Zıplanacak içerik

Dogrucudavut

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Dogrucudavut tarafından postalanan herşey

  1. Korkma,sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak, Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır,parlayacak, O benimdir o benim,milletimindir ancak. Çatma,kurban olayım çehreni ey nazlı hilal! Kahraman ırkıma bir gül!Ne bu şiddet,bu celal? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal... Hakkıdır,Hakk'a tapan milletimin istiklal! . . . Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal, Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal, Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal, Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet, Hakkıdır, Hakka tapan milletimin istiklal.
  2. BUYRUN SİZE BELÇİKA! 2 aydır hükümet kuramayan Belçika ayrılmayı tartışıyor Belçika´da 10 Haziran´da yapılan genel seçimlerin ardından siyasi partilerin koalisyon hükümeti kurma müzakerelerinden sonuç alınamadı. Hükümet kurma müzakerelerinin tıkanmasıyla bizzat devreye giren ve müzakereleri askıya alan Belçika Kralı 2´nci Albert´in çabaları da somut bir çözüme ulaşamayınca, ülkenin bölünmesine ilişkin tartışmalar yeniden canlandı. Dün de Belçika ulusal radyosu RTBF "Çekoslovakya" örneğini gündeme taşıdı. Yayında 1993´te birkaç günde bölünen Çekoslovakya´nın sınırlarının ve koşullarının Belçika´ya benzerliğinin altı çizilirken, ülkenin bölünmesinin 6 ayda ve "kolaylıkla" tamamlandığı hatırlatıldı. Aslında koalisyon müzakerelerinin tıkanmasının nedeni de büyük ölçüde bölünme meselesi. Belçika, Kuzey´de Hollandaca konuşan Flaman bölgesi, güneyde Fransızca konuşan Valonya Bölgesi ve Başkent Belçika´dan oluşan bir federasyon. 2 ay önce yapılan seçimlerin ardıdan hükümeti kurmakla görevlendirilen Hıristiyan Demokrat Parti´nin (CDV) Flaman lideri Yves Leterme´in hükümet programında derin kurumsal reformlarla bölgesel yönetimlerin yetkilerini artırma ve böylece bölünme adımlarını hızlandırma çabaları müzakerelerin tıkanmasına neden oldu. Bunda ekonomik açıdan daha güçlü olan Flamanlarla, Valonlar arasındaki menfaat çatışmalarının da büyük etkisi oldu. Örneğin, işsizliğin yüzde 8 oranında olduğu Flamanlar, yüzde 20´ye ulaşan işsizlikle boğuşan Valonların sosyal sigorta ve hastane masraflarını karşılamak istemiyor. Flamanların kendi bölgelerindeki mali kontrolü ele almaları durumunda yeterince ekonomik yardım alamamaktan korkan Valonlar ise, hükümet programında Belçika´nın meselelerinin bir bütün olarak yer alması gerektiğini, ülkenin geleceğine ilişkin tartışmaların ise hükümet kurulduktan sonra yapılması gerektiğini savunuyor. Gafları Leterme´i zor durumda bıraktı Başbakan adayı Leterme´in, seçim sonrası yaptığı gaflar da Valonya ve Brüksel´de büyük tepki toplayınca koalisyonu oluşturmak daha da zorlaştı. Geçen ay milli bir günde gazetecilerin sorularını yanıtlayan Leterme´in hangi milli bayramın kutlandığını bilmemesi, Belçika´nın milli marşı sorulduğunda ise Fransa milli marşı "Marseillaise"i söylemesi büyük tepki toplamıştı. Leterme bir sene önce bir Fransız gazetesine yaptığı açıklamada da Belçika´nın tarihin bir kazası olduğunu belirterek, Flamanların menfaatinin Belçika´dan öncelikli olduğunu söylemişti. Louvain Katolik Üniversitesi siyaset sosyolojisi profesörü Marc Swyngedouw´a göre, hükümeti kurmanın en büyük koşulu Hıristiyan Demokratlar ile liberallerin devlet reformunu dışarda bırakarak bir hükümet program hazırlamaları. Web Siteme Git
  3. BUYURUN SİZE FRANSA! Avrupa Konseyinin azınlık kavramını kabul etmesini istediği Fransa, Azınlık kavramı ülkeyi böler cevabını verdi. Avrupa platformlarında Türkiyenin önüne sürekli sorun olarak getirilen azınlıklar konusu bazı Avrupa Birliği (AB) üyeleri için de sorun yaratıyor. Avrupa Konseyi bünyesinde faaliyet gösteren Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele İçin Avrupa Komisyonu (ECRI) hazırladığı bir raporda, Fransaya azınlıklar konusunda uyarıda bulundu. Raporda, Fransanın azınlık kavramını yasal olarak kabul etmemesi eleştirildi. Fransanın yanıtı ise, "Azınlık kavramı Fransız hukukuna yabancıdır" oldu. YABANCI BİR KAVRAM Dün Strasbourgda yayımlanan raporda, Fransanın "Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi" ve "Avrupa Azınlık ve Bölgesel Diller Şartı"nı imzalaması istendi. Fransa bu yönde bir niyeti olmadığını açık bir şekilde dile getirdi. Buna gerekçe olarak ise kolektif haklar tanınmasının ülkenin üzerine kurulduğu bölünmezlik, eşitlik ve birlik ilkelerine aykırı olacağını gösterdi. Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşmesini imzalamayan tek AB ülkesi olan Fransa, azınlık grupları haklarının korunmasını isteyen ECRIye yanıtında "Fransa bölünmez, laik, demokratik ve sosyal bir cumhuriyettir. Etnik köken, ırk ve din ayrımı yapılmaksızın tüm vatandaşlar yasalar önünde eşittir. Azınlık kavramı Fransız hukukuna yabancıdır" dedi. Fransa, azınlıkların korunması kavramının katı bir biçimde ele alınmasının olumsuz sonuçlara yol açabileceğine vurgu yaptı.
  4. Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl; Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet, Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!
  5. 1 - ) YUNANISTAN : Avrupa birligi uyesi olan yunanistan , ulkesindeki yaklasık1milyon makedon asıllı insanların mal varlıklarına el koyup bu insanları makedonyaya besparasız-pulsuz zorla goc ettirmistir.suan yunanistanda bir tane bile makedon insanı yoktur. Ayrıca yuzbinlerce arnavutların mallarına elkonulmus bu arnavutlarda arnavutluga pesparasız surulmustur. suanda yunanistanda 1 tane bile arnavut asıllı kimse yoktur. Yunanistandaki turkler hakkında konusmaya gerek yoktur.Herkes nasıl baskı ve zulum altında yasadıklarını biliyor. Maalese her fırsatta azınlık ve insan haklarından bahseden avrupalılar Yunanistanın yaptıgı bu zulumlere ve surgunlere engel olmamıstır ve kınamamıstır. 2 - ) FRANSA : kORSİKA adasındaki korsikalılar yuzyıllarca baskı ve zulum altında yasamaktadırlar. Kanunlarca secilen Korsika parti liderleri birerbirer suikastler sonucu katledilmektedir. Mahkemede fransızca konusmayı reddedip kendi dili olan korsikaca ile konusmak isteyen korsika vatandası yargıc tarafından verilen emirle herkesin gozu onunde fransız polislerce tekme tokat , dovulerek mahkemeden cıkarılmıstır. Ayrıca bir suru korsıkalının ısyerlerı bombalanmıstır. Ayrıca Fransanın ispanya ile olan sınır bolgesindeki BASK halkına herturlu baskı ve eziyet edilmektedir. Bu insanlar uluslararası kanunlarca kendilerine verilen azınlık haklarının hicbirinden yaralanamamaktadırlar. 3 - ) INGILTERE : Ingilizler tarih boyunca ırlandalılara , iskoclara ve gallerleye her turlu baskı ve zulum yapmısıtr. Eski Ingiliz krallık kanunlarına gore azınlıklardan birisi evlendigi zaman , azınlıga mensup gelin zorla gerdek dedigimiz geceyi o bolgenin derebeyi ile gecirmeye zorlanırdı.Evliligin ilk gecesinden kanunların verdigi yetki ile derebeyleri azınlıga mensup gelinlere tecavuz ederlerdı. Ayrıca ıngiltere yuzyıllarca ozellıkle ırlanda halkına herturlu zulum , baskı yapmıstır ve yapmaktadır. Bugun bile kuzey ırlanda isgal altındadır ve ırlandalılar katledilmeye devam etmektedirler.
  6. Emre Kongarın yazısını neden okumuyorsunuz? Sizin çözüm dediğiniz şeyler ülkemizi ayrılığa götürür. Türk kimliğini kabul etmemek de zaten budur, kan dökülmesine ve savaşa yol açar ve inat uğruna bunu tasvip ediyorsanz, diyeceğim birşey yok!
  7. -Benim iki tane Zaza arkadaşım oldu şimdye kadar, biri Tuncelili diğeri Elazığlı ve onlar Kürt değiliz demişlerdi Ayrıca Diyarbakırda da bulundum. **********. -Bu basıların devam etmesi sizin PKKnız nedeniyle olağanüstü halin kadırılmaması olabilir mi?Bilinçiz, ***** güvenlik mensuplarının olmadığını söylemedik ki. -Hayır efendim, o dediğiniz yasakların kalkması AB baskısıyla olmuştur. Zugaşi Berepeyi duydunuz mu? Onlarda mı "Kürt" oldukları için mi yasaklanmışlar zamanında? Bu tip girişimler ülkemizde maalesef varolan ırkçı yaklaşımları ve bölünmeleri körükler bence. Ermeni arkadaşların iş yaşamında isimlerini saklayıp Türkçe isim kullandıklarını biliyorum mesela.Ben zaten Atatürk milliyetçiliğinin yanlış anlaşıldığından şikayetçiyim. -Meclisteki tercümanlar yurt dışından gelenler içindir. L.Zana Türk vatandaşıdır. Sizin mantığnıza göre 27 ayrı etnik dilin mecliste tercümanı olmalı. Olacak şey mi?Burası Birleşmiş Milletler mi? _Türkiyenin Kerkük petrolünden pay alabileceğini mi sanıyorsunuz? Buna nasıl inanabilirsiniz? ******** ABDye güvenmekle Talabani-Barzani ikilisi de öyle herhalde. -Ben ABD nin Türkiyeye yardım etmesini destekledim mi hiç?Tam tersi bu hale gelmemizin sebebi olduğunu söylüyorum.Yazılarımı okumadan mı cvp veriyorsunuz anlamadım ki hep fiks sorular, konular... Türkiye Tam Bağımsız olması gerekir bizi gerileten zaten budur. -Kürtçe hizmet ne demek:) Belediye resmi değil mi? -Aşiret demek aşağılamak değildir. Bu Sosyolojik bir kavramdır. Amerikalarda yaşıyorsunuz. Duymadınız mı? Sosyoloji profesörü Emre Kongarın üstteki yazısını neden okumuyorsunuz. Bilime saygınız yok mu? -Sizin çözüm dediğiniz şeyler ülkemizi ayrılığa götürür. Türk kimliğini kabul etmemek de zaten budur, kan dökülmesine ve savaşa yol açar ve inat uğruna bunu tasvip ediyorsanz, diyeceğim birşey yok!
  8. Zazalar, Hint-Avrupa dil ailesinin İrani diller grubuna ait bir dil olan Zazaca'yı konuşan ve Türkiye'nin Doğu Anadolu Bölgesi'nde varlığını sürdüren İranî (Aryan) kökenli bir halktır. Nüfuslarının 4 ve 6 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir.[2]. Zazalar, Türkiye'de Türklerden ve Kürtlerden sonra nüfus yoğunluğu olarak üçüncü sıradadırlar.[1] Zazalar’ın Yaşadığı Coğrafya Zazaların yoğunlukta yaşadığı bölgeler Zazalar, nüfusu tahminen 3 ila 5 milyon arasında olan bir halk olarak Doğu, İç ve Güneydoğu Anadolu’nun Fırat ve Dicle su havzasında ve dağlık alanlarda yaşarlar. Sükun ettikleri yer enlem 37,8°- 42° ve boylam 37,8°- 40° arasında yer alan bölgede, il olarak Sivas’tan Muş-Erzurum’a, Gümüşhane'den Urfa’ya kadar uzanır.Zazacaya yakın Kurmanca konuşan Koçgiri Aşiretlerinin de bazı kabileleri Zaza kökenlidir.Ağırlıklı olarak Tunceli, Bingöl, Erzincan, Elazığ, Sivas, Diyarbakır, Erzurum.. illerinde yaşarken, Kangal, Zara, Ulaş, İmranlı, Hafik, Gürün (Sivas), Varto (Muş), Tekman , Hınıs, Çat, Aşkale (Erzurum), Gerger (Adıyaman), Pötürge ve Arapkir, Darende (Malatya), Mutki (Bitlis), Sason, Kozluk,Gercüş (Batman) ilçelerinde de meskendirler. Bunun dışında Gazi Mah. İstanbul, Ankara, Bursa, Kocaeli, Güzeltepe İzmir, Aksaray şehirleri ve birçok ilçeye göçetmiş Zaza mevcuttur. Almanya, Avusturya, İsviçre, Hollanda, Belçika, Fransa, İsveç, Danimarka gibi Avrupa ülkelerinde bulunan Zaza sayısı tahminen 500.000’dir.[2]. Cambul (Kazakistan) Batum (Gürcistan) ve Musul bölgelerinde de Zazalar vardır. Zazalar’ın nüfusu hakkında kesin ve sağlıklı bir bilgi mevcut değildir. Zazaca ve Diğer İrani Diller (Frankfurt Üniversitesi Tarafından Hazırlanmıştır) [1] Zazaca'nın lehçeleri; Kuzey (Dersimce), Merkez ve Güney Zazaca Zazalar'ın dili Zazaca olmakla birlikte, Zazalar arasında çiftdillilik veya çokdillilik göze çarpmaktadır. Yaşadıkları veya göç ettikleri coğrafyanın siyasi ve demografik koşullarına göre Türkçe, Almanca, Kürtçe gibi diller de konuşulur. Zazaca'nın yerel olarak Zazaki, Kırmancki/Dersimce, Dımılki, Şo-Bê gibi birkaç farklı adlandırması vardır. Zazaca olarak yazılan önemli eserlerden Ehmedê Xasi'nin Mewlid adlı kitabı (1899 yılında) ve Usman Efendiyo Babic tarafından yine başka bir Zazaca mevlid ise Şam'da 1933'de Arap alfabesiyle yazılmıştır. Latin alfabesine esas alınan Zazaca yazılış sistemi (Dilbilimci Prof. C.M. Jacobson'un Zazaca'ya uyarladığı alfabe), 1980'li yıllarda İsveç, Fransa ve Almanya gibi ülkelere göç eden Zazalar'ın gayetleriyle yayıldı ve Türkiye'de Zazaca dergileri ve kitaplarının yayınlanmasına yardımcı oldu. Türkiye'de 2004 yılından itibaren devletin resmi televizyonu ve radyosunda (TRT) her Cuma günü yarım saatlik Zazaca yayın yapılmaktadır. 1980'lerden itibaren Zazaca olarak birçok dergi ve kitap yayınlandı. Zazaca'nın yaşatıldığı en önemli alan ise müzik olarak değerlendirilir. Sılo Qıc,Ozan Rencber, Sey Qaji, Dewres Baba, Rençber Aziz, Mehmet Çapan, Hüseyin Doğanay gibi halk ozanları Zaza Halk Müziğinin 20.yy'daki başlıca önemli temsilcileridir. Bunun dışında 90'lı yıllardan itibaren Metin - Kemal Kahraman, Ahmet - Mikail Aslan, Nilüfer Akbal gibi sanatçılar da Zaza Müziğini batı müziğiyle tanıştırmışlardır. Alevi Zazalarda ibadet dilinin Zazaca olması Dersim'de bu dilin geçmişte kutsal kabul edilmesine neden olmuştur. Yörede Zazaca için "Zonê Xızıri" (Hızır'ın Dili) diye bir kutsama deyimi vardır. Dersim Zazacasında yazılı hale getirilen yüzlerce "dêse" (deyiş-ilahi) vardır.
  9. Arkadaşım, sen, önce, konuyla ilgili diğer forumlarda yazdıklarımı yanıtla! Ha, bir de aşağıdakilerin cevaplarını alayim: 1- Bu SİZ-BİZ ayrımı ne oluyor? Devlet=BİZ, DTP=SİZ ise, bu ayrılıkçılık olmuyor mu? 2- Ayrılıkçılık, anayasaya ve mevcut kanunlara göre suç değil mi? 2- Kürtlerin hepsi DTP gibilerine mi oy vermiş 1950den şimdiye kadar? 3- Yok eğer vermemiş ise kimlere vermiş 1950den şimdiye kadar? 4- Bu oy verilen partiler ne yapmış bölge için, sorunun kaynağı feodaliteyi yıkmak adına, 1950den şimdiye kadar? 5- Anayasa ve mevcut kanunlar yapılırken oylayanlar kürtlerin oy verdiği bu parti temsilcileri değil mi? 6- DTP ve geçmişteki benzeri partiler sorunun çözümü adına ne yapmış, Mecliste şov dışında? 7- DTP ve geçmişteki benzeri partiler de feodaliteye hizmet etmiyor mu? Yöneticileri kim? 8- DTP nin iç tüzüğünde ve kağıt üstündeki kuruluş felsefesinde tüm yurdu kapayacak şekilde ifadelerle legal bir sol ideoloji partisi görünümü varken neden seçilip meclise geldiklerinde tam tersi görünüme bürünüp ( baştan kapatılmamak için ) bölgesel, ayrılıkçı ve ırkçı söylemlerle, provakasyonlarla başını belaya sokuyor sonra da mağduru oynuyor ve bunun da adı halkın iradesine karşı saldırı oluyor? ( tıpkı AKP gibi ) 9- Bölgedeki şimdiki sorunun kaynağı olan feodaliteyi yıkmak adına köy enstitülerini ve toprak reformunu kim yapmaya çalışmış, kim engel olmuş 1950 ye kadar? 10- Bölgede feodaliteyi yıkıp tepeden inme burjuvaziyi - modern toplumu bölgede oluşturmak için Cumhuriyetin çabalarına, kimler karşı koyup ta bunu, dini de kullanarak, Kürtlere karşı yapılmaya çalışılan baskı ve zulüm diye göstermeye çalışmış ve halkı devlete karşı kışkırtmış 1950ye kadar? 11- Bu halkı kandırıp kanını döktürenler kim?Hangi güçler?Hangi menfaat sahipleri? Elini vicdanına koymanı ve dürüstçe her soruyu yanıtlamanı bekliyorum. Saygılar.
  10. Devlet devlet dediğimiz hadise nedir? Sen, ben hepimiz değilmidir onu oluşturan? Oy veren değil miyiz ve vermeye devam etmiyor muyuz şimdi beğenmediğimiz partilere? Gaza gelip, biz kapattırmadık mı bunlar komünist yetiştiriyor diye köy enstitülerini oy vererek? İşimize gelmedi mi toprak reformu yapmaya çalışanları alaşağı etmek?
  11. Şimdi sıra geldi bu sömürenlerin kimler ve hangi kurumlar olduğunu, açıkça adlarıyla söylemeye. Adını koyalım havada kalmasın dimi Önce hedef, sonra amaç ve eylem değil mi? Saygılar.
  12. Güzel çıkarım! Helal olsun size!
  13. Sn. Diyarbakırlı, Daha önce yazdıklarımı tekrarlıyorum. 12 Eylül Sıkı Yönetim döneminde yurt genelinde yapılmış birtakım antidemokratik uygulamaları ısıtıp ısıtıp tekrar önümüze getirerek bugünki Türkiye ile bağdaştırmanız müthiş! Türkiyede aklı başında herkes Amerikancı ******** cunta takımının yaptıklarını lanetlemiyor mu?İstanbulda ve diğer şehirlerde sırf evinde Nazım Hikmetin şiir kitabı var diye tutuklanıp işkenceden geçirilen solcular, ülkücüler yok mu? Basılan Türkçe tiyatrolar ( sizin deyiminle) yok mu? Başınızdan geçenleri anlıyorum üzücü ve düşündürücü gerçekten. Madem empati yapmamızı istiyorsunuz, peki siz bizim başımızdan geçenleri biliyormusunz? Böyle dönemlerde kurunun yanında yaşın da yanabileceğini bilmiyor musunuz? Dünya Diyarbakırdan mı ibaret? Kürtler ne zaman devlet kurmuş ta bu dediklerinizi yapabilme gücüne sahip olmuş ta yapmamış. Şimdi ABD desteğiyle biraz palazlanan Barzani-Talabani ikilisinin Kerküklü Türkmenlere yaptıklarını göremiyor musunuz? Diyelim ki Türkiyede Kürdistanı kurdunuz, Zazaları ne yapmayı düşünüyorsunuz? Adamlar biz Kürt değiliz diyorlar, onlar da İrani bir grup ama maalesef Kürt değil! Tıpkı Peştunlar, Beluciler vs. gibi... Ama anlaşılıyor ki şimdiden tedbirinizi almışsınız, çok sevdiğiniz PKK, Diyarbakır merkezli bir Kürtleştirme politikası yapmıyor mu? Erzincanda 20 yıl öncesine kadar Zazaca konuşan köyler şimdi Kürtçe konuşmuyorlar mı? Bu insanların hakkı yok mu? Gelelim L.Zanaya, Türkiye Cumhuriyetinin resmi dili Türkçedir. Mevcut Anayasaya göre böyle. Lazca da diil, Kürtçe de diil, Türkmence, Tatarca da diil! Türkçe!O halde Mecliste Kürtçe yemin etmeye kalkmanın ne anlamı var? Göz mü yumulsun, bi kereden bişey olmaz mı densin? Nevruzun yasaklanması, denetim altına alınması da yine Anayasamızda yasak olan Bölücülük nedeniyle. Bu tip meşru şeylere bölücü propagandası karıştıran PKKnın zekice!! bir oyunu! Serdar Ortac efendinin sanatci ve aydin olduğunu söylediğini ilk defa sizden duyuyorum.Olabilir. Bazıları da Başbakan Cumhurbaşkanı, devlet adamı geçiniyor, normaldir. Bu ülkede, bugün, Agire Jiyan, Bismilli Zeko, Ciwan Haco, İbrahim Rojhilat Grup Berfin, Grup Kızılırmak, Grup Munzur, Grup Seyran, Grup Yorum, Hozan Dılovan, Doktor Rodi gibi onlarca sanatçının şarkı ve kliplerine çok rahat ulaşılabiliniyor, yapmayın, ne yasağı Alahaşkına? Türkiyeliyim, Türk vatandaşıyım demek zaten Türküm demek olmuyor mu? Zira Anayasayada " Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkına Türk denir" ibaresi var. Tanım gayet açık. Bu ülkeyi Türk halkı kurdu, bu halk çeşitli etnik gruplardan oluşuyordu.Burdaki ince noktayı görmek gerek. Malazgirtle karıştırma, o zaman Milliyetçilk kavramı yoktu, Milliyetçilik, 200 yıllık yeni bir kavramdır. Ve bazıları tarafından hala anlaşılamamıştır.Modern bir kavramdır. Malazgirtte Türk Milleti yoktu, Bizans İmparatoru, Selçuklu beyi, Ermeni Kralı,Kürt Beyleri, ( bunlar banedan ismiyle geçer şimdi hatırlayamadım) gibi feodal kişilikler ve feodal devletler vardı. Tarihte Kürt beyleri, Türkmen beyleri falan kendi aralarında savaşmışlardır. Öte yandan Bizans ordusundaki bazı hristiyan peçenek, kuman vb. türk boylarından bir kısmı Alparslana yardım etmişti.O insanların torunları Rum diye mübadelede Yunanistana gönderildi. Lütfen tarihe dar perspektiften bakmayalım.Diğer yazılarımı okursanız ne demek istediğim daha kolay anlaşılır. İsminiz Türkçeymiş neden değiştirmiyorsunuz. Benim ismim ise Farsça hiç de gocunmuyorum. Türk kültürünün kapsayıcılığı budur. Ön yargısız, doğru kavramlarla tartışalım, hep birlikte doğruyu bulalım. Saygılar.
  14. Sağolun! Ama yazı benim değil Türk Solu dergisinden Ali Özsoy'un yazısı, ön yazı yazamadan gönderdim. Niyetim bu tartışmaya son noktayı koymak, kestirip atmak değil tabii. Forumda olmamızın amacının, konuları uygar biçimde tartışarak, doğruyu, ülkemiz ve insanlar için faydalı olanı hep birlikte bulmak olması gerektiğini düşünüyorum. Ön yargı ve sabit fikirlerle tartışmanın sonu da yok, kimseye ve ülkemize de bir faydası yok çünkü. Yoksa forumda olmamızın ne anlamı kalır? Forumlarda, bazı arkadaşlar, Zaman, Yeni Şafak vb. gazetelerden Ali Bulaç, Mehmet Barlas, Etyen Mahçupyan vb. gibi - bana göre liboş, postmodernist!! , 2.Cumhuriyetçi - birtakım yazarların, kafa karıştırıcı, ağdalı cümlelerle ne anlattıkları net olmayan bazı yazılarını alıntılıyorlardı. Ben de alternatif görüş adına farklı yazarların kendi içinde tutarlı bazı yazıları alıntı yapıp tartışmaya açılım kazandırmaya karar verdim. Yine konuyu tartışırken doğru kavramları kullanmak için, Sosyolog Emre Kongarın bir yazısını da aşağıda paylaşmak istiyorum. ALT KİMLİK-ÜST KİMLİK Kimlik tartışmalarının özünde yatan sorun, bu tartışmaların bir toplumun bütünlüğüne mi yoksa bölünmesine mi hizmet ettiği hususudur. Dünyada ve Türkiye'de hız kazanan bu tartışmaların altında dünyayı yönetmeye soyunan büyük gücün yani Amerika Birleşik Devletleri'nin öncülüğünün yatması, bir zamanlar bu rolü üstlenmiş olan Büyük Britanya İmparatorluğu'nun ünlü "böl ve yönet" ilkesini anımsatıyor. * * * Her insan kaçınılmaz bazı kültürel kimliklerle doğar. Bunların çoğu alt-kimlik özelliği taşır, bir tanesi ise genellikle üst-kimlik olarak işlev yapar. Ama zaman içinde bilinci gelişen birey, bu kimlikler arasında bir tercih yapabilir ve kendi üst kimliğini de yeniden belirleyebilir. Bir insanın, kendi iradesi dışında, doğumda edindiği kimlikler beş tanedir: 1. Aile kimliği: Özellikle din-tarım toplumlarında, aşiret yapısının egemen olduğu feodal düzende, aile bağları çok önemlidir; kimi insanlar doğuştan aşiret reisinin ailesine mensup olduklarından, hayata ağa, ya da şehzade olarak başlar. 2. Coğrafya kimliği: Her kişi doğduğu coğrafyaya bağlı olarak dünyanın belli bir bölgesine aittir ve kimi zaman o kişinin ırkını da bu bağ belirler. 3. Din ya da mezhep kimliği: Her insan otomatik olarak içine doğduğu ailenin sahip olduğu din ya mezhebe mensup olarak kabul edilir; zamanla bu anlayış terk edilmekle birlikte, Türkiye'de hâlâ vatandaşların nüfus kağıtlarına, içine doğdukları ailenin inancı yazılmaktadır. 4. Irk ya da milliyet kimliği: Birey bilinçlendikten sonra, doğuştan zorunlu olarak gelen bu mensubiyeti açıkça reddetmedikçe, o kimlikle anılır. 5. Vatandaşlık kimliği: Aslında günümüzde, vatandaşlık kimliği, yani siyasal kimlik, bir devletin ve o devleti oluşturan toplumun ortak kimliği olarak kabul edildiğinden, yukardaki dört kimlik ögesine göre, en çok üst-kimlik olarak kullanılan husustur. Bu beş ögeden ilk dördü, zaman içinde, tarihte çoğu zaman toplumları bir arada tutan üst-kimlik işlevi de görmüşlerdir. Özellikle din-tarım imparatorlukları döneminde din ve mezhep böyle bir işlevi yerine getirmiştir. Zaman içinde endüstrileşme sürecinin etkisiyle, laiklik ve demokrasi geliştikçe, her insanın din, mezhep, dil, ırk farkı gözetmeksizin eşit haklarla doğduğu inancı yerleştikçe, demokratik ülkelerde, vatandaşlık bağı bir üst-kimlik niteliği kazanmıştır. * * * Türkiye'deki kimlik tartışmalarında, ailenin, coğrafyanın, din ve mezhebin, ırk ve milliyetin yani alt-kimlik niteliği taşıyan kültürel özelliklerin ön plana çıkarılması, hele hele üst-kimlik olarak kullanılması, hiç kuşkusuz hem toplumsal bütünlüğü hem de Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter yapısını zedeleyici nitelik taşır. Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı'nın, Yirmibirinci Yüzyılda, yüzyıllar önce, Orta Çağ'da, bir üst kimlik niteliği taşıyan dini, toplumsal özellik olarak birleştirici öge niteliğiyle ön plana çıkarması çok düşündürücüdür. * * * Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan bireyleri Türk olarak niteler. Bu niteleme ne ırka ne dine dayalı bir nitelemedir, sadece siyasal vatandaşlık bağını belirler. Yani Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkese Türk denilir; aynen Amerikalı, Fransız, İngiliz gibi; bu insanların kökenleri değişik olabilir: Kürt, Türk, Rum, Ermeni, Arap, Laz, Çerkez gibi. İnsan alt-kimliği ile övünebilir, onu geliştirmek için her türlü çabanın içine de girebilir, bunda bir sakınca yoktur. Sakınca, alt-kimliklerin kullanılarak devletin üniter yapısının ya da laik ve demokratik düzeninin reddedilmesinde yatar.
  15. Töre cinayetleri... Terörün estiği topraklarda, feodal sistemin "töre"si hüküm sürmektedir... Töre cinayetleri, feodal kültürün egemen olduğu toplumlarda yaygındır. Feodal toplumlarda kadın, toplumsal ve ekonomik yaşamda bir "meta" olarak değerlendirildiği için kadının bedeninin geleceği hakkında söz söyleme hakkı bu metaya sahip olan erkeklerindir. Patriyarkal kültürün toplumda egemen olması, töre cinayetlerinin temel nedenidir. Patriyarkal kültüre göre erkeğin kadın üzerinde tam bir egemenliği vardır. Bu egemenliğin ihlal edilmesi karşısında, erkek şerefini kaybettiğini düşünür. Çünkü erkek, kadını töreye uygun bir biçimde koruyamamıştır. Kadının yaşam hakkı olmadığı toplumlarda, töre cinayetleriyle kurtarılan erkeğin kendi onurudur!.. AP, Amerikan haber ajansının bazı kürt vatandaşlarımızla yaptığı röportajda, Mehmet Yolaç adlı kişi şunları söylemiştir: "bu bize atalarımızdan miras kaldı. Töre cinayetleri Kürt geleneğidir. Bizler namusumuza çok düşkünüzdür." Ve bazı kürtlerin, Türkiye'nin töre cinayetleri ile mücadelesini haklara müdahale olarak algıladıklarını ifade etmiştir. Namus cinayetlerini özendiren, destekleyen ve bu tür cinayetleri işleyenleri koruyan bir sosyo-kültürel çevre vardır(aşiret). Çünkü bu suçu işleyenlere cemaatsel değer ve ahlak yargılarına uygun hareket ettikleri gözüyle bakılmaktadır.
  16. Alt-üst kimlik: Türk ulusal kimliğini parçalamak Türk olmayanın Türk’üm dememesi doğal AKP lideri Tayyip Erdoğan terör örgütünün her isyan provasına örgütün bir talebini iktidar programına alarak yanıt veriyor. Tayyip, Şemdinli’de “Türk, Kürt, Çerkez, Laz aklınıza ne gelirse, hepsi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı üst kimliği altında bir ve beraber olacağız, alt kimliklere saygı duyacağız” diyerek PKK’nın yayın organı Özgür Gündem’de her gün yayımlanan, Apo’nun İmralı savunmasında “çözüm önerisi” olarak Türk devletine dayattığı etnik topluluklar federasyonu modelini yeniden dillendirdi. Daha önce de “Türkiyelilik” kavramı ve ABD tipi eyalet sisteminin meziyetleri üzerine nutuklarıyla Tayyip, Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’ten beri devam eden üniter ve merkezi yapıya dayalı ulus devlet rejimine karşıtlığını vurgulamıştı. Köylüleri tarafından “Potamya (Rumca dereler yatağı demektir) seninle gurur duyuyor” sloganlarıyla karşılaşan, her fırsatta etnik ayrımcılık (!) yapmamak için “Türkiyeliyim” diyen ama Gürcistan gezisinde “Ben zaten Gürcü’yüm, dedelerim Gürcistan’dan göç etmiş” diyecek kadar da etnik kimliğine düşkün ve kısaca Türk’üm demeyen bir başbakanımız var sonuçta. Zorla güzellik olmaz. Bir tek bu noktada Tayyip’e katılıyoruz. Adam Türklüğü kabul etmiyorsa zorla Türklüğü kabul ettiremeyiz. “Ne mutlu Türküm diyene” sözü de herkes için söylenmiş değil. Ama böyleleri için Atatürk’ün başka sözleri de var. O konuya da değineceğiz. Ulusal kimlik yerine uydurma kimlikler Burada önemli olan Tayyip’in Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak Türk ulusal kimliğini reddederken ortaya attığı “yeni” kavramlardır. Çünkü Tayyip’e karşı çıkanlar bile bu kavramları benimsemiş görünüyor. Bu kavramlar CIA paralarıyla dönen ABD sosyoloji kürsülerinde 1950’lerde üretilmiş kavramlardır. Bu terminoloji, Soğuk Savaş yıllarında, PKK gibi mazlum dünyanın her köşesine Batının saldığı bölücü örgütler tarafından farklı jargonlarla işlenmiştir. Ve ne yazık ki bu kavramlar, pek çok kişiyi Türkiye’nin üniter yapısını Batıcı, bölücü jargonlarla savundurtmak zorunda bırakacak kadar popülerleşmiştir. Bu kavramlar en son Tayyip’in de ağzından düşürdüğü etnik kimlik, üst kimlik, alt kimlik kavramlarıdır. İlk önce etnik kimlik nedir yanıt verilmelidir? Her yerde karşımıza sosyoloji biliminin değişmez gerçeği olarak ortaya çıkarılan etnik kimlik aslında tanımı olmayan ve her önüne gelenin kafasına göre anlam yüklediği bir jokerdir. Kimi sosyolog ve siyasetçi etnikliği, lehçe farkı, kimisi din farkı, kimisi mezhep farkı, kimisi coğrafî kümeleşme, kimisi ise ırk üzerinden tanımlamaktadır. İşin gerçeği etnik kimlik, emperyalist Batı için ulusu parçalamak için ne kullanabilecekse, o gün için odur. En sonunda Amerikan sosyologları ulusal kimlik yerine alternatif olarak ortaya attıkları etnik kimlik teriminin tanımında uzlaşamayınca, “etnik kimlik eşittir ulusal kimlik” diyerek işin içinden çıktılar. Buna bilim değil Pentagon stratejisi denir. Ulusun bütünü oluşturan her bir küçük olguyu diğerlerinden koparıp, sonra da bu ayrı bir ulus deyip ulusu parçalamak eski bir emperyalist taktiktir. Emperyalizm, sosyoloji ve antropoloji eliyle yeni bir din yaratmıştır. Bu yeni ırkçılık dininin en kutsal ve tabu kavramı ise etnisitedir. Bu teokratik hegemonyanın yegane amacı ise ezilen dünyada ulus gerçeğini ve ulusal kimliğin direnişini yok etmek çabasıdır. Artık mesele bir terminoloji tercihi meselesi değil, ezen ile ezilen arasında safını seçme meselesidir. Kendini Türk ulusundan hisseden herkes Atatürk’ün millî terminolojisini kullanır, geri kalanlar ve kafası karışıklar ise etnik terminolojiyi. İnsanın tek milli kimliği olur Tüm mesele, Türkiye’de yaşayan insanların kimliği nedir meselesidir? Bir insanın tek bir ulusal kimliği olabilir. İnanç ve ideoloji farklı kavramlardır. Düşünsel eylemin ürünüdür. Ama ulusal kimlik kişinin dünya üzerinde nesnel olarak durduğu konumu belirler. Parçalanamaz. Tektir. O zaman alt kimlik ve üst kimlik ne demektir? Bir kişinin aynı anda iki ulusa aidiyeti olamaz. Biri altta diğeri üstte iki millî kimliği olamaz. Veya aynı anda iki ulusa da üye olamaz. O zaman hem alt hem de üst kimlikten bahsetmek ne demek oluyor? Bu kimliklerden ancak biri sahte ve geçiciyse aynı anda alt ve üst kimlik taşınabilir. İşin püf noktası da budur. Emperyalist Batının ve onun ülke içindeki gerici bölücü tüm uzantılarının tezi Türk ulusal kimliğinin uydurma ve dayatma olduğudur. Yani aslında Türk diye bir ulus da yoktur. Dolayısıyla Türkiye Türklerin olamaz. Burada sazı yine Tayyip’e verelim: “Gazetenin bir tanesi yazmış: Türkiye, Türklerin diye. Ahlâksız bu, hayâsız... Bunu derseniz, Türkiye’yi 30’a bölersiniz. Çünkü Türkiye’de sadece Türkler yaşamıyor: Türkiye’de Kürt’ü de var, Laz’ı, Çerkez’i de var. Türkiye’de yaşayan herkes Türk’tür diyor. Olmaz böyle şey...” Dürüst adama ne denir? Üst kimlik ve alt kimlik kavramlarının savunduğu örtük düşünce budur: “Türkiye Türk milletinin değildir.” Ama bir düzeltme yapmadan devam edemeyiz. “Türkiye Türklerindir” bir gazetenin icat ettiği bir slogan değildir. Bizzat Atatürk’ün sözüdür. Eğer bir insan kendini sadece Türk milletinden hissetmeyip bir alt kimlik ile tanımlıyorsa orada üst kimlik bir peruk kadar iğreti durur. Aslında bu adam ne Perinçek’in savunduğu anlamda “Türkiyelilik üst kimliğini” ne de Baykal’ın savunduğu anlamda “Türk üst kimliğini” ne de Tayyip’in yeni yeni savunmaya başladığı anlamda “Türkiye Cumhuriyeti Anayasal vatandaşlığı üst kimliğini” de taşımıyordur. O adam mecburen ve Türk devletini daha yıkamadığı için bir üst kimlik ile “anayasal” haklarını korumaktadır. Kimse kendini kandırmasın her insanın tek bir ulusal kimliği olur. Geri kalan aidiyetler ne üst ne de alt kimliktir. Bizim tezimize göre burası Türk yurdudur. Atatürk’ün ifadesiyle “Türkeli”dir. Bu ülkede tek bir millet vardır o da Türk milletidir. Bu ulusal kimliğe alternatif olarak ortaya çıkarılan tüm diğer “alt-üst” kimlikler ya gerici bir cemaat ya da bölücü bir kabile aidiyetini ifade eder. Bölücülüğü bir de Tayyip’ten dinleyelim Bölücü olan ayrı bir ulus olduğunu iddia edebilir. O zaman tek vatanda birden fazla ulusun hakkı olamayacağına göre bunun çözümü “anayasal uzlaşma” değil, savaştır. Her iki ayda bir yeni jargon üretip işbirlikçi iktidarlara geniş bir kavramlar sözlüğü yaratan Apo da zaten ilk baştan itibaren ayrı bir ulus temsilcisi olduğunu iddia ettiği için terörü seçmiştir. Asla terk etmediği tek mevzi de ayrı ulus olma iddiasıdır. Tayyip’in işbirlikçilik misyonu farklı olduğu için bu kadar net konuşmasını bekleyemeyiz. Ama bir zamanlar bu kadar net o da konuşurdu. Şu sözler kendisinin: “Ne yazık ki Türkiye’nin 70 yıllık tarihi boşa harcanmış bir zamandır. Türkiye Cumhuriyeti 1923’ten bu yana sürekli bir gerileyiş içindedir… Bir diğer sıkıntımız, millî bütünlüğümüzün tehlikede olması. Bunu şu şekilde açayım. Resmî ideoloji ırkçı bir kişilik taşıyor. Bu yapısıyla da millî bütünlüğü koruması mümkün değildir. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nde 27 etnik grup yaşamakta. Bu 27 etnik grubun da varlıklarının tanınması gerekmektedir. Türkiye Türklerindir gibi tezler yanlıştır. Soru: ‘Bu değişim süreci içerisinde eğer ülkede yaşayan bazı grup insanlar millî yapı içerisinde kalmak istemezlerse ne olacak?’ Yanıt: Onun kararını yine halk verecek. Soru: ‘Örneğin Kürtler biz ayrı yaşamak istiyoruz diyebilirler.’ Yanıt: Bu durumda belki Osmanlı eyaletler sistemi benzeri bir şey yapılabilir. Soru: ‘Bağımsızlık isterlerse, tamamen ayrılmak isterlerse...’ Yanıt: Bu toprak üzerinde böyle bir bağımsız yapıyı kurma kudreti varsa kurar. Ama kudreti yoksa... Bu hakkı kimden isteyeceği önemlidir. Coğrafî bütünlük içerisinde evet ama coğrafî ayrılık içerisinde hayır. Soru: ‘Coğrafî bütünlükten kastınız Misak-ı Millî sınırları mı?’ Yanıt: Ona orada sınır tayin edemem. Eyaletler tarzı bir sistem içinde olabilir diyorum.’’ Sorulara verilen yanıtlar 1993’te 2. Cumhuriyet için hazırlanan bir kitaptan. Tayyip’in yanıtları ABD’yi çok tatmin etmiş olmalı. Tam da bugün ABD kanatları altında gelişen Kürt bölücülüğü stratejisine ve BOP’a uygun. PKK denedi ve “kudreti yetmediği” için “bağımsız Kürdistan” kuramadı. Irak’taki hikâye daha farklı. Orada da kudretleri yetmedi. ABD kendisi girdi. Türkiye’de şimdilik Osmanlı eyalet sistemi adı altında yetmeyen kudretleri ölçüsünde federasyon mevzilerini kazanmaya çalışıyorlar. İleride kudretleri yeterse durum değişir. Bu geçici stratejik devrenin asgari programını ve yeni jargonunu bizzat Apo İmralı’da yazdı. “Anayasal vatandaşlık”, “alt kimlik, üst kimlik”, “Türk ve Kürt uluslarının ortak devlet kuruculuk misyonları” gibi ifadeleri Apo’nun son kitaplarında zaten bulabilirsiniz. Bu stratejinin Türkiye’de her kesim için ürettiği farklı jargonlar var. Bu tuzağa düşülmemeli. Örneğin Baykal ve benzerleri alt kimlik olarak etnik kimliği “sosyolojik bir gerçeklik” kapsamında kabul ediyor. Türk ulusal kimliğini birleştirici üst kimlik olarak sunarak bölünmeyi engellemeye çalışıyor. Bu noktada Atatürk milliyetçiliğini savunma adına hem Atatürk milliyetçiliğiyle ters düşüp hem de Tayyip gibilerinden daha tutarsız bir noktaya savruluyorlar. Oysa Tayyip zaten Türk ulusal kimliğini reddettiği için üst kimlik önerisi yapıyor. Apo’nun fikirlerini Türkiye’ye tanıtmanın ilk gönüllü elçisi Perinçek, zamanında bu üst kimlik için bu Cumhuriyet’in tarihe karışmasını, yerine Türk ve Kürt milletlerinin yeni bir federatif devlet kurmasını önermişti. Tayyip ise Türk kimliği yerine önerdiği Anadolu İslamlığı kimliğinden, yine Apo-Perinçek ortak mamülü olan Türkiyelilik kavramına evrildi. Hepsinin fikir babası Apo’dur. Yani Tayyip’in ifadesiyle Türkiye’de sadece Türk milletinin değil birden fazla ulusun “Kürt, Çerkez, Laz aklınıza ne gelirse” hepsinin yer aldığı düşüncesidir. Çok uluslu yapı kabul ettirildikten sonra kısa vadede federatif eyalet çözümü gerçekleşecektir. “Kudret” sahibi olduklarında Türkiye’yi tamamen parçalamak yolunda bu önemli bir adımdır. Bunları yeni bir Atatürk paklar! İşin ilginç yanı sadece Tayyip değil Apo dahil herkes Atatürk’ün düşüncelerini çarpıtarak kendi bölücü argümanlarına kanıt sunmaya çalışıyorlar. Atatürk ise Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı’dan en büyük farkını üç kelimeyle, “milli bir devlet” olmasıyla açıklar. “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti” dendiğini vurgular. “Biz doğrudan doğruya Türk milliyetçisiyiz” diyerek de bu devletin milli ideolojisini ortaya koyar. Atatürk, “Osmanlıyı parçalayan ekalliyetler sorununu ve millet sistemini” baştan reddetmiştir. ve “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır” diyerek her türlü alt kimliği dışlayan tek bir Türk ulusal kimliği tanımlamıştır. Atatürk’e göre “Türkiye Türklerindir” ve Türk ulusu Batılıların iddia ettiği gibi uydurma olmadığı gibi en az “10 bin yıllık üyük bir tarihe” sahiptir. Anadolu ise en az “7 bin yıldır Türk yurdudur.” Türkiyelilik kavramı tutmayınca, bu sefer “anayasal Türklük” yutturmacısına sarılanlar ise aslında yine Atatürk milliyetçiliğinin tek dil-tek millet anlayışına saldırmaktadır. Atatürk Türklüğün asgari şartlarından biri olan tek dil şartını şöyle özetlemiştir: “Milliyetin çok bariz vasıflarından biri dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz.” Elbette Atatürk’ün Türkiye’sine de emperyalist saldırılar devam ediyordu. Ancak Tayyip’in Şemdinli konuşmasıyla birebir örtüşen zihniyetin başı Atatürk döneminde şiddetle ezilmişti. Bölücülük o dönem de emperyalizmin en büyük silahıydı. Ama alt-üst kimlik saçmalıklarıyla uğraşmayan Atatürk’ün bölücülüğe karşı yanıtı o dönem aşağıdaki gibiydi: “Bugünkü Türk milleti siyasî ve içtimaî camiası içinde kendilerini Kürtlük fikri, Çerkeslik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış tevsimler, birkaç düşman aleti, mürteci beyinsizden maada hiçbir millet ferdi üzerinde teelümden başka bir tesir hasıl edememiştir. Çünkü, millet efradı da umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar.” “Düşman aleti ve mürteci” zihniyetin ezildiği Atatürk döneminde Türk milletinin egemenliği ve bütünlüğü pekişerek güçlendi. Ancak bu zihniyetin iktidar olduğu her ülkede milletin parçalanacağı ve her emperyalist uşağın yeni bir alt kimlik uyduracağı kesindir. “Mazinin” karanlıkları yeni sözde ulusçuklar için pek çok malzeme sunabilir. Aslolan devletin halkına hangi seçeneği sunacağıdır. Bugün devletin organlarını gasp edenlerin tercihinin Türklükten yana olmadığı açıktır. O zaman onca etnik kimliğin peydahlandığı bugünkü Türkiye’de kendine hâlâ göğsünü gere gere “Türküm” diyebilen “tek kimlikli” Türk milletinin evlatları artık kendine sormalıdır: Bu vatan da bizim yerimiz ve konumumuz ne olacaktır? “Türküm” demekten mutlu olmayan ve olmadığını da açıkça duyuranlar bu ülkede iktidar olduysa bunlara Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” çağrısı işlemez. Atatürk Türk milletinin tekliği ve kapsayıcılığını vurgulamak için bu çağrıyı yaparken; Diyarbakır’da, Ağrı’da, Dersim’de “düşman aleti, mürtecilerin” başını en sert biçimde eziyordu. Türklüğü ayaklar altında çiğnetirsek en has Türk çocuğu bile ulusal kimliğini yitirir. Türk milletinin kapsayıcılığı esas o zaman biter. Türklükten utananın hak ettiği tavır yine Atatürk’ün yazdırdığı İskan Kanunu’nun gerekçesinde açıktır: “Türk bayrağına gönül bağlamamış iken Türk yurttaşlığını, kanunun onlara verdiği her türlü hakları kullanmakta olanları, Türkiye Cumhuriyeti uygun göremezdi… Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, Türküm diyen herkesin bu Türklüğü devlet için belli ve açık olmalıdır… Devletin kanunlarından her türlü koruyuculuğu ve yararlığı görerek her Türk gibi yurdun bütün iyiliklerini, kazançlarını, verimlerini bol bol almakla beraber Türk duygusunu taşımaz gibi durmak işini bu kanun kökünden kesip atmıştır…” Atatürk Türklüğün ve bu ülkede vatandaş olabilmenin gereklerini bu kadar net ifade ediyor. Bazılarının Atatürk dönemini kanıt göstererek ortaya sürdüğü “anayasal vatandaşlık” kavramının tasavvur ettiği “Türk duygusu taşımaz vatandaşlara” karşı Atatürk Türkiye’sinin takındığı net tavır işte budur. Bu noktadan sonra en büyük tarihi suç “Türk duygusu taşımaz”, “anayasal vatandaşlardan” çok, bunların Türk yurdunda iktidar olmasına göz yumacak Türklerde olacaktır. Türkler de Türklüğün gereğini artık yerine getirmelidir.
  17. İslamda siyaset Hz.Muhammedin vefatından sonra siyasallaşmış, Emevilerde doruğa ulaşmıştır. Kaynaklarda Milliyetçilik veya Ulusçuluk, kendilerini birleştiren dil, din, tarih veya kültür bağlarından dolayı millet veya ulus olarak tanımlanan bir topluluğun siyasi birliğini ve egemenliğini savunan siyasi görüş diye geçiyor. Buna göre ,Atatütk Miliyetçiliği daha kapsayıcı ve modern değilmi? "tartışılması bile çoğu zaman ülke sınırları içersinde yasaklanan bu kavramlar" nedir?Din ve Milliyetçilik mi yasak? Neyi tartışıyoruz o zaman? Yanaştığınız insan uygar ve bilinçli ise neden size olumsuz yaklassın? Ulus(Millet) tanımında "kan bağı" yoktur. Millet kavramı Fransız devriminden önce yoktu. Onun için 18.yydan önceki tarihsel olaylarda kullanılmaz. O olaylar da feodal-bey-han-şah-kral vb. veya ümmet veya kavim kavramlarıyla karşılaşırız. Önemli olan insanın bunları bilincinde olup fanatizme sürüklenmemesiir. Saygılar.
  18. Verdiğiniz linkteki videoyu bir daha izlerseniz, köy enstitülerine karşı çıkanların o dönem CHP içerisindeki Bayar, Menderes (kendisi Aydınlı bir toprak ağasıydı ) ve arkadaşlarının olduğunu ve köy enstitülerinin amaçlarından uzaklaşmasında rol oynayanların 1946 seçimlerinden önce yine CHP içerisindeki muhafazakarların olduğunu görürsünüz. Toprak reformlarının yapılmaya çalışılmasının bu yolla devletin kendi otoritesini sağlamaya çalışmasının kötü olan yanı ne? Aşağıda ise "devletin ve devlet otoritesinin olmadığı yerde başka otoriteler egemen olur" diyorsunuz öyleyse sorun ne? İşte bu noktada köy enstitüleri ve toprak reformunun, feodal sistemi ortadan kaldırmak için yapılmaya çalışıldığı çok açık. Ordaki durumu biliyor muyum sanıyorsunuz. Yıllardır halledilemeyen sorunlar. Ben bu duruma nasıl gelindiğinin sloganların ötesinde analizini yapıyorum sadece Aynı şeyi söylüyoruz küçük bir farkla: Benim dediğim Türk ( Türk, Kürt, Türkmen, Arap, Ermeni, Çerkez, Laz, Arnavut, Pomak, Boşnak, Çeçen, Abaza, Gürcü, Rum, Oset, Giritli, Yahudi, Zaza, Tatar vs. gibi çok etnik asıldan oluşan ) mileti ile Kürt etnik grubunun karşı karşıya getirilmek istendiğini ve bunu sanayileşmenin getirdiği hammadde ihtiyacı ve mamül mallara pazar bulma çabası hızla ile daha yoğun emperyalist (sömürgeci) politikalar izleyen batılı devletlerin ve ülkemizdeki işbirlikçilerinin yaptığını ve yapmamız gerekenin ortak düşmanlarımza karşı birlik içinde olmamız gerektiği.
  19. Hem işgale karşı direnelim diyip hem de Türkiye benim vatanım gerekirse ölürüm demek gibi mi?
  20. Mikro milliyetçilik, Türkiyede çok gözlemlenen bir durumdur. Örnek: -abi geçen bi kebap yemişim.. -oo tohadın kebabını yimeden yaşıyom demeycen.. -abi sarmalar feci güü.. -oğlum sarma yiceksen gek ben sana tohad yaprağından verim ye de konuş.. -abi su? - la meşurdur bilmeyon mu sen ya.. -abi ağaç? -la susim diyom anlıyom ama bizim oranın ormanı da heçbiyerde yoh söylim haa.. -abi sizin orasına neden tohad dediler bildin mi sen ? -yo niye? neyse abi..
  21. İşte anlayamadığınız nokta bu: İstanbul, İzmir, Mersin, Adana, Antalyadaki Kürtlere kimse bir şey yapmıyor, sırf "Kürt" oldukları için? Yoksa onlarda mı inkar ediyor kimliklerini? DHKP-C Kürt mü? Neden Tokat ve çevresinde askeri önlemler fazla? Neden MHP ve CHPde Kürt, hatta Ermeni asıllı Milletvekilleri, insanlar var? Milliyetçiliğe karşı PKKlı Kürtler tarafından ırkçılık yapılıyor. Milliyetçiliğin ne olduğunu bilmiyorsunuz. Sorun Terör sorunudur. Hangi ülke olsa buna göz yumamaz. Çok beğendiğinz AB ülkeleri ABD teröre eyvallah mı diyor? Okyanus ötesinden gelipte Irakta, Afganistanda El-Kaide aramıyor mu? Hiçbirşey terörün mazareti olamaz.
  22. Toprak Reformunu, köy enstütilerini hiç duydunz mu? Kimin kapattığını, engel olduğunu biliyor musunuz? Yıllardır Sağ partilerden milletvekili olan Kürt asıllı bölge Milletvekillerinin hiç mi sorumluluğu yok? Acaba onların feodal yapının devamını isteyen aşiret ağaları olması bir şeyleri açıklar mı? Tıpkı Ahmet Türk gibi.
  23. Ulusal kimlikten kastınız Etnik Kimlik mi? Dediklerinize göre bu, Din ve Milliyetçiliğin bir sonucu. Neden daha açık konuşmuyoruz daha kolay olmaz mı anlaşmak? Din vicdani bir olgudur, siyasete bulaştırılırsa savaş aracına dönüşür. Milliyetçilik siyasi bir kavramdır, ırkçılık, fanatiklik bulaşırsa savaş aracına dönüşür.
  24. Arkadaşlar, Anlaşılan, sapla samanı karıştırmamak ve ortak bir dille tartışabilmek için, kullandığımız kavramlarıın tanımlarına bakmamız gerekiyor: Atatürk'e göre milliyetçilik : Atatürk’e göre Avrupa uluslar topluluğunun fiziki sınırlar dışında, bu sistemin üstünlüğüne karşı mücadeleler mutlaka ulusçu nitelikte olmalıydı.[2] Atatürk’ün amacı ulusal ve savunulabilir sınırlar dahilinde, bir Türk ulus-devletini kurmak için Türk milliyetçiliğini öne çıkarmaktı. Atatürk milliyetçiliği din ve ırk ayrımından uzak, ortak yurttaşlık temelindedir. Kemalistlerin anlayışına göre milliyetçilik temelde Türkiye Cumhuriyeti'nin bütünlüğünü korumayı ve ülkenin birliğini tehdit edebilecek ayrılıkçı akımları engellemeyi amaçlıyordu.[3] Recep Peker 1931 yılında bu sorunu şöyle anlatıyordu: "Bizim aramızda yaşayan, politik ve sosyal bağlarla Türk milletine ait olan tüm vatandaşlarımızı biz kendi insanlarımız olarak düşünürüz: aralarında 'Kürtçülük', 'Çerkezlik' ve hatta 'Lazlık' gibi fikirler ve duygular yerleşmiş olsa bile, onlar bize aittir. Mevcut yanlış anlayışlar ancak mutlakiyet yönetimlerinin ve uzun süren tarihsel baskıların ürünüdür ve biz en içten çabalarımızla bunları ortadan kaldırmayı görev sayıyoruz." [4] Irkçılık : Irkçılık genel hatlarıyla incelendiğinde kendi kanını taşıyan, aynı dili konuşan, ve aynı soydan gelenlerin başka soylardan gelenleri küçük düşürmesi olarak algılanır. Ancak eksik bir bakış açısıdır. Gelişen teknoloji ve gelişen ekonomik yapılar insanoğlunun tanımlarınada çeşitli farklılıklar getirmektedir. Bu farklılıklar ırkçılığın psikolojik, sosyal psikolojik, ve psikanalitik açıklamalarını anlama zorunluluğuyla birlikte ırkçılığın normal bir durum olmadığını bir "hastalık" olarak ele alınması gerektiği gerçeğini sergiler. Modernizm - Postmodernizm : Modernist hareketin 19.yy ortasında Fransa'da ortaya çıktığı kabul edilir. Modernizm kabaca 1884-1914 yılları arasında hüküm sürmüştür. Temelde dayandığı fikir, geleneksel sanatlar, edebiyat, toplumsal kuruluşlar ve günlük yaşamın artık zamanını doldurduğu ve bu yüzden bunların bir kenara bırakılıp yeni bir kültür icat edilmesi gerektiğidir. Modernizm ticaretten felsefeye her şeyin sorgulanmasının gerekliliğini savunur. Böylelikle kültürün öğeleri yeni ve daha iyi olanla değiştirilebilir. Postmodernizm, Modernizmin sonrası ya da ötesi anlamında bir tanımlama olarak kullanılmaktadır ve modern düşünceye ve kültüre ait temel kavram ve perspektiflerin sorunsallaştırılmasıyla ve hatta bunların yadsınmasıyla birlikte yürütülmektedir. ‘Aydınlanma felsefesi, Ulus-devlet anlayışı ve Kapitalist sanayileşme’ üçlüsü ile temellendirilmiş olan ‘modernite’den sonraki dönem olarak ifade edilen postmodernizm ; “ekonomik ve toplumsal eşitsizlikler, çok uluslu şirketler aracılığı ile sürdürülen küresel sömürü, kimlik ve kültür çatışmaları, kirletilen bir ‘çevre’ ve en önemlisi de kirletilen bir insanlık”ın bugününü hazırlamış olan modernizmin ‘ayıplarını, yanlışlarını ve olumsuzluklarını’ örten bir şal mıdır halen tartışılmaktadır. Sanayi Devrimi ya da Endüstri Devrimi : Avrupa'da 18. ve 19. yüzyıllarda yeni buluşların üretime uygulanması ve buhar gücüyle çalışan makinaların makinalaşmış endüstriyi doğurması, bu gelişmelerin de Avrupa'daki sermaye birikimini arttırmasına denir.Sanayi devrimi Avrupa'da burjuva sınıfının yapı değiştirmesine ve yeni bir işçi sınıfı doğmasına yol açtı. Eski burjuva sınıfına şimdi fabrika sahipleri de katılmıştı.Sanayi devriminin bir başka etkisi de nüfus artışı konusunda oldu. Sanayileşmenin getirdiği hammadde ihtiyacı ve mamül mallara pazar bulma çabası hızla saniyeleşen devletleri daha yoğun emperyalist (sömürgeci) politikalar izlemeye yönlendirdi. Endüstri devriminin zararlı sonucu olarak asit yağmurları, Çernobil faciası, iklim değişiklikleri, kuruyan göller, nesli tükenen canlılar, buzulların erimesi, sel felaketleri, kuraklık, salgın hastalıklar, göçler ve su savaşları gibi pek çok yaşanan ve yaşanacak senaryolar dünya tarihinde yeni bir sayfa açacak. Burjuva Devrimi ve Burjuvazi En yalın anlamı içinde, tarihsel olarak 1789 Fransız Devrimiyle özdeşleştirilen, ve, ekonomik etkinlikleri toprak sahibi aristokrasinin uyguladığı politik kontrol tarafından önemli ölçüde engellenen burjuva sınıfının (burjuvazi) siyasi kontrolü ve iktidarı ele geçirme hareketi. Biraz daha genel bir anlam içinde, modern dünyayı yaratan, Batı’da onyedi ve onsekizinci yüzyıllarda sivil toplum olarak bilinen ekonomik toplumu doğuran ve dolayısıyla sacayaklarından birinde kapitalizm. ikincisinde modern devlet ve liberal demokrasiyle, sonuncusunda bilim bulunan genel hareket. Geleneksel toplumdan modern topluma geçişi sağlayan çok temelli dönüşüm süreci. Faşizm : Dar anlamda Benito Mussolini altında 1922’de İtalya’da iktidarı alan politik sistem. Daha geniş anlamıyla özellikle iki dünya savaşı arası ortaya çıkan ve özellikle Adolf Hitler yönetimindeki nasyonal-sosyalizmin temsil ettiği aşırı milliyetçi, antidemokratik ve antikomünist bir ideolojiye ve otoriter siyasi bir yapıya sahip bütün politik hareketler ve egemenlik sistemleri.Georges Sorel geleneğine dayanan, şiddetin politik kutsanması.Faşizm kimi ritülleri ve mistik-irrasyonel dünya görüşüyle Aydınlanma karşıtı bir dünya görüşünü temsil eder. Bir ulusa, kültüre ya da “ırka” üye insanların toplumun geri kalanı üzerinde üstün oldukları iddiası. Bu yaklaşım aynı zamanda lider ilkesinde de ifadesini bulur. Belli bir kişi diğer herkesten ve topluluktan daha isabetli kararları alabilir durumdadır.Otoriter iktidar biçimleri ve sıklıkla totaliter bir sistem. Totalitarizm Alman ve İtalyan faşizmlerinde ön plandayken, Avusturya Faşizmi ve Francocu İspanya’da vurgulu değildir.Ekonomik hayat da dâhil olmak üzere toplumsal hayatın militarize edilmesi. Militer kitle yürüyüşleri ve büyük gösteriler faşizmin en önemli görünüşleridir.Halkın kitle olarak anlaşılması. Mussolini’nin stato totalitario kavramından beri faşist anlayış özel yaşama kadar toplumsal hayatın her alanında hak iddia eder. Aile çocuklarla halk birliğine katkı yapacak olan davadaşlık birliği olarak düşünülür.İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan faşist hareketler daha çok Neofaşizm başlığı altında değerlendirilir,

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.