
dünyahepimizin
Φ Üyeler-
İçerik Sayısı
2.434 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
4
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
dünyahepimizin tarafından postalanan herşey
-
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
dünyahepimizin şurada cevap verdi: kaplan-200 başlık Güncel Konular
Sn demirefe tabiiki destek verme zorunlulugunuz yok ama sunuda söylemeden gecemiyecegim, en azindan üzgün oldugunu belirtiyorsun, bu sevindirici, ama üzgün olmaniz bile sizi vatanhaini ilan ettirir dikkatli olmak gerek. -
''Ya sev ya terk et'' ile taçlanan Korkunun Cumhuriyeti...
dünyahepimizin şurada cevap verdi: mavi olmayan gökyüzü başlık Güncel Konular
saygilar sn Evren, yüregine saglik, güzel bir siir, ama anlayana. -
''Ya sev ya terk et'' ile taçlanan Korkunun Cumhuriyeti...
dünyahepimizin şurada cevap verdi: mavi olmayan gökyüzü başlık Güncel Konular
Faili mechul yok sn Evren, tümünün failleri belli. Koskoca devlet her karanligi aydinlatabiliyor ama sözde faili mechuller konu ise bulunamiyor suclular, sebebi de cok kolay, suclu olan kendisini ele verirmi? Kendisini yargi önüne cikartirmi? Ya sev ya terk et demek kolay onlar icin, cünki meydani bos bulmak istiyorlar ve istedikleri gibi hareket etmek icin git diyorlar acikcasi. Neymis efendim devlet adam öldürmezmis, duyda inanma. Kundakdaki cocuklar bile biliyor ve görüyor ama bizler illada üc maymunu oynamak istiyoruz. -
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
dünyahepimizin şurada cevap verdi: kaplan-200 başlık Güncel Konular
Inandiricilikla alakasi yok sn politika. Önemli olan olaylara cözüm gözüyle bakmak. Osmanli devleti sinirlarinda oldugu icin önce güvenlikle sorunlu olan devlet sucludur. Birde daha düne kadar öyle bir katliam yok dnirken simdi oldu ama biz degiliz deniliyor, cok dikkat cekici. Diger taraftan benim adima karar vermekten vazgecin. Siz kendi adiniza gösrüslerinizi bildirin yeter. Benim bir yazimi gösterinki Ermeniler sadece Türkler tarafindan öldürülmüs demis olayim. Bulamazsiniz, ama genede siz benim ve baskalarinin adina ne olduklari hakkinda karar vermeye devam ediyorsunuz. Bu da sizin konulara nasil yaklastiginizi gösteriyor. -
Ulusalci ve Atatürkcü Yalcin Kücük ve PKK sevgisi
dünyahepimizin şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
Yalçın Küçük`ün Apo ile şaşırtan ilişkisi Yalçın Küçük`ün Abdullah Öcalan`la ilişkisini anlatan eski PKK`lı Şükrü Gülmüş, `PKK`daki en üst düzey yetkililer bile Yalçın Küçük kadar Öcalan`a yakın değildi` dedi. Yalçın Küçük`ün Abdullah Öcalan`la ilişkisini anlatan eski PKK`lı Şükrü Gülmüş, `PKK`daki en üst düzey yetkililer bile Yalçın Küçük kadar Öcalan`a yakın değildi` dedi. Eski PKK`lı Şükrü Gülmüş, Öcalan için `kardeşim` diyen Yalçın Küçük`ün Türkiye`den PKK`ya bilgi aktardığını ve Bekaa Vadisi`nde şortla gezdiğini anlattı. Yalçın Küçük`ün Öcalan ile olan ilişkisinden rahatsız olduğu için PKK`dan tasfiye edildiğini ifade eden eski PKK`lı Şükrü Gülmüş, Yalçın Küçük ve Öcalan arasındaki ilişkiye dair çarpıcı açıklamalarda bulundu: `Öcalan benim sayemde bu noktaya geldi, diyen Yalçın Küçük ve Apo ilişkisine bizzat tanık oldum. Yalçın Küçük Bekaa`da 3 ay şortla gezip Abdullah Öcalan ile söyleşi yaptı. Yaptığı görüşmeyi gazetede haber yapmadığım için beni örgütten tasfiye ettiler.` `BAŞKANI İYİ GÖRDÜM` Gülmüş, Küçük`ün 1990`da PKK`nın yayın organı olan Yeni Ülke Gazetesi çıktığında Öcalan tarafından gazeteye Basın Danışmanı olarak atandığını anlattı. Küçük`ün böylece PKK çevresine girdiğini anlatan Gülmüş, `Öcalan o dönem beni Basın Yayın sorumlusu olarak atadı. Yeni Ülke`yi devraldım. ÖCALAN`LA ÇOK SAMİMİYDİ Küçük orada basın danışmanı oldu. Yalçın Küçük`e tavır alan tüm temsilciler tasfiye edilmişti. Arkasında Öcalan`ın olduğunu tahmin ettiğim için dikkatli davranmaya çalıştım. O dönem Küçük, Öcalan ile 3 ay Bekaa`da kaldı. Öcalan ile uzun bir söyleşi yaptı ve daha sonra bunu `Dirilişin Öyküsü` adı altında kitaplaştırdı. Şu an gazetelerde yayınlanan fotoğraflar o döneme ait. Yalçın Küçük gazeteye geldi ve `Başkanı çok güzel gördüm. Başkan ile yaptığım söyleşi Yeni Ülke`de sür manşetten verelim` dedi` diye konuştu. Gülmüş söz konusu söyleşiyi gazetede yayınlamadığı için örgütten atıldığını dile getirdi. Öcalan`ın, Küçük ile sık sık telefonda görüştüğünü anlatan Gülmüş, `PKK`daki en üst düzey yetkililer bile Yalçın Küçük kadar Öcalan`a yakın değildi. Öcalan ve Küçük birbirlerinden faydalanıyorlardı. Yalçın Küçük, Öcalan`a ve PKK`ya Türkiye`den gelebilecek saldırıları önceden Öcalan`a bildiriyordu. Yalçın Küçük de Öcalan`dan aldığı bilgileri bacanağı Prag Büyükelçisi Sabri Cenk Duatepe aracılığıyla Genelkurmay Başkanlığı`na iletiyordu` dedi. Yeni Şafak Ben kendim bile 90 li yillarda Berlin'de bir Newroz kutlamalarinda Yalcin Kücük'ü dinledim ve aynen yukaridaki haberde belirtildigi gibi Apodan büyük baskanim diye söz etmisti. Diger taraftan Türkiye hakkinda bir PKK'lidan daha fazla kötü sözler sarfetmisti ve sanki PKK'nin lideri Apo degilde oydu imasini vermisti. Yalcin Kücük'ü iiy taniyalimki Türkiye'de nelerin döndügünüde iyi anlayalim. Sorun disarida degil, bilhassa icimizde cözüm istemeyen gücler hakim. Bunlar ceteleserek ve devleti icten ele gecirerek yikmak isteyenler. Her zaman söylemistim ve gene tekrar ediyorum: PKK, ERGENEKON, SUSURLUK,milliyetci gecinen mafya ve ceteler ve siyasiler. Bunlar tümü ortak calisan, sadece kagit üzerinde birbirine zit gözüken güclerdir. -
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
dünyahepimizin şurada cevap verdi: kaplan-200 başlık Güncel Konular
Bir dönemler Apoya sayin Baskanim diye hitap eden ve her sempozyumda PKK propagandasi yapan, yeni dönemin en büyük Atatürkcü ve ulusalcisi olarak taninan Yalcin Kücük kendi sitesinde 1915 yilinda Ermeni vatanadaslarina karsi yapilan katliam tipi öldürme olaylarini kabul ediyor ama, bu öldürme olaylarinin Türk'lerle alakasi olmadigini bilakis Ibraniler tarafindan yapildigini iddaa ediyor. " ........ İşte Yalçın Küçük’ün ezber bozan açıklamaları: İbranilerimizi Tebrik Ediyorum Böyle bir kampanya yapmalarına çok sevindim. Kendilerini tebrik ediyorum. Benim söylediklerimi yapıyorlar. Bu imzacılar bana çok karşılar ancak benim söylediklerimden, tavsiyelerimden kurtulamıyorlar. Ayrıntısına girerek kimseyi rahatsız etmek istemiyorum ancak benim görüşüm şudur: “Ermenilere yapılanların çoğunu biz Türkler yapmadık”. Bunlar içimizdeki İbrani asıllıların yaptıkları bir iştir. Daha detaylı olarak söyleyecek olursak Ermeniler’e karşı yapılan eylemlerin faili içimizdeki Sabetayistlerdir. Bu genel olarak son 150 yıldır Türkiye’de bir Hristiyan, Yahudi savaşları olduğunu, biz Türklerin de bu savaşlarda sadece figüran olduğunu söylüyorum. ........... " Kaynak : -http://www.yalcinkucuk.net/haber_detay.asp?haberID=198- Daha neler duyacagiz, cok merak ediyorum. -
Perinçek' ten Öcalan'a Mektup İstanbul, 23 .05.2000
dünyahepimizin şurada cevap verdi: dünyahepimizin başlık Güncel Konular
Aşağıdaki sözler İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'e aittir: "Kürt sorununa çözüm demokratik, federal, emekçi cumhuriyetidir. Türk milliyetçisi ve piyasacı düzen partileri Kürt illerinde iflas etti... Kürt milleti kaderini tayin hakkına kayıtsız şartsız sahiptir. Eğer isterlerse ayrı bir devlet kurabilir. Emekçilerin çıkarı, tam hak eşitliği ve özgürlük temelinde, gönül birliği gerçekleştirmektedir. Kürt illerinde referandum yapılmalıdır. Referandumda ayrılığı savunanlar da özgürce propaganda yapabilmelidir..." (Doğu Perinçek, 2000'e Doğru Dergisi, 15 Eylül 1991) Sözde vatansever ve Atatürkcüleri iyi taniyalim ve gercekten terörün son bilmesini istiyorsak gözlerimizi acalim. Abdullah Öcalan'ın DGM savcıları tarafından İmralı Cezaevi'nde alınan ifadelerindeki şu sözleri, Perinçek'in kimliğini en iyi şekilde gözler önüne seriyor: "Doğu Perinçek'in 1991 yılında kampımıza geldiği ve benimle görüşmeler yaptığı doğrudur. Doğu Perinçek bana 'siz bu şekilde muvaffak olamazsınız, benim siyasi yapılanmam içinde yer almanız daha doğru olur' şeklinde telkinlerde bulunuyordu." Hani Dogu Perincek PKK nin yanina sadece repörtaj yapmak icin gitmisti????? Demekki ates olmayan yerden duman cikmaz misali PKK'da Ergenekon denilen cetenin icinde. -
''Ya sev ya terk et'' ile taçlanan Korkunun Cumhuriyeti...
dünyahepimizin şurada cevap verdi: mavi olmayan gökyüzü başlık Güncel Konular
Devlet adam öldürmez????? O kadar isbatlanmis öldürme olaylari var olmasina ragmen halaa devlet adam öldürmez diyorsak pes dogrusu derim. Demekki biz baska bir gözle bakiyoruz olaylaraki her seyi toz pembe görüyoruz. -
Sn kaplan-200, siz aslinda bilmeden ve istemeden PKK propagandasi yapiyorsunuz ve bunun farkinda bile degilsiniz. Nedenini size aciklayayim. Siz Türkiye'de yapilan hak ihlalleri raporunun yalan, yanlisla dolu oldugunu ve sadece terörüstlerin anlatimlarina inanildigini iddaa ediyorsunuz. Türkiye'deki hak ihlalleri sadece terörüstler tarafindan söylenmiyorki. Türkiye devleti bile iddalar karsisinda kendini savunamayacak durumumda iken ve hatta bir cok kez mahkemeler tarafindan yargilanmisken, sizin bu sonuca terörüstlerin yalan haberlerine göre varildigini iddaa etmeniz, PKK terör örgütünün aslinda sadece bir kac hainlerden olusmadigini ve gücsüz olmadigini kabul ettiginiz gibi, Türkiye'de ve dünyada sözünü gecirebilen büyük bir kurulus olarak gördügünüz anlamina geliyor.
-
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
dünyahepimizin şurada cevap verdi: kaplan-200 başlık Güncel Konular
Sn Efendi Türkler sizin önerinizde aslinda fena degil. Pekihala siz, ben ve diger bir cok Türk ve Ermeni bayramda birbirlerini ziyaret ederek konuyu kapatirlar. Buyurun ilk bayramda önerinizi hayata gecirin ve ilk destek hemen benden. -
Önce o söyde Atatürkcü ve yurtseverleri iyi taniyalimki Türkiye'de aslinda neler olup bittigini iyi anlayalim. Mesela bugün Yalcin Kücük ve Perincek hakkinda güzel haberler yolladim. Kendiniz de isterseniz baska kaynaklardan arastirip daha da iyi ögrenebilirsiniz. Bu iki sahista kendilerini Atatürkcü, yurtsever ve ulusalci olarak gösteriyorlar. Diger sözde vatanseverlerinde durumlari bu iki Atatürkcüninkinden farkli degil malesef. Istedigimiz kadar bu sahislari iyi gösterelim veya kim olduklarini görmemezlikten gelelim, durum bundan ibaret ve gercekler devamli gercek olarak kalacak.
-
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
dünyahepimizin şurada cevap verdi: kaplan-200 başlık Güncel Konular
Cok haklisiniz sn Suheyla, bazilarinin malesef Türkiye'de olan bitenler ve Türkiye'nin gelecegi hakkinda düsünme ve söz söyleme hakkini sadece kendilerinde görmeleri. Diger konulara bile bakarsaniz gene ayni zihniyeti görüyorsunuz. Islerine gelmeyen ve onlar gibi düsünmeyen herkes kolayca Türk olmuyor, vatanhaini ilan ediliyor, PKK'li ilan ediliyor, Ermeni yapiliyor ( Ermeni lafi tabiiki positif anlamda kullanilmiyor). Bakiyorsunuz Ermenistan tarafina orada da durum bizimkinden farkli degil. Türkiye ile olan olaylari aydinlatmak isteyenler aynen bizde oldugu gibi Ermenistan düsmani olarak ve Ermenistan'a ihanetle suclaniyorlar. Böyle keskin vatanseverler aslinda ülke yararina calismiyorlar, sadece amaclari cözümsüzlük. 93 yildir geldigimiz nokta belli, tekrarlamak zorundayim malesef, kin ve nefret. -
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
dünyahepimizin şurada cevap verdi: kaplan-200 başlık Güncel Konular
Ben vermis oldugum örnek ile sadece kampanyalarin devlet tarafindan degil de sahis ve kuruluslar tarafindan da yapilabilecegini göstermekti. -
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
dünyahepimizin şurada cevap verdi: kaplan-200 başlık Güncel Konular
O kendi anlayisiniz. Siz öyle görüyorsunuz ve kampanyayi elestiriyorsunuz, saygim var. Ama sizin dogrunuz sizin icin gecerli ve kampanyayi sizin gibi görmeyenlerde olduguna göre onlara da saygi göstermek gerek. Söylemistim tahammül gerek, ama o da bizde yok malesef. -
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
dünyahepimizin şurada cevap verdi: kaplan-200 başlık Güncel Konular
Dalga gecerek hic bir yere varamayiz. Sizinde bildigi gibi Alman Hiristiyan demokrat partisi (CDU) Hessen eyalat secimleri öncesi yabancilara karsi imza kampanyasi yapmisti. Alman devleti ve insanlarinin hepsi böyle bir kampanya ya katilmamis olsalar bile, onlar kendi adlarina baslattilar ve imza verenler oldu. Yani bu örnekten de görüldügü gibi her sahis, parti ve kuruluslar kampanya baslatabilirler. Önemli tahammül oda bizde yok malesef. Tahammülsüz oldugumuzda zaten yeni bir durum degil. Kampanya ya katiliriz veya katilmayiz, bu ayri bir durum. Kimse katilmak zorunda degil. -
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
dünyahepimizin şurada cevap verdi: kaplan-200 başlık Güncel Konular
Her sahis istedigi konuda kampanya acabilir ve herkesin imzasina sunabilir, bunda yadirgayacak hic bir sey yok. Imza kampanyalarai ne ülkemizde nede baska ülkelerde ne ilk nede son. Her dönem sahis veya sahislar tarafindan kampanyalar baslatilabilir. -
Erken Seçim 'de Milliyetçi İslamcı Cephe MHP/SP/BBP/BTP/ATP
dünyahepimizin şurada cevap verdi: atalayd başlık Politika Bilimi
Yilardan beri Milliyetci ve Islamcimcepheler yönetti ülkeyi ve geldigimiz yer cok acik ve net. Durumdan kimse memnun olmadigina göre Milliytci ve ümmetci cephe iflas etmistir ve gelecek icin umut degildir, aydinlik icin demokratik güclerin birligi gerek. -
ERGENEKON=?SUSURLUK=?GLADYO=?ULUSALCILIK?
dünyahepimizin şurada cevap verdi: Dogrucudavut başlık Güncel Konular
Günay Aslan...Bir dönem Sosyalist Parti’nin merkez yöneticilerinden ve Van İl Başkanıydı. Aynı zamanda ‘2000’e Doğru’ dergisinin bölge temsilcisi, Doğu Perinçek’in yakın dava arkadaşlarındandı. PKK’nın yayın organı MED TV’de yayınlanan ‘Panel’ isimli programda Yalçın Küçük’ün partneriydi. Günay Aslan...Bir dönem Sosyalist Parti’nin merkez yöneticilerinden ve Van İl Başkanıydı. Aynı zamanda ‘2000’e Doğru’ dergisinin bölge temsilcisi, Doğu Perinçek’in yakın dava arkadaşlarındandı. PKK’nın yayın organı MED TV’de yayınlanan ‘Panel’ isimli programda Yalçın Küçük’ün partneriydi. Hem Perinçek’i hem Küçük’ü yakından tanıyor. İkisiyle de periyodik olarak ‘kader arkadaşlığı’ yapmış biri. Şimdi Köln’de yaşıyor, kendini ‘Gazeteci-Yazar ve Politik Mülteci’ olarak tanıtıyor. Kendi ismini taşıyan Web sayfasında yazmaya devam ediyor. Aslan, Şemdin Sakık’ın mektubu üzerinden Abdullah Öcalan, Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük arasındaki ilişkileri anlatan 8 Ekim tarihli yazım üzerine kendi Web sayfasında ‘Şamil Tayyar’a Açık Mektup’ yayınlamış. O yazıdaki iddiaları üç başlıkta toplayıp hem şahsıma yönelik eleştirilerini sıralamış hem yeni bilgiler vermiş. Küfür, hakaret ve iftira olmadığı sürece her türlü eleştiriye açık olduğumuzu daha önce belirtmiştik. İlkinden başlayalım. Şöyle diyor: ‘Doğu Perinçek Bekaa’ya gittiğinde ben 2000’e Doğru Dergisi çalışanı ve Sosyalist Parti yöneticisiydim... (Öcalan’ın) Perinçek’le görüşmesinde yanlarında eski politikacı Ömer Özerturgut vardır.’ Yani, Şemdin Sakık’ın ‘Öcalan’la Perinçek baş başa görüştü’ iddiasının doğru olmadığını söylüyor. Bana sorarsanız, bu ayrıntı çok mu önemli, bence değil. Neden görüştükleri konusundaki tezi ise şöyle: ‘Perinçek, Türk Sosyalist hareketiyle Kürt özgürlük mücadelesinin Sosyalist Parti’de birleşmesini istiyordu. Bu gerçekleşmedi. Sonra da herkes kendi yoluna gitti.’ Buradaki ayrıntı dikkat çekicidir. Günümüzün sıkı kuvvacısı ve Ergenekon sanığı Perinçek’in o yıllarda PKK ile ‘ittifak’ çabası içinde olduğunun itirafı kayda alınmalıdır. Aslan, Perinçek’in ‘Öcalan’a İmralı’dan sonra mesafeli durmaya başladığı’ iddiasına karşı çıkarken, aksine destekleyici açıklamalar yaptığını belirtiyor. Ayrıca JİTEM’in ilk kez 2000’e Doğru Dergisi tarafından deşifre edildiğini anlatıyor. Burada bir miktar haklılık payı var. JİTEM’le ilgili kimi yayınların o tarihlerde sözkonusu dergide yayınlandığı doğrudur. Aynı yayınlar doğrultusunda Ergenekon sanığı Adnan Akfırat’ın hazırladığı ‘Eşref Bitlis Suikastı’ kitabı, önemli bir çalışmadır. Unutulmamalı ki, Susurluk skandalından sonra ‘JİTEM yoktur. Ergenekon vardır, tüm faili meçhul cinayetleri Ergenekon işledi’ diyen emekli Deniz Binbaşı Erol Mütercimler’in röportajlarını 1997’de yayınlayan da 11 yıl sonra ‘Ergenekon palavrası’ diye başlık atan da aynı dergidir. ‘Küçük beni aradı’ Gelelim, Şemdin Sakık’ın mektubunda yer verdiği, ‘Abdullah Öcalan’a suikast girişimini Yalçın Küçük ve Mesut Yılmaz önledi’ iddiasına... Günay Aslan, iddia için ‘doğrudur’ deyip ekliyor: ‘Bu haberi PKK’ya benim aracılığımla (Yalçın Küçük) iletmiştir. O tarihte MED TV’de her hafta Yalçın Hoca’yla birlikte Öcalan’ın da katıldığı Panel adlı tartışma programı yapıyorduk. Hoca bir gün beni Fransa’dan aradı, ‘Çok acil Apo kardeşimle görüşmem gerekir, ona suikast yapılacağını öğrendim’ dedi. Ben de hemen örgütün Avrupa yöneticisini arayıp haber verdim. Onlar irtibata geçtiler.’ Sonra? Şöyle devam ediyor: ‘Hocayla Brüksel’de bir araya geldik. Olayı sordum, Tansu Çiller’i kasten ‘Bu kadın çılgın, bu kadın memleketimizi felakete sürükleyecek, bunlar halkımız üzerinde kanlı oyunlar tezgahlıyorlar, oyunu bozduk’ dedi.’ Küçük Yalçın, bu bilgiye nasıl ulaşmış olabilir? ‘Kesin bir bilgim yok’ diyen Aslan, şu değerlendirmeyi yapıyor: ‘Eski MİT’çi Mehmet Eymür bu bilginin Genelkurmay’dan sızdırıldığını iddia ediyor. Ama eğer bu bilgi sizin de iddia ettiğiniz gibi Yalçın Hoca’ya Mesut Yılmaz’dan gelmişse bence Türkiye bugün Yılmaz’a teşekkür borçludur. Siz ya da bu tür şeyleri yazanlar farkında olmayabilir ancak, Öcalan’ın öldürülmesinin Türkiye için, Türkler ve Kürtler için ne tür sonuçlar doğuracağını bilenler iyi bilir.’ Aslan, ihbarcı konusunda bilgi sahibi olmadığını belirtmekle birlikte ‘Genelkurmay’ ve ‘Mesut Yılmaz’ arasında gidip geldiği anlaşılıyor. Mektubun ilerleyen bölümünde kanaatlerini açıklarken ‘Bence Mesut Yılmaz’ demekten kendini alamıyor. O bölümü okuyalım: ‘Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde sonuçlarının kestirilmesi mümkün olmayan iki talimat vermiştir. Bunlardan biri Öcalan’a suikast, diğeri İran’a hava saldırısıdır. İlkini bence Mesut Yılmaz, ikincisini ise son anda dönemin Cumhurbaşkanı Demirel önlemiştir.’ Bu gelişmede devlet içi çatışmaların önemli rol oynadığını öne süren Aslan, ‘Öcalan suikastini de İran operasyonunu da daha bilmediğimiz birçok şeyi de bunların çatışması engelledi.’ ‘Küçük devlet sözcüsüydü’ 8 Ekim tarihli yazımda; Abdullah Öcalan’a atfen Mesut Yılmaz ve Yalçın Küçük’e ithamda bulunmayı doğru saymadığımı yazmıştım ama gelişmeler gösteriyor ki, olayın çap büyüklüğü kanaatlerimizin dalga boyunu aşmış vaziyette. Ayrıca Yalçın Küçük, hem MED TV hem Hulki Cevizoğlu’nun sunduğu Ceviz Kabuğu programında mesaj trafiğindeki rolünü anlatmış! Küçük’ün hem PKK’nın yayın organı hem Ulusalcıların simge programının ortak paydası haline gelmesi ayrı bir tartışma konusudur. Ancak Aslan’ın mektubun son bölümünde yer verdiği şu analiz dikkatle okunmalıdır: ‘Perinçek ideolojik sapkınlığı yüzünden JİTEM’le aynı dalga boyuna geldi. Yalçın Küçük’ün devlet içindeki bir kesimin sözcüsü olduğu biliniyordu. Öcalan bunu dün de söylüyordu, bugün avukatlarıyla yaptığı görüşmelerde de söylüyor. Bu durum, karşı tarafla bir kanalı açık tutma, ilişkilenme veya yönlendirme amacıyla yapılan ve benzeri çok olayda örneklerine rastladığımız bir durumdur.’ Yani Aslan’a göre; Perinçek ve Küçük, Öcalan için ‘karşı tarafla (devlet) kanalı açık tutma aracı’ndan ibaretti. Kimin kimi kullandığı konusunda Aslan’la aynı kanaatte değilim. Hatta bu şahısların aynı yolun yolcuları olduklarını düşünüyorum. İmralı-Silivri hattı asla yabana atılmamalıdır. star -
Perinçek' ten Öcalan'a Mektup İstanbul, 23 .05.2000
dünyahepimizin şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
"Perinçek'in Öcalana yazdığı Mektuplardan biri.Okurlarımız anımsar bu mektubu.Gündemde olduğu ve aktüelliğini koruduğu için mektubu yeniden yayınlıyoruz.Nasname İstanbul, 23 Mayıs 2000, Sayın Abdullah Öcalan, Avukatlarınız selamlarınızı getirdi ve önümüzdeki süreçle ilgili görüşlerimi sordular. Onlara anlattıklarımı, Türkiye’nin bağımsızlık ve birliği için duyduğum sorumluluk gereği, ayrıca size yazmayı yararlı gördüm. Yaşanan süreçte geleceği belirleyecek kritik noktaya, öncelikle dikkatinizi çekmek isterim. Türkiye’nin demokratik devrimi ile Avrupa Birliği’yle bütünleşme projesi, birbiriyle bağdaşmaz. Bu iki program ve iki programı temsil eden kuvvetler, nesnel olarak cephe cepheyedir. Ulusal devleti ve Cumhuriyet Devrimi’ni savunan demokrasi kuvvetler ile Batı kuvvetleri arasındaki çelişmenin önümüzdeki kısa ve orta sürede çok daha derin çatışmalara yol açması kaçınılmazdır. Türkiye’de demokrasi, Kemalist Devrim’i tamamlayacak kuvvetlerin eseri olacaktır. Batı’nın büyük devletleri ise, bugün demokrasi sürecinin karşısındaki en büyük engellerdir. Özellikle ABD ve ikincil olarak Avrupa Birliği, Türkiye demokratik devrimin önünü kesen başlıca kuvvetlerdir. Onlar, Türkiye’yi demokrasiye zorlamıyor; tam tersine demokrasinin biricik çerçevesi olan ulus devleti yıkıma uğratarak, demokrasiyi imkânsız hale getirmek istiyorlar. Dayattıkları bölge polisi misyonu ve neoliberal ekonomi, demokrasi benzeri bir rejimde bile uygulanamaz. Bayar-Menderes’lerden Özal ve Çiller gibilere kadar işbirliği yaptıkları kuvvetlere bakarsak bunu çok daha iyi görebiliriz. Öte yandan onların “Kemalist Devrimin kazanımlarını yıkma” pratiklerini göz önünde tuttuğumuz zaman da, hedeflerini çok iyi anlarız. “Demokrasi ve insan hakları” veya “Kopenhag kriterleri” dedikleri program, bir demokrasi programı değil, fakat tıpkı Irak ve Yugoslavya’ya karşı yaptıkları gibi parçalama ve denetim altına alma siyasetinin araçlarıdır. Sürece ülkemiz açısından bakarsak, ABD ve Avrupa, Türkiye’den tek bir şey istiyor: “Kriz bölgelerinde müdahale gücü” rolünü üstlenmesi. Bu misyonu kibar bir ifadeyle “Batı için güvenlik üretmek” diye özetleyenler de vardır. Kopenhag kriterleri falan, hepsi bu dayatmanın hizmetindedir. Nitekim Türkiye AB aday üyeliğine kabul edilince, Alman hâkim güçlerinin Die Welt gazetesi, olayın esas anlamını şöyle saptamıştır: “Türkiye, AB aday üyeliğini kabul etmekle, evlatlarının canını büyük maceracı müttefik uğruna feda etmeye hazır olduğunu göstermiştir.” (Die Welt, 22 Aralık 1999) Buradan da anlaşılacağı üzere, Türkiye’nin Avrupa kapısında denetim altına alınması, ABD’nin politikasıdır. Economist dergisi ise, Türkiye’nin aday üyeliğinin tarihsel süreç açısından ne anlama geldiğini açıkça belirlemiş, olayı “Kemalizmin sonu” başlığıyla duyurmuştur. AB aday üyeliği ile Kemalist Devrimi tamamlamak iki karşıt süreçtir. Herkesin önüne şu soruyu koyması gerekiyor: Mehmetçiği Batı’nın güvenliği için kriz bölgelerine süren bir rejim, demokratik olabilir mi? İkinci bir soru daha: IMF reçetesi gereği, köylüye destek akçalarını kaldırarak Türkiye tarımını çökerten ve özelleştirme yoluyla bir milyondan fazla işçiyi sokağa atacak ve SSK’ları tasfiye edecek bir rejim, büyük çoğunluğa şiddet uygulamak dışında bir tercih hakkına sahip midir? İç piyasayı bile yabancı hipermarketlere teslim eden bir rejim, esnaf ve tüccarı tasfiye ederken, aynı zamanda onlara özgürlük verebilir mi? “Kopenhag kriterleri” içinde, işçiye, köylüye, esnaf ve zenaatkara, ulusal sanayici ve tüccara insaf yoktur. Bunlar, ulusal devletin dayandığı sınıflardır. Avrupa Birliği sürecinde daha ağır baskılarla dayatılan program, özgürlüğü ezici çoğunluk için imkânsız hale getirmekte, halka şiddet uygulanmasını ise zorunlu kılmaktadır. Bu programın, “azınlık mezhep ve milliyetlere özgürlük” vaat etmesine kanmak, en büyük yanılgı olur; uygulandığı her yere, kanlı boğazlaşmalar getirdiği apaçık artadadır. Kuzey Irak Kürtlerinin durumuna, Boşnakların şeriatçı bir rejim altına düşmesine, Çeçenlerin perişan haline ve Kosova’lı Arnavutların ABD bayraklarıyla yürümelerine göz atmak, Batı’nın “insan hakları” programı hakkında yeterli fikir verir. Kaldı ki, olaya dünya ölçeğinde baktığımız zaman, milliyet ve mezhep çatışmaları, her yerde emperyalizmin yayılma politikasının aletidir. Batı’nın küreselleşme programının halka maliyetinin çok ağır olduğunu görmekle birlikte, nasıl olsa başarılı olacak, biz de bu projeyle bütünleşelim ve üstte kalanların yanında olalım diye düşünüldüğü de oluyor. Bu, çok ama çok büyük bir yanılgıdır. Çünkü Türkiye, kesinlikle Avrupa Birliği ile bütünleşmeyecek, yeni oluşan dünya dengelerinden yararlanarak bağımsız ulusal devletini koruyacak ve demokratik devrimini tamamlayacaktır. Bütün olgular bu yöndedir. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üye olmak bir yana, önümüzdeki üç-beş yıllık süreç içinde cephesini Batı’dan gelen baskılara dönmek zorunda kalacağı kesindir. Hem ABD ve Avrupa, hem de Türkiye’nin Kemalist Devrim rotasındaki ulusal kuvvetleri, ülkemizin Avrupa Birliği’yle bütünleşmeyeceğini biliyorlar ve ona göre mevzileniyorlar. Bunu saptamak için, Avrupa Birliği’ne aday üyelik protokolüne bakmak bile yeterlidir. Orada, taraflar arasında dört yıl içinde bir anlaşmaya varılmazsa, Kıbrıs ve Ege sorunlarının La Haye Adalet Divanı’nda çözüleceği yazılıyor. Eğer Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle bütünleşeceği varsayılsa idi, bu tür hükümlere gerek görülmeyecekti. Çünkü Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye, o zaman Avrupa Birliği içinde birleşecek ve aralarında ne Ege kıta sahanlığı sorunu, ne de Kıbrıs sorunu kalacaktı. Herkes bilmektedir ki, süreç bu yönde değildir. Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ı da içine alan Avrupa, Protokol’a bu hükümleri koyarak, aslında gelecekte kendisi ile Türkiye arasındaki sorunlarda, La Haye Adalet Divanı’nı yetkili kılarak bir mevzi kazanmayı planlamıştır. Kıbrıs ve Ege kıta sahanlığı, önümüzdeki dönem Türkiye ile Yunanistan arasındaki değil, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki sınırı belirleyecek anlaşmazlık konularıdır. ABD açısından ise, mesele, Doğu Akdeniz’e hükmetmek için Kıbrıs’ı sorunsuz bir üs haline getirmek ve ayrıca Türkiye’nin bütün çıkış yollarını denetim altında tutmaktır. Dahası ABD, Türkiye’yi Kıbrıs ve Ege üzerinden sıkıştırıp Kuzey Irak’ta teslim alma politikası izlemektedir. Türkiye yöneticileri ise, ne yazık ki, ulusal devlet perspektifini yitirerek, böyle bir Protokol’a imza atmışlardır. Bir kısmı ise, Batı’yı bir süre daha oyalama ve zaman kazanma anlayışı içindedir. Ancak bu sorunların La Haye Adalet Divanı’na gitmeden, yani dört yıl geçmeden, önümüzdeki kısa dönemde alevleneceği kesindir. Nitekim işte alevlenmeye başlamıştır bile. Önce iran’a düşmanlık kampanyyası, arkasından Ege Ordusu’nu kaldırma önerileri ve hatta Türkiye’nin kıta sahanlığına ilişkin ihlalleri “savaş sebebi” saymaktan vazgeçmesi yolundaki görüşler, birbiri peşi sıra piyasaya sürülmüştür. Türkiye, ABD ve Avrupa ile üç cephede karşı karşıya gelmiştir: Kuzey Irak, Ege ve Kıbrıs. işbirlikçi medyanın ortada dolaştırdığı lafların kıymeti harbisi yoktur. Türkiye’nin her üç cephede de direneceğinden kimsenin kuşkusu olmasın. Bu direnmenin ulusal birikimi olduğu gibi, dünya koşulları da elverişlidir. Rusya, Çin, Hindistan, Orta Asya Türk cumhuriyetleri, iran ve bütün Asya bir blok oluşturmaktadır. ABD, Avrasya kayasına çarpmıştır. Batı uygarlığı çürümekte ve dağılmaktadır. Asya ise dinamiktir ve önüne geçilemeyen bir yükselişin içine girmiştir. Türkiye Avrasya bloku ile batı arasındaki dengeleri çok iyi değerlendirebilir ve kendisi için çok geniş bir manevra ve bağımsızlık alanı açabilir. Bütün sorun, bağımsız iradeye sahip bir Cumhuriyet Devrimi iktidarının kurulmasındadır. Batı ile potansiyel çatışma unsurları, yalnız Kıbrıs, Ege ve Kuzey Irak’ta değil, iç cephede de ciddidir. Batı Türkiye’ye, Aydınlık’ta defalarca haber konusu olduğu üzere şunları dayatıyor: 1.Ulusal Ordu tasfiye edilecek, Türk Silahlı Kuvvetleri pentagonlaştırılarak, bölge polisi haline getirilecek. 2. 28 Şubat bitirilecek, cemaat ve tarikatlar özgürleştirilecek. 3. Ilımlı islam yeniden iktidar ortağı yapılacak. 4. Yukardan denetim altına alınan PKK yasallaştırılacak. 5. Bütün bunlara muhalefet eden radikaller temizlenecek. Özeti, Avrupa’ya girebilmek için, Türkiye’den öncelikle kapıdaki vestiyere ulusal ordusunu ve Kemalist Devrim’i bırakması isteniyor. PKK’nin yasallaştırılması talebi ise, ellerinde Türkiye’ye karşı bir bölünme etkeni bulundurmak amacıyladır. Bu dayatmaların kabul edilmesi mümkün değildir. Ulusal devlet ve ulusal ordu direnir; direnecektir; kesindir bu. işbirlikçi hakim sınıfların devleti ve NATO’ya bağlı bir ordu nasıl direnir diye soranlar oluyor. şunu görmüyorlar: 28 şubat’tan beri Türkiye’de, tıpkı Kurtuluş Savaşı yıllarında olduğu gibi, iki iktidar odağı oluşmuştur. Küçük Amerika rejiminin karşısında Kemalist Devrim rotasında yeni bir iktidar belirmektedir. O nedenle sakız çiğner gibi tek bir “derin devlet”ten söz eden tahliller geçersizdir. Direnecek olan kuvvetler, Kemalist Devrim rotasında toplanmaktadır. Küçük Amerika rejimi sönerken, devrimci birikim canlanmaktadır. Osmanlı devletinin içinden Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştiren bir Kuvvayı Milliye nasıl çıktıysa, bugün de öyle olmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 28 Şubat’tan bu yana Cumhuriyet devrimi mevzisinde kararlı bir tavır göstermesi, yaşanan sürecin önemli bir işaretidir. 28 Şubat aslında 1995 Martı’nda Kuzey Irak’a yapılan Çelik Harekâtıyla başlamıştır. Türk Ordusu, bu harekâtla ABD’nin egemenlik alanına girmiştir. Arkasından gelen 1996 sonbaharındaki Türk Ordusu-Irak-Barzani işbirliği, ABD’nin Kuzey Irak’taki hâkimiyetine ağır bir darbe indirdi. Olayı ABD Genelkurmayına yakın Joint Forces Quarterly dergisi, “ABD Ordusu’nun Vietnnam’dan sonra aldığı en büyük yenilgi” olarak niteledi. Bu süreç, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ulusal devleti ve Cumhuriyet Devrimi kazanımlarını korumakta kararlı olduğunu göstermiştir. Dıştan gelen baskılar, tıpkı Kurtuluş Savaşı yıllarındaki gibi, Türk-Kürt birliğini pekiştirme gereğini de ortaya çıkarmış ve Acil Kardeşlik Çözümü’nü gündeme getirmiştir. Dışa karşı bağımsızlığı ve içte laikliği savunmak, demokratik süreci kaçınılmaz olarak ateşlemiştir. Süreç kuşkusuz iniş çıkışlıdır, zaman zaman geri dönüşleri içerir. Ancak ben bu süreçte Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ulusal devlet ve Cumhuriyet Devrimi mevzisinde kararlı bir tavır alacağına, emperyalist baskılara teslim olmayacağına güveniyorum. Bu güvenimi de her yerde olduğu gibi burada da ifade ediyorum. Türkiye’nin ulus devletinin direneceğini söylemek, dayanaksız bir umudun ifadesi değildir; toplumsal-ekonomik gerçeğe dayanır. Ulus devlet, ulusal piyasa temeli üzerinde varolur. Hiçbir ulus devlet, ulusal piyasanın dağıtılmasını ve kendi temellerinin yok edilmesini, kısacası sömürgeleşmeyi kabul etmez. Ulus devletler silahla kurulmuşlardır ve ancak silahla yıkılabilirler. Türkiye’nin barışçı yoldan yıkıma uğratılması pratiği, aslında en sonunda dıştan ve içten silahlı müdahalenin koşullarını hazırlamak ve uygun mevziler yaratmak içindir. Türkiye bu sürece kurbanlık koyun gibi başını uzatmayacaktır. Irak ve Yugoslavya direnenebilmiştir; Türkiye haydi haydi direnir. Türkiye ulusal devleti ve ordusunun direnme potansiyeli, Irak ve Yugoslavya’nın on katıdır. İnsan malzemesi, bağımsız devlet ve ordu geleneği, ekonomisi ve diğer olanakları yanında, hızla güçlenen Avrasya blokunun sağladığı uluslararası olanaklar hesaba katılırsa, Türkiye’nin Batı’ya boyun eğmeyeceği ve kendi ulusal devletini Batı’ya bir kez daha kabul ettireceği açıktır. Türkiye ile Batı arasındaki ilişkilerin normalleşmesi, egemenliğe saygı ve karşılıklı yarar temeline oturması, bu direnişle gerçekleşecektir. Burada herkesin önündeki soru şudur: Kimin yanında olacağım? Ulusal devlet ve ulusal ordunun mu, yoksa Batı’yla bütünleşme projesinin mi? Bu iki karşıt program ve kuvveti bağdaştırmak mümkün olamayacağına göre, herkes bu seçeneklerle yüz yüze gelecektir. Bir an önce safa girmek, Türkiye’nin demokratik devrimi ve Kürt sorununa çözüm açısından da önemlidir. Kürt sorununun demokratik çözümü, Batı ile işbirliği yapıldığı için değil, Batı’ya karşı kesin tavır alındığı için hızlanacaktır. Kürt sorunu, Batı ile işbirliği yapıldığı ölçüde sürüncemede kalır; Batı’yı Kürt sorununun içine davet eden uygulamalara ne kadar kararlı bir tutumla son verilirse, çözüm o kadar demokratik ve çabuk olacaktır. Çünkü Kürt sorunundaki esas engel, artık Kürt realitesini kabul etmeyen iç kuvvetler değil, Kürt sorununu Türkiye’ye karşı kullanmak isteyen dış kuvvetlerdir. O dış kuvvetlere karşı, ne kadar güçlü bir Türk-Kürt birliği kurulursa, güven ortamı o kadar sağlıklı olur ve demokratik çözümler de güncelleşir. Eğer, Kürt sorununu çözmede, Türkiye’ye karşı Batı’nın baskısından yararlanmayı düşünenler olursa, bu, Türkiye üzerindeki tehditle birleşerek sorunu çözmeye kalkışmak anlamına gelir. Matematik formüllerle ifade edecek olursak: Türk+Kürt= demokratik çözüm. Batı+Kürt= çözümsüzlük. Türk+Kürt birliği, Kurtuluş Savaşı’ndaki gibi Batı’dan gelen tehdide karşıdır. Batı+Kürt formülü ise, Türkiye’ye karşıdır. Bugünkü koşularda Batı’nın yanında olmak, aslında Türkiye’ye karşı olmak anlamını taşımaktadır. Sizin de dikkatinizi çekmiştir, Türkiye’nin bütünlüğü içinde yer almak, Batı’nın hoşuna gitmiyor. Denecektir ki, Türkiye devletini yönetenler elli yıldır Batı işbirlikçisidir. Doğru! Zaten Türkiye’yi bu hale getirenler de onlardır. Biz devrimciler, elli yıldır onlara muhalefet ediyoruz ve Kemalist Devrim’in kazanımlarını savunuyoruz. Küçük Amerika rejimi açısından deniz bitmiştir. Batı ile işbirliği yoluyla Türkiye’ye yapılan kötülüklerin sonuna gelinmiştir. Yaratılan mafya-tarikat-gladyo rejimi derin bir krize girerken; Kemalist Devrim kendisini yenileyerek canlanmaktadır. Türkiye’nin ulusal devletini ve diğer devrimci kazanımlarını savunmak, statükoyu korumak değil, devrimci bir sürece omuz vermektir. Türkiye, kendini savunmak için elli yıllık küçük Amerika sürecinin oluşturduğu mafya-tarikat-gladyo rejiminden kurtulmak durumuyla karşı karşıya gelmiştir. Bu nedenle ulusal devletin savunulması, Türkiye’de köklü bir iktidar değişikliğine ve yenilenmeye yol açacaktır. Bu olay, Kurtuluş Savaşı’yla başlayan devrime benzer. Türkiye, sömürgeleşme tehdidinden kurtulayım derken, Osmanlı Ortaçağından da kurtulmuş ve demokratik devrim sürecinin en önemli atağını yapmıştır. Benzer bir durumda bulunduğumuz tahlilini yapan işçi Partisi, Aralık 1999’da yaptığı 5. Genel Kongresi’nde bu sürecin ihtiyacına cevap veren bir iktidar projesi kararlaştırdı ve önüne üç birlik görevini koydu: - Siyasal düzlemde: Kemalist-Sosyalist ittifakı. - Kitlesel düzlemde: Türk-Kürt birliği. - Yaptırım düzleminde: Halk-Ordu birliği. Program ise, Altı Ok’tur. Altı Ok, hâlâ geçerlidir; önümüzdeki devrimci adımın temel yönelişlerini içerir. Altı Ok, halk açısından doğru olmanın ötesinde, Türkiye’nin büyük güçlerini birleştirecek tek formüldür. “Demokratik Cumhuriyet” gibi formülleri, demokrasi düşmanı neoliberal çevreler de paylaşıyor. Altı Ok ise, eskilerin deyişiyle “Efradını cami, ağyarına mâni” bir programdır; yani fertlerini toplar, düşmanına da engel oluşturur. Altı Ok benimsendiği zaman, emperyalistlerle ve halk düşmanlarıyla birleşme tehlikesi yoktur. Altı Ok’u farklı kavramlarla ifade etmek mümkündür; ancak o zaman programın sihiri bozulur; büyük kuvvetler birleştirilemez ve tarihten kuvvet alınamaz; kısacası hedefe ulaşılamaz. Altı Ok, Kemalist ile Sosyalisti, Türk ile Kürdü, Halk ile Orduyu birleştirebilecek tek formüldür. Bu nedenle Altı Ok’un alternatifi yoktur. Türk-Kürt birliğinin örgütsel biçimi, birlikte örgütlenmektir. Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk ve Kürdü, Anadolu’da bir hükümet kurmak için, Müdafaai Hukuk Cemiyetleri’nde birlikte örgütlemesi, bugün de örnek alınacak çözümdür. Birlikte örgütlenme, birliği sağlamlaştırır. Ayrı örgütlenme, ayrılma etkenlerini güçlendirir. Batı’nın “PKK’yi yasallaştırmakta” diretmesinin nedeni, Türkiye’yi bölme tehdidini elde bulundurmak içindir. Buna olanak verilmemesi, binlerce sayfa birlik yanlısı sözden ve birlik yemininden çok daha etkilidir ve belirleyicidir. Birlikte örgütlenme, vitrinde değil, gerçekte olmalıdır. Batı güdümlü programlar, Türk ve Kürdü birleştirmez. Kıblesi Washington ve Brüksel olan bütün programlar, bölücüdür. O merkezler, birleşik bir Türkiye istemiyorlar. Çünkü birleşik ve güçlü bir Türkiye’nin “Kriz bölgelerine müdahale misyonu”nu kabul etmeyeceğini biliyorlar. Onlara mecbur ve muhtaç olması için, Türkiye’nin sorunlu, zayıf ve parçalı olmasını istiyorlar. Birlikte örgütlenme, bu dayatmaya örgütsel cevaptır. Birlikte örgütlenme, aynı zamanda Kürt Sorununa Kardeşlik Çözümü’nü de hızlandıracaktır. Birlikte örgütlenmenin sağladığı güven ortamında, Kürt kitlelerinin demokratik talepleri konusundaki kuşkuların dağılması da kolaylaşacaktır. Güvenilir kaynaklardan öğrendiğimize göre, “Kürt Sorununa Kardeşlik Çözümü”, genel çizgileriyle kabul edilmiş ve Millî Güvenlik Kurulu’ndan geçmiştir. Sorunu çözecek merkez, Washington veya Brüksel değil, Ankara’dır. Hal böyleyken, çözümün Türkiye’den değil, Batı’dan beklenmesi, Kürt yurttaşlarımızın bilincinde bölünme etkenini güçlendirir. Bugün en temel mesele, Kürt yurttaşlarımızı, çözümün Batı’dan değil, Türkiye’den geleceğine ikna etmektir. ABD ve Avrupa çözemez, Türkiye çözer. Oralardan ne barış gelir, ne de özgürlük. Dış müdahaleye ne kadar kararlı tavır alınırsa, çözümün uygulamaya konması da o kadar hızlanacaktır. Aslında bu mektubu önümüzdeki süreçte nelerin olamayacağı ve nelerin de kesinlikle gerçekleşeceği konusundaki görüşlerimi bildirmek için yazdım……. Size duyurmak istediğim görüşler bunlardır. iyi dileklerimi ve selamlarımı yollarım. Doğu Perinçek işçi Partisi Genel Başkanı Not: Bu mektubun bir örneği, Genelkurmay Başkanlığı’nın bilgisine sunulmuştur.” Kaynak: Ergenekon İddianamesi." -
ERGENEKON=?SUSURLUK=?GLADYO=?ULUSALCILIK?
dünyahepimizin şurada cevap verdi: Dogrucudavut başlık Güncel Konular
Agir Abad : Perinçek ve Öcalan aslında kimdir? Soner Yalçının makalesini okuyunca anladım ki, önümüzde çok uzun süreçlerin karanlık geçeceğidir. Öcalan’ı eleştiriyoruz! Bazı kürdler kızıyor! Perincek ve Ergenekon ile bağlantılı denildiğinde, hem Türkler, hem de Kürdler kızıyor? En iyisi bizden değil gerçek ağızlardan bunların kim olduğunu öğrenelim… Kimin eli, kimin cebinde olduğunu anladığımız an ve kabullendiğimiz de, O zaman kimin ne söylediği önem kazanacaktır. Perincek ve Öcalan’ı Türkler kadar, Kürdlerde tanıdığı anda ‘’Kral çıplak’’ ve değişimler hızla başlayacaktır. Soner Yalçının makalesini okuyunca anladım ki, önümüzde çok uzun süreçlerin karanlık geçeceğidir. Öcalan’ı eleştiriyoruz! Bazı kürdler kızıyor! Pericek ve Ergenekon ile bağlantılı denildiğinde, hem Türkler, hem de Kürdler kızıyor? En iyisi bizden değil gerçek ağızlardan bunların kim olduğunu öğrenelim… Doğu Perinçek’in zikzaklarla dolu hayatı! Solcu mu sağcı mı? PKK'lı mı PKK düşmanı mı? Doğu Perinçek kimdir? Soner Yalçın'ın yazısı: Bir dönem Doğu Perinçek'in çıkardığı 2000'e Doğru dergisinde de çalışan Hürriyet Yazarı Soner Yalçın geçmişteki bir yazısında Doğu Perinçek’i böyle analiz etti… DOĞU PERİNÇEK ASLINDA KİMDİR? Doğu Perinçek gençliğinde sağcıydı. Babası Sadık Perinçek Süleyman Demirel'in sağ koluydu. Yani, Perinçek 'dün dündür bugün ise bugün' çizgisine sahip politik bir gelenekten gelmektedir. Aydınlık'ın PKK ile ilişkisine de bu oportünizm hakim olmuştur. 1) Aydınlık hareketi, PKK ile mücadele etti. Bu uğurda Aydınlıkçılar canlarını verdiler. 2) 12 Eylül 1980'den sonra Aydınlık hareketi özeleştiri yaptı. PKK'ya yakınlaştı. Bu yakınlık öylesine sıcak diyaloglara döküldü ki, Aydınlıkçılar yayın organları 2000'e Doğru'da, 'gerillalar komutan kaçırdı' gibi propaganda kokan yalan haberler bile yaptılar. Ödüllerini de aldılar: Öcalan başta Doğu Perinçek olmak üzere üç Aydınlıkcı'nın SHP listesinden TBMM'ye girmesini teklif etti. Ancak Perinçek daha çok milletvekili istedi. Anlaşamadılar. 3) 1990 yılların ikinci yarısından sonra Aydınlık ile PKK arasında soğuk rüzgârlar esmeye başladı. 4) Son yıllarda Aydınlık, PKK'ya tıpkı 1970'li yıllarda olduğu gibi savaş açtı. Şimdi gelelim meselenin Uğur Mumcu'yla ilişkisine: Uğur Mumcu öldürülmeden önce 'Öcalan-MİT' ilişkisini araştırıyordu. O dönemde Perinçek, Öcalan'a Bekaa'da kırmızı karanfil veriyordu. Mumcu, Öcalan MİT ilişkisi konusunda Cumhuriyet'te bazı makaleler yazdı. Mumcu'nun, Öcalan'la ilgili yazdıklarına en büyük tepki kimden geldi dersiniz; Doğu Perin çek’ten! Yayın organı 2000'e Doğru dergisinde Mumcu'yu, CIA-MOSSAD ajanlığı ile itham etti. Perinçek'i bu kadar öfkelendiren neydi biliyor musunuz? Mumcu'ya göre Öcalan Aydınlık'ın (o dönemdeki adı şafak'tı) bildirilerini dağıtırken, yakalanmış ve bu dönemde MİT tarafından 'devşirilmişti'. Uzatmayalım, gelelim bugüne: Doğu Perinçek ve Aydınlıkcılar, Mumcu'nun doğru yazdığını söylüyorlar. Aydınlık'ın son sayısında Uğur Mumcu'ya övgüler düzüyorlar! Rahmetli Mumcu, Perinçek ile aynı çizgide buluşmaktan memnun mudur bilenmez. Bilinen; Mumcu’nun yaşadığında, 'Öcalan'ın MİT ile ilişkisi neden Aydınlıkcıları rahatsız ediyor? Sorusuna yanıt bulamadığıdır. Sahi 1990'lı yılların başında Öcalan'ın istihbarat ilişkilerinden rahatsız olan Aydınlık bugün neden 'PKK'yı MİT kurdu' diye haber yapmaktadır. Siz siz olun Perinçek'in ne dediğine değil, ne demediğine bakın! PERİNÇEK'İN 2000'E DOĞRU DERGİSİNDEN BİRKAÇ BAŞLIK 2000'e Doğru Dergisi PKK'nın yayın organı mıydı? Öyle olmadığını söyleyeceksiniz. Peki, neden PKK'nın 'psikolojik harp merkezi' gibi çalıştınız? Sadece soruyoruz: 2000'e Doğru Dergisi'nde bu haberleri neden yaptınız? —Türk askerleri Cudi de kimyasal silah kullanıyor (23.Temmuz 1989) -PKK ordulaşıyor: Doktor Baran, komando taburuna meydan okuyor: ‘Gelin buradayız’ diyor. Karakol komutanı erzaklarını PKK ile paylaşıyor.(6 Ağustos 1989) -‘Dağlarda Gerilla barınmayasın’ diye Ordu, orman yakıyor (3 Eylül 1989) -Öldürülen PKK gerillaları efsaneleşiyor, kimse öldüklerine inanmıyor. ( 24 Eylül 1989) -PKK kamp komutanları anlatıyor: Hedefimiz çocuklar değil (3 Aralık 1989) -Nusaybin'de Kürt intifadası ( 18 Mart 1990) -Gerillalar Onbaşı'yı dağa kaldırdı (1 Nisan 1990) -Hakkâri’nin küçük generalleri ( 21 Mayıs 1990) Bu haberlerin yanı sıra 2000'e Doğru'da, Abdullah Öcalan tıpkı Atatürk'ün Kocatepe'deki fotoğrafına benzetilerek dağda çekilmiş fotoğrafına yer verildi.(22 Ekim 1989) Ayrıca bugün medyanın gündeminde olan PKK'lı Yücel Halis cezaevinde olduğu 1991 yılında, 2000'e Doğru aracılığıyla dağdaki teröristlere mesajlar gönderdi. ( 1 Eylül 1991) Uzatmayalım bu durum 20 Ekim 1991 seçimleri öncesine kadar devam etti. Dergi o dönem Kürtlerin partisi HEP ile ittifak yapabilmek için kolları sıvadı ve haber yapmaya başladı:Taban birlik istiyor v.s.. Kaynak: -http://www.nasname.com/tr/1115.html- -
ERGENEKON=?SUSURLUK=?GLADYO=?ULUSALCILIK?
dünyahepimizin şurada cevap verdi: Dogrucudavut başlık Güncel Konular
Ulusalci sn Yalcin Kücük'ü iyi taniyalim. "Doğu Perinçek'in Öcalan'a gül verirken çekilen fotoğrafı çok tartışılmıştı... Şimdi de Yalçın Küçük çok tartışılacak... 'Ulusalcılık ve Kemalizm fetvaları' veren Yalçın Küçük öyle laflar etmiş ki... İşte okuyanları şok eden ifadeler... Bu günlerde televizyon televizyon dolaşıp kafasında Atatürk?ün kalpağıyla ulusalcılık ve Kemalizm fetvaları veren Yalçın Küçük?ü de tartışmaya açma zamanı geldi ve hatta neredeyse geçiyor. Hayır, söylediklerini ciddiye aldığımızdan değil; onu ciddiye alan Kemalist ******* uyarmak istiyoruz. Buyurun, Yalçın hocanızın 1993 yılında Abdullah Öcalan ile yaptığı söyleşinin sonucunda ?Dirilişin Öyküsü? adıyla yayımlanan kitabında Öcalan?a sorduğu sorulardan bir demet. Hoca?nın Kemalizm ve Türklük hakkındaki görüşlerine bayılacaksınız. ?Sizi çok sağlıklı, çok da güzelleşmiş gördüm. Bütün bu gürültülere, savaşa rağmen herhalde içiniz rahat olmalı. Gerçekten sizi çok iyi gördüm.? (s.10) ?Sevgili Başkanım, ... Mücadele sürüyor, savaş devam ediyor. Ama, geçen yaz hem Halkın Emek Birliği için hem de Bochum?daki Uluslararası Festival için gittiğimde şunları söyledim: ?Harran?ın altında kanallar açılıyor, üstü yeşerecek. Bu güzel ama PKK ve özellikle lideri APO Kürt insanının başında gül bahçesi açtırıyor? dedim.? (s.10) ?A.Ö. Evet, o cümleniz hayli anlamlı geldi. Ayrıca şöyle de yazmıştınız: ?Apo kardeşim Kürdistan insanının beynine bir buldozer gibi giriyor ve orada gül bahçesi kuruyor, bin gül açıyor.? (s.10) ?Ben de yazdığım kitapta ?Kürt başkaldırısı Bedirhan isminde bir prensle başladı, orada yoksul bir Kürt çocuğunun liderliğine geldi, şimdi halk emekçi bir Kürdün liderliğinde büyüyor? diyorum.? (s.28 ) ?Efendim, PKK?nin Kürtlüğe bakışı, diğer ulusal hareketlerden ve bir de diğer Kürt hareketlerinden farklıdır. ... Yani sizin yönetiminizdeki PKK?nin Kürtlüğe bakışı, diğer bütün ulusal hareketlerden farklıdır. Kemal Paşa?da Türklüğü abartma var. Veya abartma denmese bile, en azından olduğu haliyle kabul etme, dönüştürmeme var. Benim PKK?de gördüğüm, devlet mahkemelerinde, panellerde de söylediğim nokta, ?PKK ve lideri Abdullah Öcalan Kürtlüğü değiştirerek yükseltmek istiyor. Bu yüzden de çok eleştiriyor? ifadesidir. Bu sizin önemli bir ayrılık noktanızdır. Ve her zaman bunun övgüyle kaydedilmesi lazımdır.? (s.104) ?Peki sevgili Başkanım, ... bana göre de 1920?de Kemal Paşa, o lider kadrosu içinde en geride olan insandı, ama çeşitli nedenlerle başkanlığı aldı. Ve sonunda 1925-26?lardan sonra ve 1930?lu yıllarda Kemalizm denilen yüzeysel, bir zaman için işleyen bir sistemi ortaya koydu ve bir müddet için Kürtlüğün üstünü örttü. ... Şimdi buraya geldiğimizde bu Kemalizm?in bana göre arabesk bir yanı vardı. Arabeskten kastım şu: Arap dünyasında her şey yüzeyseldir, bütün figürler derinliği olmayan figürlerdir. Kemalizm?i de felsefi anlamda belki arabesk bir ideoloji olarak düşünebiliriz. ... Ben PKK?ye ve sizin hareketinize baktığımda bunun birçok özelliğini görüyorum. Sizin deyiminizle dağılan bitmek üzere olan Kürd?ün yükselmesi ve rönesansında, eğer görünebilirse, bir anlamda insanlık bayrağını eline alışını görüyorum. Diğer bir yanı, bölge insanına yönelik bir başlangıç olarak görüyorum.? (s.106) ?Cumhuriyet 1920?lerde kuruldu, hangi tehditlerle karşılaştı? 1945?de Sovyet tehdidiyle karşılaştığı iddia edilir. ... Bu, ABD?nin kucağına gitmek için Kemalizm?in uydurduğu, abarttığı bir tehdittir. Yine 1960?lardaki 27 Mayıs çıkışını Kemalizm?in kendi içindeki yenilenmesi olarak düşünebiliriz. ... Şimdi bütün bunların ötesinde benim görebildiğim PKK?nin bu devleti sarsan bir yanı var. Çünkü bu, sadece şu anda egemenliği altında olan Kürdistan?da sarsmıyor. Genelkurmay Başkanı, diğerleri, bu sarsıntının İzmir?de Konya?da, Bursa?da, İstanbul?da hissedilmesinden korkar oldular.? (s.108) ?Muğlâk dediğiniz zaman benim aklıma Kemalizm gelir. ?Sol muğlâktır? derseniz, halen Kemalisttirler derim.? (s.108) ?Çünkü yaşadığımız şu anda, Türk kimliği gittikçe kaybediliyor. ... Kürtlüğün yükseldiği kimliğini bulduğu noktasıdır. Türklük ise kimliğini hızla kaybediyor. Türk olarak hiç bir şey kalmıyor. Hep taklitçi! Kemal Paşa Fransızları taklit etti. Şimdiki yönetimde de her şey Amerikan taklidi oluyor. İnsanlar, kadınlar, sevinmeleri, ağlamaları, her şey taklitçi, Türk kimliği gidiyor. Ve müthiş bir fahişelik yer ediniyor. Türkiye?de en fazla vergiyi bir kerhaneci kadın ödüyor. Vehbi Koç?ların Sabancı?ların, en büyük zenginlerin hiç bir değeri kalmadı. Bakın büyük bir kontrast. Yani ben Türklüğümden artık utanç duyuyorum. ?Kardeşlik? diyorsunuz. Kürtler o kadar yükselecek, Türkler yerin dibine girecek! Ne kardeşliği olabilir bu?? (s.110) Elbette Yalçın hoca da değişmiştir. Buna inanıyoruz da, bunlar değişme tekelini de ellerinde bulunduruyorlar. Onlara göre herkes değişebilir ama AKP?liler asla. Onların gizli ajandası var." Kaynak : - -http://www.nasname.com/tr/566.html- -
Beşiktaş
dünyahepimizin şurada cevap verdi: AsiMeLek başlık Spor - Futbol - Basket -Voleybol ve Diğer Dallar
Keskin bir CIMBOMLU olarak devamli demisimdir ve arzulamisimdir. ASLAN SAMPIYON olamazsa KARTAL olsun!!!!!!! -
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
dünyahepimizin şurada cevap verdi: kaplan-200 başlık Güncel Konular
Herhalde kampanyayi imzaya acanlar Türkler, siz ne zannetmistiniz? Bunu inkar edenmi var? -
galllaaatttaaasssaarrrraayyy
dünyahepimizin şurada cevap verdi: molina başlık Spor - Futbol - Basket -Voleybol ve Diğer Dallar
Kim ne derse desin, EN BÜYÜK C I M B O M M M M M !!!!!!