Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

dominik

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    1.844
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    9

dominik tarafından postalanan herşey

  1. Tabiiki kendi sorunlaridir ama vatanseverlik ve askerlik üzerinden pim yapmiyorlarsa. Ben burada asla kisinin özel düsüncesine karsimam, yani askerlik yapmak isteyenle istemeyen arasinda asla bir ayrim yapmam. Her ikiside kararlarinda hürdürler ve birisi digerinden de üstün degildir. Bu isin birde amasi var, sorun burada. Mesela tv lerde cayir cayir vatandaslari askere gitmeleri icín propaganda yaparsan ve kendinde herhangi bir sekilde askerlik konusunda isin kolayina kacarsan tabiiki elestiririm ve o sahsin düsüncesi sahsilikten cikar. Gen bir türkücü veya sarkici olarak vatanseverlik ve askerlik gibi hassas konulari kendi cikarin icin kullanip para kazanirsan ve diger taraftan askere gitmemek icin her türlü dümeni cevirirsen elestirilirsin. Bunu aynen yüksek rütbeliler ve milletvekilleri icinde söylerim. Onlar bizi koyun yerine koyamazlar. Senin nerede ve nasil askerlik yaptigin beni hic ilgilendirmez. Knediniz icin nasil dogru gördüyseniz yapmaya calismissiniz, kendi karariniz. Sizde 75 milyonu kendiniz üzerinden degerlendirmeyin derim. Türkiye'de askerler ve vatanperverlik üzerinden siyaset yapan, para kazanan, müzik yapan,.... var. Dogal olarak bu insanlarin kendileri ve cevrelerinin bu konularda neler yaptiklari bizleri ilgilendirir ve ilgilendirmeside gerekli. Yoksa mesela bir savunma bakani kendisi asker kacagi olacak veya alevera ve dalevera ile askerlikten kurtulacak ama makaminda sana, bana ve bize askerik icin övütler verecek. Olay bu, biraz gözümüzü acalim.
  2. Arkadasim siz basligi tam olarak anlamamissiniz galiba. Baslikta askerlik ve askere gidenler elestirilmiyor. Masa basi vatanseverlerin halayla gidenlerin sirtindan prim yapmalari elestiriliyor. Baskalarina alet olmamak gerek!!!!
  3. Mesela hemen hemen tüm parlemontoda milletvekilligi yapmislarin kendileri, evlatlari ve en yakin akraba ve dostlari. Mesela TSK'nin büyük rütbelilerinin evlatlari. Mesela sayisiz türkücü, sarkici, artist, futbolcu, is adamlari, ...., bunlar yeri gelince herkesten fazla vatanperverlik yapiyorlar. 30 yili askin yasanan savasta bu saydiklarimin hicbirisinden ne sehit nede gazi olanlarini gösteremeyiz. Cogu ya askerliklerini torpille kislada türkü söyleyerek yada alevera dalevera ile para verip atlatmislardir. Varsa bir örneginiz gösterin lütfen bizde görelim. Hele insanlarimiza askere gitme ve gitmeme (sivil hizmet) hakki verilsin görelim ak ile karayi, görelim kimler davul ve zurna ile askere gidiyormus. Göz boyamakla gercekler degismez.
  4. Cifte standartin alasi bu. Insanlarin protesto etmesi kadar dogal bir davranis yoktur ama tabiiki siddet kullanmadan. Yumurta ve domates atmak ne kadar siddetki atanlari özel kameraden bulup cezalandiriyorlar, ama Izmir'de tas ve sopalarla saldiranlar "tepki" olarak degerlendirilip bizlere ders vermeye calisiyorlar. Hukuk anlayisimiz bu kadar dar ve tek tarafli. Anlayacagin arkadasim gecmis dönemde (1980 öncesi) CHP ye ras ve sopalarla saldirmak "tepki" olarak görülüyordu bugün ise Kürt'ü taslamak "tepki" oluyor. Isin aci tarafi, dün ayni haksizliga ugrayanlarin bugün desteklemeleri.
  5. Senaryo biraz basit yazimis. "Libos dedigimiz aydinlar dünkü azgin solculardi,öyle ki miting yaptiklarinda hep "ORDU MILLET ELELE"sloganini atarlardi,simdi ayni liboslar tam bir asker düsmani kesildiler." diye nitelediginiz insanlar kim ve bunlar ne zaman ORDU MILLET EL ELE dedeiler ve simdi de asker düsmani kesiliyorlar. Senaryoyu yazan kimse en azindan biraz acik yzmaliydi ve birilerini suclarken delil sunmali. PKK 1978 den beri var, dolayisiyla bayagi fark var AKP ile PKK nin gelisi arasinda. PKK'nin bu günlere kadar gelmesinin tek sebebi de devletin kendisidir. Artik bize baska senaryolar sunun, bunlari 30 yili askin dinliyoruz ve ne kadar yalan yanlis oldugu ortada.
  6. Katiller arasinda iyi katil kötü katil diye bir ayrim yapilmaz, en azindan gercekten hukukun üstünlügüne cani gönülden inananlar icin gecerli. Bir terörüstün evya abska suclunun cezasini ne sizin resmini koydugunuz katil ne de baska bir canavar verebilir, tek yetkili devlettir ve devlette gene yargilama bicimini kendi anayasasinda belirlemistir. Güvenlik gücleri yakalar ve bagimsiz mahkemelerde sucunu tesbit edip anayasada yazili kanuna göre cezasini verir. Bunun disindaki her girisim siz bunun ismine ne derseniz deyin hukuk disidir ve karsi geldigin terörüstten hic bir farkin olmaz. Hukuku uygulamayan devlette zaten hukuk devleti degildir olsa olsa anti-demokratik dikta rejim olur.
  7. Alevilerin ayaklanmasini isteyen yokta onlarin haklarini aramamalarini isteyenler cok. CHP'de onlarin haklari ariyor gözüküp ama arkadan hancerleyenlerden. AKP ve MHP'nin Alevi acilimina zaten kendileride inanmiyorda su günlerde kendilerince en keskin levi dostu olduklarini gösteriyorlar. MHP'nin gecmisi Aleviler acisindan cok aci vericidir. Sizde artik her konuyu ayaklanma olarak algilamaktan vazgecin. Kimsenin ayaklandigida yok ayaklanacagida. Istenilen sadece demokratik yoldan esit yurttaslik. Ehh bu haklarina 85 yildir kavusamamislarsa birakinda artik onlarda seslerini cikartsin canim. 85 yildir basta CHP olmak üzere tüm siyasi partiler ve devlet organlari bu vatanadslarimizi islerine geldigi gibi yorumladilar, zaman zaman aci cektirdiler, en kötüsüde onlari arkadan hancerlemeleri oldu. Hakkini arayan kim olursa hemen "devlete karsi ayaklanma" olarak fisleniyor. Devlete karsi her vatandasin haklarini aramak ve korumak amaciyla demokratik yoldan karsi gelebilmesi gerekli. Siz isterseniz bunun ismini ayaklanma koyun, ama önemli olan demokratik lmasidir.
  8. Cok dogru söylüyorsunuz, üniversiteye gitmek isteyenler ile meslek yapmak isteyenler arasinda okul farki olmasi gerekli. Ögrenci fikrini sonradan degistiriyorsa en azindan meslek okulunu bitirdikten sonra ve ya baska bir olasilik varsa tabii düz liseye gecisle yapabilir. Imamhatip mezunlarina üniversite kapilarinin acilmasi sadece siyasidir ve amac bilim ögrenmek degil sistemi ele gecirmektir.
  9. Türkiye'de TSK mensuplarinin dokununmazligi var, onlar her seyin üzerindeler ve ne yapsalar yeridir. Kenan Evren'de demokrasi getirmek icin, anarsiye son vermek icin, Atatürk ve ilkelerini korumak icin, Seriatcilara karsi devlet yönetimine darbeyi yapti ama söylediklerinin birini dahi yapmadi. Demokrasi yerine iskenceyi mesrulastirdi ve demokrasi hayranlarini zindanlara atti. Anarsiyi de önleyemedi cünki 30 yili askin ysanan savasta ölenlerin sayisini bilmiyoruz artik, yerlerinden olanlar, faili mechule gidenler, evleri yikilanlar ve göce zorlananlar, .... Hele heleAtatürk ilkelerini hicmi hic korumadi cünki o öyle bir nesil yetistirdiki simdi yasiyoruz kimmis bu nesil, bir taraftan irkci ve inkarci nesil diger taraftan seriatci.
  10. Yorumalri istedigimiz acidan okuyup yorumlarsak söyledikleriniz ortaya cikiyor. AKP'yi Aleviler konusunda burada kim övüyoda öyle yaziyorsunuz. Ama MHP ve CHP simdi AKP'ye seslenip Alevi vatandaslarin hakkini vermiyor diye sikayete bulunuyorlar. Onlarada biz buradan soruyoruz, siz ne yaptiniz diye. Evet söylediginiz gibi bilende yaziyor bilmeyende. CHP ev MHP nin sorumuza verecek cevaplari olmadigi icin soranlari AKP'li ve mezhepci yapiyorlar.
  11. Desim'de neler olmustu ve yasanmisti? " Dersim'de 1937-1938'de ne oldu? CHP'li Onur Öymen'in gafıyla Dersim olayları yeniden gündeme geldi. Peki 1937-38'de ne olmuştu? 22 yıl önce Nokta dergisinde yayınlanan 'Dersim dosyasını Bianet yeniden yayınladı Nokta Dergisi'nin 1987'de yayımladığı "Dersim 1937-1938/ Yarım Yüzyıl Sonra" dosyasını bugünün gündemine denk düşmesi nedeniyle "İlk kez açıklanan belgeler", "İsmet İnönü'nün Lozan'da okuduğu bildiri", "ABD, Demirel'e Federe Kürdistan Önerdi", "Demirel Koçaş'ı yalanlıyor", "Hedef doğrudan Dersim idi", "Dış basından", "Parlamenter gözüyle" başlıklı çerçeveleriyle birlikte aynen yayımlıyoruz. "Dersim, Cumhuriyet hükümeti için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliye yapmak ve elim ihtimalleri önlemek, memleket selameti bakımından mutlaka lazımdır... Okul açmak, yol yapmak, refah sebeplerini sağlayacak fabrikalar kurmak, kendilerini meşgul etmeye yarayan çeşitli sanayi işleri sağlamak, özet olarak yurt sahibi yapmak veya uygarlaştırmak suretiyle ıslaha çalışmak hayalden başka bir şey değildir." Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey, İçişleri Bakanlığı'na raporunu sunduğunda Dersim olaylarına doğru bir adım daha atılmış oluyordu. Bir süre sonra Dersim'in adı Tunceli'ye dönecek, adına özel yasalar çıkarılacak, ardından da kanlar dökülecekti. Tam yarım yüzyıl önceydi bütün bunlar. Ve yarım yüzyıl boyunca konuşulmayacaktı. O kadar ki... Muhsin Batur, 1985 yılında yayınlanan "Anılar ve Görüşler" adlı kitabında şunları yazıyordu. "Günlerden bir gün alayımıza emir geldi... Tren yoluyla Elazığ'a intikal edilecek, bir süre orada eğitim gördükten sonra o zamanlar Dersim denilen bölgeye gideceğiz. Tren yolculuğumuz 40 kişinin paylaştığı kapalı yük vagonlarında pek ilkel ve zor koşullar altında gerçekleşti. Elazığ'ın biraz uzağında Harput'un eteklerinde çadırlı ordugâh kurduk ve bir müddet sonra ilk durak Pertek olmak üzere harekete geçtik ve iki ayı aşkın bir süre özel görev yaptık. Okuyucularımızdan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum..." Muhsin Batur, yaşadıklarını kendisine saklamıştı. Pek çok başkaları gibi... "Bir şeyler", önemli bir şeyler olmuştu 50 yıl önce. Oysa bugün genç kuşaklar, neredeyse Dersim adını bile bilmiyordu. Bugünü anlamanın anahtarı olan "dün" unutulmuştu. Ve yarım yüzyıl sonra Nokta "dün"ün kapısını açıyordu. İngiliz arşivlerinde bugüne dek karanlıkta kalan belgeler ve mektuplar; Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı'nın kamuoyuna yansımayan "Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar" adlı belgesel yayını; o günlerin canlı tanıkları... Bütün bunlar bir manzarayı gözler önüne seriyordu: Dersim isyanı... 1937 baharından 1938 baharına iki tenkil harekâtı. Binlerce ölü, onbinlerce sürgün.. Her şey köprüyle... "37 geldiği zaman bir köprü meselesinden geldi. İki ya da üç kişi köprüyü yaktılar. Cehaletten çoban mı yaktı, başkası mı yaktı bilemezsin yani... Belli değil, yani bilmezlikten yaktılar. Ondan sonra başladı. Olay büyüdü..." Kureşanlı 60 yaşındaki Veli Çelik'in anlattığı bu köprü olayı, Genelkurmay belgelerinde şöyle geçiyordu: "İlk olay, Pah bucağı ile Kahmut bucağını birbirine bağlayan Harçik deresi üzerindeki tahta köprünün 20/21 Mart 1937 gecesi Demenan ve Haydaranlılar tarafından yıkılması ve köprü ile Kahmut arasındaki telefon hattının tahrip edilmesiyle başladı." Köprü bir kıvılcımdı. Avusturya veliahdının öldürülmesi Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasında ne ölçüde etkense, köprünün yakılması da Dersim olaylarını başlatmada o ölçüde etkendi. Evet, köprü yıllarca için için yanan bir ateşi canlandırmıştı. Dersimlilerin asker ve vergi vermeyi reddetmeleriyle somutlaşan bir ateşti bu. Dersim bir sancıydı... Tunceli Kanunu, 1935 yılında böyle bir ortamda çıkarılmıştı. Kanuna göre, vali ve komutan, bakanların bütün yetkilerine sahip olacak; kaymakamlıklara muvazzaf subaylar, belediyelere başkanlar atayabilecek; ilçe ve bucakların merkezlerini değiştirebilecek; gerekli gördüklerini il dışına çıkartabilecekti. Asıl önemlisi hukuk alanındaki düzenlemelerdi. Bu kanunla Tunceli'de yapılacak yargılamalara da özel yöntemler getiriliyordu. Gazeteci Naşit Uluğ, "Tunceli Medeniyete Açılıyor" adlı kitabında, yapılanları "mazinin kötülüklerini tasfiye" olarak yorumluyor ve şöyle diyordu: "Doğu illerimizdeki kötülüklerin başında memleketin emniyet ve asayişini tehdit eden hıyanet ve şekavet ocakları vardı. Halkı esir gibi kullanan derebeylik ve toprak ağalığının yanında, bunların daha korkuncu olarak aşiret sistemi geliyordu. Bu sistem, Kemalist rejim muvacehesinde fiili bir isyan ve itaatsizlikten farklı görünmüyordu." "Meğer askeri yolmuş..." 70 yaşındaki Şükrü Baykara Nokta'ya anlatıyordu: "1937'de önce yol yapıldı. Öğrendik ki meğer askeri yol yapılıyormuş. O zaman ben 19-20 yaşındaydım... Olaylar öyle hızlı oldu ki, iki-üç gün içinde sildi süpürdüler." Önce yol gelmişti Dersim'e, ardından da uçaktan atılan bildiriler. 4 Mayıs 1937 tarihini taşıyordu bildiriler ve Genelkurmay yayınına göre "Türkçe, Osmanlıca harflerle, mahalli lisanda" yazılmıştı: "Sizi ayaklandırmaya çalışan zavallıları Cumhuriyet hükümetine teslim ediniz veyahut onlar kendileri teslim olmalılar. Bu takdirde cümleniz masum kalacaksınız. Teslim edilenler veya kendiliğinden teslim olanlar dahi Cumhuriyetin adil muamelesinden başka hiçbir şey görmeyeceklerdir. Aksi takdirde, yani dediklerimizi yapmazsanız, her tarafınızı sarmış bulunuyoruz. Cumhuriyetin kahredici orduları tarafından mahvedileceksiniz." Bildirilerle aynı tarihi taşıyan Bakanlar Kurulu'nun gizli bir kararında da şöyle deniyordu: "Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki, silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar veremeyecek hale getirmek, köyleri kamilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür." Dersim'de adım adım tarih yaratılıyordu. Tarihi yaşayanlardan biri Mehmet Kangutan'dı. 1937'de 11 yaşındaydı Kangutan ve o günleri Nokta'ya bugün şöyle anlatacaktı: "Abdullah (Alpdoğan) Paşa buraya geldiği zaman hem adli hem idari bütün yetkilere sahipti. İstese adam öldürebilirdi... Bütün aşiret reislerine emir çıkardı. Dedem Karabali aşiretinin reisi olduğu için oha da emir çıkardı: Herkes aşiretin silahlarını göndersin, fes yasak... Dedem belki yüz-yüz elli tüfeği katırlara odun yükler gibi yükledi, gönderdi. Herkes şapka giydi. Tüccarlarda şapka kalmadı. Ve adam yol yapmaya başladı. Atatürk'ün hastalığı zamanındaymış... Abdullah Paşa üç şey istiyordu: Askere gideceksiniz, verginizi vereceksiniz, birbirinizin malına göz koymayacaksınız... Abdullah Paşa'nın bu icraatına rağmen tek tük hadiseler oluyordu. Tabii bunlar büyük bir katliamı icap ettirmiyordu." Silah meselesi Genelkurmay belgelerinde de yer alıyordu. Dersim havalisini teftişle görevlendirilen Diyarbakır Valisi Cemal Bey'in İçişleri Bakanlığı'na sunduğu şu raporla: "Üç-beş şahıs müstesna, ağalar ve reisler ve dahil bütün Dersimliler son derece fakirlik ve zaruret içinde çırpınmaktadırlar. Soygunculuk hareketlerinin sebebi, yaşamak hissi ve endişesidir... Her Dersimli, hayatını, malını korumak kaygusu ile silahlı bulunmak zorunluluğunda kalmıştır..." Gerek Cemal Bey'in raporu gerekse öteki istihbarat ve değerlendirme, hükümeti bir sonuca götürüyordu: "Dersim'in ıslahatı zaruridir." Genelkurmay yayınında şu satırlara yer veriliyordu: "Tunceli Kanunlarının uygulanmasında ilkin, Dersim'e hâkim olmak esası dikkate alındığı için Kahmut, Sin, Karaoğlan, Amutka, Danzik, Haydaran gibi bucak merkezlerinde birer karakol tesisi ve binalarının inşaasına başlanmıştı. "Bu iş; çok uzun zamandan beri hükümet memuru ve nüfuzu görmeyen aşiret reisi ve ağalarının hoşuna gitmemiş ve özellikle Kalan'da yeni bir ilçe teşkili bunların kuşkularını büsbütün artırmıştı. Bu arada Suriye'den Tunceli bölgesine giren bazı Ermenilerin Koçkirili Ali Şir'in etrafta yaptığı menfi propagandanın halk üzerindeki etkisi de büyüktü. Bu durum dolayısıyla Yukarı Abbas uşağı aşireti reisi Seyit Rıza; Haydaran, Demenan, Yusufan, Kureyşan aşiretlerine adamlar göndermek suretiyle bunların hükümet aleyhine ittifakını sağlamış oldu." Bu ittifakın gözle görünür ilk sonucu köprünün yakılması olarak gelmişti. Bunun üzerine, bölgeye ilginin artırılmasına karar verilmişti: "Son olay ve alınan haberler gösteriyordu ki, hükümetin Tunceli içerisine adım adım girişi, çıkarları bozulan bazı kimseleri sıkmakta, çıkarılan Orman Kanunu, dağ köylerinde keçilerinin aç kalacağı korkusunu doğurmakta ve bunlara benzer birtakım zararlı propagandalarla halk kışkırtılmakta idi. Bu durum dolayısıyla önümüzdeki ilkbaharda gerek Tunceli içinde ve gerekse çevresindeki illerde sarkıntılık ve çapulculuk hareketlerinin artacağı ihtimali karşısında Tunceli içinde ve çevresinde kuvvetli bulunmak lazımdı." Kanlı bahar 1937 yılında ilkbahar Dersim'e böyle koptu kopacak bir fırtınayla birlikte gelmişti. Dağ taş silah aranıyor, silah toplanıyordu. Karakolların sayısı artmıştı. Ve... Genelkurmay yayınının 382. sayfasında anlatılıyordu: "Hemen hemen her gün eşkıyanın şu veya bu karakola baskın yapacağı haberleri alınıyordu. Birkaç kez Elazığ'da bulunan uçak bölüğünce; eşkıyanın toplandığı yerler, özellikle bu ayaklanmayı görünürde perde arkasından yönettiği bilinen Seyit Rıza'nın evi ve civarı havadan bombalandı. Her gün biraz daha şiddetini artıran kaynaşmaya rağmen henüz ciddi bir hareket olmamıştı. Nihayet bir gün (26 Nisan 1937) Sin bucağının Hozat'la irtibatının dağ yolu ile yapılmasını sağlamak maksadı ile açılan ve mevcudu 36 sabit jandarmadan ibaret olan Askisor karakolu saat 20.00'den itibaren 100 kadar eşkıya tarafından kuşatıldı. Alınan diğer haberlerden de anlaşıldığına göre; bu gece eşkıyanın gruplar halinde Sin ve Kahmut bölgelerine baskın yapmaları bekleniyordu. Bir gün önce Uzuntarla bölgesinde toplandığı haber alınan eşkıya 26/27 Nisan gecesi saat 23.00'te 80 kişilik bir kuvvetle Harçik suyunun doğusunda ve Pah kuzeyinde bulunan 9'uncu Seyyar Jandarma Taburu Süvari Bölüğü'ne taarruza başladı ve sabaha kadar eşkıya ile bölük arasında çok yakın mesafede ve çok şiddetli müsademe devam etti. Bölük bu saldırıyı ancak iki mangası ile karşılayabilmişti." Hükümet kararlıydı. İsyan bastırılacak, Dersim "tedip", yani terbiye edilecekti. İlk kadın pilot Sabiha Gökçen'in uçağından atılan bu ilk bombalar kararlılığın göstergesiydi. Ama fırtına da kopmuştu. Artık tedip de yetmiyordu. Onun yerini, sözlüklerin "Düşman ya da zararlı kimseleri topluca ortadan kaldırma" diye tanımladığı "tenkil" almıştı. Bakanlar Kurulu kararlarında "tenkil"den söz ediliyor, Genelkurmay'ın arşivine tenkil raporları yağıyordu: "Bu hava taarruzunda özellikle Sabiha Gökçen Hanım'ın attığı 50 kiloluk bir bomba Keçizeken köyünden kuzeye doğru kaçan asi grubuna olduk­ça ağır bir zayiat verdirdiği yapılan gözetlemeden anlaşılıyordu." Mehmet Kangutan da belleğindeki arşive yazmıştı tanık olduklarını: "Bir ara dediler ki yukardan kırıp geliyorlar. Tabii anamız gözü açık biri. Beni, ağabeyimi çıkarttı köyden... Gelmişler köye, toplamışlar tarlalarda. Biz tepenin arkasındaydık. Ordan mitralyöz seslerini duyuyorduk. Bizim köy ateşlendiği zaman, konağımız büyüktü, o konağı yaktıkları zaman ağlama tuttu beni. Biz karşıdan görüyorduk. İnsanlar da öldürüldükten sonra köyde insan hemen hemen kalmadı, ama biraz kaçan vardı." Aynı sıralarda, yani 1937 Haziran sonlarında manzarayı Genelkurmay şöyle yorumluyordu: "Devam eden tarama faaliyetinde birçok asi köyleri yakılıyor, sıkıştırılan eşkıya grupları ile yapılan müsademelerde oldukça ağır zayiat verdiriliyor ve çok sayıda büyük baş hayvan, koyun ve keçileri toplanarak mahalli kaymakamlıklara teslim ediliyordu." Genelkurmay'a gönderilen raporlarda benzeri cümlelere gittikçe daha sık rastlanır olmuştu. Bu raporlarda Seyit Rıza'nın adı da çok sık geçiyordu. "Temmuz 1937 sonlarında Tunceli'nin 1937 itaatsizliğine katılmış olan bütün aşiretlerin bölgelerinde, inilmemiş dere, çıkılmamış dağ ve taranmamış hiçbir yer kalmamıştı. Sarf edilen bütün gayretlere rağmen Seyit Rıza ve avenesi henüz ele geçirilememişti." "Generalissimo" Aynı günlerde Seyit Rıza, İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na bir mektup yazıyordu. Seyit Rıza, "Dersim Generali" diye imza attığı ve elli yıl sonra ilk kez Nokta ile gün ışığına çıkan bu mektupta, İngiliz hükümetinden yardım istiyordu. Ne var ki, umduğunu bulamayacaktı. İngiliz Dışişleri Bakanlığınca İstanbul'daki İngiliz Konsolosluğu'na gönderilen bir yazıda şöyle deniyordu: "Eğer Türk hükümetine, mektubun tarafımızdan dikkate alınmadığı gayri resmi olarak bildirilirse iyi olur." Bu ilginç yazının tarihi de ilginçti. İngiliz Dışişleri Bakanlığı'nın yazısı 5 Ekim 1937 tarihini taşıyordu. Oysa Seyit Rıza bu yazıdan yaklaşık bir ay önce, 10 Eylül günü tutuklanmıştı. Anlaşılan bu kez İngiliz politikası, "bekle ve dengenin kimden yana döneceğini gör" biçiminde gelişmişti. İngilizlerin gözlediği denge, Seyit Rıza'nın aleyhine bozulmuştu. Abasan aşiretinin başı Seyit Rıza, tutuklanmıştı. Kimi kaynaklara göre bu tutuklanma, "teslim olma" sonucunda gerçekleşmişti. Kimi kaynaklara göre ise, Seyit Rıza hükümetin "barış görüşmesi" çağrısına uyarak Erzincan'a gitmiş ve ele geçmişti. Seyit Rıza'nın öyküsü yargılanıp 18 Kasım 1937 tarihinde sona eriyordu. Seyit Rıza, küçük oğlu Reşik Hüseyin, yeğeni Yusufhan aşireti reisi Kamber, Kureyşan aşireti reisi Seyit Hüseyin'in de aralarında bulunduğu on kişiyle birlikte asılmıştı. Bu, aynı zamanda 1937 harekâtının sonuydu. Başbakan İsmet İnönü, idamlar dolayısıyla yaptığı açıklamada, "Dersim meselesini ortadan kaldırdık, son verdik. Dersim müşkilesinden kurtulduk. Dersim'i her türlü askeri hareketlerle temizledik" diyordu. Ancak, "mesele" ortadan kalkmamıştı. 1938'e yine huzursuzluklarla girilmişti. Gazeteci Naşit Uluğ, şöyle anlatıyordu: "Azgınlık bu sefer Kalan mıntıkasında başladı. Kalanlılara bundan önce uslu oturduklarından dokunulmamıştı. Henüz imar ve temdin çalışmaları kendi bölgelerine erişmemiş olan Kalanlılar, ağaların ve Seyit'lerin tahrikine uyarak Diztaş karakoluna tecavüz ettiler. Kış gelmişti, dağlar karla örtülmüştü, yollar henüz bitirilmemişti, harekâta yazın devam edilmek üzere kış geçirildi. Havalar açılınca asker Kalan mıntıkasına girdi." Bir başka "bahar" Dersim'de yine hazırlık vardı. Yine bahar bekleniyordu. Ama bu kez hazırlıklar daha sistemli, tedbirler daha yoğundu. Başbakan da artık Celal Bayar'dı. Gerek 1937, gerekse 1938 harekâtını "yakinen" izleyen gazeteci Naşit Uluğ şunları aktarıyordu kitabında: "Kamutay 1938 yaz tatiline girerken o zamanki Başbakan Celal Bayar, iç meseleler arasında Dersim'e de temas ederek, 'Bu yıl Dersim denilen işi kat'i surette tasfiye etmek için devletin bir tedbiri daha olduğunu ve ordumuzun Dersim havalisinde vazife alacağını ve umumi bir tarama hareketiyle bu meseleyi kökünden söküp atacağını söylemişti." 1938 harekâtı için her şey hazırdı. Öyle ki, harekâtın artık basılı bir "kılavuz kitabı" bile vardı. 1938 yılında Elazığ Turan Matbaası'nda Tunceli Vali ve Kumandanlığı tarafından bastırılan kitapçığın adı şöyleydi: "Tunceli bölgesinde yapılan eşkıya takibi hareketleri, köy arama ve silah toplama işleri hakkında kılavuz." Dam nasıl yakılır? Kılavuz, bir tenkil hareketi için gerekli tüm bilgileri içeriyordu. Örneğin, "köyde eşkıya araması" bölümünün 6. maddesinde "Silah atan köy yakılmalıdır" denilirken, 7. maddesinde bu işin nasıl yapılacağı anlatılıyordu: "Damlar taş ve topraktan ibaret olup yalnız tavan ve direkleri ve ağaç dalları vardır. Bunları yakmak güçtür. Ancak dam üstünden bir kısım toprak atılarak ağaçlar meydana çıkarılır. Toplanacak odun ve çalılar burada yakılmak suretiyle bina ateşe verilir. Oda kapısından içeriye odun yığarak ateşleme sureti ile genişletilir." Kılavuzun "silah toplama" bölümünde de şu "bilgiler"e yer veriliyordu: "Silah teslime mecbur etmek için kadın ve çocukların toplanarak hükümete teslim edileceğini söylemek çok kere iyi netice verir. Bu gibilerin damlarını yakmak faydalıdır." O günleri yaşayanlardan Şükrü Baykara'nın "kıran kırana" diye tanımladığı bir çatışma başlamıştı artık Tunceli'de. Genelkurmay yayınında, bu çatışmalardan 21 Temmuz 1938 günü Laç deresi civarında cereyan edeni şöyle anlatılıyordu: "Haydutların sığındığı, ağızları mazgallı taş duvarlarla kapatılmış mağaralar, cesur askerlerimiz tarafından kuşatılmış, top ve makineli tüfek ateşinden başka 25'inci Alay'dan gönderilen istihkâm müfrezesi tarafından tahrip kalıpları atılmak suretiyle mağaralar tahrip edilerek içindekiler öldürülmüş, can havli ile dışarıya fırlayanlar da ateşle imha edilmişti. Böylece tarama sahası içindeki mağaralarda toplam olarak 216 haydut imha edilmiş, ayrıca 12 haydut cesedi Munzur suyu üzerinde görülmüştü." Genelkurmay yayınının bundan sonrasında tarihler, mevki isimleri ve ölü sayıları birbirini izliyordu: "Haydutlardan 20 kadar ceset... Tayyare filosunun bombalı taarruzunda haydutlardan 40'tan fazla zayiat... Kaçmak isteyen 49 kişinin imhası... Dört köyden 395 haydudun ölü olarak ele geçirilmesi..." Ve bir örnek: "Mameki Dağ Tugayı bölgesinde bir kuvvetimiz Çat Köyü'ne ateş baskını yaptı. Bu baskına haydutlar şiddetle karşı koydularsa da Çat Köyü'ndeki kalabalık, perişan bir halde bağrışma ve feryatlar içinde kaçıştılar. Bu müsademede haydutlar 15'i silahsız olmak üzere 70 kadardı. Müsademe sırasında 20 kadarı imha edildi." Doğal olarak raporlara, belgelere yalnızca rakamlar ve kuru bilgiler yansıyordu. 80 yaşındaki Menez Akkaya ise, Nokta'ya anlattıklarıyla canlı bir tablo çiziyordu: "Ben o zaman genç kızdım. Bizim köye askerler birkaç kez geldi gittiler. Bir şey yapmadılar bize. Türkçe bilmediğimiz için ne dediklerini anlamıyorduk. Daha sonra bir gün yine geldiler. Bütün köy halkını topladılar. 200-300 kişi vardı. Kadın, çoluk çocuk hepsi oradaydı. Hepimizi Değirmentaş'ın oraya götürdüler. Bize, silahlarımızı toplayıp serbest bırakacağız diyorlardı. Ama bizi çay kıyısına götürüp öldürdüler. Kocamı da öldürdüler. Biz üç kişi kurtulduk. Ben ağaca yapıştım, öyle kurtuldum. Günlerce aç susuz ölülerin yanında kaldık. Öyle olmuştu ki, korku diye bir şey kalmamıştı 1938 fırtınası Eylül sonunda diniyordu. Ardında binlerce ölü bırakarak. Genelkurmay yayınına bakılırsa, ölü sayısı 4 binden az değildi. Gerçi bu, Kurtuluş Savaşı boyunca 9 bin kişinin şehit olduğu düşünülünce oldukça büyük bir rakamdı, ama yine de "kesine yakın" olduğu söylenemezdi. Çünkü ölü sayıları genellikle yuvarlak hesaplarla veriliyor ve örneğin "tarama bölgesi içinden ölü ve diri 7954 kişi çıkarılmıştır" gibi, ölü sayısının bilinemeyeceği ifadeler kullanılıyordu. Aralarında, özel olarak gönderilen Muhafız Alayı'nın bulunduğu yaklaşık 50-60 bin kişilik askeri kuvvet artık çekilmeye başlamıştı, Tunceli'den. İsyan bitmiş, ölen ölmüştü. Kalan sağlar ise... Onlar için Bakanlar Kurulu, "Tunceli halkından ve yasak bölgelerin içinden ve dışından 5-7 bin kişinin Batı illerine nakil ve iskânı" kararını almıştı. Ve İngiltere'nin Trabzon Konsolosu, Dersim olaylarıyla ilgili olarak Ankara'daki Büyükelçiliği'ne gönderdiği son raporunu şu değerlendirmeyle sonuçlandırıyordu: "Artık söylenen şu: Türkiye'de Kürt sorunu bitmiştir." * Nokta Dergisinin 28 Haziran 1987 tarihli yıl 5, sayı 25'te "Dersim 1937-1938/ Yarım Yüzyıl Sonra" başlıklı dosyası Ayşenur Arslan, Hıdır Göktaş, Nadire Mater, Mahmut Övür ve Seral Özzeybek imzalarını taşıyor." -http://kurmesliler.com/index.php?option=com_content&view=article&id=887:dersimde-1937-1938de-ne-oldu-&catid=1:l-ve-lcelerimiz&Itemid=4-
  12. Dersim'in bir internet sitesinde yazan Ali Haydar Gürbüz'in Izmir'de olan olaylari degerlendirmesi bizlere isik tutuyor. "İzmir’de Yükselen Duman Ali Haydar Gürbüz Bir önceki makalemde Sivas’da yükselen ve Türkiye’yi saran dumandan bahsetmiş Alevi Katliamları üzerinde kısmen durmuştum.22.11.2009 tarihinde Türkiye’nin en demokrat ili sayılan ve CHP’nin kalbi olan İzmir’de DTP konvoyuna yapılan saldırılar CHP ve yandaşlarının milliyetçi ruhlarını gizlemeden faşist ırkçı MHP ile birleştirerek DTP şahsında Kürt halkına karşı organize eylemler gerçekleştireceği ihtimalini sanırsam Türkiye tarihini bilen herkes görmüştür. Olayın olduğu yer bilinçli bir şekilde seçilmiş olay anı saldıranların MHP’nin işaretini(Kurt işareti) yaptıkları gözlemlenmiş ve olay sonrası bu grubun MHP ilçe binasında toplandığı görülmüştür.İzmir’in çok karmaşık bir kozmopolitik yapısının olduğunu herkes bilir,burada Kürt’lerle birlikte balkanlarda da göçmenlerin gelip yerleştiği bilinmektedir.DTP yetkililerinin barış sürecini Türkiye’nin hertarafına yayma ve bu çalışmalardaki samimiyetlerini belirleme noktasındaki girişimlerine salıdırılar organize ederek karşı çıkmaya çalışan faşist güçler aralarında kadın ve çocuklarında bulunduğu halktan kesimleri örgütleyerek bu emellerini gerçekleştirmeye barış sürecini engellemeye ve burjuva basınıylada bu saldırıları “Vatandaş”kavramına sığdırarak lanse etmeye yutturmaya çalışmaktadırlar. İzmir’de yakın geçmişte ırkçı çalışmalarıyla tanınan bir dernek olan TTBD(Türkçü Toplumcu Budun Derneği) bu anlamda bir kaç kampanya düzenlemişti. Söz konusu dernek “Kürt Nüfus artışı Durdurulsun” başlıklı kampanyalar düzenlemişti. Üstelik bu kampanyalar kapsamında, kent merkezlerinde de imza standları açılmasına ve bildiriler dağıtılmasına izin verilmişti. Dağıtılan bildirilerde şu ifadeler yer almıştı: “Ey Türk kadın ve erkeği! Türkçülük için bir çocuk daha yap. Çünkü sen azalıyorsun, hainler, kapkaççılar, uyuşturucu satıcıları çoğalıyor... Biz Kürt ve Çingene çetelerine ve yobazlara hak ettiği cevabı verecek Türkçü Toplumcu Buduncularız.”Bu kuruma TC Güvenlik güçleri tarafından herhangi bir yasakda getirilmemişti.Irkçı ve şoven çalışmalarını sürdüren bu ve buna benzer derneklerin gelinen aşamada iki toplum arasında çok büyük tehlikeler yarattığını bu derneklerin saldırılarına önlem alınmadığı koşullarda bunlara benzer karşı saldırılarında yoğunlaşacağı ve Türkiye’nin büyük bir iç çatışmanın eşiğine geleceğini şimdiden görmek mümkün.Bu ve buna benzer faşist ırkçı derneklerin saldırılarına her zaman olduğu gibi bu dönemlerdede polis sessiz kalacak ve muhtemelen seyredecektir.Dolayısıyla önceki gün İzmir’de yaşanılan olayın benzerleri ileriki günlerde daha çok tekararlanacak gibi,DTP ve Kürt vatandaşlar hertürlü saldırı ve hakaretlere kendilerini hazırlamalı sabırla barış çalışmalarını sürdürmeleri gerekmektedir.Bu anlamada özellikle bu süreçte bütün devrimci demokrat ve aydın tabakanın DTP’ nin yanında olması onlara güç katması ve sahiplenmesi olası saldırılara karşı durmaları gerekmektedir. Barış görüşmelerinin tıkandığı anda Çatışmaların kaçınılmaz olduğu ve çıkacak bu çatışmalarda yine yoksul halkların zarar göreceği gerçeğini Kürt ve Türk halkları asla yüreklerinde ve akıllarında çıkarmamalılar.Bu saldırılarda rant elde etmeye çalışan faşist ırkçı güçlerin oyunlarına alet olmamalılar.Birlikte bir barışın ve yaşamın fırsatlarının oluştuğu bu dönemde provakatif eylemlere gelmemenin gayreti içerisinde olunmalı. DTP’nin geçtiği her sokakta evlerinin balkonlarında devasa Türk Bayrakları açan bu topluluğu yönlendirenler acaba bu eylem biçimleriyle ülkeyi bölmüş olmuyorlar mı? Bilerek bölmeye doğru götürmüyorlar mı? Bir Kürt olarak ben, bu bayrakları gördüğümde ve bu bayrakların benim gibi Kürt olan fakat bu ülkede kardeşçe yaşamı tercih eden ve bu nedenle barış çabası içerisinde olan gruplara karşı kullanılmasını tam anlamıyla düşmanca bir tutum olarak değerlendiriyor barış çabalarının bu gidişle bir kaç adım sonra bitebileceğini düşünüyorum.Bakın bu saldırıyı Libya’ya hareki öncesi TC Başbakanı Erdoğan nasıl değerlendirmiş veya tepki göstermiş: “Bir defa burada bir siyasi partinin toplantısı mıdır ve bir siyasi partinin lideri mi orada bir parti etkinliği yapacak? Yoksa terör örgütü mü orada bir toplantı yapacak? Eğer bir partinin otobüsünde veya konvoyunun içinde terör örgütünün bayrakları olursa, bölücü terörist başının posterleri olursa buna tabii ki sıcak bakmak mümkün değildir.”konuyla ilgili araştırmaların yapılacağını ve savcıların harekete geçeceğini blirtiyor, burada DTP’lileri suçlayan Erdoğan olayı yaratanlarında kimler olduğunu biliyor fakat onlara karşı nedense sesi kısık kalıyor, onları haklı gösteriri gibi kelimeler ve yaklaşımlar sergiliyor,şayet bir Başbakan ülkesinin bütün vatandaşlarını aynı görecekse,biz bu ülkede barış istiyoruz,eşitlik istiyoruz söylemlerinde samimi ve gerçekçi ise savaşı isteyeni değil barışı isteyeni daha sesli bir şekilde savunması ve koruması gerekiyor.Yandaş ve yandaş olmama arasındaki fark burda olsa gerek.Bunu gösterecek cesareti olmayan bir lider ülkeyi kaosa sürüklemekten başka bir meziyete sahip olamaz,gösteriş siyaseti ile bu meselelerin içinde çıkılmaz,bizde bir deyim var belki biraz kumardır(iki olasılıklı başka seçenek yok)) ama oynak bir yanı yoktur. “ya hero ya mero”bunun ortası yoktur,ya tam anlamıyla barış yada savaşa ve ayrışmaya devam....Umarım İzmir’de yükselen duman Amed’in barişa akan umuduyla söner gider. Ali Haydar GÜRBÜZ" -http://kurmesliler.de/index.php?option=com_content&view=article&id=912:zmirde-yuekselen-duman&catid=6:ali-haydar-guerbuez&Itemid=340-
  13. 1980 öncesini yasayanlar cok iyi bilirler MHP ve onun genclik örgütü olan ülkü ocaklari mensuplari birakin Alevi vatandaslarin haklarini savunmalarini onlara saygilari dahi yokru. Corum ve Maras olaylari güzel bir örnektir. Aleviler hakkinda agiza alinmayacak küfür söylerlerdi. Simdi de kalkmislar AKP'ye Alevilerin hakkini verme dersi veriyorlar. CHP desen daha da beter. Aleviler ve Kürt vatandaslari onlar icin 1980 öncesi garantinin ötesinde iktidara tasiyan kitlelerdi. Maras ve Corum olaylari nedense CHP bastayken olmustu ve hic bir destek gelmemisti, aynen Sivas'ta yasanilan gibi. Yani kendi secmenini sirtindan hancerleyen tek parti CHP desek yanlis olmaz galiba.
  14. Onlari o noktaya itenlerin haksiz oldugunu devamli dile getirdik bu ortamda. Bu noktaya getirenler hala 85 yildir sorunlarimizi inkar edenlerdir. Atatürk konusuna gelince söylediginiz gibi baslik acilirsa seve seve tartisiriz.
  15. Söyle detayli bir elestirinizi görmedik. Ama elestirilebilir demeiniz dahi biraz umut veriyor.
  16. Yanlis düsünüyorsunuz? Bunlar her dönem vardi ve bazi siyasi gücler tarafindan devamli kasinmistir. 80 öncesi benzeri olaylar CHP'li genclerin basina geliyordu, simdi ise Kürt vatandaslarimizin. Bakalim yarin kimi taslayacaklar acaba. Sanki 30 yildir savasin sorumlulari Canakkale'de yasayan Kürt vatandaslarimiz. Gercekten duyarli ise o toplum önce 30 yildir cözümsüzlük icin ugrasan devlet yetkililerine kinlerini döksünler. Nazi'ler de Yahudi'eri taslarken benzeri iddaalarda bulunmuslardi. Irkcilar icin kendilerinden olmayani taslamak icin nedenden cok ne varki.
  17. Hic bir Türk Türk olmasindan rahatsiz olmaz tabiiki, tabii irkcilik anlaminda söylenmedigi sürece. Ama Türk olmayanida zorla sen Türksün dedirtirsek herhalde rahatsiz olacaktir, olmayandan zaten süphelenirim. Siz neden ülkemizdeki Seyhlerin, yani dini yobazlarin insanlarimiz üzerindeki etkisini asiret reislerinin Kürt'ler üzerindeki etkisi kadar incelemiyorsun? Bir cok bölgelerde secimler ve diger kararlar bu seyhlerin tahlilleri dogrultusunda yapilmiyormu? Birakin artik sadece Kürt vatandaslarimizi burada gelismemis olarak göstermeyi. Önce kendimizi düzeltelim. Tüm siyasi partilerin delege adaylari ve milletvekili adaylari sadece bir kisinin agzindan cikacak cevaba göre belirleniyor, o kiside partinin genel baskani. Bakin belediye secimlerinde adaylar nasil belirleniyor. Gene cogu bölgelerde Seyhlerin rizasi alinmadan ne milletvekili olabilirsin ne de partye oy verebilirsin. Cok yükseklerden ucmamamiz gerekir, cünki kanatsiz ucuyoruz ve küt diye kafa üstü yere cakiliriz.
  18. "Türklerin, Kürdistan ve Ermenistan denilen COĞRAFİ bölgeleri, Tarihte siyasi ve toplumsal olarak kapsadığıdır." derken Türkler olarak kimleri kast ediyorsunuz?
  19. Marx ve Engels icin önerinizi neden Atatürk icin de yapmiyorsunuz? Marx ve Engels bugünün gercekleriyle yasamadida Atatürk'mü yasadi?
  20. Bakin önceleri daha neler iddaa edilmisti. Sanki kan davasi sadece Kürt vatandaslarin arasinda var. Efendim neymis Kürt'ler kiz cocuklarini okula göndermiyorlarmis. Bunu iddaa etmekte irkciligin cok güzel bir örnegidir. Evet ülkemizde gecmis dönemelerden günümüze kadar belirli cevreler tarafindan kiz cocuklari okula gönderilmiyor, ama bunlar Kürt'ler degil, bagnaz ve seriatci düsünceye sahip kendilerini müslüman olarak tanimlayan herkes, yani Kürd'ü, Türk'ü, Cerkez'i, Laz'i,... hepsi var. Baska bir irkcikta, neymis efendim Kürt vatandaslar oy verirken Sehylerinin gözlerine bakiyorlarmis. Sanki Türkiye'de Türk bölgelerinde durum degisik. Sivas'ta Büyük Birlik Partisi oylari nasil aliyor dersiniz? Sivas'in seriatci seylerinin gözlerine bakarak oy veren vatandaslardan alarak. Milletvekili adaylari ve belediye baskani adaylari nasil seciliyor acaba? Her aday genel baskaninin dudaklarina bakmiyormu? Bunlar geri kalmislik olmuyor veya görmüyoruz, ama Kürt vatandaslarimiza at gözlerle bakiyoruz. Örnekleri o kadar cogaltabilirizki saymakla bitiremeyiz.
  21. Ülkemizde genelde topluma "her Türk asker dogar" düsüncesi asilanir, askere gitmeyen erkekten sayilmaz ve gitmek istemeyende derhal vatanhaini ilan edilir. Ama her ne hikmetse tanidik bir cok siyasi, futbolcu, sanatci, fabrikatör, gazeteci, ..... "vatanperverler" konu kendilerinin askerligi oldugunda her türlü entrikalara basvurarak ya askerli apmiyorlar yada herhangi bir sekilde parayla yapiyorlar. Ben bir örnekle basliyorum, diger "vatanperver" asker kacaklarini bilenler eklesin lütfen. "Alişan'ın askerlik oyunu 2008'de 3. Lig dışında top koşturan profesyonel futbolculara 38 yaşına kadar askerliklerini tecil imkânı veren yasadan faydalanmak için 2. Lig'den Tepecikspor'la sözleşme imzaladı. Hem de üstüne transfer parası ödeyerek! Ancak 'sabah şekeri' Alişan, bu seneki 14 maçta bir kere bile forma giymedi. 33 yaşında olmasına rağmen hâlâ askerliğini yapmaması tartışma konusu olan ve hakkında Facebook'ta "Alişan askere gitsin" diye gruplar oluşturulan şarkıcı Alişan'ı futbol aşkı sardı. îlk olarak iki yıl önce askerden kaçmakla suçlanan genç şarkıcının 2008'de değişen askerlik kanununun hemen ardından "yeşil sahalara" apar topar döndüğü ortaya çıktı. İşte Alişan'ın "ilginç" futbol kariyeri: TAKIMI KÜME DÜŞTÜ! Alişan, futbol hayatına 1999'da Edirne'nin amatör takımlarından Osmanlıspor'da başladı. 2002'ye kadar amatör olarak oynayan Alişan, futbola 6 yıl ara verdi. Ancak "2010'da askerim" diyen Alişan'ın planlarını değiştiren 2008'de revizyona uğrayan Askerlik Kanunu oldu. Yeni düzenlemeyle, Süper Lig, Bank Asya 1. Lig ve TFF 2. Lig'de yer alan takımların kadrolarında bulunan profesyonel futbolcuların 38 yaşına kadar askerliğini tecil edebileceklerine karar verildi. Bu karardan sadece 6 ay sonra Alişan, İstanbul Amatör Küme takımlarından Şişli'nin Rıfat Paşa Takımı'na transfer oldu. Bu da yetmeyince Alişan üç ay sonra Trabzon'un TFF İkinci Lig'de mücadele eden Arsinspor takımıyla anlaştı. Burada profesyonel oldu. Ancak talihsizlikler "genç sporcunun" yakasını bırakmadı. Arsinspor küme düştü! 12 MAÇTA OYNAMASI ŞART Bunun üzerine Alişan, yasadan faydalanmak için TFF İkinci Lig'e yükselen İstanbul'un Büyükçekmece îlçesi'ne bağlı Tepecikspor'a 'transfer oldu.' Üstelik transferde bir ilke imza atarak... Alişan, Tepecikspor'dan transfer parası almadı, forma giyebilmek için üstüne para verdi. Alişan, başkanlığını Trabzonlu işadamı Temel Eyüboğlu'nun yaptığı kulüple yaptığı transfer görüşmesinde, kadroya girmesi halinde sezon başında Bolu'da yapılan hazırlık kampının masraflarını ve iki maçın galibiyet primlerini ödemeyi vaat etti. Yasaya göre Alişan'ın 36 maçtan en az 12'sinde forma giymesi gerekiyor. Ancak Alişan bu seneki 14 maçta bir dakika bile forma giymedi. Alişan 22 Temmuz'da Tepecikspor'u ziyaret etmişti. Görüşmenin nedenini soran gazetecilere ise "Tepecik Stadı'nda düzenlemeyi düşündüğüm konserin detaylarını konuştuk" yanıtını vermişti. (Gazete Habertürk)" -http://www.milliyet.com.tr/Yasam/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&KategoriID=15&ArticleID=1166653&Date=26.11.2009&b=Alisanin%20askerlik%20oyunu-
  22. Izmir'de yasanan fasist saldiriya kilif arayanlar ve mesru göstermeye calisanlar 1980 önceside benzeri provakasyonlari yapiyorlardi. Izmir'de sonra Canakkale'nin Bayramic ilcesinde Kürt vatandaslara karsi irkci söylemlerle eylem yapanlar evleri tasladilar. Bunlari yapanlarin tümü bizlere demokrasi dersi verenler, hak ve hukukutan bahseden ama kendi dostlari iceride oldugu icinde ülkemizde hukukun olmadigini ve insanlarin yargisiz infaz yapilarak sucsuz yere tutuklu olduklarini iddaa edenler. ne kadar demokrasiye saygili olduklari ve hukukun üstünlügünü kabul ettikleri yapmis olduklari eylemlerle göz ününde. Bu zihniyetin yakin bir zamanda baska sehir ve kasabalarda kendi görüslerine uygun insanlara karsi benzeri eylemler yapildiginda neler diyeceklerini merakla bekliyorum. Umarim misilleme olmaz ama malesef bu gidisle olacaga benziyor. "Bayramiç'te gergin gece... Fatih DALDAL/BAYRAMİÇ (Çanakkale), (DHA) ÇANAKKALE'nin Bayramiç İlçesi'nde, kız meselesi yüzünden yaşanan kavgayı ayırmak üzere olay yerine gelen polislere, kavgaya karışan Kürt gençlerin direndiğini gören ilçe sakinleri galeyana gelip İlçe Emniyet Müdürlüğü önünde toplanmaya başladı. Gençlerin ağırlıkta olduğu 2 bin 500 kişilik grup, önce kavgaya karıştığı için gözaltına alınan Kürt gençlerinin kendilerine verilmesini istedi. Ardından da Kürtler'in yoğun yaşadığı mahalleye doğru yürüyüşe geçip, ‘Kürtler dışarı’ diye slogan atarak bazı evleri taşladı. Olaylar, polis ve jandarma tarafından güçlükle yatıştırıldı. Bayramiç İlçesi'nde saat 21.00 sıralarında kapalı Pazar yerinde Taner Demir, Timur Özkan ve Mehmet Başaran isimli üç Kürt genci ile Bayramiçli Mehmet Kapıcıoğlu kız meselesi nedeniyle tartışmaya başladı. Çevredekilerin ihbarı üzerine polis ekipleri olay yerine geldi. Kavgayı ayırmak isteyen polisler Taner Demir ve Timur Özkan’ın mukavemetiyle karşılaştı. Gençler, güçlükle polis otosuna bindirilirken, kavganın yaşandığı olay yerine yakın kahvelerin önünde oturan Bayramiçliler, olaya öfkelenerek tepki göstermeye başladı. Emniyet Müdürülğüne götürülen kavgacı gençler, karakolda sorguya alındığı sırada, kısa sürede yüzlerce Bayramiçli de toplanıp, Emniyet Müdürlüğü önüne geldi. Polise zorluk çıkaran gençlere tepki gösteren Bayramiçliler, polis merkezinin kapılarını zorlayıp, kavga çıkaran Kürt kökenli kişileri protosta etti. ‘Kürtler dışarı’ şeklirnde salgon atıp, tekbir getiren grup, daha sonra da ‘Şehitler ölmez, vatan bölümez’ slagonu atmaya başladı. Yüzlerce kişiyle başlayan protosto, ilerleyen dakikalarda Emniyet Müdürlüğü'nün önüne yürüyerek gelen başka guruplarla birlikte yaklaşık 2 bin 500 kişinin toplanmasına neden oldu. Bayramiç Polisi, kalabalığı dağıtmakta yetersiz kalınca İlçe Jandarma Komutanlığı'ndan takviye geldi. İlçeye, Çanakkale Emniyet Müdürülğü'nden de takviye olarak, 50 kişilik Çevik Kuvvet Polisi çağrıldı. Olayların büyümemesi için polis ve jandarnma büyük çaba gösterdi. Bayramiç Kaymakamı Şahin Arslan ve Belediye Başkan Yardımcısı Ergün Tüzgen, vatandaşları sağ duyuya davet zetti. Kalabalık, Kürt kökenli vatandaşlyarın oturduğu evlere taşlı saldırıda bulundu. Harmancık bölgesinde gerçekleşen bu saldırı sırasında, Kürt kökenli vatandayşların evlerinden taşlı sbaldırıya av tüfekleri ile cevap geldi. Bu da, protestocuları galeyana getirdi. Kaymakam ve belediye başkan yardımcısının yoğun çabası ile olaylar saat 00.30 saralarında yatıştı. Topluluk, polis ve jandarmanın da gayretiyle dağıldı."
  23. Madem tuzu kurulardan bahsediyorsunuz neden sadece Ahmet Türk'ü gürüyorsunuz? Yokmu baska tuzu kurular? Daha yakin gecmise kadar onlarca yüzlerce insanin katlinden sorumlular günümüzde en vatanperver ve demokratlar. 1980 öncesi olanlari, dönemin aktörlerini ve yaptiklarini ve günümüzde hangi pozisyonlarda olduklarini ve insanhaklari konusunda, demokrasi konusunda bizlere nasil ders verdiklerini irdeleyin derim. Ahmet Türk'ten baska tuzu kurulari göremiyorsak kendi tuzumuz kuru derim.
  24. Izmir'de yasanan olay ülkemizde ilk degil. 1980 öncesi Türkiye'de CHP bazi sehirlerde DTP'nin Izmir'de yasadiklarini aynen yasiyordu. O dönemler CHP bazilari tarafindan aynen günümüzün DTP'si gibi vatanhaini ve bölücü olarak gösterilip güclerinin yettigi yerde tasliyorlardi, dövüyorlardi. O saldirilar Ahmet Türk'ün Izmir olayi hakkindaki acikladigi gibi kinaniyor ve "fasit saldiri" olarak görülüyordu. Her ne hikmetse 1980 öncesinin "vatanhainleri" ve "vatanperverleri" simdi ayni saflarda mücadele ediyorlar ve 1980 öncesi saldirilara benzerini günümüzde ortaklasa tekrarliyorlar. Ilginc olani, kendilerine yapilirken derhal "fasist saldiri" olarak niteleyenler simdi nedense ayni saldiri baskasina, hele hele o baskasi birde DTP ise, hicte "fasit saldiri" olmuyor. Halk tepkisiymis. 1980 de mesela Yozgat'ta CHP konvoyu taslanirken halk tepkisi olmuyor, "fasist saldiri" oluyor, ama 2009 Izmir'deki benzeri saldiri "halk tepkisi" oluyor. Insan biraz gecmisine bakarak yorum yapmali. Beyler neydik ne olmusuz? Ben sahsen bu hale gelenlere aciyorum. Saldirganligi mesru göstermek icin her olanaklarimizi ve kinlerimizi seferber ediyoruz. Izmir'de yasananlarin cezasini üzülerek söylüyorum tüm Türkiye cekecege benziyor. Demokratik yoldan protesto yerine yargisiz infaz ve linc girisimleri basliyor. Ahmet Türk'ün ailesi asiretmis, kan davasi gütmüs, yok efendim Izmir'de villasi varmis,.... Ve bunlar bizim insanlara tasla sopayla saldirmalari icin bir kilif oluyor. Halimize aciyorum, baska diyecek laf bulamiyorum.
  25. Izmir'de yasananlar ile yukaridaki Ahmet Türk ve ailesi hakkinda yazilanlarin ne alakasi var? Izmir'de yanilanin ismini siz koyarmisiniz?
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.