Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

wyattearp

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    117
  • Katılım

  • Son Ziyaret

wyattearp tarafından postalanan herşey

  1. İzlediğiniz yol bence yeterince sağlıklı siz çizginizi devam ettirin bence.. Ne demişler; Su akar yolunu bulur
  2. Arkadaşım bazen komik oluyosun; 1-Bu bir iddia değildir, tarihsel bir bilgidir.Öyle olmasaydı o kadar tarih hocası var memlekette kalkar biri bunun böyle olmadığını söylerdi muhakkak.. 2-Daha da komik olan ne biliyomusun esas iddia sahibi olan sensin.Toplumun genelinin sahip olduğu bilgiye karşı bi iddian var ve bunu kendin tarihsel bilgilerle kaynak göstererek kanıtlayacağına yine bize ispatlamatmaya çalışman. Tekrar ediyorum İslamiyet öncesi Araplarının yaşantısı hakkında nasıl bi araştırma yaptın ki bizdeki bilgilerin yanlış olduğunu söylüyosun. Problem nerde biliyomusun; Sen kafanda bazı şeyler kuruyosun ve bunun doğru ve bilimsel olduğunu düşünüyosun. Halbuki iddia senin ve kaynak getirip ispatlamak ta senin görevin Diyeceksin ki arkadaş siz yanlış şeylere inanıyosunuız ben araştırdım şu kaynaklara bakın bu olay böyle değil şöyle Bi not daha diri diri kız gömme meselesi sadece araplarda olan bişey değil o dönem farklı toplumlarda varmış zaten
  3. 1-Her ateist Leninist, Komunist değildir doğru ama her Leninist, Komunist ateisttir. 2-Sen bana cevap ver asıl islamiyet öncesi araplarının hayatı hakkında nasıl ciddi ve bilimsel bi araştırma yaptın veya okudunki bu sonuçları çıkarıyosun. Ve mümkünse yararlandığın kaynakları da yaz ben de bakayım.
  4. Niye inanmayalım arkadaşım senin Lenin in devlete toprağını vermeyen köylülerin elindeki tohumluk buğdaylara kadar ne varsa alıp köylüleri yıllarca süren kıtlığa mahkum ederek insanların açlıktan komşusunun çocuğunu yiyecek hale gelmesine sebep olacak kadar canileşebiliyorda o zaman ki araplar mı o sayılanları yapmıyo O zaman ki arapların yaptıkları senin komunist rusyanın yaptıkları yanında çile bile sayılmaz
  5. aynı şeyleri bende düşünüyorum bu arkadaşın amacı öğrenmekten çok karalamak gibi eğer değilse özür dilerim şu yazılanlar ateistlerin ağzında sakız olan ve sürekli tekrarlanan şeyler yeni bi şey yok zaten
  6. Yam yam bir şeye dikkatini çekmek istiyorum bu konuyu açan arkadaş inanan insanların bazı konulardaki düşüncelerini istemiş sen hangi sıfatla bu konuda düşünce bildiriyosun onu anlamakta güçlük çekiyorum..
  7. Yahu senin inanmaman inanmadığın şeyin senin düşündüğün gibi olmasınımı gerektiriyo.Burda bu kadar inançlı insan varken bu şekil yazıları hangi mantıkla yazıyosun..Hiç olmazsa yazdığın yazıların başına bana göre diye bi ibare koy sanki düşüdüğün herşey gerçek biz masallarla yaşıyan insanlarız ...insaf yav
  8. Çocukluktan gençliğe geçmeye çalıştığım dönemlerde yazarlık hayalleriyle dolu olduğumu gören babam, ‘Yanağını cama yapıştırıp, evin çaprazındaki caminin şerefesinde iftar zamanını haber veren ışıkların yanmasını, ışıklar yanar yanmaz bunu bağırarak haber verdiğinde büyüklerin aferinini almak için heyecanla bekleyen bir çocuğu anlatabilir misin’ demişti. Yaklaşık kırk yıldan beri o çocuk aklımdadır. Hálá o sahneyi ve o çocuğu en iyi biçimde nasıl anlatacağımı bulamadım. Ama bu görüntü benim yazarlık temrinlerimden biri oldu. Babamın kendi çocukluğunun anılarının arasından çıkartıp bana yazı ödevi olarak verdiği sahneye kendi çocukluğumun anıları da eklendi. Evimizin hemen karşısındaki küçük cami. Ramazan geceleri mahallenin çocuklarıyla birlikte gittiğimiz teravih namazları, camideki büyüklerin bize başka zamanlarda pek de göstermedikleri bir şefkati göstermeleri, hálá çocuk aklımla ezberlediğim biçimde söylediğim ‘allah umme salli ala’nın muhteşem melodisiyle dalgalar gibi kabaran o tuhaf coşku, namaz çıkışında hissettiğimiz o ağırbaşlı memnuniyet... Sahur vakti sıcak yataktan gözlerim yarı kapalı kalkıp sobası yakılmış salonda hazırlanmış sofraya oturuşum, galiba sadece ramazanlarda yapılan o yumurtaya bulanmış ekmek kızartmaları, demli çay, beni sevgiyle ve gururla bağrına bastığını düşündüğüm büyük bir kalabalığın parçası olmanın güveni ve sonsuz bir huzur. Allah’ı çok sevmiştim. Ondan benim anlamadığım kelimelerle söz ediyorlardı ama o benim için, beni sevmesini istediğim temiz yüzlü yaşlı bir dedeydi, oruç tuttuğum zamanlarda bana gülümsediğini düşünürdüm. Doğrusu ya ondan pek korkmazdım. Ama beni sevmesini isterdim. İlk kez okulda din hocası cehennemi uzun uzadıya bütün korkunçluğuyla anlattığında dehşete düşmüştüm, benim teravih namazlarında, iftarlarda, sahurlarda hissettiklerimle hocanın anlattıkları hiç birbirine benzemiyordu. O, beni çok korkutan, bana çok uzak, çok mesafeli, çok gazaplı, benim çocuk aklımın kavrayamayacağı çok ürkütücü bir güçten bahsediyordu. Biz dede-torun değildik. Beni sevmiyordu. Kötü bir şey yaparsam beni ateşlerin içine atacak, beni yakacak, bana acılar çektirecekti. Ben ona hiç böyle şeyler yapmazdım ki, ben onun için hiç böyle cezalar düşünmezdim ki, ben onu seviyordum, o niye beni ateşlerin içine atmak istiyordu. Çok korktuğumu, çok üzüldüğümü hatırlıyorum. Bir daha uzun yıllar camiye gitmedim. Din hocası benim çocukluk dünyamın en huzurlu hayalini, o soğuk yatakhanelerde uyumadan önce dua edip kendisine gülümsediğim, herkes bana yaramazlık yaptım diye kızdığında kendisine sığındığım ‘yakınımı’ benden koparmıştı. Sonra büyüdüm. İnanmanın huzurundan aklın huzursuzluğuna geçtim. O çocukluk dönemimden sonra bir daha hiç dindar olmadım, oruç tutmadım, dua etmedim, namaz kılmadım. Lise yıllarında karşımdakinin inançlarına hiç aldırmaz, herkesin korktuğu bir güçten korkmamanın tuhaf lezzetiyle diğer çocuklarla kıyasıya tartışırdım, onlar Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya çalışırlardı ben yokluğunu. Küçük bir çocukken inanmayı ne kadar sevdiysem, ilk gençliğimde de inanmamayı o kadar sevdim. Başkaldırmanın müthiş cazibesine kapılmıştım. Hayatın zıpkınlı acılarından beni koruyacak bir güç yoktu artık, her acı doğrudan tenime yapışıyor, o acıları taşımakta ilahi bir güç bana yardımcı olmuyordu. Yirmili yaşlarımda Ankara’da bir işçi kooperatifinde karımla birlikte epeyce sıkıntılar çekerek yaşarken komşularımız olan bir ‘inançlı insanlar’ grubuyla karşılaşmıştık. Gerçekten çok hoş insanlardı, yumuşaktılar, hoşgörülüydüler, benim gençlik saygısızlıklarımı kibar bir sabırla karşılıyorlardı. Aralarından bir tanesi eski bir kabadayıydı, iriyarı, güçlü kuvvetli bir adamdı, epey kavgaya karışmış, günahın her türlüsüne batıp çıkmıştı, sonra ‘inancı’ bulmuştu. Beni sessizce dinler, ben sözümü bitirince ‘Ahmet, kardeşim’ diye başlardı lafa, beni ‘doğru yola’ getirmek için uğraşırdı. Dini korkuyla değil sevgiyle anlatırdı. Zor günlerdi, babam hapisteydi, kız kardeşim hastaydı, karım hamileydi, beş kuruş para yoktu, bir yayınevinin zemin katında düzeltmen olarak çalışıyor, kazandığım paranın çoğunu kiraya veriyordum. O sırada hayatımdaki en iyi şey o dindar insanlardı. Dindarları sevdim. İnançlarını paylaşmadım ama onlara ve inançlarına imrendim. Bana çocukluğumu, teravih namazlarını, sahurları, iftar sofralarını, huzuru hatırlatıyorlardı. Öfkeli değillerdi, çıkarcı değillerdi, haramdan ölesiye korkuyorlardı, muhtaçlara yardım ediyorlardı, inançlarıyla böbürlenmiyorlar, dini bir gösterişe döndürmüyorlardı. Onlara saygı göstermeyi öğrendim. Kendi inançsızlığımla onları kırmamaya özen gösterdim. Zor günlerde bir ‘inançsıza’ bağışladıkları dostluğu hiç unutmadım. Din hakkında düşünmeye başladım, ‘din bir afyondur’ ezberinden ‘din nedir’ sorusuna geçtim, insanların ve toplumların hayatında dinin yerini merak ettim. Gerçek bir dindarla, bir müminle, dini gösterişli bir rozet gibi yakasına takanlar arasındaki farkı gördüm. İçinde bir vahşetle, bencillikle hatta kötülükle doğan ve ölüm gibi karanlık bir yok oluşla varlıkları sona eren insanların gelişiminde, yaşama gücü buluşunda, ahlakı yaratışında, vahşetini sınırlayışında dinin çok önemli kültürel bir değer olduğunu fark ettim. Dindar olmadım, inançlı olmadım. Hálá da değilim. Hiçbir zaman da olmayacağım herhalde. Ama din fikrini, gerçek dindarları seviyorum. Tanrı’yla ilişkim ise anlatılması çok zor çelişkilerle dolu. Varlığına inanmıyorum ama o varmış gibi hissetmekten hoşlanıyorum, annemin mezarına gittiğimde dua etmiyorum ama annemi ‘ona’ emanet ediyorum. Artık ne ölümden ne de ölümden sonrasından korkuyorum ama öldükten sonra sevecen bir ışıkla karşılaşıp yaramazlık yapmış küçük bir çocuk gibi ona sığınıp gülümseyeceğimi aklımdan geçiriyorum. Din hocası cehennemi anlatana kadar süren kuvvetli bir inanca dayalı ‘ilişkim’ şimdi bir başka biçimde sürüyor, onun adına yeryüzünde cehennemi yaratanları, onun adıyla gösteriş yapanları, onun adına benim gibi ‘inançsızlara’ öfkelenenleri, onun adını sadece insanları korkutmak için kullananları ‘onunla’ arama sokmuyorum. Tanrı’dan bir beklentim yok. Ona duyduğum sevginin, eğer o varsa, bir beklentiden ya da bir korkudan kaynaklanmadığını o biliyor. Günahkar olduğumu da, babasının sevgisine sığınan biraz şımarık bir evlat gibi bu günahları işlemeye devam edeceğimi de. Din adına dehşet salanlar ne derlerse desinler, başkaları için kötülük düşünmeyenleri onun affedeceğine inancım tam, benim tanrım her şeyden önce ‘başkaları için kötülük düşündün mü’ diye soracak bir tanrı. Başkaları için kötülük düşünmezsem, onun varlığına inanmasam bile beni affedeceğini sanıyorum. Affetmezse de gücenmeyeceğim. Çocukluğumda tuttuğum oruçların, oturduğum iftar sofralarının huzurunu hiç unutmadım. Bugün, bir tek kez öyle bir huzurla iftar yapabilmek isterdim. O huzuru hissedenler, dilerim, o huzuru gereksiz öfkelerle bozmazlar. Ben bir daha o huzuru bulamayacağım. Ama, ‘yanağını dışarının soğuğunu hissederek cama dayayıp, evin çaprazındaki caminin ışıklarının yanmasını bekleyen’ çocuğu anlatmayı hep deneyeceğim. Sanırım bunu hiçbir zaman tam da beceremeyeceğim. 23 Ekim 2005 Hürriyet
  9. wyattearp

    Depremde ne yapmalı

    Bana gelen bir mail den bence önemli okuyun Depremde: Adım Doug Copp. Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibinin Kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm. Bu makaledeki bilgiler bir deprem anında hayat kurtaracaktır. 875 yıkılmış binaya sürünerek girdim, 60 ülkeden kurtarma ekipleriyle çalıştım, birçok ülkede kurtarma ekipleri oluşturdum, ve çok sayıda ülkede birçok kurtarma ekibinin üyesiyim. 2 Yıl boyunca birleşmiş milletler felaket "azaltma" uzmanıydım. 1985'ten beri aynı anda gerçekleşenler hariç dünyadaki bütün büyük felaketlerde çalıştım. 1996'da benim hayatta kalma metodumun geçerliliğini ortaya koyan bir film yaptık. Türk hükümeti, Istanbul belediyesi, Istanbul üniversitesi, Case yapımcılık, ve ARTI bu pratik ve bilimsel testin filme alınmasında işbirliği yaptılar. Içinde 20 maket (mannequis) olan bir okulu ve evi yıktık. 10 maket "çömel ve korun" metodunu uygularken, 10 maket "hayat üçgeni" metodumu uyguladı. Tasarlanmış yıkımdan sonra görüntüleri filme almak ve sonuçları belgelemek için enkazı geçip binaya girdik. Bina yıkımlarında oluşabilecek şartlar dahilinde direk olarak gözlemlenebilen ve bilimsel şartlar altında hayatta kalma tekniklerimi uyguladığım film "çömelip korunan/saklanan" kişiler için hayatta kalma şansının sıfır olduğunu ortaya koydu. Hayat üçgeni metodumu kullananlar için hayatta kalabilme şansı yaklaşık olarak % 100 oldu. Bu film Türkiye'de ve Avrupa'nın geri kalan kısmında milyonlarca izleyici tarafından izlendi. Bu film ABD, Kanada ve Güney Amerika'da RealTVN programında izlendi. Enkazına girdiğim ilk bina 1985 Mexico City depreminde bir okuldu. Bütün çocuklar sıralarının altındaydı. Her bir çocuk kemiklerinin kalınlığına kadar ezilmişlerdi. Sıralarının yanındaki koridorlara uzanmış olsalardı hayatta kalmış olabilirlerdi. Bu "ayıptı, gereksizdi" ve çocukların neden koridorlarda (sıraların arasında) olmadığını merak ettim. O an, çocuklara bir şeyin/eşyanın altına saklanmalarının söylendiğini bilmiyordum. Basitçe ifade edilirse, binalar yıkılırken, objelerin üzerine düşen tavan ağırlığı veya içerideki mobilyalar bu nesnelere çarparken yanlarında bir yer, boşluk bırakırlar. Bu boşluk benim "hayat üçgeni" dediğim alandır. Nesne ne kadar büyük ve ne kadar dayanıklı olursa daha az ezilecektir. Nesneler ne kadar az ezilirse boşluk ve bu boşluğu kullanan kişinin yaralanmama olasılığı o kadar artar. Bir dahaki sefere televizyonda yıkılan bina izlerken gördüğün üçgenleri say. Heryerdeler. Yıkılan bir binada göreceğiniz en yaygın biçimdir. Deprem anında hayatta kalma, ailelerine bakma ve başkalarını kurtarma hakkında 750 bin nüfuslu Trujillo kentinin Itfaiye bölümünü eğittim. Trujillo Itfaiye Departmanının kurtarma şefi Üniversitede profesördür. Bana her yerde eşlik etti. Kişisel ifadeleridir: Adım Roberto Rosales. Trujillo kurtarma ekibi şefiyim. 11 yaşındayken çöken bir binada mahsur kaldım. Mahsur kalışım 1972 yılında 70.000 kişini öldüğü depremde oldu. Erkek Kardeşimin motosikletinin yanında oluşan hayat üçgeni" içinde hayatta kaldım. Yataklarının veya sıraların, masaların altına giren arkadaşlarım ezilerek öldüler (isim, adres vb detayları anlatıyor). Ben hayat üçgeninin yaşayan örneğiyim. Ölen arkadaşlarım "çömel ve korun" örnekleridir. DOUG COPP'UN ÖNERİLERİ 1) "Binalar çökerken basitçe "çömelen ve korunan" kişiler istisnasız her defasında ezilerek ölüyorlar. Masa, araba gibi nesnelerin altına giren kişiler her zaman ezilirler. 2) Kediler, köpekler ve bebekler'in hepsi doğal bir şekilde dizlerini ana rahmindeki gibi karınlarına doğru çekerek kıvrılırlar. Deprem anında sizde bu şekilde kıvrılmalısınız. Bu doğal bir güvenlik ve hayatta kalma içgüdüsüdür. Daha küçük bir boşlukta hayatta kalabilirsiniz. Hafifçe ezilecek ama yanında boşluk yaratacak bir kanepe, geniş büyük bir eşyanın yanında durun. 3) Ahşap evler deprem anındaki en güvenli yapılardır. Sebebi basittir; ahşap esnektir ve depremin zorlamasıyla hareket eder. Eğer ahşap bina çökerse geniş yaşam boşlukları oluşur. Ayrıca, ahşap binalar daha az yoğunlukta yıkılış ağırlığına sahiptir. Tuğla binalar ayrı tuğla parçalarına ayrılacaklardır. Tuğlalar bir çok yaralanmalara sebep olacaktır, ama (beton) bloklardan daha az ezilmiş vücutlar yaratırlar. 4) Eğer gece yataktayken deprem olursa, basitçe yuvarlanarak yataktan düşün. Yatağın çevresinde güvenli bir boşluk oluşacaktır. Oteller müşterilerine deprem anında yatakların yanında yere uzanmalarını salık veren bir uyarı notunu odalarda her kapının arkasına asarlarsa depremlerde çok büyük hayatta kalma oranlarını sağlayabilirler. 5) Televizyon izlerken deprem olursa ve kolayca kapıdan veya pencereden dışarı kaçmak mümkün değilse, kanepe veya büyük bir koltuğun/sandalyenin yanında cenin pozisyonunda kıvrılarak yere uzanın. 6) Bina çökerken Kapı kirişlerinin altına geçen herkes ölür...Nasıl mı? Eğer kapı kirişlerinin altına geçerseniz ve kapı kirişi öne veya arkaya doğru düşürse inen tavanın altında ezilirsiniz. Eğer kapı kirişi yana doğru yıkılırsa ikiye bölünürsünüz. Her iki durumda da ölürsünüz! 7) Hiçbir zaman merdivenlere gitmeyin/yönelmeyin. Merdivenler (ana binadan) farklı bir "frekans aralığına" sahiptir; ana binadan bağımsız/ayrı olarak sarsılırlar. Merdivenler ve binanın geri kalanı devamlı olarak birbirlerine çarparlar, ta ki merdivenlerin yıkılışı gerçekleşene kadar. Merdivenlere ulaşan insanlar basamaklar yüzünden yaralanırlar. Korkunç şekilde sakatlanırlar. Bina yıkılmasa dahi, merdivenlerden uzak durun. Merdivenler binanın hasar görmesi en muhtemel kısmıdır. Depremde yıkılmamış olsa dahi, merdivenler bağırarak kaçmaya çalışan insanların aşırı yüklenmesi ile çökebilir. Merdivenler binanın geri kalan kısmı zarar görmemiş olsa dahi her zaman güvenlik açısından kontrolden geçirilmelidir. 8) Binanın dış duvarlarına yakın yerlerde durun, mümkünse dışına çıkın. Binanın iç kısımlarındansa dış kısımlarına yakın yerlerde olmak çok daha iyidir. Binanın dış çevresinden ne kadar içeride olursanız, çıkış yolunuzun kapanma ihtimali o kadar artacaktır. 9) Aynen Nimitz yolundaki katlar arasındaki (yıkılan) blokların meydana getirdiği gibi, deprem anında üst yolun yıkılmasıyla ezilen araçların içinde bulunan insanlar ezilirler. San Francisco depreminin kurbanlarının hepsi araçlarının içindeydiler. Hepsi öldü. Araçlarının dışına çıkıp,aracın yanına uzanıp veya oturarak kolaylıkla hayatta kalabilirlerdi. Ölen herkes eğer araçlarından çıkıp, araçlarının yanına oturabilseler veya uzanabilselerdi yaşıyor olabilirdi. Ezilen bütün araçların yanında-kolonların direkt olarak üzerine düştüğü araçlar hariç- 3 feet yükseklikte boşluklar oluşmuştu. 10) Enkaz halindeki gazete ofislerini ve çok miktarda kağıdın olduğu ofisleri dolaşırken kağıdın sıkışmadığını/ezilmediğini keşfettim. Kağıt yığınlarının/kümelerinin etrafında geniş boşluklar ulunur/oluşur. Bu mesajı mümkün olduğu kadar çok kişiye iletmeniz önemle rica olunur. Sinan...
  10. Haklısın
  11. wyattearp

    Vatan

    Hatırayı anlatan kişi Edremit'li. Hatıra dedesinin babasına ait. "Dedem Çanakkaleden dönmüş ama babası kalmış" diyerek hatırasına başlıyor. Halil Çavuş Çanakkale savaşları başladığında kırk sekiz yaşındadır. Oğlu Ali yirmi yaşında. Ali Çanakkale Savaşına 'na gider... Halil Çavuş 'un hanımı , bir gün dükkana gelir: " Bey, eve iki asker geldi. Seni sordular... Hemen askerlik şubesine gidecekmişsin...Acaba Ali'mize bir şey mi oldu? Yüreğime bir kor düştü!.." "Tamam hanım , olur. Ben şimdi gider öğrenir, gelirim. Canım çekti sen akşama ocağa bir kuru fasulye vur da yiyelim..." Dükkanı toparlar, askerlik şubesine gider, kendini tanıtır. Komutan ayağa kalkar: " Sen nerde kaldın? Yürü... Edremit' liler Çanakkale' ye gidiyor . Koş , yetiş..." " Aman bey! varıp, eve haber vereyim...Helalleşeyim." " Mümkün değil, kafileden kopma...Koş...Eve biz haber veririz..." Gerçekten de hemen eve koşup, " Kocanızı Çanakkale' ye yolladık" diye haber vermişler. Aradan hayli zaman geçer. Kurtuluş savaşı sonunda Ali geri döner... Halil Çavuştan bir daha hiçbir haber alınamaz. " Nenem, hayatı boyunca her akşam kuru fasulye pişirdi. Kendisi ağzına o yemekten tek bir lokma koymadı. Hep bize yedirirdi. Nenem ölene dek her akşam o boş tabağı sofraya koydu ve kaldırdı. Koydu....Ve kaldırdı... " Diyerek hatırasını tamamlıyor Ali Çavuş'un torunu. Geçmişimizi öğrenmek ve çocuklarımıza aktarmak , geleceğimizin güvencesi olacaktır diye düşünüyorum.
  12. wyattearp

    Oruc tutmak!

    Malesef olay tam dediğiniz gibi, malesef
  13. Kesinlikle..
  14. Bakır, altın olmadıkça bakırlığını; gönül padişah olmadıkça müflisliğini bilmez. Bakır gibi sen de iksire hizmet et. Gönül, dildarın cevrini çek. Dildar kimdir? İyice bil. Dildar ehl-i dildir. Çünkü elh-i dil olan, gece ve gündüz gibi cihandan kaçıp durmakta, âlemde eğleşmemektedir. Allah kulunun ayıbını az söyle, padişahı hırsızlıkla az kına. (2/267/3475-3477) Ticarette kamil değilsen yalnız başına dükkan açma; yoğrulup kemale gelinceye dek birisinin hükmü altına gir! "Susun, dinleyin!" emrini işit, sükût et. Madem ki Hak dili olamadın, kulak kesil. Söylersen bile sual tarzında söz söyle. Padişahlar padişahıyla edepli konuş! Kibir ve kinin başlangıcı şehvettendir. Şehvetinin yerleşip kuvvetlenmesi de "itiyat" yüzündendir. Kötü huy, adet edindiğinden dolayı sağlamlaşır, yerle-şir .. seni, ondan vazgeçirmek isteyene kızarsın. Toprak yemeye alışırsan kim seni bundan menetmeye kalkışırsa onu düşman sayarsın. Puta tapanlar, bu tapmayı huy edindiklerinden men edenlere düşman olmuşlardır. (2/265-266/3455-3462) Ey müslüman, edep nedir?" diye sorarsan bil ki edep, ancak her edepsizin edepsizliğine sabır ve tahammül etmektedir. Kimi, "falan adamın huyu kötü, tabiatı fena" diye şikayet eder, görürsen, Bil ki, bu şikayetçinin huyu kötüdür; kötüdür ki o kötü huylunun kötülüğünü söylüyor! Çünkü iyi huylu, kötü huylulara, fena tabiatlılara tahammül eden, onların kötülüğünü söylemeyen kişidir. (4/63-64/771-774) Söz söylemek için önce dinlemek gerekir. Söze kulak verme yolundan gir. (1/131/1627). Cebrail'le canların kıblesi Sidre'dir, karnına kul olanların kıblesi sofra. Arif' in kıblesi vuslat nurudur, filozoflaşan aklın kıblesi hayâl. Zahid'in kıblesi ihsan sahibi Allah'tır, tamahkârın kıblesi altınla dolu torba. Manâ gözetenlerin kıblesi sabırdır, sûrete tapanların kıblesi taştan yapılan sûret. Batın âleminde oturanların kıblesi lütuf ve ihsan sahibi Allah'tır, Zahire tapanların kıblesi kadın yüzü. (6/152/1896-1900) Sevgiliye kavuşma devletine eren kişinin gözünde bu dünya, murdar bir şeyden ibarettir. (2/45/582) Gönül ehlinin ilimleri, kendilerini taşır. Ten ehlinin ilimleriyse kendilerine yüktür. Gönle uran, adamı gönül ehli yapan ilim; insana fayda verir. Yalnız tene tesir eden, insanın malı olmayan ilim yükten ibarettir. (1/275/3446-3447) Dost nasıl dosttur? Rey ve tedbir bakımından merdivene benzeyen, seni aklıyla her an irşat edip yücelten dost. (6/ 43/510) İyilik, hoşluk zamanında hepsi dosttur, eştir. Fakat dert ve gam zamanı Allah'tan başka kim sana dost? (5/262/3206) Seni dostundan ayıran sözü dinleme. O sözde ziyan vardır, ziyan! (3/33/419)
  15. Her Akşamki Yolumda Her akşamki yoluma koyulmuş gidiyorum. Her akşamdan vücudum bu akşam daha yorgun. Öyle istiyorum ki bu akşam biraz sükûn, Bir cami eşiğine yatıversem diyorum Rabbim, şuracıkta sen bari gözlerimi yum! Sen, bana en son kalan, ben senin en son kulun; Bu akşam, artık seni anmayan İstanbulun Bomboş bir camiinde uyumak istiyorum. Sonsuz sessizliğini dinlemek istiyorum. Bilirim ki taşlığın bir döşek kadar ılık, Sana az daha yakın yaşamak için artık, Rabbim, ben yalnız zeytin ve ekmek istiyorum. Rabbim, Nihayet Sana Rabbim, nihayet sana itaat edecegiz... Artik ne kin, ne haset, ne de yaşamak hirsi, Belki her sabah vakti, belki gece yarisi, Artik nefes almayi birakip gidecegiz... Ben artik korkmuyorum, herşeyde bir hikmet var Gecenin sonu seher, kişin sonunda bahar. Belki de bir bahçeyi müjdeliyor şu duvar, Birer agaç altinda sevgilimiz, annemiz. Gece degmemiş sema, dalga bilmeyen deniz, En güzel, en bahtiyar, en aydinlik, en temiz Ümitler içindeyim, çok sükür ölecegiz... Bilemiyorum Bilemiyorum yillardir neredeyim? Hergün yedigim ekmek, susayip içtigim su, Kolundan tutup gitmek istedigim kadin, Yaşamak kaygisi, gök hasreti, ölüm korkusu, Ve Rabbim senin adin! Yillar var ki içindeyim hayatin. Aniyorum gençligimi, özlüyorum çocuklugumu, Fakat bilemiyorum yarini. Bilemiyorum Rabbim, maksadini, kararini. Hepimiz işte dünyadayiz, Yataktaki hastamiz, topraktaki ölümüz; Neyiz, ne olacagiz? Birşey bilmiyorum... Nefes almaktayim yalniz. Rabbim! beni yaratmişsin, Insan şeklinde görünüyorum, Terlerim yazin, üşürüm kişin, Düşünüyorum, düşünüyorum... Bütün Saadetler Mümkündür Bütün saadetler mümkündür... Şu kapının açılması, İçeri girivermen, Bahar, kuşlar, gündüz. Ve bütün dünya Bir an içinde gürültüsüz. Bütün saadetler mümkündür... Bahtsızların biraz gülümsemesi... Körlerin gün görmesi, Mümkündür bütün mucizeler... Ana, baba, evlât, bütün kaybolanlar... Ebedî bir sabahta buluşmamız bir daha. Ölüler! Hepimiz için yalvarın Allaha... Geçen Zaman Hiç olmazsa unutmamak isterdim. Eski geceler, sevdiklerimle dolu odalar... Yalniz birakmayin beni hatiralar. Az yanimda kal çocuklugum, Temiz yürekli uysal çocuklugum... Ah, ümit dolu gençligim, Ilk şiirim, ilk arkadaşim, ilk sevgim... -Dogdugum ev. Rahatliyacak içim duysam Bir tek kapinin sesini. Ariyorum aklimda bir ninni bestesini... Böyle uzaklasmayin benden, yasâdigim günler. Güneş, getir bir bayram sabahini. Açilin açilin tekrar Çocuk dizlerimdeki yaralar, Hepiniz benimsiniz: Mektebim, siniflarim, oturdugum siralar... Yalniz hatirlamak hatirlamak istiyorum Nerde kaldi sevgilim, seni ilk öptügüm gün, Rengine doymadigim o sema, Ahengine kanmadigim irmak. Birakip herşeyi nereye gidiyorum? Neler geçmişti aklimdan, Nedendi agladigim, nedendi güldügüm? Ah nasildi yaşamak?
  16. Elinde bu söylediklerini destekleyecek çok açık ve net örnekler var mı yam yam
  17. wyattearp

    torpil kazığı

    O kadar yerinde bi konuki.. Ve beni de o kadar rahatsız eder ki anlatamam..Ama ne yaparsın ki elden bi şey gelmiyo düzen bu.. Geri kalmışlığın en güzel örneği... Düşünsenize batılı, gelişmiş bi toplumu orda torpil olayını ben düşünemiyorum. Bize yakışır ancak torpil.. Tüylerim diken diken oluyo.. Düşünün bi makamı ve ona taliplileri. Bi yanda çok zeki ama torpili olmayan biri öteki yanda torpilinden başka bişeyi olmayan biri.. Ve makama oturan ikincisi, tüyler ürpertici bi durum.. En güzel geri kalmışlık örneği bana göre... Hiç başka şeye bakmayın memleket torpil olayını bitirdiği gün çağdaş medeniyetler içerisine girmiştir..Çünlü makamlara hak eden, layık insanlar geçince çarklar kendiliğinden daha güzel dönecek ve ilerleme daha hızlı olacaktır.
  18. Bir şey daha ilave etmeliyim; Evrimi kabul edenlerle etmeyenler arasında inanma açısından ne fark var: Biz bütün kainatı , bütün canlıları akla gelen herşeyi Allah'ın yarattığına inanıyoruz Siz ise kainatın kendiliğinden var olduğunu kabul edip; ilk canlının milyarlarca yıl önce 'ilkel deniz' adı verilen bir sıvı karışıma düşen yıldırımlarla ortaya çıktığına inanıyosunuz... Neticede herkes bişeye inandığına göre neyi tartışıyoruz, neyi ispatlamaya çalışıyoruz birbirimize! bence herkes inancını yaşamalı.. Çünkü inancın tartışmasını yapmak zaten en baştan mantıksız...
  19. Türkiye'de, evrimci düşüncenin önde gelen otoritelerinden olan Prof. Dr. Ali Demirsoy , Kalıtım ve Evrim isimli kitabında, canlılık için en gerekli enzimlerden birisi olan Sitokrom-C'nin tesadüfen oluşma olasılığını şöyle ifade etmektedir: Özünde bir Sitokrom-C'nin dizilişini oluşturmak için olasılık sıfır denecek kadar azdır. Yani canlılık eğer belli bir dizilimi gerektiriyorsa, bu tüm evrende bir defa oluşacak kadar az bir olasılığa sahiptir denilebilir. Ya da oluşumunda bizim tanımlayamayacağımız doğaüstü güçler görev yapmıştır. Bu sonuncusunu kabul etmek bilimsel amaca uygun değildir. O zaman birinci varsayımı irdelemek gerekir. .48 Demirsoy, üstteki satırlarının ardından, "bilimsel amaca daha uygun" olduğu için kabul ettiği bu olasılığın ne denli gerçek dışı olduğunu şöyle itiraf eder: ... Sitokrom-C'nin belirli aminoasit dizilimini sağlamak, bir maymunun daktiloda hiç yanlış yapmadan insanlık tarihini yazma olasılığı kadar azdır —maymunun rastgele tuşlara bastığını kabul ederek—.49 Arkadaşlar ben Ali Demirsoy' un bahsi geçen kitabını okumadım. Fakat yukarıya yazdığım satırları Hulki Cevizoğlunun programında dinlemiştim, yalanlanmadığına göre onun siz ne anlarsınız bilmem ama benim tek anladığım şu: Evrenin oluşumu canlılığın ortaya çıkması olasılıklarla tesadüflerle açıklanacak cinsten değil ama böyle yapmak tan başka çaremizde yok öteki türlü Yaratıcı' ya inanmak zorunda kalırız. Siz nasıl anladınız...
  20. Helalin var be kardeşim ne güzel konuşmuşsun..Tebrikler, Fenerbahçemizi akıllarınca kötü duruma düşürmeye çalışıyolar dürüstlük abideleri Ben yönetimin yerinde olsam başvururdum federasyona 3 puanımızı alıp konyaya versinler Neyse boşverelim bunları ne demiş atalarımız İt ürür kervan yürür
  21. = diyalektik materyalizm, yani çatışma olmadan insanlık ilerleyemez (çatışarak nereye ilerleyecekse) İşte bu yüzden Lenin ve Stalin milyonlarca kişiyi gözünü kırpmadan öldürmüştür
  22. Yav kafama bişey takıldı bu mikro organizma dişimiydi erkek mi?
  23. wyattearp

    nerden bileceksiniz

    Nerden Bileceksiniz Üstüm başım toz içinde Önüm arkam pus içinde Sakallarım pas içinde Siz benim nasıl yandığımı Nerden bileceksiniz. Bir fidandım deriildim Fırtınaydım duruldum Yoruldum çok yoruldum Siz benim neler cektiğimi Nerden bileceksiniz. Taş duvarlar yıkıp geldim Demirleri söküp geldim Hayatımı yıkıp geldim Siz benim neden kaçtığımı Nerden bileceksiniz. Gökte yıldız kayar şimdi Annem beni anar simdi Sevdiğim var kanar şimdi Siz benim niye içtiğimi Nerden bileceksiniz. Bir pınardım kan oldum Yol kenarı han oldum Yanıldım ah ziyan oldum Siz benim neden sustuğumu Nerden bileceksiniz. Ben ardımda yas bıraktım Ağlayan bir eş bıraktım Sol yanımı boş bıraktım Siz benim kime küstüğümü Nerden bileceksiniz. Yusuf Hayaloğlu
  24. Bozan baba üslubunuza ve bilginize hörmet ederim..
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.