Zıplanacak içerik

Dogrucudavut

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Dogrucudavut tarafından postalanan herşey

  1. eyvallah kardeş! ee...doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış, adımız çıkmış bi kere doğrucudavuta, naapalım:) Ne İsa'ya yaranabildik ne Musa'ya! hayırlısı diyelim Saygılar.
  2. Kurt sorununu anlayabilmek oncelikle Kurt feodal yapisini anlayabilmekten gecer. Iste Kurt Feodalizmi dedigimiz olay : kürt feodalizmi bu ülkenin en büyük sosyal sorunlarından birisidir. ne yazık ki, ülkenin toplum bilimci akademisyenleri bu konuya pek ilgi göstermemiştir. kürt feodalizmine girmeden evvel kürtleri tanımak gerek. kısaca bahsetmek gerekirse, kürtler tahmini olarak m.s. 6-10.yy arası kuzey ve orta iran’dan anadolunun güneydoğusuna göç ettiği düşünülen hint-aryan kökenli bir ırktır. kürtler büyük oranda hayvancılıkla uğraşırlar. bu yüzden yüksek düzlüklerde ve dağlarda yaşarlar. dağ olgusu o kadar güçlüdür ki, kürt mitolojisine dahi girmiştir. kürtlerin dağlık bölgelerde yaşamaları, onları merkezi yönetimin etki alanından bir nebze olsun çıkarmış ve yerel feodal güçlerin etkin olmasına sebep vermiştir. coğrafik sebepler dışında feodalizmin etkin olmasının en az onun kadar etkili başka sebepleri de vardır. hint aryan ırklarının sosyokültürel olarak feodalizme yatkın olmaları, tarihte stratejik sebepler ile bölgede hiçbir devletin tam olarak hakimiyet kuramaması diğer etkenlerdir. son maddeyi açmak gerekir. kürt aşiretleri osmanlı ve safeviler (iran’da kurulu alevi/şii türk hanedanlığı) arasındaki anadolya hakim olma mücadelesini çok iyi değerlendirmiş böylece osmanlı hanedanının bölgede merekezi yönetmi etkin hale getirmesini engellemiştir. (merkezi yönetim ile feodalizm tezat şeylerdir. çoğu zaman birinin olduğu yerde diğeri olamaz yada güçlü olamaz.) kürtler tam olarak anadolu ile safeviler arasında sınır gibiydiler. osmanlı, safevilerin anadoluda mukim alevi türkmenler üzerinde etkili olması engellemek için sünni kürt aşiretleri ile ittifak yapmış, onları safeviler ile alevi anadolu türkmenleri arasında doğal bir tampon olarak kullanmıştır. bunun karşılığında osmanlı aşiret liderlerinin bölgedeki hegomanyasına karışmamış böylece aşiret düzeni bölgede iyice semirmiştir. bu üç adet oyucunun olduğu oyuna çok iyi dikkat etmek gerekir. bu basit bir tarihsel vaka değildir. sırayla gidersek; osmanlı – aşiretler – safeviler osmanlı veya türkiye – aşiretler – emperyalist güçler türkiye – aşiretler – pkk görüldüğü üzere aşiretler ne yapıp ne edip bu oyunda merkezi hükümet ile teke tek kalmamayı başarmış böylece dengeyi sağlamıştır. merkezi hükümetler bu oyuna ister istemez gelmiş, aşiret düzeni bir türlü yıkılamamıştır. bu konu için konuya geri dönersek, feodal güçler yöre halkı üzerindeki hegomanyalarını kaybetmemek için faydalı olası her stratejiyi kullanmıştır. töre baskısı yada dini baskı bunların arasındadır. kürt feodal sistemi o kadar etkin olmuştur ki, töre denilen sosyal olgu dahi feodalizmi desteklemek üzere inşa edilmiştir. kürt toplumu için töre herşey demektir. gündelik yaşamdan, evliliğe, ticaretten, bir babanın çocuğunu toplum içinde nasıl sevmesi gerektiğine kadar her alanda yazılı olmayan feodal kurallar işler. bölgede herşey feodal sisteme uygun işler, en ufak uyumsuzluğa tahammül gösterilmez. söz gelimi hayvancılık için çok önemli olan otlakların nasıl paylaşılacağı tamamen aşiret düzeni içinde belirlenir. hiçbir istisanaya müsade yoktur, mesela vaktinde hakkari yüksekova’da nehil ırmağın etrafındaki bataklıkların kurutulup otlak olarak bazı köylülere verilmesi gündemdeydi. aşiret liderleri ne yapıp ne edip bunu engellediler. çünkü bu bölgedeki iktidar yapısını değiştirecekti. töre namına ne kadar kural varsa hepsinin feodal yapıyı güçlendirdiğini kolayca görebiliriz. misal kürtlerde amca kızı yada baba tarafı kuzenleri ile yapılan evlilikler bütün evliliklerin % 40’ı kadardır. amca kızı yada kuzen olmasa dahi evliliklerin nerdeyse tamamı aşiret içinden olur. kürt olmayan (misal bir türk) biri ile yapılan evliliklerin oranı o kadar düşüktür ki, bu tür bir evlilik çevrede sansasyon yaratır (kasabalarda bu evliliklerin oranı bir miktar daha yüksektir). bunun sayesindedir ki, belirli bir bölgede mülkiyet aşiret içinde kalır, yabancılaşma ve asimilasyon engellenmiş olur. böylece feodal yapı dağılmaz. kürt feodal düzeninde hiyerarşiyi tanımlarsak (sömürü piramidi); aşiret ağası melalar, şıhlar (dini liderler) kabile reisi (aşiretin bir alt birimi kabiledir) hane reisi hanenin yetişkin/evli erkekleri (malxo) evin en kıdemli kadını (kebani) küçük erkek çocuklar evlenmemiş kızlar (çocuk yada genç) evin gelinleri bebekler genel kanı bu düzenin tek sömürücülerinin aşiret reisleri olduğu yönünde olsa da, bu çok büyük bir yanılgıdır. zannımca hane reisi ve daha üstte bulunan birimler, bu düzende verdiklerinden çok daha fazlasını alıyorlar. yani bir erkek doğduktan sonra hane reisi oluncaya kadar sömürülen, hane reisi olduktan sonra da sömüren statüsüne geçiyor. bu yüzden genç kürt erkekleri olabildiğince çabuk hane reisi olmak, hane reisi olanlarda evli oğullarının, evlerini ayrımasını olabildiğince uzatmak gayesindedirler. (klasik bir kürt hanesinde, anne-baba, evli erkek çocuklar, eşleri ve bunların çocukları, evlenmememiş kızlar ve diğer çocuklar hep beraber otururlar. çoğu zaman amca tarafı da bu haneye katılabilir) kürt feodal sisteminde en tepede aşiret liderleri varsa an aşağıda kürt kadınları (bebeklerden sonra) vardır. bu bahsedilmesi gereken bir konudur. kürt kadınlarının kendilerine yönelik bu baskıdan kurtulmak için, en kabul gören yeteneğini yani doğurganlığını bir silah olarak kullanır. aslında bu da dolaylı olarak feodalizme hizmet eder. gerçekten de feodalist düzende bir çok kere üremek/çoğalmak desteklenir. eve yeni gelin gelmiş ve evde en düşük sosyal statüde (çocuklardan bile düşük) olan gelin statüsünü yükseltmek ve kebani yani en yüksek statülü kadın olmak için çok çocuk özellikle de erkek çocuk sahibi olmak zorundadır. çok çocuk sahibi olmak feodal düzende; - hane reisi için daha çok hizmetkar yada bir nevi işçi anlamına gelir. tıpkı aşiret ağasının haneleri sömürmesi gibi hane reisi de kendisinin altındaki bireyleri sömürür. onları kendi malı gibi görür. erkek yada kız fark etmez. erkek çocuk olsanız dahi babanız için çalışmak zorundasınızdır. bu anlayış her türlü sosyal yaptırım ile desteklenir. mesela bir kürt atasözü “kureki ku ji bo bavê xwe dixebite, ji bo nefsa xwe dixebita” der ki, “babası için çalışan oğul, kendisi için çalışıyordur”. bu sebeple baba olabildiğince evlenen oğlunun evini ayrımasına izin vermez. bir adamın erkek çocuğu ne kadar çabuk yetişkin* çocuğu olursa o kadar işlerden kaytarır. kendisini köy kahvesine daha fazla atabilir, daha fazla aylaklık yapabilir. - hane reisi ve aşiret için çok nüfus güç demektir. ne kadar çok nüfusunuz varsa olası bir çıkar çatışmasında o kadar çok arkanız var demektir. tamamen fiziksel şiddete dayalı olan bir sistemde arkası olmamak acınası, zavallı bir halde sömürülmek demektir. - aşiret düzeninin sömürücüleri, nüfus fazla oldukça merkezi hükümetin bölgede daha fazla zorlanacağını iyi bilirler. çok çocuk demek, eğitimsizlik yani bilincsizlik demektir. Bilincsizlik ise düzenin devamı demektir. - en temelde evin gelini için çocuk bir nevi rütbe demektir. hiyerarşinin en altında bulunan kadın için baskıdan biraz olsun kurtularak, saygı duyulmanın tek yolu olabildiğince çocuk yapmaktır. esasında bu da bir çeşit sömürüdür. bu sebeple bebeğin yeri piramitte annesinin altıdır. gerçekten de, yeni doğan çocuk 2-3 yaşına gelinceye kadar aileden sayılmaz, kendisine isim dahi verilmez. - söz konusu piramitte her zaman için aşağı doğru indikçe nüfus artar. yani bir aşirette, sadece bir tek aşiret reisi varken, bir kaç tane kabile reisi ve şıh, yüzlerce hane reisi, daha aşağı unsurlardan ise, aşağı doğru gittikçe artmak ana kural olmak üzere binlerce vardır. bu kural unutulmaması gereken bir kuraldır, her zaman için sömürülenler, sömürenlerden sayıca daha fazla olmalıdır. bu yüzdendir ki, çok çocuk yapmak sömürülen sayısının artması için gerekli şarttır. bütün bu sebepler birleşince, bölgede % 3,5’lara varan inanılmaz düzeyde bir nüfus artışı ortaya çıkıyor. bırakın bu kadar fakir bir bölgeyi, bu oran bir çok petrol zengini ülke olan ortadoğu bölgesinde dahi bir rekordur. sürdürülmesi imkansızdır. bir süre sonra ülke bütçesinde çok büyük gedikler açılacak. daha da önemlisi çok büyük sosyal sorunlar çıkacaktır. bu da kürt feodalizminin zararlarının artık bölgesel nitelikten çıkıp ulusal bir sorun olduğunun kanıtıdır. feodalizmin batıya ihracı, üzerinde durulması gereken çok önemli bir konudur. 1980 sonrası feodal kürtlerin batıya göçleri hızlandı. giderek daha fazla bireyselleşen ülkenin batısına feodal bir ailenin göçmesi tam anlamıya züccaciye dükkanına giren fil misali gibidir. doğuda aşiretlerin çıkar çatışmaları söz konusu olduğunda en azından bir aşiret aşirete karşı mücadele eder. fakat batıya göçmüş bir aşiret karşısında aşiretleri değil savunmasız ve şiddetin değil hukuğun üstünlüğüne inanmış bireyleri bulur. eğer türkiye’de hukuğun bu gibi durumlarda zayıf kaldığını düşünürseniz, aşiret ile yüzyüze kalmış bireyin haklarından vazgeçmesi ve bir nevi serf durumuna düşmesi kaçınılmaz sondur. gerçekten de bu süreç bir çok bölgede yaşanmıştır. mesela güney bölgelerdeki turistik kasabalarda orta ve küçük çaplı turistik işletmelerin (küçük oteller, restoranlar, plajlar vs vs) çoğu baskı ve tehdit ile bu aşiretlerin eline geçmiştir. hatta yerel halk işten tamamen çekilmiş, tıpkı güneydoğu anadoluda olduğu gibi aşiretler artık kendi aralarında çatışır olmuştur. http://www.hurriyetim.com.tr/...~2@nvid~610390,00.asp güneydoğuda kaçakçılık ve uyuşturucu ticaretinin kürt feodal sistemini besleyen bir damar haline geleli 25 seneden fazla oluyor. batıya göç eden aşiretler ise mafyalaşarak sadece üretimi yada kaçakçılığı değil sokakları da ele geçirmek için çabalamaktadırlar. bu çaba sadece türkiye’de değil avrupa’da da görülmektedir. ayrıca kapkaç, hırsızlık, değnekçilik gibi adi suçlarda aşiretler olmasa bile yine bölgedeki feodal sistemin sonucu olarak ortaya çıkan sokak çocukları sorunu ile ilintilidir. güneydoğuda bir çok aile çocuklarını bu tür çetelere para karşılığı vermekte yada çeteler çocukları kaçırıp kapkaça ve hırsızlığa zorlamaktadır. http://www.sabah.com.tr/2004/12/08/gnd101.html http://www.tempodergisi.com.tr/...lum_politika/06149/ http://www.aksiyon.com.tr/...=14434&yorum_id=1820 http://www.hurriyetim.com.tr/...~1@nvid~552793,00.asp bütün bu olaylar her geçen gün şiddetlenerek devam etmektedir. batı insanının bu insanlara tepkisi ırkçılık olarak olmakta bu ise aşiret bireylerinin aşiretten çözülmesini engellemekte feodal düzenin şehirlerde de devam etmesine neden olmaktadır. bu da biz ve siz kavramını her iki taraf için de güçlendirmekte ve batıya göç eden kürtlerin bile asimile olmasını engellemektedir. hatta bu ayrım o kadar şiddetlidir ki, çoğu zaman büyük şehirlerde kürt milliyetçiliği güneydoğuya göre daha güçlüdür. son olarak kürt milliyetçiliği yada pkk ile kürt feodalizmi arasındaki ilişkiyi incelersek, kürt feodalizminin hem kürt milliyetçiliğini beslediği ve desteklediğini hem de bu vakte kadar bölgede bağımsız bir kürt devletinin kurulmasının önünde en büyük engel olduğunu görüyoruz. bunda şaşılacak bir şey yoktur. yazının başında bahsedilen 3 kutuplu oyunda ne ankara ne de pkk tam anlamıyla başarılı olacaktır. bu oyunda nash dengesi şu anki düzenin devamı üzerine kurulmuştur. oyunun şartları değişmediği sürece yeni bir denge kurulmasını beklemek oyun teorisine aykırıdır. bu düzen sadece aşiretlerin yararınadır. ayrıca giderek daha fazla ülkenin batısında çıkar elde eden aşiretler için türkiyeden kopmak çıkarlarına terstir (bu durum değişebilir). öte yandan pkk’nın yada kürt milliyetçilerinin mücadeleyi kaybetmesi yada yok olmaları da işlerine gelmez çünkü böyle bir durumda merkezi hükümet ile pazarlık kozunu kaybetmiş olacakları için merkezi yönetim feodal düzeni yıkarak onları yok edecektir. ayrıca kürt feodalizmi hizipçilik üzerine kurulmuştur. bölgedeki aşiretlerin her birinin çıkarları çatışır. bu sebeple ne hepsi kürt milliyetçisi olur ne de devlet yanlısı olurlar. bu feodal sistem gereğidir. hatta bazı aşiretler zaman zaman kürt milliyetçisi (barzanici) rolüne bürünmüş, başka zaman da sıkı şekilde devlet tarafına geçmiştir. bunda şaşılacak bir şey yoktur, aşiretler söz konusuysa kaypak bir zemine alışmak gerekir. türkiye yöneticileri ne yazık ki, bu oyuna gelmişlerdir. bölgedeki korucu uygulaması buna örnektir. halbuki bizim politikamız feodal sistemin olabildiğince çabuk yıkılması, bölge insanının medenileşerek ulus devlet içinde hızlı bir asimilasyonu üzerine olmalıydı. fakat ne yazık ki türk eğitim sistemi feodal çarklar sebebiyle bölgeye girememiş, bölge türkiye’ye bağlı olmasına rağmen çoğu yerde türkçe bilen insan sayısı 15-20 %’yi geçmemiştir. neredeyse 1000 senedir (bunun 500 senesi türk yönetimi altında) beraber yaşadığımız insanlara türkçe öğretememişsek çuvaldızı (hatta mümkünse daha kalın bir şeyi) kendimize batırmamız gerekir. aşirete karşı aşiret politikası artık iflas etmiştir. bu politikanın terk edilmesi gerekmektedir....
  3. Demogoji dedikleri bu olsa gerek:) Tebrikler!!
  4. 1-Elektrik dağıtımı özel şirketlerde( Bedaş, Ayedaş vs. ). Belediyeyle alakası yok. Bu durum ayrıca 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 122.maddesi ne aykırı. Göz yumuluyor. 2-Bİr de şöyle düşün. Kürtçe Tv yayını var, gazete var, internet var. Yeterince iltimas, imtiyaz değil mi? Lazın, Çerkezin başı kel mi? Resmi dil Türkçedir. Belediye de resmi bir kurumdur.
  5. Savaş dönemi örgütlenmesidir bu, Egede de çetecilere paye verildi. Şimdi de Kürtleri yok sayan yok zaten. Bunu da mı çarpıtıyorsunuz. Kürtlerin en insani talepleri nedir? Kürtçe resmi eğitimin, bölgedeki her Kürt, Türkçe öğrenmedikçe yabancılaşmaya, bölünmeye götüreceği açıktır. Kürtçe mi? Şu an yasak değil. Kürtçe yayını mı? O da var. Kürtçe eğitim mi? Açıldı kurslar giden olmadı? Atatürk ün Kürtlerle ilgili düşünceleri yine aynı yerden buyrun aşağıda: BELGE:2 "KÜRT,TÜRK KARDESINDEN AYRILMAYACAK" Mustafa Kemal'in, 3. Ordu Müfettisi olarak Amasya'dan, Erzurum'daki Kazim Karabekir Pasa'ya gönderdigi, 24 Haziran 1919 tarihli mesajin ilk maddesi: "1- Mr.Novil adindaki bir Ingiliz Yüzbasisi, Urfa'dan Siverek yoluyla Viransehir'e giderek, Milli asiretlerinin ileri gelenleriyle görüsmüs ve Urfa'ya dönmüs. Osmanli hükümeti için çok kötü propagandalar yapmis. Ancak asiret reislerinden aldigi kesin cevaplara sevinmistir. Kürtler, Türk kardeslerinden kesinlikle ayrilmayacaklarini, bu ugurda son kisilerine varincaya kadar ölüme hazir olduklarini söylemisller. Ayrica Ingilizler'in kendilerine vermek istedigi önemli miktardaki parayi almayarak namus ve yurtseverliklerini göstermislerdir..." (Atatürk'ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri, Nimet Arsan, Sayfa: 43) Anayasayada " Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkına Türk denir" ibaresi var. Tanım gayet açık. Bu ülkeyi Türk halkı kurdu, bu halk çeşitli etnik gruplardan oluşuyordu.Burdaki ince noktayı görmek gerek.Kürtleri severim ama bu ülkedeki Çerkezleri,Lazları, Arnavutları da severim. E nolucak şimdi? Kongrelerin Sivas, Amasya ve Erzurumda yapılması işgal altında olmayan yegane yerler olduğundandır. Biraz tarih okuyun. Benim kendi dedem Yemende, Çanakkalede çarpışmış, büyük amcam Allahü ekber dağlarında şehit olmuş.Tabii ki babamın malı o nasıl söz? Bunu biz de söylüyoruz. Üstlerdeki yorumumu oku 1- Daha önceleri olmayan Kürtçe konuşma ve yayın yasağı 12 Eylül 1982 anayası ile Türkçe dışındaki tüm diller için de getirilmiştir. Antidemokratik ve ülkemiz için zararlı olmuş mantık dışı bir uygulamadır. Terör örgütünün ekmeğine yağ sürmüş, siyasi argüman olarak, kulanılmış, tepki doğurmuş. Roj tv, Barzani-Talabani tv avantajları ile kürtler devletten uzaklaşmıştır. Şiddet şiddeti doğurmuş, sorun çözümsüzlüğe gitmiştir. "Yasada Kürtçe yasaktır" ibaresi bulunmaz. Türkçe dışındaki tüm diller diye geçer.Yasak sadece olağanüstü hal bölgerinde uygulanmış, diğer illerde örneğin Kars, Erzurum,İstanbul, İzmir vb. illerde uygulanmamıştır. Bu yönüyle "Kürt" ayrımcılığı yoktur. Güneydoğu ve terör sorunu vardır. 2-Bu yasak, 1991de kaldırılmıştır. 12 Eylül döneminde Kürt, Türk ayırdetmeden tüm yurt genelinde yapılan insan hakları ihlalleri, bölgede PKK terörü yüzünden Olağanüstü halin uzatılması nedeniyle uzun yıllar sürmüştür. 3- Bu yasak, 2001de kaldırılmış, TRTde Kürtçe yayına başlanmıştır. ???
  6. Belçika bölünüyor. Haberiniz yokmu? Web Siteme Git Web Siteme Git Web Siteme Git Saygılar.
  7. Lehçe ( Dialekt ), farklı (ülke sınırları ile ayrılmış) coğrafyalarda konuşulan ortak bir anadilden dili kaynaklanan ve birbirine benzeyen dil gruplarına denir. Belli bir lehçeyi "standart" veya "doğru" olarak kabul edenler aslında bu terimleri kullanarak sosyal bir ayrımı ifade ederler. Çoğu zaman standart dil bir toplumun seçkin sınıfının dilidir. Bir dilin çeşitleri sadece gramer ve kelime hazineleri ile birbirinden ayrılmaz, ritim ve ahenk de dahil olmak üzere telaffuz ile de farklılık gösterebilir. Eğer farklılıklar telaffuz ve seslendirmeden ibaretse "lehçe" veya "çeşit" terimlerinden ziyade "şive" terimi kullanılır. Bu durum, Türkçe için düşünülürse sadece Çuvaşçadır. Anadolu'da konuşulan ağızlar lehçe olmaz, şive olur.( Trakya şiveşi, İstanbul şivesi, Doğu şivesi gibi.) Zazaca, Kürtçenin Lehçesi değildir.İkisi de ortak bir anadilden yani Part dili -Pehlevi den gelirler, ama ayrı dillerdir. Batı İrani dil grubunda yer alırlar.Zazaca sözcük dağarcığı ve gramer açısından,İranî Diller içerisinde Partça ve avesta diline en çok benzeyen dildir. Türk dili için düşünülürse , aynı dil grubunda olsalarda ( Ural-Altayın Altay kolu ).örneğin bir Kazakla bir Moğol anlaşamaz. Anadolunun pek çok yöresinde ana dili Zazaca olan ve zamanla Kürtçenin Kurmancî lehçesi ile konuşmaya başlayan köyler de vardır. Tunceli'nin Mazgirt yöresindeki bazı köyler, Bingöl, Elazığ, Erzurum, Sivas Koçgiri Yöresi ve Erzincan'ın Refahiye ilçesindeki bazı yerleşimler, bugün Kürtçe konuşmalarına rağmen aslen Zaza kökenli yerleşimlerdir ve Zaza aşiretlerinin devamıdırlar. Ana dili Zazaca olan Lolan, Kureyşan, Hormekan (Hiran/Zerikan/Alikan/Sormemedan), Alan, Demenan, Şeyh Hasanan, Pevruzan, Laçinan, Karsan gibi Dersim aşiretlerinin bazı kolları, bugün ana dilleri olan Zazaca'dan kopup zamanla Kurmancî (Kürtçe) konuşmaya başlamışlardır. Zazaca'nın İran dilleri arasındaki yeri politik bir tartışma konusudur. Bu tartışmada 2 grup vardır. 1.grup: Dil bilimcileri ve Zazalar Zazaca'yı bir dil olarak kabul eder. İranoloji dilbilimine göre, Zazaca başlıbaşına bir dildir. Oskar Mann ve Karl Hadank'ın 20. yy.ın başında yaptığı araştırmalar sonucu derleyip 1932'de Leipzig'de çıkan kitabında, ilk kez bilimsel olarak Zazaca'nın bir Kürt lehçesi olmadığı kanıtlanmış, ondan beri Zazaca dilbiliminde ayrı bir dil olarak kabul edilmiştir. 2. grup: Özellikle Kürt milliyetçileri, Zazaca'yı Kürtçe'nin dört lehçesi arasında saymaktadır. Saygılar.
  8. Aşağıdaki sizin Sn. Diyarbakırlının fiks lafı Sn. Mavi...yapmayın:) Saygılar.
  9. O belgenin devamını da ben size alıntılayım isterseniz. Herhalde siz sığdıramadınız. 3-Kürdistan'da Kürtler'in Fransizlar ve özellikle Irak sinirinda Ingilizler'e karsi düsmanligini silahli çarpismayla durdurulamaz bir düzeye vardirmak ve yabancilarla Kürtler'in birlesmesini engellemek asamali olarak yerel yönetimler kurulmasinin zeminini hazirlamak ve bu yolla yürekten bize bagliliklarini saglamak Kürt yöneticilerinin sivil ve askerlik görevleriyle görevlendirilerek bize bagliliklarini pekistirmek gibi genel yollar benimsenmistir. 4-Kürdistan'in iç politikasi El-Cezire Cephesi Komutanligi'nca belirlenecek ve yönetilecektir. Cephe Komutanligi bu konuda Büyük Millet Meclisi Baskanligiyla yazismalar yapar. Iller tarafindan izlenecek yolu düzenleyip uyumu saglayacagi için sivil yöneticilerin de bu konuda bagli olduklari yer, Cephe Komutanligi'dir. 5-El-Cezire Cephe Komutanligi yönetim, adalet ve maliye (parasal) konularda degisiklik ve düzenlemeye gerek gördükçe, bunun uygulanmasini hükümete önerir. BMM Baskani Mustafa Kemal." (TBMM.Gizli Celse Zabitlari, Türkiye Is Bankasi Kültür Yayinlari, Ankara, 1985, Cilt: 3, Sayfa: 550) Savaş sırasındaki bir önlem olduğu açık. Kaynak belirtmemişsiniz.Ben yazayım: -http://www.aleviforum.com/archive/index.php/t-12825.html- orda şu da var: BELGE:1 "IKI HALKI ÇARPISTIRAN HAINDIR!" Mustafa Kemal'in, 17 Eylül 1919 günü, Istanbul'daki Senato Üyesi Fuat Pasa'ya gönderdigi mektuptan:"...Bu Basbakan'in (Damat Ferit) cinayetlerine ortak olan Içisleri ve Savas Isleri Bakanlari da ulusun sesini bogmak, yasal bir toplantisini (Sivas Kongresi) tanimamak, Kürt'ü Türk'ü birbirine düsürerek, Müslümanlar arasinda çarpismalara neden olmak gibi haince girisimlerde bulunuyor..." (Atatürk'ün Özel Arsivi'nden Seçmeler, Kültür Bakanligi Yayini, Sayfa: 71) Şu da var: BELGE: 6 "KÜRDISTAN'I AYAKLANDIRIYORLAR!" Mustafa Kemal'in, Nutuk adli eserinde yer alan ve 6. Kolordu Komutani'nin, Padisah'a gönderdigi mektuptan söz ettigi bölümden: "...komutanlar, mektupta hükümetin savas yoluna gidep kongreyi basarak Müslümanlar arasinda kan dökmeye kalkistigi ve Kürdistan'i ayaklandirarak, yurdu parçalatma planini da para karsiliginda yüklenmis oldugu belgelerle anlasildigindan, hükümetin bu iste kullandigi adamlarin bozguna ugrayarak kaçmak zorunda birakildiklarindan söz ediyorlar..." (Nutuk, Inkilap Yayinevi, Ankara,1966, Sayfa: 100) Yahu, her şeyi kendinize yontuyorsunuz. Dürüst olun lütfen!
  10. Güzel bir tespit! Yazı yazarken 'Ağabey'' yazılmalıdır.,''abi'' konuşma Türkçesidir, yazıda olmaz. Değil-diil gibi(bkz. TDK İmla Kılavuzu) (bakmayınız MSN Türkçesi) Harezmi Türkçesi, Çağatayca, Osmanlıca saray Türkçeleridir ve ölüdürler. Lehçe,: farklı (ülke sınırları ile ayrılmış) coğrafyalarda konuşulan ortak bir anadilden dili kaynaklanan ve birbirine benzeyen dil gruplarına denir. Belli bir lehçeyi "standart" veya "doğru" olarak kabul edenler aslında bu terimleri kullanarak sosyal bir ayrımı ifade ederler. Çoğu zaman standart dil bir toplumun seçkin sınıfının dilidir. Bir dilin çeşitleri sadece gramer ve kelime hazineleri ile birbirinden ayrılmaz, ritim ve ahenk de dahil olmak üzere telaffuz ile de farklılık gösterebilir. Eğer farklılıklar telaffuz ve seslendirmeden ibaretse "lehçe" veya "çeşit" terimlerinden ziyade "şive" terimi kullanılır. Bu durum, Türkçe için düşünülürse sadece Çuvaşçadır. Anadolu'da konuşulan ağızlar lehçe olmaz, şive olur.( Trakya şiveşi, İstanbul şivesi, Doğu şivesi gibi.) Zazaca, Kürtçenin Lehçesi değildir.İkisi de ortak bir anadilden yani Part dili -Pehlevi den gelirler, ama ayrı dillerdir. Batı İrani dil grubunda yer alırlar.Zazaca sözcük dağarcığı ve gramer açısından,İranî Diller içerisinde Partça ve avesta diline en çok benzeyen dildir. Türk dili için düşünülürse , aynı dil grubunda olsalarda ( Ural-Altayın Altay kolu ).örneğin bir Kazakla bir Moğol anlaşamaz. Anadolunun pek çok yöresinde ana dili Zazaca olan ve zamanla Kürtçenin Kurmancî lehçesi ile konuşmaya başlayan köyler de vardır. Tunceli'nin Mazgirt yöresindeki bazı köyler, Bingöl, Elazığ, Erzurum, Sivas Koçgiri Yöresi ve Erzincan'ın Refahiye ilçesindeki bazı yerleşimler, bugün Kürtçe konuşmalarına rağmen aslen Zaza kökenli yerleşimlerdir ve Zaza aşiretlerinin devamıdırlar.[kaynak belirtilmeli] Ana dili Zazaca olan Lolan, Kureyşan, Hormekan (Hiran/Zerikan/Alikan/Sormemedan), Alan, Demenan, Şeyh Hasanan, Pevruzan, Laçinan, Karsan gibi Dersim aşiretlerinin bazı kolları, bugün ana dilleri olan Zazaca'dan kopup zamanla Kurmancî (Kürtçe) konuşmaya başlamışlardır. Zazaca'nın İran dilleri arasındaki yeri politik bir tartışma konusudur. Bu tartışmada 2 grup vardır. 1.grup: Dil bilimcileri ve Zazalar Zazaca'yı bir dil olarak kabul eder. İranoloji dilbilimine göre, Zazaca başlıbaşına bir dildir. Oskar Mann ve Karl Hadank'ın 20. yy.ın başında yaptığı araştırmalar sonucu derleyip 1932'de Leipzig'de çıkan kitabında, ilk kez bilimsel olarak Zazaca'nın bir Kürt lehçesi olmadığı kanıtlanmış, ondan beri Zazaca dilbiliminde ayrı bir dil olarak kabul edilmiştir. 2. grup: Özellikle Kürt milliyetçileri, Zazaca'yı Kürtçe'nin dört lehçesi arasında saymaktadır. Ortak dil düşüncesi ise, yapay( suni ) bir düşüncedir. Örnek olarak, 19.yy da birbirine yakın Avrupa dilleri için düşünülüp geliştirilen Esparontaca benimsenmemiş, tutmamıştır. Saygılar.
  11. Kimse Kürtçe ile Zazacanın çok farklı diller oduğunu söylemiyor zaten:) İrani diller içinde yerleri belli. Aynı paralelde düşünürsek, Türkiyede Orta Asyalı ve Azeri insanlar da var.Ama Türkiyenin resmi dili Türkçedir. Örneğin bir Özbekle Türk tam anlaşamaz. Özbekistanda Kazaklar vardır.Ama Özbekistanın resmi dili Özbekçedir. Ortak dil saçmalığını bir tarafa bırakırsak, bu durumda eğer Kürdistan kurulursa resmi dili Kürtçe olacaktır. Zazaca azınlıkta kalacaktır,tıpkı Süryanice, Keldanice, Türkmence gibi. Bilmem anlatabilim mi? Saygılar.
  12. 1- Daha önceleri olmayan Kürtçe konuşma ve yayın yasağı 12 Eylül 1982 anayası ile Türkçe dışındaki tüm diller için de getirilmiştir. Antidemokratik ve ülkemiz için zararlı olmuş mantık dışı bir uygulamadır. Terör örgütünün ekmeğine yağ sürmüş, siyasi argüman olarak, kulanılmış, tepki doğurmuş. Roj tv, Barzani-Talabani tv avantajları ile kürtler devletten uzaklaşmıştır. Şiddet şiddeti doğurmuş, sorun çözümsüzlüğe gitmiştir. "Yasada Kürtçe yasaktır" ibaresi bulunmaz. Türkçe dışındaki tüm diller diye geçer.Yasak sadece olağanüstü hal bölgerinde uygulanmış, diğer illerde örneğin Kars, Erzurum,İstanbul, İzmir vb. illerde uygulanmamıştır. Bu yönüyle "Kürt" ayrımcılığı yoktur. Güneydoğu ve terör sorunu vardır. 2-Bu yasak, 1991de kaldırılmıştır. 12 Eylül döneminde Kürt, Türk ayırdetmeden tüm yurt genelinde yapılan insan hakları ihlalleri, bölgede PKK terörü yüzünden Olağanüstü halin uzatılması nedeniyle uzun yıllar sürmüştür. 3- Bu yasak, 2001de kaldırılmış, TRTde Kürtçe yayına başlanmıştır. 4-Kürtçe resmi eğitimin, bölgedeki her Kürt, Türkçe öğrenmedikçe yabancılaşmaya, bölünmeye götüreceği açıktır. Sürekli örnek olarak sunulan AB ülkeleri, sorunlarını bu yolla çözememiştir.Kaldı ki tarihi ve sosyolojik süreçleri bizle aynı değildir. 5-Vatandaşlık temelinde Kürtler, Türktür. ( Aynı, Baskın Fransız yada İspanyol olması gibi.) Resmi dil Türkçedir. 6-Kürtler, bölgede kadim İrani bir etnik topluluktur.Tarih boyunca Kürtleşmiş Türkmenler olduğu gibi Türkleşmiş Kürter de vardır. Zazalar da bölgede kadim İrani bir etnik topluluktur. ( Ben demiyorum Frankfurt Üniv. diyor. ) PKKnın Zazalar üzerinde Kürtleştirme politikası vardır. 7-Bölgenin ekonomik açıdan gelişemesinin kökeni, feodal yapının cumhuriyet tarafından tasfiyesine ağalar, şeyhler tarafından halk kullanılarak direniş gösterilmesi (Şeyh Sait, Dersim, 55 Ağalar vb. ), 1950 DP iktidarından sonra da ağırlıklı merkez-sağ iktidarlar sayesinde doğrudan feodal zümre tarafından sömürülmesi neticesiyledir. Köylü toprağa sahip olamamış, sermaye birikimi olmamış, yeni iş kolları açılmamış, fabrikalar kurulamamış, devlet, coğrafi ve sosyolojik yapı nedeniyle bölgede tam etkin olamamış, eğitim hedeflerine ulaşamamış insanlar birey olma bilincine uzun yıllar sahip olamamışlardır. Son zamanlarda PKK terörü ve OHAL yönetimi etkisiyle feodal yapı yer yer çözülmüştür. Çözüm, 1-Halkın teröre destek vermemesi, 2-Halkın güdümlü olmayan temsilcilerinin yönetimde yer almaları 3-Halkın Eğitimde, yatırımlarda devletle işbirliği yapmasıdır. Saygılar.
  13. Zazaca Türkçe Kürtçe İngilizce Farsça Balişna /başna yastık Balinj pillow bâleş Berbaene /berm ağlama girîn cry gerye Dewé köy dê / gund village deh Astor/bergir at Esp / êstir horse asp / astar Heq / Huma tanrı xwedê god / deity xoda Bêçkı /gışt parmak tili/bêçî/engust finger angoşt Mosa /mase balık masî fish mahi Tari karanlık tarîk dark tarîk Vizêri dün duh yesterday dirouz Waşti sözlü / nişanlı dergisî fiancé nâm-zad Xoz domuz xû / berez pig xok
  14. İRANİ DİLLERİN SINIFLARI: İrani diller 60 dil, 16 † (ölü) (150 Milyon konuşan kişi) BATİ GRUBU 33 dil, 5 † (115 Milyon) Kuzeybatı grubu Medce † Partça † Hazarca Kürtçe Zazaca Goranice Beluçice Güneybatı grubu Farsça Lurca Larestani Bashkardi Kumzari Tacikçe Tatça DOĞU-GRUBU 27 dil, 11 † (35 Milyon) Kuzeydoğu grubu Avesta † İskitçe-Osetçe Baktrça † Soğdca-Yagnobice Choresmce † Güneydoğu grubu Peştuca Munji-Yidgha Sakça-Wakhi Şugni-Roşhani-Yazghulami Sangliçi-Zebaki Paratça-Ormuri TÜRK DİLLERİN SINIFLARI: 1- Ogurca (yada Bolgarca) ( LEHÇE ) Bolgarca (ölü), Çuvaşça (1,8 milyon) 2-Türkçe (Genel isim olarak kullanımı) ( LEHÇE ) KIPÇAKÇA (KUZEYBATI TÜRKÇE) Batı: Kırım-Tatarcası (500.000), Kumıkça (280.000), Karaçay-Balkarcası (250.000), Karaimce (ölmek üzere), Kumanca (ölü) Kuzey: Tatarca (6,8 milyon), Başkurtça (2,2 milyon) Güney: Kazakça (12 milyon), Kırgızca (4,2 milyon), Karakalpakça (400.000), Nogayca (70.000) OĞUZCA (GÜNEY-BATI TÜRKÇE) Batı: Türkiye Türkçesi (72,5 milyon, ikinci dil olarak konuşanlarla 80 milyon), Azerice (30 milyon, ikinci dil olarak konuşanlarla 35 milyon), Gagavuzca (330.000) Doğu: Türkmence (6,8 milyon), Horosan-Türkçesi (400.000 ?) Güney: Kaşgayca (1,5 milyon), Afşarca (300.000), Aynallu dili (7.000), Sonkori (?) Salar: Salarca (60.000) UYGURCA (GÜNEYDOĞU TÜRKÇE) Çagatay Çagatayca (ölü) Batı: Özbekçe (24 milyon) Doğu: Eski Türkçe (Orhon Kök, Yenisey Kök, Eski Uygurca, Karahanlıca) (ölü) Uygurca (10,3 milyon) Yugurca (Batı Yugur) (5.000) Aynu dili (Ainu) (7.000) İli Turki dili (100) SİBİRCE (KUZEYDOĞU TÜRKÇE) Kuzey: Yakutça (456.000), Dolganca (5000) Güney: Yeniseyce Çakasça (65.000), Şorca (10.000) Sayan Tuvaca (200.000), Tofa (Karagasça) (ölü) Altayca Altayca (75.000) (lehçeleri: Oyrotça; Tuvaca, Kumanda, Ku; Teloytca, Telengitçe) Çulim Çulimce (500) Argu Halaçca (Kalayca) (42.000)sözcük
  15. Sn. Kaplan, Bu durumda konu başlığı yanlış olmuyor mu? Saygılar.
  16. ZAZALAR KÜRT DEĞİLDİR Zaza’lar başlı başına bir halktır Zazaca üzerine Türkiye’de, özellikle siyasette bir Kürt lehçesi olduğuna dair iddialar mevcuttur. İrani dillerin dilbilim dalı olan İranoloji’ye göre ise Zazaca bir Kürt lehçesi veya dili değil, başlıbaşına bir dildir. Kürtler’in siyasi ve sayısal olarak Zazalar’a göre daha üstün olması, Zazalar’ın ve Zazaca’nın varlığı konusunda dezavantaj oluşturmuştur. Zazaca hakkında siyasette ve halk arasında, özellikle Batı-Anadolu’da yaygın olan Kürt lehçesi diye bir tanımlama vardır. Fakat özellikle son yıllarda yavaş yavaş açığa çıkan araştırmaların ve dergilerin sayesinde bu görüş değişmektedir. Dilbilimciler Zazaca’nın İrani diller arasındaki yeri saptanmıştır. Zazaca’yı ilk olarak başlıbaşına bir dil olduğunu, yaptığı derleme, araştırma ve incelemeleriyle kanıtlayan ilk dilbilimci Oskar Mann’dır. Oskar Mann’ın 1903’ten 1907’ye kadar yaptığı araştırmalarını ilerletip kitap haline getiren Karl Hadank, Die Mundarten der Zâzâ adlı eseri 1932 yılında basılan Böylece İranoloji dilbilimde Zaza dili bugüne kadar dilbilimcilerin hemfikirliliğiyle başlıbaşına olarak tanınma durumunu korumakta. Oskar Mann’dan önce Peter Lerch (1856), Friedrich Müller (1864), Albert van Le Coq (1901) gibi araştırmacı ve dilbilimcilerin eserlerinde de Zazaca hakkında folklorik yazın derleyip kısmen analiz de etmişlerdir. W.B. Henning (1954) , D.N. MacKenzie (1961-95), T. L. Todd (1985; A Grammar of Dimili [also known as Zaza], Michigan 1985, 277 s.), G.S. Asatrian / F. Vahman (1987-95), Joyce Blau (1989), P. Lecoq (1989), C. M. Jacobson (1993-97; Rastnustena Zonê Ma / Handbuch für die Rechtschreibung der Zaza-Sprache, Verlag für Kultur und Wissenschaft, Bonn 1993 / İstanbul 2001, Tij Yayınları; Zazaca Okuma Yazma El Kitabı, Bonn 1997 / İstanbul, Tij Yayınları), J. Gippert (1993-96), M. Sandonato (1994), Ludwig Paul (1994-98; Zazaki: Grammatik und Versuch einer Dialektologie, Dr. Ludwig Reichert Verlag, Wiesbaden 1998, 366 s.), Zılfi Selcan (1987-98; Grammatik der Zaza-Sprache, Nord-Dialekt (Dersim), Wissenschaft und Technik Verlag, Berlin 1998) gibi dilbilimcilerin analiz ve araştırmaları günümüze dek sürmekte Zazalar, kendilerini bölgeden bölgeye nasıl adlandırsa adlandırsın, dil ve halk olarak muhakkak kendilerini Kürtler’den farklı görmekte. Özellikle yaşlı ve siyasetten uzak kalmış kesim, Türklüğü de Kürtlüğü de kabullenmez. Zazalar’ın dil ve kimlik sorununun gündeme çok zayıf bir şekilde gelmesi veya hemen hiç anılmaması, kendi başına güçlü bir siyasi ve akademik merkezi örgütlenmeye sahip olmadıklarındandır. Zazalar kendilerini her yerde aynı adla adlandırmazlar. Bunlar, Tunceli yöresinde kendilerine, Alevi anlamında „Kırmancki“, Varto-Hınıs-Tekman-Çat-Adaklı yöresinde Alevilik anlamında "Şarê Ma", Bingöl yöresinde „Zaza“, Koçgiri, Palu ve Maden yöresinde „Zaza“, Siverek, Çermik, Koçgiri ve Aksaray yöresinde „Dımıli“; dillerine ise sırasıyla „Kırmancki“, „Zonê Ma“, „Zazaki“ ya da „Dımılki“ demektedirler. 1900 yılında "Dersim" adlı kitabını yayınlayan Antranig’e ve sonradan da iranolog Oskar Mann ve tarihçi V. Minorsky’e göre Zazalar’da (Alevi ve Sünni kesimde) çok yerde kabul gören "Dımıli" terimi, Ermenice karşılığı "Dêlmik" olan terimin Kuzey-İran’daki Gilan’da bulunan Deylem bölgesine tekabul etmekte. Zazalar muhtemelen MS 9. ile 11. yy. arası Deylem’den bugünki yurtlarına göçettiğitezi kabul görmekte, ki hala Kuzey-İran’da Zazaca’ya köken olarak Kürtçe’den daha fazla yakınlık arzetmekte. Zaza terimi ise Zazalar’ın bugün yaşadığı bölgede birçok köy ve yer adının da berlirdiği bilinmekte. MÖ 542 yılında Pars kralı Dara (Darius)’un Behistun yazıtında da yukarı Fırat ve Dicle Havzası "Zazana" olarak adlandırılmakta. Ayrıca, Zazalara ilişkin ayrıntılı bilgiler zazaki.de http://www.zazaki.de/ ( Türk sitesi değil Alman ) Şimdi soruyorum PKKlı Kürtler diyelim ki Kürdistanı kurdular. Zazaları ne yapmayı düşünüyorlar? Resmi dil, eğitim Kürtçe mi olacak?Yoksa hem Kürtçe hem Zazaca mı? Peki Keldaniler, Yezidiler, Araplar, Süryaniler, Türkmenler ne olacak?Her grup için ayrı eğitim mi olacak?
  17. ZAZALAR KÜRT DEĞİLDİR Zaza’lar başlı başına bir halktır Zazaca üzerine Türkiye’de, özellikle siyasette bir Kürt lehçesi olduğuna dair iddialar mevcuttur. İrani dillerin dilbilim dalı olan İranoloji’ye göre ise Zazaca bir Kürt lehçesi veya dili değil, başlıbaşına bir dildir. Kürtler’in siyasi ve sayısal olarak Zazalar’a göre daha üstün olması, Zazalar’ın ve Zazaca’nın varlığı konusunda dezavantaj oluşturmuştur. Zazaca hakkında siyasette ve halk arasında, özellikle Batı-Anadolu’da yaygın olan Kürt lehçesi diye bir tanımlama vardır. Fakat özellikle son yıllarda yavaş yavaş açığa çıkan araştırmaların ve dergilerin sayesinde bu görüş değişmektedir. Dilbilimciler Zazaca’nın İrani diller arasındaki yeri saptanmıştır. Zazaca’yı ilk olarak başlıbaşına bir dil olduğunu, yaptığı derleme, araştırma ve incelemeleriyle kanıtlayan ilk dilbilimci Oskar Mann’dır. Oskar Mann’ın 1903’ten 1907’ye kadar yaptığı araştırmalarını ilerletip kitap haline getiren Karl Hadank, Die Mundarten der Zâzâ adlı eseri 1932 yılında basılan Böylece İranoloji dilbilimde Zaza dili bugüne kadar dilbilimcilerin hemfikirliliğiyle başlıbaşına olarak tanınma durumunu korumakta. Oskar Mann’dan önce Peter Lerch (1856), Friedrich Müller (1864), Albert van Le Coq (1901) gibi araştırmacı ve dilbilimcilerin eserlerinde de Zazaca hakkında folklorik yazın derleyip kısmen analiz de etmişlerdir. W.B. Henning (1954) , D.N. MacKenzie (1961-95), T. L. Todd (1985; A Grammar of Dimili [also known as Zaza], Michigan 1985, 277 s.), G.S. Asatrian / F. Vahman (1987-95), Joyce Blau (1989), P. Lecoq (1989), C. M. Jacobson (1993-97; Rastnustena Zonê Ma / Handbuch für die Rechtschreibung der Zaza-Sprache, Verlag für Kultur und Wissenschaft, Bonn 1993 / İstanbul 2001, Tij Yayınları; Zazaca Okuma Yazma El Kitabı, Bonn 1997 / İstanbul, Tij Yayınları), J. Gippert (1993-96), M. Sandonato (1994), Ludwig Paul (1994-98; Zazaki: Grammatik und Versuch einer Dialektologie, Dr. Ludwig Reichert Verlag, Wiesbaden 1998, 366 s.), Zılfi Selcan (1987-98; Grammatik der Zaza-Sprache, Nord-Dialekt (Dersim), Wissenschaft und Technik Verlag, Berlin 1998) gibi dilbilimcilerin analiz ve araştırmaları günümüze dek sürmekte Zazalar, kendilerini bölgeden bölgeye nasıl adlandırsa adlandırsın, dil ve halk olarak muhakkak kendilerini Kürtler’den farklı görmekte. Özellikle yaşlı ve siyasetten uzak kalmış kesim, Türklüğü de Kürtlüğü de kabullenmez. Zazalar’ın dil ve kimlik sorununun gündeme çok zayıf bir şekilde gelmesi veya hemen hiç anılmaması, kendi başına güçlü bir siyasi ve akademik merkezi örgütlenmeye sahip olmadıklarındandır. Zazalar kendilerini her yerde aynı adla adlandırmazlar. Bunlar, Tunceli yöresinde kendilerine, Alevi anlamında „Kırmancki“, Varto-Hınıs-Tekman-Çat-Adaklı yöresinde Alevilik anlamında "Şarê Ma", Bingöl yöresinde „Zaza“, Koçgiri, Palu ve Maden yöresinde „Zaza“, Siverek, Çermik, Koçgiri ve Aksaray yöresinde „Dımıli“; dillerine ise sırasıyla „Kırmancki“, „Zonê Ma“, „Zazaki“ ya da „Dımılki“ demektedirler. 1900 yılında "Dersim" adlı kitabını yayınlayan Antranig’e ve sonradan da iranolog Oskar Mann ve tarihçi V. Minorsky’e göre Zazalar’da (Alevi ve Sünni kesimde) çok yerde kabul gören "Dımıli" terimi, Ermenice karşılığı "Dêlmik" olan terimin Kuzey-İran’daki Gilan’da bulunan Deylem bölgesine tekabul etmekte. Zazalar muhtemelen MS 9. ile 11. yy. arası Deylem’den bugünki yurtlarına göçettiğitezi kabul görmekte, ki hala Kuzey-İran’da Zazaca’ya köken olarak Kürtçe’den daha fazla yakınlık arzetmekte. Zaza terimi ise Zazalar’ın bugün yaşadığı bölgede birçok köy ve yer adının da berlirdiği bilinmekte. MÖ 542 yılında Pars kralı Dara (Darius)’un Behistun yazıtında da yukarı Fırat ve Dicle Havzası "Zazana" olarak adlandırılmakta. Ayrıca, Zazalara ilişkin ayrıntılı bilgiler zazaki.de http://www.zazaki.de/ ( Türk sitesi değil Alman ) Şimdi soruyorum PKKlı Kürtler diyelim ki Kürdistanı kurdular. Zazaları ne yapmayı düşünüyorlar? Resmi dil, eğitim Kürtçe mi olacak?Yoksa hem Kürtçe hem Zazaca mı? Peki Keldaniler, Yezidiler, Araplar, Süryaniler, Türkmenler ne olacak?Her grup için ayrı eğitim mi olacak?
  18. Sn. Diyarbakırlı, Beni aydin bir Turk olarak görmenize teşekkür ederim. Ben de sizi aydın bir Türk olarak görmek istiyorum. Sn.Kaplan ve Sn Politika şimdiye kadar Kurtcenin serbestlestirilmesin demedi ki? Onlar zaten yasak yoktu, serbestti dediler. Anadolu lisesinde öğrendiğiniz İngilizceniz daha iyi ise isterseniz İngilizce anlatayım? Sözlerimi tekrarlıyorum. 1- Daha önceleri olmayan Kürtçe konuşma ve yayın yasağı 12 Eylül 1982 anayası ile getirilmiştir. Antidemokratik ve ülkemiz için zararlı olmuş mantık dışı bir uygulamadır. Terör örgütünün ekmeğine yağ sürmüş, siyasi argüman olarak, kulanılmış, tepki doğurmuş. Roj tv, Barzani-Talabani tv avantajları ile kürtler devletten uzaklaşmıştır. Şiddet şiddeti doğurmuş, sorun çözümsüzlüğe gitmiştir. "Yasada Kürtçe yasaktır" ibaresi bulunmaz. Türkçe dışındaki tüm diller diye geçer.Yasak sadece olağanüstü hal bölgerinde uygulanmış, diğer illerde örneğin Kars, Erzurum,İstanbul, İzmir vb. illerde uygulanmamıştır. Bu yönüyle "Kürt" ayrımcılığı yoktur. Güneydoğu ve terör sorunu vardır. 2-Kürtçe yasağı 1991de kaldırılmıştır. 12 Eylül döneminde Kürt, Türk ayırdetmeden tüm yurt genelinde yapılan insan hakları ihlalleri, bölgede PKK terörü yüzünden Olağanüstü halin uzatılması nedeniyle uzun yıllar sürmüştür. 3-Kürtçe yayın yasağı, 2001de kaldırılmış, TRTde Kürtçe yayına başlanmıştır. 4-Kürtçe resmi eğitimin, bölgedeki her Kürt, Türkçe öğrenmedikçe yabancılaşmaya, bölünmeye götüreceği açıktır. Sürekli örnek olarak sunulan AB ülkeleri sorunlarını bu yolla çözememiştir. 5-Vatandaşlık temelinde Kürtler, Türktür. ( Aynı, Baskın Fransız yada İspanyol olması gibi.) Resmi dil Türkçedir. 6-Kürtler, bölgede kadim İrani bir etnik topluluktur.Tarih boyunca Kürtleşmiş Türkmenler olduğu gibi Türkleşmiş Kürter de vardır. Zazalar da bölgede kadim İrani bir etnik topluluktur. ( Ben demiyorum Frankfurt Üniv. diyor. ) PKKnın Zazalar üzerinde Kürtleştirme politikası vardır. 7-Bölgenin ekonomik açıdan gelişemesinin kökeni, feodal yapının cumhuriyet tarafından tasfiyesine ağalar, şeyhler tarafından halk kullanılarak direniş gösterilmesi (Şeyh Sait, Dersim, 55 Ağalar vb. ), 1950 DP iktidarından sonra da doğrudan feodal zümre tarafından sömürülmesi neticesiyledir. Köylü toprağa sahip olamamış, sermaye birikimi olmamış, yeni iş kolları açılmamış, fabrikalar kurulamamış, Devlet, coğrafi ve sosyolojik yapı nedeniyle bölgede tam etkin olamamış, eğitim hedeflerine ulaşamamış insanlar birey olma bilincine uzun yıllar sahip olamamışlardır. Son zamanlarda PKK terörü ve OHAL yönetimi etkisiyle feodal yapı yer yer çözülmüştür. Halkın teröre destek vermemesi, güdümlü olmayan temsilcilerinin yönetimde yer almaları ve eğitimde, yatırımlarda devletle işbirliğiyle sorunlar, çözüme doğru gidecektir. Saygılar.
  19. Sn. Diyarbakırlı, Beni aydin bir Turk olarak görmenize teşekkür ederim. Ben de sizi aydın bir Türk olarak görmek istiyorum. Sn.Kaplan ve Sn Politika şimdiye kadar Kurtcenin serbestlestirilmesin demedi ki? Onlar zaten yasak yoktu, serbestti dediler. Anadolu lisesinde öğrendiğiniz İngilizceniz daha iyi ise isterseniz İngilizce anlatayım? Sözlerimi tekrarlıyorum. 1- Daha önceleri olmayan Kürtçe konuşma ve yayın yasağı 12 Eylül 1982 anayası ile getirilmiştir. Antidemokratik ve ülkemiz için zararlı olmuş mantık dışı bir uygulamadır. Terör örgütünün ekmeğine yağ sürmüş, siyasi argüman olarak, kulanılmış, tepki doğurmuş. Roj tv, Barzani-Talabani tv avantajları ile kürtler devletten uzaklaşmıştır. Şiddet şiddeti doğurmuş, sorun çözümsüzlüğe gitmiştir. Yasak sadece olağanüstühal bölgerinde uygulanmış, diğer illerde örneğin Kars, Erzurum,İstanbul, İzmir vb. illerde uygulanmamıştır. Bu yönüyle "Kürt" ayrımcılığı yoktur. Güneydoğu ve terör sorunu vardır. 2-Kürtçe yasağı 1991de kaldırılmıştır. 12 Eylül döneminde Kürt, Türk ayırdetmeden tüm yurt genelinde yapılan insan hakları ihlalleri, bölgede PKK terörü yüzünden Olağanüstü halin uzatılması nedeniyle uzun yıllar sürmüştür. 3-Kürtçe yayın yasağı, 2001de kaldırılmış, TRTde Kürtçe yayına başlanmıştır. 4-Kürtçe eğitimin, bölgedeki her Kürt, Türkçe öğrenmedikçe yabancılaşmaya, bölünmeye götüreceği açıktır. Sürekli örnek olarak sunulan AB ülkeleri sorunlaınıuyolla çözememiştir. 5-Vatandaşlık temelinde Kürtler, Türktür. Aynı, Baskın Fransız yada İspanyol olması gibi. 6-Kürtler, bölgede kadim İrani bir etnik topluluktur.Zazalar da bölgede kadim İrani bir etnik topluluktur. ( Ben demiyorum Frankfurt Üniv. diyor. ) PKKnın Zazalar üzerinde Kürtleştirme politikası vardır. 7-Bölgenin ekonomik açıdan gelişemesinin kökeni, feodal yapının cumhuriyet tarafından tasfiyesine ağalar, şeyhler tarafından halk kullanılarak direniş gösterilmesi, 1950 DP iktidarından sonra da doğrudan feodal zümre tarafından sömürülmesi neticesiyledir. Köylü toprağa sahip olamamış, sermaye birikimi olmamış, yeni iş kolları açılmamış, fabrikalar kurulamamış, Devlet, coğrafi ve sosyolojik yapı nedeniyle bölgede tam etkin olamamış, eğitim hedeflerine ulaşamamış insanlar birey olma bilincine uzun yıllar sahip olamamışlardır. Son zamanlarda PKK terörü ve OHAL yönetimi etkisiyle feodal yapı, yer yer çözülmüştür. Halkın teröre destek vermemesi, güdümlü olmayan temsilcilerinin yönetimde yer almaları ve eğitimde, yatırımlarda devletle işbirliğiyle sorunlar, çözüme doğru gidecektir. Saygılar.
  20. Değerli kardeşim, Ben Kürtçe yasak olmalı, olsun veya yoktur demiş miyim. Lütfen, yazdıklarımı hızlı okuma, yavaş yavaş oku. Hemen celallenme. Öyle edebiyat ta parçalamıyorum, gayet açık ve net, duygusallıktan uzak yazmaya çalışıyorum. Kürtçe yasağı, Türkiyedeki en saçma yasaktır Bana SİZ diyerek sanki bu yasağı ve bu baskıları destekliyor gibi göstermen çok yanlış. Ben ırkçılıkla ilgili kanun maddelerini ve İstiklal marşını senin için değil ALPNOYAN rümuzlu arkadaşımız için alıntıladım. Kürtçeyle, ilgisi yok o maddelerin. Kürtçeyi anadil olarak yasaklayan, "Türk vatandaşlarının anadili Türkçedir" gibi bilim dışı ve mantık dışı bir anlayışla hazırlanan, 12 Eylül yönetiminin, halka zorla onaylattığı 1982 Anayasasındaki "Türkçeden Başka Dillerde Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanun" başlığı altındaki yasadır.Bu yasaya göre, "Türk vatandaşlarının anadili Türkçe" ydi ve "Türkçeden başka dillerin anadil olarak kullanılmasına ve yayılmasına yönelik her türlü faaliyette bulunmak yasak" tı Ayrıca bu yasa, özünde, Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslararası hukuksal varlığının temelini oluşturan Lozan Antlaşması'nın, "Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyruklarından" ayrı olarak "herhangi bir Türk uyruğunun, gerek özel ve gerek ticaret ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında, dilediği gibi konuşmasına hiçbir kısıtlama konulamayacağı" koşulunu içeren 39'uncu maddesine de aykırıydı. Geçende, Kenan Evren, Milliyet gazetesine "12 Eylül'de bir hatamız da oydu. Kürtçe konuşmayı yasakladık. Şöyle yasakladık: Konuşmalarda, mitinglerde, şurada burada Kürtçe konuşulmayacak dedik. Ben devlet başkanıyken, bir köyde ilkokula gittim. Açtım kitabı, oku şunu dedim çocuğa. Kem küm, çocuk okuyamıyor. Dördüncü sınıfa gelmiş, Türkçeyi okuyamıyor. Kızdım. Sonradan anlaşıldı ki, öğretmen de Kürt. Kürtçe yapıyor tedrisatı. Döndüm ve Kürtçe yasağını koyduk. Kürtçe tedrisat yapılamaz dedik. Ama, biraz ağır yasak koyduk. Sonra bu yasak kaldırıldı, ama hataydı. Hata olduğunu sonradan anladım" demiş. Benim hatırladığım, o dönem ve sonraki dönemlerde de, yasak, sadece o bölgede uygulanmıştı. Büyükşehirlerde, Kürtçe, trende, vapurda, otobüste kürt vatandaşlar arasında gayet rahat, hatta üst perdeden konuşulabilmekteydi, Bakanlar ve hatta Cumhurbaşkanı bile halkla Kürtçe konuşmuştu. Daha sonra, Türkçeden Başka Dillerde Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanun, Terörle Mücadele Kanunu'nun geçici maddesiyle 12 Nisan 1991'de yürürlükten kaldırıldı, Türkçeden başka anadillerde "düşüncelerin açıklanmasını ve yayılmasını", "yayın yapılmasını" yasaklayan anayasanın 26. ve 28'inci maddeleri ise 3 Ekim 2001'de anadille ilgili yasaklamalardan arındırılarak değiştirildi. Yani, 3 Ekim bu yana 2001’den beri dil yasağı yok. Kürtçe, olması gerektiği gibi, doğal olarak serbest. Zaten, Kürtçe yayın yasağı, bu ülkenin birliğine sadece zarar vermiştir. Bölgedeki Kürtler haberleri Barzaninin, Talabaninin TV'sinden, Roj TVden izledi, yanlış bilgilendi. Şimdi TRTde yayın var, yani Kürtçeye bir iltimas var, olsun. Çoğunluk olmak, 20 milyon olmak bir ayrıcalık tanır mı, eşitlik ilkesine aykırı mı, Türkiyedeki 27 etnik dil için de olması gerekir mi? o da ayrı tartışılır. Bugünlerdeki, F tipi cezaevlerindeki Kürtçe yasağını ben de anlayamadım. Belki güvenlik nedeniyledir ama insancıl değil. Senin fikirlerinde katılmadığım nokta, resmi eğitim olayı. Ortak dilimiz Türkçedir, tabii ki herkes kendi dilini öğrensin, ama daha Türkçe bilmeyen çok vatandaş var, birlik nasıl sağlanacak. İkimiz de bölünmeden yana olmadığımıza göre, şu aşamada resmi eğitimde serbestlik, denetim yapılamadığından, ayrılığa götürür. Kimse o olgunluğa sahip değil. Ayrıca, Kürtçe kurslar açıldı giden yok, kapandı, o da düşündürücü. Türban ve fikir özgürlüğü meselelerini de ayrıca tartışırız. Üniversitelerde Kürt dili ve edebiyati olmamasının sebebi Ermeni, Rum, İsvec, Norvec, Finlandiya dili ve edebiyati neden yoksa onun içindir belki de. Belki yüksek lisans seviyesinde vardır bilmiyorum. Tabii ki çözümü hep birlikte üreteceğiz, dış yönlendirmelerle değil. Benim söylediğim, sorunun, farklı boyutları olduğu bazı rasyonalist düşünmeyenlerin şimdiye kadar algıladığı yada algılatmaya çalıştığı gibi ırk ayrımı meselesi olmadığı, bu tip söylemlerin yıllardır siyasi argüman olarak kullanıldığı ve ayrıca sorunun bugüne gelmesinin tek bir sebebi ve suçlusu olmadığıdır. Bilmem anlatabildim mi? Saygılar.
  21. EMRE KONGAR 12 EYLÜL'ÜN ZAFERİ: 22 TEMMUZ VE 28 AĞUSTOS Sevgili okurlarım, Türkiye'nin Çok Partili Düzen serüveninde bazı günlerin tarihleri artık simgeleşmiştir. Örneğin 14 Mayıs 1950. Demokrat Parti'nin serbest seçimleri kazanarak iktidara geldiği gündür. Tek Parti Döneminin bittiğini ve Türkiye'de Çok Partili Düzen çerçevesinde iktidarın el değiştirdiğini simgeler. Örneğin 27 Mayıs 1960. Askerlerin bir müdahale ile Demokrat Parti'yi iktidardan uzaklaştırdığı tarihtir. Hem demokrasiyi yozlaştıran ve hukuk dışına çıkaran bir sivil iktidarın askerler tarafından cezalandırıldığını, hem de Türkiye'de askeri müdahalelerin başladığını simgeler. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti'ni çağdaş Sosyal Refah Devleti yapısına kavuşturan, temel hak ve özgürlükleri güvenceye alan atılımların da simgesidir. Örneğin 12 Mart 1971. Yine askerlerin sivil iktidarı düşürmek için muhtıra verdiği gündür. Amerikan etkisinde bir Soğuk Savaş müdahalesini, 1961 Anayasası'ndan geri gidişi, Türkiye'deki özgürlükçü demokrasinin sona erdiğini, baskıcı devlet uygulamalarını simgeler. Örneğin 12 Eylül 1980. Kenan Evren'in liderliğinde yapılan bir askeri darbenin tarihidir. Askerlerin yine Amerikan etkisiyle iktidara el koymasını, özgürlükçü, demokratik, çağdaş Sosyal Refah Devleti yapısından tümüyle geriye dönüşü, yeni bir baskıcı, antikomünist bir Soğuk Savaş devletinin kurulmasını simgeler. Örneğin 28 Şubat 1997. Bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısı tarihidir. Milli Tehlike olarak komünizmin kalktığını yerine irticanın geçtiğini, zorunlu eğitimin sekiz yıla çıktığını, İmam Hatip okullarının orta kısımlarının kapatıldığını, Amerikan karşıtı bir dinci partinin iktidar ortağı olamayacağını simgeler. * * * Şimdi bu tarihlere iki yenisi daha eklendi: 22 Temmuz 2007. AKP iktidarının ikinci kez seçimleri kazandığı gündür. Dinci Oligarşi iktidarının pekiştiğini simgeler. 28 Ağustos 2007. Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı seçildiği tarihtir. Dinci Oligarşik yapının devleti de denetimine alarak kurumlaştığını simgeler. * * * Bu tarihler arasında kimi zaman karşıt, diyalektik, kimi zaman da doğrusal, güçlendirici bir ilişki vardır. 14 Mayıs 1950, demokrasiyi yozlaştırdığı için, diyalektik olarak özgürlükçü Sosyal Refah Devleti'ni getiren 27 Mayıs 1960'a yol açmıştır. 27 Mayıs 1960, Türkiye'yi özgürleştirdiği için diyalektik olarak, baskıcı ve Amerikancı 12 Mart 1971'e neden olmuştur. 12 Mart 1971, doğrusal olarak, güçlendirici biçimde 12 Eylül'ün yolunu açmıştır. 12 Eylül 1980, dinciliği güçlendiren faşizan 1982 Anayasasıyla, bütün demokratik ve sol güçleri, oluşumları, örgütleri ve kişileri baskı alan uygulamalarıyla ve Özal'ı iktidara taşımasıyla, diyalektik olarak 28 Şubat 1997'ye yol açmıştır. (Yalnız burada bir dış faktör olarak Sovyetler'in yıkıldığını ve Soğuk Savaş'ın bitmiş olduğunu unutmamak gerek.) 28 Şubat 1997, dinci politikacıların ve onlara destek verenlerin tepkilerine neden olduğu için diyalektik biçimde, buna karşılık, Amerikan karşıtı bir dinci partiden, Amerikan düşmanlığını reddeden, tam tersine ABD uzantısı haline gelen bir dinci parti (AKP) ürettiği için doğrusal olarak, 22 Temmuz'a ve 28 Ağustos'a yol açmıştır. * * * Ama bütün bu oluşumlar içinde en önemli belirleyici, çağdaş Sosyal Refah Devleti'ni tümüyle yok eden, toplumdaki bütün demokratik oluşumları baskılayan ve dinciliğin önünü açan 12 Eylül 1980'dir.
  22. EMRE KONGAR FAŞİST MİLLİYETÇİLİK, DEMOKRATİK MİLLİYETÇİLİK İnsanlık Tarım Devriminde Tek Tanrılı Dinlerle, Endüstri Devriminde de Milliyetçilikle tanıştı. Her iki ideoloji de, önce siyasal egemenliğin hem kaynağını ve meşruiyet gerekçesini, hem de uygulama ilkelerini belirledi. Zaman içinde Tek Tanrılı Dinler de Milliyetçilik de devletlerin siyasal niteliklerini belirleyen toptancı niteliklerini yitirdi; sadece bireylerin kimliklerini oluşturan alanlardaki işlevleriyle varlıklarını sürdürüyorlar. Tabii bu saptama, insanlık tarihinin genel çizgisi ve bu çizginin en ileri örneklerini oluşturan toplumlara ilişkin. Ne yazık ki tüm insanlık ailesi aynı anda ve aynı hızla değişmiyor ve gelişmiyor. Günümüzde bile meşruiyet kaynağını ve uygulama ilkelerini tek tanrılı dinlerden alan Orta Çağ kalıntısı rejimler, demokratikleşme sürecini özümleyememiş ırkçı milliyetçiliğe dayalı İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş kalıntısı devletler var. Tabii hem yönetimlerin içerdeki baskıları, hem de Tarım Devrimi'nden sonraki toprak ve Endüstri Devrimi'nden sonraki pazar savaşları, geniş kitlelerin desteğini alabilmek için ideolojik gerekçeler kullandıklarından, gerek dinler ve mezhepler gerekse ırklar ve milletler, insanları gruplar ve devletler olarak birleştiren ama tüm insanlığı ayıran ve kanlı savaşlara yol açan hem "birleştirici" hem de "bölücü" ögeler olarak tarihe geçtiler. Günümüze kadar gelen değişmeler, insanlığın ortak değerleri olarak demokrasiyi ve insan haklarını geliştirdiği ve devlet-birey ilişkilerinde din, mezhep, ırk, milliyet ayrımları yerine, siyasal anlamdaki eşit vatandaşlığı ön plana çıkardığı için artık bu ideolojilerin sadece kimlik belirleme niteliklerinin devam etmesi, buna karşılık, savaş ve kan kokan ayrımcı niteliklerinin siyasal olarak rafa kaldırılması gerekir. "Gerekir" ama, yukarda da belirttiğim gibi, insanlık ailesi aynı anda ve eşit hızda gelişip değişmediği için, ne yazık ki gerek dinlerin ve mezheplerin gerekse ırkçılığın ve milliyetçiliğin hala siyasal anlamda baskıcı ideolojiler olarak kullanılması sona ermemiştir. Son günlerde ülkemizde yükselen niteliğiyle göze çarpan "milliyetçilik" hareketinin sosyolojik nedenleri üzerinde durmayı bir sonraki yazıya bırakarak bugün, "milliyetçilik" kavramının tarihten günümüze geçirdiği evreleri, iki uç milliyetçilik kavramını, faşist milliyetçilik ile demokratik milliyetçilik anlayışlarını karşılaştırarak irdelemek istiyorum: Faşist milliyetçilik, ayrımcıdır, bölücüdür. Demokratik milliyetçilik, uzlaşıcıdır, birleştiricidir. Faşist milliyetçilik, bir ırkın ya da milletin üstünlüğü anlayışına dayanır. Demokratik milliyetçilik, bütün ırkların ve milletlerin eşitliği anlayışına dayanır. Faşist milliyetçilik, etnikçidir (ırkçıdır), ülkesinde ve dünyada olan olaylar etnik açıdan bakar. Demokratik milliyetçilik, yurtseverdir, ülkesinde ve dünyada olan olaylara belli grupların değil, ülkesinin ve tüm halkının çıkarları açısından bakar. Faşist milliyetçilik, kendi ırkından ya da milletinden görmediği insanları kendisiyle eşit kabul etmez ve toplum içinde onların eşit siyasal haklara sahip olmasını engeller. Demokratik milliyetçilik, kendi ırkından ya da milliyetinden olmayan insanları da, toplum içinde kendisiyle eşit siyasal haklara sahip vatandaşlar olarak kabul eder. Faşist milliyetçilik, insanları bir arada tutmak, ülkenin birlik ve beraberliğini sağlamak için, düşman arar, kin ve nefret ögelerini kullanır, baskıcıdır, totaliterdir, ırk ve millet olarak düşmanları vardır. Demokratik milliyetçilik, insanları bir arada tutmak, ülkenin birlik ve beraberliğini sağlamak için insanların dostluk, refah ve barış içinde eşit vatandaşlar olarak birlikte yaşamalarını gerçekleştirmeye çalışır; demokratik değerleri ve insan haklarına dayalı hukuğu kullanır, baskıya ve baskıcılığa karşıdır, ırk ve millet olarak düşmanları yoktur. Faşist milliyetçilik, saldırgandır, savaşçıdır, başka ırk ve milletlerin haklarına saygılı değildir, jenoside eğilimlidir. Demokratik milliyetçilik, uzlaşmacıdır, barışcıdır, ancak kendi ülkesine haksızlık edilmesine karşıdır. Son bir söz daha: Mustafa Kemal Atatürk, "Ne mutlu Türk olana" değil, "Ne mutlu Türküm diyene" diyerek ve "Türk milletini" "Misakı Milli sınırları içindeki Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkına Türk milleti denir" diye tanımlayarak faşist milliyetçiliğin değil, demokratik milliyetçiliğin temellerini atmıştır.
  23. EMRE KONGAR MİLLİYETÇİLİK VE YURTSEVERLİK Son günlerde Türk milliyetçiliği dalgasının yeniden yükselmesinin biri iç biri dış iki nedeni var: İç neden, Kürt milliyetçiliğinin, PKK tarafından ayrımcı bir ideoloji olarak, bölücü işlevle kullanılmasından ve teröre gerekçe yapılmasından kaynaklanıyor. Kürt milliyetçiliği, ayrımcı ve bölücü olarak kullanılınca ve terörün gerekçesi yapılınca, Türk milliyetçiliği de bundan etkileniyor ve ne yazık ki iki milliyetçilik akımı da, "faşizan" bir çizgide birbirini destekleyen bir sarmal içinde yükseliyor. Oysa her milliyetçilik ideolojisinin, kan bağına yani ırkçılığa dayalı bir biçimde, kendi ırkından olmayanları reddeden "faşizan" çizgilerde gelişmesi bir zorunluluk değil. Her milliyetçilik akımı, kendi kimliği içinde, öteki kimliklere de saygılı ve kendi ırkından, milletinden olmayanlarla uyum içinde yaşayabilir. Biz buna "demokratik milliyetçilik" diyoruz. Bu gerçek hem Türk hem de Kürt milliyetçiliği için geçerli. Kendilerine Türk diyen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyla, kendilerine Kürt diyen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları bu topraklarda birbirlerini gırtlaklamadan, uyum içinde yaşayabilirler; nitekim tarihsel olarak birlikte barış içinde yaşanan dönemler, birbirlerine saldırdıkları dönemlerden çok daha uzundur. Günümüzde Türk milliyetçiliği akımın yükselmesinin bir başka nedeni de dıştan gelen etkilerdir. Bunları da dörde ayırmak gerekir: İlk olarak, Ermeni milliyetçiliğinden kaynaklanan ve esas olarak "diaspora" tarafından beslenen, "Ermeni soykırımını tanı" baskısının Türkiye'ye dayatılması, Türk milliyetçiliğini körüklüyor. İkinci olarak Yunan ya da Rum milliyetçiliğinden kaynaklanan Kıbrıs sorunu konusundaki dayatmalar ve bu dayatmaların AB tarafından da desteklenmesi Türk milliyetçiliğini tahrik ediyor. Üçüncü olarak, Irak'ı işgal ederek komşumuz olan ABD'nin, askerlerimizin başına çuval geçirmesi gibi, askeri harekatın temelinde yatan Amerikan milliyetçiliğinin dışa vurumları ve Kuzey Irak'ta konuşlanmış olan PKK'yı denetlememesi Türk milliyetçiliğini yükseltiyor. Dördüncü olarak, AB, doğrudan ya da dolaylı biçimde Ermeni, Rum ve Kürt milliyetçiliklerine verdiği destekle ve ayrıca üye olmak için kapısında bekleyen Türkiye'yi itip kakarak adeta kendi başına bir "AB milliyetçiliği" etkisi yaratıyor, Türk milliyetçiliğini tahrik ediyor. Çok kısa olarak ifade etmek gerekirse, Türk milliyetçiliği, Kürt, Ermeni, Rum, Amerikan ve Avrupa milliyetçiliklerinin saldırısı karşısında, bu saldırılardan beslenerek, güçleniyor. Peki bu "faşizan milliyetçilik" saldırıları karşısından Türk milliyetçiliği aynı "faşizan milliyetçilik" tuzağına düşmemek için ne yapmalı? Sanıyorum burada devreye sokmamız gereken kavram, "yurtseverlik". Vatan ve millet sevgisini, kan ve ırk ilişkisine bağlamadan, başka ırkları, milletleri aşağılamadan ve kendisininkini yüceltmeden, üzerinde yaşanan toprakları sevmenin, korumanın ve yüceltmenin adı "yurtseverlik". Türkiye, kendisine yönelik "faşizan milliyetçi" saldırılara karşı en güzel ve en etkin yanıtı, bütün öteki millet, ırk ve devletlerle ilişkilerinde, eşitlik ve adalet esasına dayalı bir yurtseverce davranış içinde verebilir. Yurtseverlik, kan ve ırk bağını değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkarlarını ön plana alır. Yurtseverlik, insanlarımızı Türk, Kürt, Rum, Ermeni olarak değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak görür ve aralarında ayrım yapmaz. Yurtseverlik, Amerika'ya ve AB'ye, Türk düşmanı ya da dostu olarak değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkarları bağlamında, eşitlik ve adalet ilkeleri çerçevesinde bakar. Sanıyorum, Mustafa Kemal Atatürk'ün, kurduğu Cumhuriyet'in temeline koyduğu ünlü ilkesi "Yurtta sulh cihanda sulh", tam bu bunalım dönemi için söylenmiş bir özdeyiştir.
  24. EMRE KONGAR DİNCİLİK VE MİLLİYETÇİLİK Sevgili okurlarım, demokrasinin en büyük düşmanı çoğunluklardır. Çünkü demokrasi (azınlıkların da temel hak ve özgürlüklerinin güvence altında bulunduğu) bir çoğunluk rejimi olduğu için, çoğunlukların, demokrasinin mukaddes kavramları olan temel hak ve özgürlükleri budama, sınırlama ve hatta yok etme gücü vardır. * * * Bir çoğunluk, ancak demokrasiyi reddeden bir ideoloji etrafında oluştuğu zaman demokratik düzene karşı bir tehdit oluşturur. Kendisi gibi olmayanı, kökü, inancı, sınıfı, dili kendisinden farklı olanları reddeden bir diktatörlük, bir din veya mezhep anlayışı, bir ırk ya da milliyetçilik yaklaşımı, böyle ideolojik eksenlere örnektir. * * * Tarihteki ilk devlet ayrımları din üzerine, mezhep üzerine kuruldur. Tek tanrılı dinlerin gelmesinden yani Tarım Devriminden sonra güçlenerek egemenliğini sürdüren bu ayrım, çok uzun süre devam etmiş, hem Ortaçağ'ı, hem Yeniçağ'ı hem de Yakınçağ'ın bir kısmını kapsamıştır. Dincilik üzerine kurulu devletin şakası yoktur: Kendi dininden veya mezhebinden olmayanı düşman sayar, yenerse ona kendi inancını kabul ettirir böylece gücünü arttırır. Kendi uyrukları arasında dinden imandan çıkan olursa bu dünyada kazığa oturtur ve yakar, öteki dünyada da cehenneme yollar. * * * Milliyetçilik akımları ve bu akımlara dayalı milli devlet anlayışı, Fransız Devrimi'nin yol açtığı yeni bir gelişmedir. Sermaye sınıfının doğması, büyüyerek işçi sınıfını doğurması ile güçlenmiş, pazar ekonomisinin gelişmesi ile siyasal egemenliğini tüm din-tarım imparatorluklarının tasfiye edildiği Birinci Dünya Savaşı sonrasında ilan etmiştir. * * * Günümüzde din devleti modeli, Hıristiyan dünyasında (Papalık hariç) tümüyle tasfiye edilmiş olmasına karşın, İslam dünyasında farklı mezheplere dayalı olarak varlığını teokratik diktatörlükler biçiminde (İran ve Suudi Arabistan rejimlerinde olduğu gibi) sürdürmektedir. Buna karşılık milli devletin, aşırı biçimde yorumlanarak şövenist ırkçı yaklaşımına yol açan faşist devlet biçimi hem Hıristiyan dünyasında yok edilmiş hem de İslam dünyasında (bu dünya dinci aşamadan milliyetçi aşamaya, Türkiye hariç zaten geçemediği için) uygulamaya konulmamıştır. * * * Dinci devlet ve dinci politika anlayışı, gücünü tarihin karanlıklarından alan şeriatçı bir yapıda bazı yerlerde direnmekle birlikte çağdaş dünya ile uyum sağlamakta zorlanmakta, hatta zaman zaman küresel teröre bile kaynaklık edecek ideolojik sapkınlıklara düşmektedir. Buna karşılık, milliyetçi ideoloji, hem milli devlet modeli Küreselleşmeye bile direnen bir yapı olarak ortaya çıktığı ve işlevselliğini kanıtladığı için (Fukuyuma'yı anımsayın), hem de şoven bir ırkçı sapmanın, faşizmin bedelini fazlasıyla ödediğinden ve bu kanlı deneyimden yeterince ders aldığından dolayı, demokratik, eşitlikçi ve adil bir siyasal ideoloji anlayışı içinde pek çok toplumda varlığını sürdürmektedir. * * * Bizdeki dinci politikacılarda görülen, laik ve demokratik, eşitlikli ve adil milliyetçilik düşmanlığının temelleri işte bunlardır.
  25. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Kanunlarında Irkçılıkla İlgili Yasalar [değiştir] Türkiye'de anayasada geçen X. Kanun önünde eşitlik ilkesi gereğince kanun önünde yasaklanmıştır. Madde 10 - Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiç bir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. Bunun yanı sıra 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 122.maddesi "Ayrımcılık" başlığı altında şu düzenlemeyi getirmiştir; "Kişiler arasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım yaparak; a) Bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya bir hizmetin icrasını veya hizmetten yararlanılmasını engelleyen veya kişinin işe alınmasını veya alınmamasını yukarıda sayılan hâllerden birine bağlayan, Besin maddelerini vermeyen veya kamuya arz edilmiş bir hizmeti yapmayı reddeden, c) Kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını engelleyen, Kimse hakkında altı aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası verilir.”

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.