Zıplanacak içerik

Canraşit

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Canraşit tarafından postalanan herşey

  1. SSCB'nin dağılmasından beri didik didik edilen, yayınlanan Sovyet devlet arşivlerinde ve KGB arşivlerinde SSCB'nin böyle bir girişimi veya emeli olduğu ortaya konulamadı. Hayaller ve gerçekler 3
  2. Nam-ı diğer " Koruyucu Aile " kurumu berbat, aşağılayıcı ve rezaletmiş. Hayaller ve gerçekler 2
  3. 80 öncesi TKP ( Türkiye Komünist Partisi ) dışında Sovyetçi yoktu. TKP'nin de silahlı gücü yoktu. İşin tuhafı TKP bugün Ulusalcı cephe içerisindedir. Kişinin kendi hayal dünyasında yarattığı tezleri başkadır, gerçekler ise bambaşkadır.
  4. MEHDÎLİK VE MEHDÎCİLİK Mehdi kelimesi Kur'an'da geçmez. Anlam olarak hidayete eren, hidayete erdiren demektir. Hidayet (doğruya ve güzele kılavuzlamak), Kur'an'a göre Allah'ın elindedir. Allah bu yetkisini peygamberleri ve kitapları aracılığıyla kullanır. Peygamberin getirdiği kitaplardaki ilkelerle hidayete çağıranlardan ise mübelliğ (tebliğci), dâî (çağrı yapan), nezîr (uyarıcı ) denir. Bu hidayet yolcularının hiçbirinde tebliğ dışında bir amaç ve beklenti yoktur. Mehdî, siyasal liderlik, devlet başkanlığı maddesel önderlik talepleri olan bir "kurtarıcı portresine sahiptir. Nitekim tarih boyunca tüm mehdi adayları, yönetimi bir şekilde ele geçirmeyi esas alan kişilerdir. Bunu bazan açık, bazan da örtülü biçil ifade ederler. Ama hepsinde kitleyi, bir öndersıfat siyasal ve askerî hareketleri de kullanarak kurtarma iddiası vardır. Bunun içindir ki, İslam literatürü mehdî kavramı hemen daima imamet (devlet başkanlığı) kavramı ile yan yana veya bağlantılı olarak ele alınmıştır. Hatta, adaletli, güven verici bir devlet başkanı görüldüğünde ona mehdî denebilmiş, en azından bir devlet başkanının mehdî beklemeye gerek bırakmadığı dile getirilmiştir. Örneğin, Abbasî halifesi Nâsır Lidinillah (ölm. 575/1180), devrin ünlü şairi Sıbt'b. Te'âvîzî (ölm. 582/1186) tarafından mehdî diye anılıyordu. Sibt, Nasır geldikten sonra artık mehdî beklemeye gerek kalmadığını şiirlerinde ifade ediyordu, (bk. İlhan; Mehdîlik, 16) Bu anlayış, zulüm ve despotizm altında inleyen kitlelerde şu veya bu adla tarih boyunca hep var olagelmiştir. Bugünkü İslam dünyasında yaşayan şekli ise Yahudilik ve Hristiyanlık'taki mesih (kurtarıcı) inancının Müslüman kitlelere aktarılmışıdır. Yahudiler, İlyas Peygamberin göğe çıkarıldığına ve âhir zamanda dünyayı kurtarmak üzere geri geleceğine inanmışlardır. Hristiyan dünya aynı inancı Hz. İsa'yı göğe çıkararak yaşatmıştır. Bu inanç, İslam akîdesi içine de, ne yazık ki, İsa'nın geri geleceğini tekrar eden bir söylem olarak girmiştir. Emevîler döneminde Süfyânî adıyla bir kurtarıcı beklendi, (bk. Avni İlhan; Mehdîlik, İst. 1993, s. 13) Daha sonra bu, Sünnîliğe Hz. İsa'nın gökten ineceği ve Şiîliğe de, beklenen mehdinin geleceği söylemi halinde girdi. Kısacası, aklını ve eylemini vaktinde kullanmadığı için ezilen kitleler, iyice bunaldıklarında ütopik bir kurtarıcı beklerler. İslam dünyasında en ateşli mehdî beklentisi, tarih boyunca en çok ezilen Şiî-Alevî kitlelerde görülür. Bu beklenti giderek, "Mehdî-i Muntazar (beklenen mehdî) deyimiyle imanın bir şartı haline getirilmiştir. Şiî inancında, ilk zamanlar, mehdî olarak Hz. Ali'nin geri gelmesi beklenmiş ve mehdî inancı Ali'nin adı çevresinde oluşturulan mitolojiye bağlanmıştır. 165/782'de ölen ve tarihin en tehlikeli uydurmacılarından biri olan Câbir b. Yezîd el-Ca'fî el-Kûfî (İmam Âzam onun için "en büyük yalancı" diyor) Hz. Ali'nin bir kurtarıcı-mehdî olarak geri geleceğini iddia ediyor ve kanıt olarak da Kur'an'ın Neml Suresi 82. ayetini gösteriyordu Hz. Ali'den sonra "geri gelecek mehdî" olarak onun oğlu Muhammed b. el-Hanefiyye (ölm. 81/700 öne çıkarıldı. Şiîlerde hemen her imam için öne sürülen bu geri gelme (ric'at) nihayet 12. imam Mehdi-i Muntazar veya "Gâib İmam" (Gizlenen İmam) la noktalandı. Şimdilerde tüm Şiî ekoller onun geri gelip insanlığı kurtaracağını ileri sürmektedir. Şiî ekollerin bazıları, bir mehdinin geleceğine inanır, ama onu adını vermezler. Mehdi inancı gerekeni yapamayan veya yapmayanların avunmasını sağlayan bir ütopyadır. Bu inanç bekleme esastır. Eskiden ezildiğinin farkında olamadığı veya ezilmeye karşı çıkacak imkân bulamadığı için hır çeken kitle, mehdî inancıyla, kahır çekmeyi, aldatılmayı bizzat kendi eliyle imanlaştırmış olmaktadır. Bunun içindir ki mehdî inancından, daha doğrusu mehdi hayal ve aldanışından kurtulamayan kitlelerin kalkınması, ilerlemesi mümkün değildir. Mehdî inancı atılım, üretim, gelişim ruhunu felce uğratan hurafedir. Bu hurafeye destek olarak ortada dolaştırılan "hadis patentli" sözlerin tümü uydurmadır. Mehdiden maksat, tanrısal ışık ve aydınlığın önderi ise o, bugün için Kur'an'dır. Artı kişilerden hidayet bekleme devri bitmiştir. Çünkü peygamberlik devri Kur'an'la kapat ılmış Mehdiden maksat, kitlesel-siyasal kurtuluş ve bağımsızlık ise bunun yolu basiretli aktif siyasettir. Bu değerlerde başarılı olamayanlar, hayal ve afsunun derin ve uyutucu sularında ömür tüketmeye devam ederler. Mehdî ve mehdîlikle ilgili hadis patentli sözlerin, bir kere, hadis kritiği açısından hiçbirine güvenilemez. Çünkü bunların bazıları Hz. İsa dışında mehdî olamayacağını söylerken bazıları daha birçok mehdî tipten söz etmektedir. Kısacası, herkes kendi ekibinin şefini mehdî yapmak için bir veya birkaç hadis uydurmuştur. Özellikle tasavvuf-tarîkat çevrelerinde her ekip kendi şeyhini"zamanın efendisi" veya "mehdî" olarak kabul ettirmek için elinden geleni ardına koymamıştır. Akıl almaz keramet isnatları, kurtuluş vaatleri, korku ve tehdit salmalar... birbirini izler. Bu çevrelerdeki "kutup" inancı, mehdî inancının ta kendisidir. Her mehdîye bir de deccal yani düşman lâzımdır ki, o da ekip başının siyasal ve ekonomik çıkarlarına en çok darbe vuran kişidir. Örneğin, Cumhuriyet döneminin mehdî taslaklarının ortak Deccal'i daima Atatürk olmuştur. Bunda garip bir yan yoktur. Onların akıl ve Kur'an dışı çıkarlarına en büyük darbeyi vuran, Atatürk idi. Konuya Kur'an vahyi açısından bakarsak, mehdîlik diye bir inancın varlığını kabul, Hz. Muhammed'inson peygamber olduğunu kabulle yan yana duramaz. Bunların biri doğruysa Öteki yanlıştır. Biz, Hz. Muhammed'in son peygamber olduğunu kabul ettiğimizdendir ki, başka bir mehdî geleceğine asla ihtimal vermeyiz ve böyle bir şeye inanmayı Kur'an'a aykırı buluruz. Esasen Kur'an, kişilerin hidayet önderi olma devrini kapatmış, ilkeleri öne geçirmiştir, ilkelerin kaynağı ise Kur'an'dır O halde, Kur'an'in gelişinden sonra mehdi beklemek, ancak Kur'an'i yetersiz ilan etmekle mumkun olur. Kur'an'i yeterli bulanlar içinn başka bir mehdiye ihtiyaç yoktur. Ne yazik ki Islam tarihi boyunca hemen her cografyadan bir veya birkaç mehdi çıkmış ve halkı peşine takabilmiştir. Ancak bunların tümünün sonu felaket ve hezimet olmuştur. Mehdilikle ilgili uydurmalardan bazıları: "Mehdinin çıkacagını inkar eden, Muhammed'e indirileni inkar etmiş demektir. İsa'nın gökten ineceğini inkar eden de kafir olmuş demektir. Deccal'in çıkacagıinı inkar eden de kafir olur. Kadere yani hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine inanmayan kişi de kafir olur. Cebrail bana şunu haber verdi: Kadere, hayır ve Şerrin Allah'tan geldiğine inanmayan kendisine benim dışımda bir Tanrı bulsun!" (Elbani'nin sadece uydurma demekle kalmayip "batıl" dedigi bu yalan icin bk. Elbani; ez-Zaifa, 3/201- 202) "Arinmiş benlik öldurülmedikce mehdi çikmaz. Arınmış benlik öldurüldüğünde ise gökte ve yerdeki tüm varlıklar öfkelenir de halk mehdinin huzuruna gelir, onu tıpkı zifaf gecesinde süslenen gelin gibi süslerler. Mehdi yeryüzünü adalet ve dürüstlükle doldurur. Yeryüzü tüm bitkilerini çıkarır, gök yağmur yağdırır ve ümmetim, Mehdi'nin kentinde daha önce hiç nimetlenmedigi bir biçimde nimete boğulur." (Elbani'nin uydurma demekle "münker" dedigi bu yalan icin bk. Elbant; 5/176) Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK
  5. Moğollara haksızlık yapmamak gerekir. Onlar Rusları da perişan etmişti. Bu arada, Memlük Sultanı Baybars Müslüman değil miydi ? Ayrıca, tarih incelendiğinde Mehdi İnancı işgalin sebebi değil, işgaller sonucu oluşan bir sonuç olarak görülüyor.
  6. Şimdi efendim söz konusu ayette süs diye göğüs, cep diye de cinsel organ kastedildiği çok açık. " 31- Mü'min kadınlara da söyle: "Gözlerini kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Örtülerini, ceplerinin (dipnot) üstüne koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından ya da babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da kadına ihtiyacı olmayan hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah'a tevbe edin ey mü'minler, umulur ki felah bulursunuz." ( Dipnot-1: 31. ayette örtülecek yeri işaret eden cep Türkçede de kullanılan bir kelimedir. Olasılıkla kadın genital organını işaret eden mecazi bir ifade olan kelimenin yaka veya göğüs yırtmacı gibi tercüme edilmesi mütercimlerin tercihidir. ) ( tr.wikipedia.org )
  7. Değildir. Bu bir anlayış meselesidir. Bakınız, burada bu birbirinden farklı anlayışlar ifade edilmiş : Bugün İslâm dünyasındaki düşünce hayatında birbirinden ayrı üç Kur’ân tasavvuru bulunmaktadır. Aşağıda bu üç tasavvuru yer yer meteforlara da başvurarak izah etmeye çalışacağım. " I – Birinci tasavvur, tarih boyu İslâm dünyasında egemen olmuş sünni tasavvurdur. Bu tasavvura göre Kur’ân kutsal bir kitaptır. Mutlak olan Allah’ın mutlak kelâmıdır. O’nun zatı ile kaim ezeli sıfatları olan ilim, irade ve kelâm sıfatlarının bir tecellisidir. Bundan dolayı “Kelâm-ı Kadîm”dir. Yaratılmamıştır. “Kelâm-ı Nefî” olarak yani mana olarak Allah ile birlikte zelidir. “Kelâm-ı Lafzi” olarak yani Arapça olarak Hz. Muhammed’e 7. yüzyılda indirilmiştir. Hitabı ve hükümleri evrenseldir. Yani bütün insanlaradır. Hükümleri itibariyle tarih üstü, toplum dışı sabit ve mutlaktır. Tanrı nihaî hakikati söylemiştir. Bu inanç giderek bütün hakikati söylemiştir kanaatine dönüşmüştür. Teşbihde hata olmaz. Onun taşı toprağı (harekesi-harfi cerri) altındır. İbarelerin, ifadelerin, cümlelerin altında binlerce anlam gizlidir. Her çağa göre manalar çıkarılabilir. O evrensel bir akide ve evrensel bir şeriattir. Vahiy, aklın alternatifidir (akıl-nakil). Aralarında derece farkı değil; mahiyet farkı vardır. Vahiy (Kur’ân), tabir yerindeyse Allah’ın aklının bir ürünüdür. Kur’ân’ın içerdiği dini ruh, şeriatı da beden metaforlarıyla karşılayacak olursak; onun ruhu da bedeni de kıyamete kadar bakidir, değişmez ve evrenseldir. Bu Kur’ân anlayışını ‘Ay’ meteforuyla da izah edebiliriz. Ayın sınırları bellidir. Sönmüştür, ancak sürekli ışık verir. Ayın ışık kaynağı Güneştir. Kur’ân da sabittir. (Mevrid-i nassda içtihata mesağ yoktur). Ancak, Ayetlerden her zaman yeni manalar çıkarılabilir. O manaları ayetin altına Allah depolamıştır. Böylesine mutlak-kutsal-sabit bir Kur’ân anlayışı doğal olarak Hz. Muhamet ve onun hadislerine de sirayet etmiştir. ‘Sahih-i Buhari’nin veya ‘Kütüb-i Sitte’nin neredeyse Kur’ân’a denk epistemolojik otoritesi buradan gelir. Mutlaklık veya kutsallık anlayışı mıknatıs gibi yakınında duran şeyleri kendine çeker ve onları ‘yerden’ kaldırır. Hz. Muhammed’in “Nur-i Muhammedi” kavramıyla varlığın ontolojik kaynağı haline gelmesi veya “levlake levlâk, Lema halaktu’l-Eflâk = sen olmasaydın evreni yaratmazdım” anlayışı buradan çıkar. Artık Hz. Muhammed “Arpa ekmeği yiyen Arap bir kadının oğlu, içimizden birisi değil, “fahr-i kainat”tır. Bu kutsallık ve mutlaklık Hz. Muhammed ve hadislerden geçerek Sahabeye, tabiun’a ve mezhep imamlarına sirayet etmiştir. Özetle, mutlak, kutsal ve sabit olan “merkez” etrafını, çevresini de kendine benzetmiştir. II- İkinci Kur’ân tasavvuru, İslâm dünyasının ve düşüncesinin çöküşüyle beraber pozitivist bilim felsefesinin etkisinde kalan laik Müslüman aydınlarda oluşan tasavvurdur. Onlara göre Kur’ân, sönmüş bir yıldız gibidir. Zayıf bir parlaması vardır o kadar. Aklın ‘aydınlama’sından sonra ona bir ihtiyacımız yoktur. Biz ilhamımızı gökten değil akıldan almalıyız. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir. Bilim ve akıl sadece “Nasıl?” sorusunun cevabını vermez. “Niçin?” sorusunun cevabını da verir. Kur’ânın ruhu da bedeni de tarihseldir. Ortaçağın mistik aklının ürünüdür. Onun şeriatı “çöl kanunu”dur. Kur’ân kendi döneminde fevkalade ileri-devrimci adımlar atmıştır, fakat o adımların bugün için bir örnekliği veya kılavuzluğu söz konusu değildir. Halkın dini inancının kaynağı olması hasebiyle dolaylı bir saygınlığı vardır. III – Üçüncü tasavvur yeni oluşmaktadır. M.İkbal, Fazlurrahman, H. Hanefi, M. Abid el-Cabiri, R.Garaudy, Ali Şeriatî, Abdulkerim Suruş, Mehmed S.Aydın, Mehmet Hatiboğlu gibi Müslüman entelektüeller tarafından savunulmaktadır. Bu tasavvurun ortak paydasını şöyle özetleyebiliriz: Mu’tezile’nin savunduğu gibi Kur’ân Allah’ın fiil sıfatlarından olan irade ve kelâm sıfatının ürünüdür. Yani ezeli değildir, yaratılmıştır. Mutlak olan Allah rölatif olan varlıkla ilişkiye girdiği zaman, çıkan ürün rölatiftir, mutlak değildir. Çünkü, Kur’ân’ı oluşturan dil (Arapça), Hz. Muhammed (insan) ve Arap toplumu rölatiftir. Vahiy ilişkisi bir zamanda (7.yüzyıl) ve bir mekanda (Arap yarımadası) vuku bulmuştur. Kur’ân, Lahûtî (ilahi) olduğu kadar nasûtîdir(insanidir). Allah insan aklı ve insan diliyle insana hitap etmiştir. Vahiy ile insan aklı arasında mahiyet farkı değil, derece farkı vardır. Vahyin fikri muhtevası Arap kültürünün ve Arap zihin dünyasının içindedir. Tevrattan, İncilden dini fikirler içerdiği gibi, Arap cahiliye döneminin doğru fikir ve fillerini de içerir. Başta Hz. Ömer olmak üzere Hz. Muhammed ve arkadaşlarının doğru görüp uyguladıkları fikir ve fiiller vahiy tarafından onanır. (Muvafakat-ı Ömer). Bundan dolayı Musa Carullah, bazı farzların temelinin sünnet olduğunu savunur. Bu bakış açısına göre vahyin bir dudağı gökte, bir dudağı da yerdedir. Yukarı aşağıyı belirler, aşağı da yukarıyı. Kur’ân sadece gökten inmemiştir, aynı zamanda yerden bitmiştir. Yerle gök arasında diyalektik bir ilişki söz konusudur. Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya insanın hakkı insana verilmiştir.(Esbab-ı Nuzul, Nesih-Mensuh, Mekki-Medeni.) Allah, Araplara hitap etmiştir. Arapça ile bütün insanlığa hitap etmemiştir. O günkü iletişim imkânlarını ve yabancı dil bilme oranını göz önünde tutarsak bu son derece doğaldır. Aksi, abes olurdu. Allah dini Arap olmayanlara yayma sorumluluğunu (şahidlik.2/143) Araplara yüklemiştir. Kur’ânda tekrar hatırlatılan (tezkire) ‘ed-Din’ Hz. Ademden beri peygamberlerin tebliğ ettikleri dindir. Yani İslâmdır. Ruh –beden metaforuna tekrar başvurursak, bu tasavvura göre Kur’ânın ruhu Hz. Ademden kıyamete kadar sabittir. Bunlar da Tevhid, MEAD (ahiret), ibadet (tapınma) ve Adalettir (salih amel/ahlak). Kur’ânın bedeni ise (şeriat) tarihseldir. Yani Kur’ândaki sosyal ve siyasi hükümler (muamelât) Arap toplumunun maslahatları göz önünde tutularak oluşturulmuştur. Çünkü, sabit olan ed-Din, indiği toplumun yapısına göre ‘tedeyyûn’ eder. Etini ve elbisesini tarihten ve toplumdan giyer. Vahyi ve ilahî (semavî) anlamda din tektir. Şeriatler ise muhteliftir. Son şeriatın (Kur’ân ve Sünnet) ismi de ‘Şeriat-i Muhammedi’dir. Ortaçağda ‘islâmi İlimler’i tedvin eden Müslüman alimler, Arapların ihtiyacını karşılayan ‘Şeriat-ı Muhammedi’ (Kur’ân-Sünnet) den ümmetin bütününün ihtiyaçlarını karşılayacak ‘islâm şeriatı’nı (İslâm medeniyetini) inşa ettiler. Geleneğin katılığı ve taklidin yaygınlığı nedeniyle yeniçağa geçerken bu ortaçağ şeriatı aşılamadı. İslâm dünyasının her alanda yaşadığı krizin anlamı budur. Bugün ‘şeriat’ denince herkesin şuuruna üşüşenler bunun kanıtıdır. Bu tasavvura göre Kur’ân güneşe benzer. Güneş sıcaktır, dinamiktir varlık olarak sınırları belli olsa da ışıma yoluyla görülmez. Işıma yoluyla kendinden bir şeyler kaybeder. Kur’ân’ın ışıması Müslüman entelektüelin kalbi (aklı ve sezgisi) vasıtasıyla olur. Kur’ân’ı okuyan mümin entelektüel, ondan kimliğini, kişiliğini, benliğini, karakterini ve bilincini oluşturur ve dünyevi olgular, olaylar, fenomenler dünyasına dalar ve sorun çözer. Kur’ân’ı tefsir etmez. Olayları tevîl eder (aslına, hakikatine icra eder, çözer). Bundan dolayı peygamber “Ma raahu’l-muminune hasenen fehuva intallahi hesanun= müminlerin iyi gördüğü, Allah indinde de iyidir” demiştir. Bu durumda hata da yapılsa bir sevap alınır. Hz. Ömer böyle bir şahsiyet idi. Bu tasavvura ‘fenomenolojik’ tasavvur ismi verilebilir. Olguların özüne bakar. Kur’ân bütünüyle ‘ölçü’ değildir. Örnektir. Örneği kavrayan, Allah’ın karakterini ve insanlardan ne istediğini anlayan mümin, Allah gibi sorun çözer, kitap yazar, hüküm koyar. Çünkü ‘her dönemin ayrı bir hükmü vardır’(13/98). Kitabı şerhetmez. Bulunduğu epistemolojik zemin yorumsamacıdır. hermenötiktir. Rölativizm ile mutlak hakikat iddiasının arasında, dinlemeyi bilen, hakikatin bulunabileceğine inanan, delile dayanan, iknai bir yoldur bu. Bu tasavvuru bir başka metaforla da açıklayabiliriz. Bu tasavvurun Kur’an kavrayışı ‘yağmur’a benzer. Yağmur rahmettir. Yağmuru oluşturan su yeryüzünden gökyüzüne çıkar ‘bulut’ olur yoğunlaşır ve yere ‘yağar’. Vahyin, Kur’ân’ın fikri malzemesi de yerden alınır. Vahyin bütün verileri yeryüzüne aittir. Olgular, niyetler, duruşlar, fiiller Allah tarafından Semadan dinlenir ve Vahiy pasajları (ayetler) olarak ‘inzal’ edilir. Vahiy, Kur’ân’da rahmettir(7/203). Yağmur humuslu topraklarda berekete dönüşür. Vahiy de kalbi ‘yumuşak’ olan insanlarda hidayete dönüşür. Bu bakış açısında merkez dinamik olduğu için çevre ve etraf da dinamiktir. Hz. Muhammed ve Sünneti de ölçü değil, örnektir (usce). Kur’ân ile sünnet arasındaki fark Allah ile Hz. Muhammed (halik-mahluk) arasındaki fark kadar büyük değildir. Hz. Muhammed’in yanılabilirliği oranında azdır. İnsanların en hayırlıları Sahabe, sonra tabiun, sonra etba-ı tebiun değildir. İnsanlar bir tarağın dişleri gibi eşittir. En hayırlıları en muttaki olanlarıdır. Üçüncü tasavvura göre din, salt bir takım kutsal kişiler (peygamber, sahabe, veli, şeyh, imam, ilahiyatçı,vs.) kutsal mekanlar (Kâbe, Mescid-i aksa, cami,vs.), kutsal zamanlar (Ramazan, Cuma, Kadir gecesi vs.), kutsal nesneler (Kur’ân, zemzem, tesbih, seccade, sarık, cübbe, vs.) değildir. Din salt ahiret için (köşk, şarap, huri) yapılan bir takım özel ibadetler (hacc, oruç, namaz, Kur’ân okuma vs.) de değildir. Din, Tevhid inancı ile birlikte (iman) bunun zorunlu yansıması olan adalettir (salih amel). Din, dünya içindir, dünya da ahiret içindir. Din, gün boyu iyiliği, adaleti hakkaniyeti ayakta tutmaktır, bunları ikâme etmektir. Kötülüğü, haksızlığı, zulmü engellemektir (emr-ibil ma’ruf ve nahye ani’l-munker). Sosyal ve siyasal günah işlememektir. Çünkü bunlar büyük günahlardır. İnsan hakları ihlalleri büyük günahlardır. Ahlâki her davranış, gün boyu işlenen daimi sevaptır, ibadettir. Bir öneriyi, çözümü, fikri ve fiili ‘dini’ kılan şey, başına bir ayet veya hadis yerleştirmek değildir. Muttaki bir bilinç, temiz bir vicdandan gelen her öneri, çözüm, fikir ve fiil, dinîdir. " İlhami Güler
  8. Kurtlarla dansı iyi bilirim de, olmadı ama Kurtlar böyle ajitasyon yapmaz ki… Sanki beslemeler evlenmek zorundalar demişim gibi, bu kadar çarpıtmaya artık ben ne diyeyim ? Suheyla Hanımın tezi ne idi ? “ Evlatlık yasaklandığı için kimsesiz çocuklar açıkta kalmış, hayatları mahvolmuş. “ Oysa, besleme uygulamasıyla beğenelim beğenmeyelim kimsesiz veya terk edilmiş çocuklar sorununa bir şekilde çözüm bulunmuş. Kimsesiz çocuklar açıkta kalmamış. Besleme tanımı günümüzdeki “ Koruyucu Aile “ ye tekabül eder. Köle gibi kullanılması ise Kuran’da yok. Kaldı ki, bir çocuk gerçek anlamıyla evlat edinilse bile köle olarak kullanılmayacağının garantisi de yoktur. Buna mukabil, Batıdaki duruma bakarsak, 1851 yılında ilk olarak ABD’de serbest olana kadar Evlatlık kurumu tamamen yasak. Kölelik kaldırılana kadar da istisnasız yaşa bakılmaksızın kölelik var veya kimsesiz çocuklar sokaklara terk edilmiş vaziyette. Bir veriye göre mesela 1800’lerde Avusturya’da çocukların %50’si gayri meşru ve kimsesiz durumdaymış. Demek ki, İslam bu yönden bir zarara yol açmamış. Evet, sıradaki gelsin, ona da bir bakalım.
  9. Hayır efendim, sakıncası var. Çünkü, o bayrağın temsil ettiği kavram olan Ulus'un işgalinden etkilenen, zarar gören sizin Ulusunuz olur. Tüm dünya uluslarının ortak kanaati olarak zarar verici bir sembol, kavram olarak görülmesi durumu olmadığından, hiç bir bayrağa bu yapılamaz. O nedenle Yunan bayrağına hakaret edilmesini bizzat Atatürk engellemiştir.Ama Korsan bayrağı için genel kanaat bellidir, nettir. Dolayısıyla, aşağılanabilir de, hakaret de edilebilir farzı misal.
  10. Canraşit şurada cevap verdi: gloria başlık Güncel Konular
    Batıda Laiklik nasıl gelmiş ? Batıda hiç dogma yok muymuş da Laiklik yarım kalmamış ?
  11. Bir şeyi sistematik olarak ortaya koymak ve yazıya dökmek başkadır, o bilgiye deneyimle erişip kulllanmak başkadır. Balıkçılar bilimsel bilgilere sahip olduğu için mi milyonlarca yıllardır balık avlıyorlar ? Deniz Ürünleri ve Balıkçılık Teknolojisi diye bir bilim dalı geliştirilmeden önce balık avlanamıyor muydu ?
  12. Suçu hemen öğretmenlere atmayalım. Öğrenciler öğrenememişse bzaen bu öğretmenin kusurundan kaynaklanmayabilir. İlkokuldan sonra bilimsel bir kitap okunmaması da o öğretmenin kusuru olmayabilir.
  13. Ama şimdi Piramitler Tunç Çağında, Stonehenge Cilalı Taş Çağında yapılmış. Orta Taş Çağında yerleşik hayat ve bu tür yapılara rastlanmamıştı. Göbekli Tepe eski bilgilere göre Orta Taş Çağı( M.Ö. 12000 - M.Ö. 900 )na tekabül ediyor. Bu durumda bu yeni bulgu Orta Taş Çağında yerleşik hayat ve bu tür yapıların olduğunu gösteriyor. Zaten o dönemin Protoneolitik Çağ olarak adlandırılması da bu nedenle sanırım yani; Ön Cilalı Taş devri.
  14. O kendisini " değiştim " diyerek sıyırabilir de, ona Belediye Başkanlığından beri kesintisiz destek verenler ya balık hafızalı ya da sınırsız biatçıymış. Bu kadar da olmaz ama.
  15. Canraşit şurada cevap verdi: gloria başlık Güncel Konular
    Tam tersi.: Sömürüldükleri için Laik olamadılar. General Nasır'ın hareketi Laik bir hareketti. Ama bu hareket emperyalizm tarafından yıllarca ambargo ile, savaşlar ile, darbe ile engellendi. Devrimin tamamlanmasına izin verilmedi. Aynen Türkiye'deki gibi, Suriye'deki gibi, Irak'taki gibi, Libya'daki gibi...
  16. Canraşit şurada yorum gönderdi gloria'nın blog başlığı içinde şeb-i yelda...
    O yıldızı ben verdim ama yıldız tuşlamayı yanlış anlamışım. Aslında 5 yıldız vermek istemiştim. Tek tek yıldızlara basmak gerektiğini düşünüp, ilkinden başlayayım derken ikincisine müsaade etmedi. Çok sevdim burada yazılanları ama tek yıldız vermiş oldum. Özür.
  17. Canraşit şurada yorum gönderdi gloria'nın blog başlığı içinde şeb-i yelda...
    “ Varlık yokluk derdini şu kafandan sil bırak densiz işleri de kendini bil gerin şöyle ooooh derin nefes al kaç nefes alacağın belli değil ! ” Ömer Hayyam gibisi var mı ?
  18. Ben ispatlamadım. Bana sormayın.
  19. Polis hariç her alanda Kamu Hizmetleri özelleştirilmeye çalışılıyor. Felsefe farkıdır, olabilir de. Bu yöntemlerle yapmaya çalışmak çok yanlış ve tehlikeli.
  20. Mursi yanlısı değilim. Mursi karşıtlarının bir bölümü laik de olabilir. Gezidekiler de çoğunluğu Laikti. Gezi olaylarındaki eylemcilerin arkasında başkaları yoktu, diyorum, dedim. AMA MIsır'da Ordunun arkasında Suudi Kralı da var, Mısırlı Selefiler ( El-Kaidenin Mezhebi ) var, EL_EZHER İmamı da var, ABD'de var diyorum. ÇÜNKÜ; GERÇEK BU !
  21. Ayrıca, öncelikle, bunları kimseye yönelik yazmadığımı, bir genel kabulden yola çıkarak yalnızca paylaşmak ve tartışmaya açmak için yazdığımı belirterek söyleyeyim ki; '' Tanrı'nın mesajının ideal evrensel bir toplumsal hukuk düzeni getirmesi gerektiği '' kabulü de bir yanılgıdır. Elbette, topluma yönelik kurallar açısından, tek Tanrılı dinler, aynı zamanda feodal çağın ideolojileridir. Onların peygamber denilen bilge düşünürler tarafından üretildiğini de düşünebilirsiniz. Fakat, dinlerin özü için insanlığa getirdikleri temel ahlaki değerlerin bugün eriştiğimiz çağdaş anlayışlarla uyuşum içinde olduğu da söylenebilir. Yani, evrensel olan, topluma yönelik kurallar değil, iyi bir insan olmak, dürüst olmak, sevgi, adalet gibi insan vicdanına getirdiği temel doğrular olabilir. Kendisi de dini tercih olarak ateist olan, ideoloji olarak sosyalist ve ahlaki açıdan hümanist olan psikanalist ve sosyolog Erich Fromm'un bahsettiği konu da budur. Ateist olan Freud'u dindar olarak tanımlaması da bu nedenledir : '' Freud, insancıl evrimin hedefinin şu amaçlara ulaşmak olduğuna inanır : Bilgi, ( akıl, gerçeklik, mantık ) insan sevgisi, acıların azaltılması, özgürlük ve sorumluluk taşıyacak güce erişmek.'' Bu idealler ise tüm büyük dinlerin aklaki temelini oluşturur. Batı ve Doğu kültürleri, bu temeller üzerine kurulmuştur. Konfüçyus’ün, Lao-Tse’nin Budha’nın, diğer peygamberlerin ve İsa’nınnöğretileri hep bu idealleri savunur. Bu dinler ve öğretiler arasında ( yer ve zamana, hitap edilen topluluğa göre değişen ) deyiş farklılıkarının olması doğaldır. Örneğin, Buddha ağırlığı acıların azaltılıp yok edilmesine verirken, peygamberler adalet ve anlayışlı olmaya önem vermişler, İsa ise insan sevgisini öne almıştır. Görünürdeki farklılıklara rağmen tüm bu dinsel önderlerin, insanlığın gelişmesindeki amaçlar ve biçimler konusunda tam bir uyuşum içinde olmaları ilginçtir. '' Bir başkası ise, bunların peygamberler tarafından, Tanrı'dan alınan ilhamla söylendiğini düşünebilir. İşte, olayın inanç boyutu da budur. Belki de, bu tip dinlerin ortaya çıkışından sonraki çağlarda, Pozitif Bilim geliştiğinden, insanlar sonraki düşünürleri peygamber olarak algılamamış ve zaten onlar da doğal olarak kendilerini peygamber olarak sunma gereği duymamışlardır. Fakat, bilimin bugünkü geldiği noktada, Pozitivizmin aşıldığını da biliyoruz. Dolayısıyla, olayın inanç boyutunun gerekliliği de bugün hepten ortadan kalkmış değildir.
  22. Canraşit şurada cevap verdi: gloria başlık Güncel Konular
    Ama Anti Emperyalist bir anlam yüklememişler bu sembole. Yine de darbe haklı bile olsa yeni yönetimin çok farklı olabileceğini düşünmüyorum. Neticede, darbeciler de İslamcı. Getirmek istedikleri rejim de " Ilımlı İslam " rejimi olabilir, ABD'nin desteklediği, hani bizimkinin bir on yıl sonrasını düşünün 2023. Dolayısıyla, Türkiye için Ilımlı İslamı tehlike olarak, olabilemez olarak görenler, Mısır'ın yeni yönetimine destek vermemelidirler. Buna karşı olanların sembolü de netice itibariyle Emperyalizme karşı bir sembol olduğundan benimsenebilir. Tabii bazı futbolcuların falan böyle bir bilinçle bu işareti yaptıklarını sanmıyorum. Onların ki yalnızca birisine biat ve yaranma nedeniyle.
  23. Neticede Siyanür elementi kullanılarak yapılan bazı bileşikler ilaç olarak kullanılabiliniyor. Konu ne yönde kullanıldığı. İyi yönde de kötü yönde de kullanılabilir, her şey gibi.
  24. Merak ettiğim için soruyorum. Nasıl felsefi olarak ispatladınız ? Öncekinden farklı mı ?

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.