Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

İNTERLOCK

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    4.060
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    70

Blog Başlıkları gönderen: İNTERLOCK

  1. İNTERLOCK
    .
    "Marangozun elinde testere görürsen, şüphesiz o,
    Cemşid'in bedeni ve Zekeriyya'nın kafası içindir."
     
    Edibu'l Memâlik-i Ferâhânî
     
    Kaynak:
    Prof. Ahmed Suphi Furat
    Prof. Nimet Yıldırım
     
    ** **
    kişisel yorum:
     
    Cemşid'in Bedeni=
    Extreme Parasite Dimension; Aşırı Parazit boyutu.
     
    Zekeriyya'nın Kafası=
    Atmospheric Simulation; Simülasyon Atmosfer/Aerial.
     
    Zekeriyya'nın Eşi= İş'â=
    Güneş; Yayılan Işınları.
     
    İş'a'nın Annesi= Fâkûza=
    Rotating Dial.
    Devir halinde radyo dalga-boyları kadranı.
    Quadrant; Clock Face.
     
    Marangoz: Logger= İmleç=
    Fiziksel bir olayı kendiliğinden tespit edip çizen araç/
    Kaydedici/Işıklı Gösterge.
     
    Testere:
    Minşar= Prizma=
    Işınları saptıran ve ayrıştıran, saydam maddeden
    yapılmış üçgen cisim.
    Nüşur= Neşr= Yaymalar/Dağıtmalar.
    .
  2. İNTERLOCK
    ..
     
    Bahar Gelme Üstüme…
     
    Bahar, yalvarırım çek git işine!..
    Salma üstüme çiçeklerini...
    Aklımı çelme!..
     
    Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyanıyor bahçemde;
    sonra güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor.
    Ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek...
    Kavaklar kıpır kıpır, ıslık ıslığa meltem...
    Kırda dayanılmaz bir kekik kokusu, toprakta türlü çeşit börtü böcek...
     
    Yapma bunu bana bahar, böyle üstüme gelme...!
     
    Zaten damarlarıma zor zaptediyorum kanımı...
    Çoktan cemreler düşmüş beynime, yüreğime...
    Kalbimin buzları erimiş.
    Göğüs kafesimde ne idüğü belirsiz bir kıpırtıyla geziyorum nicedir...
    Bir de sen çıldırtma beni...
     
    Krizdeyim ben...
    Tembelliğin sırası değil, uyamam sana...
    Al git serçelerini sabahlarımdan, çağlalarına, kokularına hakim ol.
    Meltemlerine söyle, deli gibi ıslık çalıp sokağa çağırmasınlar beni...
    Bulutların üşüşmesin başıma...
    Girme kanıma benim... Yoldan çıkarma...!
     
    Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin, afrodizyakların en etkilisi,
    sevdanın suç ortağısın. kıyma bana...!
     
    Biliyorum çünkü, yine kandırıp yeşillendireceksin aşka; gövdemi azdırıp
    sonra birden çekip gideceksin.
    Tam kanım kaynamışken sana, toplayıp allarını morlarını,
    beni bir kuraklığın ortasında terk edeceksin...
    O iple çektiğim ışığın, dayanılmaz olacak o zaman...
    Ne o delişmen sabahlar kalacak,
    ne günaha çağıran çapkın eteklerin uçuştuğu günbatımları...
    Tembel kuşların şakımaktan bitap, ebruli çiçeklerin kokmaktan...
    Buselerin nemi kuruyacak çöl rüzgarlarında...
    Yeşerttiğin çiçekler, yürekler solacak; damar damar çatlayacak ruhumuz...
    Hayat, bir ezik otlar diyarına dönüşecek yeniden... Yüreğim viraneye...
    Her bahar sarhoşluğu gibi, geçecek bu sonuncusu da...
    Ebedi bahar, bir başka bahara kalacak.
     
    İyisi mi, hiç azdırma ruhumu bahar...
    İş açma başıma...
    Git işine!
    Yoldan çıkarma beni!..
     
    Can Dündar
    Şiir Gibi Yazılar
     
    ..
  3. İNTERLOCK
    ..

     
    sıradan çizelgede
    ikimiz vardık-çünkü sen-
    benimle gelmeyi tercih etmiştin
    süs almıştın kandırmıştın
    gerekçelerini ben bilmiyordum
    sormamıştım
    aklım bi başka yerdeydi o sıra
    sonra ve yoldaydık-epey yoldaydık-
    araba sola döndü
    alışılmadık bi yola döndü
    ekseni çevresinde ve
    aklından neler geçtiyse değiştirerek
    önceki izlenimini
    ağaçlara doğru
    ağaçlık bi yöne doğru döndü
    kırlangıç kuyruklarıyla
    kendi içine ve silinebilirliğe döndü
    sesimi çıkaramazdım
    dilim tutulmuştu-ayrıca-
    deli gibi uykum vardı
    yollardaki ağaçlara-saptığımız--
    işaretler kazınmıştı ışıltılı
    ucuz tarifeli bölümde oturuyorduk
    sürücü gördü mü ben bilmiyorum
    sen gördün mü ben bilmiyorum
    genselliğin yetki doruklarında
    cızırtılı sesler geliyordu ve
    arada müzik sesleri duyuyordum
    bu arada ellerini aradım-ellerin-
    yoktu sen vardın yanımdaydın
    ellerin yoktu
    ya da yerlerinde yoktular
    saçlarının dağınıklığını görebiliyordum
    karanlıktan sızan ışıktan-yardımıyla
    görebiliyordum
    ara-boşluğumuzda
    keklik yavruları ürkekti
    çırpıntıları elime geliyorlardı
    bütün patikalar süresince
    bu böyle oldu
    ellerin yoktu yani ve
    keklikler hep vardılar
    var olmalarını sana borçluydular
    sen bilmiyordun ben biliyordum
    bi yükselen gerçek vardı
    belli bi mesafe içinde irkiliyordu
    sonra-devamında gök vardı
    ve bi dolunay
    ante meridiem; recital!
     

    .
  4. İNTERLOCK
    ..
     
    Shevetaketu, Âruni'nin oğlu idi.
    Babası ona şöyle dedi:
    "Shevetaketu, Brahman'ı incelemek için
    yolculuğa çık. Çünki sevgili oğlum ailemizden
    biri bilgisiz ve Brahmancılığın sırf bir taraftarı
    olarak kalmamalıdır."
     
    Bunun üzerine on iki yaşında olduğu hâlde
    çırak oldu. Yirmi dört yaşındayken bütün
    Veda'ları incelemişti ve burnu havada ve
    kendini bilge sanarak ve gururlu bir hâlde
    geri döndü.
     
    Bunun üzerine babası ona:
    "Shevetaketu, sevgili oğlum, sen burnun
    havada, kendini bilge sanarak ve gururlu
    olduğun için kendisi sayesinde işitilmeyeni
    işiten, düşünülmeyeni düşünen, tanınmayanı
    tanıyan irşadın ne olduğunu sordun mu?"
     
    "Bu nasıl bir irşaddır, saygıdeğer baba?"
     
    "İşte böyle oğlum:
    Biricik bir balçık kütlesiyle yapılanın, gerçekte
    kilden olduğunun anlaşıldığı gibi, farklılık sadece
    bir kelime ayrımıdır, bir isimdir; reel olan kildir.
    Evet evlâdım nasıl ki biricik bir bakır nazarlık
    sayesinde neyin bakırdan olduğu anlaşılırsa
    farklılık sadece kelimedir, sadece bir isimdir,
    reel olan bakırdır.
    İşte oğlum bu irşad da böyledir."
     
    "Muhakkak ki o saygıdeğer adamlar bunu
    bilmiyorlardı. Çünki onu bilselerdi onu neden
    söylemesinlerdi. Ama sen saygıdeğer insan
    bana böyle bir şeyi yorumlamak ister misin?"
     
    "Peki öyle olsun, sevgili oğlum" dedi.
    "Bu tuzu suya dök ve sabah erkenden yeniden
    bana gel."
     
    O öyle yaptı.
     
    Bunu üzerine babası ona şöyle söyledi:
    "Senin dün akşam suya serptiğin tuzu bana getir."
     
    O, tuzu eline almaya çalıştı, ama bulamadı,
    çünki o tamamıyla suyun içinde erimişti.
     
    -"Lütfen şu yandan bir yudum al." dedi.
    -"Nasıl?" diye sordu.
    -"Tuzlu."
    -"Ortasından bir yudum al." dedi. "O nasıl?"
    -"Tuzlu."
    -"Şu yandan bir yudum al, nasıldır?"
    -"Tuzlu."
    -"Onu bir yana bırak ve bana gel."
     
    O, öyle yaptı ve dedi ki:
    "O daima aynıdır."
     
    Bunu üzerine öbürü ona şöyle söyledi:
    "Doğru sevgili oğul, sen burada var olan bir
    şeyi görmüyorsun ama o onun yine de içindedir.
    Bu en ince cevher ise; bütün dünya onu kendi
    özvarlığı olarak içermektedir.
    Bu reel olandır.
    Bu Âtman'dır.
    Sen busun Shevetaketu!"
     
    H. Zimmer
    Hint Felsefesi
     
    **
     
    "Gel, gel, daha yakın gel, bu yol vuruculuk ne zamana
    kadar sürüp gidecek?
    Mademki sen, bensin, ben de senim, artık bu senlik
    ve benlik nedir?
    Biz Hakk'ın nuruyuz, Hakk'ın aynasıyız.
    Şu halde kendi kendimizle, birbirimizle ne diye çekişip
    duruyoruz?
     
    Bir aydınlık, bir aydınlıktan neden böyle kaçıyor?
    Biz hepimiz, bütün insanlar, tek bir vücud halinde,
    olgun bir insanın varlığında toplanmış gibiyiz.
    Fakat neden böyle şaşıyız?
    Aynı vücudun birer uzvu olduğumuz halde neden
    zenginler, yoksulları böyle hor görürler?
     
    Aynı vücutta bulunan sağ el, ne diye kendi sol elini
    hor görür?
    Her ikisi de mademki senin elindir, aynı tende uğurlu
    ne demek, uğursuz ne demek?
     
    Biz hepimiz, bütün insanlar hakikatta tek bir cevheriz.
    Aklımız da bir, başımız da bir.
    Fakat kambur felek yüzünden biri, iki görür olmuşuz.
    Haydi, şu benlikten kurtul, herkesle anlaş, herkesle
    hoş geçin.
     
    Sen kendinde kaldıkça, bir habbesin, bir zerresin,
    fakat herkesle birleştin, kaynaştın mı, bir ummansın,
    bir madensin!
     
    Bütün insanlarda aynı ruh vardır, fakat bedenler,
    tenler yüzbinlercedir.
     
    Nitekim dünyada sayısız badem vardır, ama hepsinde
    de aynı yağ bulunmaktadır.
     
    Dünyada çeşitli diller, çeşitli lûgatler var, fakat
    hepsinin de anlamı birdir.
     
    Çeşitli kaplara konan sular, kaplar kırılınca birleşirler,
    bir su halinde akarlar.
     
    Tevhidin ne demek olduğunu anlar da, birliğe erersen,
    gönülden sözü, mânasız düşünceleri söküp atarsan,
    can, mâna gözü açık olanlara haberler gönderir,
    onlara gerçekleri söyler."
     
    Mevlânâ
    Divan-ı Kebir-3020
  5. İNTERLOCK
    ..
     
    yetenek;
    parametre üzerinde ve kişisel katsayısı bağlamında
    bulunduğu paradigmanın kapsama alanında yerleşik
    olan ek bileşenlerini-yasal olmak koşulu ile-etkin
    göreve getirme becerisi olmalıdır.
     
    burada önemli olan kişinin-farkında olsun olmasın-
    bulunduğu noktada son ya da plasentasının ilişkili
    olduğu uterus ya da matrix'tir.
     
    olayın gelişimi böyle bakıldığında;
    kişiden bilinmeyen ya da görünmeyene zaman
    içerisinde bir akış-dönüş olarak anlaşılabilir.
     
    ..
  6. İNTERLOCK
    ..
    çepeçevre sinistro dipte birikmiş taneleri
     
    nevbenev yardakçılar gezinir hürmetle
    pür-çin târumar saçlarında genckız-ın
    hem evvel etapta üstelik extra olarak
     
    naklî yayında rüyateknesi yeşilyıl-ında
    tırmanıyor eyer kaltağında bi delikanlı
    eklentiler göz aç-kapa geldiler bile ah!
     
    asansör kabininden taksi çağırıyorum
    tiksinerek infilâk ediyor cümbüş-âlem
    aşırı bi duygusallık bulaştırıyor üzerime
     
    mesiredeyim keramet yerinde hemen orda
    bi de anahtar teslimi-nin figüran bileşenleri
    ..
  7. İNTERLOCK
    ..
     
    Birisi tuzakla bir kuşu avladı. Kuş ona dedi ki:
     
    "Ey himmet sahibi,
    Sen nice öküz ve koyunlar yedin,
    kurban için pek çok develer kestin.
    Onlarla bile bir zaman doymamışken,
    bu fakîrin vücûdu seni hiç doyurmaz!
    Beni âzâd et, sana üç nasîhatte bulunayım;
    aptal mıyım, akıllı mıyım kanâat gelsin!
     
    Birinci nasîhati elindeyken,
    ikincisini ise duvar üzerinden;
    Üçüncü öğüdü de ağaç tepesinden söyliyeyim;
    böylece bu üç öğüt baht mumunun nûru olur!"
     
    Elindeyken şu şekilde konuştu:
     
    "Olmayacak şeye, kim söylerse söylesin inanma!"
     
    Birinci öğüt elinde tamamlanınca kuşu âzâd etti,
    o da duvara kondu. Dedi ki:
     
    "Geçmiş şeye gam çekme, senden gidene artık
    hasretlenme!"
     
    Sonra tekrar dedi ki:
     
    "Vücûdumda on dirhem ağırlığında kocaman bir inci
    var! Hem sana hem çocuklarına bir devletti; o öyle
    bir inci ki, yücelik menbaı idi! Fakat kaçırdın, o inci
    kısmetin olmadı; gerçekten onun bir benzeri yoktu!"
     
    Bunu duyunca adamcağız derdinden, hamile kadının
    doğururken feryâd edişi gibi inlemeye başlayınca,
     
    Kuş ona dedi ki:
     
    "Ben sana, geçmiş şeye gamlanıp üzülme
    demedim miydi?
    Geçen geçti! Öyleyse bu gam niye?
    Ya öğüdümü anlamadın veya sağırsın!
     
    Hem olmayacak söze inanma diye ettiğim
    ikinci öğüdümü hatırlasana!
    Kendi vücûdum üç dirhem bile gelmezken,
    içimde on dirhem inci nasıl bulunabilir?"
     
    Bunu üzerine adamcağız kendine gelip:
     
    "Hani üçüncü nasîhatin? Onu da söyle!" dedi.
     
    Kuş dedi ki:
     
    "Sanki ikisini pek iyi dinledin de üçüncü nasîhat
    bedavadan söylensin!"
     
    Gaafil bilgisize nasîhat etmek,
    çorak yere tohum saçmak gibidir!
     
    Bilgisizlik ve aptallık yırtığı, yama kabul etmez!
    Ona hikmet tohumunu beyhûde saçma!
     
    Mesnevî-i Şerîf
    MEB Yayınları
    Manzum Nahifî Tercümesi
    IV Cild: 2267-2286
    ..
  8. İNTERLOCK
    ..
     
    Dakûkî , iyi bir hale sahipti.
    Âşık ve keramet sahibi bir zat.
    Yeryüzünde gökteki ay gibi seyreder dururdu.
    Gece yolcularının gönülleri, onunla aydınlanır, nurlanırdı.
    Bir yerde az otururdu, bir köyde iki günden fazla kalmazdı.
     
    "Bir evde iki günden fazla otursam,
    kalbimde oranın sevgisi alevlenir.
    Eve barka mağrur olmaktan çekinir,
    hadi ey nefis zenginleşmek, bir şey elde etmek için
    sefere düş derim; İmtihanda muvaffak olması için
    kalbimi hiçbir yere alıştırmam.." derdi.
     
    Gündüzleri yol yürür, sefer eder,
    geceleri ibadette bulunur, namaz kılardı.
    Gözü açıktı o erin.
    Padişahı görmekte doğan kuşuna benzerdi.
    Halktan çekilmişti,
    fakat huyunun kötülüğünden değil..
    Kadından da ayrılmıştı, erkekten de,
    fakat ikilik korkusuyla değil!
    Halka şefkat gösterirdi, su gibi faydalıydı,
    onlara güzel bir şefaatçıydı,
    duası da Allah tarafından kabul edilirdi.
    Daima iyiyi de esirgerdi, kötüyü de..
    Herkese karşı anadan daha iyi,
    babadan daha düşkün ve muhabbetliydi.
     
    Dakûkî, fetvada âdeta halkın imamıydı,
    takva topunu meleklerden bile çelmişti.
    Bir yerde durup dinlenmede gezip tozmada
    Ay'ı bile mat etmişti.
    Dindarlıkta din bile ona haset ederdi.
    Bu kadar takva ve ibadetle, bu derece evrada,
    zikre koyulmuş olmakla beraber,
    yine de Allah Has'larını daima arardı.
    Zaten seferden asıl maksadı da buydu,
    "Bir an olsun Allah Has'ına rastlayayım.."
    demekteydi.
     
    Yola düştü mü:
     
    "Yarabbi, beni Has'larından birisine ulaştır,
    ona arkadaş et.
    Yarabbi, tanıdığım erlere gönlüm kuldur, köledir.
    Canım Allah’ım, tanımadıklarımı da hicap içinde
    düşmüş kuluna merhametli kıl," derdi.
     
    Allah:
     
    "Ey ulular ulusu, bu ne aşk, bu ne susuzluk?
    Beni seviyorsun ya.. Başkasını ne yapacaksın? der;
     
    O da şöyle cevap verirdi:
     
    "Ey sırları bilen Rabbim, niyaz yolunu gönlüme açan,
    gösteren sensin.
    Denizin ortasındayım ama yine de testideki suya
    tamahım var.
    Ben Davud’a benziyorum, doksandokuz koyunum var
    ama arkadaşımın bir koyununa da tamah ediyorum."
     
    Allah Rahmet etsin, Dakûkî dedi ki:
     
    "Nice zamandır doğuda, batıda sefer edip dururum.
    Yıllarca, aylarca bir Ay-Yüzlünün aşkıyla gittim.
    Ne yoldan haberim vardı, ne belden!
    Allah kudretlerine hayran bir halde yürüdüm.
     
    Birisi ona :
     
    "Dikenliklerde, taşlıklarda yalınayak mı gidiyorsun?"
    dedi.
     
    Dakûkî dedi ki:
     
    "Ben hayretler içindeyim, kendimde değilim ki.
    Sen bu ayakları yere basıyor sanma, öyle görme.
    Çünkü âşık şüphe yok ki gönül yurduna sefer eder.
    Gönül, sevgilinin sarhoşudur; yoldan, konaktan
    yolun kısalığından, uzunluğundan ne haberi var.."
     
    Dakûkî dedi ki:
     
    "Bir gün, sevgilinin nûrlarını insanda görmeye
    iştiyakım arttı.
    Katrede bahr-i muhit'i, zerrede güneşi görmek
    arzusuna düştüm.
    Gide gide bir deniz kıyısına vardım.
    Vakit gecikmişti, akşam olmuştu.
    Ansızın ta uzaktan o sahilde yedi mum gördüm,
    mumların bulunduğu yere doğru koşmaya başladım.
    O yedi mumun her birinin nûru gökyüzüne kadar
    vurmuştu. Hayretlere düştüm, hattâ hayret bile
    hayran oldu. Hayret dalgası aklımın başından aştı!
     
    'Bu mumlar, ne çeşit mum?
    Halk nasıl oluyor da bunları görmüyor;
    Ay'dan daha aydın olan mumlar durup dururken
    başka bir mum arıyor?
    Halkın gözünde ne şaşılacak bir bağ var ki bunları
    görmüyor.
    Allah doğru yolu dilediğine gösteriyor sahiden!.'
    diyordum.
    Bir de baktım ki o yedi mum bir mum oldu.
    Nûru, gökyüzünü bile delip geçmekteydi.
    Sonra yine o tek mum, yedi mum oldu.
    Benim sarhoşluğum, hayretim arttı.
    O mumların birleşmesini dille anlatmaya imkân yok ki!"
     
    Gözün bir an içinde gördüğünü dil, yıllarca söylese
    anlatamaz. Kulak idrâkin bir ân içinde gördüğü şeyleri,
    yıllarca dinlese bitmez. Mademki bunun sonu yok, hadi,
    var yine o hamdinde âciz olduğum şeyi anlat!
     
    "O mumlar ulu Allah’dan ne çeşit nişanelerdir?
    diye koşa koşa gidiyordum.
    Derken kendimden geçtim, acelemden yere yıkıldım,
    harap oldum.
    Topraklara serildim, bir müddet akılsız, idrâksiz bir
    halde kaldım.
    Sonra kendime gelip yine kalktım, yola düştüm.
    Fakat bir yere gidiyordum ki ne başım bendeydi ne
    ayağım!."
     
    Derken bu yedi mum da, nûrları lâcivert semaya
    kadar yükselen,
    gündüzün nûrlarını bile bir karaltı gibi gösteren,
    aydınlıklarıyla bütün nûrları silip süpüren,
    yedi adam şekline girdi.
    Sonra o yedi adam, yedi tane ağaç oldu.
    İnsan yeşilliklerinden neş'eleniyordu.
    Yapraklarının çokluğundan dalları görünmemekte,
    meyvelerinin bolluğundan yaprakları kaybolmaktaydı.
    Dallar ta Sidre’ye kadar yükselmiş..
    hattâ Sidre de ne oluyor? Halâ’yı bile aşmıştı!
    Kökleri, yerin dibine kadar girmiş, yayılmış,
    öküzle-balığı bile geçmişti.
    Kökleri, dallarından daha taze, daha lâtifti.
    Bunları seyredenin aklı, hayretlere düşüyor,
    altüst oluyordu.
    Olgunluktan yarılan meyvelerinden,
    su gibi nûr şimşekleri fışkırtmaktaydı!
    Asıl şaşılacak şeye gelince:
    O ovalardan, o çöllerden yüz binlerce adam geçiyor,
    Gölgelik için can veriyorlar,
    başlarını kilimlerle örtüyorlardı da,
    Onların gölgesini bile görmüyorlardı!
    Görmeyen çakmaklaşmış gözlere yüzlerce kere tuuh!
     
    Allah’ın kahrı, gözleri bağlamış yoksa..
    Gözleri bağlı adam, ay'ı görmez de Süha'yı görür!
    Zerreyi görür de, güneşi görmezler.
    Fakat yine de Allah’nın lûtfundan,
    kereminden ümit kesilmez ya!
     
    Yarabbi, bu ne sihir?
    Tüm bu meyveler olgun ve yere düşmüşken,
    kervan ondan nasipsiz!
    Halk, çürük meyveleri toplamakta,
    pisboğaz ve doymaz adamlar,
    bu pörsümüş meyveleri yağma etmek için
    birbirlerine girmekteydi.
    O dallar, meyveler, yapraklarsa anbean;
    'Keşke kavmimiz bizi bilseydi, ne olurdu?.'
    diyorlardı.
    Her ağaçtan:
    'A bahtsız kişiler, bize gelin, bize..'
    diye ses geliyordu.
    Fakat Allah’dan da ağaçlara:
    'Onların gözlerini bağladık,
    onlara sığınacak yer yok!.'
    sesi gelmekteydi.
    Onlara birisi:
    'Bu yana gelin de bu ağaçlardan faydalanın.' dese,
    Hepsi birden:
    'Bu sarhoş yoksul, Allah’ın takdiriyle deli olmuş.
    Bu yoksulun beyni başa çıkmaz sevdalarla,
    sonu gelmez riyazatlarla soğan gibi çürümüş
    kokmuş!.' diyorlardı.
     
    Dakûkî şaşıp kalıyor;
     
    "Yarabbi bu ne hal?
    Halka bu perde, bu sapıklık neden geliyor ki?
    Çeşit çeşit adamlar, yüzlerce akla, yüzlerce
    tedbire sahip oldukları halde o tarafa bir adım
    olsun atamıyorlar.
    Akılları, fikirleri de hep birden inkâra düşmüşler.
    Onların bu azgınlığına, bu isyanına bakıyorum
    da şüpheleniyorum
    Yoksa ben mi çıldırdım, ben mi sersem oldum?
    Şeytan, benim kafama mı bir şey vurdu?
    Her an gözlerimi ovup duruyorum, bu cihanda
    rüya mı görüp durmaktayım yoksa?
    Fakat bu nasıl rüya olur?
    İşte ağaçlara doğru gidiyorum, meyvelerini
    yiyorum. Buna nasıl inanmayayım?
    Sonra yine münkirlere bakıyorum;
    görüyorum ki bu bahçeden haberleri bile yok.
    Son derece iştiyaka düşmüşler, fevkalâde
    ihtiyaçlarından bir yarım koruk için can veriyorlar.
    Bu yoksullar, açlıklarından bir yaprak için ah edip
    duruyorlar!
    Sonra yine, acaba ben mi kendimden değilim,
    ben mi hayale düştüm, gözüme görünen muhayyel
    bir ağacın dalına el attım? diyorum.."
    demekteydi.
     
    Dakûkî, macerasını şöyle anlatır:
     
    "Ben de tıpkı onlar gibi, acayip şey demekteydim,
    Allah bunların gözlerini ne de sıkı bağlamış?
    Bu kavgalardan, bu aykırı hareketlerden
    Muhammed’de aşmaktaydı. Ebu leheb de!
    Fakat bu şaşmakla o şaşmak arasında pek
    büyük fark var.
    Dakûkî, tez tez yürü sükût et.
    Ne vakte kadar söylenip duracaksın,
    ne vakte kadar?
    Duyup anlayan kulak kıt!."
     
    Dakûkî dedi ki:
     
    "Bahtım yaver oldu, ileriye doğru yürüdüm,
    bir de baktım ki o yedi ağaç bir ağaç olmuş.
    Her an bir ağaç, yedi ağaç olmakta,
    yedi ağaç bir ağaç haline gelmekteydi.
    Hayretten ne hale geldim, bilir misin?
    Dondum, kaldım!
    Sonra ne göreyim;
    Ağaçlar, cemaat gibi toplanmış, saf düzmüş,
    namaza durmuşlar!
    Bir ağaç, imam gibi önlerine geçmiş,
    öbürleri de onun ardında kıyamdalar!
    Onların kıyamı, rükû etmeleri, secdeye
    varmaları beni büsbütün şaşırttı.
    O anda Allah’ın:
    "Yıldız ve ağaç, Allah’a secde eder.."
    sözünü hatırladım.
    'Bu ağaçların ne dizleri vardı, ne belleri!
    Nasıl rükûa, secdeye varıyorlar,
    bu ne biçim namaz?.' derken,
    Allah’dan ilham geldi:
    'A nurlu, pirli kişi, hâlâ bizim işimize şaşıyor musun?
    Bizce bu işler, şaşılacak işler değil ki!.'
     
    Bir müddet sonra ağaçlar, yedi tane adam oldu.
    Hepsi de tek Allah’nın huzurunda ka’dedeydi.
    Gözlerimi ovuşturup:
    'Bu yedi aslan kimlerdir, âlemde ne işleri var ki?'
    diye bakmaktaydım.
    Yanlarına yaklaşıp onlara uyanık bir gönülle
    selâm verdim.
    Selâmımı alıp:
    'Ey Dakûkî, uluların tacı, büyüklerin övündüğü zat!'
    dediler.
    Kendi kendime 'beni nasıl tanıdılar?
    Bundan önce beni görmemişlerdi,' dedim.
    Hatırımdan geçeni o an anlayıp birbirlerine
    baktılar ve gülerek,
    'Ey aziz, bu sır, şimdi sana gizli mi ki?
    Allah’a ulaşıp hayrete varan bir gönüle,
    solun-sağın sırları gizli kalabilir mi?'
    dediler.
    Yine kendi kendime;
    'bunlar hakikatlere ermişler,
    hakikatler âlemine ulaşmışlar, âlâ.. fakat,
    bu surete ait ismi, bu surete ait harfi nasıl biliyorlar?'
    dedim.
    İçlerinden biri;
    'Velî, bir adı bilmezse bil ki bu istiğraktan ileri gelen
    bir şeydir, cahillikten değil' dedi.
    Ondan sonra bana;
    'Ey temiz dost, biz namazda sana uymak istiyoruz.'
    dediler.
    'Peki' dedim, 'fakat bir an müsaade edin,
    zamanın devrine ait müşküllerim var.
    Temiz sohbetinizle o müşküller hal olsun.'
    'Hüküm senin' diye baş eğdiler.
    Onların bu baş eğmelerinden öyle hararetlendim,
    gönlümden öyle bir ateş çıktı ki!
    Bir zaman o seçilmiş kişilerle mürakabeye daldım,
    kendimden geçtim.
    O zaman canım, zamandan kurtuldu.
    Zaman, insanı gençken kocaltır.
    Bütün renkten renge girişler,
    zamandan meydana gelir.
    Zamandan kurtulan;
    renkten renge girmekten de kurtulur.."
     
    Dakûkî’ye:
     
    "Bu sözün sonu yoktur.
    Namaz vakti, hemencecik öne geç.
    Ey tek kişi, bize iki rekât sabah namazı kıldır da
    zaman seninle bezensin.
    Ey gözü aydın imam, bize imamlık et..
    İmam olanın gözü açık olması lâzım."
     
    Dakûkî, namaz kıldırmak üzere onların önüne geçti.
    O kadar birleştiler, o kadar kaynaştılar ki sanki onlar
    atlas bir kumaştı, Dakûkî de o kumaşın sırması, süsü!
    O padişahlar, saf olup o ünlü imama uydular.
    Tekbir getirince kurbanlık koç gibi âlemden çıktılar.
    Dakukî, o kıyıda namaz kıldırmak üzere imam oldu.
    Onlar da arkasında saf olup namaza durdular.
    İşte güzelim bir cemaat, işte seçilmiş bir imam!
     
    Namazdayken denizden, 'İmdat!.' seslerini duydu.
    Ansızın gözüne bir gemi ilişti.
    Gemi, dalgalar arasına düşmüş, belâlara uğramış,
    perişan bir hale gelmişti.
    Hem gece, hem bulutlu bir hava, hem de dalga..
    Bu üç karanlık bir yandan, batma korkusu bir yandan..
    Fırtına Azrail gibi saldırıyor, dalgalar sağdan soldan
    hücum edip duruyordu.
    Gemidekiler, korkudan canlarından olmuşlar gibi
    feryatlarını göklere çıkarıyorlardı.
    Bağrışıp çağrışıyorlar, başlarını dövüyorlardı.
    Kâfir ve mülhit..
    hepsi de imana gelmişti.
    Yüzlerce niyazlarda bulunarak candan ahitler
    ediyorlar, adaklar adıyorlardı.
    Karmakarışık işlere dalmış, yüzleri bir an olsun
    kıbleye dönmemiş olanlar bile baş açık secdeye
    kapanmışlardı.
    Halbuki evvelce onlar,
    'bu kulluğun faydası yok!.' diyorlardı..
    Fakat o anda kullukta yüzlerce hayat görüyorlardı.
    Dostlardan, dayıdan, amcadan, babadan, anadan,
    herkesten ümitlerini kesmişlerdi.
     
    Kötü kişinin can verirken Allah’dan korkması gibi,
    zâhit de Allah’dan korkuyordu, fâsik da!
    Ne sollarından bir ümit vardı, ne sağlarından.
    Hileler öldü, bitti mi dua zamanı gelir!.
    Onlar da ağlayıp inleyerek duaya koyulmuşlardı,
    gemiden gökyüzüne kadar bir duman yükselmişti.
     
    Şeytan ise, o sırada düşmanlığından her birinin
    karşısına dikilip:
     
    "A köpeğe tapanlar, işte size iki illet!
    A münkir münafıklar, hem korkun, hem geberin.
    Nihayet bu olacaktı zaten.
    Kurtulunca yine gözleriniz kurur, yine şehvet için
    yaratılmış birer şeytan kesilirsiniz.
    Allah’ın sizi kazadan kurtarmak üzere elinizden
    tuttuğu, sizi tehlikeden kurtardığı gün,
    hatırınıza bile gelmez!."
    diye bağırmaktaydı..
     
    Şeytan böyle söylüyordu ama
    can kulağı ile duyanlardan başkası
    bu sözü duymuyordu ki!
     
    Dakûkî o kıyameti görünce merhameti coştu,
    gözyaşları akmaya başladı.
     
    "Yarabbi!" dedi,
    "onların yaptıklarına bakma,
    ey lûtuf sahibi padişah!
    ellerini tut, imdatlarına yetiş.
    Ey eli denize de yetişen, karaya da!
    Onları sağlıkla, selâmetle kıyıya çıkar.
    Ey ebedî kerem merhamet sahibi!
    o kötü kişilerden bu kötülüğü defet..
    Bedava olarak insanlara yüzlerce göz,
    yüzlerce kulak veren, rüşvetsiz akıl, fikir
    ihsan eden Allah!
    Sen, biz hak etmeden lûtuflarda, ihsanlarda
    bulunursun.
    Nimetlerine karşı yaptığımız kâfirliklerle
    hatalarımızı hep görürsün.
    Ey ulu Allah!
    Bizim şanımız ulu ulu günahlarda bulunmaktır.
    Fakat sen, bunları lûtfunla affetmeye kaadirsin.
    Biz, hırstan, şehvetten kendi kendimizi yaktık.
    Bu duayı da senden öğrendik Yarabbi..
    Bize duada bulunmak için müsaade etmen,
    dua öğretmen, böyle bir karanlığı aydınlatman
    hürmetine sen bunlara acı.."
     
    İhtiyarsız bir surette,
    şefkatli analar gibi dua edip duruyor.
    Gözlerinden yaşlar akıyordu.
    Kendisinde olmaksızın ettiği dua,
    gökyüzüne yükselmekteydi.
    O ihtiyarsız dua, yok mu? Bambaşka bir şeydir.
    O da, adamın kendisinden değildir, Allah’dandır.
    Allah ilhamıdır.
    O esnada insan, yok olur,
    o duada bulunan Allah’dır;
    Dua da Allah’dandır, icabette.
    Arada vasıta olarak mahlûk yoktur.
    O niyazdan cismin de haberi yoktur, canın da.
    Lûtuf ve merhamet sahibi olan Allah kulları,
    işleri düzeltmekte Allah huyuna sahiptirler.
    Onlar, şiddet zamanı, sıkıntı vakti,
    rüşvet almaksızın mahlûkata acırlar,
    yardımda bulunurlar..
     
    Ey belâlara uğramış adam!
    Kendine gel de bunları ara..
    Kendine gel de belâ vaktinde,
    onların duasını ganimet bil!.
     
    O Allah erinin duasıyla gemi kurtuldu.
    Gemidekilerse kendi gayretleriyle,
    kendi ihtiyatlarıyla hünerler gösterip,
    oku hedefe attılar da,
    gemiyi kurtardılar zannındaydılar..
     
    Gemi selâmete erdiğinde,
    cemaatin de namazı tamamlanmış oldu.
     
    Birbirlerine gizlice,
    "Bu fodûliyyet, bu hâl kimden oldu?"
    diyerek sormaktaydılar.
     
    Dakûkî'nin arkasındaki o saf cemaat,
    gizlice birbirlerine böyle soruyorlardı.
     
    Her biri:
    "Ben bu şekilde bir duayı dışımdan da,
    içimden de etmedim.." diyordu.
     
    Birisi:
    "Her halde bu imam şefkatinden yersiz
    bir münâcâtta bulundu.." dedi.
     
    Bir diğeri de:
    "Arkadaşlar, bana da bu şekil doğru geliyor,
    O fodul, sıkıntı basınca Hallâk'ın işine
    itirazda bulundu.." diyordu.
     
    Dakûkî der ki:
    "O kerem sahipleri ne söyler diye arkaya
    bakınca; Onlardan bir kişinin kalmadığını,
    yerlerinin bomboş olup hepsinin gittiğini
    gördüm.
    Keskin gözlerimle baktığım halde,
    ne sağda, ne solda, ne aşağıda, ne yerde
    bir izleri vardı.
    Sanki inciydiler de eriyip su olmuşlardı,
    ayak izleri ve bir tozları bile yoktu.
    Hepsi Hak kubbelerinde gizlenmişlerdi.
    Acaba hangi bahçeye gitmişlerdi?
    Cenab-ı Hak, onları benim gözümden
    niye gizledi diye bir müddet hayrete
    düştüm."
     
    Balıklar, suya nasıl dalarlarsa, onlar da
    Dakûkî'nin gözünden öyle kayboldular.
    Nice yıl onların hasretiyle ağlayıp,
    iştiyâkından gözlerinden yaşlar döktü.
     
    Sense dersin ki;
    "Hakk'ın nazar ettiği ve O' nunla olan
    nasıl olur da insanı anar?"
     
    İşte şimdi hata ettin!
    Onları insan sûretinde görüp, can nûru
    olduklarını görmedin.
     
    Ey ham adam!
    Bu yüzden işi berbad ettin.
    Onları herkes gibi insan sandın.
     
    Sen onları, "Mel'ûn İblîs'in" :
    "Ben ateşten yaradıldım.
    Adem ise çamurdan.."
    dediği gözle gördün..
     
    İblîs'ce gözünü bir an yum da bak!
    Bak nasıl yücelirsin..
     
    Ey Dakûkî!
    Gözünü açıp gece gündüz onları ara,
    bulmaktan ümidini kesme..
     
    Ara.. Zîra saadetin temeli aramaktadır.
    Gönüldeki her ferahlığın sebebi
    bir sıkıntıya bağlıdır.
     
    Alemin bütün işlerini bırak da, Üveyik gibi:
    "Kû..kû, nerede..nerede?"
    diyerek ara.
     
    Ey perde arkasında kalan, duadan geri kalma.
    Çünki,
    "Dua ediniz, size icâbet edeyim"
    buyurulmuştur.
     
    Kalbi arınmış olanın duasını,
    Cenab-ı Hak kabul eder.
     
    MEVLÂNÂ
    MESNEVÎ-İ ŞERÎF
    CİLT: 3
    1932 - 2315
     
    ..
  9. İNTERLOCK
    ..
     
    pek sayın
    fanatik boyut gizemci fantomlarım!
     
    genel ve umumi istekler üzerine
    sizlere bu gün bazı büyülerimizi
    arzediceyiz
     
    mahabbet(1) içün büyümüz;
     
    kadının(7) tırnakı(8) alına
    münasip bir mahalde kaba konup
    yakıla (3)
    toz haline getirile
    emerging tozumuz
    biberimiz ile(2) karıştırıla
     
    ayrıcana başkası biyerdede
    kırmızı bakıra(5) yedi sefer
    sevilen kimsenin adı yazıla(4)
    bu bakır ateşe bırakıla
    o ööle durucak orda
     
    bu işlem yapılısıyada
    diğer mahlûl de
    hiç çaktırmadan gizilcek
    şikâre yedirile
    da da kuvetli ossun ise ilâveten
    iki tatta kaşıkı(9) alına
    birine hatunun
    diğerine ma'dumun(z) adı yazıla
    kaşıkılar yüz yüze bağlana
    mezarlığa gömüle!(6)
     
    işte budur değerlilerim ve
    sonucu hiç kaçmaz
    iki ayrı kişimiz
    birleşilir de hattası
    bida da ayıramazsınıs
     
    dikkattir ve dipnot hamişidir:
     
    büyünün prodice aşamasında
    şu zauber murmur(j) uygun tonda
    ve ritmik olarak terennüm edilmelidir:
     
    "elimi vurarım dıvara
    divar oldu üç pâre
    birinden in çıktı
    birinden cinn çıktı
    birinden ısmayıl peri çıktı
    ini yolladım ine
    cini yolladım çine
    ısmayıl periyi yolladım reye!(ğ)
    -ki reyi alıp..-
    durmadan dinlenmeden bana gele!"
     
    bunu deyisi hemen döşeğe girile
    mabat şimale devrilip yatıla
     
    sayın ardıllarım
    adım hıdır
    elisimden gelesi budur..
     
    severim sizleri ve istihda' eylerim!
     
     
    işaret godumuz noktaların açınımı
    ve hususî eylem uygulaması:
     
    1-negatif bir ögeynen ile pozitif öge
    ilişkileri bâbında olup, iki negatif ilen
    iki pozitif kaynaşmaları bizi
    heeç mi heç bağlamaz!
    2-capsicum olucak he!
    3-dövüle olubilicektir
    4-orcinal gassolien hurufatıynan
    5-cu
    6-terciyen karc'amet
    7-bazenleri proton+nötronun
    8-kabilse sa el serçesinden
    9-bursa işi
    ğ-ilgili kişi demek olup,
    çevrede mutlaka vardır
    j-saklı sihirli sözler şeysi
    z-âdem dimek oluptur
    ..
  10. İNTERLOCK
    ..
    Vaktiyle İstanbul'da bi kambur adam yaşarmış.
    Zavallı, fakir olduğu için uzun müddet hamama gidememiş.
     
    Nihayet bi gün eline beş-on kuruş geçmiş.
    Akşam hemen hamama giderek temizlenmeyi düşünmüş
    ve düşündüğünü yapmış.
     
    Oraya gidince görmüş ki kendisinden başka müşteri yok.
    "Oh ne ala, rahat rahat yıkanırım"
    diyerek kurnanın başına geçmiş, başlamış yıkanmaya.
     
    Fakat biraz sonra içeriye bi takım mahluklar girmiş ve
    orta yerde topluca:
    "Çarşambadır Çarşamba.."
    diyerek haykırıp zıplamaya başlamışlar.
     
    Bu hali gören kambur adam önce korkmuş.
    Bi an ne yapacağını şaşırmış, fekat sonradan ayağa kalkıp
    "Çarşambadır Çarşamba.."
    diyen o varlıkların arasına karışarak, onlarla birlikte hem
    zıplamış ve hem de:
    "Çarşambadır Çarşamba.."
    diyerek haykırmış.
     
    Mahluklar, hiç itiraz etmeden kendileriyle birlikte haykıran
    ve zıplayan kamburu sevmişler, acımışlar.
    Onu kucaklayarak hamamın kubbesine doğru fırlatmışlar.
     
    Kambur, tekrar aşağı düştüğü zaman bakmış ki etrafta
    kimseler yok.
    Yalnız bu kadar da değil, sırtındaki kamburu da yok olmuş!
     
    Adamacağız tabii çok sevinmiş, dışarı çıkarak hamamcının
    parasını vermiş, sapa-sağlam yakışıklı bi delikanlı halinde
    evine dönmüş.
     
    Tesadüf olacak ya, ertesi akşam, başka bi kambur adam
    aynı hamama gitmiş.
    Hamamda yine başka müşteri yokmuş.
    İçeriye girip yıkanmaya başlamış.
    Derken mahluklar hamama dolmuşlar.
    Bi akşam önceki gibi:
    "Çarşambadır Çarşamba.."
    diyerek haykırıp zıplamaya başlamışlar.
     
    Kambur adam;
    "Nasıl olur" demiş,
    "Bugün çarşamba değil ki, perşembe,
    niçin çarşambadır çarşamba diye haykırıyorsunuz?"
     
    Kamburun bu itirazına mahluklar fena halde hiddetlenmişler,
    onu kucaklayarak hamamın kubbesine doğru fırlatmışlar.
    Adamcağız nefes nefese aşağıya düştüğü zaman bakmış ki
    hamamda kimseler kalmamış.
    Yalnız bu kadar da değil, kamburunun üstüne bi kambur daha eklenmiş.
     
    Adam o zaman neye uğradığını anlamış, hamamdan ağlayarak çıkmış,
    doksanlık bir ihtiyar gibi iki büklüm evine dönmüş.
    ..
  11. İNTERLOCK
    ..
     
    Astral Boyut/Astral Format'ta, ve çevresi ile ilişkilerinde
    sürekli problemler, acı ve ızdırablar içerisinde olan kişinin,
    bu durumun sadece kendisinden ya da Post Environment;
    Mental Post ortamında durduğu hatalı pozisyondan veya
    günahlarından nemalandığı/faiz kaynağı bulduğunu kabul
    etmesi ile birlikte, sorunlar-nedenler döngüsünden çıkıp,
    "acının kendisini" ni sorgulaması, bu yönlü yorumlamaya
    gitmesi özverili, çetin, zor bir süreci gerektirir.
     
    "Bu noktada 'Günah'; post'unun merkezinde durması
    gereken gözlemcinin, diğer post gözlemcisi/leri ile,
    tedirgin ve dolaylı ilişkilere girmesi ve sonucunda
    kendi özel pozisyonunu kaybetmesi/yoldan sapması/
    kırılması olarak anlaşılmalıdır."
     
    Sair afakî; nesnel/objektif post ya da postlar'ın içerdiği
    bilgi, görüş ve yorumları bir nedenle! eleştirmeksizin ve
    özümlemeden kabul etmek; kültürlenmek; niteliksiz ve
    çoklu bilgi birikimi/tortular oluşturma/complex/karma,
    sorunların kaynağını bulma ve çözme sürecinde karışıklık
    oluşturacak ve yetersiz kalacaktır. İlliyet ya da nedenler
    ile sonuçları ilişkisi bağlamında, kişinin manik-depresif
    psikozlar; Manic-Depressive Psicosis türü rahatsızlıklar
    ile karşılaşması kaçınılmazdır.
     
    Sözünü ettiğim karmaşadan, belli/determine bir i'tidal/
    özdenetim/moderation/ılım noktası/kapısından çıkmak
    mümkündür.
     
    Burada olmazsa olmaz koşul, kişi üzerinde o ana kadar
    şaşırtıcı baskılar yaratmış "Mental Kültür Birikimleri" ni,
    sistemli bir temizleme/arındırma yolu takib edilerek,
    kapı'ya ulaştırmaktır/Cultural Refinement.
     
    Sujenin, treatment ya da sağaltım sürecine uyumu ise,
    "aykırı önermeler" karşısındaki "kalbî kabul" oranıdır.
     
    ..
  12. İNTERLOCK
    ..
     
    "İntihar en yüksek ahlâki hedefe erişmekten
    alıkoyar, çünkü o bu sefalet ve mutsuzluk
    dünyasından asıl kurtuluşun yerine sadece
    zahiren öyle görünen bir kurtuluşu koyar."
     
    "İntihar bir tecrübe, insanın tabiat'a/kevn'e
    sorduğu ve cevaplamaya zorladığı bir soru
    olarak da görülebilir. Sorulan şudur: İnsanın
    var oluşunda, şey/nesnelerin doğasına dair
    kavrayışında ölüm ne tür değişiklik meydana
    getirir? Fakat bu yapılacak beceriksizce bir
    tecrübedir; çünkü cevabı bekleyen bilincin
    kendisini ortadan kaldırır."
     
    Schopenhauer
     
    **
     
    İnsanın tabiat ya da kevniyat'a sorduğu ve
    cevabını beklediği sorunun muhatabı, bizatihi
    sorunların sebebi olan kâinat değildir.
     
    Cevabı yanlış yerde arayan ya da maddi dünya
    yaşamı ile bilinç genel kabulleri doğrultusunda
    hareket eden kişinin pozisyonu "intihar" olarak
    kabul edilmelidir.
     
    Kâinat/The universe; all creation üzerine inşa'
    ile yetersiz bilgi/türev kabuller/yorumlar/te'vilât,
    sonuçta kısas/tekassum/eşit, aynen karşılık, ceza
    ve belki eyleme karşılık cavab'a varır.
     
    Ceza ya da cevab bir anlamda mevcudad düzeni
    içerisinde reaction'a girme, güneş/magnetik ışığa
    duyarlık, enerjinin kimyasal değişiklik oluşturması
    yöntemi ile uyganır.
     
    kişisel
    ..
  13. İNTERLOCK
    ..
    "Nigâr-ı hûb-o şekker-bâr cûnest
    Çerağ-ı dîde vu dîdâr çûnest"
     
     
    Şekerler yağdıran o eşsiz güzel nicedir;
    gözün, yüzün ışığı ne haldedir?
     
    Nasıldır o gammaz bakış acaba;
    ne âlemdedir o düzenbaz saçlar acaba?
     
    Nasıldır o güzellik pazarının meşhuru;
    ne haldedir o gül bahçesinin parlaklığı?
     
    Gönlüm, sevgi yüzünden yaslara batmış, oturmuş;
    sevgilinin gönlünde bize karşı bir sevgi var mı acaba?
     
    Lûtfundan sevgilim dedi bana;
    acaba o sevgili, sevgilisiz ne halde?
     
    Görünüşte kullarını okşamada, hatırlarını almada;
    acaba iç yüzde bu kulla nicedir?
     
    İlk görüşte can bağışladı bana;
    bağışta ne halde, hemen anladım.
     
    O lûtfu iki kere yaparsa tekrarlayışta da
    ne halde olduğunu, nasıl davrandığını anlarım.
     
    O atlaslar giyinen siyah saçları, atlasa benzeyen
    yanaklarının çevresinde nasıldır acaba?
     
    Âşıklar hekimine bir daha sorun,
    o hasta nerkis gözler nasıldır ki?
     
    Acaba o Tatar nâfesi ne halde;
    acaba o eşsiz Bulgar güzeli ne âlemde?
     
    Acaba o gerçeğe ulaşma çizgisinin değirmisinde
    yüzlerce pergel kıran güzel ne halde?
     
    Ben zîr perdesinden ağlayıp durmadayım;
    bir günceğiz olsun, o ağlayan ne halde diye sormaz.
     
    Gönlüm, hırsızlama ona bakıyor; oysa beni çalmada;
    acaba o, hırsızı sıkıştıran hırsız ne âlemde?
     
    A dost! Seninle mağara dostuyum ben, bir kerecik,
    nasıl yermiş şu mağara diye başını uzat da bak!
     
    Seni bir göreyim de canımı feda' edeyim;
    halka da görüş nasıl olurmuş, göstereyim.
     
    Sözüme son yok; fakat söyleyiş ne şekil olurmuş,
    onu gösterdim ancak.
     
     
    mevlânâ
    divan XXII
  14. İNTERLOCK
    ..
    nemesis'in bi ikizi var
    bilir misiniz?
    adı mimesis
    mim'ciler iyi tanırlar he!
     
    adı iyice kötüye çıkmış kızcağızın
    zanî demişler lâkırdıcılar
    her ne kadar antik demek olsa da
    şakacı ya da espritüel de sayılabilir
     
    bu antik ve acayip kılıklı sarışın kızımız
    -fekat çakma-makma değil ha!
    anadan dogma sarışın!-
    ayrıcalıklı imtiyazlı bi yeteneğe sahipmiş
    bi adı da ning!
     
    nakliye işi yapan gemiler
    ve gemicilerin huyunu-suyunu ve
    geçmişlerini
    hileli-etkili reklamlarının
    özel sunumlarına verdikleri tepkiler ile
    okur ve öğrenirmiş
    bi adı da liza!
     
    ama bu eylemi yerine getirmek için
    aurada akrobatik uçuşlar yaparmış
    da kimsecikler görmezmiş duymazmış
    böyle bi hüneri de varmış
    bi adı da sin!
     
    blondie
    blondie imiş de
    gece vakti bi bakarsınız
    yakıverirmiş elmo'nun ateşini
    maî
    bi adı da corposant!
     
    nemesis'in çok çok yıllar önce
    evlendiği kocası da varmış
    birbirleri ile beraberliklerini
    bu güne kadar gören bilen olmamış
     
    çünkü buluşacakları zaman
    farklı bi atmosferi kullanmakta imişler
    bu nedenle antikler
    onları karşıt zann ederlermiş
     
    burada bi anonim şarkı terennüm edelim
    ve birinci perdeyi bitirelim
     
    ** **

     
    water come to me eye
     
    every time I'm away from Liza
    water come to me eye
    every time I'm away from Liza
    water come to me eye
     
    refrain:
    come back Liza, come back girl
    wipe the tear from my eye
    come back Liza, come back girl
    wipe the tear from my eye
     
    I remember when love was new
    water come to me eye
    there was one, but now there's two
    water come to me eye
     
    refrain:
    come back Liza, come back girl
    wipe the tear from my eye
     
    when the evening starts to fall
    water come to me eye
    I need to hear my Liza's call
    water come to me eye
     
    refrain:
    come back Liza, come back girl
    wipe the tear from my eye
     
    standing there in the marketplace
    water come to me eye
    soon I'll feel her warm embrace
    water come to me eye
     
    refrain:
    come back Liza, come back girl
    wipe the tear from my eye
     
    in the shadow I stand a while
    water come to me eye
    soon I'll see my Liza's smile
    water come to me eye
     
    refrain:
    come back Liza, come back girl
    wipe the tear from my eye
    ..
  15. İNTERLOCK
    ..

     
    Geldi mi? diye sordu adam.
    Hayır, dedi çocuk.
    Yolu iyi gözledin mi? diye sordu adam.
    Kapının önündeydim, dedi çocuk. Hiç ayrılmadım.
    Hiç kimse gelmedi mi? dedi adam.
    İlk sen geliyorsun, dedi çocuk.
    Adam içeri girdi. Ceketini çıkardı. Çevresine bakındı.
    Değişen hiçbir şey yok, diye düşündü.
    Ocağın kıyısındaki odunları gördü.
    Yeniden kapının önüne çıktı. Çocuğa,
    Madem gelmedi, odunları kim koydu? diye sordu.
    Ben, dedi çocuk.
    Peki, dedi adam. Artık burda bekleme.
    Ben kimseyi beklemiyorum, dedi çocuk.
    Öyleyse niçin sabahtan beri burda, kapının önünde
    oturduğunu söyledin bana? dedi adam.
    Hiç, dedi çocuk.
    Sustular-adam ve çocuk.
    Burda durmamı istemiyosan giderim,
    dedi çocuk.
    Nereye? dedi adam.
    Nereye olursa, dedi çocuk.
     
    ...............................................................
     
    Kadın, öteden, ağaçların arasından çıkmış
    eve doğru yürüyordu.
    Garip bir yürüyüşü vardı. Sanki önünde
    ya da ardında bir köpek.
    Ama kadın yaklaştıkça çocuk gördü ki
    köpek filan yok.
    Kadın yalnız. Tek başına.Ama önünde ya
    da ardında bir köpek varmış gibi tedirgin
    yürüyor.
    Çocuk, kuyunun yanındaki oturduğu taştan
    kalktı.
    Yaklaşmakta olan kadına, Nerde kaldın?
    diye sordu.
    Kadın çocuğa, Ne dedin? diye sordu
    Çocuk kadına, Dayım seni çok merak etti,
    dedi.
     
    Kadın(çocukla burun burunaydı) saçlarını
    geriye attı, göğsünü ileriye uzattı. Çocuk
    kadından yayılan kokuyu içine çekti.
    Kadın çocuğa doğru bir adım daha attı,
    çocuğun başı döner gibi oldu.
    Gözlerini kadına kaldırmaya cesaret
    edemiyerek, Nerden geldin? dedi.
    Ormandan, dedi kadın.
    Çocuk gözlerini kadının gözlerine dikti.
    Ormandan mı? Nasıl buldun yolu?
    Daha önce gelmiştim, dedi kadın.
    Ben seni ilk kez görüyorum, dedi çocuk
    (Sesi titriyordu.)
    Ben geldiğimde sen yoktun, dedi kadın
    çocuğa doğru bir adım daha atarak.
    Ama ben hep burdayım, dedi çocuk.
    Öyleyse hatırlamıyorsun, dedi kadın.
    Şimdi yan yanaydılar. Eve doğru birlikte
    yürüyorlardı.
    Terle karışık, o güne değin duymadığı
    garip bir koku duyuyordu çocuk.
    Kadın elini çocuğun başına götürdü.
    Saçlarını okşadı.
    Demek, sen hep burdasın, öyle mi?
    Evet, dedi çocuk.
    Peki dayın?
    O da burda, dedi çocuk.
    Kadın çocuktan gelen, ot, gübre, koyun
    kokusunu çekti içine. Kaç yaşındasın? dedi.
    Çocuk, Onüç, dedi.
    Koca bir adamsın demek, dedi kadın.
    Elini çocuğun dağılmış saçlarından çekti.
     
    Kapının önüne geldiklerinde, kadın,
    kilidin horozunu kaldırıp itti. Kapı açıldı.
    Kadın bir adım attı. Sonra çocuğun girmesini
    bekledi.
    Çocuk, Ben girmeyeyim, dedi. Dayım
    içerde.
    Olsun, ne çıkar, dedi kadın.
    Kazlara yem vermem gerek, dedi çocuk.
    Bu saatte mi? dedi kadın.
    Çocuk sorunun yanıtını vermeden
    koşarak uzaklaştı.
    Kadın kapıyı kapamadan bir adım daha
    attı.
    İçerde hiçbir ışık yoktu. Yalnız pencereden
    süzülen günün son ışıkları.
    Kadın bu loşlukta ilerledi.
    Nerdesin? diye sordu.
    Yanıt alamadı.
    Hiçbir nesnenin görünmediği, hiçbir çiçeğin
    kokmadığı, hiçbir ışığın ve ateşin yanmadığı
    odada ilerledi kadın.
    Uyuyor musun? diye fısıldadı.
    Hayır.
    Erkeğin sesiydi bu.
    Sesin geldiği yöne doğru ilerledi kadın.
    Erkeğin uzanmış olduğu döşeğin
    başucundaki gaz lambasını yaktı. Lambayı
    yükseltip erkeğin yüzüne baktı. Sonra
    odada gezdirdi lambayı. Üzeri muşamba
    kaplı masayı gördü. Sonra tahta iskemleleri.
    Sonra yerdeki hasırı. Sonra sönmüş ocağı.
    Sonra erkeği gördü-çırılçıplak.
    Elindeki lamba söndü.
     
    Buraya gel, dedi erkeğin sesi.
    Kadın, elinde sönmüş lamba, sesin geldiği
    yöne doğru ilerledi. Ayakları döşeğin
    tahtasına çarpıp durdu.
    Bir elin bacaklarına dokunduğunu duydu.
    Sönmüş lambayı yere bıraktı. Çömeldi.
    Bacaklarına dokunan el, kasıklarına
    doğru ilerledi.
    Aynı anda erkeğin soluyuşunu duydu
    kadın.
    O soluyuşa doğru eğildi.
    Sen misin? dedi kadın.
    Erkek, Evet, demedi. Kadını kendine
    doğru çekti.
     
    Kazları yemlemiş çocuk pencereden
    içeriye bakıyordu.
    Işık yoktu. Hiçbir şey görülmüyordu.
    Yalnız, dayısının, Nerde kaldın? dediğini
    duydu.
    Gözünü pencereden ayırdı. Kulağını
    pencereye dayadı.
     
    Kadının sesi duyuldu. Ormanı yürüyerek
    geçtim. İki kez yolumu yitirdim.
    İki kez mi? dedi dayısı.
    Evet, dedi kadın.
    Çocuğu gördün mü? dedi dayısı.
    Evet,dedi kadın.
    Nerde şimdi? dedi dayısı.
    Kazlara yem veriyor, dedi kadın.
    Lambana n'oldu? dedi dayısı.
    Söndü, dedi kadın.
    Öyleyse soyun, dedi dayısı.
     
    Soyundu mu?
    Çocuk görmedi.
    Ama duydu:
     
    -Elini ver bana. (Dayısının sesi.)
    -Buraya gelmemeliydim. (Kadının sesi.)
    -Daha önce de gelmiştin. (Dayısının
    sesi.)
    -Bir kez daha gelmemeliydim. (Kadının
    sesi.)
    -Geldiğine göre. (Dayısının sesi.)
     
    Sonra hiçbir ses duymadı.
    Sonra, uzun bir süre sonra:
     
    -Böylesi bir gelişi hiç beklemiyordum.
    (Dayısının sesi.)
    -Senin için. (Kadının sesi.)
     
    Uzun bir sessizlik. Sonra:
    -İki dağın arasını unutma. (Kadının
    sesi.)
    -Unutmam. (Dayısının sesi.)
    -Oyluğu da unutma. (Kadınınsesi.)
    -Nasıl unuturum? (Dayısının sesi.)
    -Boynumu da unutma.
    -Hiç unuttum mu? (Dayısının sesi.)
    -Topuklarımı da. (Kadının sesi.)
    -Kulaklarını, kulaklarının ardını,
    saçlarını, göğüslerini de unutmam.
    (Dayısının sesi.)
    -Diline de söyle, dilin de unutmasın
    tenimi. (Kadının sesi.)
    -Olur dilim de unutmaz. (Dayısının sesi.)
    Elini ver bana.
     
    Çocuk sonra hiçbir şey duymadı. Ama
    pencereden de ayrılmadı.
    Nice sonra kadının söyledikleri ulaştı
    kulağına:
     
    -Kokumu alıyor musun?
    -Evet. (Dayısının sesi.)
    -Ya sesimi?
    -Evet. (Dayısının sesi.)
    -Seslerle de sevişilebilir, biliyor musun?
    -Evet. (Dayısının sesi.)
    -Öyleyse niçin burdayım? (Kadının
    sesi.)
    Bir gülüş. Bir kahkaha. Odayı dolduran.
    (Dayısının.)
     
    -Çünkü burda telefon yok.
    -Elektrik de yok. (Kadının sesi.)
    -Evet, yok.(Dayısının sesi.)
    -Karanlıkta daha iyi. (Kadının sesi.)
    -Aşkın ışığa gereksinimi yoktur derdi
    babam. (Dayısının sesi.)
     
    Gülüşler. Kahkahalar. (Kadın ve Erkek.)
    Sonra uzun bir sessizlik.
    Sonra bir çığlık:
     
    -N'oluyoruz? (Kadının sesi.) Bir deprem
    mi bu?
    -Korkacak bir şey yok, ölüyoruz. (Dayısının
    sesi.)
     
    Çocuk pencerenin önünden ayrıldı.
    Soluk soluğa koşmaya başladı. Çınarın
    altında durdu. Ayakları dibinde yılışan
    köpeğe bir tekme attı. Sonra yıldızlara
    baktı.
     
    -Ölürlerse ölsünler, dedi.
     
     
    *Ferit EDGÜ
  16. İNTERLOCK
    http://youtu.be/c93ApxeI28A
     
    şamdanları donanınca eski zaman sevdalarının
    başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın
    nemli yumuşaklığı tende denizden gelen mâhın
    gizemli kanatları ruhta ölüm karanlığının
    başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın
     
    yansıyan yaslı gülüşmelerdir karasevdalı suda
    bülbüller kırılır umutsuzluktan yalnızlık korusunda
    eylem dağılmış gönül tenha çalgılar kış uykusunda
    ölümün tartışılmazlığı nihayet anlaşılsa da
    başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın
     
    bir başkasının yaşantısıdır dönüp arkamıza baksak
    çünkü yaşadıklarımız başkasının yargısına tutsak
    su yasak rüzgâr yasak açık kapılar yasak
    belki bu karanlıkta yasakları yasaklasak
    başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın
     

  17. İNTERLOCK
    ..
    agnia 23/07/2005 : 14:22:20
     
    Gelecekte en popüler iş "yeni dünyalar" projeleri olacak.
    Bir projede binlerce insandan oluşan bileşimler çalışacak.
    Bileşimler yarışacak;
    önce mekanlar, sonra koşullar, daha sonra
    bilinç kazanması planlanan oyuncu prototipleri
    hazırlanacak.
    prototipler kendilerini hazır hissedene kadar
    onların içinde konaklayacaklar.
    Öngörülebilecek en yüksek olasılıkların hesaplanması için
    onbinlerce alt kontratlar yapacaklar.
    İnce ince dokuyacaklar.
    Sonra sonuçtan emin mutlulukla sahneye çıkacaklar.
    Yine de kazalar olacak!
    Peki buna üzülecekler mi?
    Yoooooo...
     
    O kadar çok detay var ki bunu akıl almaz.
    Bir gün detaylara şöyle bi bakayım dediydim;
    geri dönemiyordum nerdeyse!
     
    Küçük bi örnekleme çabasına gireyim:
    bir insan (günümüzde) sadece tek objeye bakabilir, onu
    ya bütün olarak görmeyi seçer ya da objenin içinden yine
    tek bir noktaya zoom yapapabilir.
    Bu küçültme işlemi gözün kabiliyeti oranında içeri doğru
    götürebilir; fakat hep BİR NOKTA ya zoomdur bu.
     
    Gelecekte bir birleşim (geleceğin insansıları) ise,
    bi objeye baktığında, onun tüm (yine de sonsuz değil)
    bileşenlerine anı anda zoom yapabilir!
     
    Bu çoklu zoom işlemi şu anda olmuyor mu?
    Pek tabi oluyor ama bilinçle algılanamıyor.
    Sezgisel dediğimiz (farkındalıklı olmayan) bu
    bütünsel algılama, geleceğe doğru atılmış
    milyarlarca maladır!.
    Geleceğin duvarını örüyor o malalar.
    Şu anda yalnızca tek zoom luk iş yapabilen
    eski bir prototipiz biz.
     
    Gelecekte aynı işi yapan bi baska daha birleşim, daha bi
    çok birleşim olduğunu düşünün!
    Bunların her birinin fırlatmış oldukları binlerce malanın
    birbirleriyle çarpışma olanak/olasılık girdaplarını
    hesaplayın!
    İki bileşimin bu çarpışmalar için her bir karşı mala
    ile kontrat yapmaları gerektiğini de düşünün!
    Akıl alacak şey değil.
     
    Eğer orada zaman dondurma gibi kayıp dağılmamış
    olsaydı bu tek dünya planlaması bi kaç milyar yıl sürerdi!
     
    Nasıl birleşeceğiz peki?
     
    Asla birbirimize benzemememiz gerekiyor.
    Her insan TEKtir ve öyle kalmalıdır.
    Gelecekte bir birleşim işte bu biricik/tek parçaların
    her birinin gönül rızasızyla kendi iradesini o birleşim'e
    sunması/bağışlaması ile mümkün olacak.
    Bizi bundan şu anda ne men ediyor?
    İrademizi (ki bu sevgidir) kendimizden çekip guruba
    devredemiyoruz.
    Birleşebilmek için kendimizden bi tane daha olmasını
    arzu ediyor ve deli gibi onu bulmaya çalışıyoruz.
    Ne çaresiz bir çaba!
    Bu mümkün değil.
    Bu oyun trilyonlarca yıl bile bu şekliyle devam etse,
    hayır biz GELECEĞE geçemeyiz!
     
    İnsanlar bilinçsizce/sezgisel olarak hep gurup kurmaya
    itiliyorlar. Bu itilim çoğunlukla korkudandır.
    İyi ki varmış korku!
     
    Fakat kurulan guruplar dünya tarihinde hiç bi zaman
    (en azından 25 bin yıldır) -gurup- kelimesinin ötesine
    yani -bileşim- olmaya geçemediler.
    Buna fırsat kalmadan dağıldılar.
    Biz burada şu anda bin ayaklı bir binayak'tan
    bahsediyoruz. Ayakların her biri özgün olacak ve
    iradesini(sevgisini) birliğe devretmiş olacak.
     
    Tıpkı şu anda vücudumuzun her biri -özgün-,
    uzuvlarının hücrelerinin iradelerini bize bırakmış
    olmaları gibi!
    Kimbilir onlar(uzuvlarımız) da bu iradeyi bize bırakmak
    için kaç trilyon yıl çabaladılar!
    Deli gibi korkuyorlardı herhalde..
     
    Oysa verdiler de ne oldu?
    Biz uzuvlarımızı çok seviyoruz, onları ölüm pahasına
    koruyoruz (önce can sonra canan şeklinde),
    aslında korkacak bişey yokmuş meğerse! Bunu
    anladıkları için (uzuvlarımız) şimdi keyif yapıyorlar
    Gerçi onlarda hala bütünlerini bize terketmediler, eğer
    etselerdi varoluş, sapmasız haline geri dönebilirdi.
     
    Bi yerlerde söylemiş olmalıyım:
    Birleşmek, BİR olduğuna aymanın yavaşlatılmış
    sürecidir.
     
    Her şey, bütün düğüm şu noktada çözülecek;
    kendimizden bir tane daha aramayı bıraktığımızda.
     
    Sarılın, ne duruyorsunuz, şu anda size en yakın duran
    kişiye sarılın.
    O belki şu anda yalnızca fiziken yanınızda olandır; taksi
    şöförüdür, otobüste yanınızda dikilendir, içki masasında
    yanınızda oturan, ya da şu anda sevişmekte olduğunuz,
    ya da beşiğini sallamaktan yorulduğunuz oğlunuzdur. Ne
    fark eder, onların her biri ASAL sayıdır, kendinden başka
    bir tek BİR’e bölünür.
    Şu anda gördüğünüz ilk kişiye sarılmanız yeterli.
    Yaptınız mı?
    Şimdi birleşik ama tek damla gibi görünüyorsunuz.
    Başka damlalar da çekilecek size artık;
    çünkü yoğunluğunuz/çekim gücünüz arttı.
     
    İnsanın DNA sında var olduğu söylenen 40000 genden
    her biri özel bilgiler içeriyor. Yani her biri TEK! Fakat yine
    de kırkbini de birleşip iradelerini DNA ya devretmiş
    görünüyorlar. Onlar yaptıysa biz neden yapamayalım?
    İşte bana göre gelecek böyle inşa ediliyor
     
    Not:
    Gelecek diye yukarıda tarif ettiğim her şey zaten şu
    anda olmaktadır. Bu eş-zamanlılığı ifade etmek
    gerçekten biraz zor!
     
    bağlantı
     
    moortip 09/08/2006 : 09:41:22
     
    ben felsefe pek bilmem.. delil aramam..
    ancak konu başlığı "hikmet"
    öyleyse, hikmet'ten bahs edelim..
     
    mes'ele, fikirler ile tasavvurlar arasındaki
    bağı kabul veya redd etmek pozisyonunda
    ne yapacağımızı bilmek ise..
     
    cari olan muhit tesirlerinin etkisi altında kalıp-
    kalmadığımızın tartışmasını yapmak ve hükm'e
    gitme yolları aramak ise..
     
    bir problemimiz olduğu takdirde, çabuk ve
    kolaylıkla nasıl çözebileceğimizin yolunu bulmak
    için araştırmalar yapmak ise..
     
    uzatmadan söyliyeyim..
    ve fazla bilmiş olmanın da gereği yok..
     
    sevgili agnia'nın yukarıdaki ifadelerini dikkat ile
    ve öneririm bi kaç kez okuyunuz..
     
    nedensellik ve eşzamanlılık üzerine derinleşiniz
    ve sonra sizi bağımlı kılan, şu ana kadar
    "edinmiş olduğunuz" değerlerin/kriterlerin
    "hatalı/eksik/yetersiz" olabileceğinin mümkün
    olduğunu, acı da olsa ve hiss ya da duygu dahi
    olsa kabullenmeye çalışınız.
     
    büyü gibi.. belki sihr..
    nasıl değişiveriyor her şey..
    akmaya başlıyor hayat..
    ve sizi de alıp-götürerek..
    farklı bi ülkeye..
    kendi bildiğince.. özgürce..
     
    ..
  18. İNTERLOCK
    MANTIK:

    -geçerli olan ne, geçersiz olan nedir;
    -neler işe yarar biçimde tartışılıp
    kanıtlanabilir, neler kanıtlanamaz;
    -kategorik bir kıyas nasıl sınanır;
    -hep aptalca hatalar yapmaktan
    nasıl kurtulunur?
     
    *tersine, eğer öyle olduysa, olabilir;
    -eğer öyle olmuş olsaydı, olabilirdi:
    -ama olmadığına göre, değildir.
    -mantık işte budur!
     
     
    ETİK:
     
    -hangi davranışlar doğrudur ve
    hangi amaçlar iyidir?
    -davranışların doğruluğu, sonuçlarının
    iyiliğinden mi ileri gelir?
    -bir niyetin erdemliliğine, yönlendirdiği
    davranışların doğruluğuna bakarak mı
    hükmedilmelidir?
     
    *bir kuruluşun satış elemanı, elektrik
    tesisatınızın nasıl yenileneceğini size bütün
    ayrıntılarıyla anlatmışken ve köşe başındaki
    nalbur dükkanını işleten adam da fişle-prizi
    birbirinden ayırmayı bilmezken, malzeme
    alma işini köşedeki nalbur yerine, satış
    elemanının kuruluşundan yapmak daha az
    mı kötüdür?
     
    -insan davranışlarının bunlara az çok benzer
    pratik yönleri.
     
     
    ESTETİK:
     
    -güzellik ve sanat ve zevk,
    -standartlar ve yargılar ve eleştiri,
    -aristotales ve oscar wilde ve sharon stone.
    -sevdiğimiz şeyi niye severiz?
    -sanat sanat içindir diye bir şey var mıdır?
    -yoksa sanat, renk lekelerinden vemırıldanılabilir
    tonlardan ve bir satırdaki sözcüklerden ibaret
    bir şey midir?
    -bir sanat eserinden maksat nedir, bir şeyi
    temsil etmesi mi, yaratıcısının kimliğini ifade
    etmesi mi, yoksa izleyicisini kendisine çekmesi mi?
    -ve güzel nedir ile iyi nedir arasında bir ilişki
    var mıdır?
     
     
    EPİSTEMOLOJİ:
     
    -herhangi bir şeyi gerçekten biliyor muyuz?
    -ve eğer biliyorsak, bildiğimiz bu şey nedir?
    -ve onu nasıl bilebiliyoruz?
    -ve onu bilebildiğimizi nasıl bilebiliyoruz?
    -ve onu bilebildiğimizi nasıl bilebildiğimizi
    nasıl biliyoruz? vb.
     
    *geleneksel felsefi araştırma,
    -klasik epistemoloji üzerinde daha az,
    dil üzerinde daha çok;
    "nasıl bilebilirsin" sorusu üzerinde daha az,
    "ne demek istiyorsun" sorusu üzerinde daha
    çok durur olmuştur.
     
     
    METAFİZİK:
     
    -doruk noktası; dünya olarak da bilinen, şeylerin
    her şeyi kapsayıcı şemasını ve insanın bunun
    içinde oynadığı rolü anlamak amacıyla girişilen
    nihai kategoriler arayışı/didikleyişi.
    -eski buluşlar varlığı, özü, zamanı, mekânı, tanrı'yı,
    ben'i ve nedeni kapsamıştı.
    -bizi izlemeye devam edin.
    -ama nefesinizi tutmayın;
    -şimdi artık birçok felsefeci, metafiziği; "aşırı şiirsel"
    ve "bilim öncesi" sayıyor.
     
     
    fazla KÜLTÜR
    GÖZ çıkarmaz
    J.Jones-W.Wilson
    Boyner Yayınları
     
    ..
  19. İNTERLOCK
    Defterdar'da semâ'î kahvesine gittik. Caddeden de-
    nize giden büyük meydan, saz ve sesle dolu. Ağaçlardan
    al al bayraklar sarkıyor. Semâ'î kahvesi bu muhitin gö-
    beğinde. Kahvenin önünde, ağaçlar altında bir masanın
    etrafına oturduk. Eski İstanbul'un lehçesinden şetâretine
    kadar bütün vâris olan tâbîler sesleriyle ortalığı çınlatıyor
    lar; çayı, kahveyi, nargileyi, ağaçlar altında kahve ocağına
    sürekli bir nağme ile ısmarlıyorlar, bir tulumbacı çalâkliğiyle
    etrafta dönüyorlar. Sekiz on çay kadehini bir tepside iki
    parmak üstünde getiriyorlar. Burada eski İstanbul canlı
    bir levha gibi.
     
    Klârnet, tiz ve yanık sesiyle bir taksim tutturdu.
    Kâğıthane dört yüz senelik hâtırasiyle hava halinde esiyor.
    İnsan, dinledikçe maziye karışıyor, ruh bir çocuk sevinciyle
    ürperiyor, çifte nâra ve darbuka ile artık Türk şevki içinde
    kayboluyor.
     
    Divan okunmağa başladığı zaman vecdimi zabtede-
    medim. İki genç arkadaşla kahvenin içine girip, orada
    herkesle beraber küçük iskemlelere oturarak dinlemek
    hevesine kapıldık, girdik, kapı yanında oturduk.
     
    Külhânbeyi, bıçkın, çapkın, tulumbacı, kabadayı, hâ-
    sılı Türk İstanbul'unun bütün bu şen unsuru burada. Kâh-
    ve lebâleb dolu. Tavan ve duvarlar donanmış, bayraklar,
    bayraklar, bayraklar, binlerce küçük bayraklar, renk renk
    fenerler, bir tarafta Türklüğün kahramanı Mustafa Kemâl'in
    resmi; bir tarafta Türklüğün cihan pehlivanı Kara Ahmed'in
    resmi. Bütün bu kabadayı halk terbiyeli, vakur, sâkit.
    Beni ve arkadaşlarımı yabancı hissettiği halde hiç istifini
    bozmuyor. Yalnız arada sırada, klârnetle çifte nâranın
    kalbimize vardiği şevkin tesirini yüzümüzde gördükçe,
    göz ucuyla bakıyor, bizi külhânbeyliğinin mâna ile dolu
    sevimli bir bakışiyle süzüyor.
     
    Divandan sonra semâ'îye sıra geldi. "Ayrancı" oku-
    yordu. Sesinde bir yanık kokusu olan bu yaşlı şehir çocuğu,
    Mekteb-i Hukuk'tan mezunmuş. Mektepten çıktıktan
    sonra kendi keyfine göre semâ'î okuyabilmek için semt
    olarak Kâğıthane civarını ve sanat olarak ayrancılığı tercih
    etmiş. Tanıdığım hukukşinaslar, bu şen adamdan daha
    bahtiyar değildiler.
     
    O ağaçlardan, o al bayraklardan, o tâbi, klârnet, çifte
    nâra ve semâ'î seslerinden ayrılırken, daima muhafaza
    edeceğimi tahmin ettiğim bir hâtırayı iyi seçebilmek için
    durdum. Belki son semâ'î söylenen yer olan o kahveye
    bir daha dikkatle baktım.
     
    Yahya Kemal

    ..
  20. İNTERLOCK
    Günlerden bir gün, ünlü bilimci- ki söylentiye
    göre Bertrand Russell'dır- gökbilimi üzerine
    bir söylev vermektedir.
     
    Dünyanın güneşin etrafında nasıl döndüğünü,
    güneşin de galaksi denilen uçsuz bucaksız
    yıldızlar kümesi etrafında ne şekilde devindiğini
    anlatır.
     
    Konuşmasının sonunda salonun en arkalarında
    oturan ufak tefek yaşlı bir bayan ayağa kalkar;
     
    "Bütün söyledikleriniz saçma sapan şeyler.
    Aslında, dünya dev bir kaplumbağa'nın sırtında
    bir tepsi gibi durmakta!" der.
     
    Bilimci, yüzünde esaslı bir gülümseme ile yanıtlar:
     
    "Peki, ya kaplımbağa neyin üstünde duruyor?"
     
    "Sen çok akıllısın delikanlı, çok akıllı"
    der yaşlı bayan.
    "Ama ondan aşağısı hep kaplumbağa!"
     
    Zamanın Kısa Tarihi
    Stephen W. Hawking
    Doğan Kitapçılık
     
    ** **
     
    KAPLUMBAĞA:
     
    Farsça:
    *Gaylem= Kaplumbağa:
    -Mugaylan ağacı/Dünya/Dikenlik yer/Kul/Cariye,
    Güneş sitemi/Akıp-giden/Gemi.
    -İnsanlar arasında mer'i ve muteber ve mütedavil
    olan/Ekranda ve gözle seyredilen manzaralar ve
    seyredenler tarafından çok beğenilen, güvenilen
    ve inanılan; sürümde/versiyon/tedavül/varyant/
    örnek/tasvir/hikâye olan ya da sunan.
    -Kadınların, elbise üzerine örtündükleri çarşaf.
     
    Arapça:
    *Selâhif/Sulahfat=
    -Zihinde canlandırılan şey'ler.
    -Yokluk/gayr-ı mevcud olan ve fakat var gibi
    algılanan şey'ler; resim ve heykeller gibi/
    Statues/Stabileishment
    -İllet-i temessül/Causalite.
    -Tasarlama.
    -Tasvir:
    Görebildiğimiz ve hissedebildiğimiz şeyleri bize
    gösterebilecek veya hariçte vücudu olmayan ve
    fakat hissedilen şeyleri duyurabilecek meleke.
    (tdk)
     
    **
     
    -Batıl şey'leri/eşyaları güzel tasvir etmek,
    her demde, sâfi olan zihinleri cerhdir,
    hem idlâli..
    (sözler)
     
    Cerh=
    Yara açmak/Dimağda kargaşa ve panik.
    Idlâl=
    Hak olan dinden çıkmak/Azmak/Doğru ve hakk ve
    hakikat caddesinden ayrılma/İslâmiyetten sapma.
    (os.-arp. sözlük)
     
    Jaine'lerde: Sanskrit: Bir imaj olarak;
    *Suvatra=Kaplumbağa
    -Tasavvur/Tasvir.
     
    İngilizce'de:
    *Turtle=
    -Cebir=Haber alarak, bilgilenerek telafi etmek.
    -Kötü bir etkiyi veya sonucu başka bir etki ile
    yok etme, karşılama, yerine koyma suretiyle
    telâfi/Tefe'ül sistemi/Yom' yorma/Şom giderme.
    -Sistemin uygulama alanı olan, göreceli zaman
    ve mekân ve eşyalar âlemi.
     
    **
     
    İrenler aydur:
    "Biz yürüriken tüş görerüz,
    tüşümizni neye yoraruz?
    Yom'a yoraruz, hayra yoraruz.
    Kaba kaba arefeler, ulu ulu bayramlar,
    lonpay lonp."
     
    Barak Baba
    Tasavvuf
    A. Gölpınarlı/1961
    Yükselen Matbaası

  21. İNTERLOCK
    bülbül'üm,
    gel de dile söyle
    benimle bile sesini duyur güle
    çile bülbül'üm çile
     
    müjde! ey güzel kuşum
    bahara döndü kışım
    gül oldu içim-dışım
    çile bülbül'üm çile
     

    ..
     
    ..
  22. İNTERLOCK
    ..
    Hoş bi rally idi..
    Dün gece arşivimde ve bi konu üzerine
    araştırıp.. dolanıyorken gözüme çarptı..
    paylaşayım istedim..
     
    BLOGCU
    BANA, BAZEN GÜVENEBİLİRSİNİZ..
    9/12/2006
     
    Philadelphia Deneyi:
     
    Lânetli Olaylar isimli kitabında George Langelaan,
    çok esrarengiz ve inanılması çok güç bir olaydan
    bahseder. Olay Amerikan sahil muhafaza gemisinin
    1943 Kasım'ında başına gelenleri anlatır:
     
    Askerî Gemi, Philadelphia Limanında ve bağlı iken,
    aniden gözden kaybolur ve sonra şanslı seyirci ve
    resmî gözlemcilerin şaşkın bakışları altında tekrar
    ortaya çıkar.
     
    Gözden kayboluş, geminin gitgide görünmez hale
    geçmesi tarzında değil, mekân içinde/uzay aniden
    kayboluşu tarzında olmuş, ve sonra 640 km ötede
    Virginia'nın Norfolk Limanında, ilkinin tıpkısı olan
    bir geminin ortaya çıkışı, akıl almaz bir biçimde
    gözlenmiştir.
     
    Kısaca, Philadelphia'da kaybolan gemi Norfolk'ta
    ortaya çıkıyor, sonra Norfolk'ta kaybolup ilk yerine,
    bağlı olduğu limana dönüyor.
     
    Sonradan yapılan açıklamalar ile, yazarın bu konu
    üzerinde yaptığı yorumlar ve fikirleri şöyledir:
     
    1942 yılında, bir bilimöncüsü olan Dr. Jessup, Deniz
    Araştırmaları Dairesine; Einstein'in, "birleşik alanlar"
    teorisine dayanan bilimsel bir sistem sundu.
    Bu sistem gemileri görünmez hale getiriyordu.
     
    Deneyleme, açık denizde, 1943 yılında yapıldı.
    Deney gemisi gözlemcilerin gözleri önünde kayboldu,
    sonra tekrar ortaya çıktı ve gözükme ve kaybolma
    devreleri duruma "son verme" yolu bilinmediğinden
    devam etti ve gemi denizin üzerinde gerçekten de
    inanılması güç mesafelere taşındı.
     
    Neticede, insanı sersemleten bu fantasya durduruldu,
    ama gemidekilerin bir çoğu, ister "büyük bir ateş
    içinde tükenmiş olsun", ister "başka bir kâinata geçmiş"
    olsunlar, kaybolmuşlardı.
     
    Olaydan kurtulanların bir kısmı şiddetli delilik krizleri
    içinde öldüler.
    Bu olaylar basında Allen imzasıyla yayınlandı.
    F.B.İ.'nin araştırmalarıyla yazanın Dr. Jessup olduğu
    anlaşıldı.
    Sonradan Dr. Morris K. Jessup, otomobili içinde ölü
    bulundu.
    Polis kayıtlarına göre "intihar" etmişti!
     
    Esasında bu olay Birleşik devletlerin Deniz Bakanlığının
    en gizli dosyaları arasındaydı. Yayın yoluyla Philadelphia
    News'de halka bildirilirken tamamen ortadan kalktı,
    yasaklandı.
     
    Her ne olursa olsun, esrarı aydınlatmak artık
    imkânsızdır, zira denizciliğe ait belgeler kamu
    alanından çekilmiştir.
     
    Özel manyetik alan etkisinde, maddenin nakli
    hakkında Einstein her nekadar yardıma çağrılsa
    da hiç bir bilimsel teori, kanun, gözlem ve fizik
    veriler deneye en ufak bir itibar göstermeye izin
    vermemiştir.
     
    R. Charroux
    F. Lagarde
     
    ** ** **
     
    9/12/2006 -
    Yazan: nhvnd
     
    erbab-ı tasavvufun bir anda bir kaç yerde olmasını
    açıklayabilir mi ne dersiniz?
    ya da Kayserili meczup Cemil Babanın sabah namazını
    Kabede kılıp gelmesi olayını filan???
     
    aah ah, ne kadar merak ediyorum ölüm nasıl bir olay
    ve histir bir bilseniz.
    dün namazda birden aklıma geliverdi...
    insanların etrafı görüp kendini göremediği gerçeği. ..
     
    bir kulede sandım bir an kendimi.
    bir kulenin içine yerleşmiş bir "ene " ...
    başka varlıklara bakıyor da kendi enesini kendi dışına
    çıkıp seyredemiyor..
    bir an bir dürtü geldi... nedir bu varlık kendinden başka
    herşeyi farkeden ama kendi
    merkezini algılayamayan...
    bu halden çıkılabilse nasıl bir şey olur acaba...
    kendini dahi gören latif bir göz mü?
    her zerrede bir göz yani... Fesubhanallah....
     
    "Enel hakk " sözü böyle bir mertebeye çıkışın şaşkın
    bir ifşaatı olmasın?
    kendini dahi gören göz...
    içi dışı önü arkayı, dört ciheti...
    her zerrenin kendini ve ötekileri farketmesi...
    ya da her zerrenin bir zerre oluvermesi...
    ya da başı sonu olmayan bir bilinç hali...
    akl-ı küll böyle midir acaba?.......
    Ne kadar isterdim bu halleri bilmeyi...
    külli iradeye katılmayı...
    ?????????????????????
    ne kadar bilirsek bilelim yine de sonsuzun yanında
    zihnimizin adlandırabileceği en büyük sayı dahi sıfıra
    yakındır...
    Vallahi bir şeycikler anlıyorsam Arab olayım..
    teslim olmayana şaşarım doğrusu....
     
    Bağlantı
     
    9/12/2006 - fantastik
    Yazan: atesinsesi
     
    her şey hızlı bir biçimde değişiyor,bilim aman tanımıyor...
    ama öyle değil her şey ticari kapitalizmin kar hesapları
    kadar gelişmekte birde diğer türlüsünü düşün,petrolün
    yerini ışık enerjisi almış cevre felaketleri önlenmiş
    şimdi yol bildiğimiz her yere ağaçlar dikilmiş çeşit çeşit
    kömürün ne olduğunu insanların unuttuğunu bir düşün....
    peki bu grizu patlamalarında ölenler için ne düşünecekler
    kim bilir...
    hele bu şavaşlar için ne diyecekler acaba,
    atalarımız çok barbarmıydı acaba mı olacak düşünceleri...
     
    görüyorsun ya fantastik edebiyata çok uzak değil hayat,
    ama yalanlara hep uzak kalalım
     
    sevgiyle
     
    Ara Bağlantı
     
    Yazan interlock
     
    şair arkadaşım..
    .."yalan"
    ..bir satıh'ta..
    .."kaygan"
    ..bir zemindeyiz..
    ..ve..herkez kendince..
    ..bir çıkış yolu arıyor..
    ..yardımlaşmak ve anlattığın o zorlukları..
    ..bir şekilde..aşmak zorundayız..
    ..önümüzde karanlık bir gelecek var..
    ..hepimiz görüyoruz işte..
    ..geldiğin..katıldığın için teşekkür ederim..
    ..hep beraber olalım..
    ..sevgiler sana..
     
    gün: 9/12/2006 saat: 10:32
     
    Bağlantı
     
    9/12/2006 - SEVGİLİ EFENDİM..
    Yazan: interlock
     
    ..bazen..bir şeyi çok istiyorsunuz..
    ..bulamıyorsunuz..çaresiz kalıyorsunuz..
    ..ancak..
    ..o çok aradığınız..
    ..hemen önünüzdedir..
    ..göremiyorsunuz.. elinizi uzatıp alamıyorsunuz..
    ..neden?
    ..neden gözler-kulaklar mühürlendi?.. efendim..
    ..neden..
    .."iflâh olmaz ölüler!."
    ..oluverdik?
     
    .."sen onları diri sanırsın.."
    ..saygılar..
     
    Bağlantı
     
    9/12/2006 - ???
    Yazan: nhvnd
     
    evet, neden, sizce neden?
     
    Bağlantı
     
    9/12/2006 - HERKES..EFENDİM..
    Yazan: interlock
     
    ..meselâ;
    ..bilgisayar'ını açarken.. bir seri..
    ..doğru uygulamalar yapması gerektiğini..
    ..eğer yapmazsa.. donanımının..
    ..işlevini yerine getiremiyeceğini.. çünki..
    ..sistemin böyle düzenlendiğini.. biliyor..
    ..ve uyguluyor.. ama..
     
    ..kendi varlığının'da böyle düzenlenmiş..
    ..bir sistem olabileceğini.. söylediğinizde..
    ..bakıyor, gülüyor, geçiyor..
     
    ..neyse..biz işimize bakalım.. efendim..
     
    ..şeriat uygulanmadan.. ve hem çok dikkatle..
    ..makina/sistem açılmaz diyorum..
    ..vesselâm..
     
    Bağlantı
     
    9/12/2006 - Yok Oldu
    Yazan: Agnia
     
    Çok yıllar önce "Yok Oldu" isimli kitapta okumuştum bu
    konuyu ve çok etkileyici bulmuştum. Özellikle duvarın
    içinden geçerken tam o anda görünür olup, hücreleri
    duvarla karışık kalan adam aklımdan çıkmadı
     
    Evet şuna katılıyorum ki, her varlık için adım adım
    uygulanması gereken bir eğitim planı var. Daha doğrusu
    vardı. Bulunduğumuz şu kritik zamanlarda artık bunları
    belirtmenin de gereği pek kalmamış olabilir.
    Şimdilerde "kendin ol" durumu slogan haline getirilebilir.
    Bi çeşit baca temizliği gibi.
     
    Bağlantı
     
    9/12/2006 - ben de bişey biliyorum ama...
    Yazan: asiyenasılkurtulur
     
    okumuştum ki bi kaynakta, Hallac-ı Mansur Bağdat'da
    katledildiğinde; şehrin 7 ayrı kapısında aynı anda görüldüğü
    söylenmiş...
     
    yanlış mı biliyorum hocam...
    bi de diyesim şudur ki ben yaniyim,
    böyle başlangıç paketi gibi bişeyler önerseniz...
    bi de ben nasıl desem bilmem...
     
    ateşeuçanpervaneasiye...
     
    Bağlantı
     
    9/12/2006 - HOŞGELDİNİZ..EFENDİM..
    Yazan: interlock
     
    ..şimdi efendim sizin söylediğiniz..
    "kendini bilmeli"..son cümlenize aynen
    ..katılıyorum..ancak..
    ..her birey, kendi bilgi oranı kadar..
    ..kendini bileceğine göre..
    ..öyle anlaşılıyor ki..
    ..kategoriler..ve..bağlı farklı..öğretiler..
    ..olacaktır..
     
    ..en doğru nokta sayılabilecek parametre..
    ..ve..bence efendim..o noktaya yakın
    ..varlıkların....kendi aralarında..
    ..paylaşmaları-bütünleşmeleri..
    ..gayesidir..ki..
    ..aramaya gerek te yoktur..
    ..çünki..bu eşdeğerli varlıklar..spontane..
    ..bir araya gelirler..
    ..nizam böyle vaz'edilmiştir..
     
    ..bu erk alanına adapte olamayan varlıkların..
    ..her seviyede..o ortamdan uzaklaştıklarını
    ..bir sebeb ile görürsünüz..
     
    ..teşekkür ediyorum..
    ..sevgiler efendim..
     
    Bağlantı
     
    9/12/2006 - HALLAC- MANSUR PROGRAMI..
    Yazan: interlock
     
    ..uygulayıcıları..
    ..şu anda dahi..
    ..şehrin yedi kapısından..şehre..
    ..girmektedir..
    ..ve..dar ağacı her daim kuruludur..
    ..ve her daim..bu nev' dökülen kanlarda..
    ..bir gül açmaktadır..
     
    ..Yüce Yaradan..
    ..görmeyi nasib etsin..ehl- i imâna..
     
    yanıkkokuyorsunasiyeyıkanemi:))
     
    Bağlantı
     
    9/12/2006 - merhaba ben amazonik:)
    Yazan: isimsiz
     
    tövbe tövbe diyesim geliyor..
    ilginç geldi.
     
    sizede iyi bir hafta sonu dilerim:)
    görüşmek üzere..
     
    Bağlantı
     
    9/12/2006 - İncil'den ve Kur'an'dan..
    Yazan: candan
     
    şunu çok seviyorum :
     
    Mat 7:7-8 :
    Dileyin, size verilecek; arayın, bulacaksınız;
    kapıyı çalın, size açılacaktır.
    Çünkü her dileyen alır, arayan bulur,
    kapıyı çalana kapı açılır.
    ,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
    ve
    Yunus-39 :
    Hayır.
    Onlar bilgileriyle kavrayamadıkları, tevili de kendilerine hiç
    gelmemiş olan bir şeyi yalan saydılar.
    Bunlardan önce gelip geçenler de yine böyle inkâr etmişlerdi,
    amma bak zâlimlerin âkıbeti nasıl oldu.
     
    40:
    Onlardan ona inanacaklar da var, inanmayacaklar da var.
    Rabbin fesatçıları en iyi bilendir.
    41:
    Eğer seni inkâr etmeyi sürdürürlerse, de ki;
    ''Benim amelim bana, sizin ameliniz de size âittir.
    Benim yapacağım sizi ilgilendirmez,
    sizin yapacağınız da beni ilgilendirmez.''
    42:
    İçlerinden seni dinlemeye gelenler de var.
    Sen, sağırlara, üstelik akılsız da olanlara dinletebilir misin?
    43:
    İçlerinden sana bakanlar da var.
    Fakat sen, körlere, üstelik basiretleri de yoksa
    hidâyet edip yol gösterebilecek misin?
    44:
    Şurası kesindir ki Allah, insanlara zerre kadar zulmetmez.
    Ne var ki, insanlar kendi kendilerine zulmedip duruyorlar.
    ,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
     
    Interim Lokumum,
    izninizle, Oglenam'a küçük bir not iletmem gerekiyor,
    zirâ sitesine girmekte çok zorlanıyorum.
    belki de sayfadaki resimlerden falan zor açılıyor,
    inşallah beni duyuyordur,
    sırf bu yüzden yorum bırakamadığım oluyor.
     
    selâmlar..
     
    Ara Bağlantı
     
    Yazan interlock
    ne demek efendim..
    sahife sizindir..
    ..ne yazıp-çızıktırmak isterseniz..
    ..çızıktırınız..da..
    ..kalemin ucunu fazla..açmayınız..
    ..sivriltmeyiniz..
    ..korkarım batar felan..acıtır..
    ..eli..gözü kollamak gerek..
    ..sağlıcakla kalınız..
    ..hayırlı bir akşam dilerim..
     
    Düzenleyen interlock gün: 9/12/2006 saat: 18:13
     
    Bağlantı
     
    9/12/2006 - ama bakın yine...
    Yazan: asiyenasılkurtulur
     
    anlamadım ki ben imanızı?
    hem mansur neden hallac?
    mucizesi mi varmış bi hallacın yanında ,
    yoksa babası mı hallac imiş...
    tek farkımız o dillendirmiş...
    sanırım...
     
    takdirbekleyenpüripaktemizasiye
     
    Bağlantı
     
    9/12/2006 - O MANSUR BİR ZÂT İDİ..O YÜZDEN..
    Yazan: interlock
     
    ..takdir; sizden bizedir..
     
    ..eğer, daha önceden edinilmiş..
    ..paran yoksa..
    ..gerektiği zaman neyi harcıyacaksın?
     
    ..o mansur'du..
    ..yardımı almış.. istediğine kavuşmuştu..
    ..da..
    ..yüzüne-gözüne bulaştırıverdi işte!..
    ..hallac gibi..
    ..attı-savurdu..
     
    ..sana bi sır vereyim mi?
    ..çokmeraklısırrîasiye..
    ..fakir kal.. daha iyi..
    ..varlıklı olup.. azacağına..
    ..ve
    .."gül" de..üzülmesin..
     
    ..nedersinagâhiyeasiye..
     
    Bağlantı
     
    9/12/2006 - konuyla ilgili yazmak şart mıdır?
    Yazan: asiyenasılkurtulur
     
    şimdi bu yazdığınızı okuyunca aklıma güselim bi türkü geldi
     
    ama hocam, nereye yazsam bilemedim...
     
    düşürdün aşkın narına
    karıştırdın küle beni
    atın yolun kenarına
    yar geçtikçe göre beni
     
    kırda meleşir kuzular
    derdim çok yarem sızılar
    gönül sevdiğin arzular
    götürsünler yare beni
     
    ecel gelir hak'tan ferman
    can çekilir kalmaz derman
    ekin idim oldum harman
    savursunlar yele beni
     
    ali rıza'm sızlar yara
    gülistandım döndüm hara
    çekiverin zülfikar'a
    kılsın pare pare beni
     
    yoksayanlışmıyapıyorasiye
     
    Bağlantı
     
    9/12/2006 - ASİYEHİÇYANLIŞYAPMAZANEFES
    Yazan: interlock
     
    şu benim divane gönlüm
    yine hubdan hûba düştü
    mah cemâlin şûlesinden
    dalgalandı göle düştü
     
    kiminin meskeni külhan
    kimi derviş kimi sultan
    kimi yâri ile mihman
    bu ayrılık bize düştü
     
    kimi aşka vermiş değer
    kimisi boynunu eğer
    kimi atlas libas giyer
    şükür bize abâ düştü
     
    ah! ben nidem nidem
    yaralıyam kime gidem
    ya! hâlim kime arzedem
     
    asiyesanagüzelbirgeceolsun
     
    Bağlantı
     
    9/12/2006 - ben biliyorum!!!
    Yazan: nihavend
     
    bir muhterem demişti ki Hallac-ı mansur yolun
    başlangıcında olanlardan!!!
    kabı dar gelmiş tecelliyi faş etmiş....
    çok olgunlaşamamış galiba...
    bize de böyle kıyl u kaali kaldı onların...
     
    sahi hocam , o yedi kapıdan birden girenlerin isimleri
    mahfuz mu, bilmemizde sakınca var mı?
     
    "gönül nur-i cemalinden Habibim bir ziya ister
    gözüm hak-i rehinden ey tabibim tutiya ister
    nola bir kerre şad olsa cemal-i ba kemalinle
    ki kemter bendeniz Esad sana olmak feda ister."
     
    şol muhterem gibi mi ?
     
    Bağlantı
     
    9/12/2006 - EFENDİM..
    Yazan: interlock
     
    hallac-ı mansur'un..
    sırrı faş ettiği konusu!
    bilemiyorum..
    bu tür ifare kullanılabilir mi?
     
    ..ancak bildiğim tek şey..
    ..hadd'in aşıldığıdır..
    ..ve sizi ilk tanıdığım günlerde..
    ..bir kelime/kavram kullanmıştınız..
    "istidrac"..
    ..bu tehlike hepimizi beklemektedir..
    ..kontrosuz güç, güç değildir..
    ..diyorum..ve..
    ..kimse bilgi edinimi dahi olsa..
    ..niyeti çok iyi dahi olsa..
    ..****-ı gayrette olmamalıdır..
     
    ..saygılar..
     
    Bağlantı
     
    10/12/2006 - ?
    Yazan: nhvnd
    ****-ı gayretten kastınız?
     
    Bağlantı
     
    10/12/2006 - LİTERATÜRDE..
    Yazan: interlock
     
    ..haddi aşan bir gayret ile..
    ..bir konuda uğraşmak..
    ..ifrat ya'ni.. tefrit..
    ..bi anlamda taassub..
     
    ..haddi olmayan işlere kalkışmak
    ..ve acele etmek..
    ..sad olmadan.. sad'lığını ilân gibi..
    ..bu anlamda kullanılıyor..
    ..saygılar..
     

  23. İNTERLOCK
    ..
     
    Güncel Bellek, görüntülü, adı konulmuş,
    deneyimsel birikimleden kurgulanmış ve
    güneş temelkabul merkezli aktif-edilgen
    sistemdir.
     
    Öyle olduğunda; güncel bellek, dışarıdan
    gelen her tür nesnel tesirlere karşılık
    verirken ölçüsü "O KADAR" dır.
     
    Ve bu anlamda güncel belleğin içeriği
    "KİŞİ" nin "KENDİ" si olmaktadır.
     
    Kişisel
     
    **
     
    Kim olduğumu ya da ne demek istediğimi
    pek bilemeyeceksiniz ama yine de size
    sağlık getireceğim.
     
    Walt Whitman
    Kendi Şarkım
     
    **
     
    İmgeler, davranışlar ve bunların fizyolojik
    sonuçları aynı fenomenin birleşik yapıda bir
    görüntüsüdür.
     
    Jeanne Achterberg
    The Role of Imagery in Healing
     
    **
     
    Zihinsel işlevlerin ruhçözümlemesince
    Ben, Üstben ve "HANİ ŞU ŞEY" diyerek
    üç büyük alana ayrılmasının, vücuddaki
    tüm işlevlerin dirimsel-bedensel olarak
    sınıflandırılmasıyla küçük bir ilintisi
    dahi yoktur.
     
    Dirimsel Enerji alanı; vücud dış yüzeyinin
    epey ötesine taşmaktadır ve bu iki kuramsal
    yapı, iki değişik doğal alanı ve yöntemleri
    farklı betimlemektedir.
     
    Bu ikisini "vücud işlevleri" alanında kabul
    ederek uygulama yapamayız.
     
    Bu iki kuramsal taslak arasında TEK BİR
    çakışma noktası vardır, o da ruhçözümsel
    kuramının "O ŞEY Kİ" dediği alandır, yani
    ruhbilimin bitip, dirimsel doğabilimin,
    ruhbilimin çok ötesine uzanan bilim dalının
    başladığı noktadır.
     
    WILHELM REICH
    CHARAKTER ANALYSE
     
    **
     
    TEVRAT
    EYUB: 40/6-15
     
    RAB kasırganın içinden Eyüp'ü
    şöyle yanıtladı:
     
    Şimdi erkek gibi kuşağını beline
    vur da Ben sorayım, sen anlat.
     
    Adaletimi boşa mı çıkaracaksın?
    Kendini haklı çıkarmak için
    beni mi suçlayacaksın?
     
    Sende Tanrı'nın bileği gibi bilek
    var mı?
    Sesin O'nunki gibi gürleyebilir mi?
     
    Öyleyse şan ve şerefe bürün,
    Görkem ve yücelik kuşan.
     
    Gazabının ateşini saç,
    Gururluya bakıp onu alçalt,
    Gururluya bakıp onu çökert,
    Kötüleri bulundukları yerde ez.
     
    Hepsini birlikte toprağa göm,
    Mezarda yüzlerini kefenle sar.
     
    O zaman sağ kolunun seni
    kurtarabileceğini
    Ben de kabul ederim.
     
    İşte seninle birlikte yarattığım
    BEHAMOTH!
     
    **
     
    KUR'AN
    BAKARA: 155
     
    "Yemin olsun ki sizi korku, açlık;
    mallardan-canlardan-meyvalardan
    eksiltme türünden BİRŞEY ile
    mutlaka imtihan edeceğiz."
    "SABR EDENLER' e müjde ver."
     
    "Ve leneblüvenneküm bi şey'in minel
    havfi vel cû'i ve naksin minel emvâli
    vel enfüsi ves semerâti ve beşşiris
    sâbirîn"
     
    ..
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.