berceste tarafından postalanan herşey
-
Bir kâbustan erken uyanan adam
'Canavarlarla dolu bir ormandayız. Yolumuzu hayaletler kesiyor. İthal malı mefhumların kaypak ve karanlık dünyası. Gerçek, kelimelerin arkasında kayboluyor. Murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir... IV. Murat’a, “Kanuni Sultan Süleyman devrine dön” diye haykıran Koçi Bey’den Reşit Paşa’ya kadar Osmanlı Devleti’nin bütün ıslahatçıları gerici... Gerici, ilerici... Düşünce hürriyeti bu mülevves kelimelerin esaretinden kurtulmakla başlar, düşünce hürriyeti ve düşünce namusu.” (Bu Ülke) Kim bilir kaçıncı keredir okuduğum bu zehir gibi pasajda bu defa başka bir kapalı kalmış nokta keşfedişim boşuna değil. Son zamanlarda yoğunlaştığım Osmanlı okumalarında akademik eserlerde sık sık yüz yüze geldiğim bir kara deliğin Cemil Meriç tarafından 30 küsur yıl önce yakalanmış olması önemliydi benim için. Özellikle tarihçi Rifaat Ali Abou Al-Haj’ın “Modern Devletin Doğuşu” adlı kitabında üzerinde ısrarla durduğu Koçi Bey’in risalelerinin ‘gerici’ karakteri, böylece çok daha önce, C. Meriç tarafından teşhis edilmiş oluyordu. Cemil Meriç’i keşfetmek... Peki Koçi Bey, sosyal evrim açısından ‘gerici’ sayılması gerektiği halde nasıl olmuştur da bir ‘ilerici’ tip olarak lanse edilmiştir bize? Osmanlı tarihi hakkındaki kanaatlerimiz, Amazon ormanını katledip tarla açan dev Batılı şirketlerin yaptığı gibi bir güzel elden geçmiş de ondan. Yozlaşan, bozulan, gerileyen bir tarihin içinden baktığınızda Osmanlı devlet ve toplumunun gelişim evrelerini yakalamanız mucize gibi bir şey oluyor ve sonuçta Koçi Bey gibi çıkar ve konumlarını zedeleyen bu değişim sürecine müdahale edip padişaha eski parlak dönemlere (sahi kimin için parlaktır bu dönemler?) dönmeyi tavsiye eden gericiler, birer ilerici olarak baş tacı ediliyor kitaplarımızda. Ne yani, Osmanlı bir asır önceki yapısına dönebilir miydi padişah, hatta toplum isteseydi bile? Biz 1906’daki durumumuza dönmeyi bırakın, 1956’daki, hatta 1996’daki milli gelirimize dönmeyi kabul ediyor muyuz ki, Sultan İbrahim’den ve o dönemin insanlarından aynısını isteyebiliyoruz? Böylece tarih, David Lowethal’ın dediği gibi, “yabancı bir ülke” (a foreign country) haline getirilmiştir. Ameliyatlıyızdır; kloroform kokuyoruzdur ve ‘bu yabancı ülke’de her şey kılık değiştirebilmektedir kolaylıkla. Korkaklar kahraman, gericiler ilerici olabilmektedir rahatlıkla. En zor şartlarda kazanılmış bir diplomatik başarı olan Karlofça antlaşması okullarımızda bir aşağılanma belgesi olarak sunulurken, Yunanistan’dan tazminat dahi alamadığımız Lozan zaferinin yere göğe sığdırılamaması, her şeyi açıklıyor aslında. Velhasıl, yukarıdaki paragrafta da gördüğümüz gibi, Cemil Meriç, bir kâbustan erken uyanan adamdır. Uyanmasını bildiği kadar, uyandırmasını da bildiği için olsa gerek, her ölüm yıldönümünde biraz daha teklifsiz bir yer kaplıyor gök kubbemizde. Şahsî intibahımın mühim bir kısmını Cemil Meriç’e borçluyum. Bir başka deyişle o, kendilerine kim bilir hangi fikir proteinlerimi borçlu olduğum velinimetlerimin ilk safında yer alıyor. Cemil Meriç’i çok erken bir yaşta keşfettiğim için şanslı sayarım kendimi. “Bu Ülke”yi elime ilk aldığımda henüz 16 yaşındaydım. Onun kurmuş olduğu, ceviz gibi dışı sert ama içi besleyici cümlelerle yolculuğum bugün de devam etmekte gördüğünüz gibi. Lakin kendisine olan borcumu yeterince ödeyebildim mi? Bu sorunun cevabı yok ve belki de hiç olmayacak. Belki de kültür ve medeniyette “yamyamlık”ın caiz olduğunu söyleyenler haklıdır. Bir medeniyet nasıl kendinden öncekilerin bedenlerini yiyerek yeni bir çehre ve kimlik ediniyorlarsa; aynı şekilde bilim, sanat, edebiyat, düşünce ve kültür alanlarında sivrilenler de, kendilerinden öncekileri ‘yiyerek’, hatta ‘tüketerek’ var olabiliyor, hatta kendi yüzlerini ancak böylelikle oluşturabiliyorlar. Fikir namusunun yıldızları Dolayısıyla Cemil Meriç’in yüzümdeki yansımalarını ayırt edebilecek kudrette hissetmiyorum kendimi. Ama galiba insan bir başka yazarı yiye yiye onu temessül ediyor, şimdiki deyişle, özümsüyor. Ve hiç olmadık bir cümlenizin içinden veya o cümleyi kuruş biçiminizden, hatta ifadenizin edası içinden size gülümseyebiliyor o renkli kalem. Belki de “gelenek” dediğimiz köprünün bamteli tam buradadır. Hiç kimse “Hüdâ-yı nâbit” gibi köksüz bir kimlik hükmünde var olamıyor yeryüzünde. Dr. Jivago’daki gibi kendisinde başlayıp yine kendisinde biten bir tip düşünmek, muhal. Ancak bir gelenek dairesindekiler, aynı kökten beslenmelerine rağmen kendi dünyalarını farklı üsluplarda şekillendirebilir, güvenli bir kişilik duvarı oluşturabilirler. Çünkü sadece bir geleneğin içinde nefes alıp veren fertlerdir ki, kendisinden öncekilerin ne yaptıklarını genişlemesine ve derinlemesine bilir ve o bünyede yapılmış olanların yanı başına kendi tezgâhlarını huzurla açabilirler. Cemil Meriç’i bir düşünce geleneğine bağlamayıp kendisiyle başlayan ve kendisiyle biten bir “sürpriz” gibi algılayanlar hem ona, hem de kendilerine yazık ediyorlar bence. Çünkü o, ulus-devletin sunağında kurban edilmeye çalışılan bir evrensel geleneğin enkazının altından çıkmış ve bu geleneği unutmuş veya unutturmaya and içmiş çağdaşlarının yanılgılarından manda dönemini yaşayan ‘Hatay’ perdesiyle korunmuştu. İşte 1940’larda siyasî sınırlarına dahil olduğu Türkiye’nin hijyenik işlemden geçirilmiş, sterilize edilmiş fikir atmosferinde biraz Tunuslu Hayreddin’in “yaban gözü”yle dolaşması bundandır. Kendisine eklemleneceği bir sarmaşık ucu dahi bulamadan, Saragozalı İbn Bâcce’nin “ayrık otu” benzetmesindeki gibi, hakikatin kapısını, zamanını şaşırmış tehlikeli bir cümle gibi (bu cümlelerden daha tehlikeli ne olabilir ki?) aşındırıp durması ve sonunda, Osmanlılığın “kayıp atlası”na sığınması da bundandır. Nitekim 1970’li yılların ortalarında Bediüzzaman’ın külliyatıyla tanıştığında eski bir dosta kavuşmuş gibi helecanlara gark olmasını iyi tahlil etmek lazım. Bediüzzaman da beyin ameliyatı geçirmiş bir toplumda bir başka İbn Bâcce değil miydi? O da erdemli toplumun hayatiyetini idame şansının sukût ettiği bir ortamda, tek başına da olsa, o toplumu yeniden inşa etmek için çalışacak ve “ayrık otları”ndan yeni bir “tedbîr” yolunu örecekti. İbn Bâcce, Said Nursi ve Cemil Meriç… Üç ayrık otu. Onlar benim nazarımda fikrin namusunu devirlerinin değirmenine kurban vermeyen ve bunun için uzun vadede kazanan üç samimi arkadaştır. Nitekim Cemil Meriç de bir yerde, kendisini anlatırcasına, Ahmet Hamdi Tanpınar için “kayayı çatlatan incir çekirdeği” dememiş miydi? Ne diyordu İbn Bâcce ayrık otları (nevâbit) için: “Bu devlette var olmayan ve başkalarının inançlarına aykırı bir gerçek fikre gözünü dikenlere ‘ayrık otları’ denilmiştir. Ayrık otu terimi, genel anlamda, fikirleri, doğru veya yanlış olsun, başkalarınınkinden farklı olanlar için kullanılır... İdeal devlet hastalandığı, bozulup kusurlu hale geldiği zaman ayrık otlarının varlığı, ideal devletin vücuda geliş sebebidir. Sufiler onlardan ‘garipler’ diye söz eder. Çünkü onlar kendi ülkelerinde ve arkadaş ve dostları arasında yaşasalar da, fikren yabancıdırlar, düşünceleriyle başka alanlarda gezerler.” Velhasıl, ayrık otları, kâbus kuyusundan rüya-yı sâdıka çeken ellerdir. Rahmet onların üzerlerine yağsın; kalanı bize yeter nasıl olsa... MUSTAFA ARMAĞAN 13.06.2006 SALI ZAMAN
-
inanılmaz...!
Gerçekten muhteşemdi tşk... Kainatta ki kusursuz dengeyi ve Yaradanın kudretini bir kez daha hatırlattı bana... Ve bizler bu koca kainatta bir katre bile değiliz... Tekrar tşk...
-
*hayatın* ismini değiştireçek olsanız ne verirdiniz
Kimi zaman dipsiz bir kuyu... Kimi zaman ise kelimelerin kifayetsiz kaldığı güzellikleri barındıran bir lalezar...
-
Seni Seviyorum demeyin..
Gerçekten çok hoş bir yazıydı Gecekusu
-
Şu an ne dinliyorsunuz
Sezen aksu - tükeneceğiz
-
Şu an ne dinliyorsunuz
Evanescence - My immortal.......
-
Günün Sözü
SEVMEK ÖLMEKLE BAŞLAR....
-
Berceste
Çok teşekkür ederim alaturka
-
Eğer bunu yapmazsam...
Yüklüce bir miktar para biriktirip kimsesiz çocuklara bir yuva açmak...
- Berceste
-
Beklentiler...
Ya şuan urla veya karaburun sahillerinde ay ışığının altında deniz dalgalarının sesini dinlemek ve arada da taş sektirmek isterdim....
-
Beklentiler...
Aslında günlük hayatımda anlaşamadıgım kişi pek olmamıştır Elh...Bana göre kişininn dini , ideolojisi vs...önemli değildir...Yeter ki insan olsun... Belkide dediğin gibi yada dogru ifade etsem bile yanlış kişilere ifade ediyorum... Günümüzün de bir gerçeği var ki , hep birbirimizi kategorize ediyoruz... Ve artık öyle bir hal alıyor ki , insanlar tüm kainata kendi pencerelerinden bakıyorlar ve sen ne kadar samimane yaklaşırsan yaklaş... Anlaşılmıyorsun... Anlamıyorlar... Anlamak istemiyorlar...
-
Necip Fazıl Kısakürek
BAŞIBOŞ Vatanımda sular akar, başıboş; Herkes, birbirini kakar, başıboş. Bozkırlardan topal bir tren geçer; Çocuk, merkep, öküz bakar, başıboş. Yanmaz da yürekler, güneşe atsan; Bir kibrit, bir orman yakar, başıboş. Tarih, kutuplara kaçmış bir fener, Buz denizlerinde çakar başıboş. Yirmi dokuz harfte sözde aydınlar, Yafta yazar, isim takar, başıboş. Allah'ım sen acı bu saf millete! Akşam yatar, sabah kalkar, başıboş...
-
SEZAİ KARAKOÇ
BALKON Çocuk düşerse ölür çünkü balkon Ölümün cesur körfezidir evlerde Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların Anneler anneler elleri balkonların demirinde İçimde ve evlerde balkon Bir tabut kadar yer tutar Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen Şezlongunuza uzanın ölü Gelecek zamanlarda Ölüleri balkonlara gömecekler İnsan rahat etmeyecek Öldükten sonra da Bana sormayın böyle nereye Koşa koşa gidiyorum Alnından öpmeye gidiyorum Evleri balkonsuz yapan mimarların
-
SEZAİ KARAKOÇ
BATIŞ Güneştir düşen turuncusunda menekşeler sunarım Gece artık hiç dönülmeyecek yerlerdeki o sevgiliye Çocuklara kekik toplıyan o sevgiliye Bir kekik uzatan çocuk anne deyince Deniz dibinden çatı çeken Çocuk üstüne arkadaş üstüne Güneştir düşen yeşilinde bir yüz döner Değişmiyen o gençliğiyle sevgili Ölümden sonraki kurtulma gibi Döner döner de gelir karşıma Deniz dibinden cıkan ahtapot ölüleri Eski utanmaları çeker su yüzüne Güneştir kırmızı ve ben en çömezi bir rengin Altın hatıralar hükümetinin Bitmeyen sultanı o sevgiliye adanmış Soy utanc soy anış soy sevgi Gel artmaz azalmaz ey sevgi
-
Üniversite gençliğinin yüzde 52’si milliyetçi
Evet arkadaşım ne kadar anlatsak bos ne kadar anlatırsan anlat senin cevabın bile tam anlamıyla okunmadan bir cvp alacaksın... Konu saptırılacak...Ama yine sen suçlu olacaksın...Karşıt tavır alacaklar sonra siz düşman kesiliyorsunuz diyecekler... Dediğin gibi bırak onlar kendilerince gülsünler..... Ve gerçekleri görmezden gelsinler...
-
Kudüs Yolunda Küçük Bir Şehid: İman el HAMS
Allah razı olsun Terapi kardeşim... Kendimi bu derece samimane anlattığım halde anlamak istemeyen kişiler tarafından duydugum bu ithamlardan sonra senin gibi bir kardeşimden bu sözleri duymak beni sevindirdi... Selam ve dua ile... Kırılır da bir gün Kırılır da bir gün tüm dişliler Döner şanlı sanlı çarkımız bizim Gökten bir el yaşlı gözleri siler Şenlenir evimiz barkımız bizim Yokuşlar kaybolur çıkarız düze Kavuşuruz sonu gelmez gündüze Sapan taşların yanında füze Başka alemlerle farkımız bizim Kurtulur dil tarih ahlak ve iman Görürler nasılmış neymiş kahraman Yer ve gök su vermem dediği zaman Her tarlayı sular arkımız bizim Gideriz nur yolu izde gideriz Taş bağırda sular dizde gideriz Bir gün akşam olur bizde gideriz Kalır dudaklarda ŞARKIMIZ bizim... Necip Fazıl Kısakürek
-
SİZİN HİÇ ANNENİZ BABANIZ ÖLDÜMÜ.?
Galiba haklısın Adrenalin...
-
Kudüs Yolunda Küçük Bir Şehid: İman el HAMS
Şayet sen müslüman isen bunları söylemen bile utanç verici...Bir müslüman için ölen kişinin dini , dili , ideolojisi , rengi önemli değildir... İnsan olması yeterlidir... Bu sebeble dünynın hangi tarafında olursa olsun bir insan acımasızca katlediliyor ise ben karsındayım... Ama sen kalkmıs.... Neyse yaa ne söylense bos... Size cvp vermeye bile .............
-
Berceste
Çok teşekkürler Gece yagmuru ve Mıneu
-
Siyonistler İyice Azdı!
SİYONİZM NEDİR??? Siyonizm XIX. yüzyıl sonlarında çeşitli ülkelerde Yahudilerce ortaya atılan, Filistin'de bağımsız bir Yahudi devleti kurmayı amaçlayan akım. Bu akımı destekleyenlere de siyonist denir. Bunun üzerine yazıyı bir zahmet dikkatlice okursanız anlarsınız...
-
Tarihte Bugün
12 HAZİRAN 1826- Yeniçeri Ocağı'nın yerine Eşkinci Askeri Teşkilatının kurulmasına başlandı. 1919- Mustafa Kemal Paşa, Havza'dan Amasya'ya geçti. 1921- Yunan taarruzu öncesinde, Yunan Kralı, Başbakanı ve Genelkurmay Başkanı İzmir'e geldi. 1924- Türkiye'nin ilk sanatoryumu olan Heybeliada Sanatoryumu kuruldu. 1925- İstanbul Muallimler Cemiyeti kongresi yapıldı. 1932- Hicaz Naibi Emir Faysal, Türkiye'yi ziyaret etti. 1940- Cumhurbaşkanı İsmet İnönü başkanlığında toplanan hükümet, savaş dışı kalınmasını kararlaştırdı. 1957- Kırşehir yeniden il yapıldı. 1958- Ankara'da Kıbrıs için yapılan mitinge 150 binden fazla kişi katıldı. 1960- Geçici anayasa açıklandı. TBMM'nin bütün hak ve yetkileri, geçici anayasa gereğince Milli Birlik Komitesine verildi. 1966- Keban Barajı'nın temeli atıldı. 1967- Sovyetler Birliği, uzay aracı ''Venera 4''ü Venüs gezegenine yolladı. 1984- Urfa'nın adı ''Şanlıurfa'' olarak değiştirildi. 1984- Foto Muhabirleri Derneği kuruldu. 1988- Ankara'da 15 dakika esen 80 kilometre hızındaki rüzgar ve şiddetli yağmur, arkasında 14 ölü bıraktı. 1996- Tiyatro sanatçısı Tolga Aşkıner, yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak vefat etti. 1996- Devlet Sanatçısı Mükerrem Berk Aydın öldü. 2001- Gazeteci Berat Yurdakul Ankara'da vefat etti.
-
Gel ey güllerin efendisi!..
Gel ey güllerin efendisi!.. Gel ey, konuşurken dudaklarına tebessümler karışan,yüzüne üzgünlerin üzüntüsünü dağıtmak yaraşan!.. Gel ey, âteş-i aşkına yanmak için âşıkları birbiriyle yarışan!.. Gel ey!.. Önce kendine çektin, sonra mugaylan dolu beyabanlarda dermansız koyup bizi bir başımıza gittin dönmemek üzere. Ve dudağının dokunduğu çeşmeler de gitti. Gittin ve vecd ile kendinden geçen zamanlar, sensizlik bunalımlarının gelgitleriyle kör kuyulara gömüldü. Gittin ve tenha elvedalarda düğümlendi sevinçlerimiz; durmuş çarklara sıkışıp kaldı çığlıklarımız. Sen gidince yanlış hesaplarında önce pazarlar kurduk köhne dünyanın, sonra köhne hesaplarıyla mezada çıkarıp aşklarımızı dünyalıklara sattık. Gittin de savrulan umutlarımızı ektik yollarına; sabrımızın gözlerine çekilen milleri çelik masıyetlerle mıhladık. Gerilmiş yaylarımız kepade düştü hoyrat ellerde, uykulu oyunlarda şahlarımız mat oldu; ve bileyli kılıçlarımız pas tuttu karanlık kınlarında. Ak kor olduk... Nemrudî alevlere soktular başlarımızı, hakikat, ak kor olduk... Vurdular durmadan dinlenmeden... Örslere konuldu başlarımız, hakikat vurdular dinlenmeden durmadan. Ağlattılar ağladıkça biz... Çeliğe su verelim diye ağladıkça ağlattılar bizi... Heyhât! Tutturamadık kıvamını suyun, isabet ettiremedik gözyaşlarımızın damlalarını çeliğe ve ilk çalışta kırıldı kılıçlarımız kara keçelere. Yenildik, yorulduk, yığılıp kaldık çıkmaz sokaklarda. Bütün sorularımızın cevapları cevapsız kaldı; bütün hayallerimizin hayali hayal oldu. Tel tel arzulara mahkûm edildi nefislerimiz ve ruhlarımız tül tül alevlerde yandı. Gizemli bilinmezliklerimizin iksirlerini gizli dünyalara gizlediler bizden. Gel ey!.. Hani dostların vardı, kimi aşk okuyan Kitaplar Kitabı'ndan; kimi ilham dokuyan hitaplar hitabından. Kimine köşkler düşmüştü cennetten, kimi cennette köşklere düştüydü hani. Kiminin ateşlerine rengi düşerdi gülün de; kimi güllere rengini düşürürdü ateşin. Kimine yıldızlar düşerdi göklerden, kiminin yıldızına düşerdi gökler ya... Hani sen "Yıldızlarım," demiştin, "hangisine uyarsanız doğru yola ulaşacağınız yıldızlarım!.." Sen gittin efendim ve hasretin yıldızlarını da çekti senden yana. Şimdi kim varsa yıldızlaşmaya yüz tutan, gökleri üzerine kapatıyor ehremenler. Bizler yanıyoruz, yanmamakta direniyor gökte yıldızlarımız... Güllerimiz küle durmakta yokluğunda, sultanlarımız kula dönmekte... Gel ey!.. Ayrılığında çoğalan alevleriyle arınalım aşkının; yanalım yandıkça ve yandıkça yanalım. Aşk yüzünden elbisesi yırtılan da, Hak uğruna gözlerini kurutan da seni arzulamakta şimdi. Bizi kendine madem yine sensin bağlayan ve ayrılığının derdine yine sensin ayrılıkla derman olan, o hâlde gülümse bize efendim, bize gülümse. "Allah onları sever; onlar da Allah'ı sever" sırrına ermekte rehberimiz ol, tut günahkâr ellerimizden; günahkâr ellerimizden tut. Sen ey!.. Gelsen hayallerimize bir kez... Ve üzerine sepet sepet güller döksek biz. Gelsen düşüncelerimize bir an... Ve baharları sersek ayağına çiçek çiçek, mevsim mevsim, ıtır ıtır... Dolunaylar yerine doğsan dünyamıza bir vakit... Ve zatını gündüz değilse, hayalini gece göstersen bizlere. Girsen ansızın düşlerimize, şefkat parmaklarınla okşasan başımızı ışık ışık... Ve ışığına düşsek pervaneler gibi; pervaneler gibi ışığına düşsek. Gel efendim... Bir kez doğ içimize de isterse kaybolsun dolunaylar, güneşler... Gir gözümüze de bir nefes, isterse silinsin tûtyâlar, sürmeler... İlham olup ak gönlümüze bir anda, isterse yitirilsin uçtan uca naatler ve gazeller, beyitler ve dizeler uçtan uca yitirilsin isterse... Gel efendim, dostluğuna muhtacız; umutsuz ve çaresiz bırakma çaresizlerini. Gel yeter ki, hakkımızda verilecek her hükme razı olalım. Gel ey, bitir bitmeyen hasretini içimizde! Gel ey, onsuz mutluluk bulamadığımız!.. Gel ey, kendisine layık olamadığımız!.. Gel benim efendim, bir kez olsun dokun yüreğime, yüreğime dokun bir kez olsun... Yüreğim kanıyor efendim, kanıyor yüreğim!.. Çığlık çığlığa beşeriyet, çiğnenmiş reyhanlar misali hep seni arıyor. Uyandır zindanlara koyduğumuz Yusufî sevdalarımızı efendim. Uyandır bahtını üftadelerinin... Şeb-i hicrân yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım Uyarır halkı efgânım kara bahtın uyanmaz mı Prof. Dr. İskender Pala
-
SİZİN HİÇ ANNENİZ BABANIZ ÖLDÜMÜ.?
Çok üzüldüm süheda kardeşim... Allah rahmet eylesin ve mekanı cennet olsun inş... Dualarım da hep yer vereceğim inş...
-
Berceste
Çok teşekkür ederim şüheda Güzel temennilerin için de ayrıca tşk Rabbim hepimize sağlıklı , huzurlu uzun bir ömür nasip etsin inş.....