösterendir. Tasavvuf sırlar alemidir. Bilgiler, Mürşid-mürid arsında zamanla, müridin çabaları ve başarısına oranla aktarılır. Her ifşa olan ifşa edilmez, her bilinen söylenmez.

 

Emine Işınsu'yun 'bir ben vardır bende benden içeri" adlı kitabını okudunuz mu, bilmiyorum. Yunus Emre'nin hayatını kaleme almış yazar. Bir müridin hâlleri ve emekleri göz önüne seriliyor. Tasavvufta sırlar da böyle ifşa olmuş oluyor.

 

Ve bu arada Tasavvufta derinliğin ziyadesi yoktur. Muvaffakiyette de öyle.

 

Konuya dönecek olursak eklemek istediğim son bi cümle var: Allah her yere vakıftır; fakat mekânla muhatap değildir.

 

Saygılarımla...

  • Cevaplar 206
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:
O halde size şunu söylemem gerekiyor, sorular tasavvuf yolunda geçilmemiş önemli bir dönemin kalıntılarıdır. Tasavvufta soru soru ilerlenmez. Tevekküle dayalı gözlemlerle ilerlenir. Hatta şüphe merkezli soru sormak tasavvufun adabına sığmaz. Yaşayan bir mürşidiniz yoksa -ki sanırım yok- tasavvufun içine girmeniz oldukça zor.

 

Sayın Su Damlası...

İsterseniz bu kadar emin olmayın...

 

Öyle bir iki kitap okumuş olmakla konuşuyor değilim...

 

Gönderi tarihi:
Sayın Brainslapper...

 

Yaratma ne demektir???

 

Yaradılan ne demektir???

 

Bence siz biri bir köşeye geçti diğer "ayrık" olanı yarattı bitti gibi ele almışsınız olayı...

 

Halbuki şunu hesaba katmıyorsunuz ki inancımıza göre şu an yaradılan olarak zaman ve mekana kısıtlanan biziz ve her şeyi yaratmış olan zaman ve mekanın yaratıcısıdır zaten...

 

Yani inancımız içinde dile getirmeye çalıştığınız ikilem yok her zaman dediğim gibi sorun tabandaki düşünce farklarımız...

 

Ali Bey, renkli yerleri okuyunuz.

 

Yaratan ve yaradılan farkının olmaması için, yani "Biri (Tanrı) bir köşeye geçti, diğer ayrık olanı (zaman, mekan, herşey) yarattı." dememek için, geriye kalan tek seçenek, Yaratan ve yaratılan'ın aynı olmasıdır.

 

Slapper İslam alimi değilim her şeyi açıklayamam ancak şunu bil ki tek pencere seninkisi değil...

 

Bunu anladığında bizi de anlayacaksındır...

 

Yeryüzüne birçok Peygamber gelmiştir zaten, ilk insanın da Peygamber olduğu düşünülürse ortak pek çok nokta olması bazılarının art niyetine katkı yapsa da bana gerçekten evrensel bir dini anlayışın varlığını gösteriyor...

 

Dinsel inanç da evrimsel değildir,insanlar Peygamberlerle uyarılmış ancak yine sapmışlardır, bugün teoloji ile isimlendirdiklerimiz aslında çağın her döneminde her yerde bulunmuş olabilecek görüşlerdir; öyle ki sadece dinler içinde bile bunlara benzer farklı anlayışlar çıkmıştır...

 

Ali Bey,

 

"Peygamber gelmiştir, "vahiy gönderilmiştir" ifadeleri bile, ZORUNLU olarak bir "Yaratan" ve "yaratılan" ayrımını beraberinde getirir.

 

Peygamber gelmiştir, vahiy gönderilmiştir demek, "Biri bir köşeye geçti (Tanrı), diğer ayrık olana (peygamber sıfatı verilen şahıslar) vahiy gönderdi."

 

Halbuki siz bu düşünceye itiraz ediyorsunuz. İtirazınız haklıdır. Ama haklı olduğunuz için kendi dininizle çelişiyorsunuz. Zira bütün semitik dinler "Vahiy gönderen" ve "vahiy alan" ayrımına dayanır. Bütün semitik dinler "yaratan" ve "yaratılan" ayrımına dayanır.

 

Birinin (Tanrı) bir köşeye geçip, herşeyi (zaman, mekan, tüm mahlukat) yaratmadığını anladığınız zaman, birinin (Tanrı) bir köşeye geçip, birilerine (peygamber sıfatı verilen kişiler) mesaj vermediğini de anlayabileceksiniz.

 

Saygılar. Ayrıca renklendirdiğim cümlen için de teşekkürler. Harika bir cümle idi.

Gönderi tarihi:
Sonuçta şöyle bir özdeyiş ortaya çıktı. "Panteistler tanrıyı işten attı, deistler emekli etti, ateistler öldürdü." 20 asrın ortalarında sonsuz boşlukta yalnız başına bunalımdan bunalıma sürüklenen bir çağ insanı duruyordu karşımızda.

Evet slapper madde tek gerçeklik ise doğadaki olguların ardında ya da içinde bir bilinç var mı? Maddeci ateistler yok diyorlar. Sizin görüşünüz/imanınız nedir? Varsa bu bilinç kime ait?

 

Sevgili magician, ben bilincin olup olmadığının tespit edilemeceğini, düşünüyorum. Hani siz beni itham etmiştiniz ya bir insan nasıl hem agnostist hem ateist olur diye. Böyle olunuyor.

 

Maddede bilincin olup olmadığını tespit edemedik. Ne kadar bölesek parçalasak da, madde gittikçe daha da küçülüyor, ama sonu bulunamıyor.

 

Benim size sorum şu, bir bilinç varsa size göre, o bilinç'e Tanrı mı diyorsun.

O bilinç Tanrı ise, yani Madedeye ait o bilinç tanrı ise, sen Panteit misin?

 

Yoksa, madde ve bilinç ayrıdır, yaratan ve yaratılan ayrıdır mı diyorsun?

 

Fikirlerini öğrenmek istiyorum.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:

İki alıntı arasındaki benzerliği farkettiniz mi bilmiyorum...

"Tanrı Bilgisi" her kimde olursa olsun "Kişisel bir çabanın" ürünüdür...

Fazla bir şey yazmama gerek yok...

 

Boşigciim, fazla yazmama gerek yok demişsin de, Muhammed'in "seçilmişlik" iddiasına bir açıklama getirmemişsin.

 

""Tanrı Bilgisi" her kimde olursa olsun "Kişisel bir çabanın" ürünüdür. " diyorsun, tamam Muhammed'in ki de kişisel çaba diyelim, senin ki de.

 

Peki Muhammed'i "seçilmiş, özel, Tanrı'nın elçisi" yapan şey nedir senin gözünde.

 

Ben bunu anlamak istiyorum.

 

Zira panteist veya Vahdet-i Vücutçu bir düşünce peygamberlik makamını kabul edemez. Düşüncenin niteliği gereği kabul edemez.

Yani insanların "kişisel çabaları ile" ulaşmaları gereken bir bilgiye ulaşmalarına aracılık etsin diye Tanrı'nın dünyadan bir adamı özel olarak görevlendirdiğine inanmaları kendi inançları ile çelişir. Zira Panteistlerin, Vahdetçilerin düşüncesi, senin de söylediğin gibi: "Tanrı Bilgisi" her kimde olursa olsun "Kişisel bir çabanın" ürünüdür. Hiç kimse aracılık edemez.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:
Rab, yarattıklarına benzemez. "Hiçbir şey O'nun dengi ve benzeri değildir" Bu ayet onu maddeden ayırır. Benzersiz ve tektir. Bu da O'nu tasavvur etmemizi zorlaştırır. Her hangi bir şekil veya renkten münezzeh bir Rab tahayyülü kurmanız mümkün mü?

 

Allah'ı düşünmek günah değil. O'nu tüm noksanlıklardan, kötülüklerden ve çirkinliklerden gayrı düşünebilirsiniz. Bunda bir beis yok. Ama aklınızda kurduğunuz bu şekle/hayale vs'ye "kesinlikle Allah budur" demek hatadır. Bu şekli başkalarına empoze etmeye çalışmak da günahtır.

 

Allah'ı yalnızca kendi bilir. Biz onu anlamaya ve bilmeye çalışırız. Ve aslında bu sebeple her inananın Rabbi bir diğerinden farklılık arz eder. Kimi daha çok merhametli düşünür kimi ilmine takılır kimi adaletine kimi kudretine... Odaklanmalar farklı, algılama ve yaşamın getirisi/götürüsü bakışlar farklı...

 

"Kulumun zannı üzereyim" der, Allah.

 

İslam'daki ince husus, zihnimizi Allah'tan soyutlamamak ve Allah'ı zihnimizle sınırlamamaktır.

Yukarıda Allah'ın şekli üzerine açıklamalarda bulundum; şimdi şeklinin ötesinde eylemleri ile varlığını ortaya koymaya çalışacağım.

 

Mekân ve zaman kullara ait kavramlardır. Bir atölyede raflar usta için değildir. Üretilen malzeme içindir. Modayı da zaman olarak algılarsak, bu da ustanın değil; ürettiği ürünlerin ömrüyle alakalıdır.

 

Yaratan ve yaratılanlar nitelik ve nicelik olarak farklıdır. Fakat ayrılar mıdır? Tartışılan husus bu. Allah gören ve işiten olarak her an kuluyladır. Koruyan ve gözeten olarak da kuluyladır. Ancak, Allah olarak, Yaratıcı-İlah ve Rab olarak kulundan ayrıdır. Allah'ın isimlerinin/ sıfatlarının ayrı ayrı vurgulanması hususu dikkatinizi çekmişse bu noktaya varmış olmanız gerekir.

 

Sevgili Su damlası,

 

Yukarıda, "Ama aklınızda kurduğunuz bu şekle/hayale vs'ye "kesinlikle Allah budur" demek hatadır. Bu şekli başkalarına empoze etmeye çalışmak da günahtır. " diyebiliyorsun, ama Muhammed'in kafasında kurduğu şekli insanlara empoze ettiğini göremiyor musun?

 

Varsa Tanrı, Muhammed'in O Tanrı'ı, işkenceci psikopat bir megaloman olarak tarif edip, bu düşüncesini herkese empoze etmeye çalıştığını görmek çok mu zor?

 

Neden zor?

 

Kendi düşüncelerine "Bunlar Tanrı'nın kendi sözüdür" diyerek, eleştirilere karşı kutsal bir duvar ördüğü için mi zor?

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:
...

Zira panteist veya Vahdet-i Vücutçu bir düşünce peygamberlik makamını kabul edemez. Düşüncenin niteliği gereği kabul edemez.

Yani insanların "kişisel çabaları ile" ulaşmaları gereken bir bilgiye ulaşmalarına aracılık etsin diye Tanrı'nın dünyadan bir adamı özel olarak görevlendirdiğine inanmaları kendi inançları ile çelişir. Zira Panteistlerin, Vahdetçilerin düşüncesi, senin de söylediğin gibi: "Tanrı Bilgisi" her kimde olursa olsun "Kişisel bir çabanın" ürünüdür. Hiç kimse aracılık edemez.[/b]

 

Vahdet-i Vucud dusuncesini savunanlar Peygamberlik makamini ve Islam'i kabul ederler.

 

Tanri bilgisinin kisisel bir cabanin urunu oldugu dusuncesi Vahdet-i Vucud ile degil, onlarin da felsefelerine dayanak yaptiklari, Peygamber'in "Kendini taniyan Rabbini de tanir!" sozuyle baslar Islam tasavvufunda. Ayni sekilde savlarini Kur'an ile delillendirirler.

 

Tasavvuf anlayisinda Islam, hayatin insani ve fitrata uygun sekliyle yasanmasi icin yol isaretleri barindirir, kurallar toplulugu olarak ifade edilir. Vahdet-i Vucud dusuncesindeki Islam alimleri, bahsedilen Tanri bilgisinin salt bir zihinsel cabanin urunu olamayacaginin altini cizerler. Bunu "suur"la, "feraset"le, "takva"yla birlestirirler. Hakiki bilginin yolunun ancak Islam'i hakkiyla yasamaktan gectigini soylerler. Islam'i hakkiyla yasamak, Ali'nin dedigi gibi; "cennet sevgisi ve cehennem korkusuyla" itaat etmeyi asarak kisiyi "ilahi ask" mertebesine goturur. Vahdet-i Vucud dusuncesi sadece bir dusunce seklinden ibaret degildir, Allah'in rizasina uygun yasama gayretidir ozetle. Muhyiddin Ibn Arabi'nin tavsiyelerine bakilabilir. ve daha nicelerinin.

 

Ali'nin yukarida bahsettigim sozunu acmak isterim. Ibadeti uc bolume ayirir: Cennet sevgisi yani tacirin ibadeti, cehennem korkusu yani kolenin ibadeti ve nihayet Allah sevgisi yani hurlesmis, ozgurlesmis olanin ibadeti. Uc ibadet seklinin de Allah katinda kabul gordugunu ama Allah sevgisinin bambaska oldugunu soyler. Cunku Islam insanliga ortalama bir sesleniste bulunur ve herkesi kapsar. Amaci yeryuzunde fitrata uygun bir yasamdir. Bunun saglanmasini oncelikli gorur. Fakat Allah sevgisi her bir kisinin kendi cabasiyla elde edebilecegi bir makamdir. Ve bunu da takva ile mumkun gorur. Tasavvuf ehli de bu noktada, Kur'an'in ortalama insan aklina, duygularina, fitratina ve azami gerceklige hitap edisi konusunda sunu savunur: "Kisi Allah'in rizasi dogrultusunda hayatini duzenledikce, kendisini nefsi arazlardan giderip gonlunu sevgi ile kusattikca Kur'an ona kendisini daha cok acar ve bircok insanin gormedigi seyleri gorur." Nitekim Arabi ve Hallac'in, goruslerini israrla Kur'an'a dayandirmalarinin temeli de budur.

 

Selam ile..

Gönderi tarihi:

"Tanrı... Büyük yabancı.

Başka hiçbir sözcük bu denli hem yakın, hem uzak olamaz.

Tanrı üstüne hiçbir şey bilmiyoruz aslında: Biliyormuş gibi davranıyoruz.

Varolarak bakıyoruz.

Varolmayışı bizi ilgilendirmiyor." :)

Gönderi tarihi:
Boşigciim, fazla yazmama gerek yok demişsin de, Muhammed'in "seçilmişlik" iddiasına bir açıklama getirmemişsin.

 

""Tanrı Bilgisi" her kimde olursa olsun "Kişisel bir çabanın" ürünüdür. " diyorsun, tamam Muhammed'in ki de kişisel çaba diyelim, senin ki de.

 

Peki Muhammed'i "seçilmiş, özel, Tanrı'nın elçisi" yapan şey nedir senin gözünde.

 

Ben bunu anlamak istiyorum.

 

Zira panteist veya Vahdet-i Vücutçu bir düşünce peygamberlik makamını kabul edemez. Düşüncenin niteliği gereği kabul edemez.

Yani insanların "kişisel çabaları ile" ulaşmaları gereken bir bilgiye ulaşmalarına aracılık etsin diye Tanrı'nın dünyadan bir adamı özel olarak görevlendirdiğine inanmaları kendi inançları ile çelişir. Zira Panteistlerin, Vahdetçilerin düşüncesi, senin de söylediğin gibi: "Tanrı Bilgisi" her kimde olursa olsun "Kişisel bir çabanın" ürünüdür. Hiç kimse aracılık edemez.

 

Saygılar.

 

Ben bunu daha önce bir yazımda açıklamıştım, bulunca alıntılayacağım...

Ama şimdilik açıklayayım...

 

Hz. Muhammed ya da diğer peygamberler elbette ki kişisel çabaları neticesinde bunu elde etmişlerdir...

"Peygamber" olarak kabul etmemin nedeni,

O'nun "Vahdet-i Vücut" bilgisine erişebilmiş olmasından kaynaklanmaktadır.

 

Daha ayrıntılı yazmak isterdim ama uyuz patron sorun çıkarıyor, illa ki dağıtıma çıkayım diye...

Akşama devam ederim...

 

Saygılarımla...

Gönderi tarihi:
Ali Bey, renkli yerleri okuyunuz.

 

Yaratan ve yaradılan farkının olmaması için, yani "Biri (Tanrı) bir köşeye geçti, diğer ayrık olanı (zaman, mekan, herşey) yarattı." dememek için, geriye kalan tek seçenek, Yaratan ve yaratılan'ın aynı olmasıdır.

Ali Bey,

 

"Peygamber gelmiştir, "vahiy gönderilmiştir" ifadeleri bile, ZORUNLU olarak bir "Yaratan" ve "yaratılan" ayrımını beraberinde getirir.

 

Peygamber gelmiştir, vahiy gönderilmiştir demek, "Biri bir köşeye geçti (Tanrı), diğer ayrık olana (peygamber sıfatı verilen şahıslar) vahiy gönderdi."

 

Halbuki siz bu düşünceye itiraz ediyorsunuz. İtirazınız haklıdır. Ama haklı olduğunuz için kendi dininizle çelişiyorsunuz. Zira bütün semitik dinler "Vahiy gönderen" ve "vahiy alan" ayrımına dayanır. Bütün semitik dinler "yaratan" ve "yaratılan" ayrımına dayanır.

 

Birinin (Tanrı) bir köşeye geçip, herşeyi (zaman, mekan, tüm mahlukat) yaratmadığını anladığınız zaman, birinin (Tanrı) bir köşeye geçip, birilerine (peygamber sıfatı verilen kişiler) mesaj vermediğini de anlayabileceksiniz.

 

Saygılar. Ayrıca renklendirdiğim cümlen için de teşekkürler. Harika bir cümle idi.

 

Seçenek falan yok ortada Sayın Brainslapper...

 

Ayrık olmamak ve özdeş olmamak hususlarını yeterince açıklamaya çalıştım zaten, geçmiş iletilerimi bir daha okuyun lütfen...

 

Kullandığım cümle gayet açık ve sizin de kabul ettiğiniz gibi mantıklıdır...

 

Ancak benim penceremden bakamıyorsunuz yine: Her şeyin yaratıcısı o köşelerin de yaratıcısıdır; doğal olarak yaratma bir köşeden olacak değildir...

 

Doğal olarak mesajın da bir köşeden verildiği yoktur, yine zaman ve mekanla sınırlanmayanın yaratmış olduğuna kendinden haber vermesi vardır...

 

Gördüğünüz gibi yine çelişki yok...

 

Zamanında bir başka arkadaşa da dediğim gibi: Siz bana otuz lafla gelseniz ben de size otuz cevap veririm, hiç şüpheniz olmasın...

 

:zorro:

Gönderi tarihi:
Seçenek falan yok ortada Sayın Brainslapper...

 

Ayrık olmamak ve özdeş olmamak hususlarını yeterince açıklamaya çalıştım zaten, geçmiş iletilerimi bir daha okuyun lütfen...

 

Kullandığım cümle gayet açık ve sizin de kabul ettiğiniz gibi mantıklıdır...

 

Ancak benim penceremden bakamıyorsunuz yine: Her şeyin yaratıcısı o köşelerin de yaratıcısıdır; doğal olarak yaratma bir köşeden olacak değildir...

 

Doğal olarak mesajın da bir köşeden verildiği yoktur, yine zaman ve mekanla sınırlanmayanın yaratmış olduğuna kendinden haber vermesi vardır...

 

Gördüğünüz gibi yine çelişki yok...

 

Zamanında bir başka arkadaşa da dediğim gibi: Siz bana otuz lafla gelseniz ben de size otuz cevap veririm, hiç şüpheniz olmasın...

 

:zorro:

 

Ancak şu var ki, ben bu yazıda açıklayıcı bir cevap bulamadım. Ya siz, diğer okuyucular???

Gönderi tarihi:

Açıklayıcı cevap nedir???

 

Bulamayan neyi bulamadığını ve bulamadığının yerinde ne gördüğünü söyleyemez mi???

 

********** iletilere karşı dahi olsa cevap yazmak yerinde olabilir...

 

Arkadaş madde ötesine geçildi mi olayı maddeden ayrık düşünüyor, bu yüzden maddeyle özdeşleştiriyor Tanrı kavramını bense ona diyorum ki:Böyle bir ayrıma gerek yok, Sayın Tengriin boşig'e de anlattığım gibi ayrıklık da özdeşlik de söz konusu olmayınca çelişki doğuruyor denilemez bir durum dile getiriyoruz biz...

 

Yani Yaradan'ın bir köşeye geçip yaratmış olması söz konusu olamayacağı gibi Yarattığı ile özdeşleşmiş yaradan düşüncesi de değildir bunun karşısındaki, sebep ise bu bakışın bizim kısıtlı algılamamız(zaman, mekanvs....)dan geliyor olmasıdır...

 

Her kapı herkese açılmaz; kapıları açmak isteyen önce samimi olmalıdır, sonra da kendisinin kilit karşısında ne durumda olduğunu ve ne durumda olabileceğini anlaması gerekir...

 

:zorro:

Gönderi tarihi:
Seçenek falan yok ortada Sayın Brainslapper...

 

Ayrık olmamak ve özdeş olmamak hususlarını yeterince açıklamaya çalıştım zaten, geçmiş iletilerimi bir daha okuyun lütfen...

 

Kullandığım cümle gayet açık ve sizin de kabul ettiğiniz gibi mantıklıdır...

 

Ancak benim penceremden bakamıyorsunuz yine: Her şeyin yaratıcısı o köşelerin de yaratıcısıdır; doğal olarak yaratma bir köşeden olacak değildir...

 

Doğal olarak mesajın da bir köşeden verildiği yoktur, yine zaman ve mekanla sınırlanmayanın yaratmış olduğuna kendinden haber vermesi vardır...

 

Gördüğünüz gibi yine çelişki yok...

 

Zamanında bir başka arkadaşa da dediğim gibi: Siz bana otuz lafla gelseniz ben de size otuz cevap veririm, hiç şüpheniz olmasın...

 

Sevgili Muki'nin dediği gibi, herhangi bnir cevap göremiyorum yazınızda.

 

Vahiy alma ve verme olayı ile ayrık olmamayı nasıl bağdaştırıyorsunuz?

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:
Vahdet-i Vucud dusuncesini savunanlar Peygamberlik makamini ve Islam'i kabul ederler.

 

Tanri bilgisinin kisisel bir cabanin urunu oldugu dusuncesi Vahdet-i Vucud ile degil, onlarin da felsefelerine dayanak yaptiklari, Peygamber'in "Kendini taniyan Rabbini de tanir!" sozuyle baslar Islam tasavvufunda. Ayni sekilde savlarini Kur'an ile delillendirirler.

 

Tasavvuf anlayisinda Islam, hayatin insani ve fitrata uygun sekliyle yasanmasi icin yol isaretleri barindirir, kurallar toplulugu olarak ifade edilir. Vahdet-i Vucud dusuncesindeki Islam alimleri, bahsedilen Tanri bilgisinin salt bir zihinsel cabanin urunu olamayacaginin altini cizerler. Bunu "suur"la, "feraset"le, "takva"yla birlestirirler. Hakiki bilginin yolunun ancak Islam'i hakkiyla yasamaktan gectigini soylerler. Islam'i hakkiyla yasamak, Ali'nin dedigi gibi; "cennet sevgisi ve cehennem korkusuyla" itaat etmeyi asarak kisiyi "ilahi ask" mertebesine goturur. Vahdet-i Vucud dusuncesi sadece bir dusunce seklinden ibaret degildir, Allah'in rizasina uygun yasama gayretidir ozetle. Muhyiddin Ibn Arabi'nin tavsiyelerine bakilabilir. ve daha nicelerinin.

 

Ali'nin yukarida bahsettigim sozunu acmak isterim. Ibadeti uc bolume ayirir: Cennet sevgisi yani tacirin ibadeti, cehennem korkusu yani kolenin ibadeti ve nihayet Allah sevgisi yani hurlesmis, ozgurlesmis olanin ibadeti. Uc ibadet seklinin de Allah katinda kabul gordugunu ama Allah sevgisinin bambaska oldugunu soyler. Cunku Islam insanliga ortalama bir sesleniste bulunur ve herkesi kapsar. Amaci yeryuzunde fitrata uygun bir yasamdir. Bunun saglanmasini oncelikli gorur. Fakat Allah sevgisi her bir kisinin kendi cabasiyla elde edebilecegi bir makamdir. Ve bunu da takva ile mumkun gorur. Tasavvuf ehli de bu noktada, Kur'an'in ortalama insan aklina, duygularina, fitratina ve azami gerceklige hitap edisi konusunda sunu savunur: "Kisi Allah'in rizasi dogrultusunda hayatini duzenledikce, kendisini nefsi arazlardan giderip gonlunu sevgi ile kusattikca Kur'an ona kendisini daha cok acar ve bircok insanin gormedigi seyleri gorur." Nitekim Arabi ve Hallac'in, goruslerini israrla Kur'an'a dayandirmalarinin temeli de budur.

 

Konunun dağılmasını istemiyorum, ancak, İslam tasavvufunda, insanların inançlarını İslam'a dayandırmaları İslam'daki hoşgörüsüzlük ile alakalıdır.

 

Dinden çıkanın öldürüldüğü bir inanç sisteminde, insanlar İslam dışı her düşünceyi savunurlar, ama her zaman, müslüman olduğuklarını vurgularlar.

 

Bu şeye benzer: Ateist düşünceleri savunup savunup sonra da ben müslüman'ım dememe benzer.

 

İslam tasavvufundaki ünlü kişilerin geröçekten müslüman olup olmadıklarını anlamak için düşüncelerine ve uygulamalarına bakmak gerekir. Düşünce ve uygulamaları daha çok budist keşişlerinin yaşamlarını andırır, Vahdet-i Vücut düşüncesinin en hakim konumda olduğu dinin mensuplarının yaşamlarını yani.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:
Sevgili magician, ben bilincin olup olmadığının tespit edilemeceğini, düşünüyorum. Hani siz beni itham etmiştiniz ya bir insan nasıl hem agnostist hem ateist olur diye. Böyle olunuyor.

 

Maddede bilincin olup olmadığını tespit edemedik. Ne kadar bölesek parçalasak da, madde gittikçe daha da küçülüyor, ama sonu bulunamıyor.

 

Benim size sorum şu, bir bilinç varsa size göre, o bilinç'e Tanrı mı diyorsun.

O bilinç Tanrı ise, yani Madedeye ait o bilinç tanrı ise, sen Panteit misin?

 

Yoksa, madde ve bilinç ayrıdır, yaratan ve yaratılan ayrıdır mı diyorsun?

 

Fikirlerini öğrenmek istiyorum.

 

Saygılar.

 

bilinç

1 . İnsanın kendisini ve çevresini tanıma yeteneği, şuur.

2 . Bir toplumdaki ruhsal etkinliklerin veya ruhsal durumların bütünü.

3 . Dimağ.

4 . mecaz Temel bilgi, temel görüş.

5 . ruh bilimi Algı ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci, şuur

Maddede kendinden bir bilinç yoktur. Madde bilinçsizdir. Taşın, dağın, ağacın, kuşun, suyun, lavın bilinci olmaz.

Bilincin olup olmadığının tespit edilemeyeceğini düşünüyorsun böylece agnostistim demişsin. Ama aynı zamanda ateistim demişsin tanrı yok diyorsun. Yani sana göre içkin ya da aşkın bir ilah yoktur. Belki varsa varsa maddede bir bilinç vardır ama bunun da var olup olmadığını bilemeyiz diyorsun yanlış anlamadıysam.

 

Benim bu konudaki fikrim bellidir. Alemi içindekilerle birlikte Allah yaratmıştır. İslam teolojisi özellikle kelam ilmi O’nun hakkında nasıl tasavvurda bulunmamız gerektiğini açıklıyor.

Onun Zatı akıl tarafından kavranamaz. Akıl buna yetmez bu noktada dumura uğrar. Ama mahlukat alemindeki insanlar O’nu gördükleri mahluklarla açıklamaya çalışırlar. Yaratan ve yaratılan sıfat-fiillerine bakarak O’na yaratılanlar gibi mekan tayin etmek gereksiz bir çabadır. Yaratma fiilinin tek başına ne anlama geldiğini bile kavrayamaz insan aklı.

Bu noktada yapacağınız insan aklının bu olguları anlayabilecek düzeyde olup olmadığını sorgulamanızdır. Birçok filozofun da girdiği bu tartışmada benim vereceğim cevap yine bellidir. İnsan aklı her şeyi anlayabilecek yeterlilikte değildir.

Ama nedense İslam teolojisi bunu yaptığında akla değer vermemekle suçlanmış batılı filozoflar yaptığında ise “agnostisizm” gibi şaşalı etiketlerle sunulmuştur kitlelere.

Yani slapper sen de tabiatta bilinemez bir şeyler olduğunu savunuyorsun. Ama İslam Allah’ın Zatı hakkında bir şey bilinemez dendiğinde bizi aklı bir kenara bırakmakla suçluyorsun. Bunu sen yapıyorsun diye söylemiyorum (belki yapmıyorsun) ama böyle bir temayül var.

Gelelim sorularına. Bana göre sonradan yaratılmış olan maddenin bir bilinci yoktur. Panteistler buna doğanın ruhu falan demişlerdir. Ama ben panteist ya da vahdet-i vücutçu değilim. Mutasavvıfların durumuna bir şey demiyorum Su Damlası arkadaşımız bu konuda bazı şeyler söylemiş zaten. Tecrübi bilgimiz olmadığı için onlar hakkında dışarıdan ahkam kesmek doğru değil.

Madde kendinden gelen bir bilince sahip değildir. Bilinçli görünen olayları yaptıran yaratan aşkın bir ilaha tabidir. İmzamdaki kelebeğe bakalım yine. Kelebeğin kafası, kanatları, dnaları ya da dna atomları bilinçli değildirler. Ama kelebeğin kanadında göz resimleri vardır. Kelebek düşmanının kim olduğunun bilincinde midir? Düşmanının düşmanı kimdir, bunun bilincinde midir? Göz resminin oluşması için hangi hormonuna nasıl bir emir verilmesi gerektiğini ya da kanattaki renkli hücrelerin nasıl dizilmesi gerektiğiyle ilgili o hücrelerle bir iletişim kurmuş mudur? Kelebeğin varsa bilinci nerededir? Binlerce soru çıkarılabilir buradan. Ama cevap verilemez. Bir ateistin en fazla diyebileceği “bilim bir gün bu soruların cevabını bulacaktır.” olabilir.

Peki Allah nasıl müdahale etmektedir bu sürece diye soracaksın belki. Bir arkadaşın dediği gibi O neliği ile buraya müdahale etmektedir? O’nun ne olduğunu tasavvur edip doğruyu bulmamız imkansızken yani bu bizim için bilinemez iken neliğini kavramamız da imkansızdır. Öncelikle akıl bunu kavrama yeteneğine sahip midir diye sormanız gerekiyor.

Gördüğümüz şey onun Esmaül Hüsnasının tezhürleridir. O’nun ilminin, kudretinin, sanatçılığının büyüklüğünü görüyoruz.

Doğanın benim için böyle bir manası var. Doğa ya da madde yaratıcı olamaz. Yaratıktır, ikincildir.

Gönderi tarihi:

BEN HEMEN SÖYLİYİM nerede

 

problem : tabanı birbirlerine göre eğimi aynı olan üç çeşit eşkenar dörtgen ile kapanmış düzgün altıgen bir dik prizma verilsin.bu prizmanın toplam yüzey alanının en küçük değerde olması için eşkenar dörtgenler arasındaki açı ne olmalıdır?

 

cevap : 3 ünlü matematikçi bu problemi çözer cevap 70 derece 32 dakikadır.peki bu problemi tamı tamına aynı cevabı çözerek veren hayvan hangisidir acaba.cevap ARI.

 

bu matematik profesörlerine elinize bir cetvel alın bu açıları tam tutturarak bir altıgen çizin desek,hele hele bu hesapları yapan üç profesöre üçünüz ayrı yerden başlayarak altıgenler çizin,ortadaki altıgenlerde tam düzgün,kusursuz olsun desek hiç şüphesiz bu kadar ince bir çizimi beceremezlerdi.görülüyorki arı hem büyük bir teorisyen hemde müthiş bir pratisyendir.

 

bazıları buna iç güdü derler.oysa 6 haftalık örü olan arı ile yeryüzünün en zeki canlısı olan insanın ilk 6 haftası düşünüldüğünde insan bu sürede 1,2,3, e kadar bile sayamaz.

 

aaaa pardon ya ayeti yazmayı unuttum kusura bakmayın '' efendin dişi bal arasısına vahyetti.dağlarda ağaçlarda insanların kurdukları çardaklardan kendine evler edin.SONRA RABBİNİN SANA KOLAYLAŞTIRDIĞI YAYLIM YOLLARINA GİR''. son cümleyi büyük yazdım çünkü bu kolaylaştırılmış denen yol ayrı bir mucizedir.ilgilenen varsa azda olsa bilgilerimizi paylaşmaya hazırız.

 

saygılar...

Gönderi tarihi:
Sevgili Muki'nin dediği gibi, herhangi bnir cevap göremiyorum yazınızda.

 

Vahiy alma ve verme olayı ile ayrık olmamayı nasıl bağdaştırıyorsunuz?

 

Saygılar.

 

 

İki maddeyi karşılaştırmıyoruz burada...

 

 

 

Klasik mantığın bu konuda yetersiz olduğunu söylüyor ve sözümde de ısrar ediyorum;hatta yetersizliğini onun içinde de gösterebiliriz...

İnsan A dır; A hayatın yani B nin içindedir ve o hayatın var oluşuna dair yani B nin olma nedeni olan C ye dair fikir yürütmk istemektedir; yapabileceği A'nın B'yi araştırması A olarak kendilerine verilenle ve bildirilenle B ile C'yi anlamaya çalışmaktır kaldı ki bu arayış B konusunda dahi onu tam sonuca ulaştıramayacaktır ve C'ye A olarak ulaşması zaten mümkün değildir, tek olabilecek yine C'den gelecek olanla aydınlanmaktır...

 

Eğer üst olandan bahsediyorsak onu buraya ve hatta daha da aşağı olan "ben" e hapsedemeyiz...

 

 

Ayrıklık özdeşlik hususu içinse:

 

A B'yi var edense B A'dan gelmedir ve ondan tam anlamıyla ayrık düşünülemez, yoksa her şeye hakim olan A aşağı görülmüş olur ancak aynı şekilde A'dan gelen B A'yla özdeş değildir bu da A'yı B'leştirerek ona kusur yükler...

 

Diyoruz...

 

İşte kurduğunuz mantıktaki hata yine kendinde...

Siz "A denk değildir B'ye" derken

A'yı; Kişi

B'yi; Varlık

C'yi; Tanrı olarak ele alıyorsunuz...

 

Oysa ki;

A= Tanrı-Evren-İnsan....

 

Diyor vatandaşımız(sayın Tengriinboşig)

 

Ve ona da cevap veriyoruz bakın:

 

Demişsiniz adeta bağı baside indirgemek istercesine; halbuki:

 

C: Her şeyin yaratıcısı

B: Yarattığı müthiş düzenden dilim

A: Müthiş düzenin dilimi içinde çevresine göre üstte bir yaradılmış

 

O hepimize ulaşır, ulaşamayan bizleriz...

 

Yani açık olmayan bir şey yok, çelişki de yok, tabandan farklı düşüncelerimiz var, olay bu...

 

:zorro:

Gönderi tarihi:
Konunun dağılmasını istemiyorum, ancak, İslam tasavvufunda, insanların inançlarını İslam'a dayandırmaları İslam'daki hoşgörüsüzlük ile alakalıdır.

 

Dinden çıkanın öldürüldüğü bir inanç sisteminde, insanlar İslam dışı her düşünceyi savunurlar, ama her zaman, müslüman olduğuklarını vurgularlar.

 

Bu şeye benzer: Ateist düşünceleri savunup savunup sonra da ben müslüman'ım dememe benzer.

 

İslam tasavvufundaki ünlü kişilerin geröçekten müslüman olup olmadıklarını anlamak için düşüncelerine ve uygulamalarına bakmak gerekir. Düşünce ve uygulamaları daha çok budist keşişlerinin yaşamlarını andırır, Vahdet-i Vücut düşüncesinin en hakim konumda olduğu dinin mensuplarının yaşamlarını yani.

 

Saygılar.

 

Sizin ateist olduğunuzu belli etmeden inandığınız misalinde bize hissettiren yine sizsiniz(verdiğiniz misal); halbuki bu isimler açıkça saf ve temiz inanç örneği sergilemişlerdir ve bunlardan dolayı da çokça düşman edinmişlerdir; özellikle tasavvufa mal olmuş bazı isimlerin yitirilmesinden sonra da bazı sapmalar görülmüş olabilir, buna bir şey diyemem; ama tasavvuf o büyük isimleriyle salt İslam'dan uzak anlayıştır demek yanlış oluyor, sonuçta biz de hiç okumadık değiliz hani...

 

:zorro:

Gönderi tarihi:

Bilinç sorununun çok fazla sorun olmaması gerekiyordu ama, neyse...

 

Yalnız bilinç sorununun tasarım sorunu ile birleştirilemeyeceğini bir kez daha tekrar ediyorum.

 

Sorun olan bazen şu ki: Evrenin deterministik olduğundan bahsedildiğinde, bir çok kimse bunu evrenin tanrının kaderinin güdümünde devindiği anlamını çıkarıyorlar, tarihte de determinizm üzerindeki tartışmalar bu çerçevede süregelmiştir.

 

Ancak günümüz bilimsel determinizm anlayışı bundan tamamen farklıdır. Günümüz bilimcileri kuantım ve kaos yoluyla determinizm ilkesinin geçerliliğini yitire mi bileceğini, yoksa belirsizliğin de yasaları olabilir ve bulunabilir mi diye çaba gösteriyorlar.

 

Buna yanıtı aslında (yaklaşık) ikibin yıl önce Petronius "Raslantının nedenleri vardır" diyerek vermişti.

 

Bu cümle ilk anda kaderi öngörüyor gibi görünür. Bu sözün önemini ilk anlayan sanımca Poincare'dir. Determinizmin kader ile aynı şey olmadığını, tam tersine kaderin antitezi olduğunu Poincare'nin bıraktığı çalışmaları yıllar sonra ortaya çıkaran bir çok fizikçi ve matematikçi (çoğu aynı zamanda felsefe ile ilgileniyorlardı) anladılar. Ancak determinizm ile kaderin öyle bir ortak yanları var ki, bu aynı şey sanılmalarının en güçlü nedeni: Raslantıyı ikisinin de yadsıması. Bu benzerlik binlerce yıl Petronius'un kaderi varsaydığı yanılgısını sürdürdü. Bugün kanı odur ki bilinen ilk determinist Petronius'tur. Determinizmi modern durumuna ilk sokan da Poincare'dir.

 

Bu sorunu çok yaşadığım için özellikle tekrar ediyorum: Poincare'den önceki tüm determinist tasavvurları unutun, hepsi kadere vurgu yaparlar ve özgür iradeyi yadsırlar. Modern determinizmin özgür iradeyi yadsıması söz konusu bile edilemez. Evet, en büyük yanılgılar binlerce yıl boyunca milyonlarca insanın inandıkları olanlardır. Bunları aşmak hiç kolay değildir. Yani şimdi moderniydi, klasiğiydi, iyice karışıyor iş farkındayım ama, neyse bir konu daha var:

 

Benzer bir yanlış anlama konusu: Descartes'in "Düşünüyorum, o halde varım" sözünü, bilinç sorununu ortaya koymak için kullanmam. Descartes bu sözden yola çıkarak tanrı varsayımını ortaya atar. Yani bilinç sorununu tanrı ile çözer. Bunu tabii ki biliyorum ve tanrı varsayımına karşı olanların Descartes'i sevmediklerini biliyorum. Bazı arkadaşlarım Descartes adını duydukları anda kaşlarını çatarlar. Onlara Descartes'in felsefeyi belkemiğinden yakalayan adam olduğunu anlatmak faydasızdır, halbuki ben Descartes'i sorunu çözen değil, en iyi ortaya koyan adam olarak görüyorum. Sorunu ortaya koyduktan sonra Descartes'le yolumuz ayrılıyor. O tanrıya gidiyor, ben determinizme.

 

Ben Descartes'in bu sözüne çok önem vermekle birlikte (hatta bu sözü felsefenin temeli olarak görüyorum) onunla aynı sonuca çıkmıyorum. Bilinç sorunu felsefenin en can alıcı sorunudur ve görmezlikten gelinemez, ama tanrı varsayımına veya güncel anlamda bilinçli tasarım varsayımına götürdüğünüz anda düşünmekten vaz geçmişsiniz demektir. Tanrı varsayımı aklın pes etmesidir.

 

"Ben buraya kadar düşünür, gerisini Allah'a bırakırım" diyenlere lafım yok. "Daha ilerisini düşünürsek kafayı yeriz" diyenlere zaten hiç sözüm yok. Bir de nihilistlere zaten hiç kimsenin diyecek bir lafı yoktur. Onlara hiç ama hiç bir şeyi kanıtlayamazsınız. Kafa düşünülerek yenmez, bir nihilist bulup tartışarak mükemmel yenir. Hayatta yapacağınız en çılgın iş bir nihilistle tartışmaktır. (Deneyimle söylüyorum)

 

Neyse ben yine önemle vurgulayayım: bilinç sorununu ortaya atmanın çözümü bilinçli tasarım kesinlikle değildir. Determinizm=kader değildir, determinizmxkader dir. Tanrı varsayımı aklın havlu atması demektir. Buna ayıkan çok az bilinçli tasarım savunucusu var. Onlara determinizm dediniz mi, can düşmanlarını görmüş gibi, kendilerini kendi silahlarıyla vuran birini görmüş gibi olurlar.

 

Son vurgum: Felsefede kullanılan karşıtlık, düşmanlık, yergi, çürütme kavramları gündelik hayattan tamamen bağımsızdır. "Descartes" dediğimde düşmanının adını duymuş gibi olan arkadaşa gündelik hayatta en sıcak tavrımı gösteririm. Felsefe ayrı, dostluk ayrı. Fikirler kıran kırana çarpışmak içindir, ama eller el sıkışmak, yüzler gülümsemek içindir.

 

Bunun tek istisnası "Böyle düşünmeye devam edersen tanrı seni cezalandıracak" diyen arkadaşlar. O zaman işin tadı kaçıyor. Yani bunu söylemek şimdi kural dışı, biz burada özgür düşünce üretiyoruz. Böyle deyince futbolda topu elle kesmek gibi bir şey oluyor. Sevmediğim bir yöntem de: "Şunu açıklayabiliyor musun? Açıklayamıyorsun. Öyleyse tanrı var!" yaklaşımı. Ey biz de zaten binlerce yıldır açıklayacaz diye uğraşıyoruz, ne için uğraşıyorduk da? Öyle zırt diye açıklanabiliyor mu? Açıklayamadıklarımızla değil, açıklayabildiklerimizle kanıt üretiriz. Açıklayamadıklarımızsa konu, zibil gibi, sürüsüne bereket. Ama işimize yarayan, açıklayabildiklerimiz.

 

Fakat ne olursa olsun, fikirlerimiz zıt kutuplarda da olsa aynı suyu içiyor ve aynı atmosferi soluyoruz. Düşünüyorsak, birlikteyiz. Hepimiz aynı şekilde düşünseydik dünya öyle sıkıcı olurdu ki, tasavvur dahi etmek istemem.

 

Son demiştim ama, bir vurgu daha yapacağım: Bütün incelikler, ayrıntılarda gizlidir. Ayrıntılar ilk bakışta aynı görünen olguların birbirinin çok zıttı olduğunu ortaya koyar. Hayatta en büyük yetenek, ayrıntıların farkına varabilmektir.

 

Herkese saygılar...

Gönderi tarihi:

İsim ve kavram sahiplenmeden fikirlerinizi çok güzel belirtmişsiniz sayın Demirefe, sizinle ilk tartışmamızda da gayet düzeyli bir ortam oluşmuştu...

 

Fakat ne olursa olsun, fikirlerimiz zıt kutuplarda da olsa aynı suyu içiyor ve aynı atmosferi soluyoruz. Düşünüyorsak, birlikteyiz. Hepimiz aynı şekilde düşünseydik dünya öyle sıkıcı olurdu ki, tasavvur dahi etmek istemem.

 

Saygılar...

 

Sevgiler...

 

 

:zorro:

Gönderi tarihi:
Seçenek falan yok ortada Sayın Brainslapper...

 

Ayrık olmamak ve özdeş olmamak hususlarını yeterince açıklamaya çalıştım zaten, geçmiş iletilerimi bir daha okuyun lütfen...

 

Sayın ali0_1...

Size yapılan bazı tavsiyelere uymanızı rica ederim...

Yukarıda;

"Özdeşlik" ve "Ayrılık", "Aynılık" kavramlarına bakmanızı önermiştim.

Lakin bunu benim size göstermem gerekiyormuş demek ki:

 

sozluk.mikrobeta.com.tr

 

Özdeş Olmak:

Her türlü nitelik bakımından eşit olan, ayırt edilemeyecek kadar benzer olan,aynı.

Bir ve aynı olan, bir ve aynı anlama gelen.

Kendinde özdeşlik bulunan, °identik.

 

sozluk.mikrobeta.com.tr

 

Ayrık Olmak:

Ayrılmış.

Ayrı tutulan, başkalarına benzemeyen, ayrıcalı, °müstesna.

Kuraldışı, °müstesna.

 

Eğer ısrar ederseniz söyleminizden şu anlam çıkar;

"Yapıları Özdeştir ancak birbirlerinden Ayrıdırlar.

Yani Tanrı ile Yaratılmış; Özdeştir,

Ancak birbirlerinden Ayrıktır..."

 

Bu savı destekliyor musunuz?

Öyle görünüyor ki;

"Evet" diyeceksiniz...

 

Öyle ise devam edelim...

 

"Özdeşlik" kavramı şunu ifade eder;

Elma Ağacı = Elma Ağacı

Armut = Armut

BrainSlapper = BrainSlapper

ali1_1 = ali0_1

Tengeriin Boşig = Tengeriin Boşig

 

Yani siz

"Tanrı ile Madde Özdeştir" dediğinizde

Tanrı = Madde

Demiş oluyorsunuz...

 

Bununla beraber "Ayrıktırlar" dediğinizde ise

Tanrı'yı bir kefeye,

Madde'yi bir kefeye koymuş oluyorsunuz.

 

Bu da şunu getiriyor ki;

"Maddenin bittiği yerde Tanrı başlar...

Çünkü Özdeş ancak Ayrıktırlar..."

 

Bende diyorum ki;

"Mükemmel Tanrı" bir şeyin bittiği yerde başlıyor olamaz...

Var olan ve sınırsız olan herşeyin ta kendisi olabilir anca...

Yani "Varlık"ın ta kendisi...

 

Bakın bu reddedemeyeceğiniz bir mantıktır.

Aksi sadece çelişkiler yumağıdır.

 

Çok iddialı bir şekilde söylüyorum ki;

Tanrı'yı "Madde'den Ayrı" olarak kabul etmek,

Kabul edildiği anda çelişkilere boğulan bir görüştür, o kadar...

Ancak benim penceremden bakamıyorsunuz yine: Her şeyin yaratıcısı o köşelerin de yaratıcısıdır; doğal olarak yaratma bir köşeden olacak değildir...

Peki, tamam da...

Yaratıcı bu eylemi nereden gerçekleştirmiş?

Yani yaratılışın neresinde duruyormuş?

 

Varlığı, kendi varlığında mı var etmiş

Yoksa kendisinden ayrık olarak mı var etmiş...

 

Kendisinden ayrık ise eğer

Tanrı mükemmelliğini yitirmiş olmuyor mu?

Ki mantığını yukarıda verdim...

 

Zamanında bir başka arkadaşa da dediğim gibi: Siz bana otuz lafla gelseniz ben de size otuz cevap veririm, hiç şüpheniz olmasın...

Tutarsız olacaksa eğer cevaplarınız

Otuz lafa, Otuz bin cevap ile de gelebilirsiniz,

Bunda şaşılacak bir şey yok...

 

Oysa ki yukarıda kelimelerin anlamlarını,

Bugün hala kabul edilen bir mantık düzleminde verdim,

Temellendirdim...

 

Tutarsızlığınız ortadadır...

 

Öncelikle bu ve daha önce birikmiş sorularımın cevaplarını;

Tutarlı olmaları koşulu ile alayım...

__________________

 

Bir de şaşırdığım şey şu...

 

Hep diyorum;

Bazı kimseler "Bilimi Savundukları" halde,

Sırf dinlerin karşısında olabilmek adına işlerine geldiğinde

"Bilim Dışı"da davranabiliyorlar...

 

Ancak şunu da ekliyorum artık;

Bazı kimseler, İnançları "Akıl"ı öğütlediği halde

Bazı şeyleri açıklayamadıkları ve bazı çelişkileri kabullenemedikleri için

İşlerine geldiği zaman "Tanrı Akıl ile Kavranamaz" ya da "Biz Kavrayamayız Tanrı'yı" demektedirler...

 

Öyle ise soruyorum;

Neliğini, Niteliğini kavrayamadığınız bir şeyin varlığına nasıl inanabiliyorsunuz?

 

Devam ediyorum;

Hadi diyelim ki Neliğini ve Niteliğini kavrayamadığınız halde "Var Olduğuna" inandığınız bu şeyin var olduğunu nereden öğrendiniz?

 

Yine devam ediyorum;

Size öyle bir Tanrı'nın var olduğunu söyleyen kişi Peygamberler ise eğer, onlar için Kur'an onlarında birer insan olduğunu, insandan farklı olmadıklarını söylemiyor mu?

Eğer onlar insan farklı değillerse yani üç dört tane beyinleri falan yok ise eğer, bizim Neliğini ve Niteliğini asla bilemeyeceğimiz Tanrı'nın varlığından nasıl haberdar olmuşlardır?

 

Ve hala devam;

Hadi diyelim ki Tanrı onları "Seçmiştir"... Niye? Yani ne vardı da onlarda onları seçti Tanrı? Ne özellikleri vardı?

 

Son soruya ben cevap vereyim,

Ancak önce hatırlatayım;

 

Tanrı'ya ulaşmanın yada Tanrı'yı anlamanın imkansız olduğunu düşünen arkadaşlar bilmelidirler ki, adı geçen İslam Alimleri olarak anılan kimseler Tanrı'ya akıl ile ulaşabilmenin ve Tanrı'yı kavrayabilmenin mümkün olduğunu söylemişlerdir.

Kaldı ki Kur'an da akılı önermektedir...

Bu ise sizin kendi öz çelişkinizdir...

 

Öncelikle "Tanrı, Varlığın ta kendisidir..."

Yasalarıyla, kanunlarıyla ve varlığıyla bir bütün olarak ve kendinden başka eşi ve benzeri olmayarak "Varlık" yani "Tanrı tektir...

 

Burada "Kendinden başka eşi ve benzeri olmamak" nitelemesine dikkat çekerim;

Bana sunduğu kabul ile Tanrı'yı Madde ile Özdeş ancak Madde'den Ayrı niteleyen Sayın ali0_1 büyük çelişki yaşamaktadır...

Çünkü Tanrı Maddeden ayrı ise eğer, kendisinin eşiti vardır ki bu da yine kendisine Özdeş olan "Madde"dir.

İşte hep söylediğim gibi;

Tanrı'yı maddeden Ayrı kabul etmek asıl Şirktir...

Çnkü ayrı kabul ettiğiniz anda, kendisine özdeş ayrı bir varlık daha kabul etmiş

olursunuz...

 

Şöyle de diyebiliriz;

Tanrı ile Madde karşı karşıya; "Tanrı vs Madde"

 

Mantığı çok basit...

Yani Gazali'nin uyduruduğu ve halkın uyutmak için zorlaştırdığı gibi öyle ciltler ve külliyatlar dolduracak kadar karmaşık ve anlaşılmaz değil.

Aynen Kur'an-da dediği gibi "Apaçık..."

 

Neyse,

Devam edeyim...

Şu seçilmişlik meselesi ise;

Yunus Emre'nin dediği gibi

"-Cümleler doğru olur, eğer sen doğru isen.

Hiç bir doğru bulamazsın, eğer sen eğri isen..."

 

Kısaca "Seçim" kişinin kendisinden kaynaklanmaktadır.

Kişinin kendisi "Ene'l Hakk" görüşünde yine Tanrı'nın kendisi olduğuna göre,

Kişi kendi çabası ile varlığın iradesine ulaştığı zaman,

Kendi kendisini kurtarmış ya da seçmiş oluyor...

 

Mesela düşünün;

Hallac-ı Mansur "Ene'l Hakk" diyecek kadar kendisini

Varlığı anlamada ya da Tanrı'ya ulaşmada en üst noktaya taşımış...

Sizce peygamber sıfatındaki bir insanın altında mıdır, üstünde midir?

Yoksa yine "Hakk" olmuş o peygamber ile "Eşit" midir?

İkisi birden Varlığa karışmış mıdır?

 

Dolayısıyla "Seçilmişlik" kişinin kendi çabasından kaynaklanır.

Mesela;

Konfüçyus'ta bir peygamber olabilir,

Buddha'da olabilir,

Aristo'da olabilir,

Bumin Kağan'da olabilir,

Mete/Bagatur Han'da olabilir...

 

İşte belki bu biraz karışık gelebilir,

İtiraf etmeliyim... :blushing:

 

Saygılarımla...

Gönderi tarihi:

Şu noktadan sonra söyleyecek söz bulamıyorum; ben diyeceklerimi dedim Tengriin boşig, katılmıyorsanız tamam, o kadar şey yazıyorum sonunda sırf sizi desteklemiyor diye bir şey söylememiş gibi oluyorum...

 

Ben size özdeşlik de ayrıklık da yok,bunlarla karşılayamayız diyorum, siz bana tanım getiriyorsunuz; merak etmeyin o tanımları ÖSS öncesi çok okuduk biz!!!

 

Benim yazdıklarım gayet açıktır...

 

1)Yaratan-Yaradılan ilişkisi salt akılla çözümlenemez(bunu İslam alimleri de belirtmiş siz merak etmeyin)...

 

2)Yaratan-Yaradılan ayrılarak fazlaca somutlaştırma yapılmış olunur, yine özdeşleştirilerek bu ilişki fazlaca indirgenmiş olur...

 

3)Sınırlandırılmış olan bizler sınırı koyan isterse yine O'nun istediği kadarına ulaşabiliriz...

 

4)Allah'a inanma sebebim banadır, bilim dışı bir tavır takınmaktan çok bilime hakettiği değeri vermeye çalışıyorum, yine bu tür konular açılmasın...

 

Pes doğrusu; buyrun herkes kendi Tanrısını anlatsın; bense defalarca aynı şeyleri dinleyip iyi de ben şöyle diyorum işte demek zorunda kalayım!!!

 

Buyrun, meydan sizin, koşturun!!!

 

:angry:

 

 

Ama ben size az önce takdir ettiğim güzel bir paragrafı alıntılayım Sayın demirefe den öyle bitireyim:

 

Fakat ne olursa olsun, fikirlerimiz zıt kutuplarda da olsa aynı suyu içiyor ve aynı atmosferi soluyoruz. Düşünüyorsak, birlikteyiz. Hepimiz aynı şekilde düşünseydik dünya öyle sıkıcı olurdu ki, tasavvur dahi etmek istemem.

 

 

:zorro:

Gönderi tarihi:
1)Yaratan-Yaradılan ilişkisi salt akılla çözümlenemez(bunu İslam alimleri de belirtmiş siz merak etmeyin)...

İyi de arkadaşım, akıl ile kavrayamıyorsan nereden biliyorsun Tanrı'nın varlığını?

Bak ben anladığım Tanrı'yı sana açıkça ifade edebiliyorum...

Ya sen?

"En iyisini o bilir" demekten öteye geçemiyorsun...

2)Yaratan-Yaradılan ayrılarak fazlaca somutlaştırma yapılmış olunur, yine özdeşleştirilerek bu ilişki fazlaca indirgenmiş olur...

Al işte...

Açıklayıcı olun bence...

3)Sınırlandırılmış olan bizler sınırı koyan isterse yine O'nun istediği kadarına ulaşabiliriz...

Peki o ne kadar bilmemizi istiyor?

Ya da niye sınırlı kadarını bilmemizi istiyor?

Peki Hz. Muhammed'e bir sınır var mıydı Tanrı'yı bilmede?

4)Allah'a inanma sebebim banadır, bilim dışı bir tavır takınmaktan çok bilime hakettiği değeri vermeye çalışıyorum, yine bu tür konular açılmasın...

Tanrı'ya inanmanıza bir şey demiyorum,

Lakin bir şeyler anlatmak niyetindeyseniz, bir takım sorularla karşılaşmanız kaçınılmazdır.

Ve sorularım da bu surette kaçınılmaz olarak karşınızdadır...

 

Ne yazık ki pek bir verim alamayacağımız ortada...

 

Saygılarımla...

Gönderi tarihi:

Sayın Ali, fikirleri yüzünden insanlarla kavga etmek gülünçtür, insanlarla yaptıkları yüzünden kavga edersiniz. Sözlere tahammüllü olmak gerek, ama davranışlara değil. Nasıl örnekleyeyim, birisi bana ahmak, salak olduğumu söyleyebilir, hiç tepki vermem, ama parmağını sallayarak sadece "bana bak" bile dese tepki gösteririm. Neyse, ben bunu sadece bir ilke olarak belirtmiştim.

 

Sayın BrainSlepper, determinizmin panteizmin en büyük kanıtı olduğunun farkına vardınız mı bilmiyorum. Einstein'in panteist olduğunu ve "Tanrı zar atmaz" dediğini eminim biliyorsunuz. Bu söz, "Raslantının nedenleri vardır" sözünün Einsteincesidir. Gazeteciler Einstein'i tanrıya inanıyor musun diye çok sıkıştırırlardı. Bu sorulara hiç net yanıt vermemiş, çok sıkıştırdıklarında "Spinoza'nın tanrısına inandığını" söylemişti. Kuantum kuramına şiddetle karşı çıkmıştı, çünkü bununla determinizm ilkesinin ihlal edildiği söylenmişti.

 

Bu hâla iddia ediliyor, ancak bilimcilerin çoğu kuantum belirsizliğin de "nedenleri" olduğuna inanmaya başladılar. Hatta ben erken davranıp "Belirsizliğin nedenleri vardır" deyip tarihe geçebilir miyim ki diyorum.

 

Tabii ki espriydi...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.