TANİA HAYDE tarafından postalanan herşey
-
10-17 ARALIK DÜNYA İNSAN HAKLARI HAFTASI
Türkiye nin İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini kabul etmesinin üzerinde 57 yıl geçti ama bu süre içinde insan hakları ihlalleri azalmak yerine arttı.AKP hükümeti seçimle iş başına geldiğinde ''işkenceye sıfır tölerans '' dedi ama bu sadece seçim vaadi olarak kaldı. artık işkence karakollardan sokaklara taştı. Türkiye insan haklarının en çok ihlal edildiği ülkelerin başında geliyor. aklıma gelen örnekleri paylaşmak istiyorum *Milli güvenlik siyaset belgesinde aşırı sağ tehdit olmaktan çıkarıldı *TAYAD lılara yapılan linç girişimleri *1 Haziran 2005’de yürürlüğe giren Yeni Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemeleri Kanunu ve Ceza İnfaz Kanunu, hak ve özgürlükleri daha da kısıtladı. *şemdinlideki olayları yazan gazeteler olayların geçtiği yerlerde toplatıldı *Ceza İnfaz Kanunu ile birlikte F tipi cezaevlerinde tecrit ağırlaştırıldı. *Gökhan Belgüzar gözaltında tutulduğu Bakırköy Asayiş Büro Amirliği’nde yaşamını yitirdi. Polis, Belgüzar’ın kendini asarak intihar ettiğini söyledi. Ancak, 1.80 cm. boyundaki Belgüzar’ın sadece 80 cm. yüksekliğindeki ranzaya kendini battaniye ile asarak intihar ettiği iddiası hiç te inandırıcı değil. *MOBESE sistemi ile İstanbul’un dört bir yanı kameralarla gözetlenmeye başlandı. Sistem ile karakolların ‘şeffaflaşacağı savunulurken, Erol Sert adlı kişi “çorba parası” vermediği için polis tarafından sokak ortasında feci şekilde dövüldü. *Ordu’da konser izleyen çocuklar gözaltına alınarak dövüldü ve tehdit edildi. *8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle 6 Mart 2005 tarihinde Saraçhane’de basın açıklaması yapmak isteyen kadınlar yerlerde sürüklenerek, öldüresiye dövüldü. *Türkiyenin b,rçok yerinden Ankara yürüyen öğretmenler polislerin coplarına ve biber gazına maruz kaldı.bir çok kişi hastanelik oldu.
-
GÜNDEM
Tartışıyorlar, ekran karşısında oturmuş izliyoruz. Üniversitelerin “prof” ünvanlı Türkçü görevlileriyle MHP’li, ‘Kızıl elmacı’ takımına bakılırsa, Türkiye Cumhuriyeti, “herhangi ulusal öğenin ırki kimliğini esas almayan ve eşit yurttaşlar topluluğuna dayanan bir siyasal sistem yada oluşum”dur. “Etnik kimlikler milli kimlik içinde birleşmiştir; etnik kimliğe yönelik herhangi baskı yoktur. Türk-Kürt ayrımı sunidir. Etnik sorun olması için kriterlerinin olması gerekir ki, Türkiye’de Kürtlerin olduğunu gösterir veri yoktur. Kürtçe diye bilinen dil birbirinden farklı lehçelerden oluşmuştur. Kürtler mağduriyet psikolojisi içinde oldukları için sorun yaşanmaktadır. Türkiye’deki sorun dış bağlantılı terör sorunundan ibarettir ve bu da terörün ezilmesiyle çözülecektir, ...vs, vb.” hangi kanalı açsan bunlar var karşımızda.Son günlerde ve özellikle gecenin ilerlemiş saatlerinde, birçok televizyon kanalında düzenlenen “kimlik” konulu tartışma programlarına katılan çok sayıda üniversite hocası, gazeteci, eski-yeni politikacı, “Türk milliyetçisi” kimliklerine özel vurgu da yaparak, yukarıdaki iddiaları, takılmış-çizilmiş bir plaktan çıkan tekrarlı sesler gibi yineleyip duruyorlar. Bu tartışmalarda Gazi Üniversitesi’nde bir ekip gibi çalıştıkları anlaşılan MHP çizgisindeki “MİLLİYETÇİ PROFESÖRLER”, ülkücü gençlerin oluşturduğu “STÜDYO SEYİRCİSİ” desteğinde, “Kürt milliyetçiliği”ne karşı cepheyi tahkim çağrıları yapıyorlar. Kanal 7’de Doç. Vedat Bilgin ve ATV’de prof Ümit Özdağ, Türkiye’de “Kürt olmadığı” üzerine “bilimsel” açıklamalarını yinelerlerken, Kürtçe köy, alan, yer ve kişi isimlerinin değiştirilmesinin, “Türkçe ses uyumsuzluğu nedenli olduğu”na dair, gayet inandırıcı(!) açıklamalarda da bulundular. Bu “bilgin eğitimciler”le politikacı ve gazetecilerin oluşturduğu “ulema”, tüm bir cumhuriyet tarihi boyunca tekrarlanan “T. C’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür” koşullamasını değiştirilemez-tartışılamaz bir buyruk göstermekle kalmadılar, bu gayet milliyetçi tanımlamayı “birleştirici”, “sorun çözücü” ve aksi kanıtlanamaz bilimsel bir buluş olarak göstermeye de çalıştılar. Söylediklerinde yeni hiçbir şey yoktu; ve “birleştirici” olarak gösterdikleri “herkesin Türklüğü” iddiası ve savunusunun toplumsal bünyede oluşturduğu kangren giderek tüm bünyeyi sarıyordu. Aslında bu tartışmaları bu yoğunlukta yapmalarının en önemli nedeni de “doğruluğu”na iman tazeledikleri bu şoven Türk milliyetçisi politika ve anlayışlardı. Türkün milliyetçiliğini gereklilik ve hak; Kürtün baskıdan kurtulma, eşit ulusal haklara sahip olma ya da kendi kaderini belirleme istemini ise “bölücü suç” saymayı sürdürerek, iflas etmiş egemen politikaya inandırıcılık kazandırmaya çalışıyorlardı. Ama o tartışmalara tanık olmuş “kendi halinde bir yurttaş” bile, bu “bilmişler takımı”nın 82 yıl önceki anlayışın da gerisinde olduğunu görmüş olmalı. M. Kemal’in, 82 yıl önce, günün somut gelişmelerinden hareketle ve kendi mantığı içinde bir çözüm yöntemi olarak gündeme getirmek zorunda kaldığı “hangi bölgenin halkı Kürt ise onlar kendi kendilerini özerk olarak yöneteceklerdir” anlayışından da geride... Kürt sorunu diye bir sorunun varlığını reddederek vardıkları yer, -kendi ifadeleriyle- “ülkeyi Yugoslavyalaştırma”nın eşiği olmasına karşın! ABD emperyalizminin çıkarlarına bağlanmış taşeron politikada ısrar ediyorlar. Altmış yıldır sadık biçimde sürdürdükleri Amerikan işbirlikçiliği ortadayken, Kürtlerin “yabancılarla işbirliği”nden söz ediyor, suçluyor, ve tarihi tahrif ederek Türk ulusundan emekçileri aldatmaya çalışıyorlar. Ulusal ayrımcı politikada ısrar ediyor, Kürt dili ve kültürünün serbestçe gelişmesine ve Kürtçe eğitime büyük bir öfkeyle karşı çıkıyor; böylece Kürtleri Türklerden ayrılma yönünde büyük bir baskı altına alıyor, ardından dönüp bölücülük suçlaması yöneltiyorlar. Bu sözde birlikçi politika Türkiye’nin tüm milliyetlerden emekçilerinin haklarına da, çıkarlarına da, eşit haklar temelinde gönüllü ve kardeşçe birliğine de düşman bir politikadır. Bundandır ki bu şoven, asimilasyoncu ve ayrımcı politika çökmek zorundadır. Bu politikanın Kürtlere karşı olduğu zaten açık. halkımız, bu zehirleyici politikanın devamının emperyalizm işbirlikçisi gericiliği güçlendirme, yönetimini sürdürme olanağı anlamına geldiğini görerek, onu etkisizleştirmek için mücadeleyi yükselterek, Kürtlerle olan birliği ve kardeşliği ancak gerçekten sağlayabilirler. Gerici birlikler çünkü çökmeye mahkumdurlar.
-
TANİA HAYDE
teşekkürler
-
merhaba arkadaşlar bende aranız katıldım kabul edermisiniz:)
TANİA HAYDE şurada cevap verdi: hunter02 başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi TanıyalımHOŞGELDİN
-
Geç oldu sorry!
TANİA HAYDE şurada cevap verdi: Azizilturco başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi Tanıyalımaaaaaa azizil iyi madem hoşgeldin istiyon HOŞGELDİN
-
herkese merhaba
TANİA HAYDE şurada cevap verdi: seREnaDE başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi TanıyalımHOŞGELDİN
-
TANİA HAYDE
güzel dilekleriniz için teşekkürler ''hatırlanmak güzel şey '' dedikleri bu olsa gerek
-
ORHAN PAMUK: ''Eğer MİLLİYETÇİLİK ARTARSA GİDERİM.'' dedi...
geçmişte NAZIM HİKMET'i vatan haini ilan eden zihniyet şimdilerde onu VATAN ŞAİRİ ilan ediyor şimdilerde VATAN HAİNİ ilan edilen orhan pamuk'un ileride VATANSEVER ilan edilmeyeceği ne malum
-
Günün Türküsü
EY SEVDİĞİM SANA ŞİKAYETİM VAR Ey Sevdiğim Sana Şikayetim Var Ne Sevdiğin Belli Ne Sevmediğin Ben De Bir İnsanım Bir De Canım Var Ne Sevdiğin Belli Ne Sevmediğin Hainsin Oy Zalimsin Oy Nedeyim Oy Eski Günler Hayalimden Gitmiyor Dün Dediğin Bugünkünü Tutmuyor Yiğidim Ya Sana Gücüm Yetmiyor Ne Sevdiğin Belli Ne Sevmediğin Hainsin Oy Zalimsin Oy Nedeyim Oy Akarsuyum Böyle Miydi Ahtımız Onun İçin Viran Oldu Tahtımız Umudum Yok Gülmez Artık Bahtımız Ne Sevdiğin Belli Ne Sevmediğin Hainsin Oy Zalimsin Oy Nedeyim Oy
-
TANİA HAYDE
ne diyosuuuuuuuun kalbimi kırıyosuuuuuuuun.al gözüm senin olsun nejat.kalbime gömerim ben sevgimi sağolun varolun ikinizede ayrı ayrı teşekkürler
-
Sokak Çocukları
Her sabah, her akşam, her saat hatta her an onlarla karşılaşmamak için yolumuzu değiştirsek de aynı havayı teneffüs ederiz. Biz evimize, işimize, okulumuza, çarşıya-pazara gitmek için kullanırız sokakları, onlar uyumak için. Biz kışın soğuğunu bedenimizde hissederiz, onlar yüreklerinde... Her olayda gündeme gelirler ve televizyon programlarında genişçe yer bulurlar. Programlarda bir park köşesinde yumruk yaptığı elini koklayan sokak çocuklarının görüntüleri ekrana getirilir önce. Ardından elindeki bıçağı savuran bir çocuk görüntüsü... ''Eğer bakışları donuksa, hala kullandıkları maddenin etkisindedirler. Tartışmaya girmeyin. Uzak durun!” diyerek potansiyel tehlike olarak gösterilen sokak çocukları hakkında kamuoyunu uyarmaktan öteye gitmez programlar. Onların da çocuk olduğunu, umutlarının, isteklerinin olduğunu görmezden gelirler. “Tinerci” dedikleri çocukların sokaklarda yaşamasında toplumun da sorumluluğunun olduğunu hatırlatmazlar topluma. Sadece habere başlarken “toplumsal yara” ifadesi ya kullanılır ya kullanılmaz sokak çocukları için. Görmezden gelsek de, anlamak istemesek de hepimizin sorunudur çocukların sokakta yaşaması... Sokakta yaşayan çocuklara toplumun büyük bir önyargısı var. Bu önyargının oluşmasında medyaya yansıyan birçok olumsuz olay da önemli etkiye sahip. Aslında düşünülmesi gereken en önemli şey bu çocukların neden sokakta yaşamak zorunda kaldığı, yetkililerin bu durum karşısında yıllardır neden ciddi önlemler almadığıdır. Sokak çocukları toplumsal bir sorun... Çünkü sokak çocukları sadece bireyleri değil, toplumu ilgilendirir ve etkiler. Çocukların sokakta yaşaması, toplumsal nedenlerle ortaya çıkmıştır. Sokak çocukları özellikle büyük kentlerde başımızı çevirdiğimiz her yerde toplumun içinde yaşamaktadır. Sokakta veya başka bir yerde yaşanan bir olay karşısında suçlanan, olayın sorumlusu olan kişi değildir. İlk hedef sokak çocuklarıdır ve olayın sorumluluğu bu çocuklara yüklenir. Öncelikle sokak çocukları sorununa ilişkin insan haklarına uygun önleyici ve destekleyici politikalar ve uygulamalar yapılmalıdır. Sokak çocukları sorunu için disiplinler arası çalışmaların yapılması, daha önemlisi devletin ciddi önlemler alarak gelir dağılımı dengelenmesi çok önemlidir. Bir ailenin kendine yetecek kadar gelirinin olması ve insanca yaşaması için eğitim ve sağlık gibi her türlü temel olanaklarından yararlanabilmeleri sağlanmalıdır. Bu alanda çocukların rehabilitasyonunu sağlayabilecek başta Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağlı Çocuk ve Gençlik Merkezleri ve emniyet müdürlüğüne bağlı çocuk şubelerinde hizmete yönelik destekleyici, önleyici çalışmalar yapılmalıdır. Bu kurumlarda çocukların tekrar ailelerinin yanına dönmeleri için destekleyici çalışmalar yapılmalıdır. Madde bağımlılığı sorunu ciddi anlamda ülke gündemine yerleşmediği ve devletin bu konuda köklü önlemler almadığı sürece özellikle çocukları tehdit etmeye devam edecek ve ülkenin en ciddi toplumsal sorunlarından birisi olacaktır. geriye dönüp bakıldığında sokak çocukları için neler yapılmış *1917’de Hatip Akıncı bu tür çocuklar için bir sepetçi okulu açmış, başarısız olmuş. *1921’de Atatürk’ün emriyle savaş sonrası yetim kalan çocuklar için çocuk cemiyetleri kurulmuş. *23 Nisan 1929’da 4 bin tane çocuk TBMM’ye dilekçeyle başvurmuş. Evsizlere çatı, çocukların sokaklarda, okullarda evlerde dövülmemesi, hamallığın önlenmesi gibi birçok istekleri var. *1945’lerde daha iyi imkânlar bulmak için İstanbul’a göçlerin başlamasıyla “Köprüaltı çocukları” adı altında bir çocuk grubu meydana geliyor. Göçle birlikte ailelerin büyük şehre tutunamaması, çocukları koruyamaması nedeniyle çocuklar aileden kopup sokakta yaşamaya başlıyor. *1952’de linyit çıkarılan Kemerburgaz’ın Ağaçlı köyünde kömür bittikten sonra, Etibank Sosyal Tesisleri sokak çocuklarına tahsis ediliyor. Orada çalışanlar ‘Çocukları anlamanın yolu önce onlar gibi hareket etmek ve içlerine girmek’ diyorlar. İstanbul’a uzaklık nedeniyle burası kapanıyor. *1957’de Korumaya Muhtaç Çocuklar Kanunu çıkıyor. Bu kanun devletin korunmaya muhtaç çocuklara sahip çıkacağını söylüyor. Kanun uzun süre, bu çocukların kurumlara alındığı takdirde diğer çocukları da etkileyeceği düşüncesiyle işletilmiyor. Sorun görmezlikten geliniyor. * 1992 yılında Türkiye’de bu anlamda kurulan sivil toplum örgütü olarak işin içine Umut Çocukları Derneği giriyor. * 1997’de devlet sokakta yaşayan ve çalıştırılan çocuklara müdahale ediyor. yani 1957 den 1992 yılına kadar bu konu ile ilgili hiç bişey yapılmamış. nerdeyse 40 yıl bu büyük bir kayıp. bunun sağcısı,solcusu, ilericisi, gericisi yok. Bu sorun herkesin sorunu.
-
TANİA HAYDE
YA NE GÜZEL ŞEYLER YAZMIŞSINIZ HEPİNİZE AYRI AYRI TEŞEKKÜRLER SEVGİLER
- Çağrışım
-
FORUMDAN ÜÇ KİŞİYE ÇİÇEK VERECEĞİZ VE NEDEN VERDİĞİMİZİ YAZACAĞIZ..
TEŞEKKÜRLER ŞEVVAL(ben lalalaa şimdi tania hayde hani farketmeyenler olmuştur diye söyliyim dedim) BENDEN DE SANA
-
Kürdistan Saçmalıkları
hani beni anlamıyorsunuz yazdıklarımı iyice okumuyorsunuz diyorsun ya ben seni anlamak istiyorum artık ama önce bana gazetelerden veya dergilerden verdiğin örneklerin altına sürekli yazdığın asalak diye adlandırdıkların kimler mozaikler diye adlandırdıklarını bir kaç yerde kendince anlatmaya çalıştın ama bi kere daha söyle bedavacılıktan kastın ne ya sev ya terket mantığın var ya sevdirmekse nasıl terkedilecekse nasıl olacak tamam örnekler veriyorsun sevmediğini her yazında söylüyorsun ( ki hepsini okuyorum) sen çözüm olarak ne öneriyorsun yazdıklarımda şura takılmayın buraya takılmayın asıl mesele bu diyorsun ya tamam da ne napıcaksın sınırı kapattın birilerini öldürdün onu yaptın bunu yaptın v.s. v.s. bu mudur yani çözüm
-
bunada bır kulp lutfen..yekta gungor ozden
TÜRK SOLU DERGİSİNİN FAŞİST ŞOVENİST GERÇEK YÜZÜ Aşağıda faşist şovenist kışkırtmacı ve Kürt düşmanlığını teşvik eden iki yazı kendilerine “Türk Solu” yaftasını aşmış,esas olarak devletten ve devletin derinliklerinden beslenen ve desteklenen Kemalist geçinen faşist şovenist kesimlerce çıkarılan derginin 29.08.2005/Sayı:89’dan alınmıştır. Kemalist geçinen ve üstelik ‘sol’ yaftası üzerlerine takmayıda ihmal etmeyen bu kontr-gerillanın çocuklarının sistemi savunma adına nasıl MHP-BBP’lileştiklerini gösteriyor. Üstelik bu faşist şeriatçı parti ve örgütler bile oy kaygısı nedeniyle olsa bile başını Gökçe Fırat adlı ajan provakatörün çektiği “Türk Solu” dergi çevresi kadar Kürt düşmanlığında ve faşist ırkçılıkta sınırsız davranmıyorlar.Sokaklara salınan sivil faşist şovenist çetelerin nasıl toplumu zehirlemek için Türk-Kürt düşmanlığını kışkırtarak çatışma yaratma amacı güttüğünü ve halklar arası düşmanlığı körüklediğini olgular daha açıkca gösteriyor. Aşağıdaki yazılar aslında yeni Hitlercilerin bu topraklarda nasıl devletçe beslenip büyütüldüklerini çarpıcı olarak ele veriyor.. Aşadaki yazılar “Türk Solu” dergisinin 29.08.2005/Sayı:89’dan alınmıştır: Alıntı: “Türk oğlu, Türk kızı Türklüğünü koru! 1- Her Türk, alışverişini mutlaka Türkten yapmalıdır. Kürde aktarılan para PKK’ya maddi destek demektir. Türk, bu maddi desteği kesmezse, hem Türklerin mali gücü olmayacaktır, hem de Kürdün altında ezilecektir. 2- Her Türk, Türkçe konuşmalıdır. Bunu da İstanbul şivesi ile konuşmalıdır. Dil varsa millet vardır. Ancak şehri istila eden Kürtler kendi dillerini hakim kılmaktadır. Bunlarla temas içinde Türkler de şivelerini bozmakta, Türkçe konuşsa bile adeta Kürt şivesiyle Türkçe konuşmaktadır. TV’lerdeki Kürt dizilerinin, Kürt müziğinin, her adım başı Kürtçe müzik çalan barların, kasetçilerin, minibüslerin ortasına düşen Türk ister istemez lisanını yitirmektedir. Buna direnmek için: Türk, Kürt dizisi izlemez. Kürtçe müzik dinlemez. Kürtçe müzik çalan barlara gitmez. Kürtçe konuşulan minibüse binmez. Kürtçe kaset satan dükkandan alışveriş yapmaz. 3- Türk, ancak modern şehir hayatında kendini ifade edebilir. Türk medeniyeti, köyden gelen etkilere kapatılmalıdır. Köy, her halükarda Kürtçülüğün yaşam alanıdır. Yıllarca İstanbul’da Sivaslı, Erzincanlı, Malatyalı, Tokatlı Alevi kitlenin yarattığı köy ortamı, Kürtçülüğü güçlendirmiştir. Türk’ü saza mahkum eden köylü kafası, bugün şehirleri Kürt kültürüne teslim etmiştir. 4- Türkler, yemeklerine sahip çıkmalıdır. Türk’ün damak tadı, Kürt yemekleri ile yer değiştirmektedir. Türk’ü kebaba, lahmacuna mahkum eden anlayışla mücadele edilmelidir. Yemek, kültür savaşının bir parçasıdır. Mc Donaldslar ne kadar tehlikeli ise Kürt mutfağı da o kadar tehlikelidir. Başka kültürlerin yemeklerini yiyen kültürler asimile olur. O nedenle Türk, Türk mutfağına sahip çıkmalı, başka şeyler yememelidir. 5- Her şeyden önce Türk üremelidir. Artan her bir Türk bebesi, bizi Ergenokan’dan çıkartacak bir kurtarıcıdır “Türk oğlu, Türk kızı Türklüğünü koru! Gökçe fırat Bizce de bir Kürt sorunu vardır, o da Türklerin Kürtleşmesi sorunudur. Cumhuriyet’in ilanından bugüne, bir dönem ivme kaybetse de, Türkler Kürtleştirilmektedir. Gerçekten de 1927 yılından 1935’e gelindiğinde Güneydoğu’da 206 bin olan Türk nüfus, 228 bine çıkmış, buna karşın 543 bin olan Kürt nüfus 765 bine çıkmıştır. Bu doğum oranları arasındaki farkla açıklanamayacak bir olgudur. Kürtler Türklerin 10 katı artmıştır. Bununsa tek bir sebebi vardır, Türkçe konuşanlar dillerini yitirmekte, Kürtçe konuşmaya başlamakta ve yavaş yavaş Kürtleşmektedir. İşte devlet, Atatürk’ün başında olduğu devlet sorunu böyle ortaya koymuştur. Bugün Türkiye’nin hem köyleri, hem şehirleri, hem de geçiş bölgeleri Kürtleştirilmiştir. Böyle bir noktada ortada bir Kürt sorunu, hele hele demokratikleşme sorunu olmadığı açıktır. Sorun, Türk nüfusun baskı altına alınması ve eritilmesidir. O halde çözüm, Türk’ün Türklüğünü koruması olmalıdır. Bugün PKK terrü ile mücadelede en önemli nokta budur. PKK, Kürtleşmeden güç almaktadır. Türkler Türklüğünü korursa PKK zayıf düşecektir. Bu ise askeri değil toplumsal bir çözümü gerektirir. Türk, kendi sorununu kendisi çözecektir. Her şeyden önce Türk üremelidir. Artan her bir Türk bebesi, bizi Ergenokan’dan çıkartacak bir kurtarıcıdır. “ düzenin halkı aldatmak için her türlü maskeyi kullanabileceğini gösteriyor bu yazı. Bir zamanlar Hitler'in "nasyonal sosyalist" maskesini kullandıkları gibi, "bizim" faşistlerimiz de "Türk Solu" maskesini kullanıyorlar demek Halk ve demokrasi düşmanları bu kesim hiç utanmadan"Türk solu" adını kullanıyorki halklar arası güvensizliği ve düşmanlığı iyice derinleştirebilsinler.İsim bir anlamda bilinçlide seçilmiş gibime geliyor 1968'lerde demokratik mücadele sürecinde ilerici-devrimci bir yayın organı dergi olarakbir grup aydın Türk Solu dergisi çıkarıyor.Arşivlerde özellikle resimlerde Yurtta herhalde Ankara da bir ranzanın üzerinde Denizin bağdaş kurarak oturmuş bir resmi vardır görenler hatırlayabilir bu resim ünlüdür ve elindeki okuduğu derginin başlığıda görünür o resimde Türk Solu dergisidir.Tabiki o dergi bir demokratik devrimci aydınlanma dergisidir1968-69 yıllarında o dergiye bir çok devrimci yazı yazmış.Demek bir taşla bir kaç kuş vurmak isteyen aklı evveller insnalarımızın arasına karman-karışık "ideolojik" çorba olmuş düzeysiz yazılarını sokup insanlarımızı kavram kargaşalarınıa sürüklemek istiyorlar."Bakın işte "Türk Solcuları" böyle diye birilerine mesajda vermek istiyorlar.Tarih bilinci fazla derinleşmemiş bir iyiniyetli arkadaşımız "Bakın Denizde bu dergiden okuyor"deyip karşımıza çıkabilir.
-
HAİN EDEBİYATI
Ey sen, dışarıdaki düşmanlarla içerideki hainlere durmadan öfke kusan kardeşim… Onlara her fırsatta haddini bildirme, cezalandırma, vatanımıza milletimize yönelik alçakça komploları ortaya çıkarma telaşın içinde bir saniye durup beni dinler misin? Gerçi, kardeş dediğime aldırmıyorsun, biliyorum… kaldı ki, haklısın, birbirimize karşı beslediğimiz duyguların pek de kardeşçe olduğu söylenemez. Öte yandan, hasbelkader aynı ülkenin topraklarında yaşıyor, aynı havayı soluyoruz, aynı pasaportu taşıyıp aynı dili konuşuyoruz. Sen her ne kadar benim gibilere her fırsatta “ya sev ya terk et” diye buyruklar yağdırıyorsan da, aynı ülkenin insanlarıyız şunun şurasında… hayli ortak noktamız var anlayacağın. O halde, bir dur da dinle lütfen. Epeydir çok gayretli görüyorum seni. Her taşın altından sen çıkıyorsun. Bir oraya bir buraya koşuşturup duruyorsun, bir gün Şemdinli'desin, öbür gün Rize'de ya da milli maçta Fenerbahçe stadında… bir gün konferans basıyorsun, öbür gün sergi... senin gibi düşünmeyen, davranmayan herkesi hiç tereddüt etmeden "vatan haini" ilan ediyorsun, hiç çekinmeden en ağır hakaretleri yağdırıyorsun, kimisine çürük yumurta kimisine toplu yumruk atıyorsun... Maşallah, bu ne hırs, bu ne enerji! Takdir etmiyorum sanma sakın. Her yerde sen varsın, sınır tanımıyorsun, hem iktidardasın hem muhalefete, hem devlette hem sokakta, hem sivilsin hem üniformalı ya da resmi, hem sağdasın hem solda, her kılıkta her kurumda boy gösteriyorsun… Bu aralar ne de çok iş düşüyor sana öyle. Sen olmasan çöktük çökeceğiz desene… Meğer ne de çok düşmanımız varmış çevremizde… komşulardan tut, bugüne kadar müttefik saydığımız ülkelere, içine girmeye kalkıştığımız topluluklara kadar, herkes bizi yok etmek, bölmek parçalamak ele geçirmek peşinde! Eee, buna şaşırmamak gerek: ne de olsa dünya küreselleşip küçüldükçe her ülkede senin gibi düşünenler çoğaldı. Bu çağda asıl “evrensel” yaygınlıktaki düşünceyi sizler temsil eder oldunuz: Siz tüm milletlerin, etnik kimliklerin milliyetçileri birbirinizin dilinden iyi anlıyorsunuz… ne de olsa kafa yapınız ve hareket tarzınız bir! “Öteki” ve “düşman” milliyetçilerle ne çok ortak noktanızın olduğunun farkında mısın? Gerçi, mesele yalnızca dış düşmanlarla sınırlı kalsa sen bunu kolayca hallederdin… ama işin kötüsü, içerisini de tümüyle hainlerin ele geçirmiş olması… Üstelik ikisi el ele vermiş, altımızı oymaya çalışıyorlar: Sen tam dışarıdakine dersini verecekken içerideki paçalarına yapışıp sana engel oluyor; tam içeridekini susturmak üzereyken bu kez de dışarıdaki yaygaraya başlayıp elini kolunu bağlıyor. Hani şeytan diyor ki, şu sınırlarını bir kapatıp dışarıyı hiç dinlemeden önce içeridekileri iyice bir benzet… ondan sonra da tek yumruk olmuş vaziyette dışarıya dön, her kafanı kızdıranı patakla olsun bitsin. Ah ah, biliyorum, yaparsın yapmasına da, bırakmıyorlar işte… Yok insan haklarıydı, yok medeniyetti diye… Ne gereksiz şeyler bunlar? Ne diye bu konularda taviz veririz ki? Neyimize gerek bizim insan hakları… Laf aramızda, biz de milletmişiz ama! Şuraya baksana: Yedi düveli kendimize düşman etmeyi başarmışız, üstelik tek bir dostumuz da yok! Nedendir acaba, bizde mi bir tuhaflık vardır nedir? Ola ki gücümüzü kıskanıyorlardır. Meğer ne cevherler varmış bizde de herkes onlara göz koymuş. Gerçi, nasıl oluyor da aynı zamanda hem bu kadar güçlü, hem de her an tehlikede olacak kadar zayıfız, buna pek aklım ermiyor doğrusu. Ayrıca nasıl oluyor da hem bu kadar olağanüstü meziyetlere sahip bir milletiz, hem de içimizden bu kadar çok hain ürüyor… bak işte bunu da anlamakta zorluk çekiyorum… Hani bir avuç ***** her yerde olur desem, öyle de değil… senin elindeki liste öyle kabarık ki! Yani neredeyse senin dışında kim varsa vatan haini ve satılmış, en masumu ise aymaz… İşin zor vallahi! Temizle temizle bitmez! Ne desem? Allah kolaylık versin… O halde seni tutmayayım, işin çoktur. Yalnızca bir noktaya dikkatini çekmek istiyordum, hani… olur a… belki bir düşünürsün… neden olmasın? Biliyorum iyi niyetle canla başla çalışıyorsun, en ufak bir kişisel çıkar peşinde değilsin, haşa!… Hiçbir rantta, ayrıcalıkta da gözün yok… estağfurullah!… Bilmez miyim senin vatan aşkının ne kadar saf, temiz duygularla yüklü olduğunu… Öte yandan, insan bir yandan bu kadar çok işe birden koşturmaya çalışırken, bu kadar çok düşmanla baş edeyim derken bir yandan da dönüp yaptıklarının bilançosunu çıkarmaya zaman bulamıyor… İşte o nedenle sana yardımcı olmak için küçük bir hatırlatma yapmak istedim: Bilmem farkında mısın? Bu ülkede en çok kan ve gözyaşı senin bu vatanı işte böyle “çok” sevmen sonucunda döküldü… yani bu ülkenin insanları bugüne kadar en büyük zararı hep senin bu vatanperver azimle yaptıklarının sonucunda gördü… Dilersen bir başka sefer bunların listesini de anımsatabilirim sana. Yani, özetle söylemek istediğim şu ki, ey öfkeli milliyetçi kardeşim, farkında değilsin belki ama senin bu erkeklik hormonu dozu yüksek vatan aşkın, aslında töre cinayeti tadında bir tecavüzden ibaret… Başka bir deyişle, söylemeye dilim varmıyor ama, bu ülkeye ve bu ülkenin insanlarına gerçekten hainlik eden birisi varsa… o da sensin!
-
bugün aklinizdan hangi sarki gecio
aaaa kim gelmiş hoşgeldin arman
-
bugün aklinizdan hangi sarki gecio
ahmet kaya - gün olur sabahtan beri bunu söyleyip duruyom
-
bütün kizlar toplandik....
oda bişeymi hele ki bide ukala olanlarına ne demeli ben bilirim ben bilirim ben bilirim aklıma ne geldi şimdi biz burda kız kıza konuşabilcekmiyiz sanki buraya şimdi bi dalış yaparlar gör ondan sonra
-
VERGİ KANUNU VE CEMAATLER
Vergi Konseyi uzun süredir, vergi kanunlarının “yeniden” yazılması üzerinde çalışmalarını sürdürüyor. Bu çalışmaların bir parçasını oluşturan Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisi’ndeki indirim ile ilgili düzenlemeleri geçen hafta, R. Tayyip Erdoğan sermaye elçisi edasıyla açıklamış, holding basını da bu haberi bayram havasıyla manşetlere taşıyarak sevincini ortaya koymuştur. zengin takımının ödedikleri vergilerin toplam vergi içindeki payı yüzde 11 iken, diğer kesimin ödediği vergiler (KDV, ÖTV vb.) payı yüzde 75 lere çıkmıştır. Taslakta, “…Cemaatler ile emekli sandıkları gibi kuruluşlar vakıf sayılır” ibaresi ile cemaatlere vergisel avantajlardan yararlanma fırsatı tanımaya dönük bir hazırlık olduğu apaçık ortadadır. Ancak sermayenin kendi taleplerini dayattığı her fırsatta, bu talepleri yerine getirirken, iktidarın ait olduğu cemaatleri de kapsayacak şekilde düzenleme yapması ilk değildir. 25.12.2003 tarihinde 5035 sayılı kanunla da, “Gıda Bankacılığı” olarak ifade edilen düzenleme ile çeşitli cemaatlere bağlı dernek, vakıf ve bağlı sermaye kuruluşlarının vergi avantajından yararlanmasına olanak verilmişti. Nakşibendi Cemaati’ne mensup olan Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ve hükümetin başı Tayyip Erdoğan’ın, cemaat tanımlamasını Kurumlar Vergisi içinde tanımlayan bu düzenlemeyi istemeleri şaşırtıcı bir durum değildir. Hukuki olarak cemaatlerin, vakıf olarak tanımlanması mümkün olmasa da yeni bir tartışma yaratarak asıl hedefe varılması için bir hamle olarak da değerlendirmek mümkündür. Ancak bu tartışmayı “salt cemaatlere yeni avantajlar sağlanıyor” biçiminde daraltarak tartışılması tam da sermayenin işine yarayacaktır. Bu gelişmelerin yeni bütçenin şekillenmesini sağlayan IMF’nin bilgisi dışında olması düşünülebilir mi? Çok zor. Bu duruma ABD’nin güdümündeki IMF’nin de geçit vermesi olasıdır. Çünkü bu tür düzenlemeler ABD’nin ılımlı İslam Projesi’ne uygundur. Buna bağlı olarak Hıristiyan Cemaatleri de bu kapsama alınarak bunların iktisadi işletmelerinin düşürülen Kurumlar Vergisi oranlarından yararlanması hedeflenmektedir. Çünkü cemaat, tarikat vb gerici örgütlenmeler emperyalistlerin yararlandığı en önemli yapılardır. netten
-
Selam Canlar!
TANİA HAYDE şurada cevap verdi: mkolcu başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi TanıyalımHOŞGELDİN
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
bunlar benin başka topic te barzani hakkındaki görüşlerim ilk başta şunu söylemeliyim ben kürt değilim devlet filan kurduğum da yok beni rahatsız eden doğu da ve güneydoğu da yaşayan her kürdü devleti yıkmaya çalışıyorlarmış gibi göstermen.sen kürt olsaydın ve şu an doğuda onların yaşadıklarını yaşasaydın aynı şimdi düşündüğün gibi düşünebilecekmiydin.senin köylerin yakılsaydı senin çocukların öldürülseydi.... hem konuyu açarken bunları daha küçükken ezeceksin diyorsun sonrada kimi eziyoruz diyorsun.zaten ezmek kesmek asmak gibi kelimelerden başka yazdıklarında hiç bişey göremiyorum.olaylara ne yandan baksan bunlar var sende. kurulacak olan kürt devleti değil önemli olan orda yaşayan halktır orda yaşayan halkın çektikleridir
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
Türkiyenin birliği bütünlüğü ve refahından yana olmak demek senin sevmediğin insanları ezmekten senin sevmediğin insanların açlıktan ölmesinden senin sevmediğin insanların susuz kalmasından mı geçiyor. ha şu devleti bi kurun da görelim derken eline geçecek fırsatlar nedir? Türkiye'nin birlik ve bütünlüğü için neler yapacaksın
-
YILMAZ GÜNEY
Köprü Sevgili, Yetmiyor 'Sevgili' Sözü Tek Başına.Karşılamıyor İçimi Dolduran Duyguyu. Oysa Ben 'Sevgili' Derken Neler Düşünüyorum Bilsen. Sonsuz,Bir Güneş, Bir Yudum Rakı, Çiçeğe Durmuş İnce Bir Bahar Dalı, Oğlumun Sıcak Yanağı, Anamın Acılı Gözleri, Babamın Tütün Kokan Eli, Evimizde Ki Kuş, Yarının Güzel Günleri, Anlatılması Güç Binlerce Duygu Ve Sen... İşte SEN Beni Hayata Bağlayan En Güzel Köprüsün; Köprülerin En Güzelisin. Sevgilim...Güzelim... İnsanı Yaşatan İçimizdeki Hayat Böceğidir O Ölürse Hayatımızın Da Tadı Biter. O Sakın Ölmesin, Yaşat Onu. YILMAZ GÜNEY